Arama

Atatürk İlkeleri - Temel İlkeler - Devletçilik İlkesi

Güncelleme: 15 Nisan 2016 Gösterim: 36.235 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Devletçilik
Devletçilik, ülkenin genel ekonomik faaliyetlerinin düzenlenmesi ve özel sektörün girmek istemediği veya yetersiz kaldığı ya da ulusal çıkarların gerekli kıldığı alanlara girmesini öngören ilkedir.
Sponsorlu Bağlantılar
Mustafa Kemal Atatürk'ün ulusal ekonomiyi, sağlam temeller üzerine oturtma amacına yönelik olarak ve "İktisaden zayıf bir ulus, fakirlik ve sefaletten kurtulamaz. Toplumsal ve siyasi felaketten yakasını kurtaramaz" felsefesine dayalı olarak Atatürk İlkeleri arasında yerini almış olan ilkedir.
Atatürk bu ilkenin amacını şöyle açıklar:
"Bizim güttüğümüz "devletçilik" bireysel çalışma ve etkinliği esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu refaha, ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için, ulusun genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanlarda, devleti fiilen ilgilendirmektir."
İlkenin İçeriği ve Gelişmesi
Atatürk, Devletçilik ilkesini, Halkçılık ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirmektedir. Yoksul, yüzyıllardır ihmal edilmiş olan halkın kalkınması ve çağdaş yaşam düzeyine ulaşması için 1923 - 1930 yılları arasında, kalkınma için gerekli yatırımları yapması özel girişimcilerden beklendi. Ama bu işlevi yerine getirmeye özel kişilerin yeterli parası, yeterli deneyimleri ve yeterli teknolojik birikimi olmaması yanında Dünyayı sarsan 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, ekonomi politikalarının tam bir başarısızlığını vurguluyordu. Ülkeyi kalkındırmak, halkı çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için "Devletçilik" ilkesini benimsedi. Böylece hem üretim arttırılacak, sanayi gerçekleştirilecek, hem de hakça bir paylaşım yapılacak ve ekonomik gücü kullanan bir sınıfın halkı ezmesine olanak verilmemiş olacaktı.
Türk Devrimi, tekelci eğilimi olmayan ulusal nitelikli özel girişimciliğin, gelişip güçlenmesine özel önem verir ama, bağımsızlıktan ödün vermeyen bir devletçiliğe dayanır. Siyasette olduğu gibi ekonomide de, yönlendirici ve belirleyici olan Kemalist devletçilik, ne Rusya'daki kollektivist devletçiliğe, ne de, Batı'daki mali sermaye egemenliği altındaki oligarşik devlet faaliyetlerine benzer.
Mustafa Kemal Atatürk bunu şöyle açıklar:
Türkiye'nin uyguladığı devletçilik sistemi 19. yüzyıldan beri sosyalist teorisyenlerin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye özgü bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur; kişilerin özel teşebbüslerini ve kişisel faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir ulusun ve geniş bir ülkenin bütün ihtiyaçlarını ve (bu uğurda) pek bir şey yapılmadığını göz önünde tutarak, ülke ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi; ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur.
Bu anlayışa oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, toplumsal yaşamın her alanındaki yenileşme ve gelişmeye öncülük edecek, ekonomik yaşamı düzenleyecek ve halkın sorunlarını çözecektir. Sosyal ve ekonomik gerilik nedeniyle, çelişkileri uzlaşmazlığa varmamış olan sosyalsınıf ve tabakaların haklarını, ulusal çıkarlar temelinde birleştirecek ve bunları yasal düzenlemelerle dengeleyecektir. Devlet faaliyetlerinin tümünde, topluma ve halka hizmet temel ilke olacaktır. Mustafa Kemal bunu şöyle açıklar:
Bugün haklı olarak kıvanç duyabileceğimiz bütün başarıların sırrı yeni Türkiye devletinin yapısındadır. Türkiye Devleti'nin, bu yeni örgütün dayandığı temeller, nitelik yönünden, kendinden önceki tarihi kurumların temellerinden çok başkadır. Bunun bir kelime ile ifade etmek gerekirse, diyebiliriz ki, yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.
Tek partinin programında 1935 yılında yapılan düzeltmelerden sonra, Devletçilik ilkesi şöyle tanımlanmıştır:
"Özel çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi gelişmişliğe eriştirmek için, milletin genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi alanda devleti fiilen ilgilendirmek önemli esaslarımızdandır. İktisat işlerinde devletin ilgisi fiilen yapıcılık olduğu kadar, özel girişimcileri teşvik ve yapılanları düzenleme ve denetlemektir."

Son düzenleyen Safi; 15 Nisan 2016 21:31
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Devletçilik Politikasının Olumlu Yanları

Sponsorlu Bağlantılar
Türkiye başlangıç aşamasında Devletçiliğin iki büyük yararını gördü: Bir yanda, özellikle altyapı ve sanayi yatırımları sayesinde oldukça hızlı bir büyüme gerçekleştirirken; diğer tarafta, sanayileşmenin devlet eliyle oluşumu sayesinde, Türk işçisi, Batı'daki örnekleri gibi insancıl olmayan koşullar içinde birkaç kuşağın feda edildiğini görmedi. 1929 - 1939 yılları arasında dünya sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye'de sanayi üretim artışı %96'yı buldu. Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülke, bu alanda Türkiye'den daha hızlı bir büyüme sağlayamadı. Giderek oluşmaya ve büyümeye başlayan sanayi işçisi sınıfı nasıl hiçbir mücadele vermeden seçme ve seçilme haklarını elde ettiyse; yüne kan dökülmesine, kuşaklar boyu süren büyük acılar çekilmesine gerek kalmadan insancıl çalışma koşullarına kavuştu; sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme gibi hakların verilmesi için de işçi sınıfının rejimi zorlaması beklenmemiştir. Demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde ise işçiler seçme hakkını elde etmek için uzun ve kanlı savaşımlar vermişlerdir.
Kemalizmin diğer ilkeleri gibi "devletçilik" de, 1920'lerin Anadolu'sundaki koşulların ürünüdür. Altyapısı ve sanayisi yok düzeyde olan yoksul, yüzyıllardır ihmal edilmiş olan bir halkın nasıl kısa bir sürede kalkınıp çağdaş yaşam düzeyine ulaşacağına sorulan sorunun yanıtı "Devletçilik" olmuştur.
Çağdaş Uygarlığı temsil eden Batı, uzun ve ıstıraplı bir yoldan geçerek o noktaya ulaşmıştı. Batılı ülkeler zenginleşir ve gelişirken sadece geri kalmış ülkeleri sömürmemişler, aynı zamanda kendi halklarını -insancıl olmayan koşullarda- kuşaklar boyu çalıştırmışlardı. Türkiye ise geri kalmış bir ülke olarak ne sömürgesi vardı ne de yeni Türk Devleti yüzyıllar bekleyecek kadar zaman geçirmeyi düşünüyordu. Halkın sırtından, birkaç kuşağı daha yoksul tutma pahasına bir kalkınma ise, Kemalizmin "halkçılık" özüne aykırıydı. Tüm bu şartlara rağmen 1930 yılına kadar kalkınma için gerekli yatırımları yapması özel girişimlerden beklendi. Ödenmesi gereken Osmanlı borçları, Lozan Antlaşması'na bağlı Ticaret Sözleşmesi'nin bazı hükümleri gibi hususlar da devletin ekonomiye kapsamlı bir şekilde karışmasını engelliyordu. Bu eksikliği gidermek için özel kişilerin yeterli parası, yeterli deneyimi, yeterli teknik bilgisi yoktu. Dünyayı sarsan 1929 ekonomik bunalımı ise liberal ekonomilerin başarısızlığını vurguluyordu. Kemalizm, ülkeyi kalkındırmak, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için "devletçilik" ilkesini bu sürecin sonunda benimsedi. Böylece hem altyapı ve sanayı devlet eliyle kurulabilecek, hem de hakça bir paylaşım yapılacak ve ekonomik gücü kullanan bir sınıfın halkı ezmesine olanak verilmemiş olacaktı. Nitekim bu süreç bu şekilde gerçekleşti.
Sanayileşmeyi hızlandırmak ve ülke düzeyine yaymak için bir dizi girişimde bulunuldu. 28 Mart 1927'de, Sanayi Teşvik Kanunu, 8 Haziran 1929'da da Milli Sanayi Teşvik Kanunu çıkarıldı. Yerli sanayi ve ticareti koruyan yeni gümrük tarifeleri, 1 Ekim 1929'da uygulamaya sokuldu. 3 Haziran 1933'de, Sanayi ve Maadin Bankası ile Devlet Sanayi Ofisi'nin yerine Sümerbank kuruldu. 1925 yılında kurulmuş olan Sanayi ve Maadin Bankası, 7 yıl içinde Hereke, Feshane, Bakırköy Mensucat, Beykoz Deri ve Kundura, Uşak Şeker ve Tosya ÇeltikBünyan ve Isparta İplik, Maraş Çeltik, Malatya ve Aksaray Elektrik, Kütahya Çini fabrikalarına ortak olmuştu. Bu fabrikalar 1933 yılında Sümerbank'a devredildi. Sümerbank 1939'a dek 17 yeni fabrika kurdu, birçok bankaya ortak oldu, bazı şirketlere sermaye yatırdı. 1935 yılında kurulan Etibank, madencilik alanında yatırımlar yaptı, modern maden işletmeleri kurdu. Emlak ve Etyam Bankası 1926'da açıldı ve ciddi düzeyde konut kredisi dağıttı, konut yatırımlarına destek verdi. İş BankasıZiraat Bankası'na her türlü bankacılık işlemini yapabilme yetkisi verildi. Ve Banka hızlı bir büyüme sağlayarak 1931 yılında mevduatını 56 milyon liraya çıkardı (1924 Devlet bütçesi 120 milyon liraydı). Banka 1933 yılında 58,363 ortağı olan 637 Zirai Kredi KooperatifiZiraat Bankası'nın denetimi altında çalışan Emniyet Sandığı'nın toplam mevduatı, 1923'te 2 milyon 327 bin lira idi. Bu miktar, büyük artış göstererek, 1929'da 16 milyon 508 bin lirayı buldu. fabrikalarını kurmuş veya kontrolü altına almıştı. Ayrıca, 1924'de kuruldu, ve çok kısa zamanda, kredi piyasasında yabancı aracıları ortadan kaldıran mali bir güce ulaştı. 1924 yılında aracılığıyla, tarım sektörüne kredi aktardı.
1929 Dünya ekonomik bunalımından en az zararla kurtulunması için devletçilik politikası yoğunlaştırıldı. Birinci beş yıllık planda madencilik, elektrik santralleri, ev yakıtları sanayii, toprak sanayii, gıda maddeleri sanayii, kimya sanayii, makina sanayii ve madencilik kollarında yatırımlar planlandı ve plan büyük ölçüde gerçekleştirildi. 1923 yılında 3,700 ton olan pamuklu dokuma 1932 yılında 9,055 tona, 597,000 olan maden kömürü ise 1,593,000 tona çıkarıldı. 1923 de hiç üretilmeyen şeker, 1927 yılında 5,184 ton, 1932 yılında da 27,549 ton üretildi. Aynı dönemde çimento 24,000 tondan 129,000 tona kösele 1,974 tondan 4,105 tona, yünlü mensucat 400 tondan 1,695 tona, ipekli dokuma 2 tondan 92 tona çıkarıldı. Sanayi ve ticaretteki canlanma firma sayısını da arttırdı. 1929 yılında Sanayi Teşvik Kanunun'dan yararlanan firma sayısı 490 iken, bu sayı 1933 yılında 2,317 ye çıktı. Elde edilen yerli üretimle, 1923 de ithal edilen kösele ve un 1932 de hiç ithal edilmedi. Şeker ithalatı yüzde 37, deri ithalatı yüzde 90, çimento ithalatı yüzde 96.5, sabun ithalatı yüzde 96.5, kereste ithalatı yüzde 83.5 oranında azaldı. 1923 yılında 36,100,000 dolar dış ticaret açıı verilirken, (ki tüm ithalat 86,900,000 dolar, tüm ihracat ise 50,800,000 dolar idi) bu açık 1931 yılında 300,000 dolara düşürüldü. 1936 yılında ise ihracat ithalatı 20,100,000 dolar aştı ve Türkiye, tarihinde ilk kez dış ticarette artıya geçti.
Bu ulusçu girişimler sonuçlarını kısa sürede gösterdi. 1922-1925 arasında fiyat artış oranı yani enflasyon, yılda yüzde 3.12, 1925-1927 arasında ise yüzde 1 oldu. Bazı fiyatlarda ucuzlama görüldü. Türk parası yabancı paralar karşısında değer yitirmedi, aksine bazılarına karşı değer kazandı. 1924 yılında 9,5 kuruş olan Fransız Farngı, 1929 yılında 7,7 kuruşa, 187 kuruş olan bir ABD Doları 127 kuruşa düştü. Aynı dönemde bir İsviçre Frangı 34 kuruştan 37 kuruşa, bir Alman Markı 44 kuruştan 46 kuruşa çıktı. Bunlar dünyanın en güçlü paralarıydı. Dış ticaret açığı 1930'da ihracat fazlasına dönüştü. Cumhuriyetin ilk yıllarında hiç olmayan altın stoğu, 1931'de 6.127 ton, 1933'de 17.695 ton, 1937'de ise 26.107 tona ulaştı. Yine ilk yıllarda hiç olmayan döviz stoğu ise 1938 yılında 28.3 milyon dolara çıktı.Enflasyonsuz bir süreçte para hacmi hemen hemen sabit tutulmasına karşın, ekonomide gelişme sağlandı. Türkiye'de uygulanan ekonomik önlemler, 1929 buhranından etkilenen başta Almanya olmak üzere birçok ülke tarafından uygulanmaya başlandı. Almanya, Türkiye'nin izinden giderek kambiyo kontrolü rejimine geçti ve enflasyonu önledi. Paralarının serbest döviz niteliğini korumaya önem veren diğer ekonomiler, paralarının değer yitirmesini önleyemediler.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Devletçilik Poltikasının Olumsuz Yanları

Devletçilik politikasi'nin olumsuz yanlari Milton Friedman gibi nobel kazanmis unlu ekonomistler tarafindan kanitlanmistir. Devletcilik politakalarinda (sosyalizmde) devlet, tarim/sanayi urunlerinde veya hizmet sektorlerindeki talebi gormezden gelir. Tarim, sanayi ve hizmet sektorlerindeki kurumlar (fabrikalar, okullar hastaneler) halktan toplanan vergilerle açılır. Devlet bu kurumlardaki üretimi önceki yillardaki tuketime bakarak bir merkezi yönetim uzerinden tahminen yapar. Ne var ki, önceki yıllardaki tüketim bu yilki tuketime hiçbir zaman tam eşit olmaz. Uretim tuketimden az olursa kitlik cikar. Uretim gereginden fazla olursa bu kuruluslar zarara ugrayabilirler ve devlete yuk olmaya başlarlar. Devlet hicbir zaman bir sonraki yilin tuketimini tam olarak kestiremez ve devlet kuruluslari ya kitliga yada zarara neden olur ki bu zararlar yine vergilerle vatandaslara mal olur.

Çoğulcul Tercih
Devletcilik politikasinin bir diger sorununu Ludvig von Mises "Coğulcul Tercih" olarak aciklamistir. Coğulcul tercih şu manaya gelir: Devletcilik politikasinda eger devlet halkin sabit telefon, sigara, içki, yolcu ucağı ihtiyaçlarını görmüş ise, bunlar icin butun halktan vergi toplamak zorundadir. Boyle bir durumda sabit telefonu kullanmak istemeyen, sigara/icki icmeyen ve yolcu ucağına binmek istemeyen bir insan ile bunlari kullanacak kisiyi bir tutulmus olur. Kullanmadigi servisler icin fazladan vergi odemek zorunda kalan sahis, "Coğulcul Tercih" in mağduru durumuna düşer.


Yolsuzluk ve Mafya
Unutulmamasi gereken bir diğer husus ise Henry Hazlitt tarafından "corruption" adiyla aciklanmaktadir. Devlet, halktan vergileri merkezi yonetim ile toplamaktadir. Bu vergilerin toplamlanması işlemi ve kuruluşlara aktarımı sırasında gorev alan memurlar "melek" olmadıkları ve kendi cikarlarini dusundukleri icin, buralardan para aklayabilirler. Toplanan vergiler kuruluslar yerine, gorevlilerin ceplerini doldurabilir. Bu da yolsuzluktur.
Uretimde olusan yanlis tahminler sonucunda kitlik cikarsa ihtiyac sahipleri ihtiyaclarini karsilamak icin fazladan para odemek isteyebilirler. Yalniz devletcilik politikalari genelde fiyat kisitlamalarida uygular. (petrolun, elektirigin, maximum ucreti ve işçilerin asgari ücreti gibi) Bu durumda devlet ne kadar tuketiciyi koruyormus gibi gozukse de ihtiyaci fazla olani, ihtiyaci az olandan ayiramaz. Bu durumda ihtiyac sahipleri devlet memurlarina rusvet onerebilirler ki bu da "corruption" in bir parcasidir. Rusya gibi devletcilik politikalarinin 1991'den once cokca uygulandigi yerlerde buna bagli olarak mafya'da turemistir.

Rekabet
Rekabet konusu da devletçilikte önemli bir yer tutar.Örneğin bütün süt işletmelerinin devletinin elinde olduğunu bir ekonomide inekler elle sağılır ve yeni teknoloji ürünlerine gereken önem gösterilmez. Her seçim sonrasında yönetim kadrosu değişir ve yine her seçim sonu iş vaad edilen kişiler işe almak için yeni işler bulunur. Bir yumurta bir kişiye taşıtılabilecekken, on kişiye taşıtılır. İşçiler ise nasıl olsa maaşlarını aynı miktarda her aybaşı aynı şekilde alacakları için fazladan bir çabayı gereksiz görürler. Her süt işletmesi de devletin olduğu için işletmeler birbiriyle yarışmak gibi gereksiz bir zahmete katlanmaz. Rekabetten olmadığından kaliteyi artırmayı veya fiyatları düşürmeyi gereksiz görürler.
Eğer bu süt işletmelerinin özel sektörde olduğunu düşünürsek rekabet halindeki işletmeler daha az maliyetle daha çok ürün elde etmek için sütü elle sağmak yerine makinalarla sağarak zamandan tasarruf eder. Yapılan iş ile paralel ücretler öder ve sonuçta bir yumurtayı bir kişiye taşıtır. Böylece üretim daha fazla olur, hem devlet özel kurumdan daha çok vergi geliri sağlar, hem rekabet olduğunda ideal kaliteye yaklaşılır ve fiyatlar düşer, hemde vatandaşın üzerinden bu işletme için ödediği vergi yükü kalkar.

Ekonomik Organizasyon'un Asimetrik Dağılımı
Devletçilik polikalarının bir diğer sorunu ise misallocation of economic organizationolarak Carl Menger tarafından açıklanmıştır. Bunun örneği ve çıkardığı sorunlar ülkemizde hala geçerlidir. PKK terörist organizyonuda bu sorun sonucunda doğmuştur. Yukarıda açıklandığı gibi devlet, rekabet olmadığından halkın taleplerini görmezden gelir. Ekonomi,merkezi yönetimce hazırlanan ekonomik plana uygun olarak şekillenir. Ne var ki, ekonomi siyasi, kültürel, sosyolojik, dini sebeplerden asimetrik olarak şekillenebilir. Ekonominin şekli halkın değil birkaç kişinin insiyatifinde bulunduğundan devlet yatırımlarında asimetrik dağılım gözükür. İstanbul'a ve Türkiye'nin Batısına yapılan devlet yatırımları, çeşitli sebepler nedeniyle doğuya yapılmayabilir. Bu da doğu halkının ödediği verginin karşılığını alamamasıyla sonuçlanır ki PKK isyanının sebebi de budur. Aynı şekilde başörtülü öğrencilerin veya kamu çalışanlarının devlet üniversitelerine veya kamu dairelerine sokulmaması, bu öğrencilerin/çalışanların ödediği katma değer vergileri/gelir vergileri gibi vergilerinin devletten karşılığını alamıyor olmaları ileride büyük isyanlara yol açabilir. Nitekim aslında devlet ne hastaneleri, ne okulları, ne fabrikaları, ne bankaları için aslında hiçbir ödeme yapmamaktadır.Devlet hizmetlerinin ödemelerinin tamamı (okul açmak için çimento, sıraların paraları, doktor/öğretmen parası, F-16 jetleri, yollar vs.) milletin vergileri üzerindendir.

Gümrük Vergileri
Devlet tarafından oluşturulan gümrük vergileri de zannedildiği gibi yerli üreticiyi korumamakta aksine onu tembelleştirmekle beraber tüketiciyi zarara uğratmaktadır. Ünlü ekonomist Donald Boudreaux sorunu şu şekile açıklamaktadır:
...Zannedildiği gibi gümrük vergileride ulusal üreticileride korumamaktadır. Sınırlarını dışarıdan gelen ürünler için geçilmesi zor bir kale duvarı haline getirmek isteyenler bir düşünsünler: Eğer gümrük vergileri ekonomiyi sağlamlaştırıp yerli üreticiyi koruyacaksa eyaletlerimiz arasında da gümrük vergileri koyalım. Biraz daha ileri gidip, illerimiz arasına, hatta ilçelerimiz, hatta sokaklarımız hatta evlerimiz arasındaki alışverişe de vergi koyalım. Sizce bu ekonomiye ne kadar iyi yönde katkı sağlayacaktır? Eğer paramızı evde tutmak isteyipte kendi dişimizi kendimiz çekelim, kendi meyve/sebzemizi kendimiz yetiştirelim istersek, hem dişsiz kalırız hem aç. Tabi gerçek işimize de (örneğin reklamcılık) hiç vakit ayıramayacağımızdan parasızda kalırız. İzin verin herkes kendi bildiği işi en iyi şekilde yapsın ve bu işi diğerlerinin işiyle alış veriş etsin.

Özel Sermaye
Devletçiliğin daha ağır yaşandığı komunist ülkelerde özel sermaye ya çok az bir seviyede tutulmaya çalışılır yada hiç yoktur. Nitekim özel sermaye kar amacı güder. Patronların çıkarları dahilinde işler. Ne var ki patronlar ancak halka hizmet ederek para kazanabilirler. Bu durum aslında patronları hizmetçi, halkı patron yapar. Çünkü rekabetin varolduğu bir ekonomide bir patron ancak iki şekilde yarışabilir: Maliyeti düşürerek veya kaliteyi arttırarak. Eğer bir patron rakiplerine kaybetmeden ekonomide var olmak istiyorsa bu iki rekabet enstrumanını hizmet verdiği kitleye gore en optimum seviyede tutarak işlerini devam ettirmelidir.

Devletçi ekonomiler bu gerçeği görmezden gelirler ve halkı sömürülen ilan ederek ekonominin en büyük tekerleğini söker ve onu devletin baskıcı, zulümkar, acımasız ellerine teslim eder. Nitekim liberal bir ekonomide işten yöneticisiyle tartıştığından dolayı çıkarılan bir çalışan başka işletmelerde çalışma imkanı bulabilirken, devletçi bir ekonomide imlediğinden ve rekabet olmadığından bir daha hiçbir yerde çalışamaz. Bu yüzden devletçi (sosyalist/komunist) toplumlarda çalışanlar boynu bükük, eleştiremeyen, devletçe ezilmiş, yönetimdekileri sorgulayamayan birer birey haline gelmek zorunda bırakılmıştır.

Yabancı Sermaye
Yabancı sermaye'de yine ulusal devletçi politikacıları, gazetecilerin bolca karşı çıktığı ne var ki ekonomiye çok yararlı bir enstrumandır. Ülke sınırları içerisinde reel ve finansal yatırım imkanı oluşturabilecek olan yabancı sermaye çalışana olan talebi arttıracaktır. Nasıl ki bir laptop'u 100 kişi isterken ki fiyatı, aynı laptop'u 1 kişi isterken ki fiyatından fazla olacaksa, yabancı sermaye'nin ekonomiye girişiyle de bir işçi talebin artmasından dolayı daha çok ücretle çalışabilecektir. Bu durum ülkenin kişi başına düşen milli gelirinin hızlıca artmasın sağlayacaktır.
Ulusalcı birçok kimse yabancı sermayenin jeopolitik ve jeostratejik bir hata olduğunu savunmaktadırlar. Ne var ki göremedikleri çok büyük bir unsur vardır: Sermayenin bir ülkeden bir ülkeye gelmesiyle aslında bu iki ülke arasına barışta gelir. Eğer sermayenin çıktığı ülke sermayenin girdiği ülkeye savaş açacak olsa, sermaye sahipleri ilk olarak savaşı açan ülkenin meclisini lobi faaliyetleriyle durdurmaya çalışacaktır. (Örn. İtalya Türkiye'ye savaş açacak olsa, bu savaşın en büyük karşıtları Fiat veya UniCredit gibi İtalyan şirketlerinin hissedarları olacaktır. Türkiye'ye yatırım yapmış olan bu şirketler yatırımlarının kendi ülkelerince bombalanmasını istemeyeceğinden mecliste büyük kulis faaliyetleri yürüteceklerdir.)

Devlet Bankacılığı
Devlet bankaları özel bankaların kredi vermediği tarımsal işletmelere kredi açar. Nitekim bu krediler aslında çok yüksek risklidir (ki aslında özel bankaların kredi vermemesinin de sebebi budur.)Buna rağmen devlet bankaları vatandaşın vergileriyle vatandaşın üstünden bu çok riskli işletmelere kredi açar. Devlet çalışanlarının kendi akrabalarına/dostlarına da verebileceği bu krediler yüksek riskli olduklarından çoğu zaman batar ve vatandaşı zarara sokar. Devlet bankaları çoğu zaman bu batık kredilerin hesabını bile sormayabilir çünkü verilen vergiler ne kendilerine emaneten verilmiştir ne de kaybolan paralar kendi paralarıdır.

Devlet Üniversiteleri ve Okulları
Devlet üniversitelerinde öğrenciler bedavaya okuyormuş gibidirler. Ne var ki onlar aslında vatandaşların gelirlerinden toplanan vergilerle okumaktadırlar. Oysa ki öğrenciler bunun farkında değillerdir. Olsalar da bu paralar kendi paraları olmadığından önemsemezler. Bu yüzden sınıfta kalmak, ders çalışmamak, sıralara tahtalar zarar vermek vs. gibi şeyler onlar için önemli değildir. Öğretmenler içinde dersi iyi anlatmak zorunlu değildir. Nitekim rekabet olmadığından derslerini iyi de anlatsalar kötü de anlatsalar maaşlarını ay sonunda aynı miktarda alacaklarını bilirler. Bu yüzden derslerini daha verimli anlatmaya yarayacak fazla motivasyonları yoktur. Bunların hepsi ülke ekonomisine birer net zarardır. İlk bakışta bedava gibi gözüken bu sistemin aslında içten çökmüş olmasının en temel sebebi çözümler için özel sektör yerine devletçi anlayış sunulmuş olmasıdır.
Örn. ÖSS'ye hazırlanan birçok Lise son öğrencisi bilir ki, son sene okulda hiç ders çalışmamışlardır ve özel dershaneye gitmişlerdir. Ekonomik araştırmalar göstermiştir ki, eğer devlet lise sonu ve hatta bütün devlet okullarını kaldırıp, çalışanlardan çok daha az vergi alsa herkes özel dersaneye gidebilecek finansal kapasiteye ulaşabilecektir. Bu durumda öğrenci velileri eskiden gelir vergisi, KDV vs. gibi vergilere verdikleri vergileri artık özel dersanelere verecek ve daha kaliteli/sonuç odaklı eğitim alabileceklerdir. Nitekim bugün ortalama bir çalışanın aylık gelirinin yaklaşık 3/7'sinin KDV, ötür, gelir, iletişim vergilerine gittiğini düşünürsek bu çok yüksek bir tutardır. Bu oran düştükçe kişilerde daha çok net sermaye kalacak ve kendi tercihlerine göre okuyabilecektir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk Devletçiliği'nin diğer Sosyalist görüşlerle ilişkisi

Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi
19. yüzyıldan beri sosyalizm teorisyenlerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değil, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye özgü bir sistemdir.
Atatürk 1 Aralık 1921'de Meclis Konuşmasında şöyle der:
"Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Dolayısıyla her birimizin hakkı vardır. Salahiyeti vardır. Fakat çalışmak sayesinde biz hakkı kazanırı. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını emek harcamadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur. İnsan ancak çalışmakla insan olur. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyeti milliyece mücadeleyi öngören bir mesleği takip eden insanlarız. Fakat ne yapalım ki, Demokrasi'ye benzemiyormuş. Sosyalizm'e benzemiyormuş. Hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz çünkü biz bize benzeriz"
Devletçilik; kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeyin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi; ve kısa bir zamanda yapmayı başardı.
Kemalist Devletçilik anlayışının, bütün üretim araçlarını devletin elinde toplamayı öngören marksizm ile farkı hızlı bir ekonomik büyümeyi sağlamak için devletin lokomotif görevini üstlenmesi anlamına gelmektedir. Ekonomiye yön vererek, kıt kaynakların akılcı kullanımını planlamak, özel girişimcilerin ilgilenmediği, başarılı olamadığı ya da kamu yararı görülen alanlarda yatırım ve işletmecilik yapmaktır.
6-8 Mart 1921 de Hakimiyeti Milliye yazısında:
"Sağa mı sola mı nereye gideceğiz? Herhalde sağa değil. Çünkü insanlar, fikirleriyle, siyasetleriyle, ilimleriyle sürekli aksi istikameti takip ediyorlar. Eski tarihin, insanlığı kendi kendine bağlayan bağları, bilhassa Umumi Harb'in yarattığı büyük sarsıntısan sonra, büsbütün gevşedi. Ve sola doğru, bazı devletler seri ve hamleli, bazı devletler ise yavaş ve temkinli bir yürüyüşe başladı. Şüphe yok, insanlığın düşünüş tarzı, çok derin ve esaslı inkılap devresindedir. Bir taraftan krallar, imparatorlar, sağ kanatta merkez partileri ve mutlakiyet parlamentoları zayıflıyor, diğer taraftan Sosyalistler hak taraftarları, halkçılar kuvvet kazanıyor. Bu değişim karşısında Türkiye ne tarafa dönecek?"
Diyerek dünyanın sağdan sola doğru gittiğini tespit etmiştir. Yani dünya Feodalizm'den Kapitalizm'e Kapitalizm'den de Sosyalizm'e doğru gittiğini belirtiyor. Bu saptamasıyla Bilimsel Sosyalizm'in sosyalizmnin kapitalizmin çürümüşlüğü içinden doğacağını ve bunun da Komunizm'e doğru ilerleyeceği fikrini destekler.
Ayrıca aynı yazısında:
Üretim ve üretim araçları bireysel vasfı kaybederek ortakolmaktadır. Fakat onların mülkiyeti bu gelişmeye tabi ortak olamamış, bireysel ve kişisel kalmıştır. Cihan inkilabı işte bu gayrı tabilikte çıktı. Bu ihtilalin müdafa ettiği dava şudur:
"Üretim ve üretim vasıtalarını, gelişme ortak bir hale getirdi. Bu ortak mesai ve teşkilatın menfaatı da ortak olmalı şahsi olmamalıdır. Hiç şüphe yoktur ki bu dava haklıdır. Çünkü üretim müesseselerinin şahıslar elinde kalması, makineler sayesinde çoğalması lazım gelen refahı akamete uğratıyor. Fabrikatörler çoğunlukla insanlığa faydalı olan şeyleri değil, çok para eden maddeleri üretmeye çalışıyorlar. Tacirler, stoklarını memleketin muhtaç bölgelerine değil, çok para eden yerlerine taşıyorlar. Bankaların sermayeleri insanları sefaletten kurtaracak zeminlerde, insanların hayrı için değil vurgunculuğun çok olduğu yerlerde sarrafların menfaatleri için işletiyorlar."
Böylece Atatürk diğer sosyalist görüşlerde olduğu gibi üretim araçlarının bireysel mülkiyetinin yanlış olduğunu doğruluyor.
uyuyan güzel - avatarı
uyuyan güzel
Ziyaretçi
11 Şubat 2010       Mesaj #5
uyuyan güzel - avatarı
Ziyaretçi
devletçilik kısaca
Atatürk'ün ekonomi alanındaki görüşlerini ifade eder. devlet,ülkedeki ekonomik kaynakları belirler ve kullanıma açar.girişimcilere destek verir .

aşar vergisinin kaldırılması , izmit iktisat kongresinin toplanması ,MTA'nın yani maden tetkik aramanın açılması bu ilke doğrultusunda yapılan inkılaplara örnektir.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
16 Haziran 2011       Mesaj #6
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Devletçilik

Bir ülkedeki ekonomik yaşamın doğrudan devletin kontrolü altında olduğu sistem.

Devletin, halkın temel ihtiyaç maddelerinin üretiminde ve temel hizmetlerin sürdürülmesinde doğrudan üretime katılmasıyla devletçilik yapılmış olur. Devletçilikte amaç, özel teşebbüsün, yüksek sermaye, uzun vadeli yatırım ve düşük kâr getiren temel ürün ve hizmetlerden kaçınmasından doğan boşluğun kapatılmasıdır. Bu bakımdan, devlet sosyalizmi ya da devlet kapitalizminden farklı bir sistemdir. Cumhuriyet'in ilânından sonra Türkiye'de güçlü bir devletçilik uygulanarak, maden, metalurji, bankacılık, deri, porselen, dokuma, tütün vb. maddelerin değerlendirilmesi ve üretilmesinde, demiryolu, denizyolu, havayolu işletmeciliğinde faaliyet gösteren çeşitli kuruluşlar oluşturuldu.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Benzer Konular

10 Nisan 2008 / Misafir Mustafa Kemal ATATÜRK
23 Kasım 2011 / NihLe Mustafa Kemal ATATÜRK
10 Nisan 2008 / Misafir Mustafa Kemal ATATÜRK
5 Şubat 2017 / Misafir Mustafa Kemal ATATÜRK
10 Nisan 2008 / Misafir Mustafa Kemal ATATÜRK