Arama

Atatürk ve Din

Güncelleme: 19 Haziran 2013 Gösterim: 12.452 Cevap: 5
nobody34 - avatarı
nobody34
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #1
nobody34 - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk, 7 Şubat 1923'te Zağnos Paşa Camii'nde halk hitap etmiştir. Bu konuşmanın orijinal metni şöyledir:
"Ey millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakâyık-ı diniyyeyi tebliğe me'mur rasûl olmuştur. Kanun-u Esâsîsi, cümlemizce malûmdur ki, Kur'anı Azümişşandaki nusustur. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevâfuk ve tetâbuk ediyor. Eğer akla, mantığa, hakîkate tevâfuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânin-i tabiiyye-i ilâhiyye beyninde tezad olması icab ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyenin menbaı Cenab-ı Haktır.
Sponsorlu Bağlantılar
Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dâra, iki hâneye mâlik bulunuyordu. Biri kendi ikâmet eylediği hânesi, diğeri din işleriyle iştigal buyurduğu Allah'ın evi idi. Kendi husûsi işlerini kendi evinde görür, âmmenin, ümmetin hizmetini de Allah'ın evi olan câmi-i şerîf'te rü'yet eylerdi. Biz de hazret-i peygamber'in usûlüne ikdida ederek, milletimize teallük eden husus için şu Beytullah'ta toplandık. Şimdi Hazret-i Allah'ın huzurundayız. Bunu bana müyesser eden Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarına arz-ı şükran ederim. Çok memnunum ve bu vesile ile büyük bir sevâba nâil olacağımı ümid ediyorum.
Efendiler, câmiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Her şeyden evvel itâat ve inkıyâd-ı tâmme ile ibâdet, din ve dünya için neler yapılması lâzım geldiğini düşünmek için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferd başlı başına bir hizmet ifa etmelidir. İşte biz de burada din ve dünya için istiklâl ve istikbâlimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Amal-i milliyye, irâde-i milliyye yalnız bir şalısın düşüncesinden değil, bil'umum efrâd-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibârettir.
Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim."

Metnin Bugünkü Türkçesi:
"Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı Azimüşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir.
İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak'tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazret-i peygamber'in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz için her şeyden önce hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.

Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim."


07 Şubat 1923 BALIKESİR - Zağnos Paşa Camii

gökkuşağı - avatarı
gökkuşağı
Ziyaretçi
8 Temmuz 2008       Mesaj #2
gökkuşağı - avatarı
Ziyaretçi
veledizbudak
Yüce Atatürk sahip olduğu hayat görüşünün kaynağını işte bu sözleriyle özetleyivermiştir.
Sponsorlu Bağlantılar
Çankaya köşkündeki dil çalışmaları toplantısında Konya Mevlevi Dergahı eski postnişinlerinden Veled İzbudak Çelebi de davet edilmişti. Söz dönüp dolaşıp Hz.Mevlana’ya gelmiş, yüce Atatürk şunları söylemişti:
“- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatör... Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik
etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir. Hz.Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir."
Bir gün Konya milletvekili Naim Onat’ın sözde Mevlana'yı yermek istemesi üzerine Atatürk’ün söylediği şu sözleri bugün bile üzerinde ibretle düşünülmesi gereken ifadelerdir:
“-Eğer Mevlana’yı sizler gibi kavramak gerekirse, o büyük insanın ruhu dertlenir, biz de belki bir saygısızlık göstermek zorunda kalırdık. Mevlana’yı ululuğuyla kavrayabilmek için medresenin dar kapısından geçmemiş olmak gerek.”
Gazi Mustafa Kemal Paşa Konya’ya yaptığı toplam dokuz ziyareti sırasında her sefer önce Hz.Mevlana’nın makamının bulunduğu Türbe-i Saadeti ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, tekke ve zaviyelerin işlevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan yasa sırasında Hz.Mevlana’nın türbesini müze haline dönüştürerek tüm insanlık alemine açık halde kalmasını sağlamıştır.
Bununla ilgili bilgiler 22 Aralık 1987 yılında yayınlanan Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde şöyle dile getirilmiştir:
Atatürk, Konya'daki Mevlana Dergahı ve türbesini, Konya'ya ilk gelişi olan 3 Ağustos 1920 günü ziyaret etmiş ve bu ziyaretten pek etkilenmişti. Daha sonra ziyaretlerinde Mevlana Türbesini ziyaret etmeden Konya'dan ayrılmamıştır. 3 Nisan 1922 günü ziyaretlerinde, kendisi için açılan Sema meydanında hazır bulunmuş, 22 Mart 1923 günü yaptığı ziyarette postnişin Abdülhalim Çelebi'nin davetlisi olarak dergahta yemek yemiş, Hz. Mevlana'nın büyüklüğü üzerine takdir ve hayranlık dolu sözler söylemiştir.
Cumhuriyet'in ilanından sonra, tekke ve türbelerin kapatılması hazırlıkları yapılırken, Başbakan İsmet İnönü'ye "Mevlana Dergahı ve türbesinin kapatılmayarak kendi eşyası ile birlikte müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete açılması"emrini vermiştir. Bir süre sonra, Bakanlar Kurulu kararı ile dergah, müze haline getirilmiştir.
Atatürk, 18 Şubat 1931 günü Konya'ya 9'uncu defa geldiği zaman, Konya'da 11 gün oturmuş, bu arada 21 Şubat 1931 gününü tamamen artık müze halinde ziyarete açık bulundurulan Mevlana Müzesi'nde geçirmiştir.
Bu ziyaret sırasında eski Konya Milletvekillerinden Fuat Gökbudak ve o günlerde Konya Azar-ı Atika Müzesi müdürü olan Yusuf Akyurt'un ayrı ayrı anlattıklarına göre, Atatürk müze müdürünün odasına girer girmez, niyaz penceresi üzerindeki rubaiyi görmüş, Farsça'yı çok iyi bilen Hasan Ali Yücel'e tercümesini yaptırmıştır.

Atatürk tercümedeki:
"Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu sen. Garip aşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapıları kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır." ibaresini işitir işitmez şöyle demiş:
"Hz. Mevlana'nın büyüklüğü burada bir kere daha kendini gösterdi... Doğrusu ben, 1923 yılındaki ziyaretim sırasında, bu dergahı kapatmayalım Müze olarak halkın ziyaretine açalım, diye düşünmüş; bir yıl sonra dergah ve tekkelerin kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa'ya Mevlana dergahı ve türbesini kendi eşyası ile Müze haline getir emrini vermiştim. Görüyorum ki, şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine getirmişim. Bakınız ne kadar mükemmel bir Müze olmuş..."
Değerli tarihçi Cemal Kutay’ın ifadelerine göre, Mustafa Kemal’e emrindeki yardımcılarının
“Paşam Hz.Mevlana’nın makamını müze haline getirmeniz üzerine halk buraya akın etmeye başladı. Bu bir sakınca doğurmasın” demeleri üzerine Atatürk’ün verdiği cevap ilginçtir:
“-Eğer, Hz.Mevlana’yı hakkıyla tanımak ve benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki dergahların da açılmasını sağlardım. Çünkü, Hz. Mevlana’yı tanımak ve anlamak zaten diğer tüm tehlikeleri de ortadan kaldırmaktadır.”
Atatürk'ün dine bakışını anlatan bir yazı daha...
Eğer, Hz. Mevlana’yı hakkıyla tanımak ve benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki dergahların da açılmasını sağlardım.

Sözü de çok anlamlı... Ayrıca 1925'ten sonra "dini sözü yok" diyenler tekrar okusun.

BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
15 Kasım 2008       Mesaj #3
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk ve Din
"Türk milleti daha dindar olmalıdır... Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum."
Mustafa Kemal Atatürk
Atatürk'ün din anlayışı ve din konusunda izlediği politika, onyıllardır bazı çarpık yorumların ve yanlış anlamaların hedefi olmuş bir konudur. Kendi materyalist felsefelerini Atatürk'e mal ederek meşrulaştırma çabası içine giren bir kısım din aleyhtarı marksist çevreler, Büyük Önder'in laiklik ilkesini "din aleyhtarlığı" gibi yorumlamaya çalışmışlardır ve halen de bu çabayı sürdürmektedirler. Oysa tarihsel gerçekleri, Atatürk'ün dine bakışını ve uyguladığı din politikasını incelediğimizde, çok daha farklı bir tablo ile karşılaşırız: Atatürk, hem son derece samimi bir dindardır, hem de Türk milletini ayakta tutan değerlerin başında gördüğü dinin toplum tarafından anlaşılması ve doğru uygulanması için büyük bir çaba göstermiştir.

Atatürk'ün Dindarlığı
Atatürk, Allah'a ve İslam'a inanan samimi bir dindardır. Pek çok sözünde ve tavrında bunu görebilmek mümkündür. Büyük Önder, birçok konuşmasında, samimi ve içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan ve Kuran'dan saygı ve bağlılıkla bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk milletine, gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiştir.
Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere İslam'ın yüceliğini şöyle açıklamıştır:
"Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, S.93)
Büyük Önder, 1926 yılında ise Ali Rıza Ünal isimli yakınına, Hz. Muhammed hakkında şunları söylemiştir: "O Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Herkesin adı silinir fakat O sonsuza kadar ölümsüzdür." (Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, sf.135)
Benzeri şekilde, Atatürk, Türk milletinin dindar olması ve dini değerlerini muhafaza etmesi gereğini "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor" sözleriyle teşvik etmiştir. ( Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 3, S. 30 )
Aşağıdaki sözler de ona aittir:
"Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf. 66)
"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, sf.4)
"Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 1, sf. 225)
Atatürk'ün, İslam Dini'ni, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Peygamberi ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, O'nun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir. Bu bağlılık, sadece sözlerinde değil, uygulamalarında da açıkça görülür. Haftanın belli günlerinde, Sadettin Kaynak, Niyazi Ahmet Banoğlu, Mısırlı İbrahim, Hafız Yaşar, Hafız Rıza, Hafız Fahri, Hafız Kemal ve Hafız Nubar gibi döneminin en önde gelen hafızlarını çağırarak Kuran-ı Kerim okutturmuş ve okunan ayetlerin tefsir ve açıklamalarını yaptırmıştır. Atatürk bu açıklamaları ilgiyle izlemiş ve zaman zaman kendisi de sorular sorarak katılmıştır.
Atatürk'ün dindar kişiliğini gösteren sözlerinden en anlamlı olanı ise, kuşkusuz vefat etmeden önceki son sözleridir. Başbakan kanalıyla tüm dünyaya açıkladığı ve Türk milletine manevi bir vasiyet niteliği taşıyan bu son sözlerinde Atatürk şunları söylemiştir:
"Bütün dünyanın müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm müslümanlar Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. (Nedim Senbai, Atatürk, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., sf. 102, 1979)

Atatürk'ün Dine Hizmetleri
Atatürk'ün kişisel dindarlığı, uyguladığı din politikasında da etkili olmuştur. Büyük Önder'in Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi yönettiği 15 yıllık süreye baktığımızda, dinin doğru anlaşılması ve yaşanması için ciddi bir çaba gösterdiğini görebiliriz.
Atatürk bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı'nı oluşturmuştur. Halihazırda müslümanların dini hizmetini yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün onbinlerce kişilik kadrosuyla, müslüman Türk milletine yıllardan beri dinimizin esaslarını öğretmektedir.
Atatürk, Kuran'ın Türk toplumu tarafından anlaşılması ve dolayısıyla uygulanması için büyük çaba göstermiştir. 1924-1938 yılları arasında, Kuran tefsiri ve meali olarak 9 büyük eser hazırlanmıştır. Dönemin en önde gelen din alimlerine hazırlattırılan ve çok titiz çalışmaların ürünü olan bu eserlerin hepsi, bugün de en muteber kaynaklar arasında yer almaktadırlar.
Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ne kazandırdığı laiklik ilkesini "din aleyhtarlığı" gibi yorumlamaya çalışan materyalist grupların büyük bir çarpıtma yaptıkları ise açıktır. Laikliğe din aleyhtarlığı gibi bir anlam verilmesi, ancak söz konusu grupların özenip örnek aldıkları komünist rejimlerde olur. Stalin'in Sovyetler Birliği'nde, Enver Hoca'nın Arnavutluk'unda ya da Mao'nun Kızıl Çin'inde görülür. Batılı anlamda laiklik, tüm vatandaşların dini inançlarını ve bunların gereklerini istedikleri gibi yerine getirebilmeleri özgürlüğüdür. Kaldı ki Atatürk, söz konusu laiklik anlayışından bir adım daha ileri giderek, Türkiye Cumhuriyeti'ne "İslam dininin doğru anlaşılması ve yaşanması için" çaba harcamayı da bir görev olarak yüklemiştir.
Bu çalışmaların, dini ortadan kaldırmak değil, aksine dini inancı toplumda yaymak ve güçlendirmek, öte yandan din adına yapılacak yanlış yorumları engellemek amacı güttüğü açıktır. Atatürk'ün "dini kurum" olarak tanımlanan merkezlerin kapatılması —tekke, türbe ve zaviyeler— yönündeki girişimlerinin amacı da, bu kurumların dejenere olmuş ve dini inançlar yerine hurafeleri savunur hale gelmiş olduklarını görmesidir. Yani bu köhne kurumların tasfiyesi de, yine dine destek olmak amacıyla yapılmış hareketlerdir.
Unutulmamalıdır ki, bugün ülkemizin binlerce camisinde müslümanlar ibadetlerini rahatça yerine getirebilmekte, minarelerden ezanlar okunmakta, milletimizin iradesi Atatürk'ün 1920 yılında dualarla açtığı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde serbestçe tecelli etmekte ve bayrağımız özgürce dalgalanmaktadır. Şüphesiz ki, bunların tümü, Atatürk'ün sayesinde mümkün hale gelmiştir.
Bu hizmetler nedeniyledir ki, Atatürk vefat ettiğinde, dönemin Hindistan İslam Birliği Başkanı olan ve daha sonra Pakistan Devleti'nin kuruculuğunu yapan Muhammed Ali Cinnah, üzüntüsünü "O'nunşahsında yalnız İslam alemi değil, bütün dünya en büyük insanlardan birini kaybetti" ifadeleriyle dile getirmiştir. (Prof. Dr. İsmet Giritli, Atatürk, Laiklik ve Din, Rönesans Dergisi, Şubat 1991, sf.20)
Atatürk, İslam'a inanan samimi bir dindar olarak laikliği din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir.

Sonuç
Atatürk'ün bize bıraktığı miras, her konuda olduğu gibi, din ve laiklik konusunda da modern Türkiye için yol göstericidir.
Bugün Türkiye'de din ve laiklik adına iki farklı kamp oluştuğu, bu kamplar arasında ciddi bir gerilim yaşandığı bir gerçektir. Ama bu yapay gerilim, Atatürk'ün uyguladığı formülle çözümlenebilir. Atatürk, İslam'a inanan samimi bir dindar olarak, laikliği din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir. "Gericilik" olarak tanımlanan tehlikenin ise dinin kendisinden değil, dine sokulan hurafelerden, batıl inanışlardan ve çarpık yorumlardan kaynaklandığını görmüş ve bunları dinden temizlemek için çaba göstermiştir.
Bize düşen görev, Atatürk'ün de yaptığı gibi, hurafalere ve batıl inanışlara karşı gerçek İslam'ı savunarak ve öğreterek mücadele etmek, öte yandan da Atatürk'ün mirasını "din aleyhtarlığı" gibi göstermek isteyen materyalist/marksist odaklara karşı tavır almaktır. 75. zafer yılına ulaşmış olan Cumhuriyetimizi nice 75 yıllara taşıyacak olan formül budur.

ATATÜRK DİYOR Kİ:
"DİNSİZ MİLLETLERİN DEVAMINA İMKAN YOKTUR"
Atatürk'ün "dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" sözüyle, İslam'ın Türk Milleti'nin bekası için taşıdığı önemi vurguladığı, bilinen bir gerçektir. Tarihsel ve toplumsal gerçeklere baktığımızda, bu sözün çok doğru olduğunu açıkça görürüz.
Bir milletin fertlerini birbirine kenetleyen en güçlü bağ dindir. Tarih, ne kadar zor şartlar altında olursa olsun dini ve milli değerlerine sahip çıkan milletlerin her zaman ayakta durabildiğine dair sayısız örnekle doludur. Diğer taraftan dini bağları zayıf, hatta dinsiz toplumlar tarih sahnesinde çok kısa süreler boyunca yer alabilmişler ve zaman içinde asimile olup gitmişlerdir.
Peki bunun sebepleri nedir?
1) Din, bir ahlak sistemi ve yaşayış biçimidir. İnsanlara doğruyu ve yanlışı açık olarak öğrettiğinden dolayı, dini değerlere sahip biri, iyiyle kötüyü birbirinden ayırmasını bilir. Dinin varolmadığı bir ortamda ise yardımlaşma, dürüstlük, hoşgörü, adalet, fedakarlık gibi değerlerin hiçbirinden söz etmek mümkün olmaz. Din yoksa, ahlak da yoktur; dürüstlük, fazilet, adalet de yoktur. Bu, kuşkusuz toplumun çürümesi ve yokolması anlamına gelir.
2) İnsanı insan yapan ahlaki değerler geçerliliğini yitirdiği ve yokolduğu taktirde, toplumun her kesimi ve her ferdi bundan nasibini alır. Her birey sadece kendisini umursayan ve diğer hiç kimseyi önemsemeyen birer ayrı "parça" haline gelir. Tümüyle dini bir kurum olan aile ve yine kaynağı din olan evlilik müessesesi ortadan kalkar.
3) Bu çark bir kere işlemeye başladığı taktirde, devletin oturmuş düzenini ve milletin yerleşmiş dokusunu da akıl almayacak şekilde tahrip eder. Çünkü devlete bağlılık, vatan sevgisi gibi üstün vasıflar yine dini inançların sonucunda gelişmiş özelliklerdir. Dini olmayan, dolayısıyla vicdani duyguları gelişmemiş bir insanın milletini, bayrağını sevmesi, devletine hizmet şuuru içinde çalışması, karşılık beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez.
4) Dine inancın ortadan kalkışının bir başka tehlikeli yönü, insanların yavaş yavaş psikolojik sorunlara mağlub olmaya başlamasıdır. Suç oranlarındaki artış, içki ve uyuşturucuya yöneliş, fuhuş patlaması, huzursuzluk ve çatışma ortamı toplumun psikolojik açıdan yıprandığının en somut alametleridir. Sosyal adaletsizlik ve ekonomik sıkıntılarla beslenen bu gerilim, kısa süre içinde adeta toplumsal bir cinnete dönüşür ve bunun sonucunda da toplum parçalanır.
5) Dini değerlerin, marksizm, anarşizm gibi bölücü ve terörist ideolojilere karşı en sağlam engeli teşkil ettiği tarih boyunca birçok tecrübeyle kanıtlanmıştır. Dini değerlerin ortadan kalkması halinde, kökeni marksist ideolojiye dayanan anarşi ve terörün hortlaması, terör örgütlerinin güçlenerek taraftar toplaması ve milli birliğimizi tehdit etmesi kaçınılmaz olacaktır.
Örneğin Türkiye'yi ele alacak olursak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki dindar vatandaşlarımız, komünizmin dine büyük bir düşmanlık beslediğini bilmekte, komünizmden ve dolayısıyla bölücü komünist örgütlenmelerden uzak durmaktadırlar. Nitekim, bunun bilinciyle devletimiz de bu bölgede, halkın dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini teşvik etmektedir.
Tüm bunlara ve Atatürk'ün belirttiği "dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" sosyolojik gerçeğinin tarihteki somut delillerine dayanarak söyleyebiliriz ki, Türkiye'nin bekası için dini kimliğimizin korunması ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir.
Büyük Önder Atatürk'ün tespit ettiği bu gerçek, geleceğimizin de şekillenmesinde büyük rol oynayacaktır. 2000'li yılları modern, çağdaş ve refah düzeyi yüksek bir Türkiye olarak karşılamak isteyenler, bunun ancak dini kimliğimizin korunması ile gerçekleşebileceğini bilmelidirler.


Alıntıdır
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
15 Kasım 2008       Mesaj #4
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
• Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, Müslüman erkeğin ve Müslüman kadının beraber olarak bilim ve bilgi kazanmasıdır. 31. 01. 1923, İzmir

• Bizim dinimiz en makul ve tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olabilmesi için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. 31. 1. 1923 İzmir

• İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. Eksiksiz dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. 07. 02. 1923, Balıkesir

• Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor. 5. Şubat 1923 Akhisar

• Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum. 29. 10. 1923, Fransız Muhabiri Maurice Pernot’ya Demeç.

• Dini fikir ve inançlara saygılı olmak, öteden beri tabiî ve genel bir anlayıştır. Bunun aksini düşünmek için sebep yoktur. 11. 12. 1924, Times Muhabirine Cevap.

• Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. (1925)

• Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı dinsiz olmak sayıyorlar. Asıl dinsizlik, onların bu düşüncesidir. Bu yanlış yorumu yapanların gayesi, müslümanın dinsizlere esir olmasını istemek değil de nedir?

• Arkadaşlar, efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır.

• Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.

• Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani, bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum. (AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1997, Cilt III, s.93)

• Hangi şey ki akla, mantığa, kamu çıkarına uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, ulusun çıkarına, İslam’ın çıkarına uygunsa, kimseye sormayın, o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı en mükemmel olmazdı, son din olmazdı. (AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1997, Cilt II, s.131).

• Bizim dinimiz en makul ve doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. (1923, İzmir) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94)

• Bir dinin doğal olması için akla fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. (1923, İzmir) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94)

• Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı dinsiz olmak sanıyorlar. Asıl dinsizlik onların bu düşüncesidir. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, Müslümanların dinsizlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, akılladır. (1923, Adana) (AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1997, Cilt II, s. 132)

• Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. (1923, Adana) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 131)

• Evet, din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların sürekliliğine olanak yoktur. Yalnız şurası vardır ki din, Tanrı ile kul arasında bağlılıktır. Softa sınıfın din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele ettiğimiz ve edeceğimiz bu kimselerdir.(Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, T.İş Bankası Yayınları Sh.134-135)

• Bence, dinsizim diyen mutlaka dindardır. İnsanın dinsiz olmasının imkânı yoktur. Dinsiz kimse olmaz. Bu genelleme içinde şu din veya bu din demek değildir. Tabiatıyla biz, içine girdiğimiz dinin en çok isabetli ve çok olgun olduğunu biliyoruz ve imanımız da vardır. 1923, İzmir

• Bütün İslâm ulusları üzerinde yüce ruhsal görevini yapan halife düşüncesi, gerçeklerden değil, kitaplardan çıkmış bir düşüncedir. 29. 10. 1923,Fransız Gazeteci Maurice Pernot’ya Demeç.

• İşin garibi bazı arkadaşlardan, özellikle dışarıdan bana halifelik önerileri olmuştur. “Siz Halife Olunuz” demişlerdir. Ben, bu önerileri daima gülerek yanıtladım. Halifelik, gereksiz hatta zararlı bir kurum haline gelmiştir. Bundan beklenen amaç gerçekleşmemiştir. Dünya Savaşı’nda gördük: Müslümanlar, Halife ordularına karşı savaştılar. Halife ordularını Suriye’de arkadan vuranlar olmuştur. Bunlar aynı Halife’ye yıllarca başkaldırmış ve bunları ortadan kaldırmak için gönderilen Türk askerlerini şehit etmişlerdir. Halifelik yararlı durumunu korusaydı Müslüman dünyasının buna sahip çıkmaları gerekirdi. Halifeliği ortadan kaldırdığımız günden bugüne kadar kimsenin bunu üstlenmemesi, Müslüman dünyasının halifesiz de yürüyeceğine ve yürümekte olduğuna en güzel örnek değil midir?” (Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, T.İş Bankası Kültür Yayını, Sh.135)

• Tarihimizin en mesut devresi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Bir Türk padişahı, her nasılsa hilafeti kendine mal etmek için nüfuzunu, itiyadını, servetini kullandı. Bu sırf bir tesadüf eseridir. Peygamberimiz öğrencilerine dünya milletlerine Müslümanlığı kabul ettirmelerini emretti, Bu ulusların hükümeti başına geçmelerini emretmedi. Peygamberin zihninden asla böyle bir fikir geçmemiştir. Halifelik demek, idare, hükümet demektir. Gerçekte görevini yapmak, bütün Müslüman milletlerini idare etmek isteyen bir halife, buna nasıl muvaffak olur? İtiraf ederim ki, bu koşullar içinde beni halife tayin etseler, derhal istifamı verirdim. 29. 10. 1923, Fransız Muhabiri Maurice Pernot’ya Demeç.

• Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri, patrikhaneleri ve Musevi hahamhanelerinin ortadan kaldırılması lazımdır. Hilafet ve bu muhtelif patrikhaneler asırlardan beri ruhani yetkilerinin sınırları dışında çok büyük ayrıcalıklar aldılar. Halkın anlayışına dayanarak bahşedilen hukuk dışı ayrıcalıklar ile cumhuriyet idaresinin uygulanması mümkün değildir…04. 05. 1924, New York Herald Tribune Muhabirine Demeç.

• Hilâfet, geçmişin bir rüyası olup, zamanımız da varlık nedeni yoktu. 25. 11. 1924, Matin Gazetesi Yazarı Madam Titania’ya Demeç.

• İstanbul’da saltanat ve zevklerinin, çıkarlarının devam ettirilmesini düşmanların anavatanımızı istila etmek emellerine uydurmakta, onlarla işbirliği yapmakta, düşman devletlerin her isteğine boyun eğmekte asla tereddüt göstermeyen, vicdanları sızlamayan, milletimizin hür ve müstakil yaşama azmini kırma için haince girişimlerden çekinmeyen sultan ve halifelerin artık bu vatanda asla yeri yoktur ve olamaz. 26. 08. 1925, İnebolu’da Bir Konuşma.

• Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. 16. 03. 1923, Adana.

• Hayat felsefesinin garip bir tecellisidir ki, her faydalı ve her yeni şeye karşı mutlaka bir kuvvet çıkar. Buna bizim dilimizde gericilik (İrtica) derler. İşte bu gericiliğin yok edilmesi için gerekli önlemleri önceden almış olmak gerekir. 18.01.1923, İzmit

• Unutmamalıdır ki, ulusun egemenliği bir şahısta yahut belirli şahısların elinde bulundurmakta çıkar bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. Hükümdarlar, kendilerini aslı olmayan bir kuvvetin temsilcisi tanırlar ve bundan zevk alırlar. Fakat onların etrafındaki çıkarcılar, bunu din kisvesine büründürerek ulusu kandırmaya, küçük görmeye çalışırlar. Nitekim şimdiye kadar çalışmışlardır. Nihayet ulusun kulağı bu söylentilerle dolar ve o telkinleri dinin gereği ve gerçeklerin anlatımı olarak kabul ederler. Bu gibilere gerici ve hareketlerine gericilik (irtica) derler.31.01.1923, İzmir.

• Tanrı birdir, büyüktür. 1922, T.B.M.M.

• Biliriz ki, Tanrı dünya üzerinde yarattığı bu kadar iyilikleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve en fazla derecede yararlanabilmek için de, bugün evrenden esirgediği algılamayı, aklı insanlara vermiştir. (17. 02. 1923, İzmir İktisat Kongresini Açış Söylevi)

• Sonra Kuran’ın çevirisini emrettim. Bu da, ilk defa olarak Türkçe’ye çevriliyor. 30.11.1929, Vossische Zeitung Muhabirine Demeç.

• Allah, Hazreti Âdem Aleyhisselâm'dan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayılamayacak kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son dini ve medeni hakikatleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı kullanarak temasta bulunmağa lüzum görmemiştir.

• O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar o, ölümsüzdür. (1926)

• Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler uyma ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır. 07. 02. 1923, Balıkesir

• Allah, Hazreti Âdem Aleyhisselâm'dan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayılamayacak kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son dini ve uygarlık gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı kullanarak temasta bulunmağa gerek görmemiştir. 01.11.1922, TBMM.

• Peygamberimiz efendimiz hazretleri, cenabı hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. 07.02.1923, Balıkesir’de Halka Konuşma.

• O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar o, ölümsüzdür. (1926)

• Ölüm doğanın en doğal bir yasasıdır. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hâzin tecelliler arz eder. 27.01.1923, İzmir’de Karşıyaka’da Annesinin Mezarında.

• Efendiler, Panislâmizmi ben şöyle anlıyorum: Bizim milletimiz ve onu temsil eden hükümetimiz tabii olarak dünya yüzünde mevcut bütün dindaşlarımızın mesut ve müreffeh olmasını isteriz. Dindaşlarımızın değişik çevrelerde vücuda getirmiş oldukları toplumların bağımsız olarak yaşamalarını isteriz. Bununla yüksek bir zevk ve mutluluk duyarız. Bütün Müslümanların, İslam dünyasının refah ve mutluluğu kendi refah ve mutluluğumuz gibi kıymetlidir! Ve bununla çok ilgiliyiz. Ve bütün onların dahi aynı şekilde bizim mutluluğumuzla ilgili olduklarına şahidiz. Ve bu her gün meydandadır. Fakat Efendiler ! Bu toplumların büyük bir imparatorluk halinde bir noktadan sevk ve idaresini düşünmek istiyorsak bu bir hayaldir ! İlme, mantığa, fenne aykırı bir şeydir! 01.12.1921, TBMM.

• Panislamizm, panturanizm siyasetinin başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanmamaktadır. Irk farkı gözetmeksizin bütün insanlığı kapsayan cihangirane devlet oluşturulması hırslarının sonuçları da, tarihte kaydedilmiştir. İstilacı olmak hevesleri, konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü özel duygularını ve bağlantılarını unutturup onları, kardeşlik ve tam eşitlik çerçevesinde birleştirerek, insancı bir devlet kurmak teorisi de, kendine özgü koşullara sahiptir. 15/20.10.1927, Nutuk – Söylev, c. II. s. 587.

• Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, tapınma ve din özgürlüğü de demektir. (1930)

• Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi olanağını sağlamıştır. (1930)

• Cumhuriyet’in temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok acı çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır. (1930, Kırklareli) (U. Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, s. 437)

• Masum halka beş vakit namazdan başka geceleri de fazla namaz kılmayı vaaz etmek ve öğütlemek, belki ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?15/20.10.1927, Nutuk.

• Ahcam bir fesat ve hainlik ocağı bulunan memlekette nifak tohumları ve uyuşmazlık saçan, hıristiyan hem şehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket nedeni olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilâtı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? 25.12.1922,Le Journal Muhabiri Paul Herriot’ya Verilen Beyanat.
ejder lordu42 - avatarı
ejder lordu42
Ziyaretçi
29 Nisan 2013       Mesaj #5
ejder lordu42 - avatarı
Ziyaretçi
İyi
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
19 Haziran 2013       Mesaj #6
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk ve din anlayışı:

Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allaha istediği gibi ibadet eder. Türk Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Türkiye’de bir kimsenin fikirlerini, zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilemez.
Mustafa Kemal Atatürk
….
Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın...
Mustafa Kemal Atatürk

dinanlayisi

ATATÜRK-din ilişkisi ülkemizde sürekli tartışılagelmiş konulardan biridir. Belirtmek gerekir ki, Atatürk din bahsinde en fazla gadre ve haksızlığa uğramış bir şahsiyettir.

Bazı çevreler, din ile Atatürk arasında ters bağlantı kurarak Atatürk'ü dine karşı bir silah gibi gösterme gayreti içine girerken, kendilerini İslam'ın müdafii ve sözcüsü yerine koyan diğer bazı çevreler de haksız bir şekilde onu din düşmanlığıyla itham etmişlerdir.

Atatürk, hakkında binlerce kitap, makale, yorum yazılmış büyük bir devlet adamıdır. Atatürk'ün din anlayışını onun hakkında yapılan yorumlardan ziyade, bizzat kendisinin bu konudaki söylev ve demeçlerine bakarak değerlendirmek lazımdır. Atatürk'ün din konusundaki görüş ve düşünceleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde, onun din aleyhine ve dinsizlik anlamına gelebilecek herhangi bir sözüne rastlamak mümkün değildir. Aksine dinimizden, Hz. Peygamber'den övgü ve saygı ile bahseden, Müslümanlığından dolayı duyduğu onuru dile getiren pek çok sözleri vardır.

Atatürk, 29 Ekim 1923'te kendisiyle görüşen Fransız muhabiri Maurice Pernot'ya verdiği demeçte, yazarın sorusu üzerine şöyle demiştir:

"Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimize bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye'ye istiklalini veren bir Asya milletinin içinde daha karışık, sun'i, itikadat-ı batıldan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince, tenevvür (aydınlanma) edeceklerdir. Onlar ziyaya (ışığa) takarrüp (yaklaşma) edemezlerse kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız."Görülüyor ki Atatürk saf, temiz ve sade bir din anlayışı istemektedir. İslam dinine sonradan girmiş her türlü safsata, hurafe ve boş inançlara karşı akılcı bir din anlayışını benimsemiştir. Bunun ilk adımını da Kur'an-ı Kerim'in milletin bütün fertleri tarafından okunup anlaşılabilmesini sağlamakla atmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan iki yıl bile geçmeden 21 Şubat 1925 tarihinde Meclis'teki bütçe müzakereleri sırasında Kur'an-ı Kerim'in meal ve tefsirinin, Hadis-i Şerif tercümelerinin devlet imkánlarıyla yaptırılması için talimat vermiştir.
………..
Bunun üzerine mealin Mehmet Akif Ersoy, tefsirin Elmalılı Hamdi Yazır, hadis tercümelerinin de Kamil Miras tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Ancak, Mehmet Akif bilahare bu görevi bırakarak aldığı avansı iade etmiş, hem meal hem de tefsir yazma işi Hamdi Yazır tarafından yapılmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır'ın hazırladığı 9 ciltlik tefsir 1935 yılında, Kamil Miras tarafından hazırlanan "Sahih-i Buhari Muktasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" isimli 12 ciltlik hadis tercümesi de 1928 yılında yayımlanmıştır.
………
Atatürk, Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesinin şu gerekçeyle yapıldığını anlatıyor:
…….
"Türk, Kur'an'ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın." Ayrıca bu gerekçeyle hutbelerin de Türkçeleşmesini sağlamıştır. Ona göre hutbe demek, nasa hitap etmek, yani söz söylemek demektir.
……..
"Minberler halkın beyinleri, vicdanları için bir iyilik, doğruluk ve bir aydınlanma kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberlerden yankılanacak olan sözlerin bilinmesi, anlaşılması, sanat ve ilim gerçeklerine uygun olması gerekmektedir. Değerli hatiplerin siyasi ve toplumsal olayları ve medeni durumları ve gelişmeleri her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler verilmiş olur. Bundan dolayı, hutbeler tamamen Türkçe ve çağın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır" sözleri, onun bu düşüncesini yansıtmaktadır.
……….
Atatürk, aynı ismi taşıdığı Hz. Peygamber'e son derece bağlı ve saygılı bir insandı. Bu saygı ve bağlılığı ifade etmesi açısından şu olayı nakletmemiz yerinde olacaktır: Batılı bir oryantalistin, Hz. Peygamber hakkında yazdığı bir kitap kendisine sunulur. Kitapta Yüce Peygamberimizden "Cezbeye tutulmuş sönük bir derviş" diye söz edilmektedir.

Bunu okuyunca Atatürk öfkelenerek şöyle der: "Bu gibi cahil adamlar O'nun yüksek şahsiyetini ve başardığı büyük işleri kavrayamazlar. O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır."

ATATÜRK'ü "din" silahıyla gözden düşürme mekanizmasının bazı çevrelerde "gaflet", bazı çevrelerde "gayret" boyutunda işlediğini görüyoruz. "Gaflet" boyutunda olanlar, dini çağdaşlığın önünde bir engel gibi görüp bu çıkışlarını Atatürkçülük adına yapmışlardır. Din karşıtlığını adeta bir moda haline getirmişlerdir.

Bunun, zaman zaman Atatürk'e yaranma gayretkeşliği ile daha sevimsiz noktalara taşındığı da görülmüştür. 1938 yılında, Faruk Nafiz Çamlıbel, Atatürk'ü yüreğine bir put gibi oturttuğunu şu dizelerde söylüyor:

"Yürüyor kalbimizin durduğu bir yolda değil/Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun

Ey ilahın yüce davetlisi, göklerden eğil/Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!"

Atatürk'ün, sigara izmaritlerini onun huzurunda kültablasından alarak sedef işlemeli bir kutuya koymak isteyen birisini "Ne yapıyorsun çocuk? Beni putlaştırmak mı istiyorsun?" diye azarladığını, O'nun sofrasına oturmuş şahsiyetlerin hatıralarından öğreniyoruz. Bu sözler, Atatürk karşıtları tarafından yıllarca istismar edilmiş, sanki bu mevlidi Atatürk yazdırmış gibi bir kanaat oluşturulmaya çalışılmıştır.

Gerçek şu ki; Atatürk bu aymazlıkların hiçbirine iltifat etmemiş, onların hepsine istihzai bakışlarla gülüp geçmiştir.

Din silahını Atatürk'e doğrultanlar ise bütün gayretlerini, bütün nefeslerini Atatürk'ün din düşmanı olduğu iftirasına dayandırmışlardır. O'nun Kur'an'ı anlaşılır kılmak için meal ve tefsir yazdırmasını, İslam'ın Peygamberi'nin bize yansıttığı ışığın kalplerimizi aydınlatması için hadisler tercüme ettirmesini, İslam dini ve onun Peygamberi hakkında söylediği güzel sözleri daima gözden kaçırmak istemişlerdir. "Ey Millet! Allah birdir, şanı büyüktür" sözleriyle başlayan Balıkesir Paşa Camii'nde verdiği tarihi hutbe, mermerlere kazınması gereken bir "kitabe" niteliğindedir.

Atatürk, din, düşünce ve fikir özgürlüğüne büyük önem vermiş, laikliği de bu temele oturtmuştur. Atatürk'ün 1937 yılında Anayasa'ya dahil ettiği laiklik anlayışını, bazı Marksist ve materyalistlerin savunduğu laiklik anlayışıyla mukayese etmek doğru değildir. Nitekim, Atatürk, "Ben Luther olmayacağım" diyerek bu çeşit fikirleri reddetmiştir.

dinanlayisi2
Atatürk'ün laiklikle ilgili görüşünü, Nutuk'tan aldığımız kendi sözleriyle belirleyelim:
"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların, vicdan, ibadet ve din hürriyetlerini tekeffül etmektir." Yani, din hürriyetine kefil olmaktır.

Atatürk'ün de işaret ettiği gibi "İslam dini hürriyet-i efkára mani değildir". (Fikir ve düşünce hürriyetine engel değildir.) Dinde zorlama yoktur. Zaten, Kur'an-ı Kerim'in Bakara Suresi 256. Ayeti'ndeki "la ikrahe fiddin" (dinde zorlama yoktur) hükmü de bunu emretmiyor mu?

O halde laiklik, dinsizlik demek değildir. Nitekim Atatürk, "Laik hükümet tabirinden dinsizlik manasını çıkarmaya yeltenen fesatçılara fırsat vermemek lazımdır" demiştir.
Mehmet Nuri YILMAZ


Benzer Konular

9 Mayıs 2017 / handeber4 Cevaplanmış
11 Ekim 2017 / Misafir Mustafa Kemal ATATÜRK
20 Aralık 2007 / virtuecat Sosyoloji
30 Mart 2015 / _Yağmur_ Felsefe
5 Aralık 2006 / virtuecat Din/İlahiyat