Arama

Atatürkçülük (Kemalizm) - Sayfa 2

Güncelleme: 1 Ocak 2012 Gösterim: 43.721 Cevap: 21
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #11
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
GERÇEK ATATÜRKÇÜLÜK
Her alanda tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve çağdaşlaşmayı amaçlayarak başlattığı Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı zaferle taçlandırınca askerlikten siyasete, sanattan spora, bilimden inanca, sanayiden çevreye, bireyden topluma her konuda atılımlar gerçekleştiren Mustafa Kemal; ATATÜRK'ün öncüsü, önderi olduğu TÜRK DEVRİMİ, Türkiye Cumhuriyeti'yle anıtlaşmıştır. insanımızı kul köle (tebaa')lıktan onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlükleriyle nitelikli kişiliğe, ümmet durumundaki toplumumuzu da tam eşitlikle ulus düzeyine yükselterek devletin sahibi kılmıştır. Bu sonucu ''Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu'' denir, tanımıyla açıklamıştır. Temeli Türk kahramanlığı ve Türk kültürü olan Cumhuriyet, demokrasinin yaşama geçişi ve yönetimdeki adıdır. Birbirini izleyen sayısız gelişme, yenileşme, yeniden doğma çabalarına koyulurken sakıncalı kurumları yıkmış, yararsız gelenekleri ve alışkanlıkları atmış, anlayıştan kural ve kurumlara bağlı, yepyeni insan, yepyeni toplum, yepyeni devlet kazandırmıştır. Özetlenen başarıları, yazgıcılıktan yaratıcılığa geçişin, ''yok''tan ''var" olmanın evrensel bağlamda benzersiz örnek yapılanmanın kimi belirtileridir. Yurdumuzu yayılmacı ve sömürgeci işgalcilerden temizleyerek bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü; saltanatı yıkıp tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni, ''kimsesizlerin kimsesi'', halk demokrasisi, yaşamımızı ve namusumuzu kurtaran Cumhuriyeti kurarak ulusal egemenliğimizi; hilafeti dışlayarak laik yaşamı sağlayan; temeli Atatürk ilkelerini oluşturduğu Türk Devrimi'yle yalnız bugünleri değil yarınları armağan eden kadın erkek, asker-sivil herkes ATATÜRK'dür. Atatürk, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, ulusal değerlerimizle varlıklarımızın simgesi, Türkiyemiz'le özdeşleşerek kurumlaşan üstün nitelikler anıtıdır. ATATÜRKÇÜ (Kemalist); Atatürk ilkelerini benimseyip özümseyen, ATATÜRK'ün yapıtlarını koruyup güçlendiren, O'na yaraşır olma çabasıyla yaşamını sürdüren ahlaklı, bilgili, çalışkan, yürekli, devingen-devrimci, yurtsever, örnek yurttaştır. ATATURK İLKELERİ, başta tarihsel simge ''altıok''la özetlenen, yaşam felsefemiz, Türkiye'yi Türkiye yapan, ülkemize ve ulusumuza özgü, kendini yenileyen, her birini birer ''altıok'' saydığımız Atatürk'ün çağdaş uygarlık düzeyini, sonsuzluğa uzanan yönü ve yolu gösteren tüm ilkeleridir. Barış, demokrasi, bilimsellik; akılcılık, eşitlik, dostluk, kültür, sanat ve spor yandaşlığı gibi... Atatürk ilkeleri, Türkiye'nin varlık-yaşam çizelgesi, Türkiye'ye özgü bir düşünce dizgesidir. Atatürkçü düşünce; Atatürkçülüğü (Kemalizm) amaçlar ve anlatır. Gerçek ''demokrasi devrimi''nin itici ve çekici gücüdür.
Sponsorlu Bağlantılar
Çıkarına düşkün, bağımlı, uydu ve uşak olmaya yatkın kimileri Atatürkçü görünerek, Atatürkçülüğü amaçlarının aracı olarak kullanırlar. Bunlar, Atatürk karşıtlıklarını saklayarak yıkım işlerini sinsi sinsi sırıtarak sürdürürler. Özgür düşünce ve inanca karşı olan din sömürücüleri, bağnazlar, milliyetçilikle ilgisi olmayan ırkçılar, özetle faşist, şeriatçı, zorbacı, sosyalizmi yozlaştıran dönekler ve yüzsüzler, ''Atatürk, laik Türkiye Cumhuriyeti'' paranoyası sözde ilerici sözde demokratlar, dün şöyle bugün böyle olup yarın ne olacağı kestirilemeyen saldırganlar, açık Atatürk düşmanlarıdır. Bu iki kesim amaçta ve sonuçta birleşmektedir. Atatürk'ü iyi tanıyan ve iyi anlayan gerçek Atatürkçü de bu aymaz-yobazların düşmanıdır. Siyasal ödüncü, her yerde rastlanacak sahte Atatürkçülere karşı, her zaman ve her durumda Atatürkçülüğü en yüce nitelik bilen gerçek Atatürkçüler, gerekli uğraşı veren, canını ulusuna ve ülkesine adayan Atatürk çocuklarıdır. Gerçekçidir, Ulusal değerlere tutkundur, söylemi ve eylemiyle inanç ve güven dayanağıdır. Anlayışlı, hoşgörülü, uyumlu, uzlaşmacıdır ama ''kırışmacı, ödüncü, goygoycu'' değildir.
Herkes Atatürkçü olamaz. Atatürkçülük, bilgi, ahlak, beyin ve yürek işidir. Her omuz, her baş, her yürek bu onuru taşıyamaz, tadamaz. Gerçek ATATÜRKÇÜ, Atatürkçülüğü bir davranış ve yaşam biçimi olarak benimser. Hak ve özgürlükleri güvenceye bağlayarak bireysel ve toplumsal yararı dengeler. Müdafaa-i Hukuk anlayışıyla Kuva-yı Milliye ruhuna, Amasya Genelgesi'nin, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin anlamına, Misakı Milli'nin ve Lozan Barış Antlaşması'nın amacına sıkı sıkıya bağlıdır. Cumhuriyetin üzerinde yükselecek gerçek demokrasiden, "Cumhuriyetçi demokrasiden yanadır. Demokrasiyi sulandırıp yozlaştıran, disiplin olmaktan çıkarıp kuralsızlık" ve siyasal oyunlar çirkinliğine dönüştüren tutumlardan kaçınır. Devletin TEK'liğini, ülkenin TÜM'lüğünü, ulusun BİR'liğini ödünsüz korur. Soy ve inanç özelliklerini özgürce söyleme olanağıyla bireylerin yurttaşlık kurumu içinde eşitliğini savunur. İnsan haklarını ve demokrasiyi içtenlikle, özenle ve duyarlılıkla koruyup güçlendirir. Aldatıcı, yanıltıcı, şaşırtıcı değildir. "Kişiliksiz kişi"lerden uzak durur. Sahte Atatürkçünün Atatürk düşmanından ayrımı olmadığını, hatta daha tehlikeli olduğunu, yalnız "Atatürkçüyüm" demekle ADD'ne üye olmakla, resim asmakla, rozet takıp nutuk atmakla Atatürkçü olunamayacağını bilir. İç ve dış, her tür sömürüye karşıdır. Ulusunun üstün değerlerine sahip çıkıp varlığı için her çabaya girişerek dünya uluslar ailesinin onurlu bir üyesi olarak yaşamını sonsuza değin bağımsız biçimde ve en iyi düzeyde sürdürmesini sağlayacak gerçek milliyetçidir. Bu özelliğiyle, ülkesinin kaynaklarını yabancılara peşkeş çekip aktaran, ulusal yargısını dışlayan, ulusal çıkarları gözardı eden, şeriatçılara omuz veren tahkimci, özelleştirmeci, ırkçı, baskıcı ve zorba "uyduruk milliyetçi"lerin karşısındadır. Hukuk yerine "töre"yi koyan, en büyük Türk ve en büyük Türk milliyetçisi Atatürk"ü yadsıyan milliyetçiğini bırakınız, Türk olmayacağını; inançları sömürüp insan öldürmekle dindarlık taslayanların, bırakınız insan olmayı, Müslüman olamayacağını bilir. Türk-İslam sentezcilerinin, ümmetçilik yoluyla Arap milliyetçilerinin, Osmanlı kalıntı ve artıklarının, etnik ve dinsel terör kışkırtıcı ve tetikçilerinin can düşmanıdır.
Akıldan, ahlaktan, adaletten, bilgiden, bilimden, onurdan ve erdemden yanadır. Halk dalkavuğu değil, dostudur, halkıyla yanyana, başbaşa ve yürek yüreğedir. Sporu, sanatı, kültürü destekler. İlke adamıdır, ulusal sanayii, öğrenim birliğini, anayasal demokrat düzeni, yargı bağımsızlığını Silahlı Kuvvetleri, kolluk güçlerini, gençliği, devrimleri, çağdaşlığı, barışı, dostluğu savunur. Hiç tartışmasız ve hiç kuşkusuz her kötülüğün karşısında, her iyiliğin ve gelişmenin yanındadır. Hukukun üstünlüğüne saygılıdır, adaleti karakteri bilir. Yinelemekte yarar var: Büyük ATATÜRK'ün gerçekleştirdiği "TÜRK DEVRİMİ"nin temeli, başta altıok'la simgelenen Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik olmak üzere tüm Atatürk ilkelerinin ve bu yolla yaşama geçen "Türkiye Aydınlanması"nın yılmaz savunucusudur. Dengeli, nitelikli, tutarlı, saygılı, özverilidir. Gölgeli değil, güneşlidir.
Ün ve şan peşinde koşmaz. Karıştırıcı ve kavgacı değildir. Yalan söyleyip yalan yazan, karalama ve kötülemeyle beyinsel ve ruhsal bozukluğunu sergileyenlerle ilişki kurmaz. Oy sağlamak için değişmez, ödün vermez. Kimseyi aldatmaz ve kandırmaz. Hiçbir aykırılığın içinde olmaz. Parapul, mal-mülk düşkünü değildir. Çıkarcılığı küçüklük sayar. Geçiştirmeyi, savsaklamayı, bozgunculuk, ayrımcılık ve ayrılıkçılığı, kayırmayı ve haksızlığı asla hoşgörmez. Yalvarmaz, yakarmaz, yakınmaz ve yanaşmaz. EI-etek öpmez. Kapılarda beklemez ve kimseyi bekletmez, çalmaz, çaldırmaz. Ahlak yönünden bağışlanmaz, sakıncalı hiçbir eğilimi, zayıflığı, değişik tür rahatsız etme sayrılıkları, kötü alışkanlıkları yoktur. Gösterişçi değildir. Dedikodu sevmez, kıskanıp çelmelemez, gıpta eder, yaraşır; kendini aşmaya çalışır. Toplumcu, ulusçu, ulusalcıdır. Kimseyi kullanmaz ve kendini kullandırmaz. Kimsenin adamı olamaz, kişiliklidir. Sorun değil, çözüm üretir. Atatürk’çe düşünüp, Atatürk’çe çalışır. Aç kalır, onursuz kalamaz.
Yabancı hayranı, ABD tutsaklığını ve maşalığını içine sindiren savsakları, sapkınlıkları ve savrukları, "Cumhuriyetin karşısında, demokrasinin yanında" yutturmacılarını, kopyacı, karanlık yüzlü ve korkakları kınar. Mandacı-mütarekeci, ihaleci numaracı şaklabanları, kişinin ve olayın ne olduğunu bilmeden övgüler yağdırıp alkışlayan şakşakçıları, maskaralık ve madrabazlığı beceri ve ustalık sayan düzenbazları, aşağılık duygusuyla bocalayan işbirlikçileri, partizanlıkla halkına ters düşenleri, siyasal amigoları, medyanın bir kesiminde patrona yaranmak için ya da patron emriyle terör aygıtı durumuna düşen kiralık ağız ve kalemleri , çete-mafya ilişkilerinde çırpınan karışık ve karanlık kimseleri, hangi gizli örgüt adına çalıştığımdan kuşku duyulan, şeriat ihracatçılarına değinmeyip kendi kolluk güçleriyle Atatürkçü kuruluş ve kişilere saldıran özürlüleri "adam" yerine koymaz. Sakıncalarını ve zararlarını var gücüyle önler. Hizipçilik, klikçilik ve kulisçilik gerçek Atatürkçüden ilgi görmez. Hiçbir oyun onun ilgisini çekmez ve yanında barınamaz. Gerçek Atatürkçü, incelemeden, araştırıp soruşturmadan, öğrenmeden ne yandaş olur ne de karşı. Bir yere gelmek için başka yerleri ve kişileri karalamaz ve kullanmaz. Yalan ve yalancıdan tiksinir. Gerçek Atatürkçü, Atatürkçüleri engellemez, destekler; övmese de yermez. Atatürkçülere saldıran, onları yıpratmaya kötülemeye ve yıkmaya çalışan, kendisine yer açıp yer açmak için kamuoyunun olumsuz bakışlarına aldırmadan ve kuruluşları düşünmeden inat ve zıtlaşmayla yürüyenler adam olamazlar ki Atatürkçü olsunlar. Atatürkçü, gerçek Atatürkçü, sahtesinin maskesini düşüren, onun ne olduğunu anlayan "nitelikli adam"dır. Sahtelerinden soyutlandığında gerçek . Atatürkçülerin değeri daha iyi anlaşılacaktır. Bayanlar ve gençler ön sıradaki ışıklardır.
Gerçek Atatürkçüler, tam bağımsız, çağdaş Atatürk Türkiye'sinin gerçek güvencesidir.
buioaquila - avatarı
buioaquila
Ziyaretçi
2 Ağustos 2006       Mesaj #12
buioaquila - avatarı
Ziyaretçi
Bir Kanaltürk yazarinin ATATÜRKÇÜLÜK'le ilgili yazisina
bölücü okur tarafindan "topu topu 20 bin Atatürkçü var" diyerek tepki (!) gösterilmis.
Sponsorlu Bağlantılar

ATATÜRKÇÜ İSENİZ EĞER!..

Lütfen asagidaki linke tiklayin ve gerçekte kaç kisi oldugumuzu ispatlayalim. En fazla 30 saniyenizi alir yollayabildiginiz kadar kisiye yollayin amaç 60 milyona ulasmak!


Kaç kişiyiz biz? - :: Kanalturk.com.tr ::

Son sonuç buydu arkadaşlar :


Atatürkçüler rekora koşuyor
Bu yazı 13.635.391 defa okundu




nemulutukumdiyene20uj

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
2 Ağustos 2006       Mesaj #13
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
KEMALİZM VE DEMOKRASİ

Sanayileşememiş, örgütlenememiş, kentleşememiş, gelir düzeyi, eğitim düzeyi, kültür düzeyi yükselmemiş bir toplumda demokrasi olmaz.

Yani demokrasinin var olabilmesi için kalkınmış bir toplum olmak gerekir.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’de, demokrasinin kendisini bulamadığımız gibi, özgürlük ve demokrasi kavramlarını bilen birkaç kişiyi bile bulmamız zordu. Oysa demokrasinin varlığı için, özgürlük ve demokrasiyi toplumun bilmesi, benimsemesi, istemesi gerekir.

1920’li, 1930’lu yıllarda bugünkü anlamda katılımcı bir demokrasi hiçbir ülkede yoktur.Japonya’da, Almanya’da, İtalya’da, Portekiz’de, İspanya’da faşist diktatörlükler, Sovyetler Birliği’nde ise işçi sınıfı adına bir başka diktatörlük vardı.

Bütün dünyada demokratik devlet sayısı bir elin parmaklarından çok değildi. Japonya, Almanya ve İtalya’da demokrasi ikinci dünya savaşından sonra galip devletler tarafından kurduruldu.

Böyle bir dünyaya yetmiş yıl sonra bakarak,“Atatürk demokrasiyi kurmadı, Kemalizm demokratik değildir” demek, saçmasapan suçlamalarla Kemalizm’e savaş açmaktır. Ama Kemalizm, o denli sağlam ki karşısına dikilen her engeli yok ediyor, 21. yüzyıla da damgasını vurmak için daha da güçleniyor, büyüyor..!

Kemalizm, kuşkusuz demokrasi değildir. Ama çoğulcu, katılımcı demokrasiyi bir hedef olarak belirliyor, gerçekleştirmeye çalışıyordu. Bunu devrimin her aşamasında demokratik yollardan sapmayarak kanıtlamıştır:

Öncelikle kurtuluş savaşının örgütlenmesi demokratikti. Mecliste sayıları 120’ye varan ikinci grup milletvekilleri muhalefet partisinin işlevini yerine getiriyordu. Hem de birçok demokrasideki muhalefet partilerine taş çıkartırcasına.

Öylesine ki, Yunus Nadi:

“Her işi meclisten mi bekliyorsunuz paşam. İşte ordu, her şeyi yapabilirsiniz,” deyince,

“Ben her kerameti meclisten bekleyenlerdenim...” yanıtını vermişti.

BUNLAR HER DEMOKRASİDE GÖRÜLMEZ

Hangi diktatörlükten söz ediliyor?

Hiçbir totaliter rejim muhalefet yaratmak için uğraşmaz.Oysa Mustafa Kemal’in partisinin, yani devrimin partisinin karşısında hilafet ve saltanatı geri getirmeyi amaçlayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulabilmiştir. 1930 yılında yine bir muhalefet partisinin-Serbest Cumhuriyet Fırkası- kurulmasına önayak olunmuştur.Atatürk’ün eski arkadaşı Fethi Bey, yeni partinin başına geçtikten sonra şapkanın kâfirlik olduğunu, şeriatın geri gelmesi gerektiğini söylecek kadar ileri gidebilmiştir. Yine de azgınlaşan gericiliği kontrol edememiş, bir süre sonra partisini kendisi kapatmıştır.

Seçmen yaşı daha 1924 yılında 18’e indirilmiştir.Dünyada kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk birkaç devletten biri de Türkiye’dir.

Öğretmenlere “..cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar ister ” şeklinde görev veren bir anlayış demokratik değil midir?

Kooperatiflerde örgütlenmeye öncülük ederek üye olan Mustafa Kemal ve onun rejimi demokrasiye yönelmemiş midir?

Dil ve tarih işlerini derneklere bırakan anlayış, bugün onu eleştirmeye kalkanlardan daha az mı demokratiktir?

Avrupa’da özgürlük ve demokrasinin olmadığı bir dönemde “Yurttaş İçin Medeni Bilgiler” kitabını yazarak ulusuna demokrasiyi öğretmeye çalışan bir önder düşünülebilir mi? Demokrasiye böylesine bir hizmet verebilen başka önder biliyor musunuz?

İşte size bu kitaptan birkaç örnek:

“..Ulusal egemenlik temeline dayalı temsili bir hükümette kamuoyu büyük rol oynar.Basın-yayın ve kamuya ilişkin işler hakkında geniş bir eleştiri ortamı bırakılmadan, kamuoyu görevini yerine getiremez.Ulusal egemenlikte temsili hükümet düşüncesinin yayılması ve yükselmesi ancak kamuoyunun etkinliği ile olabilir...”

“...Basın-yayın özgürlüğünden ortaya çıkabilecek olumsuzlukları giderecek etkin yol, geçmişte olduğu gibi basın- yayın özgürlüğünü kısıtlama yolu değildir. Basın- yayın özgürlüğünden doğacak sakıncaları önlemenin yolu,yine doğrudan basın – yayın özgürlüğüdür.”

Bugün varmak istediğimiz nokta, Atatürk’ün 70 yıl önce belirttiği noktadır.

Şu sözleri de değerlendirelim:

“Biz cumhuriyeti kurduk. On yaşını doldururken, demorasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.Siyasi partilerin var olması doğaldır. Türkiye Cumhuriyeti’nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına kuşku yoktur.”

Hala Kemalizm’le demokrasiyi birbirinden uzak mı görüyorsunuz?

Alın size bir başka örnek:

Recep Peker, İtalya ve Almanya’yı gezmiş, oralardaki siyasal partilerin tüzük ve programlarını incelemişti.Türkiye’ye döndükten sonra CHP tüzük ve programında yapılacak değişiklikler konusunda öneriler hazırladı.Bu önerilerde Almanya ve İtalya’daki faşist partilerin tüzüklerindeki maddelere benzer maddeler de vardı.Tüzük ve programı inceleyen Atatürk:

“Bu ne sakat düşüncedir.Varmak istediğimiz hedef bazı arkadaşlarca bile zerre kadar anlaşılabilmiş değildir,”diyerek önerileri geri çevirmişti.

Zekeriya Sertel Atatürk döneminde muhalefet etmiş,çeşitli sıkıntılar çekmiş bir aydındı. Sertel sonradan,”biz uğrunda savaştığımız özgürlük ve demokrasiye de ancak onun açtığı yoldan ulaşabiliriz.” Demiştir.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
4 Ağustos 2006       Mesaj #14
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ.
İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK...
Gençliğinde kot pantolon giyememiş. Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş... Padişah ona Trablusgarp Cephesinde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş... Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde Mercedeslerle gezememiş Anadoluyu... Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayısta Samsuna ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş... Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş... Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmirden denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar... Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş! Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayladan bir istek parçası isteyemeden gitti .. Lozan Zaferinden sonra veya Cumhuriyetin ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı. Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı. Atatürke acıyorum...
Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah... Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken... Bunları yapmadı Atatürk... Keyif çatmadı... Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...

ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.

BÜTÜN SUÇU 2 KADEH RAKI IÇMEKTI O KADAR.....
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
4 Ağustos 2006       Mesaj #15
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
KEMALİZM VE RESMİ İDEOLOJİ

Türkiyede, aralarında ideolojik kavga yürüten gruplar bile Kemalizm’e saldırma konusunda birbirleriyle anlaşıyorlar.

Sağcısı, solcusu, dinlisi, dinsizi, ırkçısı, liberali, numaralısı... Ne zaman,nerede bir olumsuzluk görseler hemen suçluyu ilan ederler:

“-Resmi ideoloji..! “

Resmi ideoloji, doğru adı koyarsak Kemalizmdir. Kemalizm,Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ideolojisi olarak anayasalarında yer almıştır.

Yolsuzluk ve yoksulluktan kurtulamıyorsak; gecekondular büyük kentleri boğmuş, sefalet görüntüleri her gün yüreğimizi acıtıyorsa; mafyatik ilişkiler devleti kuşatmış, bürokrasi batmışsa; dinciler azmış,Kürtler isyan etmişse; siyasal partiler feodal aşiretlere dönmüş, devlet iflas etmişse; dışarıdan borç bulmayı başarı, bu paraları yemeyi kalkınma sanmışsak...

Nedeni, resmi ideolojidir. Yani Kemalizmdir. Kimi açıkça suçlayabiliyor. Çoğu da incelik gösterip, resmi ideolojiyi diyebiliyor. Aslında, başımıza ne gelmişse hepsinin sorumlusu Kemalizmdir onlar için.

Şu Kemalizmden bir kurtulsalar herşey yoluna girecek !

Önce en kısa yoldan yanıt verelim:

· · · Yakın tarihte ve bugün Türkiyede görülen olumsuzluklarla Kemalizmin hiçbir ilişkisi kurulamaz.

· · · Bütün bu olumsuzluklar Kemalizmden kopmanın sonuçlarıdır.

· · · Resmi ideoloji ve başka söylemlerle Kemalizme saldıranların birçoğunun, bu olumsuzluklarda rolü vardır ve bundan yarar sağlarlar.

Şimdi, konumuza girebiliriz:

Türkiyede Kemalizm, 1919- 1938 yıllar arasında inşa edilmiş, geliştirilmiş ve uygulanmıştır. 1938 yılından sonra ise hiçbir zaman tam olarak Türkiyenin resmi ideolojisi olmamıştır.

1938-1950 yılları arasındaki İnönü dönemine, öteki adıyla “mili şef ” rejimine yakından bakalım:

Devrimin 14 yıl başbakanlığını yapmış olan İnönü, kuşkusuz Kemalisttir.Daha önce Atatürkün yönlendirmesi ve desteğiyle başarılı olmuştu. Tek başına kalınca devrimi geliştirmek bir yana, korumakta da başarılı olamadı. Devrimci ilerleme frenlendi, durdu. Daha sonra CHP, popülist oynamaya, iktidar olmak için ödün vermeye başlayınca gericileşti. Fakat, kitleleri kazanmayı başaramadı. Karşıdevrimci cephe DP’de birleşti.

Muhalefeti savaş yıllarında kontrol edebilen İnönü, savaş sırasında çekilen sıkıntıların, yoklukların, baskıların da sorumlusuydu.

Halkevleri ve Köy Enstitülerinden rahatsız olanlar “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası” ndan sonra “dörtlü Takrir” denilen önerilerini vererek hareketi genişlettiler. özgürlükçü demokrasi ve liberal ekonomiyi esas alan bir siyasal parti ( ! )kurdular. Bunda, İkinci Dünya savaşından sonra Batı dünyasında esen demokrasi rüzgarlarının, İnönü’nün Batı’daki gibi bir çok partili sistem oluşturma düşüncesinin rolü büyüktür.

DP’ nin 1950 seçimlerinden iktidar olarak çıkmasını bir demokrasi devrimi olarak görenler vardır. Kitleleri kandırıp iktidar olmak bir devrimse, bunu bir başka şekilde 12 Eylül Cuntası da yapmıştır. 1950 seçimlerinde iktidar olan halk değil, meşrutiyet döneminin “Hürriyet ve İtilaf” partisi, 1924’ün “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”, 1930’un “serbest cumhuriyet fırkası” dır. Sadece adı “Demokrat Parti” olmuştur. O kadar. Kazanan işbirlikçi Kapitalizm, kaybeden Kemalizmdir.

Bunu ortaya daha net olarak koyabilmek için konuyu biraz daha açalım:

1940’ların ikinci yarısında CHP iktidarının gerici yüzünü görüyoruz. Kemalist devrim de o günlerden beri gözardı edilmektedir.

1947’den itibaren Köy Enstitüleri yozlaştırıldı. Tonguç ve Bakan H. Ali Yücel görevlerinden alındılar. Öğrenciler yönetime katılamaz oldular. Kız-erkek karma öğretim kaldırıldı. MEB dünya klasikleri enstitü kitaplıklarından toplatıldı.Yüksek köy enstitüsü kapatıldı. İş eğitimi kaldırıldı. Enstitülü öğretmenlere çalıştıkları köylerde toprak verilmesi güçleştirildi. Tan Olayı yaşandı. Pertev N. Boratav, Niyazi berkes, Behice Boran gibi öğretim üyeleri DTCF’den atıldılar.

DP’ den Menderes, 1947 yılında KİT’lerin bütçeye yük olacağını,bir milyar dolayında olan bütçenin bu yüzden iki milyar liraya ulaşacağını söyleyerek, bugünkü liberal sanılan söylemleri o zamandan başlattı.

CHP’nin 1946 kurultayında devrimcilik ilkesinden ödün verildi. Kurultayda,”laiklik ve din eğitimi” başlığı altındaki tüzük maddesinde bulunan “dini düşünceleri dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutma” tümcesindeki “siyaset” sözcüğü tüzükten çıkarıldı. Böylece ,”dini düşüncelerin” siyasete karışması özgürleştirildi.

Halkevlerine yeni bir düzen verme yoluna gidildi. Bu gidiş, 1951’de Halkevlerinin kapatılmasına varacaktır.

“ Büyük Yol “ Dergisi, “..anayasada laiklik prensibi yazılı kalırsa dinci; cumhuriyetçilik yazılı kalırsa padişahçı; inkılapçılık yazılı kalırsa muhafazakâr; halkçılık ve milliyetçilik yazılı kalırsa sınıfçı bir parti kurulabilir mi..? “ diye bütün Kemalist ilkelere karşı olduğunu yazabildi. CHP’li Necmettin Sadak da, ”...devletçilik yalnız demokrasiye değil, insanlık ve ahlaka da aykırıdır.” başlıklı yazı yayınlayarak bu saldırılara katıldı.

İnönü 1950 seçimlerine giderken, 6 ok’un anayasa metninden çıkarılacağını söylüyordu. Devlet okullarında din öğretimi başlatılıyor, imam-hatip okulu ve ilahiyat fakültesi açılıyordu.

Görüldüğü gibi Kemalist Devrimin kazanımları, önce devrimin partisi tarafından harcanmaya başlandı.

Bunların üzerine DP propogandalarının sadece iki tanesini ekleyelim. Devlet ve demokrasi anlayışındaki yalan ve bayağılığın daha o dönemde nerelere vardığı daha iyi anlaşılsın:

“Askerlik yok, vergi yok, hürriyet var ! “ “ 6 oku mu seçersiniz, yoksa Kuranı mı ? “ Bu propogandalar bugünlere kadar benzer şekillerde sürdürüldü. Örneğin 1950’lerde “CHP iktidara gelirse camileri ahır yapacak” denilebilmiştir.

Sonunda 1950 seçimleri yapıldı. DP, ezici bir çoğunlukla iktidar oldu. Hemen Ezan’ın Arapçalaştırılmasından başlayarak “millete mal olmuş” ve “millete mal olmamış inkılaplar” ayrımı ile yoluna devam etti.

On yıl boyunca içerde dinsel söylemlerle iktidarını korudu. Tarikatlar yeniden güç kazandılar. Toprak ağaları, şeyhler, kompradorlar ittifakı yürütüldü. Dış politikada “tam bağımsızlık” ilkesi yerine, ABD’ koşulsuz bağımlılık ilkesi benimsendi. DP iktidarı, giderek, kandırılmış kitlelere dayanan bir “çoğunluk diktatörlüğü” ne dönüştü. Kemalizmden dönüş kesinleşti. Ve Türkiye, emperyalizmin bir ileri karakolu olarak 40 yıl boyunca sınırda nöbet tuttu.

27 Mayıs 1960 eylemi, bu gidişi seçimle engelleyemeyen Kemalist bürokrasinin iktidarı zorla ele geçirmesidir. Belki tek olumlu tarafı da gerçekten demokratik ve ileri bir anayasayı Türkiye’ye kazandırmasıdır. Kısa süre sonra toplumsal ve ekonomik yasalar yeniden kendini gösterir. Adalet Partisi, kendi küllerinden yeniden doğan efsanedeki kuş gibi DP’nin devamı olarak siyaset sahnesindeki yerini alır,iktidar olur.

12 Mart, özgürlük ortamından yararlanan aydınların, sanayi burjuvazisinin yarattığı işçilerin ve emekçilerin seslerini kesen bir başka bürokrasi hareketidir. 12 Eylül 1980 darbesi ise, 12 Martın eksiğini tamamlayan,Türkiye kapitalizmini uluslararası kapitalizme bağlayan bir harekettir. Bu kez toplumun çeşitli kesimleri arasında planlı bir şekilde yaratılan yıldırı ve anarşi ortamı gerekçe olarak kullanılmıştır. Sonucu, içerde işbirlikçi ve dinci gericiliğin yükselmesi, bütün ilerici unsurların yok edilmesi, Kemalizmin tasfiyesi, Türkiyenin koşulsuz tam bağımlı duruma düşmesidir.

TSK geçen süre içerisinde -geç de olsa- yanlışını görmüştür. Bürokrasinin öteki unsurları ise daha çok bozulmuş, daha çok gericileşmiştir.

1946’dan bu yana Türk Devrimine karşı savaşım verenler, Osmanlı dönemindeki feodalitenin,ulemanın,bankerlerin,kompradorların uzantılarıdır. Tarihsel olarak gericilik ve işbirlikçilik şu ya da bu şekilde Türkiyede iktidarları kontrol edebilmektedir. Son yarım yüzyılda, Türk Devriminin bozuk para gibi harcanması bu yüzdendir.

Her şeye karşın, yirmi yılda gerçekleştirilen devrim yarım yüzyılda bile henüz bitirilememiştir.

Bugün karşılaştığımız her soruna dikkatlice bakarsak,nedeninin Kemalizmi inkar etmek ya da onu sömürmek olduğunu görürüz.

Kemalizmin resmi ideoloji olduğu savına gelince, bunu söylemek insanı ancak gülünç duruma düşürür. Kemalizm yolu terk edileli elli yıl geçmiş. Bugün, hemen hiçbir uygulaması Kemalizmle örtüşmeyen bir ülkede, elli yıl önce ortadan kaldırılmış olan Kemalizmi sorumlu tutmak, olsa olsa bilgisizlik, kasıt ya da sorumsuzluktur. Ulus ve ülke düşmanlığıdır.

Kemalizm, sorun değil çözümdür. Okuma ve yazması olan, kafası çalışan herkes bunu kolaylıkla öğrenebilir...

Bütün bunlardan anlaşılabileceği gibi Türkiyede resmi ideoloji arayanlar aradıklarını bulamazlar. Bizde yaygın olan tutarsızlıktır. İdeoljisizliktir. Çok zorlarsanız, ırkçılık, dincilik, batı uşaklığı, küreselcilik, mafyacılık ve Atatürk düşmanlığının zaman zaman resmi ideoloji haline geldiğini görürsünüz. Kemalizmi göremezsiniz.

Atatürkçülüğün sadece bol miktarda adı var! Kendisi yok ! Ekonomide, politikada, eğitimde ya da hangi alanda olursa olsun Kemalist bir uygulama gören varsa beri gelsin !





Çalışmadan
Öğrenmeden
Yorulmadan
Rahat yaşamanın yollarını
Alışkanlık haline getirmiş uluslar
Önce saygınlıklarını
Sonra özgürlüklerini
Ve daha sonra da
Geleceklerini
Yitirmeye mahkûmdurlar !

MUSTAFA KEMAL
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
2 Eylül 2006       Mesaj #16
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Kemalizm, Atatürk Ilke ve Devrimlerinin olusturdugu, evrensel bir yönetim sistemidir.

Ilkeler 6 adettir. Milliyetçilik (Ulusalcilik),Halkçilik,Cumhuriyetçilik
Laiklik,Devletçilik ve Inkilapçilik (Devrimcilik).
Son yillarda, kendini bilir bilmez bir takimlar [kisi kurum ve kuruluslar], Atatürk ilkeleri sayisina eklemeler yapip bazilarini da degistirerek sayilarini artirmaya kalkti. Hatta Atatürke olan bagliklik ve sevgilerinden kaynaklanan degisikligi, ADD genel kongre salonunun duvarina uzun bir bez üzerine yazdirarak astirdi da. Bir de açiklamali gerekçe vardi agizlarda: “Ilkeler güncellesmeli!?!''.Hadi canim sende...Yok akilcilik eklenmeliymis, bilimsellik eklenmeliymis vs.vs.vs.,eklenmeliymis.
Biliyorum herhangi bir art niyetle hareket edilmedigini...duygusal bir eylemdi yapilan; ama, Kemalizm duygusallikla degil ancak bilimsel olarak anlatilabilir. Bilimsellik de “ben yaptim oldu” ya gelmez.

Atatürk Ilkeleri Kemalizm konusunu açiklayici nitelik tasimaktadir. Birinci ilke Milliyetçilik: Mustafa Kemal’in Samsuna çikisiyla baslar. (1919)
Gazi Pasa kendisini karsilayan halka ''Merhaba büyük Türk Milleti '' diyince karsilayicilardan gelen yanit ''...estafurullah.'' olur.
Bu yanitin nedenlerinin çok uzun bir öyküsü vardir; Osmanlinin kurulus yillarina ve yönetim biçimi olan teokratik sistemin uygulanmasina dayanir.
Selçuklu devletinin yikilmasindan sonra kurulan Anadolu beyliklerinden biri olan Kayi boyu, baskanlarindan Osman Gazi’ nin adiyla kurulan Uç beyligi önce devlet, sonra Imparatorluk olmustu. Devletin bu büyüyüsü, kurulus sirasinda, Islam Seyhi Edib-Alinin okudugu duanin neden oldugu söylenmisti..(CHP baskanini mi animsadiniz ne?). Istanbul’un isgalinden sonra Sultan Mehmet, Fatih, olarak anildi. Fetih basarisi da dinsel bir nedene, Rivayet Hadis'e,baglanmisti. Önceleri Oguz kökünden gelmis olmakla yetinilirken, daha sonraki yillarda Islami düsünüs araya girmis. ''Ilk hamlede gaza savaslarinda basari amaciyla, Sultanlarin ata soyu Adem Babaya kadar dayatilmisti''
Osmanli güçlendikçe, hanedanin asaleti de Islamlastiriliyordu. ''Peygambere ait olan bu zorlamalarin hiçbir tarihi niteligi yoktur.''
Istanbul'un isgalinden sonra yönetim zorlasmisti. Fatih, Bati Romanin da hakimi sayarak kendisini de kutsallastirici yasalar ilan etti. Türk töresine göre, sultan halk ile yilda bir gün beraber yemek yer,onlarin dertlerini, sikayetlerini dinler, istekleriniögrenirdi. Türk asiret ve devletlerinde bu uygulama yüzyillardir süregelmisti. Fatih ilk Kanunnamesinde bu töreyi bozdu.:

''...cenab-i serifim kimesne ile taam eylemek kanunum degildir. Meger ehl-i iyalden ola. (onurlu kisiligim hiç kimse ile yemek yemek yasam degildir. Eslerimden biri olmadikça...).
Ikinci kanunnamede ise devlet etmenin bütün uygulamalarinda söyle buyuruyordu: “...kadi askerlerim davalarda,... defterdarlarim mali islerde,...mülkümün idaresiyle ilgili muamelatta ser-i serif üzre ahkam kesile (...kadilarim davalarda,defterdarlarim mali islerde ,mülkümün yönetimiyle ilgili islemlerin tümünde, yüce seriata uygun karar verile...)

Fatih bu Kanunnameyle Padisahin divana baskanlik etmesi gelenegiyle Kostantinopldaki Bizans artigi azinliklarla Türkler arasindaki farki da kaldirdi. Önceleri Sarayda hizmet için alinan devsirmelere sadece ''...tercümanlik verilirken, sonra devlet ileri gelenleri de bunlar arasindan seçilmeye baslandi.” .
Köhnelesmis Bizans artigi yasam biçimi ve entrikalar Türk toplumunu da etkiledi. Yasa yapmak ve uygulamalarinda çikarcilardan yana tutum izlemek için Ulema -Seyh'ül islam- Padisah, bir üçlü oolusturmaya basladi. Sömürücüler, hazirladiklari tuzak kararlari, ulema yorumlariyla güçlendiriyor, mesihat kapisindan (Seyh-ül islamlik katindan) alinan fetva ile seriata uygunlugu saglaniyordu.
Yavuz Sultan Selim'in Misir seferindeki utkusuyla Padisahlarin sanlarina Islam Halifeligi de eklendi. Ulemanin (din bilginleri) getirdigi yeni yorumlar ve mesihat kapisinin destegi ile Padisahlar kendilerini Zillullah fiil-alem (Allah'in yeryüzündeki gölgesi) ilan ettiler.
Bu uygulamalar Osmanlinin son yüzyilinda imparatorlugun çöküsünü hizlandirdi.''Bab-i Âli farkinda degildi ki Kanuni dönemi geride kalmistir. Devlet adamlari arasinda Köprülülerin,Damat Ali'lerin katina yanasabilecek degerde kimse kalmamistir.''
Artik üst düzey yöneticilerin büyük çogunlugu umursamaz ve beceriksizdirler.
Fatih'in ilk yasasindan itibaren Türk törelerinin unutturulmasi yeni bir kültürün dogmasina neden oldu. Toplumsal yasamda düzenin saglanmasinda en önemli etmen dindir. Ölüme duyulan korkunun uzantisi olarak dinsel ritüeller, bireyi, herzaman baski altina almistir.
Islam devletleri her dönemde Türk kavimlerinin gücünden korkmuslardir. Bu korku nedeniyle onlari düsman saymislar bu düsmanliklarini seriat kurallari arasinda yerini almistir. Örnegin Osmanli toplumunda Türklerden söz edilirken ''Etrak-i bi idrak'' (idraksiz Türkler) gibi bir tanimlama yapmalari,bunu kanitlar. Bu nitelendirme Türk Törelerinin unutturulmasi yaninda toplumun düsünsel dokusunda da yerini bulmustur. Bir de ibadet'in arapça yapilmasi Türklerin kültürel yapilanmalarini iyice araplastirmistir. Türk ulusundan olmak unutulmus “ümmet” yasami baslamistir.

buioaquila - avatarı
buioaquila
Ziyaretçi
8 Eylül 2006       Mesaj #17
buioaquila - avatarı
Ziyaretçi
Mao Zetung önderliğinde komünist devrimi gerçekleştiren Çin Halk Cumhuriyeti öğrencilerine Atatürk'ü ve devrimlerini öğretiyor. Dünya Yakın Çağ Tarihi kitabının iç kapağında Atatürk'ün maraşal üniformalı fotoğrafı yer alıyor, harf devrimi fotoğrafla anlatılıyor.


imgphprz8

ÇİN’
de okutulan Dünya Yakın Çağ Tarihi kitabının iç kapağında mareşal üniformalı Atatürk fotoğrafı, Sovyet Devrimi’nin önderi Vladimir İliç Ulyanov Lenin ve Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadelenin önderi Mahatma Gandi ile birlikte yer alıyor. Kitabın 12 ve 13’üncü sayfalarında da Türkiye haritası yanında, Atatürk’ün kara tahta başında yeni Türk harflerini öğreten fotoğrafı var.

2101628uf5

Kitabın Çin’deki ortaokullarda sekizinci sınıfın ikinci döneminde okutulduğu belirtilen açıklamada, kitapta Kemalist Devrim’i anlatan bölüm şöyle özetlenmiş:

"Osmanlı Sultanlığı, 1920’de Sevr Anlaşması’nı imzaladı ve İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Türkiye’yi işgalini kabul etti. Yurtsever Mustafa Kemal, işgale karşı kurtuluş savaşını başlatarak ayrı bir hükümet kurdu. Savaş, İngiltere’nin desteklediği sultanın yenilgisiyle sonuçlandı. 1923’te yapılan Lozan Anlaşması’yla Türkiye’nin yeni sınırları denizler dahil çizildi. Yabancı devletlerin Türkiye üzerindeki ayrıcalıklarına son verildi. Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak kuruldu. Böylece 600 yıllık Osmanlı tarihi son buldu ve Türkiye’nin önünde yeni bir sayfa açıldı."

Böyle verdiler

Çin ders kitabının kapağında bir astronot fotoğrafı var. İç sayfaların birinde ise Mustafa Kemal Atatürk’ü, kara tahta başında bizzat yeni alfabeyi halka anlatırken gösteren ünlü fotoğrafı yer alıyor.

İç kapakta 3 büyük lider

Dünya Yakın Çağı Tarihi adlı Çin ders kitabının iç kapağında Sovyetler Birliği’nin kurucusu Vladimir İliç Ulyanov Lenin, Hindistan’ın İngilizlere karşı mücadelesinin efsanevi lideri Mahatma Gandi ve dünyanın emparyalist devlerini denize döken Türk devriminin ulu önderi Mustafa Kemal Atatürk birlikte yer aldılar.

Dışardaki adamlar Atamıza bu saygıyı gösterirken acaba biz gösterebiliyormuyuz!!!
Ne yapıyoruz yada yapılıyor!!!
Arkadaşlar duyarsız kalmayalım!!!
Bunları arkadaşlarınızla paylaşsanız dahi bir çok şey yapmış olacaksınız!!!


nemulutukumdiyene20uj

mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
8 Eylül 2006       Mesaj #18
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Ataturk
Emerging as a military hero at the Dardanelles in 1915, he became the charismatic leader of the Turkish national liberation struggle in 1919. He blazed across the world scene in the early 1920s as a triumphant commander who crushed the invaders of his country. Following a series of impressive victories against all odds, he led his nation to full independence. He put an end to the antiquated Ottoman dynasty whose tale had lasted more than six centuries - and created the Republic of Turkey in 1923, establishing a new government truly representative of the nation's will.
As President for 15 years, until his death in 1938, Mustafa Kemal Atatürk introduced a broad range of swift and sweeping reforms - in the political, social, legal, economic, and cultural spheres - virtually unparalleled in any other country.

His achievements in Turkey are an enduring monument to Atatürk. Emerging nations admire him as a pioneer of national liberation. The world honors his memory as a foremost peacemaker who upheld the principles of humanism and the vision of a united humanity. Tributes have been offered to him through the decades by such world statesmen as Lloyd George, Churchill, Roosevelt, Nehru, de Gaulle, Adenauer, Bourguiba, Nasser, Kennedy, and countless others. A White House statement, issued on the occasion of "The Atatürk Centennial" in 1981, pays homage to him as "a great leader in times of war and peace". It is fitting that there should be high
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
10 Eylül 2006       Mesaj #19
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Kemalizm’in bir bilançosu



Hafta boyu süren kutlamalar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 75. yıldönümüne eşlik etti. Mustafa Kemal Paşa 29 Ekim 1923’de yeni kurulan devletin cumhurbaşkanı oldu. Mustafa Kemal, 1934’den bu yana Atatürk -Türklerin atası- adıyla anılıyor. Bu yıl ayrıca Kemalistlerin öncülü olan "Genç Osmanlılar" devriminin doksanıncı ve Atatürk’ün ölümünün altmışıncı yıldönümü.

Modern Türkiye’nin kurucusu, ülkede bir tür kült figür haline gelmiş durumda. Ne kendisinin ve "Kemalizmin" oynadığı rolü ne de devletin temel aldığı ilkeleri eleştirel bir biçimde ele alan bir değerlendirmeye pek rastlanmıyor.

Kemalizmin özü, ülkenin birliği ve bağımsızlığı, laiklik ve cumhuriyetçi ilkeler (yani devletle dinin birbirinden ayrılması), modernleşme ve sınıfsız ve ayrıcalıksız bir toplumun yaratılmasıydı. Bunların hiçbirinin gerçekleşmediği açıktır.

Kitlesel katılımlı yetmiş beşinci yıldönümü gösterilerinin büyük çoğunluğu Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi’ne üye olan belediye başkanlarının yönetimi altındaki şehirlerinde yapıldı. Kutlamalardan bir hafta sonra İslamcı fanatiklerin Anıtkabire yapmayı planladıkları bir saldırının son anda başarısızlıkla sonuçlandığı ortaya çıktı.

Atatürk’ün, halkın yararına politikalar izleme ve sınıf çelişkilerini inkar etme anlamına gelen "Halkçılık" ilkesinden de geriye hiçbir şey kalmadı. İşsizlik ve yoksulluk, özellikle AB (Avrupa Birliği) ile yapılan gümrük birliğinin ardından ve Asya krizinin bir sonucu olarak patlama yapmış durumda. Şehirlerde halkın büyük bir bölümü gecekondularda yaşıyor. Bu gecekondularda yaşayan insanların bir çoğu, on binlerce insanın yaşamı pahasına "ulusal birliği koruyan" canice bir savaşın yaşandığı Türkiye’nin güney doğusundaki Kürt bölgelerinden gelen mülteciler. Aynı zamanda devlet, mafya ve aşırı sağcı ölüm mangalarının çok sıkı ilişkiler içinde olduğu da ortaya çıkmış durumda.

Ulusal bağımsızlığın yerini uluslararası sermayenin yatırımlarına ve kredilerine olan tam bağımlılık almış durumda. Bugün gündemde olan tek konu, Amerika’nın Türkiye’yi Ortadoğu ve Kafkaslar’daki Türkçe konuşan ülkelerin hammadde kaynaklarına ve pazarlarına giden yolda bir köprübaşı olarak kullanmaya devam edip etmeyeceği ya da egemenliğin Avrupa’nın eline geçip geçmeyeceğidir. Bu ülkelerin tamamına yakını devlet başkanlarını, Amerikan Enerji Bakanı’nın bakışları altında, Türkiye ile bir petrol boru hattı inşa etmeye yönelik bir niyet anlaşması imzaladıkları devlet törenlerine gönderdiler.

Kemalizmin vaatlerinden ya da ülkülerinden tek bir tanesi bile gerçekleşmedi. Şu soruyu sormak gerekiyor: bunların gerçekleşme olasılığı gerçekte var mıydı? Bunun için Türkiye’nin tarihine kısaca göz atmamız gerekiyor.

Genç Osmanlılar

Osmanlı İmparatorluğunun çürüyüşü daha on dokuzuncu yüzyılda ileri boyutlara ulaşmıştı. Yüzyılın başından itibaren ancak sınırlı bir kapitalist gelişme sağlanabilmişti ve sanayi tesislerinin sayısı yok denebilecek kadar azdı. Bir yandan padişahlar, bir işçi sınıfının ortaya çıkıp, büyümesinden korkarlarken, diğer yandan da İngiliz ve Fransız sanayilerinin Osmanlı pazarlarını ele geçirmesini ve yerli zanaat üretimini yok etmelerini önlemek için yüksek gümrük vergilerine bel bağlıyorlardı.

Köylülüğün ağalar ve tefeciler tarafından (bu ikisinin aynı kişi olması ender görülen bir durum değildi) sömürülmesi büyük bir artış göstermişti. 1858’de çıkarılan ve toprakta özel mülkiyete izin veren bir yasa, bu kişilerin büyük miktarda toprağı ellerine geçirebilmeleri ve padişah karşısında konumlarını güçlendirmeleri anlamına geliyordu. Köylülerin kanını emerek elde ettikleri paraları genellikle devlet aygıtında, orduda veya ruhban sınıfında mevki satın almak için "yatırıma" dönüştürüyorlardı.

Ortada eski feodal sisteme karşı çıkacak kayda değer bir üretken burjuva katmanı yoktu. Bu nedenle 1908 yılındaki ilk devrimin önderliği, Jön Türkler -"Genç Osmanlılar"- adı verilen subaylardan oluşuyordu.

Lev Trotskiy bunu şu şekilde açıklıyordu: "Türk entelijansiyasının, öğretmenler, mühendisler ve bu türden en iyi düzeyde eğitim görmüş unsurları sahip oldukları beceriler için okullarda ya da fabrikalarda çok az yer bulabildiklerinden, orduda subay oldular. Bir çokları Batı Avrupa ülkelerinde eğitim gördüler ve orada varolan rejimi yakından tanıdılar -ancak ülkelerine geri döndükleri zaman Türk askerinin cehaleti ve yoksulluğuyla ve devletin içinde bulunduğu yozlaşma ile yüz yüze geldiler… Böylelikle devlet kendi bağrında burjuva ulusu arzulayan savaşçı öncüyü üretmiş oldu: düşünen, eleştirel ve hoşnutsuz bir entelijansiya" (Lev Trotskiy,Balkan Savaşları).

Trostkiy şu uyarıyı yapmıştı: "Türk subaylarının gücü ve başarılarının sırrı... kendilerine gelişmiş sınıflar tarafından gösterilen aktif sempatide yatmaktadır: tüccarlar, zanaatkarlar, işçiler, memurların ve ruhban sınıfının kimi kesimleri ve nihayet, köylü ordusunda cisimlendiği biçimde, kırsal kesim. Ancak bütün bu sınıflar ‘sempatilerinin’ beraberinde kendi çıkarlarını, taleplerini ve umutlarını da getiriyorlar. Bir meclis onlara mücadele etmek için bir merkez sağladığında, uzun zamandır bastırılmış olan toplumsal özlemleri şimdi kendisini açığa vurmaya başladı. Türk devriminin daha şimdiden bitmiş olduğunu düşünenleri acı bir düş kırıklığı beklemektedir. Düş kırıklığına uğrayacak olanlar arasında sadece [Padişah] Abdülhamit değil, fakat aynı zamanda öyle görülüyor ki Genç Osmanlılar Partisinin kendisi de yer alacaktır" (ibid).

Bunun ardından toprak sorununa yönelik radikal reform gelmedi. Burjuva subaylar, işçi sınıfının ve yoksul köylülerin devrimci hareketinden, Padişahtan ve emperyalist güçlerden korktuklarından çok daha fazla korktukları için, gerici entrikaların üreme alanı olarak ruhban sınıfının ve padişahın konumu olduğu gibi kaldı. 1912 yazında Padişahın emrindeki komplocu küçük bir grup tarafından düzenlenen bir darbe sırasında, Genç Osmanlılar herhangi bir direniş göstermeden hükümetlerinin düşmesine izin verdiler.

Genç Osmanlılar sadece altı ay sonra, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, feodal güçlerin, kısa süre içinde Balkan Savaşlarıyla ortaya çıkan apaçık yetersizliği ve kokuşmuşluğu nedeniyle iktidarı geri alabildiler. Toplumsal devrim korkuları ise devam etti. Halkı emperyalizme karşı seferber etmek yerine Prusya militarizmine boyun eğdiler ve Birinci Dünya Savaşına Alman İmparatorluğu’nun yanında katıldılar.

Ulusal sorunu bütün ulusların ve dinlerin gönüllü olarak birleşmeleri yoluyla çözme girişimi -bu federal bir yapı ve demokrasi olmadan ve her şeyden önce birbirine kaynaşmış köylü kitlelerine ciddi bir çağrıda bulunmadan gerçekleştirilemezdi- kısa süre içinde Pan-İslamcılık ve ardından ırkçı Pan-Türkizm ya da Turancılık ideolojisine yol açtı. 1915 yılında Genç Osmanlılar hükümeti, Alman subayların ve Kürt aşiret reislerinin desteğiyle Ermenilere karşı, yüz binlerce masum sivilin öldürülmesine yol açan vahşi bir soykırım düzenledi.

Birinci Dünya Savaşının sonunda Almanya’nın, Antant Güçlerinin (Britanya, Fransa) ellerinde yenilgiye uğraması Osmanlı İmparatorluğu’nun ve itibarını yitirmiş olan Genç Osmanlıların yazgılarını belirledi. İşgalci Antant güçleri meclisi lav etti ve Genç Osmanlıları görevden aldı. Bunu, General Mustafa Kemal’in yükselişi izledi.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
10 Eylül 2006       Mesaj #20
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
icon4 Kemalist İdeoloji ve Eleştirel Akılcı Yöntem -
AYDINLANMA 1923, Kemalizmi bir ideoloji olarak tanımlarken, 19. yüzyılın sosyal bilimcilerinin belirlediği yerleşik kalıpları bir kenara bırakarak, 20. yüzyılda büyük ilerlemeler gösteren doğa bilimlerini ve bununla birlikte gelişen bilim felsefesini referans olarak alır. Mustafa Kemal’in hayatı boyunca izlediği yöntemin, bugün doğa bilimcileri tarafından bilimsel yöntem olarak genel kabul gören “eleştirel akılcılıkla” pek çok açıdan örtüşmesi ve onun her türlü dogmatizmi reddeden akılcı, sorgulayıcı düşünce yapısı, yine miras olarak bizlere akıl ve bilimi bırakmış olması bizi bu çabamızda yüreklendiriyor. Mustafa Kemal bilimi dahi bir gerçek olarak değil de bir yol gösterici ‘mürşit’ olarak tanımlamakla çağının yaygın felsefesi pozitivizmden de diyalektik materyalist anlayıştan da çok daha ileride olduğunu göstermiştir. Nitekim Avrupalı olan Aguste Comte pozitivizmi Fransız devrimi ile otoritesi sarsılan hıristiyanlığın yerine yeni bir din olarak getirirken, Türkiye Cumhuriyeti dini, yönetimin ve eğitimin dışına çıkarıyor. Halkına yeni bir din, dogma yığını sunmak yerine, onu dünya ile ilgili sorunlarını sorgulayarak çözebileceği bir sisteme göre eğitmeye çalışıyordu. SSCB’de 1930’larda Mendel yasaları üzerinde yükselen klasik genetik, burjuva bilimi sayılıp reddedilmiş, Darwin tarafından aşılmış olmasına karşın Lamarck’ın evrim kuramı temel alınmıştı. Bunun nedeni basitti, gen idealistçe bir kavramdı ve diyalektik materyalizme aykırıydı. Bu bir yana Einstein’ın Görelilik Kuramı da dahil pek çok araştırma alanı anti marksist ve anti materyalist suçlaması altındaydı.1 Oysa aynı dönemde Cumhuriyet Devrimi’nin eğitimi, canlıların ve insanın oluşumunu Darwin’in teorisiyle açıklamıştır.2 Genel eğilim SSCB’deki tüm kötü uygulamaları Stalin’in kişiliği ile bütünleştirmektir. Oysa Lenin’in imzasını taşıyan “Materyalizm Empriokritisizm” adlı kitapta Ernst Mach, dinin geleneksel yolunu yeniden açmakla ve relativizmle suçlanıyordu.3 Mach klasik mekaniğin yeni bir temele oturtulması için önemli çalışmalar yapmış, Einstein’ı etkilemiş, ve aynı zamanda bilim felsefesinin gelişimine önemli katkıları olmuş bir fizikçiydi4. Yine Einstein’ın ışığın yayılma ortamı diye bilinen etheri yok sayması, dünya-güneş devinim ilişkisine göreceli bakışı, materyalizmi yadsıma olarak algılanmıştır.5 Kısacası çağdaşları arasında Mustafa Kemal kadar ilerici başka bir lider çıkmamıştır.


İdeolojiler bir toplumun sorunlarını çözme iddiasında olan ve bir yanıyla da bu sorunların çözülebilmesi için gerekli istenci yaratmak zorunda olan sistemlerdir. Bu yüzden ideolojilerin bilimsel olduğu ya da ideolojinin bilim olduğu savları büyük yanılgıdır. İdeolojiler ancak kullandıkları yöntemin bilimsel yönteme yakınlığıyla anlam kazanırlar. Nedir bilimsel yöntemin ilkeleri? Öncelikle çözülmesi gereken sorunların sınır koşullarıyla birlikte belirlenmesi. İşte biz bu sınırları öncelikle Misak-ı Milli sınırları ve bununla birlikte bir üst aşamada Avrasya coğrafyası olarak belirliyoruz. Böylece son tahlilde sömürgeciliği destekleme durumunda kalan evrensel ideolojilerin tüm insanlığın sorunlarını çözme iddialarına karşı biz Kemalizmi ulusal bir ideoloji olarak tanımlıyoruz. Çünkü marksizm de dahil sözde evrensel olma iddiasındaki ideolojiler, aslında çok önemli olan ayrıntıları kaçırdıkları için sömürgecilik(emperyalizm)/azgelişmişlik ilişkisini kavrayamamış ve sömürülen milletlerin sorunlarını çözebilecek bir kuram geliştirememişlerdir.
Bilimsel yöntemin ikinci önemli koşulu ise kuramınızın ayrıntılı ve açık olmasıdır. Bu şekilde oluşturulacak kuramlar yanlışlanmaya açık oldukları için bilimsel olarak da sınanabilirler. Böylece bir toplumun kaderiyle kumar oynamak yerine kuramdaki yanlışları ayıklayarak daha doğruya ulaşma şansını yakalayabilirsiniz. Herşeyi açıklama iddiasında olan ve örneklerle doğrulamaya dayanan ideolojiler bilimsel değildir. Çünkü bunlar karşılaşılan her yeni durum karşısında kuramlarını sınamak yerine kuramlarını bu yeni kavramları içerecek şekilde genişletirler. Bu bilimsel değil, her zaman haklı çıkmaya şartlanmış, dogmatik bir tavırdır.
AYDINLANMA 1923 Kemalist ideolojiyi bilim olarak tanımlamamakla birlikte bilimsel yöntem olarak Mustafa Kemal’in de kullandığı eleştirel akılcılığı kullanmak çabasındadır. Amacımız birilerinin kuramlarını doğrulamak için halkımızın geleceğiyle oynamak değil; ülkeyi ve ulusu içine düştüğü çıkmazdan kurtarabilcek yolların açılmasına katkı vermektir. Bunu yapmak için ideoloji de yöntem de bellidir.
Biz Kemalist ideolojiyi bir toplum mühendisliği projesi olarak tanımlayıp, ülkemizin problemlerinin çözülebilmesi için Mustafa Kemal’in önerdiği ve şimdiye kadar yanlışlanmayan altı ilkeye dayalı kuramsal yapı olarak görüyoruz. Bu ideolojinin dondurulmadan ve eleştirel akılcı (bilimsel) yöntemle ülkemizin bugünkü sorunlarının da çözülmesinde gerekli olan teorik alt yapıyı sağlayabileceği iddiasındayız.
Aydınlanma 1923’ün temel anlayışı aşağıdaki üç maddeyle özetlenebilir.
1-Doğruluğu sınanmış ve hala geçerli olduğu görülen ön kabullere dayanarak (altı ilke ve Mustafa Kemal’in belirlediği esaslar)
2- Ülke sorunlarına, bazı dogmaları doğrulamak için değil, amacı problemi çözmek olan bir mühendis gibi bakabilmek
3- Bilim felsefesinde genel kabul gören eleştirel akılcı ve yanlışlamaya dayalı yöntemi kullanmak.
Toplum mühendisliği burada laf olsun diye kullanılmış bir kavram değildir. Genelde sorunlara bütüncül yaklaşamayan ve ideolojik şartlanmaların etkisinden kurtulamayan bir anlayış yerine, bir mühendisin karşılaştığı bir problemi çözerken kulandığı yöntemin, bu alanlarda da kullanılabileceği düşüncesindeyiz. Problemi başlangıç ve sınır koşullarıyla birlikte doğru olarak tanımlamak, çözüme yönelik bir matematiksel model kurmak, daha sonra her aşamada değişen parametreler için bu modeli sınamak. Kimi zaman karşılaşılan problemlerin mutlak çözümü olmayadabilir. Örneğin, istatistik mekanik ya da akışkanlar mekaniği gibi kimi alanlarda doğada karşılaşılan bazı problemlerin matematiksel bir modeli kurulsa dahi bu modelin matematik anlamda çözümü olmayabilir. Bu gibi durumlarda da ardışık yinelemelere dayanan ve yaklaşık sonuçlar bulmayı sağlayan sayısal yöntemler kullanılır. Yani nihai amaç, sorunu var olan ve sınanabilen olgularla çelişkiye düşmeden mümkün olan en doğru şekilde çözebilmektir. İşte Kemalistler önümüzdeki yıllarda bu anlayışla ülke sorunlarını çözmeye adaydırlar.
Bu sayımızdaki yazılarımızda değineceğimiz marksist ideolojinin üç önemli dayanağı, doğrulama, determinist tarih anlayışı ve evrensel olma iddiasıdır. Bunların üçü de günümüzün doğa bilimleri ve bilim felsefesi tarafından yanlışlandığı gibi Marx’ın bu ilkeler çerçevesinde ortaya koyduğu tahminlerinin önemli bir bölümünün geçersizliği de tarih tarafından ortaya konmuştur.
Marx’ın teorisi kendi döneminin bilim anlayışı ile büyük paralellikler gösterir ve onu, teorisi günümüzün doğa bilimleri ve bilim felsefesi anlayışına uymuyor diye eleştirmek haksızlık olur. Ama bugün çağının gerisinde kalmış marksistlerin, kendi düşüncelerine uymayan her tezi, her kuramı neoliberalizm olarak yaftalamaları da kabul edilebilir bir şey değildir. Bunun son örneği de Teori Dergisi’nin Aralık 1997 sayısında Mehmet Ulusoy tarafından ortaya konmuştur. Sosyalist gruplar içinde antiemperyalist çizgileri ve Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar ve sorunlarla ilgili genellikle doğru analizleri nedeniyle önemsediğimiz İşçi Parti’sinin yayın organında yayımlanan, ciddiyetten uzak bulduğumuzu belirtmemiz gereken bu yazıda Ulusoy, bizi neoliberalizmin tuzaklarına düşmememiz için (haddini aşarak) dostça uyarmış.
AYDINLANMA 1923, 16 sayısının her birinde emperyalizme karşı sağlam tutarlı bir tavır koymuş ve bunu sürekli geliştirmiştir. Bunu yaparken ideoloji olarak Kemalizmi, yöntem olarak eleştirel akılcılığı kullanmıştır. Aynen Mustafa Kemal gibi. Şimdi yöntem olarak “bilimsel sosyalizmi” (bilimsel sosyalizmin bilimle uzaktan yakından ilişkisi olmadığını da belirtelim ) kullanmadığımız için bizi eleştirmeye kalkan Sayın Ulusoy’a şunu söylemek zorundayız. Biz anti emperyalist tavrımızı her ortamda dile getiren, bunu ispatlamış bir topluluğuz. Aldığımız eğitimin de desteğiyle, her türlü dogmatizmi reddeden ve çağın bilimsel gelişmelerini yakından izlememiz gerektiğini bize öğütlemiş bir liderin çocukları olarak antiemperyalist mücadelemizi gerçek anlamda bilimsel olan bir yöntemle sürdürme çabasındayız. Bizler, emperyalizmin karşı koymasına rağmen ulusal devleti kurmuş ve bunu ulusal ekonominin üzerine oturtmuş Mustafa Kemal’in ideolojisi ve yöntemini benimsemiş bir topluluk olarak, antiemperyalizmi, ulusal bağımsızlığı, emperyalizme karşı sürdürdüğümüz mücadelede hangi yöntemi kullanacağımızı özellikle de Türkiye pratiğinde önemli bir başarısı olmayan sosyalistlerden öğrenecek değiliz. Ulusoy’un tavrı herşeyin çözümünü Kuran-ı Kerim’de arayan köktendincilerin tavrından çok da farklı değil. Üstelik yazısı incelendiğinde pek çok bilgi hatası yanında kasıtlı olarak yapıldığı belli kimi zorlama yorumlar da var.
Ulusoy’un yazısı okunduğunda, donanımıyla ve bilgisiyle bir postmodernistle başa çıkmakta zorlanacağı anlaşılıyor. Oysa biz bu kesimlerle tartışarak düşüncelerimizi defalarca sınadık ve her tartışmada da postmodernistleri, neoliberalleri, bilim düşmanlarını köşeye sıkıştırdık. Bilimsel hiçbir veriye ve yönteme dayanmayan yalnızca sözde bilimsel olan ideolojisiyle Ulusoy’un bize herhangi bir katkısı olabileceği kanısında da değiliz. Biz emperyalizme kendi yöntemimiz ve ideolojimiz Kemalizm ile kafa tutarız ve temel referansımız da Mustafa Kemal’in eylem ve düşünceleri ile onun bize bıraktığı mirastır. Bir marksistin Mustafa Kemal’in “Ben size dogmalar ve ayetler bırakmadım.” sözünü anlayabilmesini de beklemiyoruz. Bilimsel sosyalizmin yöntem olarak ideoloji ve eylemimizin belirlenmesine herhangi bir katkısı yoktur. Ama kendi düşüncelerimizi sosyalistlerin ürettikleriyle sınamaktan çekinmeyiz. AYDINLANMA 1923 hareketi dört yılı aşkın bir süredir antiemperyalist ve ulusal bağımsızlıkçı bir söylemin sahibi olmuştur. Bununla da kalmayıp Atatürkçü pek çok gencin ülkenin sorununu sadece laiklik olarak algılamasının da önüne geçmiş, onları günümüzün emperyalizmi yani küreselleşme ile tanıştırmıştır. AYDINLANMA 1923 kapitalizme de marksizm ve sosyal demokrasiye de azgelişmişlerin sömürülmesini destekledikleri için karşı çıkmış ve Kemalizmi antiemperyalist, bir ulusal ideoloji, bir üçüncü yol olarak tanımlamıştır.
Kaynakça
1- Göker, H. Bilim Teknoloji Sanayi Üçlemesi, 1995, Sarmal Yayınları, s:110-111 2- Perinçek, D. Kemalist Devrim 2 Din ve Allah, 1994, Kaynak Yayınları, s:114 3- Frank, P. Doğa Bilimlerinde Pozitivizm, 1995, Spartaküs Yayınları s:21 4- Yıldırım, C. Bilim Tarihi, 1994, Remzi Kitabevi, s:152-153 5- Yıldırım, C. Bilimsel Düşünme Yöntemi, 1997, Bilgi Yayınevi, s:75
__________________


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.....

"Arkadaşlar, gerçi bizden evvel bir çok teşebbüsler yapılmıştır.Fakat onlar muvaffak olamadılar.Çünkü teşkilatsız işe başladılar.Biz kuracağımız teşkilat ile bir gün mutlaka ve behemahal muvaffak olacağız.Vatanı,milleti kurtaracağız...”
Mustafa KEMAL

Benzer Konular

5 Mayıs 2011 / Misafir Soru-Cevap
3 Nisan 2011 / Misafir Soru-Cevap