Arama

Osmanlı Devlet Teşkilatı

Güncelleme: 26 Aralık 2011 Gösterim: 67.014 Cevap: 10
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devlet Teşkilatı

Sponsorlu Bağlantılar
Osmanlı'da Devlet teşkilâtı,
  1. Merkez Teşkilâtı
  2. Eyâlet Teşkilâtı
olmak üzere ikiye ayrılırdı.

1. Merkez Teşkilâtı
Merkeziyetçi idareye sahip Osmanlı Devleti'nin başı, (Padişah), (Sultan), (Hünkâr), (Hân), (Hakan) da denilen hükümdardı. Padişah, bütün ülkenin hâkimi, idarecisi ve Osmanlı hanedanının temsilcisidir. Osmanlı padişahları Sultan Birinci Selim Hân (1512-1520) zamanında 1516 tarihinden itibaren Halîfe sıfatını kazanmalarıyla, Müslümanların da lideri oldular. Padişah, ülkede mutlak hâkim, dünyada da Müslümanların temsilcisi olmasına rağmen; salâhiyetleri, vazifeleri kanunnâmedeki ser'î, örfî hukuka göredir. Vazife ve salâhiyetleri, devlet teşkilâtında müesseseler ve yüksek kademeli memurlar tarafından da paylaşılırdı. Divân-i Hümâyûn ve Sadr-i âzam padişahın en büyük yardımcılarıydı. Divân-i Hümâyûn (Bakanlar Kurulu) Sadr-i âzam da (Başbakan) mahiyetindeydi. Divân-i Hümâyûn da devletin birinci derecede önemli mülkî, idarî, ser'î, mâlî, siyâsî, askerî meseleleri görüşülüp, karara bağlanırdı.
Divân-i Hümâyûn;
  • Padişah adına Sadr-i âzam,
  • Kubbe vezirleri, Kadi-askerler,
  • Nişancı ve Defterdarlardan
meydana gelirdi. Ondokuzuncu yüzyılda Osmanlı kabinesi;
  • Sadr-i âzam (Başbakan),
  • Sadâret Kethüdâhgi (İçişleri Bakanlığı),
  • Reisü'l-küttaplık (Dışişleri Bakanlığı),
  • Defterdarlık (Mâliye Bakanlığı),
  • Çavuşbaşlılık (Adalet Bakanlığı)
  • Yeniçeri Ağalığı-1826'da Seraskerlik (Millî Savunma Bakanlığı),
  • Kapudan-i deryalık (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı)
makamı sahiplerinden meydana gelirdi.
Divân-i Hümayûn'da;
  • Amedi,
  • Beylikçi (Divân),
  • Tahvil,
  • Ruus,
  • Teşrifatçılık,
  • Vakanüvislik,
  • Mühimme kalemleriyle;
    • Mühimme,
    • Rikab Mühimmesi,
    • Ahkâm,
    • Tahvil,
    • Ruus defterleri
vardı.
Defterler, arşiv mahiyetindeki Defterhâne'de muhafaza edilirdi.

2. Eyâlet Teşkilâtı
Devlet teşkilâtında en büyük idarî bölümdü. Eyâletler sancak, kaza ve nahiyelere bölünmüştü. Eyâleti beylerbeyi, sancağı sancakbeyi idare ederdi. Eyâletler gelir bakımından yıllık ve yıllıksız olmak üzere ikiye ayrılırdı. Eyâletlerin merkez teşkilâtına benzer idare tarzı vardı. Şehirler kadı tarafından idare edilip, belediye hizmetlerini ve emniyetini sağlamakla subaşı vazifeliydi.

Siyâsî ve Hukukî İdare
Osmanlı Devleti siyâsî ve hukukî idaresi bakımından tam mânâsı ile bir İslâm devleti idi. Osmanlı hukuku içinde (Örfi Hukuk) adi verilen sistem İslâm hukukunun içinde bir mevzudur. İslâm hukukunda açıkça belli olmayan hususlar. İslâm prensiplerine aykırı olmamak şartı ile, Şeyhülislâmların fetvaları ve kanun ve kanunnâmeler seklinde düzenlenirdi. Yasama yetkisi padişahındı ve padişah adına yapılırdı. Medenî hukukta Hanefî Mezhebi'nin hukuk sistemi tatbik ediliyordu. Ceza hukuku ve diğer sahalarda (Sultanî hukuk) da denilen örfî hukuk tatbik edilmekte idi.
Osmanlı hukuk düzeni içerisinde idare, mâliye, ceza ve benzeri konularla ilgili alanlarda padişahın emir ve fermanlarında bulunan değişik meseleler ile ilgili kanunnâmeler vardı. Osmanlı Devletinde ilk kanun-nâme Fatih Sultan Mehmet Hân (1451-1481) tarafından çıkarıldı. İkinci kanunnâme Sultan Süleyman Hân (1520-1566) Kanun-nâmesi'dir. Bu' kanunnâmelerde saltanatla ilgili konular yanında reaya ve Müslüman halkın devlet düzeni içindeki davranışlarını belirleyen hükümler vardır. Onaltinci yüzyılda konularda Zenbilli Âli Efendi ve Ebussuud Efendi'nin şeyhülislâmlıkları zamanında kanunnâmeler ortaya kondu.
Büyük ve uzun ömürlü devletler üstün adaletle kâimdir. Zulüm üzerine kurulmuş devlet ve imparatorluklarda olmuş ise de ömürleri kısa sürmüştür. Kendisine mahsus hususiyetleri, bilhassa kendi dışındaki dinlere tanıdığı çok geniş haklar, daha doğru bir ifade ile diğer dinlerin islerine, ibâdetlerine ve âdetlerine hiç karışmamakla özellik gösteren Türk adaleti çok yüksek meziyetlere sahip bir adalettir.
Onaltinci yüzyıl için F. Dowey söyle demektedir;
"Birçok Hıristiyan, adaleti ağır ve kararsız olan Hıristiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak, Osmanlı ülkelerine gelip yerleşiyorlardı."
Onbesinci yüzyıl için F. Babinger ise;
"Osmanlı padişahının ülkesinde herkes kendi hâlinde bahtiyâr olabilirdi. Mutlak bir dînî hürriyet hüküm sürerdi ve kimse su veya bu inanca sahip olduğundan dolayı bir güçlükle karsılaşmazdı."
demektedir. Bizzat padişah adalete itaat ederdi. Üçüncü Sultan Mustafa Hân (1757-1774) beylerbeyi sarayını genişletmek istemişti. Bunun için civardaki bir dul kadının arsasını almak lâzımdı. Kadın arsasını satmak istemeyince, padişah zorla arsayı almayı aklından geçirmedi. Fakat sarayın eskiyen bir kısmını yıktırdı ve halka mahsus bir bahçe hâline getirdi.
Osmanlılar'da bir hizmet karşılığı vazife gören devlet memurları vardı. Yaptıkları is karşılığında kendilerine bir ödemede bulunulurdu. Bir de şehirlerde oturan esnaf ve tüccarlar, nihayet devletin temelini teşkil eden çoğu üretici köylü vardı. Bunlara reaya denirdi. Vergi vermesi nüfusun büyük kısmını meydana getirmesi bakımından köylü, devlet için halkın ve tebeanin esas kesimi sayılıyordu. Sultan Birinci Süleyman Hân reayanın, yani köylünün, devletin efendisi olduğunu söylemiştir. Üretici güç, büyük ölçüde köylülerin elindedir. Bu güç olmaksızın ordu ve devlet mümkün değildir.
Şehirlerin dışında kalan ve köylerde yasayan kalabalık halk topluluğu daha çok tarım, hayvancılık ve değişik toprak isçilikleriyle uğraşırdı. Müslüman halk, devletin İslâm Dîni esaslarına dayanan umûmî kaidelere göre yönetilir, asker alınır, kabiliyetli olanlar ise daha başka devlet görevlerine yükselirlerdi. Köylerde yasayan halk topluluğundan zanaat sahibi olan veya olmak isteyenler şehir ve kasabalara gidip kendileri için elverişli olan islere girerdi. Gayr-i Müslîm halk genellikle Hıristiyan ve Yahudi topluluklarından meydana geliyordu ve bu toplulukların hepsine de reaya deniyordu. Sonradan gayr-i Müslimlere ekalliyet, yani azınlık denilmeye başlandı.
Osmanlı Devleti'nde kuruluşundan itibaren devlet idaresinde yürütme ve yargılama gücü ayrı olarak düşünülüp ve tatbik edildi. Eyâlet yöneticileri padişahın yürütme yetkisini, kadılar da yargılama yetkisini temsil etmektedir. Osmanlılar bu iki kuvvet ayırımını adil bir devlet idaresi için esas kabul etmektedir.
Osmanlılar bütün müesseselerini kendinden önceki İslâm ve Türk devletlerinden alıp ve devrin şartlarına göre geliştirdiler. Esasen ilk Osmanlı yöneticilerinin Anadolu Selçukluları, Karaman, Germiyan gibi esas itibariyle İslâm ve Türk sisteminden gelmiş kimseler olduğu, Osmanlı Devleti'nin bu sistemin, meydana getirdiği bir siyâsî ve hukukî düzene sahip bulunduğu ortadadır.
Osmanlı Devleti'nin gerileme devresiyle birlikte, Batinin siyâsî ve hukukî müesseselerinin devlet sistemine büyük çapta etki yaptığı ve bu dönem içinde eskinin yanında, yeninin de ortaya çıktığı görülmektedir. Osmanlı Devleti'nin siyâsî ve hukukî rejiminin belli baslı unsuru bütün gelişmelere rağmen, İslâm Dinî esasları oldu. Bu esaslara göre, temel; adalettir, Îslâmiyet bu bakımdan devletin temelini meydana getirir. Padişah dînin koruyucusu, halk onun tebeasidir. Padişah'a bütün yetkilerin verilmesinin sebebi, onun adaleti gerçekleştirmesi içindir. Osmanlılar'da medenî hukukla evlenme ve boşanmada tamamen İslâm Hukukuna göre Hanefi mezhebi hükmü tatbik edilmektedir. Birden fazla ve dört kadına kadar evlenmek sanıldığı kadar kolay ve yaygın değildi. Miras hukukunda, İslamî hükümler tatbik edildi. Esasi Hanefi Hukuku olup, bunu sonradan Cevdet Pasa, (Mecelle) adi verilen eserde toplamıştır. Osmanlılar İlay-i Kelimetullah (Allah'ın Emirlerinin üstün tutulması uygulanması) uğruna mücâdele edip, fetihlerde bulunup, Nizâm-i Âlem için çalışılarak idare etmişlerdir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devlet Teşkilatı

Sponsorlu Bağlantılar
1. Divan-ı Hümayun ve Bab-ı Ali

a-) İmparatorluk Hükümeti

Hükümete önceleri Divan-ı hümayun, sonraları imparatorluk düşünceye kadar, "Bab-ı Ali" denmiştir. Divan-ı hümayun imparatorluk bakanlar kuruludur. Başkanı vezir-i azamdır. Divan-ı hümayun, Topkapı Sarayında, "Kubbe Altı" denen yerde toplanırdı. Bu küçücük salonda alınan kararlar, dünyanın en büyük kısmında tatbik edilirdi.Divan-u Hümayun'dan çıkan kararlar, Allah'ın buyruğundan hemen sonra gelirdi.
b-) Divan-ı Hümayun nasıl çalışırdı?
Divan-ı Hümayun'un tabii ve tek başkanı sadrazam veya onun vekili idi. Kıdem ve ehemmiyet sırasına göre ondan sonra gelen üyeleri şöyleydi: İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci vezir. Bunlar aynen bu numara sayısına göre divanda sadrazamın sağından başlayarak otururlardı.
Sadrazamın solu, Divan'ın diğer üyelerine mahsustu. Bunlar sadrazamın müşavirleri ve yardımcılarıdır. Sadrazamlar en çok ikinci vezirler arasından seçilirdi. 2.vezirlik, sadarete namzetlik demekti. Sadrazamın divana başkanlık etmesi görevlerinin en başında geleniydi. Ancak çok büyük mazeretler onun bu birinci görevden alıkoyardı. Sadrazam seferde ise, görevle başka bir şehre gitmişse, padişah, bir başbakan vekili tayin ederdi ve bu vekil sadrazamın salahiyetlerine sahipti.
Divan-ı Hümayun'un diğer üyeleri şunlardır:
Kaptan-ı Derya: Deniz kuvvetleri kumandanı ve Cezair-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları, merkezi: Gelibolu) eyaletinin tabii beylerbeyisidir. Büyük-amiral rütbesindedir.
Kahya Bey: Sadrazamın muavini ve gerçek dahiliye nazırıdır. Vezir derecesindedir.
Yeniçeri Ağası: Merkezdeki Kapıkulu Ocakları'nın en mühimmi olan Yeniçeri Ocağı'nın kumandanı. Rütbesi beylerbeyi (orgeneral) derecesindedir.
Rumeli Kazaskeri: Gerek adalet, gerek eğitim, gerekse din mevzularına bakan, fakat Divan-ı Hümayun üyesi olmayan, imparatorluğun sadrazamdan sonra 2.memuru olduğu için, kendisi ayrıca kendi uğraştığı meselelerde küçücük bir divan toplıyan şeyhülislâmın birinci yardımcısı.
Anadolu Kazaskeri: Durumu, Rumeli Kazaskeri'nin aynı. Aynı şekilde şeyhülislâmın 2. yardımcısı. Rumeli kazaskerliği olsun, Anadolu kazaskerliği olsun, vezir (mareşal) rütbesine eşit dini-ilmi-kazai rütbe idi.
Kısaca bu iki kazasker, bugünkü adalet bakanlığı ile eğitim ve kültür bakanlıklarından başka, diyanet işlerini de aralarında paylaşırlardı.

Nişancı: Devlet Bakanı, Kalemmiye'den gelirdi. İlk devirlerde nişancıları dış işleri bakanı, reisülküttabları dış işleri genel sekreteri sayabiliriz. 1650'den itibaren reisülküttablar, gerçek dış işleri bakanı olmuşlardır.
Başdeftardar veya Şıkk-ı Evvel Deftardarı: Klasik maliye bakanı. Vezirlerle eşit şekilde hizmet ederdi. Maliyecilerden seçilirdi.
Reisülküttab: ilk devirlerde Nişancı'nın muavini veya genel sekreteri olduğu için Divan üyesi değildi. Divan toplantılarına katılırdı. Sonradan Divan üyesi ve gerçek dış işleri bakanı oldu.
Müzakere zabıtları tutulur ve kararlar Mühimme Defterleri'nde tesbit edilirdi.
Bu işi Divan-ı Hümayun katipleri yapardı.


c-) Vezirler

Vezirler ikiye ayrılırdı:
  1. Divan üyesi Kubbealtı Vezirleri
  2. Eyalet vezirleri
Vezir, askeri-mülki bir rütbe idi. Hem askerden, hem sivilden gelen, ilmiyye'ye mensub olmamak şartıyle vezir payesine yükselebilirdi.
Binaenaleyh Divan, önceleri bir vezir, vezir derecesinde bir beylerbeyi ve sair üyelerden meydana geliyordu. Beylerbeyiler ve vezirler çoğalınca, beylerbeyi dışındaki vezir'e "vezir-i azam- en büyük vezir" dendi.
I. Murad tahta çıkar çıkmaz (Mart 1362), Edirne'nin fethi ile de devlet, bir imparatorluk haline geldi. İki eyalete ayrıldı. Vezirlerin sayısı da arttı. Gerçek "vezir-i azamlık" devresi başladı.

d-) Cihan Devleti Devrinde Vezir olmanın ve Rütbe atlamanın zorluğu

XVI. asır sonlarına kadar devletten rütbe almak, bir rütbe yükselmek, çok zor işti. Çok büyük başarılara bağlıydı. Vezir olmanın çok zor olduğunu şu örnek açıkca ortaya koyar:
Barbaros Hayreddin Paşa, tarihin belki en büyük amiralidir. Preveze gibi tarihin belki en büyük açık deniz muharebesini kazanmıştı. Daha pek çok açık deniz muharebesinin yenilmez kumandanı idi. Akdeniz'i Türk gölü haline getirmişti. Cezayir hükümdarı iken, kendi arzusuyla, hiç bir zorlama ve en küçük tehdit olmaksızın, ağabeyiyle beraber fethettikleri bu çok mühim ülkeyi, devlete hediye etmişti. Avrupa'da şanı "Cezayir kralı= Roy d'Alger" idi. Avrupa'da itibarı, büyük bir hükümdar idi. Kanuni'nin en yakın müşaviri derecesine yükselmiş, padişah katında nüfuzu, İbrahim Paşa'nın ölümünden sonra gelen bütün vezir-i azamların nüfuzunun üzerine çıkmıştı. Böyle bir adama vezirlik (büyük-amirallik) verilmedi. Barbaros Hayreddin Paşa, beylerbeyi (oramiral) olarak öldü.
e-) Kahya Bey
Klasik devirde, sadrazamın en yakın yardımcısı ve bugünki anlayışımıza göre dahiliye nazırıdır.
Resmi adı "Sadaret ked hudası'dır. Sadaret kedhudasının özel kalem müdürüne "kahya katibi" denilirdi.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devlet Teşkilatı

2. Dış İşleri

a-) Nişancı ve Reisülküttab

Çok büyük ülkeleri, hatta iklimleri elinde tutan bir imparatorlukta dış işleri, çok mühimdi. Bizzat padişah ve sadrazam dış politika ile uğraşırlardı. Bu, padişahla sadrazımın ve Divan-ı Hümayun'un işiydi. Dış politikada kararları ancak bunlar alabilirlerdi. Ancak dış yazışmalara büyük bir büro icab ediyordu. İşte bu büronun başında "reisü'l-küttab" yani "katiblerin reisi" ve onun amiri olarak da namelere padişah mührü basarak son tasdik formalitesini tamamlıyan nişancı bulunuyordu.
İşte dış işleri bakanlığı, bu nişancı ve reisülküttab'ın amiri bulunduğu teşkilattan doğdu.
Nişancılık görevi, Fatih devrinden başlar. 1453'ten 1650'ye kadar 2 asır nişancı, hariciye nazırı, dış işleri bakanı durumundadır. Reisülküttab da dış işleri genel sekreteridir. 1650'de kanunda değişiklik yapılır: Nişancı protokolde gene reisülküttab'dan önce gelmekle beraber, dış politikaya ait işler tamamen reisülküttab'a bağlanır, nişancı yalnız diğer kanuni işleriyle uğraşır.

b-) Reisülküttablık Teşkilatı
Reisülküttab Efendi'nin yardımcısı, "beylikçi" idi. Reisülküttab, Divan üyesi, yani bakan'dı. Beylikçi vasıtasıyle bütün dış muhaberatı idare ederdi. Beylikçinin emrinde üç büyük büro vardı. Bu bürolar aynı zamanda bir çok dahili ve resmi yazıların da son mercii idi. "Şerhli" denilen birinci büro, resmi yazıların kopyalarını çıkartıp arşive kaldırırdı. "Gedikli" denilen ikinci büro, dirliklerle (toprak tevcihatı) uğraşır, buna ait berat'ları düzenlerdi. Üçüncü büroda, berat'larla değil, yalnız ferman'larla uğraşılırdı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devlet Teşkilatı

3. Sadrazam

a-) Sadrazam Kimdir?
Osmanlı devletinde başbakana "sadrazam" denmektedir. Fakat bu tabir, 17. asrın 2. yarısından, itibaren yerleşmiştir. Ondan önce "vezir-i azam" denilirdi. Sadrazam, devletin her türlü işinden mesul, en yüksek görevlidir. Sadrazam, padişahtan sonra gelen adam olmuştur. Sadrazam hükümetin başı olduğu gibi, başta silahlı kuvvetler olmak üzere, her şeyin başıdır, her şeyden sorumludur.
Çandarlılar'ın 1453'te düşmesine kadar vezir-i azam, mülkiyye sınıfından gelirdi, yani sivildi. 1453'te İstanbul'un Fethi ile sadaret makamı, Tanzimat'a kadar, askeri- mülki bir görev oldu.

b-) Kim Sadrazam Olabilirdi?
Osmanlı düzeni ki, çok uzun asırlar dünyanın pek büyük ve en değerli ülkelerinde hükümran olmuştur, bir faniyi, bir insanı, bir vatandaşı, en çok sadrazamlığa kadar yükseltirdi. Daha ötesinde zaten tek kişi vardı: Padişah. Ama padişah olmak için Osman Gazi'nin kanından ve erkek neslinden gelmek şarttı.
Fatih, devletin ölümsüz kılınması için, zirvede mücadelenin olmamasını sağlamak için ve "nizam-ı alem" terkibini kullanarak anayasa maddesi koymuştu. Zirvede mücadelenin devlet yıkacağını o da, halefleri de biliyorlardı.
Mücadele, en fazla sadrazam olmak için yapılabilirdi. Avrupa'da olduğu gibi başbakanlığa yükselmek için asalet payesinde bulunmak gibi bir şart yoktu. Esir menşe'den gelse bile, en mütevazi adamın oğlu olsa bile, her Osmanlı tab'ası, bu makama geçeceğini ümid edebilirdi.

c-) Sadrazama ait Protokol
Sadrazama ait protokol çok ince ayrıntıya kadar tesbit edilmişti. Padişahın hatt-ı hümayunu resmen, açık olarak, halk önünde, askeri ve dini törenle okunmakla bir vezir, sadrazam olmuş sayılırdı.
III. Murad'ın cülusuna (22 aralık 1574) kadar vezir-i azam, padişahın elini öperdi. Topkapı Sarayı'na çıktığı zaman, Sokollu Mehmed Paşa, protokolü bozdu ve padişahı etekliyerek eteğini öptü. Bundan sonra vezir-i azamlar etek öpmeye başladılar.
5 Ağustos 1650'de büyük bir protokol değişikliği oldu. Bu tarihte Damad Melek Ahmed Paşa, vezir-i azam olarak ilk defa huzur-ı hümayuna çıktı. 9 yaşındaki IV. Mehmed'in tahtının karşısında, asırlardan beri sadrazamların padişahla konuşurken oturdukları iskemle konulmuştu. Melek Paşa, teeddüben oturmayıp ayakta konuştu. Bundan böyle sadrazamlar, ancak ayakta padişaha maruzat'da bulunmaya başladılar.
Sadrazamların cenaze namazlarını Fatih Camii'nde kılınması gelenekti.

d-) Serdar-ı Ekrem olarak Sadrazam
Sadrazam, padişah namına, ordunun bütün işlerinden sorumlu olan en büyük amirdi. Seferde, bizzat başkumandanlık edebilirdi. Sefer halinde bizzat başkumandanlık yapan vezir-i azama "serdar-ı ekrem" denilirdi.
İlk padişahların hepsi, ordularına başkumandanlık etmiş, zaferler kazandırmış, bizzat imparatorluğu ve cihan devletini kurmuş, deha sahibi çok büyük askerlerdi.
1566'da Kanuni'nin Sigetvar'da ölümünden sonra padişahların bizzat başkumandanlık etmeleri geleneği bozuldu. Sadrazam, "serdar-ı ekrem" sıfatını taşıdığı müddet içinde, aynen padişahtı. Bu salahiyetleri, sefer için İstanbul veya Edirne'den hareket ettiği, sarayından çadırına geçtiği an başlar, Edirne veya İstanbul'a dönüp seferi anlatmak üzere huzur-ı hümayuna çıktığı an sonra ererdi. Serdar-ı ekrem sıfatıyle sadrazam, padişaha ait salahiyetleri, kendi adına değil, padişah adına kullanırdı.
Muzaffer serdar-ı ekremler, son derecede büyük merasimlerle karşılanır; padişah, mücevherli kılıç, bazan mücevherli tac ile mükafatlandırırdı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Aralık 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devlet Yönetimi

Osmanlı Devleti mutlak monarşi ile yönetilirdi. Devletin başında Osmanlı soyundan gelen bir padişah bulunurdu.Hükümdarlık babadan oğla geçerdi.Osmanlı hükümdarları; Bey, Padişah, Gazi, Han, Hakan, Sultan, Hünkâr, Hüdavendigar gibi unvanlar kullanırlardı.Padişahlar, Yavuz Sultan Selim’den itibaren “halife” unvanını da kullanmaya başladılar.Padişah çocuklarına “çelebi” veya “şehzade” denilirdi.Şehzadeler sancaklara atanır ve yanlarına “lala” adı verilen bir öğretmen verilirdi.
Hükümdarlık alameti; adına hutbe okutmak ve para bastırmaktı.

Divan-Hümayun (Divan)

Devletin önemli işlerinin görüşülüp karara bağlandığı kuruldur. Divan bir danışma organıdır, yani son söz padişaha aittir. Divan’ın başkanı padişahtı. Divan’a Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nden itibaren sadrazamlar (Veziriazam) başkanlık etmiştir. Divan Orhan Bey döneminde kurulmuş, II. Mahmut tarafından kaldırılarak yerine nazırlıklar (bakanlıklar) kurulmuştur. Divan bugünkü Bakanlar Kurulu gibi çalışırdı.

Divan Üyeleri

Sadrazam (Veziriazam)


Padişahtan sonra en yetkili devlet adamı, padişahın vekilidir.Büyük devlet memurlarını atama, ilerletme, görevden alma yetkisine sahiptir.Padişah sefere çıkmadığı zamanlarda orduya komuta ederdi.Padişahın mührünü taşırdı.Padişah adına sözlü ve yazılı emirler verirdi.Sadrazam bugünkü “başbakan”ın görevini yürütürdü.

Vezirler

Bilgili ve değerli devlet adamlarıyla komutanlar arasından seçilirdi.Sadrazamın verdiği görevleri yerine getirirlerdi.Sadrazamdan sonra en yetkili kişilerdi.Bugünkü “milletvekilleri” nin (Devlet Bakanı) görevini yürütürlerdi.

Kazaskerler

Adalet işlerine bakarlar, kadıların ve müderrislerin atama, ilerletme ve görevden alma işlerini yaparlardı.Adalet, eğitim, kültür ve din işlerinden sorumlu Divan üyesiydi. Askeri davalara bakarlardı.Anadolu ve Rumeli olmak üzere iki kazasker bulunuyordu. Rumeli Kazaskeri yetki bakımından daha üstündü.Bugünkü “yargı” görevini yürütürlerdi.Günümüzde “Adalet, Milli Eğitim ve Kültür Bakanı” karşılığındadır.

Defterdarlar

Maliye işlerine bakar, bütçeyi hazırlarlardı, devletin gelir ve giderlerini denetlerdi.Anadolu ve Rumeli Defterdarı olmak üzere iki defterdar vardı. Rumeli’deki defterdar baş defterdardı.Bugünkü “Maliye Bakanı” görevini yürütürlerdi.

Nişancı

Kanunları iyi bilir, gerektiğinde Divan’da açıklamalarda bulunurdu, eski ve yeni yasaların farklarını incelerdi.Fethedilen toprakları gelirlerine göre ilgili defterlere kaydederdi.Devletlerarası yazışmaları sağlardı.Dirlikleri kaydeder ve dağıtımını yapardı.Tapu ve kadastro işlerine bakardı, ele geçirilen toprakları tapu defterine geçerdi.Yazışmalarda, ayrıca padişah ferman ve beratlarına padişahın “Tuğra” sını (imzasını) çekerdi.

Şeyhülislam

Ülkedeki din adamlarının, din işlerinin, medresenin ve ulemanın (bilim adamlarının) başı kabul edilirdi.
Devlet işlerinin, Divan’da verilen savaş, barış ve idam kararlarının, İslam dinine uygun olup olmadığına karar verirdi. Verdiği bu karara “fetva” denirdi.Padişahlar ve sadrazamlar yapacakları işler için şeyhülislamdan fetva alırlardı.Kuruluş döneminde Divan’ın asli üyesi olmayan şeyhülislam, Kanuni Dönemi’nde Divan’ın asli üyesi haline geldi.I. Mahmut dönemine kadar, müftü diye anılmıştır.

Kaptan-ı Derya

Deniz kuvvetlerinin başkomutanı idi.Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumluydu.Yükselme döneminde Divan’ın asli üyesi oldu.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 27 Nisan 2012 15:21 Sebep: Sayfa Yapısı
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
9 Nisan 2010       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Kurulus dönemi Osmanli Devleti'nde yönetim, eski Türk töresindeki asiret usûllerine göre tatbik ediliyordu. Bu mânâda memleket, ailenin müsterek mali sayiliyordu. Bununla beraber hükümdar, önemli konularda tek basina karar vermeyerek bir kisim devlet adaminin fikrine de müracaat ediyordu. Bu fonksiyon, daha sonra adina "Divan" denecek meclis (bir çesit bakanlar kurulu) tarafindan yerine getiriliyordu. Baslangiçta vezir-i azam ve vezirler, hükümdarin birinci derecede yardimcilari idi. Her sey belli kanun ve nizamlar çerçevesinde yürütülüyordu. Fâtih dönemine kadar örfe dayali olan bu sistem, Fâtih'le birlikte yazili kanun haline getirilmistir. Bununla beraber, devletin genel kanunlari disinda, her kaza ve sancagin ekonomik ve sosyal durumuna göre özel kanunlari vardi.
îdarede bütün yetki padisahin ve onu temsilen divanin elinde toplanmisti. Bu durum, mutlak bir merkezî otoriteyi ön plâna çikarmis oluyordu. Bu da devlete merkeziyetçi bir karekter kazandiriyordu. Çünkü daha kurulustan itibaren hükümdarlar, merkeziyetçilige giden bir yol tutmuslardi. Bu bakimdan bütün tayin ve aziller, merkezin bilgisi altinda yapiliyordu. Merkezin en önemli karar organi da "Divan-i Hümayûn" denilen müessese idi.

MsXLabs.org & OT
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
22 Haziran 2010       Mesaj #7
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Osmanlı Devleti


(Kuruluş, Yükselme, Durakla­ma, Gerileme ve Dağılma Dönemlerinde)


Devlet Yönetimi ve Padişah:

  • Osmanlı soyundan biri padişah olurdu (Saltanat sistemi)
  • Padişah, divana başkanlık eder, savaş, barış kararlarını verirdi. (Fatihten sonra divana başkanlığı vezir-i azam yapmıştır.)
  • Yönetim saraydan yapılırdı.
  • Taht için kardeş kardeşi öldürürdü.
  • Fatih Kanunname-i Al-i Osman ile iş başına geçen kardeş diğer kardeşlerini öldürme hakkını aldı. (Devletin sürekliliğini sağlama amacıyla)
  • Osmanlı sülalesinden en büyük ve en akıllı erkeğin tahta çıkması (Bu durum; Şehzadelerin devlet deneyimini kazanmasını orta­dan kaldırdı.)
  • I. Ahmet kardeşleri saraya toplayarak ülkeyi "Veraset Yasası" ile (Kanun-u Kadim, Kafes Sistemi, Eşber Sistemi) yönetti
  • Kuruluştan 1517'ye kadar yönetim mutlak, merkeziyetçi iken 1517'den sonra devlet mutlak merkeziyetçi ve teokratik yapıya dönüşmüştür. (Halifeliğin alınması ile din devleti haline gelmiştir. )
  • Duraklama, Gerileme ve Dağılma dönemlerinde iş başına yeteneksiz padişahlar geçmiştir.
  • Bu durum; Ülkenin siyasi, sosyal, askeri, ahlaki ve ekonomik bakımdan bozulmasına etken olmuştur.
  • Devlet hizmetine atananlar rüşvet, kayırma ile iş başına gelmiştir.
  • Devlet yönetiminde kuruluştan itibaren görev alabilmek için "Müslüman olma koşulu" aranırdı.
  • Bu durum Islahat Fermanıyla kaldırıldı.
  • Osmanlı padişahlarının erkek çocuklarına Şehzade kız çocuklarına Sultan, hanımlarına has odalık, annelerine de Valide Sultan denirdi.
Divan ve Divan Üyeleri.

a- Divan:
  • Devlet divan denilen kurul tarafından yönetilirdi. (Orhan Bey kurdu. II. Mahmut kaldırdı.)
  • Siyaset ekonomi, askerlik, hukuk, maliye işleri burada görüşülürdü. (Bugünkü anlamda Bakanlar kurulu)
  • Fatih'e kadar padişah, Fatihten sonra Vezir-i Azam divana başkanlık etmiştir.
  • II. Mahmut divanı kaldırmış ülkeyi Nazırlar (Bakanlar) yönetmiştir.
b- Vezir-i Azam (Büyük Vezir, Sadrazam)
  • Orhan Bey döneminde vezirlik makamı kurulurdu.
  • Fatih döneminde sayıları 3'e çıkarıldı (Bunlar arasında en yaşlısı Vezir-i Azam oldu)
  • Vezir-i Azam, Padişahın vekili hükümetin başkanı idi.
  • II. Mahmut döneminde sadrazamlık, başbakanlığa dönüştürüldü.
  • Padişahın mührü bulunurdu.
  • Fatihten sonra divana başkanlık etti.
c- Vezir:
  • Sancak beyleri, beylerbeyi gibi görevlerde bulunanlar arasından seçilirdi.
  • Kapıkulu askerlerine sahiptiler.
  • Bakanlık düzeyinde yetkileri vardı.
d- Kazasker:
  • Orhan Bey döneminde kuruldu.
  • Halka ve askeri sınıfa ait davalara, seriye ve hukuk işlerine bakardı.
  • Kadı ve müderrisleri atardı.
  • Adalet, eğitim ve öğretim
  • işlerinden sorumlu idi.
  • Fatih döneminde sayıları 2'ye çıkarıldı.
  • (Anadolu ve Rumeli kazaskeri olarak)
e- Defterdar:
  • Mali işlerden sorumluydu.
  • Padişahtan sonra hazineyi açma kapama yetkisine sahipti.
  • Ülkenin ekonomik durumunu, harcamaları divan görüşmelerine sunaıdı
  • Sayısı bir taneydi.
  • Fatihle defterdar sayısı 2'ye çıkarıldı (Anadolu ve Rumeli Defterdarı)
  • II. Mahmut döneminde Maliye Evkaf Bakanlığı kuruldu. (Maliye Bakanlığı)
f- Nişancı:
  • Ulema sınıfından seçilirdi.
  • Dini, adli konuları iyi bilirdi.
  • Devletlere gidecek mektupları yazardı.
  • Padişahın tuğrasını çekerdi (Resmi yazışmalarda)
  • Dirliklerin dağılımını yapardı.
  • Divanda tekti.
  • Tapu ve Kadostra kayıtlarıda nişancı tarafından tutulurdu.
g- Şeyhülislam (Müftü):
  • Dini konularda halkı aydınlatır, bilgi verirdi.
  • Fetva verirdi.
  • Savaş öncesi orduya dua eder, fetva verirdi.
  • Yavuz'a kadar divanın doğal üyesi değildi.
  • Halifelikle birlikte dog»n üye oldu.
  • Vezir-i Azamla eşit haklara sahip oldu.
h- Kaptan-ı Derya:
  • Kanuni dönemine kadar divanın doğal üyesi değildi.
  • Kanuni ile divanın doğal üyesi oldu.
  • Osmanlı donanmasının başında bulunan kişiye uKaptan-ı Derya" denirdi.
  • Geminin başında bulunanlara "Reis" denirdi.
  • Donanma askerlerine "Levent' denirdi.
  • Kaptan-ı Derya karada iken divan görüşmelerine katılırdı.
  • Denizde iken padişah yetkisini taşırdı.
  • Denizde divan toplayabilirdi.
I- Reis -Ül Küttap:
  • Divanda yazışmaları yapıyordu.
  • 16. yüzyılda divan üyesi oldu.
  • II Mahmut döneminde Hariciye (Dışişleri) bakanı haline getirildi.

Memleket Yönetini:

Memleket;

  • a)Merkeze bağlı.
  • b)Özel
  • c)Ayrıcalıklı (imtiyazlı) olmak üzere üçe ayrılmıştı.
  • Ülke sancaklara, sancaklar kaza ve köylere ayrılmıştır.
  • Topraklar genişleyince merkeze bağlı eyaletler ortaya çıkmıştır.
  • Eflak ve Boğdan beyliğine Voyvado denmiştir.
  • Sancak ve kazalarda güvenlikten Subaşı'
  • Kazaların yönetiminde yargılama işinden "kadı"
  • İstanbul'un güvenliğini de "Yeniçeri Ağası" sağlardı
  • Mısır 19. yüzyılda ayrıcalıklı eyalet haline getirildi. (Süveyş kanalının açılması, İngilizlerin eline geçmesi, Mısır sorunundan dolayı.) Mısır daha önce özel eyaletti.
Toprak Yönetimi:
  • Osmanlılarda toprak devletin malı olup, işletmesi için halka verilirdi.
  • Devlet tarafından dağıtılan topraklar "üç yıl üst üste işletilmediği takdirde" tımarlı kişiden alınır başkasına verilirdi. (Devlet işletmeseler de vergiyi alırdı.)
  • Toprağı işleyen kişiye "Reaya" denirdi.
Osmanlılarda toprak bölümleri şunlardır:

A- Dirlik:

1-Has: Padişah ve divan üyelerine verilen topraktır. Has toprağa sahip olanlar devlete 5 tane atlı asker yetiştirmek zorundadır. (Devlet hiç para harcamadan toprak sahiplerine asker yetiştirmiyordu.)
2-Zeamet: Orta dereceli memurlara verilen topraktır. Bunlarda devlete 3 tane atlı asker yetiştiriyordu.
3 - Tımar: Sipahilere verilen topraktır. 3 türlü tımar vardır.
a)Eşkinci Tımarı: Savaşta başarılı olan askerlere,
b)Hizmet Tımarı: Sarayda görevli olanlara,
c)Mustahfaz Tımarı: İmam ve hatiplere verilirdi. Bunlar da devlete 1 tane asker yetiştiriyordu.

B-Vakıf:

  • Geliri sosyal kurumlara ayrılan topraktır.
  • Bu topraklar üzerine; han, hamam, cami, medrese, kervansaray, çeşme ve hayır kurumları yapılırdı.
  • Bunlar satılmazdı.
C - Ocaklık:
Kale muhafızlarına ve tersane giderlerine ayrılan topraktır.
D-Yurtluk:
Sınırı koruma hizmetlerine ayrılan topraktır.
E - Mukatta:
Geliri doğrudan doğruya hazineye kalan topraktır.
F - Paşmaklık:
Geliri padişah eşleri, ve kızlarına ait topraktır.

Dirlik Sahiplerinin Görevleri:

  • Toprağın iyi işlenmesini sağlamak.
  • Vergi toplamak.Topladığı vergilerin bir kısmını maaş olarak kendisine ayıma, geri kalanı ile "Cebeli" yada "Sipahi" denilen atlı asker yetiştirmeye harcama.
  • Bölgenin güvenliğini sağlama.
Ordu ve Donanma:
  • Osmanlıların ilk kuruluşunda yalnız "atlı birlik" vardı.
  • Orhan Bey döneminde yaya ve atlı birlik (müsellem) kuruldu. (Düzenli Ordu)
  • I. Murat döneminde, kapıkulu askerleri, acemioğlanlar sınıfı ve yeniçeri ocağı kuruldu.
  • Osmanlıordusu zamanla kapıkuluaskerleri, eyalet askerleri,yardımcı kuvvetler ve akıncılarolmak üzere gruplara ayrıldı.
  • Kapıkulu Askerleri; Acemi-oğlanlar, Yeniçeriler, Cebeci-ocağı, Topçuocağı, humbaracı ve lağımcılar diye sınıflara ayrılırdı.
  • Eyalet Askerleri Kapıkulu sipahileri, silahtar, sağ ve sol garipler, sağ ve sol ulufeciler diye bölümlere ayrılırdı.
  • Akıncılar16. yüzyılın sonlarında önemini kaybetti. Daha sonra kaldırıldı.
  • Osmanlı donanması, 15. yüzyıldan itibaren değer kazandı.
  • İstanbul, Antalya, Trablusgarp ve Mısır'da tersaneler yapıldı.
  • Abdülmecit ve II. Abdülhamit donanmaları Haliç'te çürümeye bıraktı.
  • 1826'da II. Mahmut yeniçeri ocağını kaldırdı.
  • I. Mahmut; Topçu ve humbaracı ocaklarını ve kara mühendis-hane okulunu açtı.
  • III. Mustafa; Deniz mühendisha-nesi ve sürat topçularını kurdu.
  • I. Abdülhamit; istihkam okulunu açtı.
  • III. Selim, Nizam-ı Cedidi kurdu.
  • II. Mahmut; Asakar-i Mansure-i Muhammed-i kurdu.
Maliye:
  • Müslüman halktan alınan "öşür" vergisi (Aşar.)
  • Hıristiyan ve Yahudilerden alınan "Haraç ve Cizye" vergisi.Gümrüklerden elde edilen vergiler.
  • Maden ve tuzla gelirleri.Savaşlarda elde edilen ganimetler.
  • Eyaletlerden ve devletlerden gelen vergiler ve hediyeler.
  • Öşür (Aşar): Gelirin onda biri.
  • Haraç: Hıristiyanlardan alınan.
  • Cizye: Yahudilerden alınan.
  • Aruz Resmi: Tımarlı sipahiye damat tarafından verilen vergi.
  • İspenç: Herkesten alınan kişisel vergi.Ağnam : Koyun başına ödenen vergi.
  • Resmi Çift: Öküzün işleyeceği topraklara verilen vergi.
  • Resmi Çift Bozan: Toprağı ekmeyenlerden alınan ceza vergisi.
  • Resmi Topu: Miri topraklar üzerinde yapılan binalardan alınan vergi.
  • Çapa Akçesi: Ticaretle uğraşanlardan alınan vergi.
  • Duraklama döneminde Celali ayaklanmalarından dolayı Osmanlı devletinde maliye bozuldu.
  • III. Murat döneminde maliye bozuldu.
  • Tarhuncu Ahmet Paşa Osmanlı­larda bilinen "ilk bütçe" yi hazırladı.
  • Osmanlılar 1854'de ilk defa İngiltere'den borç para aldı.
  • Daha sonra Fransızlardan da alındı.
  • İngiliz ve Fransızlar 1876 -1881'de Osmanlı ve Mısır maliyesine el koydu. (Düyün-u Umumiye)



BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
edip yaman - avatarı
edip yaman
Ziyaretçi
6 Aralık 2011       Mesaj #8
edip yaman - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı İmparatorluğu’nda, XVIII. asra gelinceye kadar, her şehir ve kasabada, oranın bir takım nüfuzlu ailelerine eşraf ve âyân denilirdi. Molla, kadı, müftü, müderris, seyyid ve tarikat şeyhi gibi ilmiye mensupları, kethüda yeri ve yeniçeri serdarı gibi kapıkulları ve bunların görevden alınan veya emeklileri ile çocukları, kasapbaşı ve bakkalbaşı gibi esnafın ileri gelenleri, zahireci, kuyumcu, sarraf, bezzaz (dokumacı) ve çuhacı gibi tüccar ve mültezimler (vergi tahsildarı) ayanlardan sayılırdı. Osmanlılarda bunların hepsine birden “â‛yân-ı vilâyet” ismi verilmekteydi. Ayrıca “âyân-ı memleket”, “âyân”, “eşraf”, “âyân-ı belde” gibi isimlerle de anılıyordu.
adde|Osmanlı Askeri Teşkilatı}} Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.
Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı.
Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.
Osmanlı İmparatorluğu'nun temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 27 Nisan 2012 15:22
kayıtlı1mod - avatarı
kayıtlı1mod
Ziyaretçi
6 Aralık 2011       Mesaj #9
kayıtlı1mod - avatarı
Ziyaretçi
Padişah sıfatı, Osmanlı Hükümdarları arasında geleneksel hükümdarlık niteliğini anlatmak için kullanılsa da; 14. ve 15. yüzyıllarda Osmanlı Hükümdarları; İslamiyet'in etkisiyle sultan, geleneksel olarak bey ve han ünvanlarını da seçerlerdi.
Osmanlı hanedanınıdan 36 padişah toplam 623 sene hüküm sürmüştür. İlk önce Bey diye adlandırılan padişahlar, 1383'den itibaren Sultan, 1517 tarihinden sonra da Sultan unvanına ek olarak Halife unvanını da taşımaya başlamışlardır.
Osmanlı padişahları tahta çıktıklarında yayımladıkları bir tür genelge olan Adaletnâme; kanunlara uyulması ve herhangi bir haksızlığa hiç kimsenin uğratılmaması konuları hakkında kaleme alınırdı.
Ayân-ı Vilâyet [değiştir]

Osmanlı İmparatorluğu’nda, XVIII. asra gelinceye kadar, her şehir ve kasabada, oranın bir takım nüfuzlu ailelerine eşraf ve âyân denilirdi. Molla, kadı, müftü, müderris, seyyid ve tarikat şeyhi gibi ilmiye mensupları, kethüda yeri ve yeniçeri serdarı gibi kapıkulları ve bunların görevden alınan veya emeklileri ile çocukları, kasapbaşı ve bakkalbaşı gibi esnafın ileri gelenleri, zahireci, kuyumcu, sarraf, bezzaz (dokumacı) ve çuhacı gibi tüccar ve mültezimler (vergi tahsildarı) ayanlardan sayılırdı. Osmanlılarda bunların hepsine birden “â‛yân-ı vilâyet” ismi verilmekteydi. Ayrıca “âyân-ı memleket”, “âyân”, “eşraf”, “âyân-ı belde” gibi isimlerle de anılıyordu.
adde|Osmanlı Askeri Teşkilatı}} Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.
Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.
Osmanlı İmparatorluğu'nun temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu.
[gizle] g · t · dOsmanlı İmparatorluğu Ordusu
Kapıkulu Ocakları
Kapıkulu Piyadeleri
Acemi Ocağı • Yeniçeri Ocağı • Cebeci Ocağı • Top Arabacıları Ocağı • Topçu Ocağı • Humbaracı Ocağı • Bostancı Ocağı • Lağımcı Ocağı • Sakalar • Solaklar
Kapıkulu Süvarileri
Silahtar • Sipahi • Sağ Ulufeciler • Sol Ulufeciler • Sağ Garipler • Sol Garipler

Eyalet Askerleri
Yerli Kulu
Azab • Sekban • Tüfekçi • İcareli • Müsellem
Serhat Kulu
Deliler • Gönüllü • Besli • Tımarlı Sipahiler • Akıncılar
Osmanlı Ordusu Eğitimi
Kara Okulları
Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn • Kara Harp Okulu
Donanma Okulları
Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn • Deniz Harp Okulu
Tıbbi Okullar
Gülhane Askerî Tıp Akademisi
Osmanlı Orduları
Nizam-ı Cedid • Eşkinci Ocağı • Asakir-i Mansure-i Muhammediyye • Sekban-ı Cedid
Osmanlı Donanması
Kaptan-ı Derya • Haliç Tersaneleri • Forsa
Osmanlı Hava Kuvvetleri
Tayyare Mektebi
tweetim_geldi - avatarı
tweetim_geldi
Ziyaretçi
26 Aralık 2011       Mesaj #10
tweetim_geldi - avatarı
Ziyaretçi
PADİŞAHLAR

Osmanlı Devleti, kurulduğu zaman küçük bir beylikti.Devletin başında ilk zamanlar “ bey ” ya da “ gazi ” unvanı ile anılan bir hükümdar bulunuyordu. Os-
manlı hükümdarları içinde ilk defa “ sultan ” unvanını I. Murat kullanmıştır.Bun-
ların yanı sıra hükümdarlara, “ han ”, “ hakan ” ve “ hünkar ” da denilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in 1517 Mısır seferinden sonra, Osmanlı hükümdarları “ ha-
life ” unvanı da aldılar.Ancak, devletin güçlü olduğu dönemlerde halifelik unva-
nını siyasî amaçlarla kullanmak gereğini duymadılar.Osmanlı hükümdarları, halifelik unvanını ilk olarak, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sonrasında kul-
lanmaya başladılar.Osmanlı hükümdarlarının en yaygın kullandıkları unvan, “pa-
dişah ” olmuştur.

Padişahlar, devletin kurucusu Osman Bey’in soyundan gelirlerdi.Padişah-
lık, babadan oğla geçmekle beraber, ilk zamanlar bu konuda belli bir veraset sis-
temi yoktu.Bu durum, eski Türk geleneğinden kaynaklanıyordu.Buna göre, aile-
nin bütün erkekleri, taht üzerinde hak sahibiydiler.Bu nedenle, her hükümdar de-
ğişikliğinde taht kavgaları çıkar ve devlet sarsıntı geçirirdi.Tahta çıkan şehzade, egemenlikte hak ileri sürmemeleri için, erkek kardeşlerini öldürtmek zorunda ka-
lıyordu.Bu yöntem, bir saltanat yasası olarak, XVII. yüzyıl başlarına kadar de-
vam etti.

XVII. yüzyıl başlarında I. Ahmet zamanında yapılan bir düzenlemeyle, Osmanlı ailesinin en yaşlı ve olgun ( ekber ve erşed ) olanının tahta geçmesi usu-
lü getirildi.

Padişahlar, her konuda çok geniş yetkilere sahip bulunuyorlardı.Önemli konularda, büyük devlet adamlarının düşüncelerini almakla beraber, son kararı yine kendileri verirdi.Divan’a başkanlık etmek ( Fatih’le birlikte, bu görev sad-
razamlara bırakılmıştır ), orduları komuta etmek, büyük devlet adamlarını ata-
mak, savaşa ve barışa karar vermek padişahın başlıca görevleriydi.Bu görevleri-
ni yerine getirirken, Kuran’a ve şeriat hükümlerine göre hareket etmek için za-
manın şeyhülislâmından “ fetva ” alırlardı.



ŞEHZADELER

Osmanlı padişahlarının erkek çocuklarına “ şehzade ” ya da bilgili, görgü-
lü, kibar anlamına gelen “ çelebi ” denirdi.Şehzadeler, küçük yaşlarından itibaren
sancaklara gönderilir, askerî ve idarî konularda yetiştirilirlerdi.Sancakta bulunan şehzadelere “ çelebi sultan ” denirdi.Şehzadelere yardımcı olmak üzere, yanlarına
“ lala ” denilen bilgili, tecrübeli devlet adamları verilirdi.Bu uygulamadaki amaç, şehzadelerin devlet yönetimini öğrenmesiydi. XV. yüzyıl ortalarına kadar İzmit, Bursa, Eskişehir, Aydın, Kütahya, Balıkesir, Isparta, Antalya, Amasya, Manisa ve Sivas, başlıca şehzade sancakları olmuştur. XIV. yüzyılın sonlarından itibaren şehzadelerin sancaklara gönderilme usulü kaldırıldı.Bunun yerine, sarayda kal-
maları ve eğitimlerini burada tamamlama uygulaması getirildi. III. Mehmet, san-
cağa gönderilen son şehzade olmuştur.Şehzadelerin sancaklara gönderilmesi uy-
gulamasına son verilmesi, onların devlet yönetimiyle ilgilerinin kesilmesine, top-
lumdan uzaklaşmalarına sebep olmuştur.Şehzadeler, cülûs töreniyle tahta çıkar-
lar ve onlar için “ kılıç alayı ” düzenlenirdi.



MERKEZ TEŞKİLÂTI

Osmanlı devlet teşkilâtı, padişahın mutlak egemenliğini gerçekleştirmek için kurulmuştu.Devletin bütün yönetim birimleri doğrudan padişaha bağlı ola-
rak teşkilâtlandırılmıştı. Meydana getirilen bu teşkilâtın merkezinde, padişah ve saray teşkilâtı bulunuyordu.





SARAY

Osmanlı Devleti’nde saray, padişahın özel hayatının geçtiği ve devletin yönetildiği yerdi.Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarından itibaren saray teşkilâtı ku-
rulmuş, devletin gelişmesine paralel olarak, saraylar da büyümüştür.İlk saray, 1326’da Bursa’da, daha sonra 1361’de Edirne’de yapılmıştır.İstanbul’un fethin-
den sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı, XIX. yüz-
yıl ortalarına kadar padişahların oturduğu ve merkez teşkilâtının bulunduğu yer olmuştur.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren padişahlar, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı ve Çırağan Sarayı gibi saraylarda oturmaya başladılar.Topkapı Sa-
rayı, iki bölümden oluşuyordu:


BİRÛN ( DIŞ SARAY )

Sarayın dış bölümüdür.Sarayın, Bab-ı Hümayun adı verilen dış kapısından girildiğinde, birinci avluya geçilir.Bundan sonra varılan Babü’s-selâm kapısından
girildiğinde orta avluya geçilir.Bu avluda “ Has Odalar ” yer alır.Bu odada saray hizmetlileri bulunurdu.Orta kapıdan sonra ise ikinci avluya geçilir.Burada, Has Ahırları, Zülüflü Baltacılar koğuşları ve Divan-ı Hümayun’un toplandığı “Kubbe-
altı ” bulunurdu.İkinci avludan sonra Babü’s-saade denilen kapıya ulaşılır.Bu kapı,
Birûn ( dış saray ) ile Enderun’u ( iç saray ) birbirine bağlardı.Babü’s-saade’nin karşısında padişahların, Divan üyeleri ve yabancı elçileri kabul ettiği “Arz Odası” vardı.


ENDERUN ( İÇ SARAY )

Burası, padişahın özel hayatını geçirdiği bölümdü. Bu bölümde, Enderun de-
nilen saray okulu ve Harem bulunurdu. Enderun, saray görevlilerinin yetiştirildiği yerdi. Enderun’da eğitim faaliyeti “ oda ” adı verilen yerlerde yapılmaktaydı. En-
derun’a alınacaklarla ilgili olarak yapılan işlemler şunlardı:

Devşirme yoluyla toplanan çocuklar, Acemi Ocağı’na gönderilmeden önce, bir seçime tâbi tutulurlardı. Seçilen çocuklar, önce Edirne Sarayı, Galata Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı’nda eğitilirlerdi. Bu eğitim sonrası ikinci bir seçim daha yapı-
lırdı. Bu seçim sonrası Topkapı Sarayı’ndaki “ Büyük Oda ” ve “ Küçük Oda ”ya
alınırlardı. Burada sıkı bir eğitimden geçirilirlerdi. Bu eğitimin amacı, saraya alı-
nacak kişileri, devlet adamı, asker ve seçkin kişiler olarak yetiştirmekti. Bu odalar-
daki eğitimler sonrasında da yeni bir seçim yapılır; seçilenler, padişahın özel hiz-
metine ait odalara alınırlardı. Bu odalar şunlardı:

HAS ODA: Burada bulunanlar, padişahın günlük hizmetinde bulunurlardı. Bu odanın yöneticisine “ Hasodabaşı ” denilirdi. Has Oda, rütbe bakımından en yüksek hizmetlilerin bulunduğu yerdi.

HAZİNE ODASI: Bu odada bululanlar, padişahın özel hazinesine ve de-
ğerli eşyalarına bakarlardı.

KİLER ODASI: Burada bulunanlar, padişahın sofra hizmetlerine bakarlar-
dı.

SEFERLİ ODASI: Müzisyen, berber gibi hizmetlilerin bulunduğu yerdi.

Bu odalarda eğitimlerini tamamlayanlar, “ çıkma ” denilen bir tayin usu-
lüyle Birûn’da ve taşrada önemli görevlere getirilirlerdi.

HAREM: Saray kadınlarının bulunduğu bölümdü.Burada, padişahın anne-
si valide sultan ve eşleri ile cariyeler bulunurdu. Harem’deki kadınlar başkalfa kadının yönetiminde özel bir eğitimden geçirilirlerdi. Harem’in yöneticisi “ ha-
rem ağası ” idi.



DİVAN-I HÜMAYUN

Divan, merkez teşkilâtın temelini oluşturmaktaydı. İlk Osmanlı Divan’ı, Türkiye Selçukluları Devleti’ndeki Divan örnek alınarak kuruldu. Orhan Bey zamanından beri Osmanlılarda Divan teşkilâtının bulunduğu bilinmektedir. İlk zamanlar Divan üyeleri, padişah, vezir ve Bursa kadısı idi. Divan toplantılarına padişahlar başkanlık yapmaktaydı.Bu nedenle, padişah nerede ise, Divan da o-
rada toplanırdı. Fatih ve ondan sonraki padişahlar, bu görevi veziriazamlara bı-
raktılar. Padişahlar, bundan sonra Divan toplantılarını “ kasr-ı adl ” denilen pen-
cereden izlemeye başladılar.

Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar her gün sabah namazından sonra toplanan Divan, sonradan haftada dört gün toplanmaya başladı. Divan, Topkapı Sarayı’nda “ Kubbealtı ” denilen yerde toplanırdı. Divan’da, siyasî, idarî, askerî, örfî, şer’î, adlî ve malî konular, şikâyet ve davalar görüşülüp karara bağlanırdı. Divan görüşmeleri öğle zamanı sona erer, bundan sonra önce veziriazam ( sad-
razam ), daha sonra diğer Divan üyeleri, padişahın huzuruna çıkarak, görüşmeler hakkında bilgi verirlerdi.

Divan-ı Hümayun dışında diğer divanlara, veziriazam konağında toplanan ikindi, Çarşamba ve Cuma divanları, veziriazam, sefere çıktığı zaman topladığı “ Sefer Divanı ”, yeniçerilerin maaşlarının dağıtılması için toplanan “ Ulûfe Di-
vanı ”, padişahın yabancı elçileri kabulü sırasında toplanan “ Galebe Divanı ”, olağanüstü hallerde toplanan “ Ayak Divanı ” ve yine sefer sırasında at üzerinde yapılan toplantıya “ At Divanı ” adı verilirdi.



DİVAN-I HÜMAYUN ÜYELERİ


Divan’da bulunan ve görüşmelere katılan kişilere, Divan üyeleri denirdi.


Yukarıdaki tablo Divan-ı Hümayun’un üyelerini göstermektedir.
Divan üyeleri ve bunların başlıca görevleri şunlardı:


VEZİRİAZAM ( SADRAZAM )

Padişahtan sonra en yetkili devlet adamı, veziriazamdı. Devlet yönetimin-
de padişahın vekili sayılır ve kendisinde, padişahın mührü bulunurdu. Orhan Bey zamanında, toprakların genişlemesi ve devlet işlerinin artması sonucu ilk vezirlik makamı kuruldu. I. Murat zamanında vezirlerin sayısı üçe çıktı. Vezirlerin dere-
celerini göstermek için, birinci vezire “ veziriazam ” denildi.

Büyük devlet memurlarını atama, görevden alma, veziriazamın buyruğu ile olurdu. Padişah sefere çıkmadığı zaman, “ serdâr-ı ekrem ” unvanıyla orduyu komuta ederdi. Veziriazamlar, İstanbul’da önceleri Paşakapısı, sonraları Babıâli denilen yerde otururlardı. Veziriazamın görevinden azli, padişah mührünün geri alınmasıyla olurdu.


VEZİRLER

Vezirler, çeşitli devlet işlerinde yetişmiş tecrübeli kişiler olduklarından, görüşlerinden yararlanılır ve veziriazamın verdiği işleri yaparlardı. İlk Osmanlı vezirlerinin çoğu ulema ( bilgin ) kökenli idiler. Sonradan asker kökenli kişiler de vezirliğe getirildiler. Vezir olabilmek için, sancakbeyliği, beylerbeylik, ve son olarak da Rumeli Beylerbeyliği’nde bulunmak gerekliydi. Divan toplantılarında, veziriazamın sağında otururlardı. XV. yüzyılın sonlarına kadar üç vezir bulunu-
yordu. XVI. yüzyılın sonlarında vezir sayısı yediye kadar çıkmıştır. Bu vezirlere, Kubbealtı vezirleri veya “ kubbenişin ” adı verilirdi.


KAZASKERLER

Kazaskerlik, 1362’de I. Murat zamanında kuruldu. 1480 yılına kadar bir kazasker bulunurken, Fatih döneminde, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri olarak sayıları ikiye çıkarıldı. Bunlardan Rumeli kazaskeri, rütbe bakımından daha ileri idi. Kazaskerler, Divan’da büyük davalara bakar, ayrıca kendi bölgelerindeki ka-
dı ve müderrisleri atama ve görevden alma işlerine karar verirlerdi.




DEFTERDARLAR

Defterdarlar, Divan’da malî konularda açıklamalarda bulunurlar, devletin gelir ve giderlerine bakarlardı. İlk zamanlarda, defterdarlar sayısı bir iken, sonra- ları malî işlerin artmasından dolayı sayısı ikiye yükseltilmiştir. Bunlar; Rumeli Defterdarı ( Başdefterdar ) ve Anadolu Defterdarı idi. Rumeli Defterdarı, Rume-
li’deki malî işlere; Anadolu Defterdarı, Anadolu’daki malî işlere bakardı. Rumeli
Defterdarı aynı zamanda bütün malî işlerden sorumluydu.


NİŞANCI ( TEVKİ-İ TUĞRAİ )

Nişancı, padişahın adına yazılacak fermanlara, beratlara ve nâmelere, hü-
kümdarın imzası olan tuğrasını çekerdi. Ayrıca, devletin arazi kayıtları, tahrir defterlerinde düzeltmeler Nişancı tarafından yapılırdı. Nişancı, kanunları iyi bi-
lir, gerektiğinde Divan’da açıklamalarda bulunurdu.

Nişancı’ya bağlı olarak çalışan Reisülküttab, Divan kâtiplerinin şefi idi. Reisülküttab Divan üyesi olmamakla beraber, Divan işlerindeki tecrübesi nede-
niyle önemi büyüktü. Görevleri, Divan’da verilen kararları düzelttikten sonra tamamlamak, fermana uygun olarak emirleri yazmak, padişaha ve veziriazama gelen mektupları tercüme ettirerek, bunlara cevap hazırlamaktı. Reisülküttab, bütün bu işleri kendi başkanlığındaki, çeşitli kalemlerden oluşan bir teşkilât va-
sıtasıyla yerine getirirdi. Reisülküttaba bağlı olarak çalışan kalemler ve bunların görevleri şunlardı:

BEYLİKÇİ KALEMİ: Divan-ı Hümayun’da alınan kararların ve görüşü-
len konuların tutanaklarını yazıya geçirirdi. Ayrıca, dış ilişkiler ile ilgili kararları yazıya geçirir, anlaşmalarla ilgili metinleri düzenlerdi. Bu kalemin başında olan kişiye, Beylikçi Efendi denirdi.

TAHVİL KALEMİ: Bu kalem, yüksek dereceli görevlilerin ( vezir, bey-
lerbeyi, sancakbeyi ) özlük işleriyle ferman ve beratları düzenlerdi. Ayrıca, zea-
met ve tımar kayıtları da bu kalem tarafından tutulurdu.

RÜUS KALEMİ: Tahvil kaleminin görev alanı dışında kalan bütün görev-
lilerin ( kethüda, dizdar, müderris, imam ) işlemleri bu kalem tarafından düzen-
lenirdi.




ÂMEDİ KALEMİ: Veziriazam ile padişah arasında yazışmaları, yabancı devletlere gönderilecek mektupları düzenlerdi. Osmanlı Devleti’nin, Avrupa ül-
kelerinde devamlı elçi bulundurmasından sonra, elçilerden gelen raporları kay-
detmek, cevap yazmak, şifre çözmek görevi de bu kaleme aitti. Tanzimat’tan sonra bu kalemin önemi daha da arttı.


YENİÇERİ AĞASI

Yeniçeri ağası, Yeniçeri Ocağı’nın en büyük komutanıydı. Yeniçeri ağası,
vezir rütbesine sahip ise, Divan’ın tabiî üyesi sayılıp, görüşmelere katılırdı. Ye-
niçeri ağası, arz günü, vezirlerden önce padişahın huzuruna çıkar, yeniçeriler hakkında bilgi verirdi.


KAPTAN-I DERYA

Kaptan-ı Derya, donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumluydu. XVI. yüzyılın ikinci yarısında vezir rütbesi aldıktan sonra Divan üyesi oldular.


ŞEYHÜLİSLÂM ( MÜFTÜ )

Şeyhülislâm, Divan’da alınan kararların İslâm dinine uygun olup olmadı-
ğı konusunda “ fetva ” verirdi. Şeyhülislâm, Divan üyesi olmamakla beraber, Di-
van’da alınan kararların dine ve şeriata uygun olup olmadığını kontrol ederdi. Fatih döneminde rütbe ve makam olarak Kazaskerlerden sonra gelen Şeyhülis-
lâm, Kanunî döneminde veziriazamla eşit sayıldı.






*Alıntıdır. Umarım yardımcı olmuşumdur Msn Happy

Benzer Konular

1 Ekim 2017 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
19 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
15 Haziran 2010 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti
17 Haziran 2011 / Daisy-BT Sosyoloji
16 Ekim 2011 / Misafir Cevaplanmış