Osmanlı Türkçesi - Sözlüğü
a’dâ (A.) [اعدا] düşmanlar.
a’dâd (A.) [اعداد] sayılar.
â’ik (A.) [عائق] engel.
a’lâ (A.) [اعلی] en yüksek, en yüce.
a’lâf (A.) [آلاف] otlar.
a’lâl (A.) [اعلال] 1.hastalıklar. 2.sebepler.
a’lâm (A.) [اعلام] 1.bayraklar. 2.özel isimler.
a’lem (A.) [اعلم] en iyi bilen.
a’mâ (A.) [اعمی] kör.
a’mâk (A.) [اعماق] derinlikler.
a’mâl (A.) [اعمال] işler, ameller, davranışlar.
a’mâr (A.) [اعمار] 1.ömürler. 2.yaşlar.
a’nî (A.) [اعنی] yani.
a’râb (A.) [اعراب] Araplar, çöl arapları.
a’râbî (A.) [اعرابی] çöl arabı.
a’râz (A.) [اعراض] belirtiler.
a’sâb (A.) [اعصاب] sinirler.
a’sâr (A.) [اعصار] yüz yıllar.
a’şâr (A.) [اعشار] öşür vergileri, onda birler.
a’şârî (A.) [اعشاری] ondalık.
a’vec (A.) [اعوج] yamuk, eğri büğrü.
a’ver (A.) [اعور] tek gözlü.
a’yâd (A.) [اعیاد] bayramlar.
a’yân (A.) [اعیان] 1.ileri gelenler, eşraf, sosyete. 2.gözler.
a’yün (A.) [اعین] 1.gözler. 2.pınarlar.
a’zâ (A.) [اعضا] 1.üyeler. 2.organlar.
a’zam (A.) [اعظم] en büyük.
âb (F.) [آب] 1.su. 2.deniz. 3.ırmak. 4.tükürük. 5.özsuyu. 6.ter. 7.döl suyu. 8.sidik. 9.parlaklık. 10.yüzsuyu. 11.letafet, hava.
âb (F.) [آب] Ağustos.
âb -ı âbistenî [آب آبستنی] 1.meni; 2.bitkilerin yetişmesine neden olan su.
âb -ı adâlet [آب عدالت] 1.adalet suyu; 2.doğruluğun bereketi.
âb -ı ahmer [آب احمر] 1.kızıl su. 2.kırmızı şarap. 3.gözyaşı.
âb -ı âteşîn [آب آتشین] 1.ateşli su; 2.kırmızı şarap; 3.gözyaşı.
âb -ı bâdereng [آب باده رنگ] 1.kızıl su. 2.gözyaşı, kanlı gözyaşı.
âb -ı engûr [آب انگور] 1.üzüm suyu. 2.şarap.
âb -ı harâbât [آب خرابات] (meyhane suyu) şarap.
âb -ı kevser [آب کوثر] 1.cennet suyu, 2.şarap.
ab’âb (A.) [عبعاب] vantrolog.
abâ (A.) [عبا] 1.kaba yün kumaş. 2.aba.
âbâ’ (A.) [آباء] 1.babalar. 2.gezegenler.
âbâd (A.) [آباد] ebedler.
âbâd (F.) [آباد] bayındır, mamûr.
âbâd etmek/eylemek 1.mamûr etmek. 2.zenginleştirmek. 3.huzur vermek.
âbâd olmak 1.mamûrlaşmak. 2.zenginleşmek. 3.huzura kavuşmak.
âbâdân (F.) [آبادان] bayındır.
âbâdânî (F.) [آبادانی] bayındırlık.
âbâdî (F.) [آبادی] 1.bayındırlık. 2.ince Hint kağıdı.
âbâl (A.) [آبال] develer.
âbân (F.) [آبان] Âbân ayı.
abâpûş (A.-F.) [عباپوش] 1.abalı. 2.derviş. 3.yoksul.
âbâr (A.) [آبار] kuyular.
âbcâme (F.) [آبجامه] su kabı.
âbçîn (F.) [آبچین] peştemal.
abd (A.) [عبد] 1.kul. 2.köle.
âbdân (F.) [آبدان] 1.su kabı. 2.mesane.
âbdâr (F.) [آبدار] 1.sulu. 2.parlak. 3.hoş
âbdendân (F.) [آبدندان] 1.bön. 2.âciz.
abdest (F.) [آبدست] 1.abdest. 2.paylama.
abdesthâne (F.) [آبدستخانه] 1.tuvalet. 2.abdest alınan yer.
abdestlik (F.-T.) kısa cübbe.
âbek (F.) [آبک] 1.sulu. 2.cıva.
abes (A.) [عبث] saçma, abes.
âbgîne (F.) [آبگینه] 1.kristal. 2.kadeh. 3.sürahi. 4.ayna. 5.gözyaşı.
âbgîr (F.) [آبگیر] 1.havuz. 2.su birikintisi.
âbgûn (F.) [آبگون] 1.su rengi. 2.mavi.
abher (A.) [عبهر] 1.nergis. 2.zerrinkadeh çiçeği. 3.yasemin.
âbhîz (F.) [آبخیز] büyük dalga.
âbhord (F.) [آبخورد] nasip.
âbırû (F.) [آبرو] yüzsuyu.
âbî (F.) [آبی] mavi.
âbid (A.) [عابد] 1.ibadet eden. 2.erkek adı.
abîd (A.) [عبید] 1.kullar. 2.köleler.
âbidât [آبدات] anıtlar.
âbide (A.) [آبده] anıt.
âbidevî (A.) [آبدوی] anıtsal.
âbile (F.) [آبله] 1.su çiçeği. 2.sivilce. 3.su kabarcığı.
âbir (A.) [عابر] yaya.
âbisten (F.) [آبستن] gebe.
âbistengâh (F.) [آبستنگاه] döl yatağı.
âbişhor (F.) [آبشخور] 1.sulama yeri. 2.nasip.
âbkâr (F.) [آبکار] 1.saka. 2.ayyaş.
âbkeş (F.) [آبکش] 1.saka, su çeken. 2.kevgir.
âbnûs (F.) [آبنوس] abanoz.
âbrâh (F.) [آبراه] su yolu, kanal.
abraş (A.) [ابرش] alacalı.
âbrîz (F.) [آبریز] 1.tuvalet. 2.ıbrık.
âbşâr (F.) [آبشار] çağlayan.
abûs (A.) [عبوس] somurtkan.
âbühava (F.-A.) [آب و هوا] iklim.
âbzih (F.) [آبزه] 1.su kaynağı. 2.gözyaşı.
âc (A.) [ عاج] fildişi.
âc (F.) [آج] ılgın ağacı.
acâib (A.) [عجائب] tuhaf, ilginç, acaip.
acâleten (A.) [عجالة] alelacele.
aceb (A.) [عجب] 1.tuhaflık. 2.acaba.
acebâ (A.) [عجبا] acaba.
acele (A.) [عجله] acele.
aceleten (A.) [عجلة] çarçabuk, alelacele.
acem (A.) [عجم] 1.arap olmayan. 2.İranlı, acem.
acemaşîran (A.) [عجم عشیران] Türk mûsikisinde bir makam.
acemce (A.-T.) Farsça.
acemî (A.) [عجمی] 1.deneyimsiz, acemi. 2.İranlı.
acemistan (A.-F.) [عجمستان] İran.
acemiyân (A.-F.) [عجمیان] 1.deneyimsizler. 2.İranlılar.
aceze (A.) [عجزه] düşkünler, âcizler.
acîb (A.) [عجیب] tuhaf, acayip, ilginç.
acîbe (A.) [عجیبه] şaşılacak şey.
âcil (A.) [عاجل] acil.
âcilen (A.) [عاجلا] derhal, acil olarak.
acîn (A.) [عجین] macun, yoğurulmuş.
âciz (A.) [عاجز] 1.aciz. 2.ben.
âcizâne (A.-F.) [عاجزانه] 1.acizce. 2.alçakgönüllüce.
âcizî (A.-F.) [عاجزی] acizlik.
âciziyyet (A.) [عاجزیت] acizlik.
âcizleri (A.-T.) bendeniz, ben.
acûl (A.) [عجول] aceleci.
acûlâne (A.-F.) [عجولانه] acele acele.
acûz (A.) [عجوز] 1.kocakarı. 2.cadı.
acûze (A.) [عجوزه] 1.kocakarı. 2.cadı.
âcür (F.) [آجر] 1.tuğla. 2.kiremit.
acz (A.) [عجز] acizlik, çaresizlik, bir şey yapamama.
âdâb (A.) [آداب] 1.edepler, terbiyeler. 2.yol yordam.
adalât (A.) [عضلات] kaslar.
adale (A.) [عضله]1.kas. 2.kaslar.
adâlet (A.) [عدالت] adalet.
adaletkâr (A.-F.) [عدالتکار] adil, adaletli.
âdât (A.) [عادات] âdetler, alışkanlıklar.
adâvet (A.) [عداوت] düşmanlık.
adâvet etmek/eylemek düşmanlık gütmek.
add (A.) [عد] sayma, görme, değerlendirme, kabul etme.
addedilmek sayılmak, görülmek, değerlendirilmek.
addetmek/eylemek saymak, görmek, değerlendirmek.
addolunmak sayılmak, kabul edilmek.
aded (A.) [عدد] sayı.
adeden (A.) [عددا] sayıca.
adedî (A.) [عددی] sayısal.
âdem (A.) [آدم] 1.ilk insan, Adem Peygamber. 2.insan, adam.
adem (A.) [عدم] yokluk, bulunmama, adem.
adem -i muvaffakiyet [ عدم موفقیت] başarısızlık.
adem -i muvazenet [ عدم موازنت] dengesizlik.
adem -i riâyet [ عدم رعایت] uymama..
adem -i te’lîfiyet [ عدم تألیفیت] uzlaşamama, bir araya gelememe.
adem -i teveccüh [عدم توجه ] ilgisizlik.
ademâbâd (A.-F.) [عدم آباد] yokluk ülkesi.
âdemhâr (A.-F.) [آدم خوار] yamy*** insan yiyen.
âdemî (A.-F.) [آدمی]1.insanoğlu. 2.insanlık.
âdemiyân (A.-F.) [آدمیان] insanlar.
âdemiyyet (A.) [آدمیت] 1.insanlık. 2.adamlık.
ades (A.) [عدس] mercimek.
adese (A.) [عدسه] mercek.
âdet (A.) [عادت] alışkanlık, âdet.
âdeta (A.) [عادتا] basbayağı.
âdeten (A.) [عدتا] âdet olarak, geleneklere göre.
adhâ (A.) [اضحی] kurbanlar.
âdi (A.) [عادی] sıradan, âdi, değersiz.
adîd (A.) [عدید] birçok.
adîde (A.) [عدیده] birçok.
âdil (A.) [عادل] adaletli.
adîl (A.) [عدیل] eşit, denk.
âdilâne (A.-F.) [عدلانه] adilce.
adîm (A.) [عدیم] yok olan.
adîmülimkân (A.) [عدیم الامکان] imkânsız.
âdiye (A.) [عادیه] alışılmış, sıradan.
adl (A.) [عدل] adalet.
adlâ’ (A.) اضلاع] kenarlar.
adlî (A.) [عدلی] adalet ile ilgili.
adliyye (A.) [عدلیه] mahkeme, adliye.
adn (A.) [عدن] cennet.
adû (A.) [عدو] düşman.
âfâk (A.) [آفاق] ufuklar.
âfâkî (A.) [آفاقی] 1.nesnel. 2.şuradan buradan konuşma.
âfât (A.) [آفات] afetler, belalar.
âferîde (F.) [آفریده] yaratık, yaratılmış, mahluk.
âferîdgâr (F.) [آفریدگار] yaratan, Tanrı.
âferîn (F.) [آفرین] bravo, çok yaşa, aferin.
âferîn (F.) [آفرین] yaratan.
âferînende (F.) [آفریننده] yaratıcı.
âferîniş (F.) [آفرینش] yaratılış.
âfet (A.) [آفت] 1.afet, bela, felaket. 2.güzel sevgili.
âfet -i cân [ آفت جان] 1.can belası. 2.güzel.
âfet -i devrân [ آفت دوران] 1.güzel, dilber.
âfetengîz (A.-F.) [آفت انگیز] afet getiren.
âfetresân (A.-F.) [آفت رسان] bela getiren.
âfetzede (A.-F.) [آفت زده] belaya uğramış, afet görmüş.
afîf (A.) [عفیف] iffetli.
âfil (A.) [آفل] 1.batan. 2.görünmez olan.
âfitâb (F.) [ آفتاب] güneş.
âfitâbcemâl (F.-A.) [ آفتاب جمال] güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi parlayan, sevgili, maşuk.
âfiyet (A.) [عافیت] esenlik.
âfiyet bulmak sağlığına kavuşmak.
afiyetbahş [ آفیت بخش] afiyet verici.
afrika (A.) [افریقا] Afrika kıtası.
afsun (F.) [افسون] büyü, efsun.
âftâb (F.) [آفتاب] güneş.
âftâbe (F.) [آفتابه] ıbrık, su kabı.
âftâbgîr (F.) [آفتابگیر] güneş alan, güneş gören.
âftâbî (F.) [آفتابی] güneşlik.
âftâbrû (F.) [آفتاب رو] parlak yüzlü.
afv (A.) [عفو] bağışlama, af.
âgâh (F.) [آگاه] haberdar.
âgâh etmek haberdar etmek.
âgâh olmak haberdar olmak.
âgâhî (F.) [آگاهی] haberdarlık.
âgeh (F.) [آگه] haberdar.
âgehî (F.) [آگهی] haberdarlık.
âgîn (F.) [آگین] dolu.
âgûş (A.) [آغوش] kucak.
âğâliş (F.) [آغالش] kışkırtma.
ağayân (T.-F.) [آغایان] ağalar.
âğâz (F.) [آغاز] 1.başlama. 2.başlangıç.
ağbiyâ (A.) [اغبیا] kalın kafalılar.
âğişte (F.) [آغشته] bulaşmış, bulanık.
ağlâl (A.) [اغلال] 1.boyunduruklar. 2.zincirler.
ağlât (A.) [اغلاط] hatalar.
ağleb [(A.) [اغلب احتمال] çoğunlukla, genellikle, sık sık.
ağleb -i ihtimâl [اغلب احتمال] büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla.
ağnâ (A.) [اغنی] en zengin.
ağnâm (A.) [اغنام] koyunlar.
ağniyâ (A.) [اغنیا] zenginler.
ağniye (A.) [اغنیه] şarkılar.
ağrâs (A.) [اغراس] fidanlar.
ağrâz (A.) [اغراض] maksatlar.
ağsân (A.) [اغصان] dallar.
ağşiye (A.) [اغشیه] 1.perdeler. 2.zarlar.
ağyâr (A.) [اغیار] yabancılar.
ah (A.) [اخ] 1.kardeş. 2.dost.
âh (F.) [آه] 1.feryat etme, feryat. 2.ilenme.
âh almak biri tarafından kendisine ilenilmek.
âh ü zâr [ آه و زار] âh edip inleme.
âhâd (A.) [آحاد] birler.
ahad (A.) [احد] bir.
ahali (A.) [اهالی] halk, ahali, insan topluluğu.
ahavât (A.) [اخوات] kızkardeşler.
ahbâb (A.) [احباب] 1.dostlar. 2.dost.
ahbap (A.) [احباب] dostlar, sevdikler.
ahbâr (A.) [اخبار] haberler.
ahcâr (A.) [احجار] taşlar.
ahd (A.) [عهد] 1.yemin, and. 2.çağ, devir. 3.söz verme.
ahd -i atîk [عهد عتیق] Tevrat, Zebur ve Mezâmir.
ahd -i cedîd [عهد جدید] İncil ve ekleri.
ahdar (A.) [احضر] yemyeşil.
ahdâs (A.) [احداث] 1.yeni olaylar. 2.dertler. 3.gençler.
ahdeb (A.) [احدب] kambur.
ahdnâme (A.-F.) [عهدنامه] ahitname, antlaşma metni.
ahdüpeymân (A.-F.) [عهد و پیمان] and.
âhek (F.) [آهک] kireç.
âhen (F.) [آهن] demir.
âhendil (F.) [آهن دل] acımasız.
âheng (F.) [آهنگ] 1.uyum, ahenk. 2.eğlence.
âheng -i esvât [آهنگ اصوات] ses uyumu.
âhengdâr (F.) [آهنگدار] uyumlu.
âhenger (F.) [آهنگر] demirci.
âhenggüzâr (F.) [ آهنگ گذار] uyumlu, ahenkli.
âhenîn (F.) [آهنین] 1.demirden. 2.demir gibi.
âhenîndil (F.) [آهنین دل] 1.katı yürekli. 2.yiğit.
âhenk (F.) [آهنگ] ahenk, uyum.
âhenkdâr (F.) [آهنگ دار] uyumlu, ahenkli.
âhenkeş (F.) [آهنکش] miknatıs.
âhenrüba (F.) [آهن ربا] miknatıs.
âhensâ(y) (F.) [آهن سای] törpü.
âher (A.) [آخر] başka, diğer.
âheste (F.) [آهسته] yavaş, usul, ağır.
âhestegî (F.) [آهستگی] yavaşlık.
ahfâ (A.) [اخفا] en gizli.
ahfâd (A.) [احفاد] torunlar.
ahger (F.) [اخگر] kor ateş.
ahibbâ (A.) [احبا] dostlar, sevilenler; sevgililer.
ahid (A.) [عهد] söz, yemin.
ahidşiken (A.-F.) [عهدشکن] sözünden dönen, antlaşmayı bozan.
âhîhte (F.) [آهیخته] kınından çıkmış, sıyrılmış.
ahîr (A.) [آخر] son, en son.
âhir -i kâr [آخر کار] 1.sonunda. 2.sonuç.
âhirbîn (A.-F.) [آخربین] ileri görüşlü.
âhire (A.) [آخره] son.
ahîren (A.) [اخیرا] geçenlerde, son zamanlarda, son olarak.
âhiret (A.) [آخرت] öbür dünya.
âhiretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
âhirin (A.-F.) [آخرین] 1.sonuncu. 2.sonrakiler.
âhirkâr (A.-F.) [آخرکار] sonunda, nihayet.
âhirülemr (A.) [آخرالامر] sonunda, işin sonunda.
âhiz (A.) [آخذ] alan.
ahize (A.) [آخذه] alıcı gereç.
ahkâm (A.) [احکام] hükümler.
ahlâf (A.) [اخلاف] halefler.
ahlâk (A.) [اخلاق] huy, ahlak.
ahlâk -ı amelî [اخلاق عملی] uygulamadaki ahlak anlayışı.
ahlâk -ı hasene [اخلاق حسنه] iyi huy.
ahlâk -ı nazarî [اخلاق نظری] teorideki ahlak anlayışı.
ahlâk -ı zemîme [اخلاق ذمیمه] kötü huy.
ahlâken (A.) [اخلاقا] ahlakça.
ahlâkiyat (A.) [اخلاقیات] ahlak bilgisi.
ahlâkiyûn (A.) [اخلاقیون] ahlakçılar.
ahlâm (A.) [احلام] 1.karmakarışık rüyalar. 2.düşazmalar.
ahlât (A.) [اخلاط] salgılar.
ahlât -ı erba’a [اخلاط اربعه] dört özsuyu kan, salya, safra, dalak.
ahmak (A.) [احمق] budala, aptal, ahmak.
ahmakâne (A.-F.) [احمقانه] ahmakça.
ahmakî (A.-F.) [احمقی] ahmaklık.
ahmer (A.) [احمر] kırmızı, kızıl.
ahrâm (A.) [احرام] 1.kutsal yerler. 2.haremler. 3.hanımlar, eşler.
ahrâr (A.) [احرار] özgürler.
ahrârâne (A.-F.) [احرارانه] özgürce.
ahrâs (A.) [احراس] koruyucular, muhafızlar.
ahret (A.) [آخرت] öbür dünya, ahiret.
ahretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
ahsâs (A.) [احساس] duygular.
ahsen (A.) [احسن] en güzel.
ahşâ’ (A.) [احشاء] 1.iç organlar, 2.bölgeler, yöreler.
ahşâb (A.>T.) [اخشاب] 1.ahşap. 2.keresteler.
ahşâm (A.) [احشام] maiyet.
ahtâb (A.) [احطاب] odunlar.
ahtâr (A.) [اخطار] tehlikeler.
âhte (F.) [آخته] 1.iğdiş edilmiş. 2.kınından çıkarılmış.
ahter (F.) [اختر] yıldız.
ahter -i dünbâledâr [اختر دنباله دار] kuyruklu yıldız.
ahterbîn (F.) [اختربین] astrolog, yıldızbilimci.
ahterşinâs (F.) [اخترشناس] yıldızbilimci.
ahterşümâr (F.) [اخترشمار] 1.yıldızbilimci. 2.geceleri uyuyamayan.
ahu (A.) [اخو] kardeş.
âhû (F.) [آهو] ceylan, karaca.
âhûbere (F.) [آهوبره] ceylan yavrusu.
âhûdil (F.) [آهودل] ödlek, korkak.
âhund (F.) [آخوند] molla, hoca.
âhûnigah (F.) [آهونگاه] ceylan bakışlı.
âhur (F.) [آخر] ahır.
âhuvân (F.) [آهوان] ceylanlar.
âhûvâne (F.) [آهوانه] ceylan gibi.
âhüvâh(F.) [آه و واه] feryat, sızlanma, hayıflanma.
âhüvâveylâ (F.-A.) [ آه و واویلا] feryat, âh çekme, figan etme.
âhüzâr (F.) [آه و زار] âh çekip inleme.
ahvâl (A.) [احوال] haller, durumlar.
ahvâl-i âdiye [احوال عادیه] olağan haller.
ahvâl -i sıhhiye [احوال صحیه] sağlık durumu
ahvef (A.) [اخوف] en korkunç.
ahvel (A.) [احول] şaşı.
ahyâ (A.) [احیا] diriler.
ahyâl (A.) [اخیال] yılkılar.
ahyânen (A.) [احیانا] arasıra, kimi zaman.
ahyâr (A.) [اخیار] iyiler.
ahyât (A.) [اخیاط] iplikler.
ahz (A.) [اخذ] alma.
ahz ü kabul etmek alıp kabul etmek.
ahzâb (A.) [احزاب] 1.kütleler. 2.partiler. 3.Ahzâb sûresi.
ahzân (A.) [احزان] hüzünler.
ahzar (A.) [اخضر] yeşil.
ahzen (A.) [احزن] çok hüzünlü.
ahzetmek almak.
ahzüi’tâ (A.) [اخذ و عطا] alış veriş.
ahzükabz (A.) [اخذ و قبض] alıp sahip çıkma.
âid (A.) [عائد] 1.ait, ilişkin. 2.geri dönen.
âidât (A.) [عائدات] gelirler, aidat.
âide (A.) [عائده] kâr, kazanç, gelir.
âika (A.) [عائقه] engel.
âile (A.) [عائله] 1.aile. 2.eş, karı.
ailevî (A.) [عائلوی] aile ile ilgili.
âjeng (F.) [آژنگ] buruşuk, cilt kırışığı.
âk (A.) [عاق] serkeş.
akab (A.) [عقب] 1.arka, art. 2.topuk, ökçe.
akabât (A.) [عقبات] 1.yokuşlar. 2.tehlikeli anlar.
akabe (A.) [عقبه] 1.geçilmesi güç geçit. 2.yokuş.
akabinde (A.-T.) ardından.
akâid (A.) [عقائد] inançlar, akideler.
akâmet (A.) [عقامت] 1.verimsizlik, durgunlaştırma, aksatma. 2.kısırlık.
akar (A.) [عقار] kazanç sağlayan mülk.
akarât (A.) [عقرات] kazanç sağlayan mülkler, akarlar.
akbeh (A.) [اقبح] çok çirkin.
akd (A.) [عقد] 1.düğümleme, bağlama. 2.nikah. 3.kararlaştırma. 4.kurma.
akdâh (A.) [اقداح] kadehler.
akdâm (A.) [اقدام] ayaklar.
akdedilmek yapılmak, uygulanmak, icra edilmek.
akdem (A.) [اقدم] önce, önceki.
akdes (A.) [اقدس] en kutsal.
akdetmek/ eylemek yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma yapmak, sözleşme yapmak.
akıbet (A.) [عاقبت] son.
âkıbetbîn (A.-F.) [عاقبت بین] sonu gören, ileri görüşlü.
âkıbetendîş (A.-F.) [عاقبت اندیش] sonunu düşünen.
âkıbetülemr (A.) [عاقبت الامر] sonunda.
âkıl (A.) [عاقل] akıllı, akıl sahibi.
akıl (A.) [عقل] akıl.
âkılâne (A.-F.) [عاقل] akıllıca.
âkıle (A.) [عاقله] akıllı kadın.
âkır (A.) [عاقر] 1.kısır. 2.verimsiz.
âkid (A.) [عاقد] akit yapan.
akîde (A.) [عقیده] inanç, akide.
akîdefurûş (A.-F.) [ عقیده فروش] inanç tüccarı.
akîk (A.) [عقیق] akik taşı.
âkil (A.) [آکل] yiyen.
akîm (A.) [عقیم] 1.kısır. 2.sonuçsuz.
akim kalmak gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak.
akis (A.) [عکس] yansıma, aksetme, akis.
akl (A.) [عقل] akıl.
akl -ı bâliğ [عقل بالغ] ergin.
akl -ı evvel [عقل اول] Tanrı.
akl -ı küll [عقل کل] 1.doğadaki genel uyum. 2.Cebrail.
akl -ı mücerred [عقل مجرد] soyut akıl.
akl -ı selim [عقل سلیم] sağduyu.
aklâm (A.) [اقلام] 1.kalemler. 2.yazı gereçleri. 3.devlet daireleri.
aklen (A.) [اقلا] akılca.
aklıselim (A.-F.) [عقل سلیم] sağduyu.
aklî (A.) [عقلی] akılca, akıl bakımından, rasyonel.
akliyye (A.) [عقلیه] akılcılık, rasyonalizm.
akliyyûn (A.) [عقلیون] akılcılar, rasyonalistler.
akm (A.) [عقم] kısırlık.
akmâr (A.) [اقمار] aylar.
akmişe (A.) [اقمشه] kumaşlar.
akrabâ (A.) [اقرباء] akraba, yakınlar.
akran (A.) [اقران] yaşıtlar.
akreb (A.) [اقرب] en yakın.
akreb (A.) [عقرب] 1.akrep. 2.saat ibresi.
akrebek (A.-F.) [عقربک] saati gösteren ibre.
aks (A.) [عکس] yansıma, akis.
aks -i müddeâ [عکس مدعا] çatışkı.
aks -i sedâ [عکس صدا] yankı.
aksâ (A.) [اقصی] uzak, en son.
aksâ -yı emel [اقصای امل] ülkü, ideal.
aksâ -yı şark [اقصای شرق] Uzakdoğu.
aksâm (A.) [اقسام] kısımlar, bölümler.
aksâm -ı sâire [اقسام سائره] diğer kısımlar, öbür bölümler.
akser (A.) [اقصر] en kısa.
aksetmek yansımak, vurmak.
aksî (A.) [عکسی] 1.inatçı. 2.ters, zıt. 3.huysuz.
aksülamel (A.) [عکس العمل] tepki, reaksiyon.
aktâ’ (A. [اقطاع] 1.kesmeler. 2.beylik araziler.
aktâb (A.) [اقطاب] 1.kutuplar. 2.azizler. 3.efendiler.
aktâr (A.) [اقطار] taraflar, yöreler.
aktâr-ı cihân [ اقطار جهان] dünyanın her tarafı.
akûr (A.) [عقور] azgın, kudurmuş, saldırgan.
akûrâne (A.-F.) [عقورانه] kudurmuşçasına.
akvâl (A.) [اقوال] sözler.
akvâm (A.) [اقوام] kavimler.
akviyâ (A.) [اقویا] kuvvetliler.
âl (A.) [آل] 1.aile. 2.sülale. 3.evlat.
âl (A.) [عال] yüce, yüksek.
alâ (A.) [علاء] yücelik, şeref.
alâ (A.) [علی] üst, üstü, üzeri.
alâeyyihâl (A.) [علی ای حال] her nasıl olsa.
âlâf (A.) [آلاف] binler.
alâhide (A.) [علیحده] tek başına, başlı başına.
alâik (A.) [علائق] alakalar, ilgiler.
alâim (A.) [ ] işaretler, alametler.
alâim-i semâ [علائم سما] gökkuşağı.
alak (A.) [علق] 1.kan pıhtısı. 2.sülük.
alâka (A.) [علاقه] ilgi, alaka.
alâkabahş (A.-F.) [علاقه بخش] ilgilendiren, ilgili.
alâkadar (A.-F.) [علاقه دار] ilgili, alakalı.
alâkadar etmek ilgilendirmek.
alâkadar olmak ilgilenmek.
alakadârân (A.-F.) [علاقه داران] ilgililer.
alâkadrilimkân (A.) [علاقدرالامکان] olabildiğince.
âlâm (A.) [آلام] elemler, acılar.
alâmât (A.) [علامات] işaretler, alametler.
alâmet (A.) [علامت] işaret, iz, alamet, belirti. 2.çok iri.
âlât (A.) [آلات] aletler.
alâvechi (A.) [علِی وجه] üzere.
alâvefk (A.) [علی وفق] uygun olarak.
âlâyiş (F.) [آلایش] 1.bulaşma. 2.gösteriş.
aleddevam (A.) [علی الدوام] sürekli.
alef (A.) [علف] 1.ot. 2.hayvan yemi.
aleka (A.) [علقه] 1.kan pıhtısı. 2.balçık.
alelacele (A.) [علی العجله] çarçabuk.
alelâde (A.) [علی العاده] sıradan, bayağı.
alelamyâ (A.) [علی العمیا] körükörüne.
alelekser (A.) [علی الاکثر] çok defa.
alelhusûs (A.) [علی الخصوص] özellikle.
alelıtlâk (A.) [علی الاطلاق] 1.genellikle. 2.rastgele.
alelicmâl (A.) [علی الاجمال] topluca.
alelinfirâd (A.) [علی الانفراد] birer birer.
alelistimrâr (A.) [علی الاستمرار] sürekli, aralıksız.
aleliştirâk (A.) [علی الاشتراک] ortaklaşa.
alelkifâye (A.) [علی الکفایه] yeterince.
alelumûm (A.) [علی العموم] genellikle, genelde, genel olarak.
âlem (A.) [عالم] dünya; evren.
alem (A.) [علم] 1.sancak. 2.alem. 3.nişan, alamet.
âlemârâ (A.-F.) [عالم آرا] dünyayı süsleyen.
alemdâr (A.-F.) [علمدار] sancaktar.
âlemefrûz (A.-F.) [عالم افروز] dünyayı parlatan.
âlemgîr (A.-F.) [عالمگیر] 1.dünyayı fetheden. 2.dünyaya yayılan.
âlemiyân (A.-F.) [عالمیان] insanlar.
âlemşümûl (A.) [علم شمول] dünyayı kaplayan.
âlemtâb (A.-F.) [عالمتاب] dünyayı aydınlatan.
alenen (A.) [علنا] açıkça.
alenî (A.) [علنی] açık, aşikâr.
âlet (A.) [آلت] 1.araç, alet. 2.aygıt.
alettafsîl (A.) [علی التفصیل] ayrıntılı olarak.
alettevâlî (A.) [علی التوالی] peşpeşe.
aleyh (A.) [علیه] karşı, karşıt; üzerine.
aleyhdar (A.-F.) [علیه دار] karşıt, zıt.
aleyhisselâm (A.) [علیه السلام] selam onun üzerine olsun.
âlî (A.) [عالی] yüce; yüksek.
âlîcâh (A.-F.) [عالی جاه] yüksek dereceli.
âlîcenâb (A.) [عالی جناب] 1.cömert. 2.haysiyetli.
âlihe (A.) [آلهه] ilahlar.
âlîhimmet (A.) [عالی همت] yüce himmetli.
âlîkadr (A.) [عالی قدر] saygıdeğer.
alîl (A.) [علیل] 1.hasta, hastalıklı, illetli. 2.sakat.
âlim (A.) [عالم] bilgin.
alîm (A.) [علیم] çok bilen.
âlîmakâm (A.) [عالی مقام] yüksek makamlı.
âlînazar (A.) [عالی نظر] yüksek görüşlü.
âlîşan (A.) [عالی شان] şanı yüce.
âliye (A.) [عالیه] yüce, yüksek.
aliyyülâlâ (A.) [علی الاعلا] en iyisi.
Allâh (A.) [الله] Tanrı, Allah.
allâme (A.) [علامه] büyük bilgin.
âlû (F.) [آلو] erik.
âlûbâlu (F.) [آلوبالو] vişne.
âlûd (F.) [آلود] bulanmış, bulaşmış.
âlûde (F.) [آلوده] bulanmış, bulaşmış.
âlûdedâmen (F.) [آلوده دامن] iffetsiz.
âlûdegî (F.) [آلودگی] bulaşma, bulaşıklık.
âlüfte (F.) [آلفته] 1.iffetsiz, ******. 2.alışık.
âmâc (F.) [آماج] 1.hedef. 2.nişan tahtası.
âmâcgâh (F.) [آماجگاه] nişan alınan yer.
âmâde (F.) [آماده] hazır.
âmâdegî (F.) [آمادگی] hazırlık.
a'mâl (A.) [اعمال] davranışlar, ameller.
âmâl (A.) [آمال] emeller.
âmâl (A.) [آمال] emeller.
âmâr (F.) [آمار] 1.sayım. 2.hesap.
amd (A.) [عمد] kasıt.
amden (A.) [عمدا] kasıtlı olarak.
âmed (F.) [آمد] gelme, geliş.
âmedşüd (F.) [آمدشد] geliş gidiş.
âmedüreft (F.) [آمدورفت] geliş gidiş.
âmedüşüd (F.) [آمدوشد] geliş gidiş.
amel (A.) [عمل] 1.iş. 2.ishal.
amele (A.) [عمله] işçi.
amelen (A.) [عملا] bilfiil, işleyerek.
amelî (A.) [عملی] pratik, uygulamalı.
ameliyât (A.) [عملیات] 1.işlemler, uygulamalar. 2.ameliyat.
ameliye(A.) [عملیه] işlem, uygulama.
âmennâ (A.) [آمنا] diyecek bir şey yok, inandık.
âmîhte (A.) [آمیخته] karışık, karışmış.
amîk (A.) [عمیق] derin.
âmil (A.) [عامل] 1.yapan, işleyen. 2.faktör, etken. 3.vergi memuru. 4.vali.
amîm (A.) [عمیم] yaygın.
âmîn (A.) [آمن] amin.
âminen (A.) [آمنا] emin olarak.
âmir (A.) [آمر] emreden.
âmirâne (A.-F.) [آمرانه] emredercesine.
âmiyâne (A.-F.) [عامیانه] bayağı, avamca.
âmm (A.) [عام] genel, yaygın.
âmm (A.) [عام] yıl.
amm (A.) [عم] amca.
ammâ (A.) [اما] ama.
ammâba’d (A.) [(امابعد] maksada gelince.
amme (A.) [عمه] hala.
amûd (A.) [عمود] direk.
amûden (A.) [عمودا] dikine.
amûdî (A.) [عمودی] dikey.
âmurziş (F.) [آمرزش] 1.bağışlama, affetme.
âmûz (F.) [آموز] 1.öğrenen. 2.öğreten.
âmûzgâr (F.) [آموزگار] öğretmen.
âmürzgâr (F.) [آمرزگار] bağışlayıcı, Tanrı.
âmürziş (F.) [آمرزش] bağışlama.
ân (A.) [آن] an.
an (A.) [عن] –den, -dan.
ân (F.) [ان] 1.çoğul eki -ler, -lar. 2.zarf yapan ek -erek, -arak.
ân (F.) [آن] alım, cazibe, hava.
an’anât (A.) [عنعنات] gelenekler.
an’ane (A.) [عنعنه] gelenek.
an’anevî (A.) [عنعنوی] geleneksel.
ânân (F.) [آنان] onlar.
anâsır (A.) [عناصر] unsurlar, elemanlar.
anâsır-ı erba’a [عناصر اربعه] dört unsur ateş, hava, su, toprak.
ânât (A.) [آنات] anlar.
anbean (A.-F.) [آن به آن] her an, gittikçe.
anber (A.) [عنبر] amber.
anberbû (A.-F.) [عنبربو] amber kokulu.
andelîb (A.) [عندلیب] bülbül.
âne (F.) [انه] gibi anlamını verecek şekilde sıfat ve zarf yapan son ek.
anh (A.) [عنه] ondan.
anhâ (A.) [عنها] ondan.
anhâ (F.) [آنها] onlar.
ânî (A.-F.) [آنی] 1.bir an. 2.derhal.
ânifen (A.) [آنفا] 1.az önce, demin. 2.yukarıda.
âniyen (A.) [آنیا] bir anda, der hal, o anda.
ankâ (A.) [عنقا] zümrütüanka,
ankarîb (A.) [عن قریب] yakında, yakından, çok geçmeden.
ankasdin (A.) [عن قصد] kasıtlı olarak, bile bile.
ankebût (A.) [عنکبوت] örümcek.
ansamîmilkalb (A.) [عن صمیم القلب] içtenlikle, canügönülden.
anûd (A.) [عنود] inatçı.
âr (A.) [عار] utanma, ar.
ar’ar (A.) [عرعر] 1.anırma. 2.dikenli ardıç.
ârâ (F.) [آرا] süsleyen.
ârâ’ (A.) [آراء] oylar.
arâ’is (A.) [عرائس] gelinler.
arab (A.) [عرب] arap
arabî (A.) [عربی] arapça.
arak (A.) [عرق] 1.ter. 2.rakı.
arakçîn (A.-F.) [عرقچین] takke kavuk altı takkesi.
arakdâr (A.-F.) [عرقدار] terli.
arakıyye (A.) [عرقیه] derviş külahı.
ârâm (F.) [آرام] 1.dinlenme. 2.yerleşme.
ârâm etmek yerleşmek
ârâmbahş (F.) [آرام بخش] dinlendiren, huzur veren.
ârâmgâh (F.) [آرامگاه] 1.dinlenme yeri. 2.mezar.
ârâmiş (F.) [آرامش] 1.dinlenme. 2.huzur.
ârâste (F.) [آراسته] süslenmiş, süslü.
ârâyiş (F.) [آرایش] 1.süs. 2.süslenme.
araz (A.) [عرض] 1.işaret, belirti. 2.tesadüf.
arâzî (A.) [اراضی] yerler, arazi.
arbede (A.) [عربده] kavga.
arbedecû (A.-F.) [عربده جو] kavgacı.
ard (F.) [آرد] un.
ardbîz (F.) [آردبیز] elek.
arefe (A.) [عرفه] arife, bayramdan önceki gün.
ârız (A.) [عارض] 1.yanak. 2.gelen. 3.engel.
ârızî (A.) [عارضی] geçici.
ârî (A.) [عاری] 1.çıplak. 2.uzak, uzakta, soyutlanmış.
ârî (F.) [آری] evet.
ârif (A.) [عارف] bilen, arif, irfan sahibi.
âriyyet (A.) [عاریت] ödünç.
arîz (A.) [عریض] geniş, genişlemesine.
arman (F.) [آرمان] 1.özlem. sıkıntı.
arsa (A.) [عرصه] yer, meydan.
arş (A.) [عرش] 1.gök. 2.taht. 3.çardak.
arşa (A.) [عرشه] güverte.
arûs (A.) [ ] gelin.
arz (A.) [ارض] 1.yer. 2.dünya, yeryüzü.
arz (A.) [عرض] 1.genişlik, en. 2.enlem.
arz (A.) [عرض] sunma, arzetme.
arzan (A.) [ارضا] enine, genişliğine.
arzıhâl (A.) [ارض حال] dilekçe.
ârzû (F.) [آرزو] istek, heves.
asâ (A.) [عصا] 1.değnek, sopa. 2.derviş değneği.
âsâ (F.) [آسا] gibi.
asab (A.) [عصب] sinir.
asabî (A.) [عصبی] sinirli.
asabiyülmizac (A.) [عصبی المزاج] asabî mizaçlı.
asabiyyet (A.) [عصبیت] sinirlilik.
âsaf (A.) [آصف] 1.vezir. Hz. Süleyman’ın veziri.
asâkir (A.) [عساکر] askerler.
asalet (A.) [اصالت] asillik.
asamm (A.) [اصم] sağır.
âsân (F.) [آسان] kolay.
âsâr (A.) [آثار] 1.izler. 2.eserler.
âsâyiş (F.) [آسایش] 1.huzur. 2.güvenlik.
âsâyiş berkemâl [ آسایش برکمال ] her yerde huzur hakim.
asdika (A.) [اصدقا] gerçek dostlar.
asel (A.) [عسل] bal.
ases (A.) [عسس] gece bekçisi.
asfer (A.) [اصفر] 1.sarı. 2.soluk benizli.
asgar (A.) [اصغر] en küçük.
asgarî (A.) [اصغری] en az.
ashâb (A.) [اصحاب] 1.dostlar, arkadaşlar. 2.sahipler.
âsım (A.) [عاصم] 1.günahtan sakınan. 2.iffetli.
asır ba’de asır (A.) [عصر بعد عصر] asırlarca, yüzyıllarca.
âsî (A.) [عاصی] 1.isyancı. 2.günahkâr.
âsîb (F.) [آسیب] felaket, bela, zarar.
asîl (A.) [اصیل] 1.sağlam. 2.soylu.
asîlzâde (A.-F.) [اصیل زاده] soylu çocuğu, asilzade.
asîr (A.) [عصیر] özsuyu, usare.
âsitan (F.) [آستان] eşik.
âsiyâ (F.) [آسیا] değirmen.
âsiyâb (F.) [آسیاب] değirmen.
asker (A.) [عسکر] asker, er.
asl (A.) [اصل] 1.asıl. 2.kök. 3.gerçek.
asla (A.) [اصلا] hiçbir zaman.
aslî (A.) [اصلی] asıl.
aslünesl (A.-F.) [اصل و نسل] soy sop.
âsmân (F.) [آسمان] gök, gökyüzü.
âsmânî (F.) [آسمانی] 1.gökyüzüne ait. 2.melek. 3.açık mavi.
asnâm (A.) [اصنام] 1.putlar. 2.dilberler.
asr (A.) [عصر] 1.yüzyıl. 2.ikindi vakti.
asrî (A.) [عصری] modern.
âstân (F.) [آستان] 1.eşik. 2.tekke.
âstâne (F.) [آستانه] 1.eşik. 2.başkent. 3.tekke. 4.İstanbul.
âster (F.) [آستر] astar.
âstîn (F.) [آستین] yen.
âsûde (F.) [آسوده] rahat, huzurlu.
âsûdegî (F.) [آسودگی] huzur.
âsûdehâtır (F.-A.) [آسوده خاطر] gönlü rahat, huzurlu.
âsüman (F.) [آسمان] gökyüzü.
âş (F.) [آش] 1.yemek. 2.aşûre.
âşâm (F.) [آشام] içen.
aşer (A.) [عشر] on.
aşere (A.) [عشره] onlar.
aşhâne (F.) [آشخانه] mutfak.
âşık (A.) [عاشق] aşık.
âşıkân (A.-F.) [عاشقان] aşıklar.
âşifte (F.) [آشفته] 1.perişan. 2.iffetsiz kadın.
âşikâr (F.) [آشکار] açık, belli, aşikâr.
âşikâr etmek ortaya çıkarmak, belli etmek.
âşikâr olmak ortaya çıkmak, belli olmak.
âşikâre (F.) [آشکاره] açık, belli.
âşina (F.) [آشنا] 1.tanıdık, bildik. 2.bilen.
âşir (A.) [عاشر] onuncu.
aşîr (A.) [عشیر] onda bir.
âşiren (A.) [عاشرا] onuncusu.
âşiyân (F.) [آشیان] 1.yuva. 2.ev.
aşk (A.) [عشق] [عشق] aşk.
âşkâr (F.) [آشکار] 1.açık, belli, aşikâr.
âşkârâ (F.) [آشکارا] açık, belli, aşikâr.
âşnâ (F.) [آشنا] tanıdık, dost, aşina.
âşnâyân (F.) [آشنایان] tanıdıklar, dostlar.
âşnâyî (F.) [آشنایی] 1.dostluk. 2.bilme, haberdarlık.
âşpez (F.) [آشپز] aşçı.
aşre (A.) [عشره] on.
âşûb (F.) [آشوب] 1.kargaşa. 2.karıştırıcı.
âşûbengîz (F.) [آشوب انگیز] kargaşa çıkaran.
âşûrâ (A.) [عاشورا] aşûre.
âşüfte (F.) [آشفته] 1.iffetsiz kadın. 2.perişan.
âşüftedil (F.) [آشفته دل] gönlü perişan.
ât (A.) [ات] çoğul eki -ler, -lar.
at’ime (A.) [اطعمه] taamlar, yiyecekler.
atâ (A.) [عطاء] bağış, ihsan, bahşiş.
atâbahş (A.-F.) [عطا بخش] bahşiş veren, ihsanda bulunan.
atâlet (A.) [عطالت] 1.durgunluk. 2.tembellik.
ataş (A.) [عطش] susuzluk.
atâyâ (A.) [عطایا] bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
atebât (A.) [عتبات] 1.eşikler. 2.şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye.
atebe (A.) [عتبه] eşik.
ateh (A.) [عته] bunama.
ateh getirmek bunamak.
âteş (F.) [آتش] ateş.
âteşbâr (F.) [آتش بار] ateş yağdıran.
âteşbâz (F.) [آتشباز] fişekçi.
âteşdân (F.) [آتشدان] 1.mangal. 2.ocak.
âteşdem (F.) [آتش دم] acı sözlü.
âteşefrûz (F.) [آتش افروز] ateş yakan.
âteşfâm (F.) [آتش فام] 1.ateş rengi. 2.kırmızı.
âteşfeşân (F.) [آتش فشان] ateş saçan.
âteşgâh (F.) [آتشگاه] ateşkede, ateşperest tapınağı.
âteşgede (F.) [آتشگده] ateşkede, ateşperest tapınağı.
âteşgîre (F.) [آتش گیره] 1.maşa. 2.çıra.
âteşgûn (F.) [آتش گون] ateş rengi, kırmızı.
âteşî (F.) [آتشی] 1.ateşli. 2.öfkeli, kızgın. 3.acı, dokunaklı. 4.cehennemlik.
âteşîn (F.) [آتشین] 1.ateşli. 2.hararetli.
âteşkâr (F.) [آتش کار] külhancı, ateşçi.
âteşmizâc (F.-A.) [آتش مزاج] sert mizaçlı.
âteşpâre (F.) [آتش پاره] kıvılcım.
âteşperest (F.) [آتش پرست] ateşe tapan, ateşperest.
atf (A.) [عطف] 1.eğme. 2.bağlaç. 3.çevirme,yöneltme.
atfen (A.) [عطفا] atıfta bulunarak,
atfetmek yöneltmek, vermek.
âtıf (A.) [عاطف] 1.şefkatli. 2.meyleden. 3.bağlayan.
âtıfet (A.) [عاطفت] şefkat gösterme.
âtıfetkâr (A.-F) [عاطفتکار] şefkat gösteren, gözeten.
âtıl (A.) [عاطل] 1.yararsız. 2.tembel.
âtî (A.) [آتی] 1.gelecek.
âtîdeki (A.-T.) [ ] ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan.
atîk (A.) [عتیق] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
atîka (A.) [عتیقه] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
atîkiyyât (A.) [عتیقیات] arkeoloji.
âtiye (A.) [آتیه] gelecek.
âtiyen (A.) [آتیا] 1.gelecekte. 2.aşağıda görüleceği gibi.
âtiyülbeyân (A.) [آتی البیان] aşağıda açıklanacak olan.
âtiyüzzikr (A.) [آتی الذکر] aşağıda zikredilecek olan.
atiyyât (A.) [عطیات] bağışlar, ihsanlar.
atiyye-i seniyye [عطیهء سنیه] padişah tarafından verilen hediye.
atlas (A.) [اطلس] 1.atlas kumaş. 2.büyük harita, dünya haritası.
atnâb (A.) [اطناب] 1.ipler. 2.çadır ipleri. 3.ağaç kökleri.
ats (A.) [عطس] hapşırma, aksırma.
atse (A.) [عطسه] hapşırık, aksırık.
atş (A.) [عطش] susuzluk.
atşân (A.) [عطشان] susuz, susamış.
attar (A.) [عطار] attar, baharatçı.
attârî (A.-F.) [عطاری] 1.attarlık. 2.attar dükkanı.
atûfet (A.) [عطوفت] şefkat.
avâid (A.) [عوائد] gelirler.
avâkıb (A.) [عواقب] 1.sonuçlar. 2.sonlar.
avâlim (A.) [عوالم] âlemler, dünyalar.
avâm (A.) [عوام] halk tabakası.
avâmil (A.) [عوامل] 1.etkenler, faktörler.
avâmpesend (A.-F.) [عوام پسند] halkın beğendiği.
avân (A.) [اوان] zaman.
âvâre (F.) [آواره] aylak.
âvâreser (F.) [آواره سر] aylak.
avârız (A.) [عوارض] 1.belalar. 2.engeller. 3.geçici vergi.
avârif (A.) [عوارف] bilginler, arifler.
âvâz (F.) [آواز] ses.
âvâze (F.) [آوازه] 1.bağırma. 2.ün.
avdet (A.) [عودت] geri dönüş.
avdet etmek dönmek.
avene (A.) [عونه] yardakçılar, avene.
âvîze (F.) [آویزه] asılı.
avn (A.) [عون] yardım.
avrât (A.) [عورات] kadınlar.
avret (A.) [عورت] kadın.
âyâ (F.) [آیا] acaba.
ayân (A.) [عیان] açık, belli, aşikâr.
ayâr (A.) [عیار] ayar.
âyât (A.) [آیات] ayetler.
ayb (A.) [عیب] ayıp.
âyet (A.) [آیت] 1.ayet. 2.işaret.
âyîn (F.) [آیین] 1.tören. 2.ayin. 3.din.
âyine (F.) [آینه] ayna.
âyînhân (F.) [آیین خوان] ayin okuyan.
ayn (A.) [عین] 1.göz. 2.tıpkı. 3.ayın harfi.
aynen (A.) [عینا] tıpkı, aynen, olduğu gibi.
ayniyye (A.) [عینیه] 1.taşınabilir değerli eşya. 2.göz hastalıkları bölümü.
ayniyyet (A.) [عینیت] aynılık.
aynülyakîn (A.) [عین الیقین] kesin, kesin bilgi.
ayş (A.) [عیش] yaşama, keyif alma, gününü gün etme.
ayyâr (A.) [عیار] 1.kurnaz. 2.düzenbaz.
ayyârî (A.-F.) [عیاری] 1.kurnazlık. 2.düzenbazlık.
azâb (A.) [عذاب] azap.
azab (A.) [عزب] bekar.
azâbengiz (A.-F.) [عذاب انگیز] azap veren.
âzâd (F.) [آزاد] özgür.
âzâde (F.) [آزاده] özgür.
âzâdî (F.) [آزادی] özgürlük.
azamet (A.) [عظمت] 1.büyüklük, ululuk. 2.çalım.
âzâr (F.) [آزار] 1.incitme. 2.inciten.
azdâd (A.) [اضداد] zıtlar, karşıtlar.
âzer (F.) [آذر] 1.ateş. 2.Âzer ayı.
âzerâsâ (F.) [آذرآسا] 1.ateş gibi. 2.ateş rengi.
azil (A.) [عزل] görevden alma.
âzim (A.) [عازم] kararlı.
azîm (A.) [عظیم] büyük.
azîmet (A.) [عزیمت] gitme, yola çıkma.
azimet etmek gitmek.
aziz (A.) [عزیز] değerli, saygın.
azîzan (A.-F.) [عزیزان] değerliler.
azîze (A.) [عزیزه] 1.sevgili. 2.saygın.
azl (A.) [عزل] görevden alma.
azm (A.) [عزم] 1.azim. 2.niyet.
azm (A.) [عظم] kemik.
âzmâyiş (F.) [آزمایش] deneme, sınama.
âzmend (F.) [آزمند] hırslı.
azrâ (A.) [عذرا] bâkire.
azrâil (A.) [عزدائیل] Azrail.
azrar (A.) [اضرار] zararlar.
azulât (A.) [عضلات] adaleler.
âzürde (F.) [آزرده] incinmiş, gücenmiş.
---------------
bâb: kapı, bölüm.
bâd: rüzgâr, nefes.
bâde: şarap, içki.
bâdehû: bundan sonra.
bâdelmemât: ölümünden sonra.
bâdelmevt: ölümden sonra.
bâdemâ: bundan sonra.
bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava.
bâdî: sebep, geçici.
bâdire: anî felâket, zor geçit.
bâdiye: çöl, kır.
bâğî: azgın, yoldan çıkmış.
bağistân: bağlık bahçelik yerler.
bâğiyâne: azgınca.
bağy: azgınlık.
bahâ: paha.
bahâdar: pahalı.
bahâdır: kahraman, yiğit.
bahâne: vesile, sebep, özür.
bâhem: birlikte, beraber.
bahîl: cimri, eli sıkı.
bâhir: belli, açık.
bahir: deniz, derya.
Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip.
bâhire: belli ve açık olan.
bahis: konu.
bahr: deniz.
bahrî: denizle ilgili.
bahrimuhît: okyanus.
bahriumman: okyanus.
bahriye: denizci.
bahs: bahis, konu
bahş: bağış, verme.
baht: talih, kısmet.
bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu.
bahusus: özellikle.
baîd: uzak, ırak.
Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen.
bais: sebep.
bakar: sığır, inek.
bakarperest: ineğe tapan.
bakayâ: kalıntılar.
bâkî: sonsuz, kalıcı.
bâkir: kullanılmamış, bozulmamış.
bâkire: el değmemiş, kız.
bâkiyâne: bakice, sonsuzca.
bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar.
bâkiye: kalıcı olan, kalan.
bakteri: tek hücreli bir canlı.
bâlâ: yüksek, yüce.
bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına.
bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş.
bânî: bina eden, kuran, yapan.
banknot: lira mânâsında para birimi.
bâr: yük, pas.
bârân: yağmur.
bârekallah: Allah hayırlı ve mübarek etsin.
bârekte: sen mübarek eyledin.
bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam.
bârık: yıldırım, parıltı.
Bârî: düzgün ve güzel yaratan Allah.
bâri: hiç olmazsa, hele.
bârid: soğuk.
bâridâne: soğukça.
bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam.
bârika: şimşek.
bârikaâsâ: şimşek gibi.
bâriz: meydanda, açık.
Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde.
bâs: gönderme. yeniden dirilme.
basar: göz, görme hissi.
bâsır: gören.
bâsıra: görme duyusu.
bâsıt: açan, yayan, genişleten.
Basîr: her şeyi gören Allah.
basîrâne: görerek.
bâsire: görme duyusu.
basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş.
basit: sade, düz, bölünmez.
basitâne: basitçe.
bast: yayma, açma.
bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama.
basübadelmevt: ölemden sonra diriliş.
Bâşid: Van ilinde bir dağ.
başkitâbet: başyazıcılık.
başmurahhas: baştemsilci.
başvekâlet: başbakanlık.
başvekil: başbakan.
batâlet: işsizlik, durgunluk.
batarya: enerji kaynağı.
Bathâ: Mekkenin eski bir adı.
bâtıl: boş, yalan, çürük.
Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden Allah.
batın: iç, iç yüz, gizli, sır.
bâtınen: içten, iç bakımından.
bâtınî: içe ait, içle ilgili.
Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.
Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.
batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.
batn: karın, nesil.
battal: işsiz, çürük, kullanılmaz.
baûda: sivrisinek.
bâvehim: vehimle, kuruntuyla.
bay: zengin.
bâyi: satıcı.
bâyin: aralayıcı, ayırıcı.
bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider.
baytar: veteriner.
bâz: oynayan, yapan.
bâzîçe: oyuncak, eğlence.
bâziyet: bazenlik, bazılık.
be: "de, den" mânâsında ön ek.
becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme.
becû: iste.
bed: kötü, çirkin.
bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük.
bedâhet: apaçıklık.
bedâheten: apaçık biçimde.
bedâva: beleş, parasız.
bedâvet: bedevilik, göçerlik.
bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler.
bedbaht: bahtı kara, talihsiz.
bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz.
bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua.
bedel: karşılık.
beden: gövde.
bedestân: çarşı.
bedevî: göçebe, çölde yaşayan.
bedeviyâne: göçebe gibi.
bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık.
bedhah: kötülük isteyen.
bedhal: kötü huylu.
bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün.
bedîa: benzersiz güzel olan.
bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık.
bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler.
bedîî: eşsiz güzellikte olan.
bedir: dolunay.
bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz.
Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı.
bedmâye: mayası kötü, soysuz.
bedr: bedir, dolunay.
bedraka: yol gösterici, kılavuz.
begün: et!
behâim: hayvanlar.
behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik.
behemehâl: her halde, ister istemez.
beher: her bir.
behîc: güleryüzlü, şen, güzel.
behimât: hayvanlar.
behimî: hayvanca.
behimiyât: hayvansı varlıklar.
behişt: cennet.
behiye: güzel.
behre: pay, kısmet, nasip.
behreyâb: nasibi olan, payı bulunan.
beht: şaşkınlık, hayranlık.
beis: zarar, fenalık.
bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk.
bekââlûd: kalıcılıkla karışık.
bekâya: geriye kalanlar.
bektâş: arkadaş.
Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse.
Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat.
bel': yutma, ortadan kaldırma.
belâ: g*** tasa. musibet, afet.
belâbil: belâlar, tasalar, musibetler.
belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
belâğbaşı: kaynak, pınar.
belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik.
belâyâ: belâlar.
belde: memleket, büyük köy.
belî: evet.
belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz.
belîğâne: beliğ biçimde.
beliyyât: belâlar.
beliyye: belâ.
Belkıs: bir kadın hükümdar.
belki: şüphesiz, kesinlikle.
benâm: namlı, ünlü, seçkin.
benât: kızlar.
bend: bent, bağlanmış.
bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul.
benî: oğullar.
benîâdem: ademoğulları, insanlar.
Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler.
ber: "alan, dinleyen, yeden, götüren" mânâsında son ek.
ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek.
berâ: için, dolayı.
berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük.
berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç.
berâet: arınma, kurtulma.
Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri.
berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller.
berât: nişan, ayrıcalık fermanı.
berâyımâlûmât: bilgi için.
berbâd: harap, pis, fena, kirli.
berceste: seçme, iyi mısra.
berd: soğuk.
berdevam: devam eden, sürüp giden.
berekât: bereketler.
bereket: bolluk, çokluk, feyiz.
berendâz: kaldırıp atan.
bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme.
bergüzîde: seçkin, seçilmiş.
Berham: Yahudi ismi.
berhava: boşa gitme.
berhayat: yaşayan.
berhudâr: saadete erişen.
berî: temiz, arınmış, kurtulmuş.
berk: şimşek.
berkarar: kararlı.
berkâsâ: şimşek gibi.
berr: yer, toprak, kara.
berrak: duru, safi, arı.
berrî: karacı, karada olan.
berrîye: karalara ait olan.
bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan.
bervech: şeklinde, biçiminde.
berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem.
berzahî: kabirle ilgili.
bes: yeter, kâfi.
besâit: basit şeyler.
besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık.
besâtin: bostanlar.
besmele: Bismillahirrahmanirrahim.
besmelekeş: besmele çeken.
beste: bağlanmış, şarkı ahengi.
beşârât: beşaretler, müjdeler.
beşâret: müjde.
beşâretkâr: müjdeci.
beşâretkârâne: müjdelercesine.
beşâşet: güleryüzlülük.
beşer: insan.
beşerî: insanî, insanla ilgili.
beşeriyet: insanlık.
beşîr: müjdeci.
beşûş: güleryüzlü.
betâlet: işsizlik, durgunluk.
betül: erkekten sakınan namuslu kadın.
bevl: sidik.
bevvâb: kapıcı, men edici.
bey': satma, satış.
beyâbân: çöl, kır.
beyân: açıklayıp bildirme.
beyânât: açıklayıp bildirmeler.
beyânî: açıklanıp bildirilen.
beyannâme: açıklama yazısı, bildiri.
beyder: harman.
beyhûde: boşuna, faydasız.
beyn: ara, arasında.
beynelenbiya: peygamberler arasında.
beynelevliya: evliyalar arasında.
beynelislâm: müslümanlar arasında.
beynelmilel: milletlerarası.
beynelulema: âlimler arasında.
beynennâs: insanlar arasında.
beyt: beyit, şiirde iki mısra.
beyt: ev, bina.
Beytülharam: Kâbenin etrafı.
Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet.
beytülmal: devletin hazinesi.
beyyin: apaçık, kesin delil.
beyyinât: apaçık olanlar.
beyyine: apaçık, kesin delil.
beyzâ: beyaz, parlak.
bezirgân: tüccar.
bezletme: esirgemeden bol bol verme.
bezm: sohbet meclisi.
Bezmielest: Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.
bî: "siz, sız" mânâsında ön ek.
bi: "ile" mânâsında ön ek.
bîaman: amansız.
biat: kabul etme, seçme.
biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek.
bîbahâ: pahasız.
bîbehre: nasipsiz.
bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi.
bîçâre: çaresiz.
bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler.
bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına.
bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler.
bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu.
bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı.
bidâyet: başlangıç.
bidâyeten: başlangıçta.
bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar.
bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen.
bîgâne: ilgisiz.
bîgünah: günahsız.
bîhaber: habersiz.
bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle.
bihakkın: hakkıyle, tam olarak.
bihâr: denizler.
bîhemta: benzersiz.
bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin.
bîhûş: şaşkın, sersem.
biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle.
bîiştibah: şüphesiz.
biiznillah: Allahın izniyle.
bîkarar: kararsız, rahatsız.
bîkes: kimsesiz.
bikr: bozulmamış, temiz.
bil: "ile" mânâsına ön ek.
bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek.
bilâbedel: bedelsiz.
bilâd: beldeler, memleketler.
bilâfasıla: aralıksız.
bilâhare: sonra, sonradan.
bilâihtiyar: elinde olmayarak.
bilâistisna: istisnasız.
bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız.
bilakis: aksine, tersine.
bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız.
bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın.
bilânço: topl*** özet.
bilâperva: korkusuz.
bilasâle: aracısız, vasıtasız.
bilâsebeb: sebepsiz.
bilâşek: şeksiz.
bilâşüphe: şüphesiz.
bilâtefrik: ayırmaksızın.
bilâtereddüt: tereddütsüz.
bilâteşbih: benzetmesiz.
bilâtevakkuf: duraksamadan.
bilbedâhe: açık seçik.
bilcümle: bütün, toptan.
bilfarz: varsaymakla.
bilfiil: fiilen, çalışarak.
bilhads: hızlı bir kavrayışla.
bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile.
bilhassa: özellikle.
bilicma: üstünde birleşmekle, topluca.
bilihtiyar: istemekle.
bililtizam: taraftar olmakla.
bilîman: îman ile.
bilintikal: intikal etmekle, naklederek.
bilirâde: iradeyle, istemekle.
bilistidad: yetenekle.
bilistihkak: hak etmekle.
biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle.
bilittifak: ittifakla, hep birlikte.
bilkabul: kabul etmekle.
bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek.
bilkuvve: düşünce halinde.
bilkülliye: büsbütün.
billah: billahi, Allah için.
billur: pırıl pırıl cam.
bilmecburiye: mecburen.
bilmukabele: karşılık vermekle.
bilmüşâhede: şahit olmakla.
bilumum: genel olarak, bütün, hep.
bilvasıta: vasıta ile.
bilyakîn: kesin bir bilişle.
bimüdânî: eşsiz, benzersiz.
bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek.
bîn: "gören" mânâsında son ek.
bin: oğul, oğlu.
binâ: ev, yapı.
binâen: dayanarak, bu sebeple.
binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı.
binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine.
binâimechûl: öznesi belirsiz fiil.
bînamaz: namazsız.
bînaz: nazsız.
bînazîr: benzersiz.
binefsihi: kendisiyle.
bînisyan: unutmazlık.
binnefs: nefsiyle.
binnetice: neticeyle.
binnisbe: oranla.
binniyet: niyetle.
binniyye: niyetle.
bint: kız.
bîpâyan: tükenmez.
bîperva: korkusuz.
bîr: kuyu.
birâder: kardeş.
birâderzâde: kardeş oğlu.
birr: temizlik, iyilik.
biryân: kebap.
bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı.
Bismark: ünlü bir devlet adamı.
Bismillah: Allahın adıyla.
bissavab: doğru olarak.
bittâb: tabiatıyla.
bitamâm: büsbütün.
bitamâmiha: tamamıyle.
bîtaraf: tarafsız.
bîtarafâne: tarafsızca.
bittabî: tabiatıyle.
bittakdir: takdirle.
bittecrübe: tecrübeyle.
bîvefa: vefasız.
biyedî: elimi.
biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser.
bîzâr: bıkmış.
bizâtihi: kendiliğinden.
bîzeval: sona ermez.
bizzarure: zaruri olarak.
bizzât: kendisi.
bolşevik: Rus komünisti, dinsiz.
bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik.
bostân: sebze bahçesi.
boşboğaz: yerli yersiz konuşan.
boykotaj: boykot.
bûd: uzaklık.
Buda: Budizmin kurucusu.
Budeî: Buda dininden olan.
bûdiyet: uzaklık.
buğz: sevmeme, nefret.
buhâr: buğu.
Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı.
buhl: cimrilik.
buhrân: bunalım.
buhûr: bahirler, denizler.
bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan.
Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek.
burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri.
burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse.
bûse: öpücük.
butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük.
bûy: koku.
bühtân: iftira.
bükâ: ağlama.
bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler.
bülend: yüksek, yüce.
bülûğ: erginlik.
bünyân: yapı.
bünye: yapı.
bürde: hırka.
bürhan: kuvvetli delil.
bürhanî: delil cinsinden.
bürûc: burçlar.
bürûdet: soğukluk.
büşrâ: müjde.
büzr: tohum.
büzûr: tohumlar.
---------------
câh: makam.
Câhız: ünlü bir edebiyatçı.
câhid: din için savaşan.
câhil: bilgisiz.
câhilâne: bilgisizce.
cahîm: cehennem.
câil: yapan.
câiz: dine uygun olan.
câl: yapma, kılma.
câlî: yapmacıktan.
câlib: çekici.
Calinos: eski bir filozof.
Câmî: büyük bir âlim ve yazarı.
câmi: toplayan.
câmia: topluluk.
câmid: cansız, donuk.
câmidât: camidler, cansızlar.
câmidiyet: cansızlık.
câmiiyet: toplayıcılık.
câmiülkelîm: zengin mânâlı söz.
camus: manda.
cân: hayat, ruh, gönül.
cânân: sevgili.
canavar: can alıcı.
cânhıraş: tüyler ürpertici.
cânî: cinayet işleyen.
cânib: yön, taraf, yan.
câniyâne: canicesine.
cann: cinler.
cansiperâne: canını verircesine.
car: Arapçada bir edat.
cârî: akan, yürüyen.
câriye: esir kadın.
câsus: ajan.
câvid: devam eden.
cây: değer, layık.
caymak: kararından dönmek.
câzib: çekici.
câzibe: çekicilik.
câzibedâr: çekici.
câzibedarâne: çekici bir biçimde.
câzibekârane: çekici biri gibi.
cebâbire: zorbalar.
cebânet: korkaklık.
Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran Allah.
cebbar: cebreden, zorba.
cebbarâne: zorbaca.
cebel: dağ.
ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti.
ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti.
cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi.
cebîn: korkak.
cebir: zor, zorlama.
cebr: cebir, zor, zorlama.
Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek.
cebren: zorla.
Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse.
cebrî: zorla, zorlamalı.
Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep.
cedâvil: cedveller, kanallar, listeler.
cedd: ata, dede.
cedel: tartışma, münakaşa.
cedîd: yeni.
cedvel: liste, kanal, cetvel.
cefâ: eziyet.
cefâkâr: eziyet çeken.
ceffelkalem: düşünmeksizin.
cefne: büyük su kabı.
cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler.
cehâlet: cahillik, bilgisizlik.
cehâletperver: bilgisizliği seven.
cehd: çaba, çabalama.
cehele: cahiller, bilgisizler.
cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri.
cehennemî: cehenneme özgü.
cehennemnümun: cehennemi hatırlatan.
cehil: bilgisizlik.
cehl: bilgisizlik.
cehlistân: bilgisizlik yeri.
cehr: açıktan söyleme.
cehren: açıktan.
cehrî: açık sesle.
cehûl: pek cahil.
celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret.
Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk.
celâldarâne: celâlli bir biçimde.
celâlet: büyüklük, ululuk.
celâlî: büyüklükle ilgili.
celb: kendine çekme, getirtme.
celbkârâne: kendine çekercesine.
celbnâme: çağırma kağıdı.
Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyallahu anhın önemli bir eseri.
celevât: cilveler, görünümler.
celî: belli, açık.
celîl: büyük, ulu.
cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi.
celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir.
celse: oturum.
cem: toplama.
cemaat: gayeleri bir olan topluluk.
cemâd: cansız cisim.
cemâdât: cansız cisimler.
cemâdiyet: cansızlık, donukluk.
cemâhir: cumhuriyetler.
cemâl: güzellik.
cemâlî: güzellikle ilgili.
cemâlperest: güzelliğe düşkün.
cemâlperverâne: güzelliği severcesine.
cemel: deve
cemî: bütün, hepsi.
Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan Allah.
cemîl: güzel.
cemîlâne: güzelce.
cemîle: güzel olan.
cemiyât: cemiyetler, toplumlar.
cemiyet: toplum.
cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik.
cemm: çokluk.
cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk.
cemre: ısı.
cenâb: saygı sözü.
cenâbet: cünüp.
cenâh: kanat.
cenâheyn: iki kanat.
cenân: cennetler.
cenaze: henüz gömülmeyen ölü.
cendere: baskı aleti.
cengâver: savaşçı.
Cengiz: zâlim bir hükümdar.
cenin: ana karnındaki çocuk.
cenk: savaş.
cennât: cennetler.
cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi.
cennetâsâ: cennet gibi.
cennetmekân: yeri cennet olası.
cennetmisâl: cennet gibi.
cenûb: güney.
cenûbî: güneydeki.
cerâhat: irin, akıntı.
cerâid: gazeteler.
cerbeze: süslü sözlerle aldatma.
Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber.
cereyân: akma, akım.
cerh: yaralama, çürütme.
cerhetmek: yaralamak, çürütmek.
cerîde: gazete.
cerîha: yara.
cerr: para alma.
cerrah: operatör.
cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan.
cesâmet: irilik.
cesâret: yüreklilik, korkusuzluk.
cesed: ceset, cansız vücut.
cesîm: iri, kocaman.
cessâs: casusluk eden.
cesurâne: cesurca, korkusuzca.
cevâb: cevap, soruya verilen karşılık.
cevâben: cevap olarak.
cevâbî: cevapla ilgili.
cevâd: çok cömert.
cevâhir: değerli taşlar.
cevâmî: toplayıcı olan şeyler.
cevâmid: cansızlar.
cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler.
cevânib: yanlar, taraflar.
cevârih: organlar.
cevâsis: casuslar, ajanlar.
cevaz: izin.
cevelân: dolaşma.
cevelangâh: dolaşma yeri.
cevf: boşluk.
cevher: öz, kıymetli taş, atom.
cevherbahâ: mücevher gibi değerli.
cevhere: tek cevher.
cevherî: cevherle ilgili.
cevir: eziyet.
Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası.
Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua.
cevv: atmosfer.
Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi Allah.
cevvâl: pek hareketli.
cevvifezâ: uzay.
cevvihava: atmosfer.
ceyb: cep.
ceyş: asker, ordu.
cezâ: suça karşılık verilen acı.
cezâen: ceza olarak.
cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik.
cezb: kendine çekme.
cezbe: Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.
cezbedarâne: Allah sevgisiyle kendinden geçercesine.
cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına.
cezîre: ada, yarımada.
Cezîretülarâb: Arap Yarımadası.
cezm: kesin karar.
cezmiyet: kesin kararlılık.
cezrî: köklü.
cibâl: dağlar.
cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan.
cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk.
Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm.
cidâl: uğraşma, savaş.
cidar: duvar, çeper.
cidden: gerçekten.
cîfe: leş.
cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi.
cifrî: cifirle ilgili.
ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru.
ciğersûz: ciğer yakan.
ciğerşikâf: ciğer parçalayan.
cihad: din uğrunda savaş.
cihân: dünya, âlem.
cihânbahâ: cihan değerinde.
cihândeğer: dünya kıymetinde.
cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı.
cihânkıymet: dünya kadar değerli.
cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde.
cihânşümûl: dünya ölçüsünde.
cihâr: dört.
cihât: yanlar, yönler.
cihâz: aygıt, çeyiz.
cihâzât: aygıtlar.
cihet: yön, yan.
cihetiyet: yönlülük, yanlılık.
cild: deri, ten.
cilve: görünme, belirme, naz.
cilveger: cilve eden.
cimâ: cinsî münasebet.
cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse.
cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar.
cinân: cennetler.
cinas: birçok mânâya gelebilen söz.
cinâyet: adam öldürme, ağır suç.
cinnet: delilik.
cinnî: cinlerden olan.
cins: tür, çeşit.
cinsî: cinsle ilgili.
cinsiyet: cinslik, tür olma.
cirm: oylum, yıldız.
cisim: uzayda yer dolduran varlık.
cism: cisim.
cismanî: cisimle ilgili.
cismaniyet: cisim olma hâli.
cismen: cisimce.
cismiyet: cisimlik.
civan: yakışıklı genç.
civanmert: yüce gönüllü, mert.
civâr: yöre, yakın yer.
cîz: hurma ağacının kökü.
cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi.
cûd: cömertlik.
Cûdi: bir dağ adı.
cumâ: önemli bir namaz.
cumhur: topluluk.
cumhurî: cumhuriyetle ilgili.
cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi.
cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven.
cûş: coşma, kaynama.
cûşuhurûş: coşup taşma.
cûyem: ararım.
cübbe: namazda giyilen bol elbise.
cüdâ: ayrı, ayrılmış.
cühelâ: bilgisizler.
cühûd: bilerek inkâr etme.
cülûs: tahta çıkma.
cümle: bütün, hüküm bildiren söz.
cümûd: cansız, donuk.
cümûdet: cansızlık, donukluk.
cümûdiye: buzul.
cümûdiyet: donukluk, katılık.
cüneyd: askercik.
cünûd: askerler.
cünûdullah: Allahın askerleri.
cünûn: delilik.
cünüb: gusletmesi gereken kimse.
cüret: ataklık, kendini bilmezlik.
cüretkâr: atak, kendini bilmez.
cüretkârâne: atakça.
cürm: suç.
cürmümeşhud: suçüstü.
cürüm: suç.
cüsse: gövde, kalıp, beden,
cüz: bölüm, parça.
cüzî: pek az, ferdi.
cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti.
cüziirâde: insanın azıcık iradesi.
cüziyyât: cüziler.
cüziyyet: azlık, küçüklük.
---------------
çâk: çatlak, yarık.
çal: alnında ve ayaklarının üstünde beyazlık bulunan hareketli at.
çalab: ilâh, Rab.
çalâk: atik, çabuk.
Çamular: Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
çâr: dört.
çar: Rus imparatoru.
çâre: çıkar yol, kurtuluş yolu.
çarh: çark, felek, talih.
çarıyâr: dört büyük halife.
çariçe: Rus imparatoriçesi.
çark: dönen, felek, talih.
çarmıh: suçluyu bağlamak için kurulmuş haç şeklinde ağaç.
çarnâçar: ister istemez.
çehre: yüz.
çelebi: efendi.
çeleçepe: sağa sola.
çemen: çimen, yeşillik.
çemenzâr: çimenlik.
çendan: gerçi.
çerağ: çıra, lamba.
çeşm: göz.
çeşme: pınar.
çeşmidîl: gönül gözü.
çeşmigiryân: ağlayan göz.
çevik: çabuk davranan.
çevikçalâk: çevik ve hızlı.
çığır: patika, ince yol.
çî: ne?
çiçekdanlık: çiçeklik.
çiçekdâr: çiçekli.
çile: nefsi ıslah için bir yere kapanıp ibadet etmek.
çilehane: çile evi.
çimengâh: çimenli yer.
çîn: buruşukluk.
çînicebîn: alın buruşuğu.
Çinimaçin: Çin ve Çinin güney kısmı.
çirkef: pis su.
çîz: şey.
çiznök: dane.
çorak: verimsiz toprak.
çuha: sık dokunmuş yün kumaş.
Sponsorlu Bağlantılar
Aâ (F.) [آ] 1.ünlem edatı ey, hey. 2.iki kelimenin arasına girerek, anlamı pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek.
a’dâ (A.) [اعدا] düşmanlar.
a’dâd (A.) [اعداد] sayılar.
â’ik (A.) [عائق] engel.
a’lâ (A.) [اعلی] en yüksek, en yüce.
a’lâf (A.) [آلاف] otlar.
a’lâl (A.) [اعلال] 1.hastalıklar. 2.sebepler.
a’lâm (A.) [اعلام] 1.bayraklar. 2.özel isimler.
a’lem (A.) [اعلم] en iyi bilen.
a’mâ (A.) [اعمی] kör.
a’mâk (A.) [اعماق] derinlikler.
a’mâl (A.) [اعمال] işler, ameller, davranışlar.
a’mâr (A.) [اعمار] 1.ömürler. 2.yaşlar.
a’nî (A.) [اعنی] yani.
a’râb (A.) [اعراب] Araplar, çöl arapları.
a’râbî (A.) [اعرابی] çöl arabı.
a’râz (A.) [اعراض] belirtiler.
a’sâb (A.) [اعصاب] sinirler.
a’sâr (A.) [اعصار] yüz yıllar.
a’şâr (A.) [اعشار] öşür vergileri, onda birler.
a’şârî (A.) [اعشاری] ondalık.
a’vec (A.) [اعوج] yamuk, eğri büğrü.
a’ver (A.) [اعور] tek gözlü.
a’yâd (A.) [اعیاد] bayramlar.
a’yân (A.) [اعیان] 1.ileri gelenler, eşraf, sosyete. 2.gözler.
a’yün (A.) [اعین] 1.gözler. 2.pınarlar.
a’zâ (A.) [اعضا] 1.üyeler. 2.organlar.
a’zam (A.) [اعظم] en büyük.
âb (F.) [آب] 1.su. 2.deniz. 3.ırmak. 4.tükürük. 5.özsuyu. 6.ter. 7.döl suyu. 8.sidik. 9.parlaklık. 10.yüzsuyu. 11.letafet, hava.
âb (F.) [آب] Ağustos.
âb -ı âbistenî [آب آبستنی] 1.meni; 2.bitkilerin yetişmesine neden olan su.
âb -ı adâlet [آب عدالت] 1.adalet suyu; 2.doğruluğun bereketi.
âb -ı ahmer [آب احمر] 1.kızıl su. 2.kırmızı şarap. 3.gözyaşı.
âb -ı âteşîn [آب آتشین] 1.ateşli su; 2.kırmızı şarap; 3.gözyaşı.
âb -ı bâdereng [آب باده رنگ] 1.kızıl su. 2.gözyaşı, kanlı gözyaşı.
âb -ı engûr [آب انگور] 1.üzüm suyu. 2.şarap.
âb -ı harâbât [آب خرابات] (meyhane suyu) şarap.
âb -ı kevser [آب کوثر] 1.cennet suyu, 2.şarap.
ab’âb (A.) [عبعاب] vantrolog.
abâ (A.) [عبا] 1.kaba yün kumaş. 2.aba.
âbâ’ (A.) [آباء] 1.babalar. 2.gezegenler.
âbâd (A.) [آباد] ebedler.
âbâd (F.) [آباد] bayındır, mamûr.
âbâd etmek/eylemek 1.mamûr etmek. 2.zenginleştirmek. 3.huzur vermek.
âbâd olmak 1.mamûrlaşmak. 2.zenginleşmek. 3.huzura kavuşmak.
âbâdân (F.) [آبادان] bayındır.
âbâdânî (F.) [آبادانی] bayındırlık.
âbâdî (F.) [آبادی] 1.bayındırlık. 2.ince Hint kağıdı.
âbâl (A.) [آبال] develer.
âbân (F.) [آبان] Âbân ayı.
abâpûş (A.-F.) [عباپوش] 1.abalı. 2.derviş. 3.yoksul.
âbâr (A.) [آبار] kuyular.
âbcâme (F.) [آبجامه] su kabı.
âbçîn (F.) [آبچین] peştemal.
abd (A.) [عبد] 1.kul. 2.köle.
âbdân (F.) [آبدان] 1.su kabı. 2.mesane.
âbdâr (F.) [آبدار] 1.sulu. 2.parlak. 3.hoş
âbdendân (F.) [آبدندان] 1.bön. 2.âciz.
abdest (F.) [آبدست] 1.abdest. 2.paylama.
abdesthâne (F.) [آبدستخانه] 1.tuvalet. 2.abdest alınan yer.
abdestlik (F.-T.) kısa cübbe.
âbek (F.) [آبک] 1.sulu. 2.cıva.
abes (A.) [عبث] saçma, abes.
âbgîne (F.) [آبگینه] 1.kristal. 2.kadeh. 3.sürahi. 4.ayna. 5.gözyaşı.
âbgîr (F.) [آبگیر] 1.havuz. 2.su birikintisi.
âbgûn (F.) [آبگون] 1.su rengi. 2.mavi.
abher (A.) [عبهر] 1.nergis. 2.zerrinkadeh çiçeği. 3.yasemin.
âbhîz (F.) [آبخیز] büyük dalga.
âbhord (F.) [آبخورد] nasip.
âbırû (F.) [آبرو] yüzsuyu.
âbî (F.) [آبی] mavi.
âbid (A.) [عابد] 1.ibadet eden. 2.erkek adı.
abîd (A.) [عبید] 1.kullar. 2.köleler.
âbidât [آبدات] anıtlar.
âbide (A.) [آبده] anıt.
âbidevî (A.) [آبدوی] anıtsal.
âbile (F.) [آبله] 1.su çiçeği. 2.sivilce. 3.su kabarcığı.
âbir (A.) [عابر] yaya.
âbisten (F.) [آبستن] gebe.
âbistengâh (F.) [آبستنگاه] döl yatağı.
âbişhor (F.) [آبشخور] 1.sulama yeri. 2.nasip.
âbkâr (F.) [آبکار] 1.saka. 2.ayyaş.
âbkeş (F.) [آبکش] 1.saka, su çeken. 2.kevgir.
âbnûs (F.) [آبنوس] abanoz.
âbrâh (F.) [آبراه] su yolu, kanal.
abraş (A.) [ابرش] alacalı.
âbrîz (F.) [آبریز] 1.tuvalet. 2.ıbrık.
âbşâr (F.) [آبشار] çağlayan.
abûs (A.) [عبوس] somurtkan.
âbühava (F.-A.) [آب و هوا] iklim.
âbzih (F.) [آبزه] 1.su kaynağı. 2.gözyaşı.
âc (A.) [ عاج] fildişi.
âc (F.) [آج] ılgın ağacı.
acâib (A.) [عجائب] tuhaf, ilginç, acaip.
acâleten (A.) [عجالة] alelacele.
aceb (A.) [عجب] 1.tuhaflık. 2.acaba.
acebâ (A.) [عجبا] acaba.
acele (A.) [عجله] acele.
aceleten (A.) [عجلة] çarçabuk, alelacele.
acem (A.) [عجم] 1.arap olmayan. 2.İranlı, acem.
acemaşîran (A.) [عجم عشیران] Türk mûsikisinde bir makam.
acemce (A.-T.) Farsça.
acemî (A.) [عجمی] 1.deneyimsiz, acemi. 2.İranlı.
acemistan (A.-F.) [عجمستان] İran.
acemiyân (A.-F.) [عجمیان] 1.deneyimsizler. 2.İranlılar.
aceze (A.) [عجزه] düşkünler, âcizler.
acîb (A.) [عجیب] tuhaf, acayip, ilginç.
acîbe (A.) [عجیبه] şaşılacak şey.
âcil (A.) [عاجل] acil.
âcilen (A.) [عاجلا] derhal, acil olarak.
acîn (A.) [عجین] macun, yoğurulmuş.
âciz (A.) [عاجز] 1.aciz. 2.ben.
âcizâne (A.-F.) [عاجزانه] 1.acizce. 2.alçakgönüllüce.
âcizî (A.-F.) [عاجزی] acizlik.
âciziyyet (A.) [عاجزیت] acizlik.
âcizleri (A.-T.) bendeniz, ben.
acûl (A.) [عجول] aceleci.
acûlâne (A.-F.) [عجولانه] acele acele.
acûz (A.) [عجوز] 1.kocakarı. 2.cadı.
acûze (A.) [عجوزه] 1.kocakarı. 2.cadı.
âcür (F.) [آجر] 1.tuğla. 2.kiremit.
acz (A.) [عجز] acizlik, çaresizlik, bir şey yapamama.
âdâb (A.) [آداب] 1.edepler, terbiyeler. 2.yol yordam.
adalât (A.) [عضلات] kaslar.
adale (A.) [عضله]1.kas. 2.kaslar.
adâlet (A.) [عدالت] adalet.
adaletkâr (A.-F.) [عدالتکار] adil, adaletli.
âdât (A.) [عادات] âdetler, alışkanlıklar.
adâvet (A.) [عداوت] düşmanlık.
adâvet etmek/eylemek düşmanlık gütmek.
add (A.) [عد] sayma, görme, değerlendirme, kabul etme.
addedilmek sayılmak, görülmek, değerlendirilmek.
addetmek/eylemek saymak, görmek, değerlendirmek.
addolunmak sayılmak, kabul edilmek.
aded (A.) [عدد] sayı.
adeden (A.) [عددا] sayıca.
adedî (A.) [عددی] sayısal.
âdem (A.) [آدم] 1.ilk insan, Adem Peygamber. 2.insan, adam.
adem (A.) [عدم] yokluk, bulunmama, adem.
adem -i muvaffakiyet [ عدم موفقیت] başarısızlık.
adem -i muvazenet [ عدم موازنت] dengesizlik.
adem -i riâyet [ عدم رعایت] uymama..
adem -i te’lîfiyet [ عدم تألیفیت] uzlaşamama, bir araya gelememe.
adem -i teveccüh [عدم توجه ] ilgisizlik.
ademâbâd (A.-F.) [عدم آباد] yokluk ülkesi.
âdemhâr (A.-F.) [آدم خوار] yamy*** insan yiyen.
âdemî (A.-F.) [آدمی]1.insanoğlu. 2.insanlık.
âdemiyân (A.-F.) [آدمیان] insanlar.
âdemiyyet (A.) [آدمیت] 1.insanlık. 2.adamlık.
ades (A.) [عدس] mercimek.
adese (A.) [عدسه] mercek.
âdet (A.) [عادت] alışkanlık, âdet.
âdeta (A.) [عادتا] basbayağı.
âdeten (A.) [عدتا] âdet olarak, geleneklere göre.
adhâ (A.) [اضحی] kurbanlar.
âdi (A.) [عادی] sıradan, âdi, değersiz.
adîd (A.) [عدید] birçok.
adîde (A.) [عدیده] birçok.
âdil (A.) [عادل] adaletli.
adîl (A.) [عدیل] eşit, denk.
âdilâne (A.-F.) [عدلانه] adilce.
adîm (A.) [عدیم] yok olan.
adîmülimkân (A.) [عدیم الامکان] imkânsız.
âdiye (A.) [عادیه] alışılmış, sıradan.
adl (A.) [عدل] adalet.
adlâ’ (A.) اضلاع] kenarlar.
adlî (A.) [عدلی] adalet ile ilgili.
adliyye (A.) [عدلیه] mahkeme, adliye.
adn (A.) [عدن] cennet.
adû (A.) [عدو] düşman.
âfâk (A.) [آفاق] ufuklar.
âfâkî (A.) [آفاقی] 1.nesnel. 2.şuradan buradan konuşma.
âfât (A.) [آفات] afetler, belalar.
âferîde (F.) [آفریده] yaratık, yaratılmış, mahluk.
âferîdgâr (F.) [آفریدگار] yaratan, Tanrı.
âferîn (F.) [آفرین] bravo, çok yaşa, aferin.
âferîn (F.) [آفرین] yaratan.
âferînende (F.) [آفریننده] yaratıcı.
âferîniş (F.) [آفرینش] yaratılış.
âfet (A.) [آفت] 1.afet, bela, felaket. 2.güzel sevgili.
âfet -i cân [ آفت جان] 1.can belası. 2.güzel.
âfet -i devrân [ آفت دوران] 1.güzel, dilber.
âfetengîz (A.-F.) [آفت انگیز] afet getiren.
âfetresân (A.-F.) [آفت رسان] bela getiren.
âfetzede (A.-F.) [آفت زده] belaya uğramış, afet görmüş.
afîf (A.) [عفیف] iffetli.
âfil (A.) [آفل] 1.batan. 2.görünmez olan.
âfitâb (F.) [ آفتاب] güneş.
âfitâbcemâl (F.-A.) [ آفتاب جمال] güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi parlayan, sevgili, maşuk.
âfiyet (A.) [عافیت] esenlik.
âfiyet bulmak sağlığına kavuşmak.
afiyetbahş [ آفیت بخش] afiyet verici.
afrika (A.) [افریقا] Afrika kıtası.
afsun (F.) [افسون] büyü, efsun.
âftâb (F.) [آفتاب] güneş.
âftâbe (F.) [آفتابه] ıbrık, su kabı.
âftâbgîr (F.) [آفتابگیر] güneş alan, güneş gören.
âftâbî (F.) [آفتابی] güneşlik.
âftâbrû (F.) [آفتاب رو] parlak yüzlü.
afv (A.) [عفو] bağışlama, af.
âgâh (F.) [آگاه] haberdar.
âgâh etmek haberdar etmek.
âgâh olmak haberdar olmak.
âgâhî (F.) [آگاهی] haberdarlık.
âgeh (F.) [آگه] haberdar.
âgehî (F.) [آگهی] haberdarlık.
âgîn (F.) [آگین] dolu.
âgûş (A.) [آغوش] kucak.
âğâliş (F.) [آغالش] kışkırtma.
ağayân (T.-F.) [آغایان] ağalar.
âğâz (F.) [آغاز] 1.başlama. 2.başlangıç.
ağbiyâ (A.) [اغبیا] kalın kafalılar.
âğişte (F.) [آغشته] bulaşmış, bulanık.
ağlâl (A.) [اغلال] 1.boyunduruklar. 2.zincirler.
ağlât (A.) [اغلاط] hatalar.
ağleb [(A.) [اغلب احتمال] çoğunlukla, genellikle, sık sık.
ağleb -i ihtimâl [اغلب احتمال] büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla.
ağnâ (A.) [اغنی] en zengin.
ağnâm (A.) [اغنام] koyunlar.
ağniyâ (A.) [اغنیا] zenginler.
ağniye (A.) [اغنیه] şarkılar.
ağrâs (A.) [اغراس] fidanlar.
ağrâz (A.) [اغراض] maksatlar.
ağsân (A.) [اغصان] dallar.
ağşiye (A.) [اغشیه] 1.perdeler. 2.zarlar.
ağyâr (A.) [اغیار] yabancılar.
ah (A.) [اخ] 1.kardeş. 2.dost.
âh (F.) [آه] 1.feryat etme, feryat. 2.ilenme.
âh almak biri tarafından kendisine ilenilmek.
âh ü zâr [ آه و زار] âh edip inleme.
âhâd (A.) [آحاد] birler.
ahad (A.) [احد] bir.
ahali (A.) [اهالی] halk, ahali, insan topluluğu.
ahavât (A.) [اخوات] kızkardeşler.
ahbâb (A.) [احباب] 1.dostlar. 2.dost.
ahbap (A.) [احباب] dostlar, sevdikler.
ahbâr (A.) [اخبار] haberler.
ahcâr (A.) [احجار] taşlar.
ahd (A.) [عهد] 1.yemin, and. 2.çağ, devir. 3.söz verme.
ahd -i atîk [عهد عتیق] Tevrat, Zebur ve Mezâmir.
ahd -i cedîd [عهد جدید] İncil ve ekleri.
ahdar (A.) [احضر] yemyeşil.
ahdâs (A.) [احداث] 1.yeni olaylar. 2.dertler. 3.gençler.
ahdeb (A.) [احدب] kambur.
ahdnâme (A.-F.) [عهدنامه] ahitname, antlaşma metni.
ahdüpeymân (A.-F.) [عهد و پیمان] and.
âhek (F.) [آهک] kireç.
âhen (F.) [آهن] demir.
âhendil (F.) [آهن دل] acımasız.
âheng (F.) [آهنگ] 1.uyum, ahenk. 2.eğlence.
âheng -i esvât [آهنگ اصوات] ses uyumu.
âhengdâr (F.) [آهنگدار] uyumlu.
âhenger (F.) [آهنگر] demirci.
âhenggüzâr (F.) [ آهنگ گذار] uyumlu, ahenkli.
âhenîn (F.) [آهنین] 1.demirden. 2.demir gibi.
âhenîndil (F.) [آهنین دل] 1.katı yürekli. 2.yiğit.
âhenk (F.) [آهنگ] ahenk, uyum.
âhenkdâr (F.) [آهنگ دار] uyumlu, ahenkli.
âhenkeş (F.) [آهنکش] miknatıs.
âhenrüba (F.) [آهن ربا] miknatıs.
âhensâ(y) (F.) [آهن سای] törpü.
âher (A.) [آخر] başka, diğer.
âheste (F.) [آهسته] yavaş, usul, ağır.
âhestegî (F.) [آهستگی] yavaşlık.
ahfâ (A.) [اخفا] en gizli.
ahfâd (A.) [احفاد] torunlar.
ahger (F.) [اخگر] kor ateş.
ahibbâ (A.) [احبا] dostlar, sevilenler; sevgililer.
ahid (A.) [عهد] söz, yemin.
ahidşiken (A.-F.) [عهدشکن] sözünden dönen, antlaşmayı bozan.
âhîhte (F.) [آهیخته] kınından çıkmış, sıyrılmış.
ahîr (A.) [آخر] son, en son.
âhir -i kâr [آخر کار] 1.sonunda. 2.sonuç.
âhirbîn (A.-F.) [آخربین] ileri görüşlü.
âhire (A.) [آخره] son.
ahîren (A.) [اخیرا] geçenlerde, son zamanlarda, son olarak.
âhiret (A.) [آخرت] öbür dünya.
âhiretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
âhirin (A.-F.) [آخرین] 1.sonuncu. 2.sonrakiler.
âhirkâr (A.-F.) [آخرکار] sonunda, nihayet.
âhirülemr (A.) [آخرالامر] sonunda, işin sonunda.
âhiz (A.) [آخذ] alan.
ahize (A.) [آخذه] alıcı gereç.
ahkâm (A.) [احکام] hükümler.
ahlâf (A.) [اخلاف] halefler.
ahlâk (A.) [اخلاق] huy, ahlak.
ahlâk -ı amelî [اخلاق عملی] uygulamadaki ahlak anlayışı.
ahlâk -ı hasene [اخلاق حسنه] iyi huy.
ahlâk -ı nazarî [اخلاق نظری] teorideki ahlak anlayışı.
ahlâk -ı zemîme [اخلاق ذمیمه] kötü huy.
ahlâken (A.) [اخلاقا] ahlakça.
ahlâkiyat (A.) [اخلاقیات] ahlak bilgisi.
ahlâkiyûn (A.) [اخلاقیون] ahlakçılar.
ahlâm (A.) [احلام] 1.karmakarışık rüyalar. 2.düşazmalar.
ahlât (A.) [اخلاط] salgılar.
ahlât -ı erba’a [اخلاط اربعه] dört özsuyu kan, salya, safra, dalak.
ahmak (A.) [احمق] budala, aptal, ahmak.
ahmakâne (A.-F.) [احمقانه] ahmakça.
ahmakî (A.-F.) [احمقی] ahmaklık.
ahmer (A.) [احمر] kırmızı, kızıl.
ahrâm (A.) [احرام] 1.kutsal yerler. 2.haremler. 3.hanımlar, eşler.
ahrâr (A.) [احرار] özgürler.
ahrârâne (A.-F.) [احرارانه] özgürce.
ahrâs (A.) [احراس] koruyucular, muhafızlar.
ahret (A.) [آخرت] öbür dünya, ahiret.
ahretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
ahsâs (A.) [احساس] duygular.
ahsen (A.) [احسن] en güzel.
ahşâ’ (A.) [احشاء] 1.iç organlar, 2.bölgeler, yöreler.
ahşâb (A.>T.) [اخشاب] 1.ahşap. 2.keresteler.
ahşâm (A.) [احشام] maiyet.
ahtâb (A.) [احطاب] odunlar.
ahtâr (A.) [اخطار] tehlikeler.
âhte (F.) [آخته] 1.iğdiş edilmiş. 2.kınından çıkarılmış.
ahter (F.) [اختر] yıldız.
ahter -i dünbâledâr [اختر دنباله دار] kuyruklu yıldız.
ahterbîn (F.) [اختربین] astrolog, yıldızbilimci.
ahterşinâs (F.) [اخترشناس] yıldızbilimci.
ahterşümâr (F.) [اخترشمار] 1.yıldızbilimci. 2.geceleri uyuyamayan.
ahu (A.) [اخو] kardeş.
âhû (F.) [آهو] ceylan, karaca.
âhûbere (F.) [آهوبره] ceylan yavrusu.
âhûdil (F.) [آهودل] ödlek, korkak.
âhund (F.) [آخوند] molla, hoca.
âhûnigah (F.) [آهونگاه] ceylan bakışlı.
âhur (F.) [آخر] ahır.
âhuvân (F.) [آهوان] ceylanlar.
âhûvâne (F.) [آهوانه] ceylan gibi.
âhüvâh(F.) [آه و واه] feryat, sızlanma, hayıflanma.
âhüvâveylâ (F.-A.) [ آه و واویلا] feryat, âh çekme, figan etme.
âhüzâr (F.) [آه و زار] âh çekip inleme.
ahvâl (A.) [احوال] haller, durumlar.
ahvâl-i âdiye [احوال عادیه] olağan haller.
ahvâl -i sıhhiye [احوال صحیه] sağlık durumu
ahvef (A.) [اخوف] en korkunç.
ahvel (A.) [احول] şaşı.
ahyâ (A.) [احیا] diriler.
ahyâl (A.) [اخیال] yılkılar.
ahyânen (A.) [احیانا] arasıra, kimi zaman.
ahyâr (A.) [اخیار] iyiler.
ahyât (A.) [اخیاط] iplikler.
ahz (A.) [اخذ] alma.
ahz ü kabul etmek alıp kabul etmek.
ahzâb (A.) [احزاب] 1.kütleler. 2.partiler. 3.Ahzâb sûresi.
ahzân (A.) [احزان] hüzünler.
ahzar (A.) [اخضر] yeşil.
ahzen (A.) [احزن] çok hüzünlü.
ahzetmek almak.
ahzüi’tâ (A.) [اخذ و عطا] alış veriş.
ahzükabz (A.) [اخذ و قبض] alıp sahip çıkma.
âid (A.) [عائد] 1.ait, ilişkin. 2.geri dönen.
âidât (A.) [عائدات] gelirler, aidat.
âide (A.) [عائده] kâr, kazanç, gelir.
âika (A.) [عائقه] engel.
âile (A.) [عائله] 1.aile. 2.eş, karı.
ailevî (A.) [عائلوی] aile ile ilgili.
âjeng (F.) [آژنگ] buruşuk, cilt kırışığı.
âk (A.) [عاق] serkeş.
akab (A.) [عقب] 1.arka, art. 2.topuk, ökçe.
akabât (A.) [عقبات] 1.yokuşlar. 2.tehlikeli anlar.
akabe (A.) [عقبه] 1.geçilmesi güç geçit. 2.yokuş.
akabinde (A.-T.) ardından.
akâid (A.) [عقائد] inançlar, akideler.
akâmet (A.) [عقامت] 1.verimsizlik, durgunlaştırma, aksatma. 2.kısırlık.
akar (A.) [عقار] kazanç sağlayan mülk.
akarât (A.) [عقرات] kazanç sağlayan mülkler, akarlar.
akbeh (A.) [اقبح] çok çirkin.
akd (A.) [عقد] 1.düğümleme, bağlama. 2.nikah. 3.kararlaştırma. 4.kurma.
akdâh (A.) [اقداح] kadehler.
akdâm (A.) [اقدام] ayaklar.
akdedilmek yapılmak, uygulanmak, icra edilmek.
akdem (A.) [اقدم] önce, önceki.
akdes (A.) [اقدس] en kutsal.
akdetmek/ eylemek yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma yapmak, sözleşme yapmak.
akıbet (A.) [عاقبت] son.
âkıbetbîn (A.-F.) [عاقبت بین] sonu gören, ileri görüşlü.
âkıbetendîş (A.-F.) [عاقبت اندیش] sonunu düşünen.
âkıbetülemr (A.) [عاقبت الامر] sonunda.
âkıl (A.) [عاقل] akıllı, akıl sahibi.
akıl (A.) [عقل] akıl.
âkılâne (A.-F.) [عاقل] akıllıca.
âkıle (A.) [عاقله] akıllı kadın.
âkır (A.) [عاقر] 1.kısır. 2.verimsiz.
âkid (A.) [عاقد] akit yapan.
akîde (A.) [عقیده] inanç, akide.
akîdefurûş (A.-F.) [ عقیده فروش] inanç tüccarı.
akîk (A.) [عقیق] akik taşı.
âkil (A.) [آکل] yiyen.
akîm (A.) [عقیم] 1.kısır. 2.sonuçsuz.
akim kalmak gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak.
akis (A.) [عکس] yansıma, aksetme, akis.
akl (A.) [عقل] akıl.
akl -ı bâliğ [عقل بالغ] ergin.
akl -ı evvel [عقل اول] Tanrı.
akl -ı küll [عقل کل] 1.doğadaki genel uyum. 2.Cebrail.
akl -ı mücerred [عقل مجرد] soyut akıl.
akl -ı selim [عقل سلیم] sağduyu.
aklâm (A.) [اقلام] 1.kalemler. 2.yazı gereçleri. 3.devlet daireleri.
aklen (A.) [اقلا] akılca.
aklıselim (A.-F.) [عقل سلیم] sağduyu.
aklî (A.) [عقلی] akılca, akıl bakımından, rasyonel.
akliyye (A.) [عقلیه] akılcılık, rasyonalizm.
akliyyûn (A.) [عقلیون] akılcılar, rasyonalistler.
akm (A.) [عقم] kısırlık.
akmâr (A.) [اقمار] aylar.
akmişe (A.) [اقمشه] kumaşlar.
akrabâ (A.) [اقرباء] akraba, yakınlar.
akran (A.) [اقران] yaşıtlar.
akreb (A.) [اقرب] en yakın.
akreb (A.) [عقرب] 1.akrep. 2.saat ibresi.
akrebek (A.-F.) [عقربک] saati gösteren ibre.
aks (A.) [عکس] yansıma, akis.
aks -i müddeâ [عکس مدعا] çatışkı.
aks -i sedâ [عکس صدا] yankı.
aksâ (A.) [اقصی] uzak, en son.
aksâ -yı emel [اقصای امل] ülkü, ideal.
aksâ -yı şark [اقصای شرق] Uzakdoğu.
aksâm (A.) [اقسام] kısımlar, bölümler.
aksâm -ı sâire [اقسام سائره] diğer kısımlar, öbür bölümler.
akser (A.) [اقصر] en kısa.
aksetmek yansımak, vurmak.
aksî (A.) [عکسی] 1.inatçı. 2.ters, zıt. 3.huysuz.
aksülamel (A.) [عکس العمل] tepki, reaksiyon.
aktâ’ (A. [اقطاع] 1.kesmeler. 2.beylik araziler.
aktâb (A.) [اقطاب] 1.kutuplar. 2.azizler. 3.efendiler.
aktâr (A.) [اقطار] taraflar, yöreler.
aktâr-ı cihân [ اقطار جهان] dünyanın her tarafı.
akûr (A.) [عقور] azgın, kudurmuş, saldırgan.
akûrâne (A.-F.) [عقورانه] kudurmuşçasına.
akvâl (A.) [اقوال] sözler.
akvâm (A.) [اقوام] kavimler.
akviyâ (A.) [اقویا] kuvvetliler.
âl (A.) [آل] 1.aile. 2.sülale. 3.evlat.
âl (A.) [عال] yüce, yüksek.
alâ (A.) [علاء] yücelik, şeref.
alâ (A.) [علی] üst, üstü, üzeri.
alâeyyihâl (A.) [علی ای حال] her nasıl olsa.
âlâf (A.) [آلاف] binler.
alâhide (A.) [علیحده] tek başına, başlı başına.
alâik (A.) [علائق] alakalar, ilgiler.
alâim (A.) [ ] işaretler, alametler.
alâim-i semâ [علائم سما] gökkuşağı.
alak (A.) [علق] 1.kan pıhtısı. 2.sülük.
alâka (A.) [علاقه] ilgi, alaka.
alâkabahş (A.-F.) [علاقه بخش] ilgilendiren, ilgili.
alâkadar (A.-F.) [علاقه دار] ilgili, alakalı.
alâkadar etmek ilgilendirmek.
alâkadar olmak ilgilenmek.
alakadârân (A.-F.) [علاقه داران] ilgililer.
alâkadrilimkân (A.) [علاقدرالامکان] olabildiğince.
âlâm (A.) [آلام] elemler, acılar.
alâmât (A.) [علامات] işaretler, alametler.
alâmet (A.) [علامت] işaret, iz, alamet, belirti. 2.çok iri.
âlât (A.) [آلات] aletler.
alâvechi (A.) [علِی وجه] üzere.
alâvefk (A.) [علی وفق] uygun olarak.
âlâyiş (F.) [آلایش] 1.bulaşma. 2.gösteriş.
aleddevam (A.) [علی الدوام] sürekli.
alef (A.) [علف] 1.ot. 2.hayvan yemi.
aleka (A.) [علقه] 1.kan pıhtısı. 2.balçık.
alelacele (A.) [علی العجله] çarçabuk.
alelâde (A.) [علی العاده] sıradan, bayağı.
alelamyâ (A.) [علی العمیا] körükörüne.
alelekser (A.) [علی الاکثر] çok defa.
alelhusûs (A.) [علی الخصوص] özellikle.
alelıtlâk (A.) [علی الاطلاق] 1.genellikle. 2.rastgele.
alelicmâl (A.) [علی الاجمال] topluca.
alelinfirâd (A.) [علی الانفراد] birer birer.
alelistimrâr (A.) [علی الاستمرار] sürekli, aralıksız.
aleliştirâk (A.) [علی الاشتراک] ortaklaşa.
alelkifâye (A.) [علی الکفایه] yeterince.
alelumûm (A.) [علی العموم] genellikle, genelde, genel olarak.
âlem (A.) [عالم] dünya; evren.
alem (A.) [علم] 1.sancak. 2.alem. 3.nişan, alamet.
âlemârâ (A.-F.) [عالم آرا] dünyayı süsleyen.
alemdâr (A.-F.) [علمدار] sancaktar.
âlemefrûz (A.-F.) [عالم افروز] dünyayı parlatan.
âlemgîr (A.-F.) [عالمگیر] 1.dünyayı fetheden. 2.dünyaya yayılan.
âlemiyân (A.-F.) [عالمیان] insanlar.
âlemşümûl (A.) [علم شمول] dünyayı kaplayan.
âlemtâb (A.-F.) [عالمتاب] dünyayı aydınlatan.
alenen (A.) [علنا] açıkça.
alenî (A.) [علنی] açık, aşikâr.
âlet (A.) [آلت] 1.araç, alet. 2.aygıt.
alettafsîl (A.) [علی التفصیل] ayrıntılı olarak.
alettevâlî (A.) [علی التوالی] peşpeşe.
aleyh (A.) [علیه] karşı, karşıt; üzerine.
aleyhdar (A.-F.) [علیه دار] karşıt, zıt.
aleyhisselâm (A.) [علیه السلام] selam onun üzerine olsun.
âlî (A.) [عالی] yüce; yüksek.
âlîcâh (A.-F.) [عالی جاه] yüksek dereceli.
âlîcenâb (A.) [عالی جناب] 1.cömert. 2.haysiyetli.
âlihe (A.) [آلهه] ilahlar.
âlîhimmet (A.) [عالی همت] yüce himmetli.
âlîkadr (A.) [عالی قدر] saygıdeğer.
alîl (A.) [علیل] 1.hasta, hastalıklı, illetli. 2.sakat.
âlim (A.) [عالم] bilgin.
alîm (A.) [علیم] çok bilen.
âlîmakâm (A.) [عالی مقام] yüksek makamlı.
âlînazar (A.) [عالی نظر] yüksek görüşlü.
âlîşan (A.) [عالی شان] şanı yüce.
âliye (A.) [عالیه] yüce, yüksek.
aliyyülâlâ (A.) [علی الاعلا] en iyisi.
Allâh (A.) [الله] Tanrı, Allah.
allâme (A.) [علامه] büyük bilgin.
âlû (F.) [آلو] erik.
âlûbâlu (F.) [آلوبالو] vişne.
âlûd (F.) [آلود] bulanmış, bulaşmış.
âlûde (F.) [آلوده] bulanmış, bulaşmış.
âlûdedâmen (F.) [آلوده دامن] iffetsiz.
âlûdegî (F.) [آلودگی] bulaşma, bulaşıklık.
âlüfte (F.) [آلفته] 1.iffetsiz, ******. 2.alışık.
âmâc (F.) [آماج] 1.hedef. 2.nişan tahtası.
âmâcgâh (F.) [آماجگاه] nişan alınan yer.
âmâde (F.) [آماده] hazır.
âmâdegî (F.) [آمادگی] hazırlık.
a'mâl (A.) [اعمال] davranışlar, ameller.
âmâl (A.) [آمال] emeller.
âmâl (A.) [آمال] emeller.
âmâr (F.) [آمار] 1.sayım. 2.hesap.
amd (A.) [عمد] kasıt.
amden (A.) [عمدا] kasıtlı olarak.
âmed (F.) [آمد] gelme, geliş.
âmedşüd (F.) [آمدشد] geliş gidiş.
âmedüreft (F.) [آمدورفت] geliş gidiş.
âmedüşüd (F.) [آمدوشد] geliş gidiş.
amel (A.) [عمل] 1.iş. 2.ishal.
amele (A.) [عمله] işçi.
amelen (A.) [عملا] bilfiil, işleyerek.
amelî (A.) [عملی] pratik, uygulamalı.
ameliyât (A.) [عملیات] 1.işlemler, uygulamalar. 2.ameliyat.
ameliye(A.) [عملیه] işlem, uygulama.
âmennâ (A.) [آمنا] diyecek bir şey yok, inandık.
âmîhte (A.) [آمیخته] karışık, karışmış.
amîk (A.) [عمیق] derin.
âmil (A.) [عامل] 1.yapan, işleyen. 2.faktör, etken. 3.vergi memuru. 4.vali.
amîm (A.) [عمیم] yaygın.
âmîn (A.) [آمن] amin.
âminen (A.) [آمنا] emin olarak.
âmir (A.) [آمر] emreden.
âmirâne (A.-F.) [آمرانه] emredercesine.
âmiyâne (A.-F.) [عامیانه] bayağı, avamca.
âmm (A.) [عام] genel, yaygın.
âmm (A.) [عام] yıl.
amm (A.) [عم] amca.
ammâ (A.) [اما] ama.
ammâba’d (A.) [(امابعد] maksada gelince.
amme (A.) [عمه] hala.
amûd (A.) [عمود] direk.
amûden (A.) [عمودا] dikine.
amûdî (A.) [عمودی] dikey.
âmurziş (F.) [آمرزش] 1.bağışlama, affetme.
âmûz (F.) [آموز] 1.öğrenen. 2.öğreten.
âmûzgâr (F.) [آموزگار] öğretmen.
âmürzgâr (F.) [آمرزگار] bağışlayıcı, Tanrı.
âmürziş (F.) [آمرزش] bağışlama.
ân (A.) [آن] an.
an (A.) [عن] –den, -dan.
ân (F.) [ان] 1.çoğul eki -ler, -lar. 2.zarf yapan ek -erek, -arak.
ân (F.) [آن] alım, cazibe, hava.
an’anât (A.) [عنعنات] gelenekler.
an’ane (A.) [عنعنه] gelenek.
an’anevî (A.) [عنعنوی] geleneksel.
ânân (F.) [آنان] onlar.
anâsır (A.) [عناصر] unsurlar, elemanlar.
anâsır-ı erba’a [عناصر اربعه] dört unsur ateş, hava, su, toprak.
ânât (A.) [آنات] anlar.
anbean (A.-F.) [آن به آن] her an, gittikçe.
anber (A.) [عنبر] amber.
anberbû (A.-F.) [عنبربو] amber kokulu.
andelîb (A.) [عندلیب] bülbül.
âne (F.) [انه] gibi anlamını verecek şekilde sıfat ve zarf yapan son ek.
anh (A.) [عنه] ondan.
anhâ (A.) [عنها] ondan.
anhâ (F.) [آنها] onlar.
ânî (A.-F.) [آنی] 1.bir an. 2.derhal.
ânifen (A.) [آنفا] 1.az önce, demin. 2.yukarıda.
âniyen (A.) [آنیا] bir anda, der hal, o anda.
ankâ (A.) [عنقا] zümrütüanka,
ankarîb (A.) [عن قریب] yakında, yakından, çok geçmeden.
ankasdin (A.) [عن قصد] kasıtlı olarak, bile bile.
ankebût (A.) [عنکبوت] örümcek.
ansamîmilkalb (A.) [عن صمیم القلب] içtenlikle, canügönülden.
anûd (A.) [عنود] inatçı.
âr (A.) [عار] utanma, ar.
ar’ar (A.) [عرعر] 1.anırma. 2.dikenli ardıç.
ârâ (F.) [آرا] süsleyen.
ârâ’ (A.) [آراء] oylar.
arâ’is (A.) [عرائس] gelinler.
arab (A.) [عرب] arap
arabî (A.) [عربی] arapça.
arak (A.) [عرق] 1.ter. 2.rakı.
arakçîn (A.-F.) [عرقچین] takke kavuk altı takkesi.
arakdâr (A.-F.) [عرقدار] terli.
arakıyye (A.) [عرقیه] derviş külahı.
ârâm (F.) [آرام] 1.dinlenme. 2.yerleşme.
ârâm etmek yerleşmek
ârâmbahş (F.) [آرام بخش] dinlendiren, huzur veren.
ârâmgâh (F.) [آرامگاه] 1.dinlenme yeri. 2.mezar.
ârâmiş (F.) [آرامش] 1.dinlenme. 2.huzur.
ârâste (F.) [آراسته] süslenmiş, süslü.
ârâyiş (F.) [آرایش] 1.süs. 2.süslenme.
araz (A.) [عرض] 1.işaret, belirti. 2.tesadüf.
arâzî (A.) [اراضی] yerler, arazi.
arbede (A.) [عربده] kavga.
arbedecû (A.-F.) [عربده جو] kavgacı.
ard (F.) [آرد] un.
ardbîz (F.) [آردبیز] elek.
arefe (A.) [عرفه] arife, bayramdan önceki gün.
ârız (A.) [عارض] 1.yanak. 2.gelen. 3.engel.
ârızî (A.) [عارضی] geçici.
ârî (A.) [عاری] 1.çıplak. 2.uzak, uzakta, soyutlanmış.
ârî (F.) [آری] evet.
ârif (A.) [عارف] bilen, arif, irfan sahibi.
âriyyet (A.) [عاریت] ödünç.
arîz (A.) [عریض] geniş, genişlemesine.
arman (F.) [آرمان] 1.özlem. sıkıntı.
arsa (A.) [عرصه] yer, meydan.
arş (A.) [عرش] 1.gök. 2.taht. 3.çardak.
arşa (A.) [عرشه] güverte.
arûs (A.) [ ] gelin.
arz (A.) [ارض] 1.yer. 2.dünya, yeryüzü.
arz (A.) [عرض] 1.genişlik, en. 2.enlem.
arz (A.) [عرض] sunma, arzetme.
arzan (A.) [ارضا] enine, genişliğine.
arzıhâl (A.) [ارض حال] dilekçe.
ârzû (F.) [آرزو] istek, heves.
asâ (A.) [عصا] 1.değnek, sopa. 2.derviş değneği.
âsâ (F.) [آسا] gibi.
asab (A.) [عصب] sinir.
asabî (A.) [عصبی] sinirli.
asabiyülmizac (A.) [عصبی المزاج] asabî mizaçlı.
asabiyyet (A.) [عصبیت] sinirlilik.
âsaf (A.) [آصف] 1.vezir. Hz. Süleyman’ın veziri.
asâkir (A.) [عساکر] askerler.
asalet (A.) [اصالت] asillik.
asamm (A.) [اصم] sağır.
âsân (F.) [آسان] kolay.
âsâr (A.) [آثار] 1.izler. 2.eserler.
âsâyiş (F.) [آسایش] 1.huzur. 2.güvenlik.
âsâyiş berkemâl [ آسایش برکمال ] her yerde huzur hakim.
asdika (A.) [اصدقا] gerçek dostlar.
asel (A.) [عسل] bal.
ases (A.) [عسس] gece bekçisi.
asfer (A.) [اصفر] 1.sarı. 2.soluk benizli.
asgar (A.) [اصغر] en küçük.
asgarî (A.) [اصغری] en az.
ashâb (A.) [اصحاب] 1.dostlar, arkadaşlar. 2.sahipler.
âsım (A.) [عاصم] 1.günahtan sakınan. 2.iffetli.
asır ba’de asır (A.) [عصر بعد عصر] asırlarca, yüzyıllarca.
âsî (A.) [عاصی] 1.isyancı. 2.günahkâr.
âsîb (F.) [آسیب] felaket, bela, zarar.
asîl (A.) [اصیل] 1.sağlam. 2.soylu.
asîlzâde (A.-F.) [اصیل زاده] soylu çocuğu, asilzade.
asîr (A.) [عصیر] özsuyu, usare.
âsitan (F.) [آستان] eşik.
âsiyâ (F.) [آسیا] değirmen.
âsiyâb (F.) [آسیاب] değirmen.
asker (A.) [عسکر] asker, er.
asl (A.) [اصل] 1.asıl. 2.kök. 3.gerçek.
asla (A.) [اصلا] hiçbir zaman.
aslî (A.) [اصلی] asıl.
aslünesl (A.-F.) [اصل و نسل] soy sop.
âsmân (F.) [آسمان] gök, gökyüzü.
âsmânî (F.) [آسمانی] 1.gökyüzüne ait. 2.melek. 3.açık mavi.
asnâm (A.) [اصنام] 1.putlar. 2.dilberler.
asr (A.) [عصر] 1.yüzyıl. 2.ikindi vakti.
asrî (A.) [عصری] modern.
âstân (F.) [آستان] 1.eşik. 2.tekke.
âstâne (F.) [آستانه] 1.eşik. 2.başkent. 3.tekke. 4.İstanbul.
âster (F.) [آستر] astar.
âstîn (F.) [آستین] yen.
âsûde (F.) [آسوده] rahat, huzurlu.
âsûdegî (F.) [آسودگی] huzur.
âsûdehâtır (F.-A.) [آسوده خاطر] gönlü rahat, huzurlu.
âsüman (F.) [آسمان] gökyüzü.
âş (F.) [آش] 1.yemek. 2.aşûre.
âşâm (F.) [آشام] içen.
aşer (A.) [عشر] on.
aşere (A.) [عشره] onlar.
aşhâne (F.) [آشخانه] mutfak.
âşık (A.) [عاشق] aşık.
âşıkân (A.-F.) [عاشقان] aşıklar.
âşifte (F.) [آشفته] 1.perişan. 2.iffetsiz kadın.
âşikâr (F.) [آشکار] açık, belli, aşikâr.
âşikâr etmek ortaya çıkarmak, belli etmek.
âşikâr olmak ortaya çıkmak, belli olmak.
âşikâre (F.) [آشکاره] açık, belli.
âşina (F.) [آشنا] 1.tanıdık, bildik. 2.bilen.
âşir (A.) [عاشر] onuncu.
aşîr (A.) [عشیر] onda bir.
âşiren (A.) [عاشرا] onuncusu.
âşiyân (F.) [آشیان] 1.yuva. 2.ev.
aşk (A.) [عشق] [عشق] aşk.
âşkâr (F.) [آشکار] 1.açık, belli, aşikâr.
âşkârâ (F.) [آشکارا] açık, belli, aşikâr.
âşnâ (F.) [آشنا] tanıdık, dost, aşina.
âşnâyân (F.) [آشنایان] tanıdıklar, dostlar.
âşnâyî (F.) [آشنایی] 1.dostluk. 2.bilme, haberdarlık.
âşpez (F.) [آشپز] aşçı.
aşre (A.) [عشره] on.
âşûb (F.) [آشوب] 1.kargaşa. 2.karıştırıcı.
âşûbengîz (F.) [آشوب انگیز] kargaşa çıkaran.
âşûrâ (A.) [عاشورا] aşûre.
âşüfte (F.) [آشفته] 1.iffetsiz kadın. 2.perişan.
âşüftedil (F.) [آشفته دل] gönlü perişan.
ât (A.) [ات] çoğul eki -ler, -lar.
at’ime (A.) [اطعمه] taamlar, yiyecekler.
atâ (A.) [عطاء] bağış, ihsan, bahşiş.
atâbahş (A.-F.) [عطا بخش] bahşiş veren, ihsanda bulunan.
atâlet (A.) [عطالت] 1.durgunluk. 2.tembellik.
ataş (A.) [عطش] susuzluk.
atâyâ (A.) [عطایا] bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
atebât (A.) [عتبات] 1.eşikler. 2.şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye.
atebe (A.) [عتبه] eşik.
ateh (A.) [عته] bunama.
ateh getirmek bunamak.
âteş (F.) [آتش] ateş.
âteşbâr (F.) [آتش بار] ateş yağdıran.
âteşbâz (F.) [آتشباز] fişekçi.
âteşdân (F.) [آتشدان] 1.mangal. 2.ocak.
âteşdem (F.) [آتش دم] acı sözlü.
âteşefrûz (F.) [آتش افروز] ateş yakan.
âteşfâm (F.) [آتش فام] 1.ateş rengi. 2.kırmızı.
âteşfeşân (F.) [آتش فشان] ateş saçan.
âteşgâh (F.) [آتشگاه] ateşkede, ateşperest tapınağı.
âteşgede (F.) [آتشگده] ateşkede, ateşperest tapınağı.
âteşgîre (F.) [آتش گیره] 1.maşa. 2.çıra.
âteşgûn (F.) [آتش گون] ateş rengi, kırmızı.
âteşî (F.) [آتشی] 1.ateşli. 2.öfkeli, kızgın. 3.acı, dokunaklı. 4.cehennemlik.
âteşîn (F.) [آتشین] 1.ateşli. 2.hararetli.
âteşkâr (F.) [آتش کار] külhancı, ateşçi.
âteşmizâc (F.-A.) [آتش مزاج] sert mizaçlı.
âteşpâre (F.) [آتش پاره] kıvılcım.
âteşperest (F.) [آتش پرست] ateşe tapan, ateşperest.
atf (A.) [عطف] 1.eğme. 2.bağlaç. 3.çevirme,yöneltme.
atfen (A.) [عطفا] atıfta bulunarak,
atfetmek yöneltmek, vermek.
âtıf (A.) [عاطف] 1.şefkatli. 2.meyleden. 3.bağlayan.
âtıfet (A.) [عاطفت] şefkat gösterme.
âtıfetkâr (A.-F) [عاطفتکار] şefkat gösteren, gözeten.
âtıl (A.) [عاطل] 1.yararsız. 2.tembel.
âtî (A.) [آتی] 1.gelecek.
âtîdeki (A.-T.) [ ] ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan.
atîk (A.) [عتیق] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
atîka (A.) [عتیقه] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
atîkiyyât (A.) [عتیقیات] arkeoloji.
âtiye (A.) [آتیه] gelecek.
âtiyen (A.) [آتیا] 1.gelecekte. 2.aşağıda görüleceği gibi.
âtiyülbeyân (A.) [آتی البیان] aşağıda açıklanacak olan.
âtiyüzzikr (A.) [آتی الذکر] aşağıda zikredilecek olan.
atiyyât (A.) [عطیات] bağışlar, ihsanlar.
atiyye-i seniyye [عطیهء سنیه] padişah tarafından verilen hediye.
atlas (A.) [اطلس] 1.atlas kumaş. 2.büyük harita, dünya haritası.
atnâb (A.) [اطناب] 1.ipler. 2.çadır ipleri. 3.ağaç kökleri.
ats (A.) [عطس] hapşırma, aksırma.
atse (A.) [عطسه] hapşırık, aksırık.
atş (A.) [عطش] susuzluk.
atşân (A.) [عطشان] susuz, susamış.
attar (A.) [عطار] attar, baharatçı.
attârî (A.-F.) [عطاری] 1.attarlık. 2.attar dükkanı.
atûfet (A.) [عطوفت] şefkat.
avâid (A.) [عوائد] gelirler.
avâkıb (A.) [عواقب] 1.sonuçlar. 2.sonlar.
avâlim (A.) [عوالم] âlemler, dünyalar.
avâm (A.) [عوام] halk tabakası.
avâmil (A.) [عوامل] 1.etkenler, faktörler.
avâmpesend (A.-F.) [عوام پسند] halkın beğendiği.
avân (A.) [اوان] zaman.
âvâre (F.) [آواره] aylak.
âvâreser (F.) [آواره سر] aylak.
avârız (A.) [عوارض] 1.belalar. 2.engeller. 3.geçici vergi.
avârif (A.) [عوارف] bilginler, arifler.
âvâz (F.) [آواز] ses.
âvâze (F.) [آوازه] 1.bağırma. 2.ün.
avdet (A.) [عودت] geri dönüş.
avdet etmek dönmek.
avene (A.) [عونه] yardakçılar, avene.
âvîze (F.) [آویزه] asılı.
avn (A.) [عون] yardım.
avrât (A.) [عورات] kadınlar.
avret (A.) [عورت] kadın.
âyâ (F.) [آیا] acaba.
ayân (A.) [عیان] açık, belli, aşikâr.
ayâr (A.) [عیار] ayar.
âyât (A.) [آیات] ayetler.
ayb (A.) [عیب] ayıp.
âyet (A.) [آیت] 1.ayet. 2.işaret.
âyîn (F.) [آیین] 1.tören. 2.ayin. 3.din.
âyine (F.) [آینه] ayna.
âyînhân (F.) [آیین خوان] ayin okuyan.
ayn (A.) [عین] 1.göz. 2.tıpkı. 3.ayın harfi.
aynen (A.) [عینا] tıpkı, aynen, olduğu gibi.
ayniyye (A.) [عینیه] 1.taşınabilir değerli eşya. 2.göz hastalıkları bölümü.
ayniyyet (A.) [عینیت] aynılık.
aynülyakîn (A.) [عین الیقین] kesin, kesin bilgi.
ayş (A.) [عیش] yaşama, keyif alma, gününü gün etme.
ayyâr (A.) [عیار] 1.kurnaz. 2.düzenbaz.
ayyârî (A.-F.) [عیاری] 1.kurnazlık. 2.düzenbazlık.
azâb (A.) [عذاب] azap.
azab (A.) [عزب] bekar.
azâbengiz (A.-F.) [عذاب انگیز] azap veren.
âzâd (F.) [آزاد] özgür.
âzâde (F.) [آزاده] özgür.
âzâdî (F.) [آزادی] özgürlük.
azamet (A.) [عظمت] 1.büyüklük, ululuk. 2.çalım.
âzâr (F.) [آزار] 1.incitme. 2.inciten.
azdâd (A.) [اضداد] zıtlar, karşıtlar.
âzer (F.) [آذر] 1.ateş. 2.Âzer ayı.
âzerâsâ (F.) [آذرآسا] 1.ateş gibi. 2.ateş rengi.
azil (A.) [عزل] görevden alma.
âzim (A.) [عازم] kararlı.
azîm (A.) [عظیم] büyük.
azîmet (A.) [عزیمت] gitme, yola çıkma.
azimet etmek gitmek.
aziz (A.) [عزیز] değerli, saygın.
azîzan (A.-F.) [عزیزان] değerliler.
azîze (A.) [عزیزه] 1.sevgili. 2.saygın.
azl (A.) [عزل] görevden alma.
azm (A.) [عزم] 1.azim. 2.niyet.
azm (A.) [عظم] kemik.
âzmâyiş (F.) [آزمایش] deneme, sınama.
âzmend (F.) [آزمند] hırslı.
azrâ (A.) [عذرا] bâkire.
azrâil (A.) [عزدائیل] Azrail.
azrar (A.) [اضرار] zararlar.
azulât (A.) [عضلات] adaleler.
âzürde (F.) [آزرده] incinmiş, gücenmiş.
---------------
Bbââsâm: günahlarla.
bâb: kapı, bölüm.
bâd: rüzgâr, nefes.
bâde: şarap, içki.
bâdehû: bundan sonra.
bâdelmemât: ölümünden sonra.
bâdelmevt: ölümden sonra.
bâdemâ: bundan sonra.
bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava.
bâdî: sebep, geçici.
bâdire: anî felâket, zor geçit.
bâdiye: çöl, kır.
bâğî: azgın, yoldan çıkmış.
bağistân: bağlık bahçelik yerler.
bâğiyâne: azgınca.
bağy: azgınlık.
bahâ: paha.
bahâdar: pahalı.
bahâdır: kahraman, yiğit.
bahâne: vesile, sebep, özür.
bâhem: birlikte, beraber.
bahîl: cimri, eli sıkı.
bâhir: belli, açık.
bahir: deniz, derya.
Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip.
bâhire: belli ve açık olan.
bahis: konu.
bahr: deniz.
bahrî: denizle ilgili.
bahrimuhît: okyanus.
bahriumman: okyanus.
bahriye: denizci.
bahs: bahis, konu
bahş: bağış, verme.
baht: talih, kısmet.
bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu.
bahusus: özellikle.
baîd: uzak, ırak.
Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen.
bais: sebep.
bakar: sığır, inek.
bakarperest: ineğe tapan.
bakayâ: kalıntılar.
bâkî: sonsuz, kalıcı.
bâkir: kullanılmamış, bozulmamış.
bâkire: el değmemiş, kız.
bâkiyâne: bakice, sonsuzca.
bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar.
bâkiye: kalıcı olan, kalan.
bakteri: tek hücreli bir canlı.
bâlâ: yüksek, yüce.
bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına.
bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş.
bânî: bina eden, kuran, yapan.
banknot: lira mânâsında para birimi.
bâr: yük, pas.
bârân: yağmur.
bârekallah: Allah hayırlı ve mübarek etsin.
bârekte: sen mübarek eyledin.
bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam.
bârık: yıldırım, parıltı.
Bârî: düzgün ve güzel yaratan Allah.
bâri: hiç olmazsa, hele.
bârid: soğuk.
bâridâne: soğukça.
bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam.
bârika: şimşek.
bârikaâsâ: şimşek gibi.
bâriz: meydanda, açık.
Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde.
bâs: gönderme. yeniden dirilme.
basar: göz, görme hissi.
bâsır: gören.
bâsıra: görme duyusu.
bâsıt: açan, yayan, genişleten.
Basîr: her şeyi gören Allah.
basîrâne: görerek.
bâsire: görme duyusu.
basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş.
basit: sade, düz, bölünmez.
basitâne: basitçe.
bast: yayma, açma.
bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama.
basübadelmevt: ölemden sonra diriliş.
Bâşid: Van ilinde bir dağ.
başkitâbet: başyazıcılık.
başmurahhas: baştemsilci.
başvekâlet: başbakanlık.
başvekil: başbakan.
batâlet: işsizlik, durgunluk.
batarya: enerji kaynağı.
Bathâ: Mekkenin eski bir adı.
bâtıl: boş, yalan, çürük.
Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden Allah.
batın: iç, iç yüz, gizli, sır.
bâtınen: içten, iç bakımından.
bâtınî: içe ait, içle ilgili.
Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.
Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.
batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.
batn: karın, nesil.
battal: işsiz, çürük, kullanılmaz.
baûda: sivrisinek.
bâvehim: vehimle, kuruntuyla.
bay: zengin.
bâyi: satıcı.
bâyin: aralayıcı, ayırıcı.
bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider.
baytar: veteriner.
bâz: oynayan, yapan.
bâzîçe: oyuncak, eğlence.
bâziyet: bazenlik, bazılık.
be: "de, den" mânâsında ön ek.
becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme.
becû: iste.
bed: kötü, çirkin.
bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük.
bedâhet: apaçıklık.
bedâheten: apaçık biçimde.
bedâva: beleş, parasız.
bedâvet: bedevilik, göçerlik.
bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler.
bedbaht: bahtı kara, talihsiz.
bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz.
bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua.
bedel: karşılık.
beden: gövde.
bedestân: çarşı.
bedevî: göçebe, çölde yaşayan.
bedeviyâne: göçebe gibi.
bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık.
bedhah: kötülük isteyen.
bedhal: kötü huylu.
bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün.
bedîa: benzersiz güzel olan.
bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık.
bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler.
bedîî: eşsiz güzellikte olan.
bedir: dolunay.
bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz.
Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı.
bedmâye: mayası kötü, soysuz.
bedr: bedir, dolunay.
bedraka: yol gösterici, kılavuz.
begün: et!
behâim: hayvanlar.
behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik.
behemehâl: her halde, ister istemez.
beher: her bir.
behîc: güleryüzlü, şen, güzel.
behimât: hayvanlar.
behimî: hayvanca.
behimiyât: hayvansı varlıklar.
behişt: cennet.
behiye: güzel.
behre: pay, kısmet, nasip.
behreyâb: nasibi olan, payı bulunan.
beht: şaşkınlık, hayranlık.
beis: zarar, fenalık.
bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk.
bekââlûd: kalıcılıkla karışık.
bekâya: geriye kalanlar.
bektâş: arkadaş.
Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse.
Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat.
bel': yutma, ortadan kaldırma.
belâ: g*** tasa. musibet, afet.
belâbil: belâlar, tasalar, musibetler.
belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
belâğbaşı: kaynak, pınar.
belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik.
belâyâ: belâlar.
belde: memleket, büyük köy.
belî: evet.
belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz.
belîğâne: beliğ biçimde.
beliyyât: belâlar.
beliyye: belâ.
Belkıs: bir kadın hükümdar.
belki: şüphesiz, kesinlikle.
benâm: namlı, ünlü, seçkin.
benât: kızlar.
bend: bent, bağlanmış.
bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul.
benî: oğullar.
benîâdem: ademoğulları, insanlar.
Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler.
ber: "alan, dinleyen, yeden, götüren" mânâsında son ek.
ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek.
berâ: için, dolayı.
berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük.
berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç.
berâet: arınma, kurtulma.
Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri.
berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller.
berât: nişan, ayrıcalık fermanı.
berâyımâlûmât: bilgi için.
berbâd: harap, pis, fena, kirli.
berceste: seçme, iyi mısra.
berd: soğuk.
berdevam: devam eden, sürüp giden.
berekât: bereketler.
bereket: bolluk, çokluk, feyiz.
berendâz: kaldırıp atan.
bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme.
bergüzîde: seçkin, seçilmiş.
Berham: Yahudi ismi.
berhava: boşa gitme.
berhayat: yaşayan.
berhudâr: saadete erişen.
berî: temiz, arınmış, kurtulmuş.
berk: şimşek.
berkarar: kararlı.
berkâsâ: şimşek gibi.
berr: yer, toprak, kara.
berrak: duru, safi, arı.
berrî: karacı, karada olan.
berrîye: karalara ait olan.
bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan.
bervech: şeklinde, biçiminde.
berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem.
berzahî: kabirle ilgili.
bes: yeter, kâfi.
besâit: basit şeyler.
besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık.
besâtin: bostanlar.
besmele: Bismillahirrahmanirrahim.
besmelekeş: besmele çeken.
beste: bağlanmış, şarkı ahengi.
beşârât: beşaretler, müjdeler.
beşâret: müjde.
beşâretkâr: müjdeci.
beşâretkârâne: müjdelercesine.
beşâşet: güleryüzlülük.
beşer: insan.
beşerî: insanî, insanla ilgili.
beşeriyet: insanlık.
beşîr: müjdeci.
beşûş: güleryüzlü.
betâlet: işsizlik, durgunluk.
betül: erkekten sakınan namuslu kadın.
bevl: sidik.
bevvâb: kapıcı, men edici.
bey': satma, satış.
beyâbân: çöl, kır.
beyân: açıklayıp bildirme.
beyânât: açıklayıp bildirmeler.
beyânî: açıklanıp bildirilen.
beyannâme: açıklama yazısı, bildiri.
beyder: harman.
beyhûde: boşuna, faydasız.
beyn: ara, arasında.
beynelenbiya: peygamberler arasında.
beynelevliya: evliyalar arasında.
beynelislâm: müslümanlar arasında.
beynelmilel: milletlerarası.
beynelulema: âlimler arasında.
beynennâs: insanlar arasında.
beyt: beyit, şiirde iki mısra.
beyt: ev, bina.
Beytülharam: Kâbenin etrafı.
Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet.
beytülmal: devletin hazinesi.
beyyin: apaçık, kesin delil.
beyyinât: apaçık olanlar.
beyyine: apaçık, kesin delil.
beyzâ: beyaz, parlak.
bezirgân: tüccar.
bezletme: esirgemeden bol bol verme.
bezm: sohbet meclisi.
Bezmielest: Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.
bî: "siz, sız" mânâsında ön ek.
bi: "ile" mânâsında ön ek.
bîaman: amansız.
biat: kabul etme, seçme.
biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek.
bîbahâ: pahasız.
bîbehre: nasipsiz.
bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi.
bîçâre: çaresiz.
bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler.
bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına.
bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler.
bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu.
bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı.
bidâyet: başlangıç.
bidâyeten: başlangıçta.
bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar.
bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen.
bîgâne: ilgisiz.
bîgünah: günahsız.
bîhaber: habersiz.
bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle.
bihakkın: hakkıyle, tam olarak.
bihâr: denizler.
bîhemta: benzersiz.
bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin.
bîhûş: şaşkın, sersem.
biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle.
bîiştibah: şüphesiz.
biiznillah: Allahın izniyle.
bîkarar: kararsız, rahatsız.
bîkes: kimsesiz.
bikr: bozulmamış, temiz.
bil: "ile" mânâsına ön ek.
bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek.
bilâbedel: bedelsiz.
bilâd: beldeler, memleketler.
bilâfasıla: aralıksız.
bilâhare: sonra, sonradan.
bilâihtiyar: elinde olmayarak.
bilâistisna: istisnasız.
bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız.
bilakis: aksine, tersine.
bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız.
bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın.
bilânço: topl*** özet.
bilâperva: korkusuz.
bilasâle: aracısız, vasıtasız.
bilâsebeb: sebepsiz.
bilâşek: şeksiz.
bilâşüphe: şüphesiz.
bilâtefrik: ayırmaksızın.
bilâtereddüt: tereddütsüz.
bilâteşbih: benzetmesiz.
bilâtevakkuf: duraksamadan.
bilbedâhe: açık seçik.
bilcümle: bütün, toptan.
bilfarz: varsaymakla.
bilfiil: fiilen, çalışarak.
bilhads: hızlı bir kavrayışla.
bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile.
bilhassa: özellikle.
bilicma: üstünde birleşmekle, topluca.
bilihtiyar: istemekle.
bililtizam: taraftar olmakla.
bilîman: îman ile.
bilintikal: intikal etmekle, naklederek.
bilirâde: iradeyle, istemekle.
bilistidad: yetenekle.
bilistihkak: hak etmekle.
biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle.
bilittifak: ittifakla, hep birlikte.
bilkabul: kabul etmekle.
bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek.
bilkuvve: düşünce halinde.
bilkülliye: büsbütün.
billah: billahi, Allah için.
billur: pırıl pırıl cam.
bilmecburiye: mecburen.
bilmukabele: karşılık vermekle.
bilmüşâhede: şahit olmakla.
bilumum: genel olarak, bütün, hep.
bilvasıta: vasıta ile.
bilyakîn: kesin bir bilişle.
bimüdânî: eşsiz, benzersiz.
bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek.
bîn: "gören" mânâsında son ek.
bin: oğul, oğlu.
binâ: ev, yapı.
binâen: dayanarak, bu sebeple.
binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı.
binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine.
binâimechûl: öznesi belirsiz fiil.
bînamaz: namazsız.
bînaz: nazsız.
bînazîr: benzersiz.
binefsihi: kendisiyle.
bînisyan: unutmazlık.
binnefs: nefsiyle.
binnetice: neticeyle.
binnisbe: oranla.
binniyet: niyetle.
binniyye: niyetle.
bint: kız.
bîpâyan: tükenmez.
bîperva: korkusuz.
bîr: kuyu.
birâder: kardeş.
birâderzâde: kardeş oğlu.
birr: temizlik, iyilik.
biryân: kebap.
bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı.
Bismark: ünlü bir devlet adamı.
Bismillah: Allahın adıyla.
bissavab: doğru olarak.
bittâb: tabiatıyla.
bitamâm: büsbütün.
bitamâmiha: tamamıyle.
bîtaraf: tarafsız.
bîtarafâne: tarafsızca.
bittabî: tabiatıyle.
bittakdir: takdirle.
bittecrübe: tecrübeyle.
bîvefa: vefasız.
biyedî: elimi.
biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser.
bîzâr: bıkmış.
bizâtihi: kendiliğinden.
bîzeval: sona ermez.
bizzarure: zaruri olarak.
bizzât: kendisi.
bolşevik: Rus komünisti, dinsiz.
bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik.
bostân: sebze bahçesi.
boşboğaz: yerli yersiz konuşan.
boykotaj: boykot.
bûd: uzaklık.
Buda: Budizmin kurucusu.
Budeî: Buda dininden olan.
bûdiyet: uzaklık.
buğz: sevmeme, nefret.
buhâr: buğu.
Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı.
buhl: cimrilik.
buhrân: bunalım.
buhûr: bahirler, denizler.
bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan.
Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek.
burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri.
burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse.
bûse: öpücük.
butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük.
bûy: koku.
bühtân: iftira.
bükâ: ağlama.
bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler.
bülend: yüksek, yüce.
bülûğ: erginlik.
bünyân: yapı.
bünye: yapı.
bürde: hırka.
bürhan: kuvvetli delil.
bürhanî: delil cinsinden.
bürûc: burçlar.
bürûdet: soğukluk.
büşrâ: müjde.
büzr: tohum.
büzûr: tohumlar.
---------------
Ccadde: geniş yol.
câh: makam.
Câhız: ünlü bir edebiyatçı.
câhid: din için savaşan.
câhil: bilgisiz.
câhilâne: bilgisizce.
cahîm: cehennem.
câil: yapan.
câiz: dine uygun olan.
câl: yapma, kılma.
câlî: yapmacıktan.
câlib: çekici.
Calinos: eski bir filozof.
Câmî: büyük bir âlim ve yazarı.
câmi: toplayan.
câmia: topluluk.
câmid: cansız, donuk.
câmidât: camidler, cansızlar.
câmidiyet: cansızlık.
câmiiyet: toplayıcılık.
câmiülkelîm: zengin mânâlı söz.
camus: manda.
cân: hayat, ruh, gönül.
cânân: sevgili.
canavar: can alıcı.
cânhıraş: tüyler ürpertici.
cânî: cinayet işleyen.
cânib: yön, taraf, yan.
câniyâne: canicesine.
cann: cinler.
cansiperâne: canını verircesine.
car: Arapçada bir edat.
cârî: akan, yürüyen.
câriye: esir kadın.
câsus: ajan.
câvid: devam eden.
cây: değer, layık.
caymak: kararından dönmek.
câzib: çekici.
câzibe: çekicilik.
câzibedâr: çekici.
câzibedarâne: çekici bir biçimde.
câzibekârane: çekici biri gibi.
cebâbire: zorbalar.
cebânet: korkaklık.
Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran Allah.
cebbar: cebreden, zorba.
cebbarâne: zorbaca.
cebel: dağ.
ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti.
ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti.
cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi.
cebîn: korkak.
cebir: zor, zorlama.
cebr: cebir, zor, zorlama.
Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek.
cebren: zorla.
Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse.
cebrî: zorla, zorlamalı.
Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep.
cedâvil: cedveller, kanallar, listeler.
cedd: ata, dede.
cedel: tartışma, münakaşa.
cedîd: yeni.
cedvel: liste, kanal, cetvel.
cefâ: eziyet.
cefâkâr: eziyet çeken.
ceffelkalem: düşünmeksizin.
cefne: büyük su kabı.
cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler.
cehâlet: cahillik, bilgisizlik.
cehâletperver: bilgisizliği seven.
cehd: çaba, çabalama.
cehele: cahiller, bilgisizler.
cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri.
cehennemî: cehenneme özgü.
cehennemnümun: cehennemi hatırlatan.
cehil: bilgisizlik.
cehl: bilgisizlik.
cehlistân: bilgisizlik yeri.
cehr: açıktan söyleme.
cehren: açıktan.
cehrî: açık sesle.
cehûl: pek cahil.
celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret.
Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk.
celâldarâne: celâlli bir biçimde.
celâlet: büyüklük, ululuk.
celâlî: büyüklükle ilgili.
celb: kendine çekme, getirtme.
celbkârâne: kendine çekercesine.
celbnâme: çağırma kağıdı.
Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyallahu anhın önemli bir eseri.
celevât: cilveler, görünümler.
celî: belli, açık.
celîl: büyük, ulu.
cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi.
celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir.
celse: oturum.
cem: toplama.
cemaat: gayeleri bir olan topluluk.
cemâd: cansız cisim.
cemâdât: cansız cisimler.
cemâdiyet: cansızlık, donukluk.
cemâhir: cumhuriyetler.
cemâl: güzellik.
cemâlî: güzellikle ilgili.
cemâlperest: güzelliğe düşkün.
cemâlperverâne: güzelliği severcesine.
cemel: deve
cemî: bütün, hepsi.
Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan Allah.
cemîl: güzel.
cemîlâne: güzelce.
cemîle: güzel olan.
cemiyât: cemiyetler, toplumlar.
cemiyet: toplum.
cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik.
cemm: çokluk.
cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk.
cemre: ısı.
cenâb: saygı sözü.
cenâbet: cünüp.
cenâh: kanat.
cenâheyn: iki kanat.
cenân: cennetler.
cenaze: henüz gömülmeyen ölü.
cendere: baskı aleti.
cengâver: savaşçı.
Cengiz: zâlim bir hükümdar.
cenin: ana karnındaki çocuk.
cenk: savaş.
cennât: cennetler.
cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi.
cennetâsâ: cennet gibi.
cennetmekân: yeri cennet olası.
cennetmisâl: cennet gibi.
cenûb: güney.
cenûbî: güneydeki.
cerâhat: irin, akıntı.
cerâid: gazeteler.
cerbeze: süslü sözlerle aldatma.
Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber.
cereyân: akma, akım.
cerh: yaralama, çürütme.
cerhetmek: yaralamak, çürütmek.
cerîde: gazete.
cerîha: yara.
cerr: para alma.
cerrah: operatör.
cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan.
cesâmet: irilik.
cesâret: yüreklilik, korkusuzluk.
cesed: ceset, cansız vücut.
cesîm: iri, kocaman.
cessâs: casusluk eden.
cesurâne: cesurca, korkusuzca.
cevâb: cevap, soruya verilen karşılık.
cevâben: cevap olarak.
cevâbî: cevapla ilgili.
cevâd: çok cömert.
cevâhir: değerli taşlar.
cevâmî: toplayıcı olan şeyler.
cevâmid: cansızlar.
cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler.
cevânib: yanlar, taraflar.
cevârih: organlar.
cevâsis: casuslar, ajanlar.
cevaz: izin.
cevelân: dolaşma.
cevelangâh: dolaşma yeri.
cevf: boşluk.
cevher: öz, kıymetli taş, atom.
cevherbahâ: mücevher gibi değerli.
cevhere: tek cevher.
cevherî: cevherle ilgili.
cevir: eziyet.
Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası.
Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua.
cevv: atmosfer.
Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi Allah.
cevvâl: pek hareketli.
cevvifezâ: uzay.
cevvihava: atmosfer.
ceyb: cep.
ceyş: asker, ordu.
cezâ: suça karşılık verilen acı.
cezâen: ceza olarak.
cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik.
cezb: kendine çekme.
cezbe: Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.
cezbedarâne: Allah sevgisiyle kendinden geçercesine.
cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına.
cezîre: ada, yarımada.
Cezîretülarâb: Arap Yarımadası.
cezm: kesin karar.
cezmiyet: kesin kararlılık.
cezrî: köklü.
cibâl: dağlar.
cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan.
cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk.
Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm.
cidâl: uğraşma, savaş.
cidar: duvar, çeper.
cidden: gerçekten.
cîfe: leş.
cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi.
cifrî: cifirle ilgili.
ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru.
ciğersûz: ciğer yakan.
ciğerşikâf: ciğer parçalayan.
cihad: din uğrunda savaş.
cihân: dünya, âlem.
cihânbahâ: cihan değerinde.
cihândeğer: dünya kıymetinde.
cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı.
cihânkıymet: dünya kadar değerli.
cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde.
cihânşümûl: dünya ölçüsünde.
cihâr: dört.
cihât: yanlar, yönler.
cihâz: aygıt, çeyiz.
cihâzât: aygıtlar.
cihet: yön, yan.
cihetiyet: yönlülük, yanlılık.
cild: deri, ten.
cilve: görünme, belirme, naz.
cilveger: cilve eden.
cimâ: cinsî münasebet.
cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse.
cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar.
cinân: cennetler.
cinas: birçok mânâya gelebilen söz.
cinâyet: adam öldürme, ağır suç.
cinnet: delilik.
cinnî: cinlerden olan.
cins: tür, çeşit.
cinsî: cinsle ilgili.
cinsiyet: cinslik, tür olma.
cirm: oylum, yıldız.
cisim: uzayda yer dolduran varlık.
cism: cisim.
cismanî: cisimle ilgili.
cismaniyet: cisim olma hâli.
cismen: cisimce.
cismiyet: cisimlik.
civan: yakışıklı genç.
civanmert: yüce gönüllü, mert.
civâr: yöre, yakın yer.
cîz: hurma ağacının kökü.
cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi.
cûd: cömertlik.
Cûdi: bir dağ adı.
cumâ: önemli bir namaz.
cumhur: topluluk.
cumhurî: cumhuriyetle ilgili.
cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi.
cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven.
cûş: coşma, kaynama.
cûşuhurûş: coşup taşma.
cûyem: ararım.
cübbe: namazda giyilen bol elbise.
cüdâ: ayrı, ayrılmış.
cühelâ: bilgisizler.
cühûd: bilerek inkâr etme.
cülûs: tahta çıkma.
cümle: bütün, hüküm bildiren söz.
cümûd: cansız, donuk.
cümûdet: cansızlık, donukluk.
cümûdiye: buzul.
cümûdiyet: donukluk, katılık.
cüneyd: askercik.
cünûd: askerler.
cünûdullah: Allahın askerleri.
cünûn: delilik.
cünüb: gusletmesi gereken kimse.
cüret: ataklık, kendini bilmezlik.
cüretkâr: atak, kendini bilmez.
cüretkârâne: atakça.
cürm: suç.
cürmümeşhud: suçüstü.
cürüm: suç.
cüsse: gövde, kalıp, beden,
cüz: bölüm, parça.
cüzî: pek az, ferdi.
cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti.
cüziirâde: insanın azıcık iradesi.
cüziyyât: cüziler.
cüziyyet: azlık, küçüklük.
---------------
Ççah: kuyu, çukur.
çâk: çatlak, yarık.
çal: alnında ve ayaklarının üstünde beyazlık bulunan hareketli at.
çalab: ilâh, Rab.
çalâk: atik, çabuk.
Çamular: Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
çâr: dört.
çar: Rus imparatoru.
çâre: çıkar yol, kurtuluş yolu.
çarh: çark, felek, talih.
çarıyâr: dört büyük halife.
çariçe: Rus imparatoriçesi.
çark: dönen, felek, talih.
çarmıh: suçluyu bağlamak için kurulmuş haç şeklinde ağaç.
çarnâçar: ister istemez.
çehre: yüz.
çelebi: efendi.
çeleçepe: sağa sola.
çemen: çimen, yeşillik.
çemenzâr: çimenlik.
çendan: gerçi.
çerağ: çıra, lamba.
çeşm: göz.
çeşme: pınar.
çeşmidîl: gönül gözü.
çeşmigiryân: ağlayan göz.
çevik: çabuk davranan.
çevikçalâk: çevik ve hızlı.
çığır: patika, ince yol.
çî: ne?
çiçekdanlık: çiçeklik.
çiçekdâr: çiçekli.
çile: nefsi ıslah için bir yere kapanıp ibadet etmek.
çilehane: çile evi.
çimengâh: çimenli yer.
çîn: buruşukluk.
çînicebîn: alın buruşuğu.
Çinimaçin: Çin ve Çinin güney kısmı.
çirkef: pis su.
çîz: şey.
çiznök: dane.
çorak: verimsiz toprak.
çuha: sık dokunmuş yün kumaş.
Adam Olmak; Cinsiyet Meselesi DeğiL.! Şahsiyet Meselesidir!..