Arama

Çanakkale Kahramanları - Sayfa 3

Güncelleme: 16 Kasım 2016 Gösterim: 10.078 Cevap: 40
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2006       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği, 5 yıl önce kurulmasına karşılık 500 sergi açarak büyük bir başarının altına imza attı.

Sponsorlu Bağlantılar
Sergilere halkın ilgisi yoğun. Bugüne kadar en fazla Batman’da açılan sergi dikkati çekti. Dernek bu yıl Batman’ın yanı sıra Kahramanmaraş, Bitlis, Van, Şanlıurfa ve Diyarbakır’da da sergi açtı. Derneğin başkan yardımcısı İbrahim Çelik, “Çanakkale’de düşmana karşı bu toprağın evlatları olarak Laz’ı, Kürt’ü, Çerkez’i, Arap’ı beraber savaştı ve şehit düştü. Bu ruhun insanları bir araya getirdiğini en iyi Doğu’da hissettik.” diyor. Yeni neslin Çanakkale Zaferi’nden bihaber yetiştiğinden rahatsız olan Çelik, açtıkları yarışmalara çocukların ‘Truva Atı’nı resmederek göndermelerinden yakınıyor. İşin vahim tarafı ise ‘Çanakkale Savaşı’ temalı bir yarışmada jürideki öğretmenlerin böyle bir resme ödül vermiş olması.

Çanakkale destanını 18 Mart’taki kutlamaların dışına taşıyan tek bir dernek var: Çanakkale Şehitleri Derneği. Bu derneğin faaliyetleri de olmasa Çanakkale Savaşı’nı yılın geri kalan bölümünde hatırlayan ya da hatırlatan da olmayacak. Bir grup işadamı tarafından 5 yıl önce kurulan Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği, yıl boyuna yapılan sergi faaliyetleri ile yakın tarihimize damgasını vuran bu emsalsiz destanı yeni nesillere aktarmaya çalışıyor. Derneğin yurdun dört bir tarafında açtığı sergilere ilgi büyük. Bugüne kadar 200 sergiye imza atan derneğin başkanı Mehmet Artuna Aysun, halkın yoğun ilgisini, “Millet, ecdadına susamış.” şeklinde yorumluyor. İşin ilginç yanı ise serginin en fazla Güneydoğu’da yankı uyandırması. Üstelik bunu organize eden Manisa’daki Celal Bayar Üniversitesi’nde okuyan Selman Tur adında Batmanlı bir öğrenci. Tur, derneğin yardımı ile geçtiğimiz yıl eylül ayında Batman’da sergi açmış. Bu yıl sergiyi Diyarbakır, Siirt, Mardin ve hatta Halep’e taşımayı hedefliyor.

Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği’nin Başkan Yardımcısı İbrahim Çelik, derneğin 2000 yılında Çanakkale’ye yapılan ziyaretin akabinde kurulduğunu söylüyor. Çelik, derneğin kuruluş hikâyesini şu sözlerle aktarıyor: “12 arkadaş ne zaman buluşsak hemen aklımıza Çanakkale geliyor ve ağlamaya başlıyorduk. Bu destanı tanıtmaya çalışan herhangi bir kuruluş olmadığının farkına varınca kolları sıvadık. Çünkü ecdadımıza vefa borcumuz var.” Çelik’e göre yeni nesil Çanakkale Savaşı’nı tanımadan büyüyor. 35 yaşındaki Çelik, bırakın yeni nesli, kendi kuşağının bile bu savaştan bîhaber büyüdüğü görüşünde. “Düşünün Marmara Üniversitesi Siyaset ve Yönetim Bölümü mezunuyum. Ben dahi Çanakkale Savaşı ile ilgili tek kelime duymadan üniversiteden mezun oldum.” diyor. Bu durumun bir uzantısı olarak derneğin etkinlikleri arasında bulunan ilkokul ve lise seviyesindeki çocuklara yönelik şiir, kompozisyon ve resim yarışması geçtiğimiz yıl iptal edilmiş. Çelik, yarışma için kendilerine gelen resimlerin önemli kısmında ‘Truva Atı’ olduğuna dikkati çekiyor. Çanakkale denildiği zaman çocukların aklına, yakın tarihimizdeki Çanakkale Savaşı yerine 2500 yıl önce yaşanan Truva Savaşı geliyordu. Çelik’e göre işin vahim tarafı öğretmenlerin de bu konuda yeteri kadar bilgi sahibi olmaması. Nitekim yarışmanın jürisinde bulunan dört resim öğretmeni, ödülü ‘Truva Atı’na vermiş. Çelik, “Yarışmayı düzenliyor; ancak jürinin kararına karışmıyorduk. Truva Atı’nın yer aldığı resme verilen ödül bizi son derece üzdü. Bu yıl herhangi bir yarışma organize etmeyi düşünmüyoruz. İptal ettik.” diyor.

çanakkale dünyaya açılıyor


Çelik, Çanakkale Savaşı’nı halka tanıtmak için sergi çalışmalarına ağırlık verdiklerini söylüyor. İlk sergi 2002 yılının Mart ayında İzmir Konak Meydanı’nda açılmış. Sergiye İzmirliler büyük ilgi göstermiş. Öyle ki sergiye girmek için insanlar uzun süre sıra bile beklemişler. İzmir’de açılan serginin ardından civar şehirlerdeki etkinlikler düzenlenmeye başlanmış. İlk yıllarda sergiler Ege’nin illerinde açılsa da geçen yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açılan sergi ile tüm Türkiye’ye açılma fırsatı yakalanmış. Zira sergiyi beğenen ve kendi yörelerinde bir benzerinin açılmasını isteyenler derneğe başvurmuş.

Çelik, “Bilgimiz dahilinde açılan sergi sayısı 200’ü aşıyor. Eserleri alıp kendi başlarına açanlar ile birlikte bu rakam 500’ü geçer. Broşür sayfalarını istiyor, bunu çerçeveletip sergi açıyorlar. Bu sergilerin içinde beni en fazla Batman’daki sergi etkiledi.” diyor. Batman’da açılan sergiyi organize eden bir üniversite öğrencisi. Zaten dernek yurdun dört bir yanına gönüllerin çabaları ile ulaşıyor. Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü son sınıf öğrencisi olan Selman Tur, geçtiğimiz yıl Çanakkale’de düzenlenen ‘57. Alay Yürüyüşü’ne katılınca, Gelibolu’da karşılaştığı manzara onu derinden etkilemiş. Çanakkale’de kendi yöresinden askerlerin mezarlarını da görünce Batman’da sergi açmaya karar vermiş. Dernekten broşürleri alan Tur, sergiyi eylül başında Batman Kültür Merkezi’nde açmış. Etkinlik öğrencilerle dolup taşmış. Ancak daha da önemlisi gündüz sergiyi gezen öğrencilerin ertesi gün ailelerini de yanlarında getirmesi. Tur, sergi hakkında şunları söylüyor: “Beklenmedik bir ilgiydi bu. Gündüz sergiyi gezen çocuklar, ertesi gün aileleri ile birlikte geri geldi. İlgi o kadar fazlaydı ki iki defa açılış yapıldı. Gelenler sergiden ağlayarak ayrılıyordu.” Bu yıl dernek sergiyi Güneydoğu’da Batman’ın yanı sıra Van, Urfa, Bitlis, Diyarbakır ve Kahramanmaraş’a da taşıdı. Dernek tarihe yazdığımız bu son destanı dünyaya taşımaya niyetli. Şimdilik Hollanda, Almanya ve Amerika’daki Türk derneklerinden gelen talepleri değerlendiriyorlar. Gönüllerinde savaşın tarafı olan Avustralya ve Yeni Zelanda’da sergi açmak var.

Koca Seyit çizgi roman oldu


Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Der-neği’nin faaliyetleri sadece sergilerle sınırlı değil. Dernek özellikle çocukların zihninde Çanakkale Savaşı’nı canlı tutmak için yoğun çaba sarf ediyor. Bu amaçla adı bir sembol haline gelen ‘Koca Seyit Onbaşı’nın çizgi romanı basılmış. Ufuk Alkan’ın çizgileri ile hayat bulan Koca Seyit, 122 sayfadan oluşuyor. 3 bin adet basılan çizgi roman serisini yeni kahramanlar izleyecek. İbrahim Çelik, “Çocuklarımız Örümcek Adam, Süpermen, Batman gibi sanal kahramanların hikâyeleri ile büyüyor. Bunlar hem gerçek değil hem de bizim kültürümüz ile alakası olmayan karakterler. Bizim kendi tarihimiz kahramanlarla dolu. Bu çocuklarımızın bunları da öğrenmesini arzu ettik. Bu yüzden Koca Seyit ile başlayan seri tarihimize mâl olmuş diğer karakterlerle devam edecek.” diyor. Dernek, savaşı anlatan eski yeni bütün şiirleri bir araya getirmeyi de başarmış. Ayrıca uydu görüntülerinin üzerine simülasyon ve animasyon tekniği ile gemileri yerleştirilip savaş, bilgisayar ortamında canlandırılmış. Seslendirme Kenan Işık’a ait.

Ziyaretçi defterinden


Çanakkale Şehitleri Derneği, açtığı sergilere, izlenimlerini aktarmaları için bir de ziyaretçi defteri eklemiş. Serginin, gezenlerde bıraktığı derin izleri, ziyaret defterinden okumak mümkün. İşte tarihe düşülen bazı notlar:

17 Temmuz 2004, Mustafa Yılmaz: Tarih hiç gözyaşı ile okunur mu? Eğer kanla yazılmışsa gözyaşı yeter mi?
04 Temmuz 2004, Zuhal Köseoğlu: Çanakkale’ye gittiğimde ayaklarımı omuzumda taşımak istemiştim; yere basmaktan utandığım için. Tabanlarımın yüreğim gibi yandığını hissetmiştim. Bu ülkeye ne kadar borçlu olduğumu düşünmüştüm bir öğretmen olarak. Kızıma anlatmaya; o mekanı sorumluluklarını unutmamacasına beynine kazımasını istemiştim. İleride yaşamayı hayal ettiğim Çandarlı’daki bu sergide aynı duyguları yaşayacağımı hiç hayal etmezdim. 09 Ağustos 2004, Perihan Gün: Türkçem bozuk olduğu için çok özür dilerim. Umarım biri bu yazdıklarımı tercüme eder. 9 yıldır bir Türk ile evliyim ve 3 yıldır da Türkiye’de yaşıyorum. Uzun yıllar Çanakkale Savaşı ve büyük komutan Atatürk hakkında övgü dolu sözler duyuyorum. Ve nihayet anladım. Sanırım benim kalbim Türkçe atıyor ve ben buraya gelmeden önce de bir Türk’tüm. Burada olmaktan çok mutluyum ve burada ölmek istiyorum. Kocam ile birlikte birgün Çanakkale’ye gitmek istiyoruz. Çanakkale’de toprağa saygısızlık etmemek için ayakkabılarımızı çıkaracağız. Bu saygıyı Çanakkale fazlasıyla hak ediyor...
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:03
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Mart 2006       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

ŞEHİTLERİMİZ


2. 1915-Çanakkale Savaşında Şehit Olan Subaylarımızdan Bazıları
Sponsorlu Bağlantılar

ADI & MEMLEKETİ
1. Bnb. Saffetoğlu Raşit Gelibolu 2. Bnb. Hüseyinoğlu İ. Hikmet Kanlıca 3. Yb. Dursunoğlu Cemil Batum 4. Yb. Salihoğlu Tevfik Dersaadet 5. Yb. Süleymanoğlu Mehmet Gemlik 6. Yb. İsaoğlu H. Sabri Manastır 7. Yb. Alioğlu Seyfettin Vodina 8. Ütğm. Hasanoğlu A. Tevfik Yemen 9. Bnb. İshakpaşaoğlu Rıfat Dersaadet 10. Yzb. Abdullahoğlu Abdülkadir Şam 11. Yzb. Mehmetoğlu M. Rıza Samsun 12. Yzb. Zekeriyaoğlu M. Sami Üsküp 13. Bnb. Hüsnüoğlu Şefik Şemni 14. Yzb. Ziyaoğlu Y. Cemal Gelibolu 15. Yzb. S. Mahmutoğlu Hasan Sungurlu 16. Bnb. Mehmetoğlu H. Zihni Tiran 17. Bnb. İsmailoğlu M. Sabri Edirne 18. Alb. Nuranoğlu M. Faik Vorça 19. Bnb. İbrahimoğlu Halil Hırkaişerif 20. Bnb. İbrahimoğlu A. Hulusi Kudüs 21. Yb. Yusufoğlu A. Fahri Drama 22. Bnb. H. Mehmetoğlu A. Ulvi Trablusgarp 23. Bnb. Selimoğlu M. Nuri Hadim 24. Yb. Saimoğlu Rauf Girit 25. Üstğm. İsmailoğlu Ali Rıza Ünye 26. Ütğm. Mehmetoğlu İbrahim İşkorda 27. Ütğm. Ahmetoğlu M. Kazım Zeyrek 28. Ütğm. Hayrioğlu Alisbarı Trablusgarp 29. Tğm. İ. Ethemoğlu H. Furat Selanik 30. Ütğm. A. Rızaoğlu H. Sabri Silistre

3. 1915-Çanakkale Savaşı' nda Şehit Olan Neferlerimizden Bazılar
Adı Doğumu Ş. Yaşı Memleketi 1. Mesutoğlu Mehmet 1893 (1309) 22 Adana-Ceyhan 2. Himmetoğlu İsa 1893 (1309) 22 Adıyaman-Besni 3. MusaoğluŞehmus 1892 (1308) 23 Adıyaman-Gerger 4. Yaşaroğlu Yusuf 1896 (1312) 19 Afyon-Dazkırı 5. Mesutoğlu Salih 1893 (1309) 22 Ağrı-Merkez 6. İsmailoğlu Atilla 1890 (1306) 25 Amasya-Merkez 7. Seyfioğlu Nizam 1896 (1312) 19 Ankara-Merkez 8. Arifoğlu Salih 1893 (1309) 22 Antalya- Alanya 9. Şerefoğlu Namık 1892 (1308) 23 Artvin-Ardanuç 10. Niyazioğlu Sadık 1895 (1311) 20 Aydın-Merkez 11. HüseyinoğluAhmet 1896 (1312) 19 Balıkesir-Merkez 12. Rızaoğlu Durmuş 1890 (1306) 25 Bilecik-Merkez 13. Şehmusoğlu Şifo 1893 (1309) 22 Bingöl-Karlıova 14. Şabanoğlu Şakir 1894 (1310) 21 Bitlis-Merkez 15. Durmuşoğlu-Ali 1896 (1312) 19 Bolu-Merkez

ŞEHİTLİKLERİMİZ VE ANITLARIMIZ

İsimsiz Yüzbaşı Şehitliği:
Çanakkale savaşlarını kanları ile tarihe yazan kahraman şehitlerimizin isimsiz yüzbaşı şehitliği;Eceabat'tan Kilitbahir'e giderken oradaki milli park yol kenarındadır.

İsimsiz topçu Yüzbaşı Şehitliği:
Eceabat ile Kilitbah ir arasındaki Değirmen Burnundadır.

Havuzlar şehitliği:
21 Haziran 1915'te Kerevizde de yapılan savaşlarda 6. 000 tane kahramanımız şehit olmuştur. Bu şehitlerimizin kemikleri toplanarak havuzlar mevkine getirilerek buraya gömülmüştür. Çanakkale Şehitlerine yardım derneği tarafından 1961/1962 de anıt yapılmıştır.

Sargı Yeni Şehitliği:
Akıtepe köyündedir. Seddülbahir bölgesi savaşlarınd yer alan 18bin askerimiz tedavi görürken İngilizlerin saldırısına ve ayrıca İngiliz donanmasının bombardımanına maruz kalarak şehit olmuşlardır. 1995'te Sargı Yeri Şehitliği yapılmıştır. Harfiyat sırasında çıkan şehitlerimizin kemikleri mezarlara konmuştur. Burada 300 er ve 60 subay olmak üzere toplam 360 şehidimizin isimleri mezar taşlarına yazılmıştır.

Son ok Anıtı:
Alçıtepe köy mezarlığının yanındadır. 3. kirte alçıtepe savaşında şehit düşen
9. 000 şehidimiz adına yapılmıştır.

Nuri Amut Anıtı:
28 Haziran 1915'te Sığındere savaşlarında şehit edilen 10. 000 şehidimiz adına Gelibolu 2. kolordu komutanı Nuri Yamut tarafından yapılmıştır. Saroz Körfezine hakim bir tepededir.

Çanakkale Şehitleri Anıtı Şehitliği:
Vatan,namus,din uğruna canlarını vermek pahasına imparatorluğun dört bir yanından Traslusgarp, Cezayir,Silistire, Şam,Selanik, İşkodra, Kudüs, Üsküp'ten gelen kahramanlarımız adına mayıs 1992 de yapımı tamamlanan bu şehitlikte 600 tane şehidimizin adları vardır.

Çanakkale Şehitleri Abidesi:
Çanakkale şehitler anıtı Türk'ün tükenmezliğinin simgesi, birlik ve beraberliğimizin kanıtıdır. Çanakkale savaşlarında şehit düşen yaklaşık 253 bin şehidimizi simgeleyen abidelerin en görkemlisidir. Bu anıt, hepimizin gönlünde geleceğe güven yansıtan, Türk milletinin en zor döneminde bile yedi düveli dize getirebileceğini ve yüz binlerce şehit pahasına vatan topraklarını ebediyen koruyacağını gösteren anıtımızdır. Bu anıtımız ilk olarak Gelibolu Yarımadasında Alıçıtepe'de yapılması planlanmış ancak arazinin bozuk olması ve denize uzak olmasından dolayı vaz geçilmiştir. Daha sonra Hisarlık burnunda Morto'ya hakim 50 metre rakımlı olan Hisar Burnuna yapılmıştır. 1952'de yapımına karar verilmiştir. 19 Nisan 1954'te temeli atılmıştır. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı (müteahhitlerin yolsuzlukları, yeterli miktarda para bulunamaması gibi) birkaç defa yapımı durmuştur ve nihayet 15 Mart 1958'de sadece gövde kısmı yapılabilmiştir.
Bu anıtımız 1960'da tamamlanmıştır. 25x25 m kaide üzerine 4 ayak üzerine oturtulmuş ve 41. 70 metre yüksekliğindedir.

İlk Şehitler Şehitliği ve Anıtı:
3 Kasım 1914'te İtilaf devletleri donanmasından 6 kruvazörün yapmış olduğu bombardıman sonucunda bir mermi kale içi cephaneliğine isabet etmiş ve infilaklar sonunda 5 subay ve 81 erimiz şehit olmuşlardır. Bunlar Çanakkale savaşlarının ilk şehitleridir. Bu şehitlerimiz adına Seddülbahir Kalesi önünde 1986 yılında anıt yapılmıştır.

Yahya Çavuş Şehitliği ve Anıtı:
25 Nisan 1915 Ertuğrul koyundan çıkartma yapan düşman kuvvetine 63 kişilik takımı ile karşı koyan Ezineli Yahya Çavuş güneş batana kadar karşı koymuştur. İngilizler buradaki mücadelede de Generalleri Napier'i kaybetmişlerdir.
Yahya Çavuş Şehitlik anıtı Ertuğtul koyuna hakim bir tepeye yapılmıştır.

Gözetleme Tepe Şehitliği ve Anıtı:
Saroz körfezine hakim bir tepede gözetleme yaparken şehit olmuşlardır ve bunlar adına 1939 da anıt yapılmıştır. İsimleri belli olmayan üç tane mezar vardır.

Mehmetçiğe Derin Saygı Anıtı:
Kanlı sırta çıkarken sağ taraftadır. 1995 te yapılmıştır. Hikayesi şudur;Kanlı sırtta yapılan siper muharebelerinde süngü taarruzu devam ederken 8-10 m. mesafeli olan Türk ve düşman siperleri arasında saha bir anda şehidi ölü ve yaralıları toplama antlaşmaları yapılır. Bir süre sonra sakin olan sahaya Mehmetçiğimiz ızdırap çekmekte olan Anzak subayını bir ana şefkatiyle kucaklar ve düşman siperleri üzerine bırakarak geri döner. O kahraman Mehmetçiğin cesareti,insan sevgisi,centilmenliği günlerce savaş alanlarında konuşulmuştur.

Kanlı Sırt Anıtı Kanlı sırta çıkarken sağ taraftadır. Bu sırtlarda çok şiddetli çarpışmalar yapılmıştır. 1520 şehit ve 4750 yaralı vermemize rağmen kanlı sırt kahramanca savunulmuştur.

Arıburnu Şehitliği:
Bomba sırtında savaşırken şehit olan 628 kahraman şehidimiz adına 12 Aralık 1932'de yapılmıştır. Bu şehitliğimizin yapımı sırasındaki kazılarda İngiliz Yüzbaşı Waiters ve 57. alay 6. bölük komutanı Erzincanlı üst teğmen Mustafa Asım beyin iskeletleri yan yana ve yanlarında mataraları ile bulunmuşlardı. Bu şehitlerimiz bulunduğu gibi gömülmüştür.

Mehmet Çavuş Anıtı:
Mehmet Çavuş ve takım arkadaşlarının üstün başarıları sonucunda bu tepeyi kahramanca savunmuşlardır. Bu tepe onların anısına cesarettepe olarak anılır.

Conk Bayırı Anıtları:
Savaşlarının en şiddetli ve kanlı cephelerinden biridir. Çok sayıda Mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Burada yapılan kahramanlıklar ve şehitlerimiz adına 5tane anıt dikilmiştir.

1. Anıt:
M. Kemal Atatürk 25 nisan 1915 sabahı Conkbayırı'na doğru ilerleyen düşmana karşı 57. p. alayı ile taarruz başlarken: "ben size taarruzu emretmiyorum,ölmeyi emrediyorum,biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir,başka komutanlar hakim olabilir"emrini vermiştir. Bu coşku ile şahlanan Mehmetçikler donanmanın yoğun ve etkili ateşi altında yılmadan sürdürdükleri taarruzlarıyla düşmanı esaret tepeye kadar geri atmışlardır. (anıt yazıtı)

2. Anıt:
10 Ağustos 1915 sabahı Türk karşı taarruzu siperler yakın olduğu için süngü hücumu ile başlamıştır. Düşman donanma topçunun yoğun ateşi altında cehennemin bir alan Conbayırı' ndaki muharebeler sırasında gözetleme yerinden bir an bile ayrılmayan Anafartalar Grup komutanı albay Mustafa Kemalin bir şarapnel misket ile parçalanan cep saati hayatını kurtarmıştır,ve düşman bu taarruz sonunda Ağıl Deresinde kadar geri atılmıştır. (anıt yazıtı)

3. Anıt:
Düşman kuvvetlerinin;Gelibolu Yarımadasının en önemli bölgesi ve doruk noktası olan Conbayırı ele geçirerek Türk kuvvetlerini ikiye bölmek ve Çanakkale boğazını ele geçirmek amacı ile giriştikleri devamlı saldırıları kahraman Türk askerinin büyük cesaret ve gayretle yaptığı savunma karşısında başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu bölgedeki cereyan eden muharebelerde Türk ordusu 9200 şehit düşman 12000 kayıp vermiştir. (anıt yazıtı)

4. Anıt:
Arı burnundaki düşman kuvvetleri aldıkları takviyeyle daha da güçlenmiş olarak 6 Ağustos günü Conkbayırı'nda doğru yeniden taarruza başlamışlardır. Gece gündüz aralıksız devam eden kanlı muharebeler sonunda iki tarafta ağır kayıplar vermiş,Türk askeri düşmanı 9 Ağustos 1915 akşamı Conkbayırı tepeler hattına 25 m mesafede durdurmayı başarmıştır. (anıt yazıtı)

5. Anıt:
19. Piyade Tümen komutanı kurmay yarbay M. kemal Atatürk 25 Nisan 1925 günü düşmanın Arıburnu'na çıkartma yaptığını öğrenince kendi insivatiyle 57. piyade alayını bölgeye sevk etmiş bu arada kıyı örtmesi yapan cephanesi bitmiş çok az sayıda ere yaptıkları süngü hücumu ile kazanılan zaman içinde yetişen alaya mevzi aldırarak düşmanı conkbayırı'na ulaşmadan durdurmayı başarmıştır. (anıt yazıtı)

Kemal Yeri Anıtı:
Conkbayırı ile Kemal yeri arasında bir yerdedir. Bu anıtta Atatürk'ün askerlerine verdiği emir bulunmaktadır.
"Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku,dinlenme aramanın bu dinlenmeden yalnız bizim değil,bütün milletimizin sonsuza kadar yoksun kalmasına neden olacağını hepinize hatırlatırım"M. Kemal Atatürk (anıt yazıtı)

Kabatepe Arıburnu Sahil Anıtı:
Takım komutanı asteğmen Muharrem adına Kabatepe sahiline dikilmiştir. Üzerindeki yazı şudur;
"27. piyade alayının 8. bölüğünden 1. takım 25 nisan 1915 günü sabaha karşı Anzak kolordusunun 1500 kişilik ilk kademesine ağır kayıplar verdirerek kıyının dik yamaçlarına sığınmak zorunda bırakmıştı. "(anıt yazıtı)

İngilizce Türk Anıtı:
Çanakkale savaşlarından sonra 1934'te ölülerini ziyarete gelen yabancı ailelere hitap etmek üzere Atatürk'ün kaleme aldığı
"Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar,burada bir dost vatanın toprağındasınız,huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar,göz yaşlarınızı dindiriniz,evlatlarınız bizim bağımızdadır,huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır. "(Atatürk)

Yusufçuk Tepe Anıtları:

1. Anıt:
Arıburnu cephesindeki Türk kuvvetlerini kuşatmak için 7 Ağustos 1915 günü Anafartalar limanına çıkan düşman kuvvetleri zayıf gözetleme birlikleri zayıf gözetleme birlikleri karşısında İsmailoğulları ve Yusufçuk tepelere kadar ilerlediler. (anıt yazıtı)

2. Anıt:
Anafartalar grubu komutanı Albay Mustafa Kemalin komutasındaki Türk kuvvetleri 9-12 Ağustos 1915'te yapılan 1. Anafarta Muharebesi sonucunda düşman kuvvetlerini yenerek kireç tepe ve mest an tepe hattına attı. (anıt yazıtı)

3. Anıt:
İki tarafın daha büyük kuvvetleri ile 21-22 Ağustos 1915 günü yapılan 2. Anafarta Muharebesi sonunda düşmanın Sivri Tepe ve Mestan Tepe hattında taarruz gücü kırıldı. Bu muharebelerde Türkler 8155 şehit düşmanda 19. 850kayıp verdi. (anıt yazıtı)

Kireçtepe Anıtı:
6-8 Ağustos 1915'te Gelibolu ve Bursa Jandarma Taburları'nın kahramanca çarpışan üç bölüğü iki tugay gücüne ulaşan İngiliz kuvvetlerini Karakol Dağı ve Kireçtepe'de durdurup Anafartalar grubunun kuzey yanını korumuştur. "(anıt yazıtı)

Büyük Kemikli Anıtı:
1915 yılının 25 Nisan sabahı Arıburnu'na 6-7 Ağustos gecesinde Anafartalar limanına çıkan düşman kuvvetleri aylar süren muharebelerden sonra Gelibolu yarımadasındaki Türk savunmasının geçilemeyeceğini anlayarak 20 Aralıkta bu cepheleri boşalttı. (anıt yazıtı)

Yarbay Halit Bey ve Yarbay Ziya Beyin Mezarları:
11 Ağustos 1915'te Bomba Sırtında Şehit olan 20. Alay komutanı yb. Halit bey ile 11 Ağustos 1915'te Ama derede şehit olan 21. alay komutanı yb. Ziya beyin mezarları ana fartalar köyü mezarlığındadır.

Akbaş Şehitler Anıtı:
1915 yılında Çanakkale savaşlarında şehit olan 7. tümen hatırasına Akbaş köyünde 1945 yılında yapılmıştır.

Hastana Bayırı Şehitliği:
Çanakkale savaşlarında ağır olarak yaralanan askerlerimiz Hastane bayırındaki hastaneye getirilmişler. Ancak kurtarılamayarak şehit olmuşlardır. Bu şehitliğimiz Çanakkale'nin Anadolu yakasında Hastane bayırındadır.

Hasan Mevsuf Şehitliği:
18 Mart 1915 deniz savaşında bu bataryanın gözetleme yerine isabet eden bir düşmanın mermisi ile şehit olan Bataryası kumandanı Hasan ve tarassut subayı Mevsuf ve dört erimiz şehit olmuştur. Bunlar anısına Çanakkale Dardonos'ta denize hakim bir tepede anıt yaptırmıştır.

Hamidiye Şehitliği:
18 Mart 1915 te ölen Türk şehitleriyle birlikte Alman ölüleri de vardır. Almanlar kendi ölülerinin kemiklerini toplayarak İstanbul'a getirmişler ve Alman Elçiliğinin bahçesine gömmüşlerdir.

Kumkale Şehitliği:
25 Nisan 1915 sabahı Anadolu sahillerine çıkan düşman kuvvetlerine karşı koyan ve 28-30 Nisan 1915'te düşmanın denizden açtığı ateş sonucu şehit olan 14 batarya personelinin mezarı vardır. Şehitlik İntepe'dedir ve 1983'te yapılmıştır.

Lapseki Çardak Arıburnu Şehitliği:
1915'te Çanakkale savaşlarında yer alan askerlerimiz getirildikleri Çardak Harp Hastanesinde kurtarılamayarak şehit olmuşlardır. 2030 şehidimiz bulunmaktadır. İsimleri belli değildir. Bunlar anısına 1940'ta anıt yapılmıştır. Anıt Çanakkale Biga yolu üzerinde Çardak kasabasındadır.

Biga Namazgah Şehitliği:
1915 Çanakkale savaşlarında Biga'da bulunan 1850 yataklı Harp hastanesinde sevk edilen ve ancak kurtarılamayarak şehit olan 173 askerimizin mezarları vardır. Şehitliğimiz Biga'dadır.
Vatanı, namusu, dini için imparatorluğun dört bir yanından gelerek kahramanca ölmek var dönmek yok diyerek canlarını bu vatan uğruna seve, seve veren kahraman şehitlerimizi rahmetle anıyoruz ve huzurlarında saygıyla eğiliyoruz. Ruhlarınız şad olsun!

KAYNAKÇA
1- İslam Ansiklopedisi: 3. Cilt. Çanakkale Maddesi
2- Prof. Dr. Abdurrahman Güzel; Türk Edebiyatında Çanakkale Zaferi, Çanakkale, 18 Mart 1996
3- Fehmi YILMAZ: Ög. Kd. Alb. , Çanakkale Muharebeleri 75. yıl Armağanı, Gn. Kur. ATEŞE Bşk. lığı 1. AS. T. Krl. Bşk.
4- Şemseddin ÇAMOĞLU; Çanakkale Boğazı ve Savaşları, İstanbul 1962.
5- Salih Zeki ULUARSLAN; Çanakkale Savaşları ve Gezi Rehberi, Çanakkale 2001
6- Ekrem BOZ; Adım Adım Çanakkale Savaş Alanları, Çanakkale 1998
7- Aksiyon Dergisi; 13 Mart 1999, sayı 2

Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:04
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mart 2006       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  1.jpg
Gösterim: 375
Boyut:  215.4 KB

Çanakkale'de ilk özel savaş müzesini kuran ve bize bu konuda yol gösterici olan Salim Baba'mız kalbine yenik düştü
Ad:  2.jpg
Gösterim: 370
Boyut:  142.2 KB
76 yaşında hayatını kaybeden Salim Mutlu'nu 75 yaşındaki eşi Fatma Mutlu kalan kültür mirasını ömrü el verdiğince yaşatacağını söyledi.
Bu güne kadar Çanakkale için yaptıklarının, unutulmamasını diliyoruz...
YAŞAYAN “SON ÇANAKKALE KAHRAMANI”YDI SALİM MUTLU...
Savaşçı, “cengaver” bir milletiz; “asker” olmakla övünür, askere gitmeyene kız vermeyiz… Askerlik hatıralarını hiç unutmaz, ama askerden kaçmanın da binbir yolunu araştırırız… Davul zurnayla birliğine teslim ettiğimiz delikanlıları marşlarla cepheye uğurlarız… Cephede bıraktığımız “şehitler”e de ağıtlar yazar, anıtlar dikeriz…

Tek kötü yanımız, ister sağlam ister yaralı dönsünler, inançlarımıza göre “şehit”ten sonraki mertebe olan “gazilik”i yakıştırdığımız insanlara hiç kıymet vermeyişimizdir… Sanki “orada ölmeleri” şartmış, “geri dönmemeleri gerekiyormuş” gibi…

Gazileri adam yerine koymayız; bu yüzden maaşlarına zam yapmayız, hatta askeri hastanelerden yararlanmalarını bile engelleriz… Aldıkları fiziksel ve psikolojik hasarı onarmak için çaba sarfetmeyiz; bu nedenle gaziler sağda solda intihara kalkışırken “rehabilitasyon merkezleri” de ilgisizlikten çürür gider…

Uzun etmeyeyim; 20. yüzyılın başında, neredeyse kesintisiz 20 yıl boyunca o cepheden bu cepheye koşturan Türk milleti, şehitler bir yana, nedense, bugünkü varlığını ve vatanını borçlu olduğu gazileri unutmaya, unutturmaya yönelmiş, hatırlamaktan kaçınmıştır…

Hatırlasaydık, acaba neler yapardık?
Örneğin, o meş’um 1915 yılında Gelibolu Yarımadası’nda yaşanan tarifsiz savaşı hatırlasaydık, önce o savaşa katılıp da her nasılsa hayatta kalmayı başarmış insanlara bir başka özen gösterirdik... Örneğin; onların her birine bir madalya verip onurlandırabilirdik... Bu savaşta çoğu bir uzvunu kaybetmiş olan bu insanlara geri kalan yaşamlarında geçimlerini sağlayacak kadar bir maaş bağlayabilirdik...

Ama bunları hiç yapmadık... Gelibolu’dan sağlam kurtulanlar önce Filistin’e götürüldü; oradan canlı ve tek parça dönenler de Kurtuluş Savaşı’na katıldılar. Bu iki cephede yaralandığı ya da hastalandığı için Kurtuluş Savaşı’na çağrılmayanlar daha o günlerden itibaren kaderlerine terkedildiler. Oysa, “İstiklal Madalyası” alan tüm silah arkadaşları gibi onlar da çarpışmıştı vatan için... Kanlarını da dökmüş, kimisi organlarından birkaçını da feda etmişlerdi bu topraklar için...

Suçlar gibi “Onlar Osmanlı askeriydiler” dedik ve unutulup gittiler; bir “teneke” madalya dahi verilmedi bu insanlara... Taa ki 1990 yılına kadar... Bu tarihte, ANAP Çanakkale Milletvekili Ayhan Uysal ve 9 arkadaşının önerisi üzerine toplanan Milli Savunma Komisyonu, Çanakkale Savaşları’na katılanlara bir “Şeref Madalyası” verilmesini hükme bağlayan yasa önerisini kabul etti.

Ama, bu öneri yasalaştı mı; yasalaşan bu öneri sonucu kaç kişiye Şeref Madalyası verildi; ya da o günlerde bu Şeref Madalyası’nı alacak Çanakkale Savaşı gazisi var mıydı hayatta, inanın bilmiyorum...

Hatırladığım; 1990 yılında yaşayan bir ya da iki Çanakkale gazisinin kaldığı... “Ben de Çanakkale gazisiyim” diye ortaya çıkanların çoğunun gerçekte Kurtuluş Savaşı gazisi, çok küçük bir kısmının da çocukları tarafından “Belki maaş bağlanır” ümidiyle bir eski asker elbisesi giydirilip sokağa bırakılmış, neredeyse bunamış ihtiyar dedeler olduğu biliniyor.

Hatırlasaydık, acaba ne yapardık?
Hatırlasaydık, önce Kore gazilerini, sonra da Kıbrıs gazilerini korur, kollardık… İkisini de yapmadık; Kore gazileri de artık tükenmeye yüz tuttular; Kıbrıs gazileri ise “uğruna bir sürü fedakarlıkta bulundukları yavru vatan”ın bir AB uğruna gözden çıkarılmasını kahrolarak izliyorlar…

Onların da gelecekten hiç ümitleri yok, terör gazilerinin de…

Bu ikinci grubun yazgısı hepsinden farklı… Toplum, daha önceki Çanakkale, İstiklal, Kore ve Kıbrıs savaşlarını yaşamış; dolayısıyla bu savaşlardan dönenleri de, en azından, birer “gazi” olarak kabullenmişti. Ama, Türkiye’nin güneydoğusunda, bir terör örgütüne karşı verilen gayrı nizami bir savaştan geri dönebilenleri ne devlet önemsiyor, ne de toplum benimsiyor. Sınır boylarında, dağ tepelerinde vatan savunması uğruna yaralandığı halde kimse tarafından önemsenmemek de bu insanları manen öldürüyor. Eğer şimdiden önlem alınmazsa, onların durumu daha da ümitsiz…
Ad:  3.jpg
Gösterim: 366
Boyut:  375.5 KB
1960’lı yılların ortalarında, bir lise öğrencisiyken, okulun düzenlediği bir Truva gezisinden dönüyorduk. Neresiydi, şimdi hatırlayamıyorum, ama bizi taşıyan otobüs bir köy evinin önünde durdu.. Kapısındaki küçük bir tabelada “Çanakkale Harp Hatıraları Müzesi” yazan eve girdiğimizde hepimiz hayretler içinde kalmıştık. İçeride tüm duvarları camlı sergi dolaplarıyla döşemiş olan evsahibi, bu dolapları da inanılmaz eşyalarla doldurmuştu.
Küçük evin içinde dolaplardan taşan bu eşyalar, Çanakkale Savaşları’ndan kalma harp hurdasıydı...

Biz çıkarken arkamızdan “Güle güle” diyen ve yöre lehçesiyle sorularımızı yanıtlayan 30 yaşlarındaki genç adamın evsahibi olduğunu öğrendiğimizde daha da afallamıştık. Ne iş yaptığını bilmediğim bu insanın, evini bunca harp hurdasıyla doldurmasına hiç anlam verememiştim o zaman...

Bakkal Salim Mutlu, Romanyalı bir göçmen ailenin çocuğuydu... Türkiye’ye göçtükleri zaman Gelibolu’da iskan edilmişlerdi. Küçük bir çocuk sayılırdı o zamanlar; bütün günü sokakta geçirir, tarlada bayırda koşar oynardı...

“Küçükken her yağmur yağdığında alt üst olan topraktan hurdalar çıkardı ortaya... Bunları toplar, kilosu iki-üç kuruşa satardık. Bu arada elimize çok şey geçti; kurşun delikleriyle dolu iskeletler, parçalanmış kafa tasları, paslı silahlar ve özel eşyalar... O zamanlar çok olağan bir şeydi bu...” demişti bir keresinde bana... Ama o, diğer arkadaşlarının tersine, eline geçen herşeyi hurdacılara satmamış; ilginç bulduğu parçaları kendine saklamıştı. Bunu farkeden arkadaşları da ellerin geçen benzer parçaları Salim’e getirmeye başlamışlardı; Salim para verip alıyordu getirilenleri...

Romanya’dan birlikte göçtükleri komşularının kızı Fatma ile evlenmişti Salim Mutlu… Zaten çocukluk arkadaşı olan bu kız, onun tutkusunu da biliyordu. Hayatını kazanma zamanı geldiğinde bakkallığı seçen Salim, savaş anıları saklamaktan vazgeçmedi... Birlikte, ailelerine tahsis edilen toprağa gidiyor ve bütün gün orada da çalışıp ekip biçiyorlardı.

“Her çapa vuruşunda, her kazmada topraktan kemik fışkırıyordu o zamanlar…” diye anlatmıştı Fatma Bacı o günleri... “Sonunda köylü isyan etti; konu ilgili mercilere ulaşınca da bir dolu asker geldi tarlaların olduğu yere… Arazi günlerce kazıldı ve çıkarılan kemikler tam 80, evet 80 GMC ile taşındı bir yerlere… Meğersem, savaş zamanında şehit mezarlığı olarak kullanılmış buralar…”

Salim Mutlu da bu arada boş durmuyor, eline ne geçerse saklayıp koruyordu… Ama, evinin de kullanılacak yeri kalmamıştı; onu tamamen bu eşyalarla doldurup “Çanakkale Harp Hatıraları Müzesi” yaptı. Müzeye giriş paralı değildi; isteyen ziyaretçi yardım kutusuna gönlünden kopan miktarı bırakıyordu, müze de ihtiyaçlarının bir kısmını bu gelirden karşılıyordu. Ama asıl finansör, Salim Mutlu ve Alçıtepe’deki küçük bakkal dükkanıydı...

Müzesindeki parçaları toplamaya başladığından neredeyse 30 yıl sonra, 1980’lerin sonunda birileri geldi kapısına Salim Mutlu’nun... Dediler ki, “Şu müzenin en nadide parçalarını alacağız ve Kabatepe’de yapılacak devlet müzesine koyacağız. Sana da, al şu kadar para...”

Para hiç umurunda değildi Salim Mutlu’nun ama, işin boyutu giderek onu aşmaya başlamıştı... Hem biraz hastaydı, hem sahibi olduğu savaş anılarını koyacak yer bulamıyor, hem de onların bakımına para yetiştiremiyordu. Yine de elinden geleni yapmış, bu anıları bunca yıl korumayı başarmıştı. İster istemez kabul etmek zorunda kaldı bu “buyruğumsu” teklifi... Birileri geldi; eşyaların en nadide olanlarını seçti ve gittiler.
Ad:  4.jpg
Gösterim: 392
Boyut:  503.8 KB
Yaşamı boyunca bulup sakladığı “kişisel” eşyaların evinden birkaç kilometre ötede, güvenli bir müzenin camekanlarında sergilenmesinden mutluydu Salim Mutlu ama, 60 yaşından sonra da yaşamını değiştirmeye niyeti yoktu. Müzesiz yapamayacağını biliyordu; yeniden başladı savaş anıları toplamaya... Bakkal dükkanının yanındaki evin iki odasını ayırdı onlara ve kapıya tabelayı astı yeniden: “Çanakkale Harp Hatıraları ve 80 İlimizin Toprak Seramik Kolleksiyonu”...

Unutmadan eklemeliyim; Salim Mutlu, bir ara tüm illerimizin valilerine bir yazı yazmış ve onlardan “Bir otantik kap içinde il toprağı” göndermelerini rica etmişti. Bu ricaya sadece İstanbul ve Kırklareli’nden cevap alınca, bu kez kendi yollara düşmüş ve bütün illere gidip oralardan vatan toprağı getirmişti müzesine...

Geçen yıl, Kabatepe Müzesi’nin girişindeki panoda, müzeye emekleri geçen kişilerin isimlerinin arasında Salim Mutlu’nunkini göremeyince sormuştum görevliye; “Neden onun ismi yok burada?” diye…

“Parayla sattı bu eşyaları, onun için…” dedi görevli kısaca…

“Ne fark eder, bütün bu eşyaları bulup çıkaran ve bugünlere kadar saklayan oydu…” diye üsteleyince de “Valla ben bilmem, Orman Müdürlüğüne soracaksınız” dedi…

Bir müzenin orman müdürlüğüne bağlı olabileceğini de bu vesileyle öğrenmiş oldum… Herhalde dünyada tek örnektir…

Ad:  5.JPG
Gösterim: 437
Boyut:  347.2 KB
Oysa, bu işi “Belki bir karşılığı olur” düşüncesiyle de yapmamıştı Salim Mutlu... Gelibolu’da doğmamış ve o savaşı yaşamamış olduğu halde, içgüdüsel bir refleksle olsa gerek, bu topraklardaki anıların gelecek kuşaklar için saklanması gerektiğini düşünmüştü... Belki de bu nedenle büyük bir kente göçmeyip dünyanın en sessiz yörelerinden biri olan Alçıtepe’de yaşamayı seçmişti.
Burada huzur içinde öleceğini ve ödülünün Çanakkale şehitlerinin yanında “cennette bir mekan” olacağını da biliyordu.

Bu yüzden soyadı gibi mutlu bir insandı Bakkal Salim...

Ama ben hiç mutlu değildim...
Taa Avustralya ve Yeni Zelanda’dan kalkıp gelen insanlar, ülkelerinde ellerine tutuşturulmuş kitapçıklara bakarak Salim Mutlu’nun müzesini buluyor ve onun elini sıkmak için sıraya giriyorlardı...

Resmi kayıtlar, Çanakkale Savaşları’na katılmış olup da 1999 yılı itibariyle hayatta olan kimse kalmadığını söylüyordu. Oysa, birçok Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Fransız ve İngiliz bunun tersini düşünüyordu; henüz bir kişi vardı; o da Salim Mutlu’ydu...

“Son Çanakkale kahramanı O’dur, dedelerimizin, dedelerimizin babasının, büyük amcalarımızın, büyük büyük dayılarımızın özel eşyalarını, bunca yıldır ‘sanki bir gün çıkıp geleceklermiş gibi’ özenle saklamış ve onların bize ulaşması için koca bir yaşamı, ‘kendi yaşamı’nı harcamış” diyorlardı.

Kıytırık sinema oyuncularına, üçüncü sınıf türkücülere, kadın sesli erkek arabeskcilerle erkek sesli kadın Türk müziği şarkıcılarına, fırça tutmasını bilmeyen ressamlara “devlet sanatçısı” ünvanı veren bu devletin, Salim Mutlu gibi bir insanı Alçıtepe Köyü’nün unutulmuşluğuna terketmesine gönlüm hiç razı olmuyordu. Bu yüzden hiç “mutlu” değildim...

Bu nedenle, bunca yıldır yapmadığımız bir şeyi yapalım; “hayattaki son Çanakkale kahramanı”na; Salim Mutlu’ya bir “üstün hizmet nişanı” verilmesine önayak olmak istemiştim…

Bunu, “Savaşlarda ölen onca insana olan borcumuz adına; ömrünü onların hatıralarını bizim için saklayıp korumaya harcayan Salim Mutlu için yapalım” demiştim...

Biz de zamanı gelince onun gibi “mutlu” ölelim diye...

Ama beceremedim…
Geçtiğimiz yaz ziyaretine gittiğimde, sohbet sırasında, “yıllar önce Cumhurbaşkanı Demirel’in oralardan geçtiğini, ama müzeye uğramadığını” belirgin bir kırgınlıkla anlatmıştı. Bu “nişan” konusunu açıkladığımda, solgun yanaklarının pembeleştiğini fark etmemek mümkün değildi; heyecanlanmıştı… Hastalığı devam ediyordu… Müzesinin geleceği konusunu kendince çözmüştü; kızlarının biri ve polis olan damadı ilgiliydiler, onlara teslim edecekti tüm o hatıraları…

Şubatın 17’sinde kalbine yenik düştü Salim Mutlu…
Onu, kar nedeniyle neredeyse tüm dünyayla bağları kopan Alçıtepe köyünün sessizliği ve yalnızlığında ölümün kollarına terk ettik…
Ama, adım kadar eminim ki, bizim gösterdiğimiz ilgiden çok daha fazlasıyla karşılamışlardır onu gittiği yerde…
Seni rahmetle anacağız Salim Amca…
Varsın madalyan da olmasın…
Yanında yatan onbinlerce şehidin de yok zaten…

Yetkin İŞCEN
26.02.2004
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:11
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Mart 2006       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Çanakkale Destanı animasyon oluyor..

Fatih Öğretmen, şanlı bir zaferi çocuklara anlatabilmek için 2 yıldır çalışıyor

Konya'da bir resim öğretmeni Türkiye'nin en uzun metrajlı animasyon filmini hazırlamak için kolları sıvadı. Kendi imkanlarıyla iki yıldır üzerinde çalıştığı Çanakkale Destanı adlı aminamsyon filmini büyük ölçüde tamamlayan Fatih Gülbahar, yapımının sinema salonlarında da gösterilmesi için Kültür ve Milli Eğitim Bakanlıklarından destek bekliyor. İşte Fatih öğretmenin Çanakkale Destanı.

Bu çarpıcı sahneler, Konya Feritpaşa ilköğretim okulu Resim öğretmeni Fatih Gülbahar'ın iki yıldır üzerinde çalıştığı Çanakkale Destanı animasyon filminden.

"Çocuklarımız pokemon kültürüyle yetişiyor. İstedim ki bizden bir şeyler olsun" diyen Konya Feritpaşa İlköğretim Okulu Resim Öğretmeni Fatih Gülbahar iki yıldır kendi imkanlarıyla Çanakkale Destanı isimli animasyon film üzerinde çalışıyor. Bu düşünceden yola çıkan Fatih Öğretmen, yalnız Türk tarihinin değil dünya tarihinin de en büyük zaferlerinden birisi olan Çanakkale Savaşının filmini yapmaya karar vermiş.

Çalışmalarını tamamen kendi kısıtlı imkanlarıyla evinde sürdüren Fatih Gülbahar, tarihe bağlı kalarak hazırladığı filminde karakter ve sahneleri de bire bir gerçek kesitlerden seçmiş. Animasyonda kullandığı sinema dili ise oldukça etkileyici.

18 Mart'ta başlayıp Ağustos sonuna kadar en sıcak savaşın yaşandığı 6 aylık süreci senaryoya aldığını ve bu zaman diliminde yapılan savaşların ve destansı olayların kahramanlarına sadık kalarak filme uyarlandığını belirten Fatih Öğretmen, filminin tamamlanan bölümlerini öğrencileriyle birlikte izleyerek hem onlara Çanakkale ruhunu aşılıyor, hem de yeni çalışmalarına ilham almaya çalışıyor. Önemli bir tarihi mirasa Türkiye'de bir ilke imza atarak sahip çıkan resim öğretmeni, ilgili makamlardan da destek bekliyor.
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:11
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
1 Mayıs 2006       Mesaj #25
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
SAKA ERİ HÜSEYİN
TAK! Bir topuk selâmı, cılız.

“HAYRABOLULU HÜSEYİN EMRET KUMANDANIM!”

Hüseyin oğlum, kaç yaşındasın? diye sordu kumandan. Karşısında hazrola geçmiş kibrit çöpünden hallice, çipil gözlü delikanlıya. Delikanlı dediysek de, asker kaputunun içinde ha var ha yok gibiydi. Henüz bıyıkları bile bitmemiş, parlak yüzlü bir oğlancıktı aslında Hüseyin, Hayrabolulu Hüseyin.

“Onüçümden ay aldım kumandanım.”

“Küçüksün!”

“Ama kuma..”

“Çocuksun!”

“Ama kumanda..”

“Sana silah emanet edemem. Seni cepheye süremem”


Hüseyin, ağlamaklı oldu.

“Lakin mühim bir vazife verebilirim. Seni Saka Eri yaptım Hüseyin. Bu bölüğün su ihtiyacını sen karşılayacaksın. Sana bir de katır verecekler. Eratı susuz koma. Koma ki; koşacak, hendek aşacak, fişenk atacak hâli dermanı kesilmesin.”

“TAK!” Bir topuk selâmı, cılız.

“Emredersin kumandanım!”

Kendisine silah emanet edilmeyen Hüseyin, alacakaranlıkta katırını alır yola çıkardı. En yakın köye varır, tahta damacanalarını su doldurur ve akşam karanlığında bölüğe taşırdı. Görevini hiç aksatmazdı. “Aman erat susuzluktan yanıyordur şimdi” der, hiçbir yerde oyalanmazdı.
İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Devlet-i Âli’nin ordusu Anafarta Ovası’na ve tepelere yerleşmişti. Bu birlikler, kendilerine göre siperler kazıyorlar ve zaman zaman da İngilizler’in kısmî taarruzları karşısında, direnemeyip bu siperleri düşmana kaptırıyorlardı.

İşte böyle bir günün arifesinde Saka Hüseyin, sabahın alacakaranlığında katırı ile yola çıktı. Bigali Köyü’ne gidip, kuyulardan su çekecek, akşam karanlığında da, geri dönecekti.

Bir kaç saat sonra köye vardı. Kuyuyu bulup, damacanalarını silme doldurdu. Kuyunun başında bir miktar oyalanıp, günün batmasını bekledi. Hava alacalandı. Gün batmak üzereydi. Saka Hüseyin yola çıkmadan önce, her zaman yaptığı gibi katırının kulağına eğilerek:

“Deh! Büyük Anafarta Köyü’nün üstünden, Otuzbeşinci Piyade Alayı’nın bulunduğu siperlere!” Katır gide gele bu yolu iyice bellemişti. Emri alır almaz yola koyuldu. Katır önde Hüseyin arkada yola çıktılar.

Hüseyin elinde bir değnek taşa çalıya çaktıra çaktıra giderken, bir de türkü tutturmuş:

Çeşmeye varmadın mı
Gül koydum almadın mı
Ben sevdadan ölüyom
Sen sevdalanmadın mı?
Rina rina yarim
Rina, rina….

Hava iyice karardığında Hüseyin, alayın yakınlarına varmıştı. Varmıştı ama, o gün iş de iyice kızışmıştı. İngiliz topçusu, nefes aldırmadan siperlere bomba yağdırıyordu. Güllenin merminin sayısı belli değil. Saka Hüseyin siperlere yaklaşmanın imkânı olmadığını anlayınca katırıyla birlikte bir çukur bulup sindi. Saatler sonra bataryalar durdu. Makineli tüfeklerin tarrakası sustu. Ses, duman, gümbürtü kıyamet kesildi.
Hüseyin çukurdan çıkıp katırı dehledi. Katır önde, o arkada, yollarına devam ettiler. “Bölük su bekler” diye iç geçirdi. “Üstelik yaralılar da vardır şimdi. Onlar iki kere su bekler.”

Ansızın bir ses karanlıkta kükredi. Hüseyin bu garip kelâmın ne olduğunu anlamadı ama, hiddetinden ve şiddetinden “dur” anlamına geldiğini anladı. Durdu. Birden iki yanında iki karaltı belirdi. Yine hiç duymadığı bir lisan ile bağırmaktaydılar. Saka Hüseyin vaziyeti farketti. Siperler el değiştirmişti. Burası artık Otuzbeşinci Piyade Alayının değil, bilmem kaçıncı düşman alayınındı. Auckland Taburu’nun Anzak devriyelerine yakalanmıştı.

Saka Hüseyini aldılar, katırı da arkasından çeke çeke kumandanlarının karşısına çıkardılar. Hüseyin önceleri çok korktuysa da, hissettirmedi. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, ellerini kollarını sallıyor ve katırın üzerindeki su damacanalarını gösteriyordu.

İngiliz kumandan Hüseyin’in bu tuhaf neşesine bir anlam veremedi.

“Tercüman bulunsun” diye emretti. Buldular.

“Kimsin?”

“Otuz Beşinci Piyade Alayı İkinci Bölükten Saka Eri Hayrabolulu
Hüseyin, emret gavur kumandanı.”

“Burada ne işin var?”

“Bu su damacanalarını kumandanım gönderdi. Git dedi. Yaralıları vardır. Su bizim tarafta kaldı gelip alamazlar, sevaptır. Eğer suyun zehirli olduğundan şüphe ederlerse de gözlerinin önünde bir tas iç.”

Anzak teğmen kıpkırmızı kesildi. Bütün gün başlarına gülle yağdırdığı, taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmasın diye yapmadığını bırakmadığı insanlar, nasıl bu kadar iyi olabiliyorlardı. Bu akıl alacak iş miydi? Gözleri doldu. İlk iş Hüseyin’i tutup yanaklarından öpmek oldu. Oturtup biraz dinlendirdiler. Sonra suları katırdan indirip yerine paket paket sarma tütünü, çikolata, et konserve.. artık ellerinde ne varsa erzak, yığma yaptılar.

“Haydi, good bye, good bye, yallah!”
Saka Hüseyin, gecenin karanlığında siperden sipere atlaya zıplaya alayının mıntıkasına vardı. Başından geçenleri bir bir anlattı. Gerçi Mehmetçik, domuz etidir diye ete konserveye dokunmadı ama diğer kumanya pek makbule geçti. Kumandanı Hüseyini tebrik etti, alnından buseledi. “Harp sonunda göğsünde nişanını hazır bil” diye de muştuladı. O gece sessiz geçti. Saka Hüseyin, çehresine sabitlenmiş bir tebessümle yıldızları saya saya uyudu. Sair erat, yaralarını sardı, şehitlerine dualar etti ve Hüseyin’in cinliğini anlatıp anlatıp gülüştü. O gün de cephede işte böyle geçti.
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:11
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
buioaquila - avatarı
buioaquila
Ziyaretçi
8 Mayıs 2006       Mesaj #26
buioaquila - avatarı
Ziyaretçi
3 gündür çanakkaledeydim ve orda yaşananları birebir yerinde yaşama fırsatı buldum.Nası olur bu diceksiniz ama başınızda bi komutan klavuzunuz oluyorsa bu mümkün oluyor.İnanının bunu yazarken bile tüylerim diken diken oluyor.İnanılmaz olaylar ,inanılma hikayeler var.Sadece okuduklarınıza tıkılıp kalmayın sadece internetten aldıklarınızla yetinmeyin.Gidin orda yaşayın.Eğer gitmeyseniz mutlaka ama mutlaka gidin.Ben gittim diyenlerin bi daha gitmek isteyeceklerini bildiğimden o arkadaşlarımıza bi daha gidin demiyorum.

Hala ordalar onlar ve hala yaşıyorlar.Neler yaptıkları ortada ... Onlara ne teşekür etsek ne helal olsun ne allah razı olsun ne de dua etsek az ...

Yapacağımız tek şey var ve onlarında bizlerden istediği tek şey var ...

Onları unutmamız ve şartlar ne olursa olsun bu ülkeyi ve bu milleti sonuna kadar savunmamız ve bu ülke için savaşmamız ... Ayrıca bilmeyenlere onların hikayelerini anlatmamız ... Hiç bir şey kolay kazanılmadı ... Hiç birşey kolay olmadı ... Bundan sonrası içinde kolaylaştırmak bizim elimizde ...

Durmayalım arkadaşlar, bu ülke için birlik olalım.Bağnaz ve yobazlara artık dur diyelim.

Bu ülkeyi sömürenlere ,parçalayanlara artık dur deme zamanı gelmedi mi sizcede ?
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:12
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
6 Haziran 2006       Mesaj #27
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
1915'te üç lise tek mezun bile veremedi... çünkü bütün öğrencileri şehit oldular..
Çanakkale ve İstiklal Savaşı'na katılan çok sayıda çocuk vatan savunmasında kahramanlık örnekleri sergiledi.
Öyle ki bütün öğrencileri şehit düşen Galatasaray, Konya ve İzmir liseleri 1915'te tek bir mezun veremedi
Ad:  1.jpg
Gösterim: 220
Boyut:  25.5 KB

Çanakkale ve İstiklal Savaşı'na katılan çok sayıda çocuk, vatan savunmasında destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergileyerek, "meçhul çocuk askerler" olarak Türk tarihinde yerini aldı. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nuri Köstüklü, Türk milletinin vatan savunması verdiği dönemlerde erkek ve kadınlar kadar çocukların da çok önemli görevler üstlendiğini söyledi. Türk çocuklarının milli bir sorumluluk şuuru içinde gösterdikleri fedakarlıklar, çektiği çileler ve eziyetlerin tam olarak bilinmediğini vurgulayan Köstüklü, Anadolu'nun hemen her köşesinde, özellikle işgal gören yörelerde, çocukların da bir destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergilediğini anlattı. Çocuk askerler üzerine bir araştırma yaptığını ve elde ettiği bilgileri bazı seminerlerde sunduğunu dile getiren Köstüklü, bunlardan bazılarını şöyle sıraladı: "Antep savunmasında Kebapçı Said Ağa'nın oğlu küçük Mehmet, Şahin Bey'in oğlu Hayri, şehit Yolağası'nın oğlu Mehmed Ali gibi 11-12 yaşlarındaki çocukların özverisi göz yaşartıcı boyuttadır. Bu çocuklar Arslan Bey'in başında bulunduğu milis kuvvetlerinin içinde diğer Kuvayi Milliyeciler gibi silahlı olup yeri geldiğinde çatışmalara katıldılar ve çoğu zaman da istihbarat hizmetinde bulundular.

KAHRAMANLIĞI TÜRKÜ OLDU
Ad:  2.jpg
Gösterim: 174
Boyut:  7.7 KB

Adanalı çocukların da İstiklal Savaşı'nda milli heyecan içinde hareket ettiğini dile getiren Köstüklü şöyle dedi: "Urfa'da 14 yaşındaki Bozan, Fransızlar kaçarken Kuvayi Milliye önünde harbe katıldı. Bu yavrunun kahramanlığını gören halk, Bozan için türkü bile yazdı. Sebeke dağından indim dereye/Atılıyor bombalar, bilmem nereye/Türk çeteleri dönmez geriye/Be yürü! yürü Bozan Yavrum yürü!/Vursun kırsın Fransızları, aslanım yürü!..." Köstüklü, Maraş savunması sırasında kendisine verilen köprü uçurma görevini yerine getiren Sarıca Köyü'nden 14 yaşındaki Ali ile milis kuvvetler arasında bir çok yeri dolaşmak suretiyle bilgi alışverişini sağlayan 10 yaşındaki Osmaniyeli Niyazi Aykan'ın da tarihe adını altın harflerle yazdırdığını ifade etti.

YÜZLERCE GAZİ ÇOCUK
Köstüklü, Çanakkale Savaşı'na katılan Galata-saray, Konya ve İzmir Liseleri gibi birçok okulun öğrencisinin şehit düştüğünü belirterek, savaşın olduğu dönemde bu üç lisenin mezun bile veremediğini söyledi. Türk milletinin kadını erkeği ve çocuğuyla tek vücut olarak düşmana karşı koyduğunu ve yabancı unsurları Türk topraklarından attığını belirten Köstüklü, "Türk çocuğu yeri geldiğinde omzunda silahla cephede savaştı, yeri geldi istihbarat için haber taşıdı, yeri geldi Türk askerine mermi götürdü" dedi.

12 YAŞINDAKİ NEZAHAT ONBAŞI
Tabur Komutanı Binbaşı Halit Bey'in kızı 12 yaşındaki Nezahat onbaşının da, elinde silahı asker kıyafetiyl e çeşitli muharebelere katıldığını anlatan Köstüklü, "Ata binmesini ve silah kullanmasını çok iyi bilen bu kız çocuğu Milli Mücadele boyunca 70. Piyade Alayı'nın bir mensubu olarak tam bir asker gibi, cepheden cepheye koştu. Hatta bu Alaya, o bölgede 'Kızlı Alay' denmişti" diye konuştu.

FAKÜLTE SİYAHA BOYANDI
Çanakkale destanında bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi eski adıyla Darul Fünun öğrencilerinin ise ayrı bir yeri var. 1915'te Darül Fünun 1. sınıfta öğrenim gören 2 bin 500 tıbbiyeli, okullarını bırakarak Çanakkele'ye koştu. İki tümen hâlinde Gelibolu'ya gelen gençler, bir Anzak baskını sonucu şehit oldular. Bu nedenle sonraki yıl açılışta siyaha boyanan Darul Fünun, 1921 yılında hiç mezun veremedi.
Ad:  3.jpg
Gösterim: 239
Boyut:  25.4 KB


TEK BACAĞIYLA SAVAŞTI
Çocuk askerlerden Mehmet ve İsmail, şehrin durumu ile ilgili orduya dilenci kılığında bilgi götürürken düşman askerlerine yakalandılar ve hiçbir konuda düşman kuvvetlerine bilgi vermediler. Serbest bırakıldıktan sonra ateş açılması nedeniyle küçük Mehmet 4, İsmail ise 9 yerinden yaralandı. Mehmet'in hastanede ayağı kesilerek kurtarıldı. Ancak İsmail hastanede şehit oldu. Bir ayağı kesilen Gazi Mehmet, geri döndükten sonra tek ayağıyla Milli Mücadelede yine görev aldı.
Ad:  4.jpg
Gösterim: 188
Boyut:  7.6 KB

Kahramanlıkların tarih kitaplarına yazıldığı, ardında binlerce dramatik hikayelerin anlatıldığı Çanakkale Savaşları, 91 yıl sonra bile bazı bilinmeyenleriyle anılıyor. Çanakkale Boğazı'nı geçip, İstanbul'a ulaşmak isteyen İtilaf Devletleri, binlerce askerle Gelibolu Yarımadası'na ayak atmış, vatan topraklarını işgal etmişti. Her karış toprağında kanlı savaşların yaşandığı, anaların oğullarının başına kına yakarak savaşa gönderdiği bölgede, İngiltere'den gelen 4. Norfolk Taburu'nun Anzak Koyu'nda, bir bulut kütlesinin içinde kaybolduğu söylentileri, 91 yıldır hala konuşuluyor. Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşa katılan İngiliz Kraliyet Ordusu'na ait 4. Norfolk Taburu'nun, 12 Ağustos 1915 tarihinde Anzak Koyu mevkiindeki 60. Tepede büyük bir bulut kütlesinin içinde kaybolduğu iddia edilmiş, bu olay savaştan sonra çeşitli tarih kitaplarında yerini almıştı. Yeni Zelanda Kıtası'nın 1. Sahra Birliği'ne bağlı 3. Bölükte savaşa katılan F. Reichardt, R.Nevnes ve J.L. Newman adlı üç asker, bu olaydan 50 yıl sonra olayın görgü tanığı olduklarını iddia etmiş, güneyden esen 70 kilometre hızındaki rüzgara rağmen, yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeki bulut kültesinin yer değiştirmeden 60. Tepe üzerinde durduğunu ve İngiliz askerlerinin bu kütlenin içinde kaybolduğunu anlatmışlardı. Bu olay, kimilerine göre gerçek, kimilerine göre rivayetten başka bir şey değildi. Ancak, bu tür olaylar, tek bir gerçeği değiştirememişti; o da, "Türk'ün vatan ve millet sevgisi uğruna verdiği binlerce candı..."
Şehit torunları onur belgesi istiyor
Ad:  5.JPG
Gösterim: 193
Boyut:  5.5 KB

Dedesi Çanakkale'de şehit düşen işadamı Arif Sarıgül, Çanakkale Savaşı'nda şehit olan Mehmetçikler için "Onur Belgesi" verilmesi yönünde yasa çıkartılması talebiyle TBMM Başkanlığı, Başbakanlık ve Milli Savunma Bakanlığı'na başvuruda bulundu. Sarıgül, kendi adını taşıyan dedesinin Çanakkale Savaşı sırasında Alçıtepe yakınlarında şehit düştüğünü söyledi. Babası Süleyman Sarıgül'ün de İstiklal Savaşı'na katılarak çeşitli cephelerde savaştığını ve 'gazi' olarak İstiklal Madalyası aldığını anlatan Sarıgül, ancak Çanakkale Savaşı'nda şehit düşen dedesi için günün koşullarında herhangi bir belge verilmediğini söyledi. "Dedem için Şehitlik Beratı verilip verilemeyeceğini araştırdığımda, askeri makamlar, (Çanakkale Savaşı'nın Osmanlı Devleti döneminde olması nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti tarafından böyle bir belge verilmesinin mümkün olmadığını, bunun için TBMM'den yasa çıkması gerektiğini) söylediler " diyen Sarıgül, bunun üzerine konuyla ilgili yasanın çıkartılması için TBMM Başkanı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'e dilekçe gönderdiğini belirtti. Sarıgül "Çorum'daki 3240 Çanakkale şehidinin torunları, parlamenterlerimizden bu tarihi görevi yerine getirmelerini bekliyor" dedi.

ÇORUM
Şehitler dualarla yad ediliyor
Ad:  6.jpg
Gösterim: 129
Boyut:  11.0 KB
18 Mart Çanakkale Zaferi'ni anma törenleri ve Şehitler Günü dolayısıyla Türkiye'nin dört bir yanından birçok kişi Çanakkale'ye akın etti. Çanakkale'deki şehitlikleri ziyaret edenler bu vatan için kendilerini feda eden atalarımızı dualarla yad ediyor. Bu arada İstanbul'da Edirnekapı ve Sakızağacı Şehitliklikleri'nde de çok sayıda Çanakkale şehidi yatıyor. Sadece Çanakkale değil, 16 Mart, Balkan, 1. Dünya Savaşı ve Sarıkamış savaşlarında yaralanıp, tedavi için İstanbul'daki hastanelere getirilip hayata veda eden şehitler ile son yıllarda Güneydoğu'da terör örgütü ile çarpışmalarda şehit düşen Mehmetçikler Edirnekapı ve Sakızağacı 'nda yan yana yatıyor.

ŞAMİL KUCUR
Şehit yakınları gözyaşlarını tutamadı
Ad:  7.jpg
Gösterim: 124
Boyut:  9.6 KB

Yurtdışında görevli oldukları sırada uğradıkları saldırılar sonucu hayatlarını kaybeden Dışişleri şehitleri, Cebeci Asri Mezarlığı'ndaki Dışişleri Şehitliği'nde düzenlenen törenle anıldı. Törende, saygı duruşunun ardından Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Ali Tuygan, bir konuşma yaptı. Dışişleri Şehitliği'ndeki bakanlık mensuplarının 1973'ten beri Ermeni terörü, 17 kasım militanları ya da bazı başka terör örgütlerince katledildiğini anımsatan Tuygan, 17 Aralık 2004'te Musul'da öldürülen 5 güvenlik görevlisi de dahil olmak üzere toplam 39 bakanlık mensubunun bu şehitlikte yatmakta olduğunu belirtti. Tuygan'ın konuşmasının ardından Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bir din görevlisi Kuran-ı Kerim okudu. Törende şehit yakınlarının gözyaşlarını tutamadığı görüldü.
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:18
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #28
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi

"GAZİLERİMİZ..."



Ahmet BAŞARAN



Yenice-Çınarcık Köyü'nden.

Tahir Oğlu Ahmet benim adım. 1303 (1887) doğumluyum. 94 yaşındayım. 6 yıl askerlik yaptım. Çanakkale cephesinde ağır topçuydum.

Çanakkale'ye ilk vardığımda Çimenlik Kalesi'nde 60-70 gün talim yaptırdılar. Sonra bizi bölüklere dağıttılar. Ben 6. Bölüğe düştüm... nara Kalesi'ne verdiler. Nara Kalesi'nde 6 ay filan durmuştuk ki, seferberlik ilan edildi. Bizi dardanos Bataryalarına gönderdiler. Dardanos'ta 5. Bölüğe verdiler. Biz 150 kişi kadar vardık. Başımızda yüzbaşı Ahmet Bey vardı. 7.5'luktu toplarımız. Biz seri ateşli toplardaydık. 4 topumuz vardı. Mermileri aynı tüfek fişengine benzerdi...kucaklayıp kakardık topun içine. 18 Mart günü Kepez'in altında bulunuyorduk. Düşman gemileri, hep zırhlı tabii. Selanik açıklarından ateş ede ede geliyorlar. Kumkapı ve Seddülbahir taraflarını ateşe tuttular. O taraflardaki tabyalar ateş içinde kaldılar. Toplar paralandı...cephanelikler tutuştular. Bir zaman sonra Kumkale ve Seddülbahir'deki bataryalar sustular. Düşman Zırhlıları ateş ederek boğaza yaklaştıkça bizim de mesafemize giriyorlardı. İntepe ve Çakaltepe Bataryaların ateşe başlamalarından sonra, biz de bizim mesafemize girince başladık zırhlılara ateşe.

Ben mermi sürüyordum. 2. erdim topta. Çanakkale Boğazı karabulut gibi gemi doluydu. Hangisine atarsan at.Akşamüzeri gün inmeye yakın düşman zırhlılarından birisi bizim önümüzde battı. Bize yakındı. Ya Kilitbahir'den, ya Hamidiye Tabyası'ndan attılar. Kepez çayı'nın denize döküldüğü yeri bile geçmişti. Çanakkale'ye yakınlaşmıştı. Mermi geldi zırhlıya. Denizin dibine kaynadı gitti.

O gün, batanı battı, batmayanı geri çekilip kaçtı...Gittiler...
18 Mart'ın ilk günü bizim tabyada 11 kişi şehit vermiştik.
Soğandere, Kerevizdere taraflarında dağıldılar...Geriye gittiler düşman zırhlıları...Toplarımızın önlerine çam ağaçları dikerdik. Gavurlar görmesin diye.

Çam ağaçlarını geceleri sökerdik. Geceleri projektörümüz vardı. Yakardık...Düşman zırhlılarına onunla ateş açardık. Projektörümüzü parçalamak için çok mermi attı kafir. Yapamadı bir şey...
O gün gece yarısı da geldiler. Batan zırhlılarının yerini araştırdılar. Biz de verdik ateşi. Gerisin geriye gittiler...Sabaha karşı oldu bu...
Ertesi gün düşman gemileri tekrar hücum ettiler...Gene olmadı. Sonra akşam sabah hücum ettiler gemileriyle boğaza...Gene olmadı...Vazgeçtiler...Hücumu kesti gemiler. Sonra geri çekilip verdi topu Seddülbahir'e...Verdi topu...Topuyla bizim askeri kırıp kendi askerini çıkardı...

Denizden balon kaldırıyordu. Ben gördüm. Keleter gibi bir şey. Kalkıyor havaya. O zaman asker arasında "Balon Çıkarıyor" derlerdi. Balon çıkardığını görünce, biz saklanırdık. Çünkü bizi görürmüş balondan...Toplar patlamaya başlardı ardından...
Bizim koğuşun yanlarına da çok mermi düştü. Ancak kimseyi öldürmedi.
.....
Bir gün nöbete gidiyordum. Aceleyle potinlerin birinin iplerini bağlamamışım. Bir arap subay vardı. Görmüş beni çağırdı...İki tokat çekti.
-Şimdi büyük bir amir gelse, ben ne diyeceğim, dedi.
Bana öfkesinden gidip koğuşların arkasındaki iğde ağaçlarının dibine oturdu. O sırada bir bomba düştü...Toprağı altüst etti...Yakın düşmüş kafirin mermisi...Subaylar, çavuşlar koşup gittik.
-Korkmayın...Korkmayın...bende yara yok, dedi.
.....
Bizim bölüğün yanında başka bir bölük daha vardı. O bölüğün toplarından birine bir düşman mermisi düşmüştü. Subayları vardı Hasan Efendi diye...O şehit düşmüştü orada...kumandanlarıydı...Şimdi Hasan Mevsuf dedikleri yerde...18 kişi de yaralanmıştı...Ben görmüştüm onları orada...
.....
Bizim tabur kumandanımız Binbaşı Mustafa Bey, bölük kumandanımız Yüzbaşı Ahmet Efendi'ydi. Birliğimi de şöyle söyleyeyim: 3. Ağır Topçu Alayı, 1. Tabur, 5. Topçu Bölüğü.
.....
Çanakkale'ye yakın Kepez yolunun altında bir gemimiz vardı bizim. Çanakkale'yi bekliyordu. Düşman gemileri, deniz altından bomba yollayıp torpille batırdılardı. Hatta batmadı gemi de, yan yattıydı da, askerleri bir istimbot gelip almıştı Çanakkale'den...Bir gün de bizim dışarıya çıkıp gavur gemilerini bombalayan bir gemimiz yaralanmış geri dönüyordu. Adını bilemeyeceğim. Yavuz mu, Turgut mu, bilmem. Boğaz'dan içeri girip nara'ya gitmişti. Biz o zaman selama durmuştuk.
.....
Sonra harp bitti. Silahlar terk edildi. Sabaha kadar kimse kalmasın burada, dediler. Ben de o zaman köye döndüm.
.....
Bir zaman sonra Anzavur çıktı orta yere. Kuvayi Milliye'ye karşı. Köyden de Anzavur'a asker topladılar. Sonra gidenler de kaçıp geri geldiler. Çetecilikti ortalık...Karma karışıktı...
Milliler de vardı Yenice'de. Anzavur'un elinde bir de top varmış...Havaya uçuyor...Milliler bozuldular o zaman Yenice'de...Ben köydeydim. Bunları duydum...Anzavurcular sonra Ağunya taraflarına kadar gitmişler. Onlar da oralarda bozulup dağılmışlar.
Yunanlılar köyümüze geldiler. Çok dövdüler milleti. 100 kişi kadar vardılar. Yunan askerleri. "Silah çıkarın" diye çok dövdüler köylüleri.
Harman vaktiydi...Korkudan kimse çıkamazdı orta yere...Öküzler insansız harman sürüp harman dönerlerdi...
Askerden geldikten sonra ev,bark olduk. 18 seneyi geçti nine öleli...Hatice'ydi adı...Üç tane çocuk oldu. 2 oğlan bir kız. Oğlumun biri askerde öldü. Adana taraflarında. Dörtyol'da...Şimdi burada kalan oğlumun yanında yaşıyorum...Elverir...bakıyor...Memnunum...Oğlandan da...Komşulardan da...
Maaş da veriyorlar şimdilerde...madalyam filan yok...Aramadık arkasını...Biz çok çektik, açlık bir yandan...Bit akardı yakamızdan...bu kararda durursa çok iyi memleketin durumu...
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:18
AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #29
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi

"GAZİLERİMİZ..."-2-



Ahmet Fehmi TÜRKAN



Çanakkale - Sarıcaeli Köyü'nden
1313 (1897) de doğdum. 84 yaşındayım. Beni şubeden Sarıcaeli Köyü'nün yanındaki tepenin üzerindeki Çanakkale Müstahkem Muharebe Okulu'na gönderdiler. Asker olarak. Okulda iki bölük kurdular. Ben 2. Bölükle Kilitbahir'e gittim. Kilitbahir'deki Askeri Telgrafhane'de 15-16 ay kadar bulundum. Seferberlik yeni açıldığında Mecidiye Kalesinde talim terbiye görmüştüm. Sabah kaleye giderdik, akşama kadar talim yapar sonra köye dönerdik.

Kilitbahir'deki Askeri Telgrafhane limanda denizin kenarındaydı. Arıburnu'nda harp yeni bitmişti. Fakat denizde düşman gemileri vardı.

Telgrafhanedeyken şöyle bir şey olmuştu. Aklımdayken anlatayım.

Yavuz'la, Midilli çıktı bir akşam boğazlardan o şifreyi ben aldım. O, geçişle ilgili şifreyi Miralay Talat Beye götürdüğümde gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Emir verdi:
-Bu gece, Lapseki'den Kumkale'ye, Gelibolu'dan Seddülbahir'e kadar her taraf karanlık kalacak. Gemiler dış denize çıkacaklar. Hiçbir ışık yanmayacak, dedi. Ekledi:
-Bu emri iki tarafa da telgrafla yaz.
Seddülbahir'de Yüzbaşı Kadir Bey vardı. İyi konuşurduk. Ona dedim ki: "Gemiler geçerken ben sana bildiririm. Sen de dönerlerken bildirirsin."

O gece akşam karanlığından bir saat sonra gemiler boğazdan dışarıya çıktılar. Üzerlerinde hiçbir ışık yoktu. Öylece sessiz ve karanlıkta geçip gittiler.

Kadir Beye bildirdim gemilerin çıktığını. O gece sabaha karşı iki gemimiz, Yavuz ve Midilli İmroz Adası'ndaki İngiliz karargahını bombalamışlar. Midilli bir torpile çarpıp batıyor. Yavuz da geri dönerken bir serseri torpile çarpıp yaralanıyor.

Seddülbahir'den Yavuz dönerken, Kadir Bey telefonda hem ağlıyor, hem konuşuyor:
-Gemide bir hal var, sallanarak geliyor.
Yavuz'un birkaç bölmesi su almış. Gelirken hepimiz sahile çıktık. Ağır ağır gelişini takip ediyoruz. Soğandere'nin önlerinde bir düşman tayyaresi Yavuz'a ateş etti. Yavuz'da uçaksavar toplarıyla tayyareye ateş açtılar. Bu arada Kilitbahir'in üzerindeki top da ateş etti. Tayyareler dağıldılar.

Yavuz sol tarafından yaralıydı. Yavaş yavaş geldi. Kilitbahir'in önünden Nara Burnu'na yöneldi. Gitti. Kıyıya baştan kara yaptı.

Birkaç gün orada kaldı Yavuz. Düşman tayyareleri gelip Yavuz'a ateş ederlerdi. 20 kadar tayyaresini gördüm düşmanın ateş ederlerken Yavuz'a.

Sonra Yavuz İstanbul'a gitti.

Kilitbahir'den İstanbul Pendik'teki Harp Okulu'na gönderdiler. Orada karargahta 7 ay kaldım. O sırada Arabistan'da ordularımız bozulmuş. Mütareke yapıldı. Ben hava değişimine köye geldim. Çanakkale'de İngilizler vardı.

Ben İdadinin 2. sınıfından ayrıldım. Bursa Ziraat Mektebine gitmek için. Gidemedik. Kilitbahir'de subay adayıydım. Pendik'te de subay adayı olarak talim terbiye gördüm. Kendim de ders verdim. Din hocaları gelmişti talim yerine. Ben onlara öğretmen olarak ders verdim.

Neyse bir sene geçince köyde hava değişimim bitti.

Başvurdum, Çanakkale Müstahkem Mevkii Jandarma Kumandanlığında tekrar göreve başladım. Bir tabur Jandarma vardı. Kumandan olarak başımızda Tabur Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey vardı.

Akköy, Bezirganlar, Kumarlar gibi karakollarda çete takibine çıkan kuvvetlerin başında da bulundum. Anadolu Harbi yeni başlamıştı. Karakollarda bulunduğum sırada Yunanlıların zalimliğini yakından gördüm.

Bir görevle Sarıçalı köyüne gitmiştim. Orada Yüzbaşı Niyazi Bey, Üsteğmen Hüsamettin, Teğmen Suphi Beyler çete takibi için kuvvetleriyle bulunuyorlardı.

O akşam ezandan sonra köyü Yunanlılar sarmışlar. Arkadaşlar da kahveye gitmişlerdi. Gitmeyin filan dedimse de dinletemedim. Gittiler. Yanımda Yusuf isminde bir arkadaş kalmıştı. Yusuf ev sahibinin ufak bir çocuğu var... 7-8 yaşlarında onu gönderdi, aşağı kahveye. Çocuk geldi. "Jandarmaların silahlarını topluyor gavurlar" dedi. Yusuf'a dedim: "Sür atları". Köyün dışında yol kenarında bir evdi. Alçak avlulu bir ev. Atlara bindik, sürdük atları. Ben önde Yusuf arkadan geliyor. Yunan askerleri köyün etrafını sarmışlar. Biz gürültüyle iki atla çıkınca bir takur takur oraya buraya koşturmalar oldu. Yunanlılar bizi üzerlerine hücuma geçmişiz diye, kaçışırlarken.

Köyün etrafını saran Yunan askerlerinin paniğe kapılmalarından yararlanıp köyün dışına çıktık.

Çınarlı Köyü'ne gelip, karakoldaki Cafer Çavuş'a haber verdim.
-Belki buraya da gelirler. Boş bulunma. Ben gidip Tabur Kumandanına haber vereceğim.
Olayı Tabur Kumandanına söyledim. Tabur Kumandanımız Ali Rıza Bey:
-"Ne kadar askerimiz varsa etraftaki köylere dağıtın." diye emir verdi.
Dağıttık askerleri yakın köylere.
Tabur Kumandanımız daha sonra Çanakkale'deki İngiliz Kumandanı ile konuşup Yunanlıların aldıkları silahları geriye almıştı.

....

Benim rütbem filan yoktu. Fakat başçavuş gibi bana vazife verirlerdi. Askerin başında giderdim.
Çanakkale Jandarma Taburunda iken, Yunanlılar Çan'ı yaktıklarında bir İngiliz Heyetiyle beraber Çan'a da gitmiştim. Heyette bir general, bir binbaşı ve de bir yüzbaşı vardı. Çan'a girdiğimiz de dumanlar tütüyordu. Biz heyetin yanında 20 süvariydik. Heyettekiler Çan'a Yunanlıların yaptıkları hareketleri sordular rastladıkları insanlara. Tercümanları da vardı Biga'dan, Karabiga'ya gittik. İngiliz heyeti İstanbul'a gideceklerdi. Vapura bindiler. Biz Lapseki üzerinden Çanakkale'ye döndük.

....

Bizim taburda iki tane Cemal Bey vardı. Biri yüzbaşı Cemal Bey, diğeri Tabur Doktorumuz Cemal Bey, o da yüzbaşıydı.
Yüzbaşı Cemal Bey beni çağırtmış, dedi ki:
-Oğlum biz Kuvayi Milliye'ye geçiyoruz, gelecek misin?
Onlarla beraber Kuvayi Milliye'ye katıldım. Taburdan 5 kişiydik. Sivillerle filan 30 kişi olduk. Taburun cephanesini iki katıra yükledik. Bayramiç tarafından gidiyoruz. Yiğitler köyüne geçtik. Evciler köyüne geldik. Kazdağı'nın eteklerinden saracağız dağı. İngilizlerden haber getirdiler bize:
-Dönsünler, yoksa sivil halkı cezalandıracağız.
Bayramiç'te Yunanlılar vardı. Türk Jandarmalarını silahsız olarak yanlarında çalıştırıyorlardı. Bize haberi getiren de Hafız Abdullah ile İzzet adında iki Jandarmaydı.
"Gidin şu kağıdı Kuvayi Milliye'ye giden arkadaşlarınıza verin" deyip ellerine bir kağıt vermişler. Evcilerde bu iki kişi bize kağıdı yetiştirdiler.

Doktor Cemal Bey bize yeni gelmişti. Ankara'dan göndermişler. Kuvayi Milliye'ye asker toplasın diye. Kuvvet toplamak için çok uğraştık ama başaramadık.

Cemal Bey kağıdı aldı, okudu, yırttı attı.
Bana dedi ki:
-Bunları bırakma.

Kazdağı'na sardık. Gidiyoruz yukarı. Abdullah'la İzzet başladılar yalvarmaya:
-Bizi götürmeyin. Bizim çocuklarımıza Yunanlılar eziyet edecekler. Bizi bırakın.
Kumandana söyledim.
-"Dağın içine girince bırakırsın" dedi.
Dağın içine girdiğimizde bıraktık onları, geri döndüler.
O gece dağın üzerinde sabahladık. Sabah şafakla beraber tekrar yola koyulduk. Havran'ın üst taraflarında Ormanlar Köyü var. Orada Yunanlıların karakolu olduğunu duyduk. Otmanlara geldiğimizde karakol Yunan askerleri kaçmışlar. Yoktular. Bu sırada Anadolu'da harp devam ediyordu tabii.

Otmanlar'dan bir kılavuz bulduk. Balıkesir'in solundan geçtik. Oralarda Boşnak Hamza, Arslan Çetesi gibi çetelere rastladık. Her ikisi de 10'ar kişi ile geziyorlardı. Cemal Bey'in gözü tutmadı bunları. Sonra Mustafa Efendi çetesine rastladık. Mustafa Efendi bize "Yunanlıları İzmir'de deniz döktüler" dedi. Bunun üzerine Balıkesir'den Yunanlılar kaçmışlar. Balıkesir'de karakol kurduk. Bir ay falan düzeni sağlamaya çalıştık. Hükümet binasında çalışıyorduk. Cemal Bey Binbaşı oldu. Edirne'ye gitti. Doktor Cemal Bey kaldı. Bir çok subaylarla beraber Halil Fikri Bey isminde yeni bir kumandan gelmişti.

Beni o sırada Çanakkale'ye gitmek üzere hazırlanan Jandarma Taburuna verdiler. İnegöl taraflarında taburu buldum. Kumandanını gördüm. Tabura takıldım. Çanakkale Taburunun başında Şevki Bey adında bir önyüzbaşı vardı. Çanakkale2ye gelmekte olan ziraat, maliye, savcı gibi memurlarda vardı. Teşkilat olarak geliyorlar taburla beraber. Gönen üzerinden Biga'ya geldik.

Biga'da ben atımı savcı Ramiz Bey'e verdim. Mutasarrıf Vahap Bey'de var. Biga'dan çok yağmurlu bir havada yola çıktık. Çanakkale'ye geliyoruz. Geceyi Karacaören'de geçirdik. Sabahleyin Çanakkale'nin işgal kumandanı geldi. Saçaklı, sırmalı rütbeleri var. Yanında da tercümanı. Vahap Bey'in bulunduğu eve götürdük İngiliz Kumandanını. Sonradan öğrendiğimize göre Vahap Bey'le İngiliz işgal kuvvetleri arasında şöyle konuşmalar olmuş;
İngiliz Kumandanı:
-Çanakkale'ye girecek misiniz?
-Evet gireceğim.
-Ama bana bu konuda bir emir yok.

Vahap Bey:
-Bana kesin emir var.
İngiliz Kumandan Vahap Bey'den bir saat izin istemiş. Vahap Bey'de peki demiş. Bizim tabur 200 kişi. "Kuvayi Milliye gelmiş" diyerek köylerden inen genç yaşlı insanlarla biz olduk 10.000 kişi. O kadar kalabalık olduk.

İngiliz Kumandanı ayrıldıktan hemen sonra Vahap Bey hareket emri verdi.
Geldik Çanakkale'nin kenarına. Tel örgüler var. Uzaktan görüyoruz. İngilizlerde bir kargaşa vardı. Neyse İngiliz Kumandanı geldi. Saatine baktı. Ne söylediğini biz sonradan öğrendik. Saatine bakınca:
-Acele ettiniz. Daha bir çeyrek saat var.
Vahap Bey de:
-Benim saatim geldi, diye söylemiş.

Orada bir anlaşma yapıldı. Askerin bir kısmı ile toplanan sivil halkı içeri girmeyecek, dışarıda bekleyeceklerdi. Biz içeri, memurlar, kumandanlar ve 60 jandarma girdik. Hastane bayırına geldik. Çanakkale'den ileri gelenler, hocalar, Bey kısımları geliyorlar. Yanlarında koçlar filan var. Kurbanlık. Kurbanlar kesildi. Dualar edildi Vahap Bey:
"Vali Konağına gideceğiz" dedi.

Çanakkale'de Alayın önüne geldik. Müstahkem Mevkii Kumandanlığının binalarına girip yerleştik. 1923 senesinin Eylül ayında askerliğim sona erdi. 8,5 sene sürdü. Askerlik bitince köyüme yerleştim.

Yaşlılık aylığı alıyorum. Hanımın adı Hacer. Sağ... Yaşıyor... İkisi erkek, biri kız iç çocuğum oldu. Çocuklardan da sekiz tane torunum var.
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:19
AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #30
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi

"GAZİLERİMİZ..."-3-



Şerif ALi ARSLAN



Çan - MaLLı Köyü'nden
1309'luyum (1893) . 85 yaşındayım. 8 sene askerlik yaptım. Önce Balkana gittim. Balkandan geldim seferberlik açıldı. Seferlikte kapalı kağıtlar açıldı. Çanakkale'ye gönderdiler. Çanakkale'de 9 ay çakmak çaldım. Çanakkale cephesinde yaralandım ama hafif yaralandım. Çanakkale cephesinden Romanya'ya gittim. Romanya'da yaralandım. Edirne'de 3 ay hastanede yattım. Kuvayi Milliye zamanında da Yunan'a karşı çarpıştık.

İstanbul'da askerliğimi Harp Okulu'nda yapıyordum. Bulgar bizi Çatalca'ya kadar sürdü. 9 ay durduk Çatalca'da 7. Fırka, 21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük, 1. Mangada piyade eriydim. Anahtarlı battal Mavzer vardı elimde. Çatalca'dan Bulgar'ın ardından Kırklareli'ne kadar gittik. Avcı kolunda gidiyorduk. Ateş açtı Bulgarlar, bizim mangadan 4 arkadaş şehit oldu. Bulgar hududunda 3 ay bulundum. Teskere aldım, köye geldim.

Köyde, seferberliğin ilan edildiğini duydum. Ramazan ayında çok sıcak bir Cuma günüydü. Yaz günüydü, harman vakti yaklaşmıştı. Demet çekiyorduk arabalarla tarlalarımızdan
Muhtar:
-Kepez'e gideceksiniz. 9. Fırka, 25. Alayda bulunacaksınız. Çabuk yola çıkın, bana laf gelir, dedi.
Vardık Kepez'e. Alay bizi Taburlara taksim etti. 25. Alayın 1. Taburunun, 1. Bölüğüne düştüm.
Bir sene Çanakkale'nin içinde Cevat Paşa'nın maiyetinde durdum. Cevat Paşa Arnavuttu. Grup kumandanıydı.

Düşman önce bahriye askeri çıkardı Kumkale'ye. Kumkale'de 64. Depo Alayı vardı. Düşman bu alayın üzerine asker çıkardı. Biz de Geyikli'de bulunuyorduk. Telefon geldi, yetişin, diye. Biz varıncaya kadar çıkan düşmanı denize dökmüşler. Biz de sabaha kadar köyün içinde kalanı temizledik. Döndük Geyikli'ye. Bizi Üvecik tarafına gönderdiler. Deniz kenarlarında bekledik.

Bozcaada açıklarından yürüdü kafir 32 parça zırhlı, torpido filan, mızıka çalarak. Önde Fransız'ın zırhlıları vardı, arkada İngilizlerinki. Bizim deniz kenarındaki toplarımız atıyorlar ama ateş çıkartıyorlar sadece. Erdiremiyorlar gemilere. Zırhlılar Karatina'nın altına doğru geldiklerinde, karşıdan Yıldız Tabya'dan ateş eden toplarımızdan biri, kafirin zırhlısının birisinin bacasından koydurdu içeri mermisini. İki tanesi de kaçarken taşa kısılandı. Birisinin de direğini kırdı bizim topçular.

Bizi Üvecik'te tutamadılar. Çanakkale'den Ecebat'a geçirdiler. Gece de Sebdülbahir Burnu'na geldik. 15 gün müfrezede bekledik. Seddülbahir'de deniz kıyısında. Ben de onbaşı vekilliği yapıyorum. 26. Alay geldi, bizi değiştirdiler. Bizim alay geriye çekildi. Çamaşır filan yıkıyoruz geride. İngiliz'in bir bombası düştü çamaşır yıkadığımız yere. Beyazlar kurumuş, alacalar kurumamıştı.
-Çadırların kenarlarına ası asıverin alacakları dedim çamaşırcılara.
Saat 6'yı bekledim. Nöbetçileri de çıkardım, çadıra geldim. Yatacaktım artık. Setreyi filan çıkardımdı. Başladı Seddülbahir burnu yanmaya. Patır patır patlıyor ortalık. Alay Kumandanı toplan borusunu çaldırdı. Kilerde 3 günlük peksimet varmış. Bölük Emini çabucak dağıttı peksimetleri askerlere. Hadi bakalım Seddülbahir'e. Şeytan dere var bir, oraya geldik. Bizim 3. Tb. Zığındere'ye... 2. Tb. eski kale yerine. 1. Tb. Kirte'nin başına yürüdü. Bizim tabur 1. Tabur, bulunduğumuz yer de açıklık. Gavur bir nefer görse yağdırıyor mermiyi, kavuruyor ortalığı kafir.
Aşağıya indik su terazilerinin yanına. Bir tane de Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni Posta bağırıyor:
"Atmayın,atmayın,bizim askerler" diye. Atmadık ateşi kestik biz de.
1 Tk asker kalmış koca 26. Alaydan. Bize doğru gelenler bu takımın askerleri. 26. Alayı karıştırıvermiş daneyle (bomba) kafir. 26. Alayın yerini aldık 25. Alay olarak. Düşmanın karşısında 3 gün dayanabildik. Bir de Seyyar Jandarma Alayı vardı. Onlar da bizlerle beraber eridiler gittiler, mahvoldular. Orada bir burunda kaldık bir akşam üzeri. Bizim üzerimize çeviriverdi makinalı tüfeği düşman. 3 kişi kaldık bir koca takımdan biz. Düşman makinalıyla doğradı bizi. Doğradı. Bir Jandarma neferi vardı yaralılar arasında, şarapnel bacağını kırmış.
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:20

Benzer Konular

26 Ağustos 2022 / nünü Osmanlı İmparatorluğu
27 Mayıs 2020 / M.u.R.a.T Forum Oyunları
28 Aralık 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
3 Nisan 2013 / c0lin Hayali Karakterler
19 Nisan 2010 / The Unique Eğitim Bilimleri