Arama

Yedi Cihan Devleti - Sayfa 5

Anket Bu konuyu ne sıklıkta takip ediyorsunuz? Sebep?

Özel olarak takip ediyorum. İlgi çekici...
 
7 Oy
70.00%
Yeni mesajlar kısmında rastladı ondan baktım.
 
1 Oy
10.00%
İlgilenmiyorum. Nasıl oldu ben de anlamadım.
 
0 Oy
0%
Ara sıra bakıyorum...
 
2 Oy
20.00%
Güncelleme: 28 Mart 2015 Gösterim: 24.397 Cevap: 48
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
20 Temmuz 2007       Mesaj #41
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Sponsorlu Bağlantılar
Sonuçta Çaldıran Seferi zaferle bitmiş, o zamana kadar mağlubiyet yüzü görmeyen Safevi Şahı İsmail ilk mağlubiyetini tatmıştı. Onbeş yılda bir düzineye yakın devleti haritadan silen bu genç hükümdar, bütün serveti, tahtı, tacı, ortağı ve karısıyla birlikte gururunu da Çaldıran meydanında bırakarak kaçmak zorunda kalmıştı (23 Ağustos 1514).

Yavuz, 16 Eylül günü, İran İmparatorluğunun taht şehri Tebriz'e büyük bir merasimle giriyor, cuma hutbeleri artık "Sultan-ı iklim-i Rum Selim ibni Bayezid ibni Mehmed" adına okunuyordu. Ve hemen bin kadar sanatkar, şair ve alim Azeri Türk'ü, İstanbul'a sevk ediliyordu.

Çaldıran savaşı, cihan tarihinin kaydettiği en büyük meydan savaşlarından biridir. Fecirle birlikte başlamış, 12 saat sürmüştür. Ne kadar kanlı geçtiği şundan da bellidir ki, Safevilerden "han" unvanlı 14 derebeyi [askeri umumi vali] ölmüş, Osmanlılardan ise bir beylerbeyi ve dokuz sancakbeyi şehit düşmüştür.

Yavuz Selim, Çaldıran zaferiyle fevkalade kuvvetlenmişti. Dünya, onun babasına benzemediğini iyice görmüştü. Osmanlı Devleti artık mevcut sınırlarını korumaya çalışmıyor, dünya haritasını yeniden çiziyor, fetihler dönemi tekrar açılıyordu.

Devam edecek...

YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
21 Temmuz 2007       Mesaj #42
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın devamı…

Sponsorlu Bağlantılar

Çaldıran darbesinden sonra şimdiki Adana, Muş, Bingöl, Gaziantep, Hatay, Urfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis vilayetleri ele geçirilmiş ve Dulkadir Beyliği doğrudan doğruya ilhak edilmişti. Kuzey Irak’ta Musul, Kerkük ve Erbil vilayetleri kazanılmıştı. Yavuz’un bazı hareketlerini protesto cür’etinde bulunan Mısır Sultanı Kansu Gevri’nin elçileri Karacabey çayırında huzura alınıyor, Yavuz bu cür’et karşısında kükleyerek Mısır sefer-i hümayununu işaretliyordu:


“Sultanımız, medrese, hutbe ve sikkede isminin zikri gibi saltanat haklarını artık Anadolu’da, değillerse Mısır’da muhafaza etsin!”


Şüphesiz, Yavuz sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi bir deha idi. Yıllar süren propagandalarla Safevi Şahı İsmail’e ve Şiiliğe sempati beslemeye başlayan Doğu Anadolu halkını irşada, onlardan birini, üstelik devrin ne büyük alimi de olan meşhur İdris-i Bitlisi’yi görevlendirmişti. Bu muhterem insanın irşatları kısa sürede tesirini gösterecek ve Kürt beyleri padişaha bağlılıklarını bildireceklerdi.


Devam edecek…(İsyanın Sorumluları)

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #43
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın devamı…


İsyanın Sorumluları
Yavuz Padişah, askerin itaatsizliğini unutamıyor, otağına kurşun atılmasını bağışlayamıyordu. Büyük seferler tasarlıyor, zaferlerle Osmanoğullarını dünyanın biricik devleti yapmak istiyordu. Dünya haritasına bakarken şöyle mırıldandığı duyuluyordu:“Şu dünya bir padişaha çok, iki padişaha azdır!”

Ama canı çektiğinde isyan çıkaran bir orduyla emellerini gerçekleştiremezdi. Önce onları kışkırtanları, isyana sürükleyenleri bulmalıydı. Ordu içine karışmış fesadı ayıklamalı, kılıç kuvvetini istediği kıvama getirmeliydi.


1515 yılı Temmuz’unda İstanbul’a döndükten kısa bir süre sonra geniş çaplı bir soruşturma başlattı. Bazı ipuçları ele geçirince, vezirleri tek tek arz odasına çağırıp sorguya çekti.

“Bana doğruyu söylemezseniz, saltanattan çekilirim!” diyordu.


Şüpheler delillerle kuvvetlendi ve isyan suçu Kazasker Tacizade Cafer Çelebinin, ikinci vezir İskender Paşanın ve Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağanın üstüne yıkıldı.
Padişah en son Kazasker Cafer Çelebi’yi sorguya çekti. Hiçbir tereddüdü kalmayınca, meşhur alime hüküm sordu:

“İslam askerini seferde itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezası nedir?”


Kazasker boynunu bükerek şeriatın hükmünü fısıldadı:
“Eğer sabit olursa, katldir.”
“Hakkındaki fetvayı, kendin verdin!”


Divan-ı hümayun önünde boyunları vuruldu.
Yavuz Padişah, genellikle “şiddet” ve “zulüm” abidesi olarak tanıtılmıştır. Bunlardan “şiddet”e evet dememiz mümkündür, ancak “zulüm” isnadı afakidir.
Mesela Çaldıran Seferinden dönerken, “birkaç askerin köy evlerine dadanması” yolunda halkın şikayetleri üzerine Veziriazam Hersekzade Ahmed Paşa ile Vezir Dukaginoğlu Ahmed Paşanın çadırlarını başlarına yıktırarak azletmiş, orduyu toplayıp zulme ve haksızlığa asla rıza göstermeyeceğini haykırmıştır.
Bilhassa ordunun disiplini konusunda fevkalade hassas olan Yavuz’un, bazı ihmalleri ve tahrikleri cezasız bırakmaması tabiidir.


Hassasiyet sebebiyle zaman zaman aşırıya kaçmış olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, Sultan İkinci Bayezid’in yumuşaklığından kaynaklanan birtakım disiplinsizliklerin ve bazı kötü alışkanlıkların kırılması biraz da şiddet gerekmiştir. Şayet Yavuz da babası gibi yumuşak bir padişah olsa ve her özür dileyeni affetseydi, devlet zirveye çıkamaz, hilafet Osmanoğullarına geçmez, hatta devletin ayakta durması bile zorlaşabilirdi.

Devam edecek…(HİLAFETE DOĞRU)
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
24 Temmuz 2007       Mesaj #44
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın devamı...

HİLAFETE DOĞRU



Halifelik,taşıması ağır bir yüktür. Sultanlar da
bizim gibi, Allah'ın aciz kullarıdır; lakin onlar,
fazladan, milletlerini idare etmekle de mükellef
tirler. Batma anında sırtında hafif bir yük taşıyan
ların kurtulma şansı, sırtında bir devler taşıyanlara
nazaran daha fazladır. Fakat padişahların vazifesi de,
sırtına yüklenen yükü sonuna kadar taşımaktır.

Şeyh Bendahşan'ın Yavuz'a öğüdünden

Yavuz Padişah bir "ittihad-ı İslam" sevdalısıydı. Bütün Müslümanları tek bir yumruk, tek bir kılıç yapıp dünyanın tek gücü haline getirmek istiyordu.
Bu emelini şiirlerine de yansıtmıştı:

İhtilaf-u tefrika endişesi
Küşe-i kabrimde hatta, bikarar eyler beni.
İttihatken savlet-i ada-yı def'e çaremiz,
İttihat itmezse millet, dağdar eyler beni!

Şah İsmail'e Çaldıran sahrasında haddi bildirilmiş, en az 20 sene belini doğrultamayacak şekilde beli kırılmıştı.

Doğuda yapılan fetihlerle Dulkadir Beyliğinin ilhakı, "İslam birlik" düşüncesinin ilk büyük adımlarını teşkil etmişti. Şimdi sıra hilafet müessesesini acze düşüren kudretsizliğin üzerine gidip "Müslümanların Halifesi" olmaya gelmişti. Ancak ondan sonra Batıya yönelecek, ömrü yeterse Avrupa içlerine sarkıp "i'la-yı kelimetullah" sancağını küfrün kalbine çakacaktı.

Osmanlı'yı "istilacılık"la suçlayanlar önce bu niyete bakmalıdırlar. Osmanlı'nın elinde "İlahi Beyanname" vardır. Savaş, İlahi beyannamenin tebliğ vasıtasıdır ve belirli şartalarla "farz"dır. İslam devleti güçlü olmak zorundadır. Bugün hem askeri, hem iktisadi, hem siyasi, hem de hukuki alanda olmalıdır. Aksi takdirde küffar, İslam devletini boğar...


Devam edecek...


Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
25 Temmuz 2007       Mesaj #45
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın devamı...

"Haçlılar da aynı niyetle, yani dinlerini yaymak niyetiyle sefere çıkmıyorlar mıydı?" şeklinde bir itiraz akla gelebilir. Peşinen belirtelim ki hayır... Haçlı ordularında"din" unsuru, menfaat ve macera arayışıyla yakıp yıkma hevesinin makyajından ibarettir.
Asıl niyet ve maksat, herkesin kabul edebileceği, tarihin de mazur görebileceğibir maskenin arkasında gizlenmiştir. Ama haçlı ordularının davranışlarında niyetin Hıristiyanlığı yaymak değil, mamur beldeleri yağmalamak olduğu, açıkca görülür.
Bazı kitaplarımızda münasebet düştükçe bahsettiğimiz gibi Bizans'ı kurtarmak üzere (Bizans İmparatoru tarafından) İstanbul'a çağrılan Haçlılar, şehri yağmalamakla, yakıp yıkmakla kalmamaış, Hıristiyanlığın mukaddes kilisesi Ayasofya'nın tepesindeki altın haçı (yahut çanı) bile sökmüşler, eritip satmışlardır. Oysa Fatih, fetih hatırası olarak saklamak maksadıyla Ayasofya mabedinden küçücük bir çini parçası koparmak isteyen yeniçeriyi, "tahribe teşebbüs"le suçlayıp kırbaçlatmıştır.
Osmanlı'nın tahripten ne dereve uzak oldyğunu anlamak için, Fatih'in Ayasofya'daki tasvirleri kazıtmak yerine üzerini örttürüp sıvatmasına bakmak yeterlidir.

Ayrıca ecdadın tuğrasını taşıyan, bugün başka ülkelerin sınırları içerisinde kalmış nice mimari eserin de bu konuda şahitliği gözler önündedir. Şayet Osmanlılar, Avrupalılar gibi sömürmeye, emmeye, sağmaya dönük istilalarayönelselerdi, yüzyıllar boyu hakimiyetleri altın kalan Balkan ülkelerinde ne istiklal isteyecek milli kültürden, nu buna cesaret veren ekonomik güçten, hatta ne de bağımsızlık şuurundan eser kalırdı. Bugün Balkan milletleri - Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan v.s.- dünya siyasi haritasında yer alıyorsa, bunu Osmanlı'nın adaletine, müsamahasına, kılıçla fethedip kalemle hükmetme anlayışına borçludurlar.

Devam edecek...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
30 Temmuz 2007       Mesaj #46
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Osmanlı hiçbir milleti din değiştirmeye, kültür değiştirmeye zorlamamış, fethettiği beldelere bir yandan yatırımlar yapıp İslam'ı yerli halka sevdirmeye çalışırken, diğer taraftan kendi dinlerinde, ibadetlerinde ve geleneklerinde, bugünün anlayışına bile sığmayan geniş hürriyetler bahşetmiştir.

Mesela Katolik Macar Kralı Hunyad, Sırbistan'ı istila etmesi halinde bütün ortodok kiliselerini yerle bir edip Katolik kiliseleri kuracağını söylerken, Fatih, "Sırbistan'ı biz fethedersek camiler kuracağız, ama Sırpların serbestçe dini vecibelerini yerine getirmelerine de hassasiyet göstereceğiz" demiştir.

Bu bir dünya nizamı davasıydı ve tarihin mukaddes bir neticesi olarak gelişiyordu. En iyi nizam Müslümanların elinde bulunuyordu. Hakimiyet mefkuresi asla şahsi veya milli bir gurula değil, İlahi bir emir ve inanç ile vücut buluyor, beşeriyeti Hakka, adalete ve saadete eriştirmek maksadıyla bir dünya nizamı davasına ve insanlık idealine dayanıyordu. Bütün Osmanlı cemiyeti asırlarca maddi ve manevi güç ve emeklerini bu uğurda harcamıştır.

Hatta bu yüzden, tarihe ırkçı nazarla bakanların tenkitlerine de maruz kalmıştır. "Neden Osmanlılar, yabancı kültürleri eritmemişler, hakimiyetleri altındaki milletlerin zengin kaynaklarını Anadolu'ya taşımamışlar da Anadolu'yu, öz yurtlarını ihmal pahasına hakimiyetleri altındaki ülkelere yatırım yapıp kaynaklarını israf etmişlerdir?" şeklindeki ithamlara da muhataplardır.

Anlaşılan, bunlar da Osmanlı mefkuresine diğerleri kadar yabancıdırlar.

Devam edecek...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
31 Temmuz 2007       Mesaj #47
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın devamı...

Evvela, Osmanlı Devleti bir ırk devleti değil, din devletidir. Millet farkı gözetmez. Bütün dünyasında ahiret kaygusu, Allah'a hesap verme düşüncesi vardır. Fethettiği beldeleri sömürmemesi, aksine hayrat ve hasenata yönelmesi, bu düşüncenin mahsulüdür. Cemiyet bütün unsurlarıyla bu tefekkür içinde organize olmuş, hayatını buna göre şekillendirmiştir. Esas olan, dünyayı kazanmak değil, ahireti kazanmaktır.

Meşhurdur: Son halife Abdulmecid anlatmıştır: Bir gün Şehzade Süleyman (istikbalin Kanuni Sultan Süleyman'ı) şanlı babası Yavuz Selim'e fetih hedeflerini sormuş:

"Senin en büyük fütühat gayen hangisidir?"

Yavuz iki "gaye" zikretmiş:

"Dünyada İran ve ahirtte cinan [cennetler] fethi."

İran'ı fetih arzusu ise yine ahirete dönük bir arzudur. İslam alemini içinden karıştıran, Müslümanlar arasına fitne sokan ve "ittihad-ı İslam"ı engelleyen Safevi Devletini ortadan kaldırmadan yahut en azından sindirmeden Müslümanları dünyanın en büyük gücü yapmanın imkansızlığını bilmekte, bu sebeple İran fethine öncelik vermektedir.

Mısır seferine gelince... Yine aynı maksadın tabii neticesidir. Böyle olduğu için de bilhassa dini mevzularda kılı kırk yaran büyük Şeyhülislam Zembilli Ali Cemali Efendiden fetva alınabilmiştir. Çünkü Mısır'ın ve Suriye'nin dışında bir İslam birliği kurmaya imkan yoktur. Mısır Sultanının güdümünde kuru unvandan ibaret kalan hilafet müessesesine hayatiyet kazandırmak da yine Mısır fethine bağlıdır. Kaldı ki, Yavuz'un "Peder'im" diye hitap ettiği Mısır Sultanı, bundan cür'et alarak zaman zaman Osmanlıların iç işlerine karışmakta, hatta Yavuz'a karşı Şah İsmail'i destekleme gafletinde bile bulunmaktadır.

Devam edecek... (Bir Rüya)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2012       Mesaj #48
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Biz tabi ki ecdadımızı bilmeli ve saygı duymalıyız, bende inanıyorum ki hiç bir tarihte bir Kanuni Süleyman, bir Selim, bir Mimar Sinan, bir Barbaros, bir Mevlana, bir Yunus olmamıştır ancak şu da var ki biz Attila'nın Kanuni'nin olduğu kadar Atatürk'ün de çocuklarıyız. Osmanlı İMPARATORLUĞU nam-ı diğer Devlet-i Aliye-i Osman'ın sonu geldi ve çöküşü kaçınılmazdı. Ne olsaydı Fransızların, İngilizlerin buyruğu altındamı yaşasaydık. O saatten sonra yapılabilecek en iyi şeydi Türkiye Cumhuriyetiydi. Atatürk geldi ve içimizde ki o soylu o milliyetçi ruhu gösterdi bize ve tabi ki muazzam zekası ve komutasıyla Anadoluyu düşmanlardan arındırdı. Ancak unutmamak gerek ki biz Anadolu ya gelmeden öncede burada insanlar ve medeniyetler vardır. Türkler her daim dünyada muazzam güçte imparatorluklar devletler hanlıklar kurmuşlardır ki inanıyorum ki bu günleri tekrar yaşayacağız ...Türkler dünyaya iki kez hakim olacak demiştir. Türklerin gücü ilk çağlardan beri sürmektedir. Dünya bizimle var oldu bizimle son bulacak.

Çok uzattım senin konuna gelecek olursak senin yapman gereken şey bize Selim'i anlatmaktı, beyinleri yıkamaya çalışmak değil. Osmanlıyı, Atatürk'ü, İslamı sen çok çok yanlış anlamışsın.
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
28 Mart 2015       Mesaj #49
perlina - avatarı
Ziyaretçi
Ecdadınıza hüsn-ü zanla bakın,yanılırsanız günahı yoktur.
Su-i zanla bakmayın,yanılırsanız vebali çoktur!
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

22 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
19 Aralık 2016 / Misafir Soru-Cevap
5 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
19 Eylül 2016 / ener Siyaset tr