Arama

Yedi Cihan Devleti - Sayfa 4

Anket Bu konuyu ne sıklıkta takip ediyorsunuz? Sebep?

Özel olarak takip ediyorum. İlgi çekici...
 
7 Oy
70.00%
Yeni mesajlar kısmında rastladı ondan baktım.
 
1 Oy
10.00%
İlgilenmiyorum. Nasıl oldu ben de anlamadım.
 
0 Oy
0%
Ara sıra bakıyorum...
 
2 Oy
20.00%
Güncelleme: 28 Mart 2015 Gösterim: 24.380 Cevap: 48
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
9 Temmuz 2007       Mesaj #31
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Sponsorlu Bağlantılar
YAVUZ,PADİŞAH

Sultan Selim ateşten gömleği giymiş, yanarken yakmaya hazırlanmıştı. Ağabeyi Şehzade Ahmed, isyan halindeydi. Kendi kendini "Anadolu Padişahı" ilan etmişti. Şimdilik en yakın tehlike durumundaydı ve hemen bertaraf edilmeliydi.

Şehzade Korkud ise İstanbul'da bulunuyordu. Yavuz Padişah istese, Korkud'un hayatına son verebilir, daha sonra olacakların önünü kesebelirdi. Bu konuda bazı tavsiyeler de yapılıyor, "Her şehzadenin gönlünde saltanat aslanı yatar, yüreğinde padişahlık ateşi yanar; fırsat elde iken Korkud'un gönlündeki aslanı öldür, yüreğindeki ateşi söndür!" deniyordu. Üstelik şehzade Ahmed'in isyanı gibi, karşısında kötü bir de örnek bulunuyordu. Fakat o böyle bir cinayete tevessül etmektense, muhtemel gelişmeleri beklemeyi tercih etti. Kardeşi Korkud'a, Manisa sancağına dönmesini, ilimle edebiyatla meşgul olmasını söyledi.

"Mülkün perişanlığına sebebiyet vermez, saltanat davasın gütmezsen, hayatından ve evlad-ü iyalinin hayatından emin olup devr-i saltanatımızda huzur içinde yaşarsın. Yok, iğvalara kapılub padişahlık derdine düşersen, kahrımızdan kurtulamazsın. Mülkün perişanlığına öz oğlumuz sebebiyet verse dahi acımazız!"

Şehzade Korkud, Yavuz Padişaha teminat verdi:

"Benim vicdanımda mülk ve devlete cidden rağbet yoktur;muradım, bir köşede huzur edüp devam-ı devletiniz duasına muvazabettir."

Yani, "Padişahlık değil, köşemde huzur istiyorum; saltanatının devamına duacıyım." dedi. Bu taahhüt üzerine şehzadeye armağanlar verilip Manisa sancağına uğurlandı.

Yazık ki köşesinde uzun süre oturmayacak, insani zaaflarla birleşen bir takım teşvik ve tahriklerle tahat arayışına çıkacak, ama bahtı yaver gitmeyecektir.

Devam edecek....


Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
10 Temmuz 2007       Mesaj #32
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Sponsorlu Bağlantılar
Öte yandan Şehzade Ahmed, kader yolculuğunu başlatmıştır bile: Cebren Konya'yı almış, oğlunu Bursa üzerine salmış, "Sultan-ı Rum" unvanıyla kendini padişah ilan etmiştir.

Artık Yavuz'un önünde iki yol vardır: Ya kendisi İstanbul ile Rumeli'de hüküm sürmeyi kabullenip, kardeşi Ahmed'in hükümdarlığını tanıyacak- ki o takdirde devlet ömce iki parçaya,arkasından şehzade adedince küçük lokmalara bölünecek ve sonuç olarak düşmanlarına yem olacaktır- veya devletin bütünlüğünü kılıcıyla sağlamak üzere kardeşinin üzerine yürüyecektir. Hazin ki, o zaman da Yavuz Selim, bazıları tarafından "kardeş katili" sayılacaktır.

Eğer yavuz, kardeşlerine bir fırsat tanımayıp, isyan vehmiyle derhal katlettirmeye kalkışmış olsaydı, bize göre de dinen mes'ul duruma düşmüş olacaktı. "Vehim ve zanla hüküm verme" mevkiinde kalacağından, haklı tenkitlere uğrayacaktı.

Böyle yapmadı. Tehlikeyi bile bile ve önceki kötü örnekleri göre göre, kardeşlerine bir fırsat tanıdı. Ancak "saltanat" iddiası kesinleşince, alabileceği tek tedbiri aldı ve üzerine gitti. Bu davranışı yüzünden Yavuz Selim'i kınamak insafsızlık olur.

Ama hiçbir isyan emaresi yokken şehzade katleden padişahları mazur görmek de mümkün değildir.

Ne mazur görmek, ne de mahkum etmek gerekir. Anlamaya çalışmak, sebeplere inmek ve tespitler yapmak yeterli olacaktır.

Devam edecek...

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
11 Temmuz 2007       Mesaj #33
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Unutmamak lazım ki, her şehzade, padişahlık telkinleriyle büyür. Padişahlık başka kardeşe nasip olduğunda ise, kendini gadre uğramış sayar. Çocukluluğundan itibaren yapılan telkinler, kudret arama zaafı ve etrafın teşviki ile birleşip isyan şeklinde patlar. Ve her isyan, devlete çok kan kaybettirir.

Tarihimizde bir hayli yer tutan iç savaş örnekleri, bazı padişahları aşırı vehme itmiş, Bediüzzaman'ın "merhametsiz siyasetin bir düsturu"(mektubat s.52) olarak vasıflandırdığı evlat yahut kardeş katline yöneltmiştir.

Nihayet onlar da insandır. İnsani zaafların bulunması tabiidir. Olaya yirmi birinci asrın fert ve devlet anlayışıyla yaklaşmak yerine, kendi şartları içinde yaklaşmak lazımdır. İnsaf ölçeğinde ve art niyetsiz...

Bakalım...

Sultan Selim tahtta. Kardeşlerden Ahmed isyan üzere, Korkud hazırlık yapmakta... Bu durumda Yavuz Padişah, herhalde mülkü kardeşler arasında bölüşmeyecek, saltanat düğümünü kılıcıyla kesmeye gidecektir.

Devam Edecek... (Kılıçların Ucundaki Saltanat)
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
13 Temmuz 2007       Mesaj #34
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Kılıçların Ucundaki Saltanat


Bursa'dan gelen haber ürkütücüdür ve devletin bekasını tehdit mahiyetindedir:

"Sultan Ahmed oğlu Sultan Alaüddin (Şehzade Ahmed'in oğludur) Bursa'ya gelüp ve Bursa'yı zapt idüp Subaşına ve Sultan Selim'e tabi olanların ekserisini kılıçtan geçirüb ve miriye [devlete ait] emvali [malları] zapt idüp ve şeherlüsünden nice mal ve menal olub ve babası Sultan Ahmed adına hutbe okutup sikke [para] basturdi."

Yavuz, hiç zaman kaybetmeden şimşek hızıyla hazırlıkları tamamladı ve 70 bin kişilik bir kuvvetle Bursa'ya yürüdü. Amcasının yaklaştığını haber alan genç şehzade Alaüddin, Malatya yoluyla Mısır'a kaçarak Memluk Sultanına iltica etti. Yavuz, Bursa'ya girdi.

Karışıklığın başını biliyordu. O başı almadıkça devletin rahat nefes alamayacağından da emindi. Bir an önce iç huzuru sağlaması lazımdı ki, asıl hedefi Safeviler üzerine yürüyebilsin...

Malkoçoğlu Ali Bey komutasında bir orduyu kardeşi Ahmed'in üzerine gönderirken, kendisi bir süre Ankara civarında dolaştı ve kışı geçirmek üzere tekrar Bursa'ya döndü. Şehzade Ahmed, üzerine Malkoçoğlu'nun gönderildiğini öğrenmiş, bir şaşırtmaca verip Amasya'ya çekilmiş, eski sancağını cebren işgal etmişti. O sırada Yavuz'un eline geçen bir mektup, kardeşi Ahmed'in cür'et ve cesaret merkezinin Veziriazam Koca Mustafa Paşa olduğunu gösteriyordu. Mektup, veziriazam tarafından Şehzade Ahmed'e hitaben yazılmıştı. Yavuz'un şiddetinden bahsediyor, herkesin ondan bıktığını, devlet büyükleri arasında taraftarı kalmadığını söylüyor, hareketlerini artırmasını ve Amasya'yı işgal etmesini tavsiyeyle saltanat günlerinin yakın olduğunu müjdeliyordu.

Esasen Mustafa Paşa, öteden beri Şehzade Ahmed taraftarıydı. Yavuz, bunu bile bile onu sadrazamlık makamında bırakmış, Ahmed'e yazdığı mektup eline geçtiğine göre de, takip ettirmişti. Veziriazam Koca Mustafa Paşa'yı cellada verdi; yerine Hersekzade Ahmed Paşayı getirdi.

Devam edecek...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
14 Temmuz 2007       Mesaj #35
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Resmi tarihlerle maksatlı tarihler, sebebi vermeden neticeyi verirler. Tabiatıyla, ölmeyi bin kere hak edenler "mazlum" ölüm hükmünü verenler ise "zalim" mevkiine düşerler. Mesela mektup olayı zikredilmeden bu idamın yazılması, okuyucuda şöyle bir kanaat meydana getirebilir:

"Yavuz'un canı sıkılıyordu. Kan görmek istiyordu. Biraz neşelenmek için Koca Mustafa Paşa'nın başını kestirdi!"

Saçma elbette. Saçma, ama resmi tarihlerin çoğu, okuyanda bu kanaati uyandıracak ifadelerle doludur.

İşte bir örnek... Vaktiyle ders kitabı olarak okullarımızda okutulmuş bir tarih kitabından seçilmiştir:

"Fatih'in ilk işi, ileride kendisine rakip olur korkusuyla kardeşi Şehzade Ahmed'i öldürmek oldu." (Emin Oktay, Lise 3 Tarih)

Dünya tarihinin, büyüklüğünde, adaletinde, ilminde ittifak ettiği Fatih'ten örnek verdik ki, diğerleri hakkındaki resmi hüküm rahatlıkla anlaşılabilsin, ne iftiralar yağdırıldığı tahmin edilebilsin.

Şehzade Korkud'un Sonu

"Padişahlık davası gütmeyeceği, Yavuz Selim'in ömrüne dua edip Manisa sancağında edebiyat ve ilimle meşgul olacağı" yolunda söz verip başını kurtaran Şehzade Korkud, zaman zaman gönlünde yatan "padişahlık" aslanının kükreyişiyle bazı gizli faaliyetlere girişiyor, sağa sola mektuplar yazıp destek bulmaya çalışıyordu.

Teşebbüslerinden bazıları Yavuz'a haber veriliyordu, ama o bir türlü inanmıyordu. Sonunda bazı vezirlerin ağzından, Şehzade Korkud'a mektuplar yazdırdı. Mektuplarda devlet ricalinin Sultan Selim'i istemediği belirtiliyor, "padişahlık" iddiasıyla ortaya çıktığı takdirde ordunun büyük kısmıyla birlikte çoğu vezirin kendisine katılacağı bildiriliyordu. Korkud, yüreğinde tutuşan padişahlık aşkını dindirme iştiyakının baskısıyla bunlara inandı. Müspet cevaplar verdi. Kardeşinin mektuplarını okuyan Sultan Selim'in bütün tereddütleri dağıldı. Demek, "Korkud'un padişahlık için fırsat kolladığı" yolundaki haberler doğruydu. Demek, devletin ve padişahın zayıf bir anını bekliyordu. Verdiği sözü çiğniyordu. Ama Yavuz, devleti çinetmeyecekti...

Devam Edecek...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
16 Temmuz 2007       Mesaj #36
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Şehzade Korkud'un harekete geçmesine fırsat vermeden bir miktar kuvvet alıp, "avlanma" bahanesiyle Manisa'ya doğru yola çıktı. Fakat Korkud kuşkulanmış, ihtimal, bazı paşalar tarafından durumdan haberdar edilmişti. Köylü kılığına girip sakalını kazıtarak Manisa'dan kaçtı. Niyeti, Antalya sahillerine inip bir rodos gemisiyle Avrupa'ya iltica etmekti. Bir mağarada geminin gelmesini beklerken yakalandı, idam olundu.

Ardından Şehzade Ahmed de, Sultan Selim'le tutuştuğu Yenişehir savaşında yenilip öldürüldü*. (24 Nisan 1513).

Yavuz artık rakipsizdi. Devletin bütünlüğünü sağlamış, sıra ezeli öfkesini dindirmeye gelmişti: Şah İsmail'i mahvedecekti...


*Şehzadelerin bütün serveti kanuni mirasçılarına bırakılmış, hazineye alınmamıştır. Şehzade Ahmed'in hatırı sayılır miktarda olan dünyalığı, kuruşuna kadar annesi Bülbül Hatun'a bırakılmış, Yavuz, bu parayla oğlunun ruhuna hayır eserleri yapmasını tavsiye etmiştir.

Devam Edecek (Zafere Sefer)...


Son düzenleyen Çakabey; 16 Temmuz 2007 15:07 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
16 Temmuz 2007       Mesaj #37
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

ZAFERE SEFER


Yavuz, aklı devlet işlerine ermeye başladığından itibaren, Anadolu birliğine yönelik Safevi tehlikesini görmüş, Trabzon Valiliğinde bulunduğu sıralarda tehlikenin arttığını müşahade etmiş, zaman zaman küçük bir kuvvetle, Şah İsmail'in Anadolu içlerine sarkan birliklerini bozmuştu. Bu yüzden de babasına defalarca şikayet edilmişti. Ve babası tarafından, sırf Şah İsmail'in hatırına azarlanmıştı.

Şah Kulu isyanının Anadolu'yu nasıl çalkaladığını, bir isyanın nelere mal olduğunu yakından biliyordu. Böyle isyanların Anadolu'nun muhtelif yerlerinde aynı anda patlaması ihtimali her zaman mevcuttu. Zira Şia ayaklanmalarını tertipleyen de yöneten de Şah İsmail'di. Özellikle Sultan ikinci Bayezid'in son saltanat yıllarından hayli faydalanan ve kardeşler arasındaki kavga günlerinden istifa eden şah, Anadolu'daki durumunu kuvvetlendrimişti. Bu habis uru bünyeden söküp atmak gerekiyordu. Yavuz, padişahlığı en çok bu yüzden istememiş miydi? Dedesi Fatih'i Otlukbeli savaşına mecbur eden sebepler şimdi fazlasıyla mevcuttu. Tek korkusu, sırtını yaslayacağı Anadolu tarafından bir Şia hançeriyle arkadan vurulmaktı. Bunun yegane çaresi ise, Anadolu'daki Şia önderlerini etkisiz hale getirmekti.

Tedbirini fetvaya bağladıktan sonra, Anadolu'daki bir Şia hareketine öncülük edebilecek isimleri tek tek tespit ettirdi. En azılıların idamını, nispeten tehlikesiz olanların da hapsedilmesini emretti.

Devam edecek....

My Love For You - avatarı
My Love For You
Ziyaretçi
17 Temmuz 2007       Mesaj #38
My Love For You - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın devamı…


Tarihi olayları vesikalara dayanarak incelemeden hüküm verenler, Yavuz Sultan Selim’in hükümdar olduktan ve şehzadeler meselesini hallettikten sonra Şah İsmail’le muharebeden evvel Anadolu’daki 40 bin Kızılbaşın idam veya hapis olunmalarını sebepsiz bulurlar ve Sultan Selim’i muaheze ederler… Olaylar göz önüne alınacak olursa, padişahın ne kadar isabetli hareket ettiği ve bütün bu işlerde (karışıklıklarda) baş rolü olan Şah İsmail üzerine giderken gerisindeki tehlikeyi bertaraf etmek istediği görülüyor.


Böylece arkadan vurulma tehlikesini ortadan kaldıran Yavuz, sefer emrini verdi. Ve ordu, geçtiği bağlıklarda kopardığı her salkımın ücretini asmalara bağlayarak Acem mülküne girdi.

Osmanlı ordusunun geçtiği yollar, bir tedbir olmak üzere Şah İsmail’in adamları tarafından yakılıp yıkılmış, binlerce dönüm arazide taş üstüne taş bırakılmamıştı. Yürüyüş sıkıntılı oluyor, etrafta düşmandan eser görünmüyordu. Oysa Şah İsmail, Yavuz’un meydan okuyan mektubunu cevaplandırmış, o da Yavuz Padişah’a meydan okumuş, bununla da yetinmeyip bir kadın elbisesiyle yaşmak yollamıştı. Fakat kendisi ortalarda yoktu. Niyeti, Osmanlı ordusunu daha içerilere çekip iyice yormak, bu zaman zarfında casusları vasıtasıyla ordu içine fesat sokarak bir ayaklanma çıkarmak ve Yavuz’u gerisingeri dönmeye mecbur bırakmaktı.

Ne var ki Yavuz, çıktığı yoldan eli boş dönecek biri değildi. Her türlü meşakkati yenerek yürüyor, daha önce kurduğu menziller sayesinde erzak takviyesi alıyor, Şah İsmail’e tahrikkar ve tehditkar mektuplar yazıp karşısına çıkmaya zorluyordu.

Devam edecek…

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
18 Temmuz 2007       Mesaj #39
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

"Davete icabet edip uzun yollar kat' ile memleketine girdik." diyordu, "Fakat sen meydanda bile görünmüyorsun. Padişahların ellerindeki memleketleri, onların nikahlısı gibidir. Erkek ve yiğit olanlar, kendi ellerinden başkasını ona dokundurtmazlar. Halbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hala senden bir haber yok! Seni korkutmamak için, askerimden 40 bin kişiyi ayırıp Sivas'la Kayseri arasına bıraktım.* Hasma mürüvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır; miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyüp, serdarlık ve şahlık sevdasından vazgeçesin.**

Şah, bütün hakaretleri sineye çekiyor, Yavuz'un kahrını bildiği için vakitsiz karşısına çıkmıyordu.

Sefer meşakkati zirveye çıkmıştı. Yaya yürüyen yeniçerilerin ayakları parçalanmış, kan revan içinde kalmışlardı. Yakılıp yıkılmış arazide sonsuza yürümekten bıkkındılar. Söylenmeye başlamışlardı. Geri dönme isteği muhtemelen Şah İsmail'in elde ettiği bazı subayların telkini ve teşvikiyle ağır basıyordu. Önce mırıltıyla başlayan söylemeler, Sakallı konağında (Eleşkirt kazasının Sakallu köyünde) gürültüye dönüşmüştü.

"Düşman yok; harap memlekette nice bir seyahat iderüz!" diye bağırıp çağırmaya başladılar. Bazıları otağ-ı humayunu [padişah çadırını] kurşun yağmuruna tutacak kadar ileri gitti.

Yavuz dışarı fırladı.

Sadece ona mahsus bir cesaret ve celadetle asilerin üzerine yürüdü.

Birden susup, aralarına kılıç girmiş gibi ikiye açıldılar. Yavuz Padişah durulmuş gözüken öfke bulutuna daldı. İnsan selinin ortasında açılan yoldan hızla geçerek atına atladı.

Atını asilerin üzerine sürdü. Gürül gürül gürledi:

"Ehl-i iyal kaydünde olanlara desturdur [Ailelerini düşünenler serbesttir]. Gerü, karılarunun yanına gitsünler! Biz buraya geri dönmek için gelmedük. Rahat isteyen, bu yola yaraşmaz. Bizi isteyüp, yolumuza can ve baş fida edecek yiğitler, ölümden havf itmez [korkmaz]. Ölümden korkanlar geri dönsün. Düşmanla çarpışacak mertler benümle gelsün. Eğer içünüzde er yoğise ben yalunuz giderüm!"

*Gerçekten de Yavuz, hasta ve yaşlı 40 bin askeri geri göndermişti.
**Şah İsmail' gönderilen dört mektuptan ikisi Farsça, ikisi Türkçedir. Sadeleştirip özetleyerek nakledilmiş mektubun tam metni "Ali Tarihi"nde mevcuttur.


Devam edecek...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
19 Temmuz 2007       Mesaj #40
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Bu şecaat karşısında buzlar çözüldü.; coşkun sular gibi ordu, Yavuz Padişah'ın peşine takıldı.

Nihayet Çaldıran sahrasında düşmanla yüz yüze geldiler.* Osmanlılar "Allah Allah" diye, İranlılar "Şah Şah" diye saldırıya kalktı. İlk karşılaşma çok şiddetli oldu. Padişah, yeniçeri, sipahi, topçu cebecilerin başında, merkezde yer almıştı. İlk kapışmadan sonra Osmanlı ordusu, önceden planlandığı üzere yarım ay durumuna geçti. Hafif toplar Safevi ordusuna soluk aldırmıyor, keskin nişancıların ateşlediği uzun namlulu tüfekler Safevilere korkunç kayıplar verdiriyordu. Sonunda kılıçlar tokuştu. Yeniçeriler, kirişten fırlamış ok misali düşman üstüne atıldılar. Deliler, Safevi saflarının içine yalın kılıç dalarak kırıp geçirdiler. Şah İsmail'in sonu gelmişti. Doğrusu, ordusunu maharetle idare etmiş, Yavuz'un bile takdirini kazanmıştı: "Şah oğlu, iyi cenk ider!" demişti. Ama karşısında bir savaş dahisi vardı. Güç durumdaydı. Elinden ve ayağından hafif yaralar almıştı. Kaçmak istiyor, ancak kıskacı kıramıyordu. Daha önce düşündüğü tertipe başvurdu: Kendisine çok benzeyen birine aynı kıyafeti giydirmiş ve her ihtimale karşı bu fedaiyi kendi yerine ileri sürmek üzere hazırlamıştı. Bu adam, "Hızır" adında gönüllü bir Safevi subayıydı. "Şah menem!" diye bağırarak ortaya atıldı. Şahı esir almakla görevli Osmanlı birlikleri onunla uğraşırken Şah İsmail bir noktadan ileri fırlayarak canını kurtardı. Ardına bakmadan ta Tebriz'e kadar at sürdü. Ama orada da kendini emniyette hissetmediğinden İran içlerine kaçtı.

Meşhur müverrih Hoca Sadüddin, "Tacü't-tevarih" isimli ünlü eserinde olayı şöyle anlatır:

"Biz dahi Tebriz'e doğru ılgar ile firar ittük. Şeb-i tarda firar iderken bazı Kızılbaşlara rast gelür idük; biz onlardan şahı sorar idük. "Şah ilerüdedür, emma Taclu Hanumdan (Şah İsmail'in eşi) haberünüz var mıdür? dirler idi. Ahir Helvacıoğlu Hüseyn Beye mülakki olduk ki, sonra risayet takrikiyle Rum'a gelüp Yedikule'de nice zaman mahbus olmişdur... Sonra işittük ki, Taclu hanum kaçub, Hoy Melikine varmış, Hoy Meliki dahi acele ve şitab ile şaha göndermiş."

Hoca, Çaldıran savaşını, savaşa bizzat katılan babasından dinleyerek meşhur eserine geçirmiştir. Yukarıda ki nakilde de görüleceği gibi, Taclu hatun'un kurtulduğunu belirtmektedir. Oysa Şah İsmail'in gözdesi Taclu Hatunun Osmanlılara esir düştüğü ve Yavuz'un emriyle Tacizade Cafer Çelebi'ye nikahlandığı malumdur. Şu halde, Şah İsmail'in aynı ismi taşıyan iki karısı olduğunu, bunlardan birinin kurtulup Hoy Melikine sığındığını kabul etmek lazımdır! Sonradan Kanuni Sultan Süleyman, Taclu Hatun'un Tacizade'ye nikahlanması husunu araştıracak ve bu yüzden şanlı babasını muaheze edip, nedimi Hasan Can'a, "Caiz midir?" diye soracaktı.

Devam edecek...

Benzer Konular

22 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
19 Aralık 2016 / Misafir Soru-Cevap
5 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
19 Eylül 2016 / ener Siyaset tr