Arama

Yedi Cihan Devleti - Sayfa 3

Anket Bu konuyu ne sıklıkta takip ediyorsunuz? Sebep?

Özel olarak takip ediyorum. İlgi çekici...
 
7 Oy
70.00%
Yeni mesajlar kısmında rastladı ondan baktım.
 
1 Oy
10.00%
İlgilenmiyorum. Nasıl oldu ben de anlamadım.
 
0 Oy
0%
Ara sıra bakıyorum...
 
2 Oy
20.00%
Güncelleme: 28 Mart 2015 Gösterim: 24.381 Cevap: 48
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
26 Haziran 2007       Mesaj #21
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Sponsorlu Bağlantılar
Yine de Nureddin Hoca, onu kararından döndürmek için çalıştı. Sonunda başaramayacığını anlayıp İstanbul'un yolunu tuttu. İçinde bir alevin yalımı dolanıyor, bir yandan "Ah bu günleri de mi görecektim!" diye eseflenirken, öte yandan "Padişah dediğin niyet tutup, niyetinde sebat etmeli; Selim'de bu haslet görünür, umulur ki saltanat ona nasip ola." diy düşünüyordu. Selim'in söylediklerini bir hayli yumuşatıp padişaha nakledecekti; ama yumuşatılmışı bile demir leblebi olduğundan bazı paşalar üst üste yutkunmak zorunda kalacak, padişahı oğlunun üzerine gitmeye zorlayacaklardı:

"El öpmeye gelirim." der; lakin el öpmeye orduyla mı gelinir? Maksadı bellidir. Gayri istediği tahttır. Üzerine varmakta gecikilirse devlet fesada boğulabilir. Tez davranıla!"

Önce şehzade Selim'in üzerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa gönderildi, ama ya kahraman şehzadeyle savaşmaya çekindiğinden yahut kardeşin kardeşi kırmasına gönlü el vermediğinden, paşa, Edirne'ye çekildi. Oğlunun üzerine bizzat padişah yürüyecekti. Hicaran sayfası açılıyordu.

Devam Edecek... (Yine Hicran)

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
27 Haziran 2007       Mesaj #22
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın devamı...

Sponsorlu Bağlantılar
Yine Hicran...

Altmış yaşı hayli zaman önce arkada bırakmış bulunan Sultan İkinci Bayezid'in ata binecek hali kalmadığından, pencerelerindeki perdeler sıkı sıkıya kapatılmış bir araba içinde Uğraş Deresine geldi. Perdeleri aralayıp oğlundan tarafa baktı.

"Oğlum" diye adeta inledi, "benimle cenkleşmek üzere gelmiş!"

Baba yüreği dağlanıyor, hicran ruhunu sıkıyordu. Bir zamanlar kardeşi Cem Sultan'ın üzerine giderken de yüreği böyle dağlanmış, hicran aynen böyle ruhunu sıkmıştı. Yalnızdı. Dünyanın en kudretli hükümdarlarından biri olmasına rağmen, bütün acılığıyla yalnızlığını yaşıyor, hicranını hiç kimseyle paylaşamıyordu.

1511 yılının 3 Ağustos Pazar Sabahı güneş, bulutları yaldızlayarak doğdu. Uğraş deresi hafif bir sis perdesiyle örtülmüştü. Sanki baba oğul savaşını semanın gözünden saklamak istiyordu.

Etrafta çıt yoktu. Ürkütücü sessizlik, sisten daha kalın, daha boğucu perdesini dere içine yaymıştı. Selim gözügibi sevdiği "Karabulut" isimli atının üstünde durgun ve mahzundu. Bakışlarındaki şimşeklenmeler çözülmüş, dere içine çöken sise benzer bir sis kümesiyle gözleri hüzünlenmişti. Bekliyordu. Belki son anda bir gelişme olur, iki tarafın da asla arzu etmediği savaşa gerek kalmazdı.

Devam Edecek...


Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
28 Haziran 2007       Mesaj #23
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Padişah, hala perdeleri kapalı arabanın içine uzanmış, geçmişe dalmıştı. Daha doğrusu, karanlık gelecekten kurtulmak için aydınlık geçmişe sığınmıştı. Gözlerinin önünde şehzadesiSelim vardı. Henüz beş-altı yaşlarındaydı. Amasya sarayının güleri arasına diktiği hedefe ok atıyordu.

"Bu iş için küçük değil misin? Büyümeyi beklesene Selim."

"Herkesten fazla şey öğrenmek isteyenler, işe küçükken başlamak zorundadırlar babacığım. Yoksa ömürleri yetmeyebilir!"

"Bunları sana kim öğretiyor?"

"Hocam Muhyiddin Efendi ile validem Gülbahar Hatun."

Hayallerine yabancı bir ses düşüp dağıtana kadar oyalandı. Sonra sese döndü. Karşısında Mustafa Paşayı bulunca sordu:

"Hacet nedir?"

"Hünkarım, asker mızmızlanır. 'Bu cengin şer'i şerifte yeri yoktur. Padişahımız bizzat emir verir, dünya ve ahiret mes'uliyetini üzerine alırsa cenk eyleriz. Yoğusam geri döneriz' diyorlar..."

Padişahın yüzü besbeter sarardı.

"Emri sen ver. Vekilimsin."

"Dinlemezler şevketlüm; 'Ya padişah emretmeli yahut müftinin fetvası gösterilmeli.' diye diretmekteler. Ne dedimse dinletemedim!"

Devam Edecek...

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
29 Haziran 2007       Mesaj #24
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

"İlle oğlumuzla cenge tutuşmanız mı lazım paşa, başka çaresi yok mu bu işin?"

"Olmadığı bellidir şevketlü hünkarım. Yoksa böyle olmasını biz ister iydik? Şimdi vazgeçmenin neticesi vahimdir. Yeniçeri kullar cesarete aşıktır. Oğlunuz Selim'in tarafına geçerler. İşte o vakit..."

Gerisini duymak bile istemiyordu. Doğrulmaya çalıştı. Başaramayınca yardım istedi:

"Koluma gir lala; verelim hücum emrini. Mevla günahlarımızı affetsin!"

Kapıda padişah belirince asker temennaya durdu. Her şeye rağmen padişahlarını çok seviyor ve sayıyorlardı. O, devlet otoritesinin sembolüydü, zaferin alametiydi; kim olursa olsun, kişiliğine bakmadan padişahı dinlemeye alışıktılar. Ve padişah konuştu:

"Beni sevüp yolumda sadık olan cenk itsün!"

Bizzat padişahtan emir alan Osmanlı ordusu, bütün duygularından soyundu ve ruhuna savaş zırhı giydirip şimşek gibi ileri atıldı.
Öyle bir fırlayış fırladı ki, Selim, ancak altındaki atın sür'ati sayesinde canını kurtarıp, daha önce Burgaz Körfezinin kuzeyinde hazırlamış olduğu gemilerle oğlunun sancağına, Kefe'ye gitti. Tarihin bir hicran sayfası da böylece kapandı.

Devam Edecek... (Talih İmtihanı)
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
30 Haziran 2007       Mesaj #25
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...Talih İmtihanı
Şehzade Selim, Uğraş Deresindeki ilk talih imtihanını kaybetmişti, ama azminden hiçbir kayıp yoktu. Daha bilenmiş olarak hazırlanıyor, etrafındakilere şöyle diyordu:

"Bir azabın kılıncından kurtulduk, fakat bakalım bundan sonra bizim kılıcımızdan kim kurtulabilir?"


Padişah bezgindi. Dünya nimetlerini, en başta padişahlık olmak üzere terk edip uzlete çekimek,
son demlerinde bir derviş hayatı yaşamak istiyordu. Ama oğullarından hangisini tercih etmesi gerektiğine
hala kesin karar verememişti. Vakıa, bazı vezirlerin arzusuna uyup Şehzade Ahmed'i veliaht ilan etmişti,
ancak içi rahat değildi. İsabetli karar verdiğine hala inanmıyor, tereddütlerle boğuşuyordu.

Topladığı divana bu konuyu götürünce, vezirlerin çoğu, konunun daha önce görüşülüp karara bağlandığını belirttiler
ve tercihlerinin Şehzade Ahmed olduğunu bir kere daha ifade ettiler. Yalnız, Şah kuluyla savaşırken şehit düşen
veziriazam Ali Paşa'nın yerini alan Hersekzade Ahmed Paşa, değişik düşünüyordu:


"Saltanattan çekilmeyiniz hünkarım. Böyle bir demde vürut bulacak saltanat değişikliği kargaşa getirir, doğabilecek kargaşa ise düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürer. Bir müddet daha kalınızİ; görelim Mevla n'eyler..."


Ve şehzade Ahmed'in onun vasıtasıyla babasına gönderdiği mektubu okudu. Şöyle diyordu:

Devam edecek...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
3 Temmuz 2007       Mesaj #26
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

"Karındaşım Selim Şah Bey tahrik-i isyan üzere Rumeli'de asker çekip Hudavendigar'ın üzerine geldiği
sebepten hilaf-ı adet Semendire ve Vidin ve Niğbolu sancaklarıyla bazı maadin ve harac ve sair haslarıyla
beş kere yüz bin akçe verilmiş olduğu, halbuki zahiren üç sancak ise de amma manen Rumeli'nin külliyen verilmesi
dimek olup hemen umur-i saltanattan bir hutbe ve bir de sikke kaldığı [padişah sayılması için sadece hutbede
adının okunmasının ve adına para basılmasının eksik kaldığı] ve halbuki benim babamın rızasından başka
bir şey gözetmediğim, pederimi asla incitmediğim ve bu suretle itaat üzere bulunduğum kaziyyenin
ber-aks olduğun, babamın sağlığında saltanatta tamah bulunmadığım, fajat asi biraderimin üzerine
gitmekliğime müsaade olunması malum ve mukteza-yı haldir. Muhibbiniz (kendisi) Yenişheir civarında olup
benim aksa muradım, varup hayır duaların almaktır. Bu milktar yakın yere gelmişken talebim reddolunup
halk içre hacil oldum. Muradımın husülü içün gayret idünüz. Selim her zaman muhalefet üzre olup bu
muhlisiniz (kendisi) 30 yıl daima itaat ve inkiyat üzere olduğunun aradaki farkı nedir?
İmdi muradımın husülüne himmet idiniz."

Devam edecek...

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
4 Temmuz 2007       Mesaj #27
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Padişah dikkatle dinledi, dinledi... Dinlerken düşündü. Vezirlerin ekseriyeti Şehzade Ahmed'i tercih ediyorlardı. Korkud'u isteyen hemen hemen iç yoktu. Asker ekseriyeti ise tercihini çoktan Selim'den yana yapmıştı. Karar kendisine kalıyordu. Selim'i mi tercih etseydi? O durumda kılıca boyun eğmiş olacaktı. Ahmed'i tercih etse, sonu belirsiz bir kavga uzayıp gidecekti. Zira Selim'in böyle bir tercihi tanımayacağı ve kararı kılıcıyla kaldırmaya kalkışacağı muhakkaktı. Üstelik sağlığında kimseye tahtı bırakmayacağına dair söz de vermişti. Vicdanı bu sözünü tutması gerektiğini fısıldıyor, fakat vezirler aksini söylüyorlardı.

"Feragat mukarrer ise Ahmed Han lehine feragat ediniz. Ondan ziyade padişahlığa elyak yoktur."

Elini sakalından çekti. Vezirlerini, paşalarını tek tek süzdü. Selim'i seçse, direnecekleri muhakkaktı. Hayatı bıyunca yaşadığı yalnızlığı ömrünün son demlerinde ve en şiddetli, soluk soluğa yaşamak zorunda kalacaktı. Zaten ne kadar ömrü kalmıştı ki?... Hastaydı. Yaşlıydı... Sadrazam Ali Paşanın şahadeti ve Şehzade Şehenşah'ın vefatı, felakat karabasanı gibi ihtiyarlığının üzerine çökmüş, Selim'in kılıcı buna tuz biber ekmişti. Bir an önce kararını vermeli, bu ağır yükten kurtulmalıydı.

"Hükme bilakayduşart itaat olunacak mı?" diye sordu.

Devam Edecek....
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #28
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Sanki soruyu, karşısındaki insanlara değil de sağır duvarlara sormuştu. Hiç cevap yoktu. Kimseden ses soluk çıkmamıştı. Hayretle başını kaldırarak, tekrar donuk yüzlere baktı.
Bir otorite boşluğunun derin acısını duydu. Vezirlerine bile hükmü geçmiyordu demek... Padişah fermanına kayıtsız şartsız itaat edecekleri yolunda hiçbir taahhütte bulunmuyorlardı. Daha önceleri böyle bir şey mümkün müydü? Böyle bir suali, sessizliğin itirazında geçiştirebilirler miydi? Bu hale nasıl gelmişti?
Sebep yaşlılığı mıydı, yoksa yumuşaklığı mı? Belki ikisininde payı vardı. Ancak olan olmuştu bir kere. Dönüşü olmayan yola girilmişti. Bu durumda padişahlıktan çekilmek lazımdı. Otorite boşluğu bir an önce dolmalıydı. Uzun süre kararsız kalmak demek, zaaflarını devletin her kademesine bulaştırmak demekti. Öyle bir vaziyet meydana gelmişti ki, en kötü karar bile bu kararsızlığından iyi görünüyordu.

Henüz duyulur bir sesle ve adeta inlercesine konuştu:

"Muaccelen Ahmed Han'ı getirün ve benim fermanımı yerine yetirün; mülkü sahibine virem, tahtı varisine teslim kılam..."

Böylece Şehzade Ahmed'in hükümdarlığı kesinleşiyor, derhal bir mektup yazılıp, İstanbul'a tahta davet ediliyordu.

Hersekzade Ahmed Paşanın itirazları desteksiz kalmıştı. Daha önce Şehzade Selim' verdiği taahhütleri padişaha hatırlatmış, "Ocaklılar Selim Han'a meyyaldir, karar duyulursa kargaşa çıkmasından korkulur! İmdi bir zaman Ahmed Han'ı Karaman'da bekletelim, ocaklıyı Ahmed Han'a çekelim. Badehu gelsin, tahtına otursun." şeklinde makul teklifler ileri sürmüş, ancak dinletememişti.
Vezirler, veziriazamın "vakit kazanmak için böyle bir teklif ileri sürdüğü" görüşünde birleşmişlerdi. Bu zaman içinde Şehzade Selim hazırlanacak ve cebren tahtı almaya gelecekti. Hayır. Buna izin veremezlerdi. Beklemek ziyandı. Ahmed derhal İstanbul'a gelmeli ve usulü dairesinde tahta çıkmalıydı.

Hersekzade'nin yapacağı bir şey kalmamıştı.

Devam Edecek...("Ahmed Han'ı istemezük!")

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
6 Temmuz 2007       Mesaj #29
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

"Ahmed Han'ı istemezük!"

Divan vezirlerinin hesaba katmadığı bir güç vardı: Yeniçeriler... Ve hemen hepsi, Şehzade Selim'i canı gibi sever, ondan gayrisini padişah olarak düşünemezlerdi. Bunda elbette Selim'in cesareti, şecaati, ataklığı ve ocağa yakınlığı kadar, yıllardır asker içinde adamları vasıtasıyla yürttüğü propaganda çalışmalarının payı da vardı. Orduya rağmen bir hareketin başarı şansı olmadığını henüz küçük yaşlarda kavramış, devletin yapısından kaynaklanan durumu lehine çevirmek hususunda büyük gayret ve emek sarfetmişti.

Şehzade Ahmed'in Maltepe'ye geldiği ve İstanbul'a geçmek üzere padişahtan izinname istediği duyulur duyulmaz, kazan kalktı. "Ahmed Han'ı istemezüüük!" çığlıkları, Hasbahçeyi dolanıp kalın duvarları aşarak saraya ulaştı. Yeniçeriler, Şehzade Ahmed'i seçmesi hususunda padişaha telkinde bulunan vezirlerin azlini istiyordu. Çaresiz kalan padişah, başta sadrazam olmak üzere, istenen vezirleri azlettiğini bildirdi. Hersekzade'nin yerine veziriazam yapılan Koca Mustafa Paşa, askeri yatıştırıcı konuşmalar yaptıysa da kimseyi tatmin edemedi. Ok yaydan çıkmıştı. Artık yeniçeriler, "Şehzade Ahmed'i istemezüüük!" çığlıkları atmakla kalmıyor kimi istediklerini de açıkça söylüyorlardı.

"Şehzade Selim'i isterüüük! Bize Selim gibi cevval bir padişah gerektür!"

Ayaklanma haberi Maltepe'deki Şehzade Ahmed'w ulaşınca, ümit goncasının açmak üzereyken solduğunu anladı. Üzerine gelinmesinden endişelenerek geri çekildi. Çok öfkeliydi. Tahta bu derece yaklaşmışken dönmeyi içine sindiremiyor, ne pahasına olursa olsun kendisini İstanbul'a çağırmaları gerektiğini düşünüyor, başta babası olmak üzere herkesi suçluyordu.

"Dersaadetteki korkaklardan bize hayır yoktur. Evvela Anadolu'ya hakim olup taht şehrine sonra yürüyeceğiz." diyordu.

Devam Edecek...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
7 Temmuz 2007       Mesaj #30
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Önce Gebze taraflarına çekildi. Oradan Konya üzerine yürüdü.

Konya, bir süre önce Şehzade Şehenşah'ın oğlu Şehzade Mehmed'in vilayetiydi. Amcası tarafından hatrı sayılır bir kuvvet tarafından kuşatılınca, hayatına dokunulmamak şartıyla teslim oldu. Bu suretle Şehzade Ahmed, hükümdarlığını ilan etti. Adını hutbelerde okuttu ve memurlar tayin etmeye başladı. Hatta acıdır, ama babasının için gönderttiği elçiyi bile öldürttü...

Artık onu savunan vezirlerin de yapabileceği bir şey kalmamıştı. Bir asiyi tahta çıkarmak için çalışamazlardı. Ama hala Şehzade Selim'i de istemiyorlardı. Geriye kala kala Şehzade Korkud kalıyordu. Gizlice İstanbul'a davet etmişler, tebdil-i kıyafetle yeniçeri ocağına sığınmasını yazmışlardı.

Tavsiyeye uyan Korkud, söyleneni yaptı. Yeniçeri ocağına sığındı. Oradan saltanata bir yol bulmayı deneyecekti. Ama yeniçeriler, kendilerine sığınan padişah oğluna gereken hürmeti göstermekle birlikte gönüllerinde yatan aslanı istemekten vazgeçmediler. Hala "Selim'i isterüüük!" çığlıklarıyla İstanbul inim inim inliyor, sonunda padişah ve devlet ileri gelenleri, Şehzade Selim'i, istemeye istemeye İstanbul'a çağırmak zorunda kalıyorlardı.

Şehzade Selim çoktan hazırdı. Derhal harekete geçip İstanbul'a geldi. Coşkun bir merasimle karşılandı. Yenibahçe'de otağını kurup görüşmelerine başladı. Padişah olması halinde sadece yorgunluk, çile ve sıkıntı vaat ediyor, kınlarında paslanan kılıçların çekileceğini ve "ittihad-ı İslam" temin olununcuya kadar bir daha kılıcım kınlara girmeyeceğini söylüyordu:

"Ben padişah olursam, Arabistan'ı Çerkeslerden, Acem ülkesini Şiadan temizleyeceğim. Hatta mülk-i İslam'ı bir bayrak altında toplamak içün Hind ve Turan'a gideceğim. Şark ve Garp'ta "i!la-yı kelimetullah" uğruna cenk edeceğim."

Ve şöyle ekliyordu:

"Zalimlere, bozgunculara, evladım bile olsa merhamet itmem. Zamanımda rahata varmak ve ahaliye tasallut etmek mümkün olmaz. İşte benim halim ahvalim budur. Biraderim Ahmed ise rahatı sever, yumuşak huyludur. Seferden korkmaz ve haddi tecavüz item istemezseniz biat edünüz; yok eğer rahat arıyorsanız, biraderimi seçünüz. Ki devr-i saltanatında o ve siz zevküsefayla ömür tüketesüz."

Hayır. Yeniçeriler zevküsefa değil, zafer istiyorlardı. Rahata değil, maşakkate ve meşakkatin getireceği zaferlere muhtaçtılar. Selim'in
sözleri, yüreklerindeki ateşi körüklemiş, mert yüreklere sefer aşkı düşmüştü:

"Seni isterüz, billahi senden gayrisini istemezüz!"

"Şu halde pederimizi ziyaret vaktidür. Nicedür müştak olduğumuz mübarek yüzün görüp elini pus idelüm."

Miladi takvim 24 Nisan 1512 tarihini gösteriyordu (7 Safer 918). Osmanlıların bahtı sarayın kapısında atından inmiş,
babasına hürmeten bir hayli yaya yürüyerek divana girmişti. Dışarıda yeniçerinin "Padişahımız mübarek ola!" çığlıkları
yükselirken, Selim ağır ağır babasına yaklaştı. İhtiyar padişahın gözleri oğlunda, oğlunun gözleri yerdeydi. Yaptığı işten sıkılıyor gibiydi. Önüne diz çöküp elini üç kere öptü. Yaşlı aslan dayanamayarak kalktı. Oğlunu omuzlarından kavrayarak kaldırdı
ve yıllar sonra tekrar bağrına bastı. İkisinin de gözlerinde nem vardı. Ağlıyorlardı...

Padişah ağır ağır konuştu:

"Oğlum Sultan Selim Han'ı yerime nespeyledüm. Allah mübarek eyleye!"

Sultan İkinci Bayezid 30 sene, 11 ay, 4 gün oturduğu tahtı, böylece oğluna devretti. Osmanlı tarihinde bir devir kapanmış
yeni bir devir açılmıştı. Dünya tarihinin "Cihangir" olarak selamladığı Sultan Selim, atalarının tahtına çıkmıştı.


Devam edecek...( Yavuz, Padişah)

Benzer Konular

22 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
19 Aralık 2016 / Misafir Soru-Cevap
5 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
19 Eylül 2016 / ener Siyaset tr