Arama

Stokholm Sendromu

Güncelleme: 7 Kasım 2008 Gösterim: 7.113 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Aralık 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Stokholm Sendromu
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Stokholm Sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiye duygusal anlamda bağlanması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan terim.
Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom ismini 1973 yılında İsveç'in başkenti Stokholm'de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terkederek, kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler.
Stokholm sendromu, birçok rehine olayında yaşanmıştır.
Bu ruh halini tanımlayan Stockholm sendromu, otuz yıl önce Stockholm’de bir banka soygunu girişimi sırasında yaşandı; ondan sonra da dünyaya mal oldu. Otuzuncu yıldönümü nedeniyle Stockholm sendromunun filmi de yapıldı.
Olay 23 Ağustos 1973 günü Jan Erik Olsson’un Stockholm’un Normalmstorg semtinde bir banka şubesine girmesiyle başladı. Saat 10:03’te banka şubesine giren soyguncu, silahını çekip elindeki patlayıcıları da havaya kaldırarak “Hepiniz yere yatın parti başlıyor” diye bağırdı ve tavana da birkaç el ateş etti. Müşterilerin ve bu arada bazı memurların dışarıya kaçmasına göz yuman sıyguncu üç banka memuresini esir aldı.
Polis, banka şubesine üç dakika sonra ulaştı ve içeriye giren ilk polis, soyguncunun ateşiyle yaralandı. Polis, soyguncuyla bir saat sonra iletişim kurdu. Jan Erik Olsson, yarısı İsveç Kronu, yarısı da döviz olmak üzere 3 milyon kron tutarında para ile, kapının önüne bir sürat arabası getirilmesini talep etti. Soyguncu bu şartlarının yanı sıra, cezaevindeki arkadaşı Clark Olofsson’un da bankaya getirilmesini istedi. Paraları teslim aldıktan sonra rehineleri yanına alarak, kapı önüne getirileck sürat arabasıyla banka şubesinden ayrılacaklarını söyledi.
Polis öğleden sonra, soyguncunun cezaevindeki arkadaşını bankaya getirdi. İçerisiyle bağlantı, cezaevinden getirilen Clark Olofsson aracılığıyla yürütülmeye başlandı. Akşam ise, kapının önüne bir Mustang park edildi. Talep edilen 1,5 milyon İsveç kronu da soygunculara teslim edildi. Soyguncular da rehinelerden ikisini bırakmayı önerdiler. Ama polis kuşatmayı kaldırmadı.

Başbakan Olof Palme'ye Telefon

Soyguncular ve rehineler geceyi bankada geçirdi. Ertesi günü polis rehinelerle konuşmak istedi. Jan Erik Olsson, rehineleri teker teker gösterdi. Cezaevinden gelen soyguncu öğleden sonra polisle temasa geçerek, arkadaşının bankayı havaya uçurmak istediğini bildirdi. Gece içerden patlama sesi duyuldu. Kasaların patlayıcılarla açıldığı öğrenildi. Jan Erik Olsson, gece Başbakan Olof Palme’yi telefonla arayarak, olay yerinden serbestçe kaçabilmeleri için polis kuşatmasının kaldırılması yolunda polise emir vermesini istedi. Rehine kadın memurlardan biri de Palme ile konuşarak, soyguncunun talebinin yerine getirilmesi için yalvardı. Palme de kadına bu konuda yardımcı olmayacağını, soyguncu kabul ederse, rehineleri serbest bırakması karşılığında kendisini rehin olarak teslim edebileceğini söyledi. Olof Palme’den istediğini koparamayan soyguncu, Dagens Nyheter gazetesini arayarak onlarla da konuştu.
Polis kordonunun dışında gazeteciler kritik bir durumu atlamamak için sürekli nöbet tutarken, halk da olay yerine yığıldı ve geceyi orada geçirmeye başladı. Radyo ve televizyonlar, her gelişmeyi anında aktarırken, olay başka ülkelerde de yankı yarattı.

Halk Polisi Agresiflikle Suçladı

24 ağustos günü Dagens Nyheter’deki söyleşiyi okuyan halk polise kızmaya başladı. Rehinelerle kaçsalar bile soyguncuların onları öldürmeyeceğine inanan halk polisin, kaçma şanslarını ortadan kaldırarak rehinelerin yaşamlarını tehlikeye attığını düşünmeye başladı. Polis ise banka şubesinin arka bölümündeki soyguncuları ve rehineleri üzerlerinden kilitledi. Kilitlenen bölümün tavanından delik açıldı ve yemek sevkiyatı oradan yapıldı. Soyguncular açılan delikten uyuşturucu gaz püskürtüleceği endişesiyle rehineleri tehdit etmeye başladılar. Rehinelerden birinin boynuna sicim bağladılar ve polisin uyuşturucu gaz verimesi halinde boynuna sicim bağlanan rehinenin uyuşurken öleceğini bildirdiler. Gergin bekleyiş 28 ağustos akşamı 21:28’e kadar sürdü. Polis gerçekten içeriye gaz püskürttü, soyguncularda silahlarını atarak teslim oldular.
Altı günlük gergin bekleyiş sırasında polisin tutumu halk arasında tepki yarattı. Polisi agresif bulan halk, soygunculara acımaya başladı. Pazarlık sırasında soyguncularla rehineler arasında iyi bir diyalog olduğu ve rehinelerin de polise kızdığı öğrenildi. Olay bu boyutuyla dünyanın ilgini çekerken, bu ruh hali ‘Stockholm sendromu’ diye anıldı ve zamanla benzeri durumlar için bu tanımlama kullanılmaya başlandı.

Vicdan Pusulası

Soygunculardan Jan Erik Olsson’a on yıl hapis cezası verildi. Sekiz yıl sonra cezaevinden çıkan soyguncu, bir daha yasadışı işlere karışmadı. Önce domuz yetiştiriciliği yaptı. Ardından da Tayland’a taşındı.
Otuz yıl sonra, olay tüm ayrıntılarıyla tekrar anılıyor. Gazeteler Jan Erik Olsson’u Tayland’da buldular. Banka soygunu girişiminden sonra sakin bir yaşam seçen Olsson’un bir dükkan işlettiği öğrenildi. Clark Olofsson ise sadece bir yıl ceza aldı ancak o günden sonra işlediği sayısız suç nedeniyle çok az dışarda kaldı. Şu anda da Kopenhag Cezaevi’nde uyuşturucu kaçakçılığından dolayı aldığı cezayı çekiyor.
Stockholm sendromu bir anlamda vicdan pusulasındaki ibrenin yöneldiği manyetik çekim merkezini de gösteriyor. O manyetik çekim merkezi de, insanların davranışlarındaki makul ölçüden başka bir şey değil. Polis de olsa, asker de olsa fark etmiyor. Banka soyguncuları, rehinelerin hayatı tehlikeye atılmadan yakalanmış olsalar ve aldıkları cezadan çok daha fazlasına çarptırılmış olsalar bile, belki insanlar “Oh olsun” diyeceklerdi. Ama polis, insan hayatını tehlikeye atan davranışıyla halkın tepkisini üzerine çekti. Bunun sonucunda da halk, giderek soygunculara sempati beslemeye başladı.

Irak da Bir Örnek

Suçluya da sempati beslenir mi demeyin. Bazen vicdanlarımız, suçlunun peşindekileri suçlu yerine koyuveriyor. Davranışların insani ölçüler dışına çıkmaya başlaması ve adalet duygusunun zedelenmesi, vicdanımızı yaralayıp empatimizi yönlendirebiliyor.
Irak örneğine bakarak da, bu konuda kendimizi test edebiliriz...

Bir Yorum
Stockholm sendromu oldukça bilindik bir hikayedir ve ismini de gerçek bir olaydan alır. Stockholm’deki bir banka soygunu sırasında, rehin alınan kişiler, kendilerini rehin alan soygunculara karşı aşırı bir sempati duymaya başlarlar; hatta tabir yerindeyse tek taraflı bir “gönül bağı” oluşur.
Stockholm sendromu kurbanlarından birinin de Patty Hearst olması ironiktir. Hearst ailesi, ABD tarihindeki mihenk taşlarından biri. Zamanın medya devi; günümüzde bile çok güçlü olmasına rağmen, TV furyasını yakalamakta geciktiği için tahtını Fox’a devretmek zorunda kaldı.
Hearst’ün ultra paranoyak FBI başkanı J. Edgar Hoover ile “çok yakın” olduğu bilinen bir gerçektir. Yaklaşık 50 sene FBI’ın başında kalan Hoover, muhtemelen Goebbels’den çok şey öğrenmiştir. Uyguladığı korku ve paranoya politikasının ABD halkı üzerindeki etkileri halen devam ediyor. Soğuk savaşın mucidi olmasa bile, en büyük “generali” ve “pratisyeni”, muhtemelen bu adamdır.
Hoover’ın medyanın toplum üzerindeki etkisini iyi analiz ettiği ve medyayı da iyi güdümlediği inkar edilemez. Maalesef bağımsız yayıncılık girişimleri sadece ABD’de değil, dünyanın hemen hemen her yerinde, maddi (ve siyasi) nedenlerden ötürü başarısız olmakta. Pozitif PC’yi çıkarırken, bir bilgisayar dergisi olduğumuz halde, bu başarısızlığı bizzat yaşadım. Onbinlerce okurumuz olmasına rağmen, birkaç bin satan dergiler sayfa sayfa reklam alırken biz sadece 1 reklam alabilmiştik. Bu yüzden Smart BS’i sadece GP2x’i Türkiye getirdikleri için değil, dergimizi desteklemelerinden ötürü saygıyla ve sempatiyle anarım. “Ölmüşler” gibi oldu. Ama değil; GP2X, Türkiye şartlarında önemli bir başarı yakaladı. Bugün çok fazla GP2X’den ya da Smart BS’den bahsedilmiyorsa, nedeni basının ve rakipleri olan Sony’nin “abartılmış” gücündendir.
Stockholm sendromunun temelinde, haksız da olsa güce teslim olma gibi insanın en tiksindiğim özelliklerinden biri yatıyor. Patty Hearst, nasıl kendini kaçırıp yıllarca esir tutanlara teslim olduysa, milyonlarca ABD vatandaşı da Hearst ailesine teslim oldu. William Hearst’ün bir diğer ilginç özelliği ise, liberallikten muhafazakarlığa geçişidir. ABD senatosuna da giren Hearst, “rüzgarı arkasına alan” basının da herhalde ilk örneklerinden biridir.
Güce teslim olmanın psikanalitik açıklaması, bebeklerin çevresindeki onu koruyacak en güçlü yetişkine bağlanmasıdır. Bu bağlanma içgüdüsü, bilinçaltımıza işlediğinden hayatımız boyunca devam eder. Belki “devlet baba” lafının ortaya çıkışında da aynı bilinçaltı süreç çalıştı, kimbilir. Öte yandan, bu teori bana oldukça zayıf geliyor.
İnsanların mevcut konumlarını korumak istemesi, ya da sorumluluk almamak için konformist olmayı seçmesi (daha doğrusu bir seçim yapmaktan kaçınması) çok sık karşılaşılan durumlar ve bunlar üzerine yapılmış sayısız deney var. Bu içgüdünün tarihte toplumsal histeriler biçimine dönüştüğünü de görüyoruz. Aslında Hitler’in arkasından sürüklenen Alman halkının da, bile bile, karşı koymadan ölüme giden Musevilerin (ve Yahudilerin) de aynı ruh hali içinde olduklarını söyleyebiliriz.
Burada iki sinirbozucu şey var: birincisi, koyunlardan çok da farklı hareket etmiyoruz. İkincisi, dünyanın en yaşlı canlıları olmasak da, beynimizin geçirdiği evrim şaşırtıcı derecede az; hala primatın alt beynine sahibiz.



HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
7 Kasım 2008       Mesaj #2
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
23 Ağustos 1973 yılında sendromun ismini de aldığı şehir olan Stockholm'da bir banka soygunu gerçekleşir. Jan Erik Olsson isimli soyguncu elinde silahla Kreditbank isimli bankaya girer ve havaya ateş açar. Saatler 10.03’ü gösteriyordur. Bu esnada bankadan kaçanlar olur. Soygunu haber alan polis bankayı kuşatır. Ancak Olsson’un pes etmeye niyeti yoktur. Para ile birlikte bankanın önüne bir araba ister. Aynı zamanda cezaevinden arkadaşı Clark Olofsson’un da bankaya getirilmesini talep eder. Polis bütün talepleri yerine getirir. Bankanın önüne bir araba çekilir, arkadaşı getirilir ve pazarlıklar arkadaşıyla birlikte yürütülür. Olsson rehineleri bırakmak istemiyordur. 4 rehinesi vardır ve 2 rehineyle beraber arabaya binip uzaklaşmak istiyordur. Polisin kabul etmemesi üzerine gergin bekleyiş başlar. Soyguncu Başbakan Olof Palme’yi arar ve bir rehineyle başbakanı konuşturur. Yine sonuç alınamayınca olay diğer ülkelerde de duyulmaya başlar. Günler geçiyor, ancak anlaşma sağlanamıyordur. Asıl olay bu direnişten sonra olur. 6 günün sonunda rehineler kurtarılmaya karşı çıkarlar. Rehineler soygunculara bir şekilde bağlılık göstermeye başlamıştır ve onlar aleyhine tanıklık yapmaya da karşı çıkarlar. Hatta olayı iyice abartıp, kendi aralarında para toplayıp savunmalarına katkıda bulunurlar. Hikaye odur ki; rehineden biri nişanlısını terk edip, rehineciye aşık olur ve onunla birlikte olmak istediğini söyler. Bu olaydan sonra da rehinelerin, suçlulara duydukları hayranlık, aşk, bağlılık vs. psikolojilerine bu sendromun ismi verilmiştir. İsmi tıp literatürüne kazandıran kişiyse Nils Bejerot isminde bir psikologtur.

Sponsorlu Bağlantılar
Bu sendrom sadece rehin alma durumlarında gerçekleşmez. Şartların eşit olmadığı, baskı uygulayan bir kişinin bulunduğu, hayatta kalma içgüdüsünün ağır bastığı durumlarda da gerçekleşir. Size baskıda bulunan kişiye karşı bağımlı olduğunuzu hissedersiniz. Çünkü bir empati geliştirir ve kendinizi onun yerine koymaya başlarsınız. Artık suçlu o değil, sizsinizdir.

Son olarak 2001 yılında kaçırılan gazeteci Yvonne Ridley, 1959 doğumlu İngiliz vatandaşıdır. Afganistan’da Taliban tarafından rehin alınır. Serbest bırakılırsa Kuran-ı Kerim-i okuyacağına söz verir. Daha sonraysa İslam dinini seçer. Batı medyası tarafından Stockholm Sendromu kurbanı olduğu iddia edilmiştir.

Benzer Konular

26 Mart 2013 / Pollyanna Tıp Bilimleri
28 Mart 2009 / HipHopRocK Tıp Bilimleri
4 Mayıs 2008 / Pollyanna Tıp Bilimleri
27 Mayıs 2008 / drzombie Taslak Konular
9 Haziran 2013 / _EKSELANS_ Mimarlık