Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 59

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 613.258 Cevap: 719
peaceful - avatarı
peaceful
Ziyaretçi
11 Kasım 2008       Mesaj #581
peaceful - avatarı
Ziyaretçi
UYKUSUZLUKTAN TUTUN DA KANSERE KADAR...

Bu cihazlar tehlike saçıyor !
Sponsorlu Bağlantılar
Kış aylarının gelmesi ile yeni bir tartışma başladı. Kanser yaptığı iddia edilen infared teknolojisi ısıtıyor mu yakıyor mu?

Kullanımı son yıllarda yaygınlaşan ve yıllık satışı 1,5 milyon adedi bulan elektrikli ısıtıcıların sağlığımıza etkileri konusunda ciddi soru işaretleri var. Uzmanlara göre, bu infrared ısıtıcılardan, bebek alarmlarına ve mikrodalga fırınlara kadar evimizi çevreleyen elektromanyetik alanlar, cinsel isteksizlikten baş ağrısına, uykusuzluktan kansere kadar birçok ciddi sorunun kaynağı. Yeni Aktüel'den Özgür Gürbüz'ün haberine göre bu alanda büyük tartışma yaşanıyor.

İlk olarak, pazarın lider markası olan UFO Işıkla Isıtma Sistemleri Ltd. Şirketi tarafından tasarlanan infraredli ısıtıcı piyasası, yılda 1,5 milyon cihaza ulaşmış durumda ve bu rakamın 1 milyonu UFO'ya ait. UFO Yönetim Kurulu Başkan Vekili Abdullah Yeşil, piyasada çok sayıda “merdiven altı” tabir edilen firma olduğunu belirtiyor. Yeşil, infrared teknolojisini ısıtmada kullanarak yarattıkları yeni cihazlarını taklit eden 84 firma tespit ettiklerini bunun 17'sine de dava açtıklarını belirtiyor. Birçoğuna ise dava bile açamadıklarını çünkü firmaların ticari sicil kayıtlarının bile olmadığından yakınıyor.

“Güneş ışınları daha zararlı”

İnfrared ile ısıtma kısaca ısının ışık yoluyla taşınması olarak açıklanabilir. Güneşin dünyayı ısıtması da bu yolla olduğu için çoğu zaman “güneş gibi ısıtıyor” da deniyor. Tam da bu noktada bazı itirazlar geliyor. Güneş ışınlarının deride incelme ve kırışıklığa yol açma, katarakt ve cilt kanseri gibi ciddi sorunlara yol açtığı biliniyor. Pazarın lider markası UFO'nun Yönetim Kurulu Başkan Vekili Abdullah Yeşil, “Kullandığımız özel direnç teliyle 2,4 mikro/metre dalga boyunda infrared dalgalar oluşturuyoruz. 2,4 mikro/metre güneşin ısısını dünyaya getiren, ısıyı en iyi taşıyan dalga boyu aralığıdır. O yüzden de güneş gibi ısıtıyor diyoruz. Zararsızdır diye bir şey söz konusu değil, her şey zararlıdır” diyen Yeşil, “Dünyada yaşayan her insan risk altındadır. Öğle vakti gelen güneş ışınları bizim cihazlardan 10 kat daha zararlıdır. Biz, uzun dalgayı (infrared) çıkarıyoruz. Güneşin ışınlarında ise daha kısa dalgalar da (ultraviyole) geliyor” açıklamasını yapıyor. Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) tarafından hazırlanan sağlık raporunda da cihazlarının insan sağlığına zarar vermediğinin kanıtlandığını söylüyor. Erken doğan bebeklerin kuvözlerinde de benzer ısıtıcıların kullanılmasını örnek veren Yeşil, yurtdışında onlarca ülkeye ihracat yaptıklarını ve gerekli tüm standart belgelerine sahip olduklarının altını çiziyor ve 50 herz frekansında çalışan cihazlarının kesinlikle bir sağlık sorunu yaratmadığını öne sürüyor.


Sağlık raporu hatalı mı?

Bu konuda ikna olmayanlar da var. İnfrared ile çalışan bu cihazların insan sağlığı açısından ciddi tehlikeler içerebileceğini belirten Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü'nden Prof. Dr. Selim Şeker öncelikle UFO'nun YTÜ tarafından hazırlanan raporuna itiraz ediyor. Cihazın elektromanyetik spektrum’un “infrared” bölgesinde çalıştığını belirten Şeker, bu bölgenin iyonize eden radyasyon bölgesi olduğunu (300-1000000 GHz) , ölçümde kulanılan cihazın ölçme aralıgının ise 5Hz-3GHz arasında kaldığını bu nedenle ölçümdeki aletin infrared bölgesinde kullanılamayacağını söylüyor. UFO'nun 50 herz'de çalıştığı bilgisine de şöyle itiraz ediyor: “UFO 50 herz'de calısıyor ama verdigi ısı infrared frekanslarında. Standartlar kısa vadede ısısal etkileri nazara alır uzun vadede neler olabilir onunla ilgili bir sey söylemez. Hastahanelerde kaç dakika kullanılıyor bilmiyorum ama bu bir bilimsel kanıt degildir. Kanser yapan sigarayı doktorun içmesi kanser yapmadıgının delili olur mu?”

Prof. Şeker, 50 herz frekansında çalışan aletlerin yarattığı manyetik alan standartları konusunda Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Ekim 2001'de uyarıda bulunduğunu da anımsatıyor ve cep telefonların 1 watt'tan az güçleri, TV ve bilgisayarların 50 watt civarındaki güçleri için standartlar ve pek çok önlemler tavsiye edilirken böyle bir gücün yanımızda bulunmasını normal ve güvenli kabul edemiyorum” diyor. Bu tartışmanın ciddi ve bağımsız bir kuruluş tarafından incelenip sonuçlarının kamuoyuyla paylaşılması gerektiği ortada. Bu konuda aslında bir girişim de var. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin CHP'li üyeleri, Çevre Komisyonu'na “İyonlaştırmayan Radyasyondan Korunma Kurulu” kurulması için teklif vermiş durumda. Çevre Komisyonu Başkanı Haluk Özdalga, tekliften henüz haberda olmadığını belirtse de, böyle bir kurulun kurulması baz istasyonlarından evimizdeki aletlere kadar birçok konuda kontrolün sağlanmasına yol açabilir.


Ev ve işyerlerinde elektromanyetik alan üreten cihazlar:

Bebek alarmı
Bilgisayar oyun setleri
Elektrikli traş makinesi
Elektrikli saat
Radyolar
Elektrikli fırın ve ısıtıcılar
Elektrikli battaniyeler
Soketler
Elektrikli süpürge
Aydınlatma lambaları
Çamaşır makinesi
Bilgisayarlar
Fotokopi makineleri
Saç kurutma makinesi
Mikrodalga fırın
Televizyonlar
Dizüstü bilgisayarlar
Hi-Fi müzik setleri
Elektrikli dikiş makineleri



Elektromanyetik alanların sağlık etkileri

Elektromanyetik alanların (EMA) insanlar üzerindeki etkileri çok çeşitli ve vücut yapılarına göre de değişiklik gösteriyor. En basit ve kısa süreli etkiler, baş ağrısı, göz yanması, halsizlik ve baş dönmeleri olarak belirtiliyor. Uzun sürede ortaya çıkan etkiler ise bağışıklık sistemini zayıflatmak, hücrelerarası aktiviteyi, hormon salgısını etkilemek, şehvet (libido) azalmasına yol açmak ve embriyonlarda anormal gelişmelere neden olmak olarak özetlenebilir. Bağışıklık sisteminin zayıflaması ve hücre yapılarının bozulmasının muhtemel bir sonucunun da kanser olduğunu belirtmekte fayda var. Bu aletlerden vazgeçemiyor ve doğru kullanmıyorsanız bu suçun bir bölümü de size ait. Türkiye'de standart ve denetim eksiğinin olması da başka bir problem. Baz istasyonları ve yerleşim yerlerinin üzerinden geçen yüksek gerilim hatları bunun en çarpıcı ve kamusal örnekleri...


Elektrikli aletler, etkileri, korunma yöntemleri

Bilgisayar monitörü


Bilgisayar ve televizyonlar çevrelerine ultraviyole, mikrodalga, x ışınları, radyo dalgaları, kızılötesi ve düşük frekanslı elektrik ve manyetik alan kirliliği yaparlar. Bilgisayar yakınında çalışan kimselerde gözde ağrı, hassas cilde sahip olanlarda yüz ve kol derilerinde isilik oluşması, mide bulanması, baş ağrısı ve yorulma gibi şikayetler oluşmaktadır. Göz problemlerini önlemek için bilgisayar masasının pozisyonunda değişiklik yapın. Ekran filtreleri kullanın ve yansımayı önleyecek koyu renk giysi giyin. Bilgisayar ekranlarının CE etiketi taşıyıp taşımadığını kontrol edin. Bilgisayarınızı hem kendinize hem de yakınınızdakilere en az 1 metre uzak kalacak şekilde yerleştirin. Yaratılan manyetik alanın duvardan da geçebildiği unutulmamalı.

Bebek alarmları

Beşikten en az 1 metre uzakta durmalılar. Bu üniteler radyo frekanslı enerji yayar.

Alarm saat ve radyolar

Elektrikle çalışan alarmlı saat ve radyoları beyne gereksiz radyasyon yollamamak için yataktan en az 1,5 metre uzakta durması gerekir. Pilli olanlar ise sanılanın aksine daha fazla manyetik alan üretir.

Dizüstü bilgisayar

Genelde düşük seviyede manyetik alan üretir ancak adaptör bağlantısı yapıldığında metre başına yüz voltu bulan yüksek şiddette elektrik alan üretir. Dizüstünü oturduğunuz yerin uzağında şarj etmeniz öneriliyor.

Bilgisayar Oyun Setleri

Bu tür oyun setleri transformöter içermesi nedeniyle yüksek şiddette denebilecek elektrik alanı yayar. Kullanılmadığı zaman fişten çekilmesi, çocukların oynarken belirli bir mesafede tutulması önerilir.

Elektrik Fırınları

Çalışma sırasında mikrotesla seviyesinde hayli yüksek manyetik alan üretirler. Pişirme süresi boyunca yaklaşılmamalıdır.

Elektrikli Battaniyeler

Battaniyelerin altında ve üstünde yüksek seviyede alan oluşur. Yatağa girmeden mutlaka prizden çıkarılması gerekir. Bazı uzmanlar hiç kullanılmamasını tavsiye etmektedir.

YENİ AKTÜEL
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:46
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
11 Kasım 2008       Mesaj #582
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
“Yaşlılarda diz ağrıları protezle gideriliyor”

Sponsorlu Bağlantılar

Kireçlenmeye ya da bazı romatizmal hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan diz ağrıları yaşlı insanların en büyük sorunları arasında yer alıyor.


Ancak çoğu bu sorunu gelişen tedavi yöntemleriyle çözmek yerine ağrılara katlanmayı tercih ediyor. Bunun en önemli nedeni ise “Yaşlıyım, ameliyat olamam” ya da “Ameliyat olursam kötüleşirim” korkusu. Oysa uzmanların söylediklerine göre ağrılarla yaşamaya hiç de gerek yok. Çünkü gelişen diz protezleri sayesinde diz ağrısından dolayı yürüyemeyen, eve kapanan, hatta evin içinde bile işini göremeyen kişilerin yaşam kalitelerini yükselterek hayatın içinde yer almaları mümkün. Türkiye’de yılda yaklaşık 20 bin diz protezi uygulaması yapıldığını söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi’nden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Aydın Yücetürk, bunun korkulacak bir ameliyat olmadığını söylüyor...
• Hangi durumlarda diz protezleri gerekiyor?
Diz protezi genellikle 60 yaş üzerinde gerekiyor. Buna genellikle kireçlenmeler ve romatizmal hastalıklar nedeniyle başvuruyoruz. Protez takılmasının en büyük nedeni ise ağrı. Kişide ağrı varsa, hastanın günlük yaşantısı olumsuz etkileniyorsa, yürüme mesafesi çok kısalmışsa, evin içinde günlük işlerini bile ağrı nedeniyle yapamıyorsa diz protezi uyguluyoruz.
• Diz protezinin başarı oranı ne kadar yüksek?
Türkiye’de yılda yaklaşık 20 bin diz protezi uygulanıyor. Başarı ve hasta memnuniyet oranı ise yüzde 90’larda. Bu çok yüksek bir rakam. Diz protezinin başarısız olmasının en büyük nedeni enfeksiyon. Bu da uygun olmayan ameliyathane koşullarında ortaya çıkıyor. Enfeksiyonun olmaması lazım. Örneğin şeker hastalarında ve romatizmal hastalıkları olanlarda enfeksiyon riski yüksek oluyor. Bu hastalara ve varis hastalarına da dikkat etmeli. Varis hastalığı olanlarda akciğerde emboli riski çok yüksek. Akciğer embolisi, akciğer atardamarı veya onun dallarından bir ya da birkaçının kan pıhtısı ile tıkanması sonucu ortaya çıkan bir klinik tablo. Bu tür hastalarda kan sulandırıcı ilaçlar kullanıyoruz. Diz protezinin başarılı olması için ayrıca teknik olarak da iyi yerleştirilmesi çok önemli.
• “Ameliyat olursam kötüleşirim” korkusu olan hastalara ne diyelim?
Sadece enfeksiyon oluşursa ya da protezi yerleştirirken sinir yaralanması oluşursa hastanın durumu daha kötü olur. Ancak burada eğer ağrı çok şiddetliyse yapılabilecek başka bir tedavi yöntemi yok. Mesela diz eklem içi enjeksiyonları çok fazla yapılıyor. Bunların, ağrısı çok şiddetli olan, ciddi kireçlenme sorunu olan hastalarda artık bir yararı yok. Hasta ya bu ağrıyla yaşayacak ya da protez takılacak. 60 yaş üzeri hastalarımızın çoğu namaz kılıyor. Biz, özellikle diz sorunu olan hastalarımızın mutlaka oturarak namaz kılmalarını istiyoruz. Protez uygulansa bile namazı oturarak kılmaları gerekiyor. Hastalarda “Ben yaşlıyım, bu ameliyatı nasıl olacağım?” korkusu çok yaygın. Oysa bu ameliyat zaten yaşlılarda yapılan bir ameliyat. Burada ana kriterimiz ağrı. Ve bu şiddetli ağrının başka çözümü yok.
“Hasta ameliyattan bir gün sonra yürüyebiliyor”
• Yöntem nasıl işliyor?
Ağrının nedeni, dizdeki iki kemiğin birbirine sürtmesi ve kıkırdağın tamamen ortadan kalkması. Diz kemiği üç kemik ve iki eklemden oluşuyor. Bir de diz kapağı var. Diz kapağı da ağrı yapar. Ameliyatlarda zaten çoğunlukla diz kapağını da değiştiriyoruz. Burada proteze uygun kemik kesileri yapıyoruz. Kesileri, bu protezi oturtacak şekilde yaptıktan sonra protezi yerine yerleştiriyoruz. Hasta ise ertesi gün ayağa kalkabiliyor. Tabii ki biraz ameliyat ağrısı oluyor. Ancak bu ağrı ve bacaklardaki şişlikler 1 buçuk-3 ay içerisinde geçiyor. Bu dönem biraz rahatsız bir dönem olabiliyor ama hemen yürümelerine izin veriyoruz.
• Ameliyat sonrası dikkat edilmesi gerekenler neler?
En önemli şey ön taraftaki adalenin birtakım egzersizlerle güçlendirilmesi. Hastalar dizlerine dikkat etmeliler. Ayrıca yüksek yerlerde oturmalılar, tuvalet de yükseltilmeli. Alaturka tuvalet kullanılmamalı. Yer sofalarında oturmak ya da bağdaş kurmak da dizlere zarar verir ve de müsaade edilmez. Dizin hareketlerini aşırı derecede zorlamamak gerekiyor. Ancak protez günlük yaşantı için gerekli olan hareketleri sağlamış oluyor.
• Kilonun zararı var mı dize?
Elbette. Fazla kilo dize zararlı. Ayrıca fazla kilo ameliyatı da zorlaştırıyor. Bu tür hastalarda ameliyat sonrası enfeksiyon gelişme riski de daha fazla oluyor. Kilo protezin ömrünü de kısaltıyor. Çünkü her adım attığınızda dize vücut ağırlığının 4-5 katı yük biniyor. Yani bir insanın 10 kilo fazlası varsa her adımda dizler 40-50 kilo fazladan yük taşımış oluyor. Bu ağırlık da protezleri zorluyor. Kilolu insanlarda dize protez takılmasına yol açan kireçlenmeler de daha sık görülüyor. Kilosu olmayan hastalarda protez ameliyatlarının sonuçları da daha başarılı.
• Protezin ömrü ne kadar?
Hasta dikkat ederse ve iyi bir teknikle uygulanırsa protezin ömrü yaklaşık 15 yıl. Tabii ki burada kemik kalitesi de çok önemli. Mesela kemik erimesi fazla olan kadınlarda protezin ömrü biraz daha kısalıyor. Ancak protez doğru ortamda doğru hastaya takılırsa yaşam kalitesini yükseltiyor. Bu, korkulacak bir ameliyat değil...

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:46
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
12 Kasım 2008       Mesaj #583
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Müzik kalp - damar sistemi için de iyi

İnsanın, sevdiği bir müziği dinlemesinin kalp-damar sistemine iyi geldiği belirlendi.

ABD Maryland Üniversitesi Tıp Merkezi Önleyici Kardiyoloji Merkezi Başkanı Dr. Michael Miller, sevilen bir müziğin dinlenmesi sırasında kan damarlarının genişlediğini belirlediklerini söyledi.

Miller, ''Kan damarları o sırada, tıpkı kahkaha atıldığı veya kanla ilgili ilaç alındığı sıradakiyle aynı derecede genişliyor. Ulaştığımız bu sonuç çok etkileyici. Kan damarlarının çapı genişliyor, damarlar mükemmel biçimde açılıyor. Damarlardaki bu açılma düzeyine, eksersiz ve benzeri aktiviteler yapılırken ulaşılıyor'' dedi. Miller'in verdiği bilgiye göre ''statin ve ACE inhibitörü'' grubu ilaçlar alındığında da aynı etki elde ediliyor.

Damarlar açıldığında kan, daha sakin ve düzenli akmaya başlıyor ve bu sırada, kalp krizleri ve felçlere yol açan pıhtıların oluşması azalıyor.

Bulgularını New Orleans'taki Amerikan Kalp Derneği'ne sunan Miller, yine de ilaç kullanmak zorunda olanların veya eksersiz yapanların bunu kesmesini tavsiye etmiyor, ancak sevilen müzikleri dinleyerek, kalbin genel sağlığına katkıda bulunulabileceğimizi belirtiyor.

Miller'in ekibi, bu çalışmaları sırasında sağlıklı ve sigara içmeyen toplam 10 kadın ve erkek üzerinde incelemeler yaptı. Gönüllüler, yarım saat sevdikleri parçaları, yarım saat de hoşlarına gitmeyen hatta kendilerini kaygılandıran parçaları dinlediler. Bu sırada bu kişilerin damarları, ultrasonla izlendi.

Sonuçta gönüllülerin, sevdikleri müziği dinlerlerken kan damarlarının yüzde 26 oranında genişlediği, hoşlanmadıkları müziği dinlediklerinde ise damarlarının yüzde 6 oranında daraldığı belirlendi.


A.A

GAZETEPORT
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:47
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
13 Kasım 2008       Mesaj #584
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Az Yenilen En Faydalı 11 Besin


meyvelergC3BCzellik


Amerikalı beslenme uzmanı Jonny Bowden, insanların tüketmesi gerekirken genelde tüketmedikleri faydalı yiyeceklerin listesini yaptı.

Ancak, onun favorisi olan, guava (tropik bir meyve), goji kirazı gibi bazı meyve ve sebzeleri her manavda bulmak zor.Yeryüzünün en sağlıklı 150 yiyeceği" adlı kitabın yazarı Bowden'e, her yerde de bulunulabileğimiz en sağlıklı besinlerin kısa bir listesi soruldu.

Bowden'ın hazırladığı 11 maddelik liste şöyle:

1 - Pancar: Pancarı, kırmızı ıspanak gibi düşünebilirsiniz. A ve B vitamini açısından zengin. Ayrıca doğal kırmızı rengi, kanserle mücadelede etkili olduğunun işareti. Çiğ olarak ya da salataya rendeleyerek tüketin. Pişirmek antioksidan özelliğini azaltır.

2- Lahana: İçerdiği "sulforaphan" adı verilen kükürt enzimleriyle, tümör oluşumunu önleyen bir besin kaynağıdır. Uzakdoğulular gibi lahana salatası olarak veya burger sandviçlerdeki gibi gevrek şekilde tüketilmesi tavsiye edilmektedir.

3- Pazı: Özellikle İsviçre pazısı (Swiss chard) türü tavsiye edilmekte. İçerdiği karotenlerle, ihtiyar gözler için faydalıdır. Küçük parçalar şeklinde zeytinyağına doğranarak yenilmelidir.

4 - Tarçın: Kan şekeri ve kolesterol kontrolü için çok faydalıdır. Kahvenize, çayınıza veya kahvaltıda yediğiniz sütlü gevreğinize serperek tüketebilirsiniz.

5 - Nar suyu: Tansiyonu düşürücüdür, Hücrelerdeki oksitlenmeyi önler. Başka bir şeyle karıştırmadan doğrudan içmek daha faydalıdır.

6 - Kuru erik: Kanser savaşan iyi bir antioksidan deposudur.

7- Kabak çekirdeği: Kabağın en besleyici kısmı çekirdeğidir. Magnezyum deposudur. Erken ölüm riskini azaltır, mineral değeri yüksektir.

8 - Sardalye balığı: Dr Bowden bunu, konservede sağlık olarak tanımlıyor. Kalsiyum içeren, kurşunsuz "omega 3" adlı yağ asidi miktarı yüksektir. Demir, magnezyum, fosfor, potasyum, çinko, bakır, manganez içerir ve bunların yanında B vitamini deposudur. Sade veya salata ile yiyebilirsiniz. Zeytinyağı veya sardalye yağı ile karıştırın.

9- Zerdeçal: Hint safranı olarak da anılan bir zencefil türüdür. Kansere karşı oldukça faydalı bir besindir. Yağda pişmiş yumurtaya serpilerek veya herhangi bir sebze yemeğine katılarak tüketilebilir.

10 - Taze veya Donmuş yaban mersini: Dondurmak bir çok besinin besin değerini azaltırken, yaban mersini dondurularak çok uzun seneler muhafaza edildiği halde değerini kaybetmemektedir. Başta Alzheimer olmak üzere bir çok hastalığa karşı iyi gelen bir ilaçtır. Yoğurtla karıştırarak, çikolatalı süte bademle birlikte serpilerek tüketilebilir.

11 - Taze veya Konserve kabak: Düşük kalorili bir sebze konservesi. A vitamini deposu. Biraz tereyağı ve üzerine tarçın ve hindistancevizi tozu serperek tüketebilirisiniz.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
16 Kasım 2008       Mesaj #585
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Grip mi geçiriyorsunuz? Soğuk Algınlığı mı?


Havaların soğumaya başladığı bugünlerde hapşırık nöbetleri geçiriyor ve sürekli burnunuz aktığı için elinizde mendillerle mi dolaşıyorsunuz? Hemen grip oldum diye endişeye kapılmayın. Çünkü yaşadığınız bu şikayetler soğuk algınlığından da kaynaklanıyor olabilir. Medical Park Fatih Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. İlker İnanç Balkan, grip ve soğuk algınlığı hakkında bilgi verdi.

Havaların soğumaya başladığı bugünlerde hapşırık nöbetleri geçiriyor ve sürekli burnunuz aktığı için elinizde mendillerle mi dolaşıyorsunuz? Hemen grip oldum diye endişeye kapılmayın. Çünkü yaşadığınız bu şikayetler soğuk algınlığından da kaynaklanıyor olabilir. Medical Park Fatih Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. İlker İnanç Balkan, grip ve soğuk algınlığı hakkında bilgi verdi.

Üst solunum yolu enfeksiyonu olan soğuk algınlığı ve grip genelde bulaşma yolu, klinik seyir ve belirtileri ile birbirinden ayrılamadığı için iki hastalık yanlış olarak birbirinin yerine kullanılıyor.

Soğuk algınlığında genellikle burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, boğaz ağrısı, boğazda yanma ve öksürük görülüyor. Bu tabloya bazen Ateş de eklenebiliyor. Ancak soğuk algınlığında görülen ateş, gripte yaşanan ateşe göre oldukça düşük seyrediyor. Soğuk algınlığında vücut direnci yeterli ve bağışıklık sistemi sağlam olanlar için yatak istirahati şart değil.

Gripte ise ani başlayan yüksek ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ağrısı ve kuru öksürük ile karakterize daha ağır bir klinik tablo vardır. Yol açtığı ciddi halsizlik nedeniyle grip, kişiyi birkaç gün yatağa bağlar ve işgücü kaybına neden olur.

GRİP ZATÜRREYE, SOĞUKALGINLIĞI ORTA KULAK İLTİHABI VE SİNÜZİTE YOL AÇABİLİR!

Grip ve soğuk algınlığı her yaşta görülebiliyor. Ancak yaşlılar, kronik hastalığı bulunanlar ve küçük çocuklar her iki hastalığı da daha ağır geçiriyor. Gribin en önemli iki komplikasyonu; gribin zatürree ile seyretmesi ve ikincil bakteriyel enfeksiyonların tabloya eklenmesidir. Soğuk algınlığında ise orta kulak iltihabı ve sinüzit görülebiliyor.

GRİP SALGINA DÖNÜŞEBİLİR

Grip, Influenza A,B ve C virüslerinin neden olduğu bir solunum yolu enfeksiyonudur. Ancak zatürreeye dönüştüğü zaman ölümle sonuçlanabiliyor. Gripte, soğuk algınlığından farklı olarak, ani başlayan yüksek ateş, halsizlik, şiddetli baş ve kas ağrıları görülüyor. Gribin üç etkeninden Influenza C çok hafif atlatılan bir klinik tabloya yol açarken, Influenza B mevsimsel salgınlarda sebep olabiliyor. Influenza A ise, yapısında barındırdığı değişken antijenik özellikler nedeniyle dünya çapında salgınlara karşımıza çıkabiliyor.1918'de “İspanyol gribi” olarak adlandırılan Influenza A salgınında 21 milyon insan hayatını kaybetmiştir. 1978'de görülen son pandeminin ardından yeni bir grip salgını beklenmekte, bunu önlemek için gerekli çalışmalar Dünya Sağlık Örgütü tarafından yürütülmektedir. Her yıl dünya üzerinde görülen Influenza A virüs alt tiplerinin referans laboratuvarlarda tespiti ve bu tespit doğrultusunda bir sonraki yılın grip aşısı bileşiminin belirlenerek aşı üreticilerine verilmesi bu çalışmalardandır. Grip mevsimi başlangıcında, o yıl için etken olması beklenen grip virüsüne uygun içerikle hazırlanmış grip aşısını yaptırmak, gripten korunmanın en doğru şeklidir.

GRİP AŞISINI İHMAL ETMEYİN

Neden olduğu ağır komplikasyonlar nedeniyle, grip salgınından en çok kronik tıkayıcı akciğer hastalığı, astım, diyabet, kanser, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, bağışıklık bozukluğu, kronik kan hastalığı (ör:hemoglobinopati) rahatsızlığı olanlar etkileniyor. Bu tip hastalıkları olan kişilerin, dördüncü ayından itibaren gebelerin, 50 yaş üzerindekilerin, sık seyahat edenlerin, işgücü kaybı tolere edilemeyecek meslek gruplarının, öğrenci ve askerlerin sonuç olarak gripten korunmak isteyen herkesin grip aşısı yaptırması öneriliyor. Çünkü aşının koruyuculuğu yüzde 70-90 arasında yer alıyor. Aşı olduğu halde grip geçirenler ise hastalığı daha kolay atlatıyor.

GRİP AŞISI SOĞUK ALGINLIĞINDAN KORUMAZ!

Ancak unutmamalıdır ki “Grip aşısı” kişiyi soğuk algınlığından, nezleden, diğer virüs ve bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlardan korumaz. Bunlardan korunmada yakın temastan kaçınmanın, el yıkamanın, dengeli ve düzenli beslenmenin faydası vardı.

GRİP VE SOĞUK ALGINLIĞI KIŞI SEVER

Grip ve soğuk algınlığına neden olan bazı virüsler yapısı gereği nem oranının düştüğü soğuk aylarda uygun yaşama koşullarını bulabildiklerinden bu hastalıklar daha çok kış aylarında meydana gelir. Özellikle ocak ayı, grip vakalarının en çok görüldüğü aydır. Ayrıca kış aylarında grip ve soğuk algınlığının salgın haline dönüşmesinde, kapalı ortamlarda toplu olarak bulunmadaki sıklık ve sürelerinin artmış olması da önemli rol oynuyor.

ÖPÜŞMEYİN

Grip ve soğuk algınlığına neden olan virüsler damlacık yolu ile bulaşır. Konuşma, öksürme, hapşırma sırasında havaya saçılan virüs yüklü damlacıklar, bir metre ve daha yakın mesafe içeren yakın temaslarda kişiden kişiye rahatlıkla bulaşır. Bulaşmayı izleyen 3 gün içinde hastalık belirtileri ortaya çıkar. Bulaştırıcılık ise, hastalık belirtilerinin başlamasından 1 gün önce başlar ve hastalık belirtileri başladıktan sonra 3-7 gün devam eder.

ELLERİNİZİ SIK SIK YIKAYIN

Gripte damlacık yolu ile bulaşma ön planda iken soğuk algınlığı ve nezle bulaşmasında (Rhinovirüsler cansız yüzeylerde uzun süre canlılığını koruyabildiği için) eller çok önemli bir rol oynuyor. Bu nedenle nezle veya soğuk algınlığı geçirmekte olanların ve onlarla temas halindekilerin sık sık ellerini yıkaması gerekir.

BOL BOL IHLAMUR İÇİN

Grip, soğuk algınlığı ve nezle gibi virüslere bağlı enfeksiyonların tedavisi birbirine benzer. Geleneksel bitkisel çaylar( ıhlamur vb) dahil her türden bol sıvı ve C vitamini alınması, istirahat semptomlara yönelik tedavi için yeterlidir. Nadir görülen ikincil bakteriyel enfeksiyonlar tabloya eklenmedikçe tedavide antibiyotiklerin yeri yoktur.

“İLAÇLA 1 HAFTADA İLAÇSIZ 7 GÜNDE GEÇER!”

Hiçbir ilaç kullanılmasa da gerek grip gerek diğer viral üst solunum yolu enfeksiyonları en geç bir hafta içinde kendi seyrini tamamlar ve iyileşir. Bu süreç, sigara içicilerinde (geçmeyen öksürük) ve bağışık yanıtı baskılanmış kimselerde daha uzun sürebilir. Ateşin düştükten bir süre sonra yeniden yükselmesi, koyu sarı-yeşil renkli burun-geniz-kulak akıntısı, koyu balgamlı öksürüğün ortaya çıkması ikincil bakteriyel enfeksiyonlar açısından uyarıcıdır, mutlaka hekime başvurulmalıdır.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:47
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
16 Kasım 2008       Mesaj #586
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Suda damacanayla gelen tehlike


Günlük hayatın vazgeçilmezleri arasına giren damacana sularının mikrobiyolojik incelemesi sonucunda, suların yüzde 53.1’inde mikroba rastlandı.

Ankara'da damacana sularının mikrobiyolojik incelemesi sonucunda, suların yüzde 53.1’inde mikrobik etkenlerin pozitif olduğu bildirildi.

Sağlık Araştırmaları Sitesi’nde yer alan çalışmaya göre, Araştırma Ankara'da Gülhane Askeri Tıp Akademisi lojmanlarında, Doç. Dr. Ö.Faruk Tekbaş ve arkadaşları tarafından yürütüldü. Araştırma kapsamında GATA lojmanları bölgesinde bulunan 400 evde kullanılan damacana suyundan numunesi alındı.


Mikrobiyolojik incelemesi sonucunda, damacana sularının yüzde 10.2’sinin bulanıklık ve renk açısından, yüzde 99’unun sülfat, kalsiyum ve potasyum açısından, yüzde 98’inin sodyum ve magnezyum açısından, yüzde 94.9’unun klor ve yüzde 14.3’ünün nitrit açısından uygun olmadığı sonucuna ulaşıldı.

Alınan su numunelerinde mikrobiyolojik üremenin ve suların anyon-katyon değerlerinin yüksek olduğunun belirlendiği araştırmada, mikrobiyolojik kirliliğin nedeninin ise pompa temizliğine gereken önemin verilmemesi olabileceği belirtildi.

POMPADAKİ BÜYÜK TEHLİKE

Çalışmaya dahil edilen katılımcıların yüzde 90'ının damacana suyu kullandıkları, söz konusu kullanıcıların yüzde 50’sinin damacana pompasını hiç değiştirmedikleri, yüzde 15.3’ünün de pompayı hiç temizlemedikleri saptandı. Damacana suyu kullanan kişilerin damacanalarının pompalarını haftada 1 kez klorlu suyla temizlemeleri öneriliyor.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:47
peaceful - avatarı
peaceful
Ziyaretçi
16 Kasım 2008       Mesaj #587
peaceful - avatarı
Ziyaretçi
STRESTEN UCUZ KURTULMANIN YOLU

Şekersiz sakız strese yeni çözüm
Stresi ve bunalımı azaltmanın en ucuz yolu bulundu: Şekersiz sakız çiğnemek.

Yapılan araştırmada, sakız çiğnemenin zindeliği arttırdığı ve çoklu görevlerde performansı geliştirdiği bulundu. Swinburne Üniversitesi'nden Davranış Bilimleri Profesörü Andrew Scholey, Northumbria Üniversitesi'nde yürüttüğü çalışmada, sakız çiğnemek ile pozitif, rahatlatıcı sosyal davranışlar arasında bir bağ bulduğunu söyledi.

Kontrollü çalışmada yaklaşık 22 yaşlarında rastgele seçilen 40 kişi, güvenilir bir şekilde strese teşvik edildikleri ve performanslarının ölçüldüğü platform olan "Tanımlı Şiddet Stresör Simülasyonu (DISS)" testine katıldı. Katılımcıların endişe, zindelik ve stres seviyeleri şekersiz sakız çiğnerlerken ve çiğnemedikleri anlarda, DISS testini tamamlamadan önce ve tamamladıktan sonra ölçüldü. Araştırmada, sakız çiğneyenlerdeki "ağız sulanması kortizol seviyesi"nin (psikolojik stres belirleyicisi) sakız çiğnemeyenlere oranla yüzde 16 daha az olduğu bulundu.

Psikoloji ve Davranış Dergisi'nde yayınlanan araştırma için Scholey, "Araştırma bulguları bize sakız çiğnemenin günlük yaşamın stresiyle başa çıkmamızda yardımcı olabileceğini gösterdi" dedi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:47
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #588
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Sağlık için havalandırın


Beynin de diğer bütün organlar gibi oksijen ve gıdalarla beslendiğini belirten uzmanlar, çevre kirliliğinin hafızanın zayıflamasına yol açtığını belirterek, temiz havanın beyin sağlığı için önemini vurguladı.

Açık havada oksijen bol olur. Bunun için kapalı odaları sık sık havalandırmalıyız.

Beynin ağırlık olarak vücudun yüzde 2’sine sahip olduğu halde vücuda giren oksijenin yüzde 20’sini, şekerin ise büyük bölümünü tek başına tükettir. Oksijen oranının büyük şehirlerde ortalama yüzde 20’lerde gezindiğini belirten uzmanlar, beyni korumak için ilk yapmanız gerekenin bol oksijenli hayata önem vermek olduğunun altını çiziyor ve ekliyorlar: Çevre kirliliği hafıza zayıflamasının ilk sorumlularından. Temiz hava beyin sağlığı için birinci şarttır...

Kapalı bir odada bir süre kalınca, başınız ağrımaya başlar. Dersten her çıkışımızda öğretmenimiz, pencereleri açmamızı, sınıfı havalandırmamızı niye isterdi sanıyorsunuz...

Nefes alırken akciğerlerimize hava dolar. Aldığımız bu havanın oksijeni, kanımızın temizlenmesini sağlar. Nefes verirken kanımızdaki kirli gazları, özellikle karbondioksit gazını dışarı atarız.

Oksijeni bol olan hava temiz havadır. Sağlıklı olabilmek için her fırsatta, açık havada gezmeliyiz. Temiz hava, vücudumuza canlılık verir. Kapalı yerde uzun süre oturduğumuzda başımız ağrır, vücudumuzda bir halsizlik hissederiz.

ODAMIZIN HAVASININ TEMİZLİĞİ

Oturduğumuz odanın, çalıştığımız ortamın, ders yaptığımız sınıfın havası çabuk kirlenir. Nefes alıp verdikçe, bu kapalı yerlerin havası bozulur, oksijeni azalır. Odamızda yanan soba, ocak ve benzeri ısınma araçları da içerdeki havanın bozulmasına sebep olur.

Sık sık havalandırmadığımız yerlerin kirli havası temizlenmez. Sağlıklı yaşamak istiyorsak, oturduğumuz yerleri sık sık havalandırmalıyız. Kapı ve pencereleri açmak, içeriye oksijenli havanın dolmasını ve içerdeki karbondioksitli havanın da dışarı atılmasını sağlar. Kirli hava hafiftir. Kapı ve pencere açılınca hemen üstten dışarı çıkar. Ağır olan temiz hava ise alttan içeriye dolar.

Yatak odasına canlı çiçek koymayın

Ayrıca yatak odalarında geceleri çiçek ve benzeri saksı bitkilerini de bulundurmamak gerekir. Bitkiler geceleri oksijen alır, karbondioksit çıkarır. Bu durum havadaki oksijeni azaltır, zararlı bir gaz olan karbondioksiti çoğaltır. Oksijenin azalıp karbondioksit gazının artması havanın kirlenmesi demektir.


NTVMSNBCE
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:47
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #589
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Elleriniz ne kadar temiz?

Günlük hayatta kullandığımız şeyler gerçekte ne kadar temiz? İngiltere’de yapılan araştırmada, her yıl 100 binin üzerinde insanın, steril olmayan maddelerden kaynaklanan zehirlenmeler sebebiyle hastanelere yattığı ortaya çıktı.

Günlük hayatımızda kullandığımız pek çok şeyin temizliğinden tam olarak emin olamıyoruz. Bırakın kullanılanları, temizliğin temeli olan suyun bile mikrop kapmak için yeterli olduğu yapılan araştırmaların sonuçları arasında. Merkezi İngiltere’de bulunan Çevre Sağlığı Enstitüsü’ne göre, kullanılan su veya gıdaların temizliğinden hiç bir zaman emin olunamıyor. Enstitü yetkilileri, bu nedenle kişilerin temizlik kurallarına ayrı bir özen gösterilmesini önemle istiyorlar. İşte, sizlerin de asla ihmal etmemesi gereken noktalar;

Elleriniz: İngiltere ve Amerika’da yapılan araştırmalarda kişilerin ancak yüzde 68′inin tuvaletten sonra ellerini yıkadığı ortaya çıktı. Ellerin yetersiz temizliği, sayısız hastalığa davetiye çıkarıyor. Özellikle, gıdayla uğraşan kişilerde temizlik kurallarına dikkat edilmemesi, ani zehirlenmelere bile yol açabiliyor.

Büro telefonlarında 2 binin üzerinde bakteri bulunuyor. Bunların bir bölümü zararsız da olabiliyor. Sağlıklı bir deri bu bakterilere karşı koruyucu görev yapıyor. Ancak, sizden önce telefonu kullanan kişinin geçirdiği basit bir hastalığın mikrobunun ahizeyi elinize, gözünüze veya ağzınıza sürdüğünüzde size geçmesi ihtimal dahilinde.

En basit büro malzemeleri arasında bulunan kalemleri ağzınıza götürmeden önce bir kez daha düşünün. Salzburg Üniversitesi’nde yapılan çalışmalarda, her gün kullandığımız kalemlerde sayısız mikrobun bulunduğu ortaya çıkmış. Ülser yapıcı mikroplar, bazı üriner hastalıklar, deri hastalıkları da bunlar arasında. Bu arada, bir hastanede veya laboratuvarda çalıyorsanız, asla bir doktorun kalemini kullanmayın. Çünkü, hastayı tutmuş olan doktordan da size hastalık geçmesi mümkün.
Diş fırçalarının, hijyenik açıdan ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Bu nedenle, diş fırçasının kullanıldıktan sonra çok iyi çalkalanması gerekiyor. Ve fırçaların üç aydan fazla kullanılmamasına dikkat edilmeli.

Tuvalet klozetleri: Evleriniz dışında herhangi bir yerdeki klozetleri kullanmadan önce, temiz olduğundan emin olmalısınız. Son yıllarda, klozetler için steril bandlar kullanılıyor. Ülkemizde de satılan bu bantlardan kullanabilirsiniz. Veya, temizliğinden emin olmadığınız klozetlerde, tuvalet kağıtlarından kendiniz steril bir band yapmayı deneyebilirsiniz.

Mutfakta her gün yemek hazırlamak için kullandığımız kesim tahtaları da iyice temizlenmedikçe birer mikrop kaynağı haline gelecektir. Kurumuş sebze artıkları, üzerinde kesilen etler, soğanlar veya balıkların kurumuş suları her an sizde diare hatta zehirlenme yapmaya hazırlar.

Uçak yolculukları da sizi hasta edebilir. Özellikle, uzun süreli uçak yolculuklarında, aynı havanın temizlenerek tekrar verilmesi, çeşitli hastalıkların tetikleyicisi olabiliyor. Örneğin, 100 kişinin nefes alıp verdiği en basitinden 3 saatlik bir uçak yolculuğunda, aynı havanın solunması bazı bakteri ve virüslerin havada asılı olması anlamına geliyor. Uçak içindeki kuru havanın solunum yollarını etkilediği de ispatlanmış bir gerçek. Uzun süreli yolculuğa çıkacaksınız, vücut bağışıklığını kuvvetlendirecek bazı ilaçlar almanız yararlı olacaktır.

Öpüşmenin de tehlikeleri var. Dudaktan ve sıvılardan bazı mikrobik hastalıkların geçebildiğini asla aklınızdan çıkarmayın.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:47
peaceful - avatarı
peaceful
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #590
peaceful - avatarı
Ziyaretçi
ÜYÜK GÖBEK ÖLÜM RİSKİNİ ARTTIRIYOR

Eğer siz de bu kilodaysanız dikkat !
Vücudunuzda bulunan fazla yağlar ve aşırı kilolar sizi öldürebilir!

Almanya'daki Potsdam Üniversitesi'nin araştırmasına göre, şişmanlık ve büyük göbek; diyabet ve kalp hastalıklarını tetikleyip, ölüm riskini arttırıyor. 25 bin İsveçli deneğin yer aldığı geniş çaplı araştırma 9 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilirken, çalışmaların 16 yıldır kesintisiz yürütüldüğü öğrenildi.

Araştırma, bel ölçüsü odaklı yürütülürken, göbek büyüklüğünün her türlü hastalığa davetiye çıkardığı anlaşıldı. Beldeki 5 santimetrelik artış erkeklerde yüzde 17, kadınlarda yüzde 13 ölüm riski doğuruyor.

Beli 120 cm. olan erkeklerde ve 115 cm bele sahip kadınlardaki ölüm riski ise, diğer insanlara göre iki kat daha fazla. Şişmanlık ve göbek sadece kalp-damar hastalıklarını değil, kanser, özellikle de göğüs kanserine, prostat tümörlerine sebep oluyor. Prof. Göran Hallmans, “Göbek kanserde önemli rol oynuyor. Araştırmanın bu kadar büyük olması, emin olmamızı sağlıyor. Doktor, hastasını muayene ederken, göbek çapını da ölçmeli”dedi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:48

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış