Arama

Rönesans Tiyatrosu

Güncelleme: 29 Mayıs 2008 Gösterim: 7.502 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Nisan 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rönesans Tiyatrosu
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Rönesans tiyatrosu İtalya'da başladı, ama en önemli ürünlerini Rönesans'ı geç yaşayan İngiltere gibi ülkeler verdi. 15. yüzyılda İtalya'da Plautus, Terentius ve Seneca'nın oyunları yeniden okunmaya başlamıştır. Yüzyılın sonuna doğru bu yazarların oyunları önce Roma, sonra Ferrara'da sahnelenmiştir. İtalyan Rönesans tiyatrosu, mimarlık açısından da klasik tiyatroya öykünüyordu. 1414'te, Romalı mimar Vitruvius'un Mimarlık Üzerine adlı kitabı keşfedildi ve Avrupa dillerine çevrildi. Bu yapıta dayanılarak İtalya'da Roma tiyatroları inşa edilmeye başladı. Bu çalışmaların ürünü olan Venedikli mimar Andrea Palladio'nun tasarlayıp 1585'te Vincenzo Scamozzi'nin tamamladığı Vicenzo'da ki Olimpico Tiyatrosu, Avrupa'nın günümüze ulaşan en eski kapalı tiyatrosudur. Scamozzi, geri plandaki kemerlerin arkasına, sokak sahnelerini gösteren üç boyutlu perspektif panoları yerleştirmişti. Rönesans tiyatrosunun en özgün yönlerinden bir de perspektife verdiği önemdir.
Rönesans döneminin başında İtalyan tiyatrosu fazla kuralcı bir yola sapmış, klasik ölçülere ve Aristoteles'in zaman, mekan ve eylem birliği ölçütüne bağlı kalma adına uzun bir süre cansız ürünler vermiştir. Gene de Plautus'un açık saçık komedyaları, bu dönemde, Aristo ve Ruzzante gibi iki önemli yazara esin kaynağı oldu. İtalyan tiyatrosuna ulusal bir dil ve yerel karakterler kazandıran bu iki yazardan sonra, İtalyan'ın dünya tiyatrosuna en önemli katkısı olan Commedia dell'arte doğdu. Canlı bir halk tiyatrosu geleneğine dayanan ve farklı öğeleri bütünleştiren Commedia dell'arte edebi bir metne değil, doğaçlama oyunculuğuna dayanan bir tiyatro türüydü. Kökenleri ortaçağ cambazlığına, mime ve fabula Atellana'ya değin götürülebilecek olan Commedia dell'arte'nin yeniliği, topluluk oyununa dayanmasıydı. Sürekli bir arada çalışan ve çok uzun bir süre aynı rolü oynayan oyuncular, daha öncesi eşi görülmemiş bir virtüözlük düzeyine ulaşabiliyordu. Oyunlarda senaryo vardı, ama her oyuncu diyalogun kendine düşen bölümünü zaman içinde istediği gibi geliştirebiliyordu. Venedikli pinti tüccar Pantalone gibi bütün tiyatroya mal olacak tipleri Commedia dell'arte yarattı. Profesyonel kadın oyuncu kullanan ilk tiyatroda Commedia dell'arte'ydi.
İtalyan tiyatrosu 16. yüzyılda sahneyi edebiyattan arındırırken, İspanya da tam tersini yaptı; tiyatroyu yeniden edebileştirdi, en önemli edebiyat ürünlerini tiyatro alanında verdi. İspanya Reform hareketinden etkilenmediği için, eski dinsel tiyatro, auto sacramental (ayin oyunu) adıyla devam etti. Bu tek perdelik oyunlar, öteki ülkelerde dinsel tiyatroyu gülünçleştiren öğelerden arındırıldığı için, İspanya'nın en iyi şairleri de bu alanda yeteneklerini denemekten çekinmediler. Ülkenin ilk sabit tiyatroları da, İspanyol edebiyatının Altın çağ olarak anılan bu dönemde yapıldı. İspanyol tiyatrosu, kendini klasikçiliğin kurallarıyla sınırlamamasıyla İtalyan tiyatrosundan farklıydı. Duyguya, lirizme, tutkulu eylemlere yer veriyordu. En önemli yazarları, orta sınıf törelerini ve entrikalarını konu alan özgün bir İspanyol türü olan perdelerin ve kılıç oyunu tarzında binden çok yapıt yazmış olan Lope de Vega ile İspanyol barok üslubunun en tipik temsilcisi olan Calderon'dur.
İtalyan Rönesansı'nın etkisi İngiltere'de daha geç ve daha zayıf hissedildi. Bu yüzden, Elizabeth dönemi (1558- 1603) yalnızca tiyatroda değil, genel olarak edebiyatta özgün İngiliz geleneğinde kurulduğu yıllar oldu. Aslında bu dönemde İngiliz tiyatrosu karşıt etkilere açık durumdaydı: Bir yandan Protestan kilisesinin nüfuzunu kırmak için Corpus Christi Yortusu'nu kutlamak yasaklanmış, bu da gizem ve ibret oyunlarının gerilemesine yol açmıştır. Öte yandan , saray tiyatroyu İngiliz ulusak kimliğini pekiştirmek içinde kullanmak istiyordu. Bütün bunlara karşı, Avrupa'daki düşünsel, ahlaki ve dinsel çatışmaların özgürleştirici etkisi de 16. yüzyılın sonuna doğru şiddetlendi. Bunun sonucunda ortaya tiyatro da bu gerilimli, yeniliklere açık ruh halini yansıtıyordu. İngiliz tiyatrosu, kendi özgün ortaçağ geleneğinden aldığı mirası kara Avrupa'sının daha incelmiş buluşlarıyla kaynaştırarak, saray tiyatrosunun sınırlarını aşan, toplumun her kesimine seslenebilen bir sanat türü yarattı.
Marlovu'un, Shakespeare'nin, Beaumant ve Fletcher'in oyunlarını herkes izleyebiliyordu. İngiltere'de de ilk tiyatrolar, 1576'dan başlayarak Elizabeth döneminde kuruldu. Bu ilk tiyatrolar, daha önce oyunların sahnelendiği han avlularının biraz daha geliştirilmiş biçimiydi; seyirciler, üstü açık bir yapı içinde, yükseltilmiş bir tahta platformdan oluşan sahnenin üç yanında bulunan sıralarda oturuyordu. İzleyicilerle oyuncular arasındaki alış veriş, İtalyan tiyatrosundan daha fazlaydı. Buna karşılık biletler de daha ucuzdu. 1590'larda her tiyatro soylu bir kişinin desteğiyle işletiliyordu. İtalyan tiyatrosundan bir farkı da, kadın oyuncuların olmamasıdır. Kadın rollerini çoğu zaman erkek oyuncular üstleniyordu. Elizabeth'ten sonra gelen James döneminde (1603-25), tiyatro içerik olarak klasikçiliğe daha çok yaklaşırken, konu zenginliğini ve ufuk genişliğini de yitirmeye başladı. Bu dönemde, Ben Janson, John Ford, John Webster ve John Lyly gibi yazarlar zaman, mekan ve eylem birliği kurallarına önem verirken, trajedi ve komediyi de birbirinden daha kesin çizgilerle ayırdılar. 17. yüzyılın ortalarına doğru İngiliz tiyatrosu, maske ve dekor gibi görsel öğelere daha çok yer vermeye başlamıştı. 1642'deki burjuva devriminden sonra tiyatrolar kapatıldı ve sahne sanatı çok uzun bir süre eski canlılığına kavuşamadı.
Fransa'da düzenli tiyatro toplulukları 16. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Bunların repertuvarında, ibret ve mucize oyunları kadar, kaba bürlesk ve parodiler de yer alıyordu. Ama Fransa'nın öbür Avrupa ülkeleri gibi özgün bir yerel tiyatro geleneği yoktu. Bu yüzden İtalyan Rönesansı'nın etkisini kolayca benimsedi. 17. yüzyılda ülkenin güçlü bir merkezi yönetim altında birleşmesini sağlayan Başbakan Kardinal Richeliu, en gelişmiş sahne teknolojisini içeren bir tiyatro binası yaptırdı. Richeliu, trajedi ile komedinin birbirinden ayrılması, tiyatrodan traji-komik öğelerin atılması içinde çalıştı. Ama dönemin üç önemli yazarından biri olan Corneille'in Le Cid'i Kardinalin yerleştirmeye çalıştığı klasik birlik kurallarını hiçe sayan bir trajikomediydi. Corneille'in rakibi Racine ise klasikçi kuralların içinde kalarak trajediye romantik bir ton kazandırdı. Konularını Yunan-Roma mitolojisinden ve tarihten alan bu iki yazara karşılık Moliere, Fransız toplumunun gündelik yaşamından aldığı tiplerle kendi çağını aşan bir modern komedi anlayışının kurucusu oldu. Üstelik, dönemin en sevilen oyun yazarıydı.
17. yüzyılda Avrupa'nın başka ülkelerinde de ulusal tiyatrolar kuruldu. Ama, bunların çoğu, sınırlı bir izleyici kesimine seslenebilen saray tiyatroları olarak kalacaktı. Opera ve balede gene aynı dönemde, soylu sınıfın seyirlik sanatları olarak gelişmişti.17. yüzyılın ikinci yarısında, İngiliz Restorasyon dönemi (1660-85) tiyatrosu Elizabeth dönemine geri dönmek istediyse de, İngiliz aristokrasisinin soğuk mizah anlayışını yansıtan bir töre komedisinden öteye gidemedi. Restorasyon tiyatrosunun en başarılı örneği sayılan William Congreve'in The Way of the World'ü (Dünyanın Hali) bile günümüzde sahnelenmektedir. İtalyan tiyatrosunun en önemli yazarı 18. yüzyılın ortasında bir çok komedi kaleme alan Carlo Goldoni'dir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mayıs 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İtalyanda Rönesans Tiyatrosu

Sponsorlu Bağlantılar

Ortacağ tiyatrosu Roma ile Yunan Tiyatrosundan ne kadar ayri ise ,İtalyan Ronesans
tiyatrosuda Ortacag tiyatrosundan o kadar ayrıdır.Öte yandan, klasik tiyatroyu
büyük bir bağlılık ,hayranlıkla taklit etmek isteyen Rönesans tiyatrosu, sonunda
karşımıza eskinin tekrarı olarak degil de , yepyeni ,aşagı yukarı –modern- tiyatro
olarak çıkmıştır.

1450 yılından sonra dinsel tiyatronun yerini dunya işleri ile ilgili tiyatroya
vermeye basladıgı gorülür.Ortacag-evler-inin yerini de dekorlu sahne alır.Böylece
oyun alanı ,tiyatro yapısı degişir. İtalya’nın soylu kişileri kutsal büyükleri
avlularda, geniş salonlarda klasik oyunları oynatır. Gosteriler duzenletirlerdi.
Bilginler eski yazmalar arasında Latin , Yunan oyunlarını ararlar, bulduklarını
ya oldugu gibi ya adapte ederek yada o günkü dile cevirerek sahneye koyarlardı.Perspektif
kurallarını yeniden bulan ressamlar , Romalı mimar Vitruvius’un klasik sahne
uzerine yazdıklarından yararlanarak saraylarda hayranlık uyandırıcı dekorlar
çizelerdi. 1584’de soylu kişilerle bilginlerden seçilme bir topluluk Vicenza
kentinde bir tiyatro yaptırdı.

Roma’nın yıkılışından sonra İtalya’da dogrudan dogruya tiyatro diye yapılan
ilk yapının bu olduguna inanılıyor.

OYUNSUZ TİYATRO

İtalyan rönesans tiyatrosu yalnız bir bakımdan ortaçağ tiyatrosuna benziyor.Büyük
oyunları yok. Bu yüzden de ona gerçek tiyatro denip denemeyeceğine karar vermek
kolay değil.Gerçek tiyatro oyunculardan, dekordan,tiyatro yapısından daha fazla
birşey. Büyük oyunların bulunmadığı yerde gercek tiyatronun varlığından söz
edilemez.Dante, Petrarck,Boccaccio,Leonardo da Vinci,Michelangelo gibi yüce
şairlerin,öykücülerin ,resamların yanısıra alınacak oyun yazarları yoktu İtalyan
Rönesansının.Onun içinde bilginlerin sanatçıların bütün çalışmalrı saraylardaki
parlak gösteriler,oyunlar,tiyatro yapıları hayranlık uyandıran dekorlar gercek
tiyatronun yeniden doğuşunu sağlayamamıştı.Gerçek tiyatronun yeniden doğması
için herşeyden önce oyun yazarlığının yeniden doğması gerekiyordu.

RÖNESANS

“Yeniden Doğuş” anlamına gelen rönesansın tarihsel düşünce içindeki yerini ilk
kez isviçreli bilgin Jacob Burkhardt saptadı.Rönesans,insanın kendini bulması
ve dolayısıyla dünyayı bulmasıydı.Ortaçağın insanı ahlaksız ve öteki dünyanın
yanında bu dünyayı sefil bulan düşünce düzeyine karşı bir başkaldırıydı.Rönesans
ilk kez İtalya’da başladı.O dönemin bireyi ,istem olduğu takdirde insanın herşeyi
başarabileceğine inanıyordu.Bireyci dünya görüşü , bireyi bir hiyerarşi içinde
değil, başlıca gerçek olarak kabul ediyordu.İnsan varlığının iki yönü olan birey
olma ve evrensellik arasında bir uyum vardı.Bireyci dünya görüşü ,insanla onun
insana ilişkin işlemlerinin doğal uyumunu temel alan iyimser bir düşünce düzeyi
getirdi.Bu dünya görüşü liberalizmin ve burjuva sınınfının gelişmesine yaradı.Buna
paralel olarak devlet düşünceside değişti.Ulusal devlet düşüncesi gelişti.Hukuk
kilisenin elinden kurtarıldı.

Hümanizmayla, Bilginin Canlanmasıyla birlikte düşünce düzeyinde,bilimde,sanatta,siyasette
buyuk değişikliklerin olduğu bu çağda, toplum düzeni de büyük bir değişim içine
girdi.Sınıflar arasında, aynı kültüre eşit haklara sahip olma eğilimleri ve
karşılıklı alışverişler başladı.Rönesansta ulusal devlet düşüncesinin de geliştirdiği
bir ulusal dil kavramı da ortaya çıktı.Bu kavram doğal olarak sanat alanını
da etkiledi.

ORTAÇAĞ TİYATROSUYLA BAĞLAR

Ortaçağ’ın dinsel tiayatrosu İtalyada 1454 yılına kadar sürdü.1471 yılında Politian
(1454-1494) adlı 17 yaşında bir şair latince olarak yazdığı bir mystery oyununda
azizleri, kutsal kitaptan alınma kişileri değilde mitolojideen alınma kişileri
anlatıyordı.Bu tutum yeni bir çağın etkisini duymak diye açıklanabilir.Politianın
La Favola di Orfeo’su Ortaçağın mystery oyunlarıyla rönesans İtalyasının geliştireceği
iki sanat çeşidi pastoral oyunlarla opera arası bir halkadır.

Geçmiş ile ikinci bir bağ entry denilen şenliklerde görülür.Bunlar bir hükümdarın
kente gelişinde yapılan karşılama törenleri.Bir fatihin gücünü halka göstermek
için düzenlenen şenlikler,gösteriler,oyunlar.Bu törenlerin başlangıcı seki Roma’ya
zaferle dönen generallerin karşılanmasında aranmalıdır.Ortaçağ Londra’sında
da Richard I gibi, Henry III gibi tahta çıktıkları yada evlendikleri zaman,
kentin bütün evleri bayraklari,pırıl pırıl ipek kumaşlarla donanırdı.1370 yılında
Entryler çok zenginleşmiş, süslü geçit arabaları ,taglar ,kuleler tablo sahneleriyle
tiyatro özellikleri göstermeye başlamıştı. 1443 ile 1598 yılları arasında İtalya’da
25, Fransa’da 100 ,İngiltere ile Flanders’de 50’den fazla entry şenliği yapılmıştır.

Kimi zaman yabancı yada sevilmeyen bir hükümdar süslü arabalar,zengin giysilerle
gösterişli bir alay hazırlatıp sokaklarda dolaştırır,kimi zamanda sevilen kendisini
karşılamak için donanmış kente bir sezirci gibi giderdi.Hükümdarın hoşuna gitsin
diye kurulan taglar arasında bir yada daha fazla sahnesi bulunan yapılarda bulunurdu.Bazen
bir düzlükte iki sahne yanyana dururdu,bazen bir sahne üstde bir sahne altta
dururdu.Sahneler hareketsiz ve belli yerlerde dururken,seyirciler hareketli
ve dolaşırdı.

Bu sahneşlerde önceleri dumb-show’lar(konuşmasız oyun)-yada tableaux vivants
(canlı tablo)- yer alırdı.Tabloların cansız modellerle yapıldığı gibi otuncularlada
yapıldığı olurdu.Sözsüz sahneleri kimi zamana küçük yazılar açıklardı.Sonraları
İngiltere’de oyun yazarları bu sahneler için karşılama şiirleri kısa konuşmalar
yazdılar.Ortaçağda dinsel konular canlandırılırken rönesansta hükümdarları mitolojik
kişileri karşılamaya başladı.

Entry sahnelerinde makineler kullanılır ,sahne hilelerinden bol bol yararlanılırdı.”Perde”
İtalyan tiyatrosundan önce bu sahnelerde görülmüştür.Öte yandan karşılama törenleri
rönesans saray tiyatrolarını da içine alırdı.Şenlik,geçitler,eğlenceler çoğu
zaman hükümdarın sarayında büyük bir gösteri ile sona erer,şölen sırasında danslar,otunlar
seyredilirdi.

Rönesans tiyatrosunun ortaçağla üçüncü bir bağıda Latin komedileridir.Sezar’ın
çöken imparatorluğu Avrupa’ya uluslararası bir dil bırakmıştı;Latince.Onun iöinde
Roma komedilerini-yeniden bulmak-güç olmadı.Plautus ile Terence zaten Ortaçağ
boyunca da kimi din adamlarının igisini çekmişlerdi.Oyunları günün havasına
uydurularak oynanırdı zaman zaman.Hroswitha adlı bir alman rahibinin kişilerini
Hristiyan tarihinden alarak Terence tarzında altı Latince oyun yazdığı biliniyor.Rönesans
kilisesi ise Plautus ile Terence’nin oyunlarını ahlak dışı görmüyor,oynanmalarına
karşı durmuyordu.Papa Pius II papalığa yükselmede önce kendiside Roma tarzında
bir komedi yaymıştı.Papazlar Plautus’un açık saçık oyunlarını kahkahalarla seyrederlerdi.Latin
komedileri Rönesansın ilk yaygın oyunları olmuştur.

İLK TİYATRO YAPISI İLK DEKOR

Rönesansta ilk tiyatroyu kim kurdu, nerde kurdu? İlk dekor ne zaman yapıldı?
Tiyatroya ilk para yatıran kimdi-bir kilise büyüğü mü yoksa bir devlet büyüğü
mü? Bu soruların kesin karşılıkları yok.Çeşitli yazılardan birbirini tutmaz
bilgiler geliyor.

Örnekse bir yazar şöyle diyor: “Alberti 1452’de Vatikan’da Nicholas V için yapılan
saraya bir theatrum eklemişti,ama orada oyunlar oynandığını bildiren bir belge
yok”Peki bu bilgiyi doğrulayan bir belge var mı? Belli değil.Bakıyorsunuz bir
başka yazar theatrum sözcüğünü tiyatro diye almış .Acaba doğru mu? Nicholas
V için yapılan theatrum bizim anladığımız anlamda bir tiyatro mu? Bir üçüncü
yazar 1486’da Dük Ercole d’Este’in Vitrivius’dan gelen bilgilerden yararlanarak
bir tiyatro yaptırdığını ileri sürüyor.Bir dördüncüsü bu tiyatronun 1532 şair-oyun
yazarı Ariosto (1474-1533) için yaptırıldığını ertesi yılda yandığını söyleyiveriyor.
Kesinlikle bilinen gerçek şu: Birçok soylu kişi ayrıca kilise ileri gelenleri
büyük salonlarının zaman zaman tiyatro biçimine sokup oyunlar oynatıyor, eğlenceler
düzenletiyorlar-gösteriler sona erince sahne de kaldırılıyor.Onun için ilk tiyatroyu
kimin, nerde kurduğunu bulup çıkarmak olanaksız.

İlk dekorun nerede, ne zaman kullanıldığı,nasıl birşey olduğu karışık.Bir rönesans
yazarı 1484 ile 1486 yılları arasında düzenlenen bir açık hava oyununda ilk
boyalı dekoru yaptırdığı için Kardinal Riario’yu övüyor.Ama acaba bu gerçeketen
bu oyun ile ilgili bir resim ,bir-dekor- muydu?Çünkü saray gösterimlerinde kimi
ünlü ressamların arka görünüş olarak oyunlarla hiçbir ilgisi olmayan resimler
yaptıklarını biliyoruz.Ama çeşitli kaynaklardan gelen bilgiler birleitirilerek
şöyle denilebilir: 1480’lerde dekora değer verilmeye başlanmıştır.

AKADEMİLİLERİN TİYATROCULUĞU

Gene onbeşinci yüzyıl onlarına doğru Roma akademisi latin komedilerini ,arada
sırada da Seneca’nın trajedilerini oynatma işine girişmişti.Çok geçmeden başka
kentlerde de akademilerin kurulduğu, Roma oyunlarının oynatıldığı görüldü.Yüzyıl
sonraysa bilginler ve soylu kişilerin biraraya gelmesiyle ortaya çıkan bir topluluk
olimpia akademisi adını alarak klasik örneklere uygun bir tiyatro yaptırdı.

Rönesans akademileri çok önemli kurumlardı.Akademi adı Eflatun’un academiasından
(Atina yakınlarda Eflatun ile öğrencilerinin buluştukları koru) geliyordu.Akademilerin
çevresinde toplanan bilginler hümanizmanın,bilginin canlamsının önderleri olmuşlardır.Klasik
sanat,edebiyat,mimarlık alanındaki araştırmaları buluşları ile hem killiseyi
hemde soylu kişileri etkiliyorlardı.Düşüncelerinin bütün Avrupa’ya yayılmasını
ise baskı makinesi büyük bir hızla sağlıyordu.

Ne yazık ki bu İtalyan bilginler kendi dillerini küçük gördüler.Dante’nin Petrark’ın
kullandığı İtalyan’cıyı bırakıp aralarında latince konuştular, kitaplarını latince
olarak yazdılar.Kendi adlarını bile latinceye uydurdular.Roma akademisinin başkanı
Giulio Pomponio Leto, Julius Pomponius Laetus oldu örnekse.Bu latince tutkusunun
etkileri günümüze kadar ulaşmıştır.

Akademililerin tiyatroya yakınlık göstermeleri birçok soylu kişiyi, kilise büyüklerini
oyun sanatına çekmiştir.Roma oyunlarının Rönesansta nasıl oynandığı ,sahnenin
nasıl düzenlendiği de kesinlikle bilinmiyor.Vitrivius’un yapıtını İtalyanlay
1414 de bulmuş,1486’da latince olarak bastırmışlardı ama kitapta sahne düzenleyicilerine
yetecek bilgi yoktu ; anlatılan dekorların evlerin sahneye nasıl yerleştirileceği
belirtilmemişti.O yüzden de sahne düzenleyicileri kendilerine gore cözümler
bulmak zorunda kaldılar.Başlangıçta entrylardeki sahnelerden yararlanmak yoluna
sapıldığı anlaşılıyor.

İTALYA’NIN İLK TİYATRO YAPILARI

1532 yılında Ferrara’da yaoılan Ariesto tiyatrosu üzerine herhangibir bilgimiz
yok.Ondan sonra Vicenza’daki gibi Teatro Olimpico geliyor.Seçkin mimarlardan
Andrea Palladio’nun Olimpia akademisi için çizdiği bu tiyatronun yapılmasına
1580’de başlanmıştı.Roma tiyatrolarına benzemesi isteniyordu ama önemli değişiklikleride
vardı.Seyircinin oturacağı 13 sıra yarım çember biçiminde değil ,daha yayık,
yarım elips şeklinde yapılmıştı.Böylece orkestra daralmış oluyorduçSahnenin
arkasındaki uzun duvarda üç büyük kapı iki yanında ise birer küçük kapı vardı.Arka
duvardaki kapıların en genişi olan orta kapının üstü kemerliydi Romalıların
zafer tagları gibi. Palladio herhalde bu kapıları perdeler le örtecek belkide
arkalarına periaktoi’lar yerleştirilecekti ama ömrü yetmedi,yapımı başladığı
yıl öldü.Tiyatroyu tamamlama işi kendisine verilen Vicenzo Scamozzi adlı bir
mimarsa değişiklik bir yenilik yaptı.Beş kapının arkasınada derinliğine kısa
sokaklar ekledi ,yanlardaki dört kapıya birer sokak ortadaki büyük kapıya üç
sokak üç boyutlu süsler sütunlar heykellerle bir yunan kentinin sokakları taklit
edilmiştir.Teatro Olimpico 1584’de tamamlandı.Ertesi yıl Sophokles’in Oedipus
Rex adlı oyunuyla açıldı.İtalyanca oynana oyunda 108 kişi sahneye çıktı ayrıca
bu oyun için özel bir müzik hazırlatıldı.Çok tatlı,sıcak,samimi bir havası olan
Teatro Olimpico’da bugün bile zaman zaman klasikler oynanıyor.

Küçük Sabbioneta kasabasında Vicenzo Scamozzi daha da aşırı bir denemeye girişti.Bu
modern tiyatroya doğru atılmış önemli bir adımdı.1580 yılı sonunda , Sabbioneta
kasabasına daha önce minik bir darphane ile gene bir basımevi, bir de küçük
saray yaptırmış olan Dük Vespaziano Gonzago,Academia dei Confidenti için ufak
bir tiyatro yaptırmaya karar verdi.İki yüz elli kişilik küçük bir tiyaroya (Olimpico
1000 kişilikti) beş kapılı geniş bir sahne yerleştirmek kolay iş değildi,uygun
da düşmeyecekti.Scamozzi beş kapıya açılan yedi sokak yerine,sahnenin ortasına
bir tek geniş derinlik yaptı.

Sabbioneta’daki küçük tiyatronun, otuz iki kilometre ötedeki Parma kentinde
Teatro Farnese’i yapan Giambattista Aleotti’yi etkilemiş olduğu düşünülebilir.Teatro
Farnese’in 3500 kişilik seyirci yeri geleneklere uygundu:at nalı biçimindeydi.Seyirci
yeriyle sahne arasında geniş bir orkestra vardı.Bu alanda gösteriler yapılırdı,istenirse
içine su doldurulup gemiler bile yüzdürülebilirdi.Sahne ise günümüzün sahnelerine
benzemekteydi.Geniş bir proscenium’u,arkasında da derin bir sahnesi vardı.Teatro
Fearnese açıldığı zaman perdesizdi.Oysa Ariosto,ta 1519 yılında ,Vatikan’da
I Suppositi adlı oyununu oynatırken perde kullanmıştı.

Teatro Farnese İkinci Dünya savaşında bombalardan büyük zarar gördü,ama Vicenza
ile Sabbioneta’daki iki tiyatro Rönesans sanatçılarının ,bilginlerinin ,devlet
adamlarının , kilise önderlerinin klasik tiyatroyu canlandırma yolunda nasıl
canla başla çalıştıklarını gösteren örnekler olarak bugünde ayakta.Ne var ki
bu çalışma amacına ulaşmadı da ,başka bir yönde gelişti.İtalya Rönesansı’nın
öbür yaratıcıları gibi ,tiyatro adamları da klasik sanatı kendilerine örnek
aldılar,eskiye benzemek istediler,ama çoğu zaman yarattıkları yapıtlar apayrı,yeni,orjinal
şeyler oldu.Teatro Olimpico geçmişin akla yakın bir taklidiydi; yola böyle çıkılmıştı;ama
sonunda Teatro Farnese gibi geleceğe yönelen bir yapıya ulaşılamadı.

RÖNESANS GÖSTERİLERİ

Akademililerle Ercole d’Este gibi soylu kişiler , Plautus’un ,Terence’nin, Seneca’nın
oyunlarını canlandırmak isterlerken ,Serlio,Sabbatini ,daha başka sahne düzenleyicileri
de Vitrivius’tan yararlanarak klasik sahneyi yeniden kurmaya çalışıyorlardı.Ama
Rönesansın olağanüstü dekorları makineleri latin ,Yunan yada İtalyan oyunlarından
çok gösterilere yarıyordu.Bir evlenme,önemli bir konuğun gelişi gibi olaylara
bağlanarak düzenlenen büyük saray eğlencelerinde mitoloji yada alegory kişilerini
konu olarak alan pandomimler danslar şarkılar şiirler geçitler yer alırdı.Gösterinin
bir latin trajedisinin yada komedisinin perde aralarına da konulduğu olurdu.Bu
araya giren gözkamaştırıcı gösterileri intermezzi yada intermedii deniyordu.
Sarayda soylu kişiler için düzenlenen intermezzilerde öbür gösterilerde masraftan
hiç kaçınılmazdı.Serlio sahne düzenleyicilerine öğüt verirken ,“kaça çıkacağını
hiç düşünmeyin “ der.Saraylarda her yıl üç yada dört eğlence düzenlerdi.Her
eğlencede büyük salona sahne yeniden kurulur,gösteriler sona erince kaldırılırdı.Danslar
çoğu zaman sahneden taşar ,dans edenler salonun ortasına ilerlerlerdi.Bu davranışta
klasik tiyatroya benzeme isteği diye açıklanabilir.(Yunanlılar orkestrada dans
ederlerdi)

PASTORAL’LER ile OPERA

Rönesansın sahne gösterileri iki yeni eğlence çeşidinde yerini buldu.Sonradan
ortaya çıkan bu iki eğlence çeşidi, gösterileri salonun ortasından yükseltilmiş
sahneye çekti;ressamları, düzenleyicileri sahne ile ön sahne arasında kalmaya
zorladı.

Pastorellre konularını kır yaşamından alan şiirli oyunlardır.Bu oyunların 1471’de
genç Politian’ın Ercole d’Este için yazdığı konusunun mitolojiden alan oyunundan
geliştiğini söylemek işe yüzeyden bakmak olur.Pastorel yeni bir oyun çeşididir.Ortaçağ
mzstery oyunlarının gerçek örgüsüne karşılık, pastorallerin daha sıkı ,sahneye
daha yatkın bir yapısı vardır.Yunan mitolojisinin kahramanları bu oyunlarda
yerlerini erkek , kadın çobanları, nymphlere (doğanın uzak köşelerinde yaşayan
güzel tanrıçalar,periler) , faunlara (yarı keçi yarı insan tanrılar) bırakmışlardıçDekorlarda
kırları aşaölıkları yada arcadiayı( eski yunan’da çobanlar ülkesi)canlandırır,
saraylar yerine küçük kulübeler çizilirdi.Pastoreller onaltıncı yüzyılda soylu
kişilerin bahçelerini süsleyen çitlerden yapılma bahçe tiyatrolarında da oynandı.
Saray çevrelerinde çok sevilen bu oyunlarda soylu bayanlar bile yer alır , çoban
yada kır perisi rollerrine çıkarlardı.Torquato Tasso ‘nun (1544-1595) 1573’te
yazılıp oynanna Aminta’sı ve Battista Guarinin (1537-1612) Pastor Fido’su (Sadık
Çoban) bu türün en başarılı en beğenilen oyunları olmuştur.Aminta’nın o çağda
Fransızcaya yirmi kere İngilizceye dokuz kere çevrildiğini biliyoruz.Onyedinci
yüzyılda hem bir gezgin hemde bir sanatçı olan Inigo Rones İtalyan pastorellerini
geliştirirek Elizabeth I ile Rames I’in pek sevdikleri saray masquelerini türetmiştir.

İtalya’da ortaya çıkan ikinci bir oyun çeşidi ise operaydı.Bu türdeki ilk örneklerin
Politian’nın Orfeasından ,pastorellerden ,intermezzilerden doğduğu düşünülebilir;çünkü
hepsinde şarkılar söyleniyor,müzikten yararlanılıyordu.Ama tiyatro tarihçileri
operanın bir gelişme sonunda değilde rastgele doğduğunu ileri sürüyorlar.1595’te
bilginlerle müzikçilerden kurulu Camerata adlı bir topluluk ,Floransa’da Yunan
trajedisini taklit etmek isteği ile mitolojiden alınma bir öyküyü şiirli konuşma
biçiminde oynadılar.Oyunu müzikle şarkılarla ördüler.Dafne adlı bu oyun Yunan
trajedesini canlandırmak isterken yeni bir sanat türünün başlangıcı oldu.1637
yılında Venedik’te ilk genel tiyatro açılınca operanın çok beğenilen yaygın
bir sanat haline geldiği görüldü.1700’de yalnız Venedikte onbir opera daha yapılmış,360
opera oyunu yazılıp oynanmıştı.Fransa’ya,Avusturya’ya,Almanya’ya ,İngiltere’ye
de atlayan bu yeni sanat çeşidi 300 yıldan fazla bir zaman İtalya’nın en sevdiği
tiyatro türü olarak kaldı


Benzer Konular

26 Ocak 2017 / Misafir Kültür
26 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış
28 Şubat 2007 / Mystic@L Taslak Konular
22 Kasım 2011 / ThinkerBeLL Felsefe