Arama

El Sanatları - Halı Sanatı - Sayfa 2

Güncelleme: 12 Mart 2018 Gösterim: 79.183 Cevap: 11
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
3 Ocak 2018       Mesaj #11
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Halı Sanatı
Türklerin geleneksel sanatı olan halı, sanat tarihimizde haklı olarak seçkin bir yere sahiptir. Türk halı sanatı, Türk tarihinin akışı içinde biçimlenmiştir. Halıya dokuma sanatı içinde karakterini veren düğümlü teknik, ilk kez Orta Asya’da Türklerin bulunduğu bölgelerde ortaya çıkmış, gelişimini Türklerle sürdürmüş ve tüm İslam dünyasına Türkler tarafından tanıtılmıştır. Bu geleneksel sanatımızın varlığından, sağlam tekstil motifleri ve düğüm tekniği ile günümüzde de söz edebiliriz. Türk halısının bu teknik özellikleri, düzenli ve sürekli gelişmesinin en büyük dayanağı olmuştur. Düğümlü halıların çok uzun bir geçmişi vardır. Bu tekniğin bulunuşu, göçebe bir kavmin daha kalın ve ısıtıcı bir zemin bulmak arzusu gibi, pratik bir nedene dayanmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar

Buluntular, düğümlü halının ilk kullanıldığı yerin Orta Asya olduğunu göstermektedir. Önemli olan, daha sonra büyük sanat değeri kazanacak olan bu dokuma biçiminin, Türklerin bulunduğu bölgede ortaya çıkmış olmasıdır. Altayların eteğinde, Pazırık kurganlarının birinde bulunmuş olan halı, konunun uzmanlarını çelişik düşüncelere yöneltecek teknik ve dekoratif özelliklere sahiptir. Türk düğümü tekniği (Gördes düğümü) ile yapılmış olması, Türk halı sanatının geleneksel tekniğinin çok eski bir geçmişe dayandığını göstermektedir. Bugün için tek örnek olan bu halıyı, Hun Türklerine ait kabul etmek, hem bulunduğu yer hem de tarihlendirme bakımından -M.Ö. 3. ile 1. yüzyıl arası-uygun görülmektedir.

Bu halının bulunmasından önce bilinen eski düğümlü örnekler ise, Doğu Türkistan’da ele geçmiş olan küçük parçalardır. Bu örnekler, M.S. 3. ile 6. yüzyıl arasına tarihlenirler. Tek argaç üzerine açık düğümleme tekniği ile yapılmış olan bu halı parçaları, yalın geometrik motifleri ve parlak renkleri ile dikkati çekerler.
Bu tarihlerden sonra, buluntu açısından yine uzun bir boıluk dönemi vardır. Ancak, 8. 9. ve 10. yüzyıllarda İslam kaynaklarında söz edilen halıların gerçek düğüm tekniğinde olduğu ispat edilemez. Mısır’da Eski Kahire’de (Fustat) bulunan bazı parçalar, Orta Asya’da bulunan halı örnekleri gibi, tek argaç üzerine düğümleme tekniği ile yapılmıştır. Yalnız, Abbasi dönemine ait kabul edilen bu parçaların Mısır’da mı yapıldığı, yoksa başka yerlerden mi ithal edildiği açıklığa kavuşmamıştır. Ancak, baklava biçimi desenleri ile Orta Asya örneklerine benzemektedirler. Bu, önemli bir durumdur. Çünkü 9. yüzyıl Abbasi sanatında, özellikle de Samarra kentinde, Türklerle gelen etkiler söz konusudur. Düğüm tekniğinin de İslam sanatına, bu yolla girmiş olduğu söylenebilir. 11. yüzyıldan itibaren Horasan’dan inerek İran’a egemen olan Selçuklular, düğümlü halı tekniğini tüm Yakındoğu’ya tanıtmışlardır. Ne yazık ki, Selçukluların İran’daki egemenlikleri döneminden günümüze hiçbir örnek gelmemiştir.

Elimizdeki gerçek Türk düğümlü halıların, ilk kez Anadolu Selçukluların başkenti Konya’da bulunmuş olması, çok önemli bir temellendirme olanağı sağlamaktadır. Anadolu’da Türk halı sanatı, 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar düzenli ve sürekli bir gelişme göstermiş, her gelişmede ise yeni yeni halı tipleri ortaya çıkmıştır. Bu gelişme zincirinin ilk büyük halkası ise Anadolu Selçuklu dönemi halıları olmuştur. Bu halıların Konya Alâeddin Camii’nde bulunmuş olan sekiz tanesi, bugün İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir. Bundan başka Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bulunan üç halının ikisi Konya Müzesi’nde, uzun zamandan beri kayıp olarak bilinen bir tanesi de İngiltere’de Keir Koleksiyonu’ndadır. Ayrıca, Mısır’da (Fustat) bulunan 100’e yakın parça içinde yedi tanesi, Selçuklu halısı olarak belirlenmiştir. Bunlar bugün ısveç müzelerindedir. Türk halı sanatının ilk parlak dönemini tanıtan bu 18 halı, zeminde sonsuz biçimde sıralanan çeşitli geometrik ve stilize bitkisel motifler, olgun renkler ve belirleyici özellikleri olan iri kufî yazılı kenar şeritleriyle büyük bir yaratıcı gücü yansıtırlar. Kaynaklarda hayranlıkla söz edilmeleri ve dışarıya ihraçları da üstünlüklerinin bir başka kanıtıdır.

Türk halı sanatına 14. yüzyılın başından itibaren, stilize hayvan figürlerinin süsleyici motif olarak katıldığı görülür. ılk örneklerini daha 14. yüzyıl başında Avrupalı ressamların yapıtlarında gördüğümüz bu halıların orijinallerinin de bulunması, Türk halı sanatında ikinci bir dönemin başladığını göstermektedir. Bu halılarda, hayvan figürlerinin yanı sıra, Selçuklu halılarındaki bazı geometrik motifler, özellikle kufî yazılı kenar şeritleri kullanılmaya devam edilmiştir. Bu yolla birbirine bağlanarak gelişen halı tiplerinin ilk örneği verilmiştir. Hayvan figürlü halılar, Türk halı sanatının gelişme zincirinin ikinci halkasını oluştururlar. Bu zinciri 15. yüzyıla uzatan en önemli örnekler, Doğu BerlinEdeki Ming Halısı, Stockholm’deki Marby Halıları ile İstanbul ve Konya’daki kuş figürlü halılardır.

15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Avrupa resimlerinde görülen hayvan figürlü halıların yerini, geometrik ve soyut bitkisel motifli örnekler almaya başlar. Hayvan figürleri kaybolur, örnekler kare ya da dikdörtgen bölümler içine yerleştirilen sekizgen ve baklava biçimlerini dolgular. “İlk dönem Osmanlı halıları” adı altında topladığımız bu örnekler, ilk kez İtalyan ressamların tablolarında görülmesine rağmen, halı literatürüne yanlış bir biçimde Alman ressam Holbein’in adıyla geçmişlerdir.

Holbein Halıları dört tipe ayrılmaktadır. Birinci tip, soyut bitkisel motiflerden oluşan baklavaların kaydırılmış eksenler üstüne alternatif olarak yerleştirilişini verir. Kenar şeridi olarak kullanılan örgülü kufî yazı da Selçuklu geleneğini sürdürmektedir. Aynı şemada olan ikinci tip ise geometrik motiflerin yerini tümüyle soyut bitkisel motiflerin almasıyla seçkinleşir. Holbein aslında bu halı tipini hiç resimlememiştir. Buna karışlık, Venedikli ressam Lorenzo Lotto tarafından resimlendiği için, son zamanlarda halı literatüründe Lotto Halıları olarak adlandırılırlar. Bu iki tip halının, daha sonraki Uşak halıları ile olan teknik ve motif benzerliklerinden dolayı, Uşak bölgesinde yapılmış oldukları kabul edilir. Üçüncü tipteki halılarda ise, eşit büyüklükte kare ve dikdörtgenlerin üst üste sıralandığı bir bölümlemeyle karışlaşırız. Bu nedenle üçüncü tipteki örnekler hayvan figürlü halıların kompozisyon düzenine bağlanırlar. Ortada yer alan sekizgenin içinde de yıldız ya da girift geometrik biçimler bulunmaktadır. Dördüncü tip halılar ise bir önceki tipin değişik bir çeşididir. Büyük bir sekizgenin çevresinde daha küçük sekizgenlerin gruplaşmasını vermektedir. Geometrik biçimler ve özellikle kufî yazıdan geliştirilmiş kenar şeritleri, Selçuklu geleneğini yaşatmaktadır. Üçüncü ve dördüncü tip halılar, Bergama bölgesinin ürünleridir. Daha sonra ortaya çıkacak olan Bergama halılarına geçişi sağlayan bu örneklerle gelişme zincirinin üçüncü halkası da tamamlanmıştır.

Türk halı sanatının klasik dönemi olarak kabul edilen 16. ve 17. yüzyılda yeni bir biçimler dünyasının kapıları açılmıştır. Selçuklu halılarının sağlam geometrik motifleriyle oluşan ilk parlak dönemin yerini, 16. yüzyılda madalyon motifi ve çeşitli zengin bitkisel kompozisyonların yer aldığı ikinci bir parlak dönem almıştır. Bu motifler, Türk halı sanatına yepyeni bir zenginlik kazandırmıştır. Dönemin halıları iki grupta toplanmaktadır. Birincisi, Uşak Halıları adını alan çok geniş bir gruptur. Bu halılarda madalyon motifi esas olmuş, madalyon biçimlerine göre “Madalyonlu” ve “Yıldızlı” Uşak halıları olmak üzere iki tip ortaya çıkmıştır. Bu halılarda madalyonlar zemin üstünde, tüm Türk halılarına temel olan sonsuzluk ilkesine göre yer alırlar. Bu gruba giren halılar varlıklarını, çeşitlenerek 18. yüzyıl sonuna kadar sürdürmüşlerdir. Özellikle 16. yüzyıl ıtalyan, 17. yüzyıl Flaman ve Hollanda ressamlarının tablolarında görülürler.

Bu halılarda büyük bir motif zenginliği karışmıza çıkar. Özellikle sembolik bir kudret motifi olan kaplan ve panter postunun yanında, üç benek ve bulut motifleri de bu zenginliği yaratan formlardır. Ayrıca, iki yaprak arasında kalan renkli zeminin kuşa benzemesi nedeniyle “Kuşlu halı” olarak adlandırılan örnekler ve bazı çiçekli halıların tümü, Uşak halıları olarak genel bir ad altında toplanırlar. Bu örnekler de Türk halı sanatının gelişme zincirinde dördüncü halkayı oluşturur.
16. yüzyılda klasik Osmanlı halıları adı altında toplanan ikinci grubu ise, Saray Halıları oluşturur. Bu, Türk halı sanatında yeni bir tekniğin ve tümüyle natüralist çiçek motiflerinin görüldüğü bir gruptur. Öteki Türk halılarından farklı olarak, Osmanlı saray halılarında ıran düğümü (Sine düğümü) kullanılmıştır. Bunun nedeni de zengin bitkisel motiflerin, hançer biçimli kıvrık yaprakların, lale, sümbül, karanfil, bahar dalı gibi çiçeklerin bu teknikle daha kolay olarak işlenebilmesidir. Bu halıların yapıldığı ilk yer olarak, 1517’den sonra Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmış olan Kahire kabul edilir. Bu halılar İstanbul sarayından gönderilen desenlere göre, Mısır’da bulunan, ipeğe benzer ince bir yünle yapılmıştır. Ama 1585 tarihli bir fermanda belirtildiği gibi, Sultan IŞI. Murad ll halı ustasını yeterli yün malzeme ile birlikte Mısır’dan İstanbul’a getirtmiştir. Bu ustalar, İstanbul’da saraya bağlı bir atölyede, ya da o dönemde ipek kumaşları ile ünlü Bursa’da çalışmış olmalıdırlar. Çünkü bu tarihten sonra halıların malzemesinde bir değişiklik olmuş, argaç ve arışlarda ipek kullanılmaya başlanmıştır.

Osmanlı saray halılarında sonsuza değin uzanan zemin deseni esastır. Madalyon motifi ise bu zemin üzerinde ikinci derecede önemlidir. Bu dönemde halılar, Osmanlı saray üslubunu oluşturan saray nakkaşlarının çizdikleri desenlere göre yapılmıştır. Bu örnekler, dönemin kumaş, kilim, çini, tezhip ürünlerinde görülen üslup birliğinin halı sanatındaki temsilcileridir. Bu halılar, 18. yüzyıla kadar tutarlı bir üslupla yapılmışlar, ama daha sonra inceliklerini yitirmelerine rağmen natüralist görünüşlerini koruyacak biçimde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Temelde geleneğe bağlı olan bu halılar da Türk halı sanatının gelişme zincirine beşinci halka olarak katılmıştır. Türk halı sanatı, 18. yüzyılda başlayan gerilemeye, köklü bir geleneğe bağlanan sağlam teknik ve zengin motiflerle bir süre karış koymuş, gelişimini halk sanatının yalın ama sevimli üslubu içinde 19. yüzyılda da sürdürmüştür.

1844’te Sultan Abdülmecid tarafından kurulan Hereke’deki kumaş tezgahlarına, 1891’de Sultan II. Abdülhamid zamanında 100 kadar halı tezgahı da eklenerek, Osmanlı saray üslubundaki halıların yeniden yapılabilmesi için bir atılımda bulunulmuştur. Bugün, Sümerbank’a geçmiş olan bu tesislerde hala çok kaliteli halılar yapılmaktadır. Bunun dışında, bugün bütün Anadolu’da, özellikle de Kayseri, Sivas, Konya, Kırşehir ve civarı, başta Isparta olmak üzere Batı Anadolu’daki eski halı merkezlerinde (Uşak, Bergama, Kula, Gördes, Milas, Çanakkale) ve Doğu Anadolu’da bu geleneksel sanatımızın yaşatılması yolunda çalışmalar yapılmaktadır.
Biraz da Türk halı sanatı içinde önemli bir yeri olan seccadelerden söz edelim. Bu önem, büyük ölçüde, seccadelerin namazlık olarak kullanılmalarından gelmektedir. Seccadelerin en erken örnekleri 15. yüzyılı kadar inmektedir. Saf seccade adı ile tanınan ve camilerdeki mihrap nişi motifinin yan yana sıralanması ile oluşan örnekler, 16. yüzyılda da yapılmıştır. Saf seccadelerin önemi, camilerde sıra (saf) halinde namaz kılmaya çok uygun olmalarından gelmektedir. Bu tipin en görkemli örnekleri, 16. yüzyıl Uşak Seccadeleri’dir. Bu seccadelerde mihrap nişi daha kıvrımlı hatlar kazanmış, nişin tepesine bir kandil motifi konulmuş, ayakların basacağı yerler belirtilmiştir. Gerek mihrap nişi köşelerinde gerekse kenar şeritlerinde saray seccadelerinden gelen lale, sümbül, karanfil gibi bitkisel motifler ve çiçek açmış bahar dalları yer almaktadır. Bu üsluptaki seccadeler 17. yüzyıl ortalarına kadar yapılmıştır. Uşak seccadelerinin bir türü de Transilvanya tipi olarak adlandırılan örneklerdir. Çoğu Transilvanya bölgesinde bulunduğu için bu adla anılırlar. Bu seccadelerin en dikkati çekici özelliği ise kenar şeritlerinde kartuş dediğimiz motifin bulunmasıdır.
Türk seccadeleri içinde en karakteristik örnekler, 17. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en zengin grubu, Türk düğümüne adını veren Gördes Seccadeleri oluşturur. Kırmızı ve mavi renklerin egemen olduğu mihrap nişinde, kandil motifi yerine kimi zaman ibrik ya da çiçek demeti de kullanılmıştır. Kıvrımlı mihrap nişi, iki yanda sütun çelerle taşınmaktadır. Mihrap nişi dolgularında ve köşegenlerde yer alan çiçek açmış bahar dalları ile stilize çiçekler, Osmanlı saray halılarının etkisini yaşatmaktadır.

17. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkan Kula Seccadeleri, Gördes seccadelerine benzemekle birlikte mihrap nişleri daha yalın, renk tonları ise daha açıktır. Kula seccadelerinin en önemli özelliği, kenarlarında yer alan birkaç sıralı şeritlerdir. Kula seccadelerinde mihrap nişi yalın olan örneklerin yanı sıra, niş zemininde belirli bir düzene göre işlenmiş stilize çiçeklerin yer aldığı örnekler de vardır. Kimi örneklerde ise mihrap nişinin ortasında yer alan ve ters duran bir vazo motifinden çıkan stilize çiçeklerle ince uzun mihrap nişi tümüşle doldurulmuştur.

Mihrap kemerinin kademeli olduğu Ladik Seccadeleri’nde, mihrap nişinin içi sütun çelerle iki ya da üç bölüme ayrılmıştır. Bir başka özellikleri de mihrap nişinin bazen altında, bazen de üstündeki sivri dilimli bölümlerden çıkan stilize lale formlarıdır. Ladik seccadelerinde, İslamın temizliği ile ilgili ibrik, tarak gibi motifler de bulunur. Parlak kırmızı ve mavi renkler, en önemli özellikleridir. Çoğu örneklerde ise, Osmanlı saray halılarında görülen lale, sümbül, karanfil motiflerinden oluşan ve “Ladik bordürü” adını alan karakteristik bir bordür deseni bulunmaktadır.

Milas Seccadeleri ise, daha çok sarı, kahverengi, turuncu ve mavi renklere sahiptir. Milas seccadeleri arasında mihrap içi, stilize bir hayat ağacı motifi ile dolgulaşmış örnekler de vardır. Bir başka tür, parlak renkleri ve geometrik motifleriyle seçkinleşen Bergama Seccadeleri’dir. En önemli özellikleri ise, mihrap nişinde alttan ya da üstten girinti yapan bir formun bulunmasıdır. Konya yöresi seccadeleri ise çeşitli formları ile büyük bir zenginlik gösterir. Genellikle geometrik desenleri vardır. Hayvan postu üzerinde de namaz kılınabildiği için, post motifi Konya yöresi seccadelerine girmiş ve daha çok da “Benekli postlar” kullanılmıştır.

Son düzenleyen Safi; 3 Ocak 2018 19:36
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
3 Ocak 2018       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Türk halı sanatı
Halı sanatı, başından beri sıkı sıkıya Türklere bağlı olarak gelişmiştir. Bu bakımdan denilebilir ki, halı dünya medeniyetine Türklerin bir hediyesidir. İlk düğümlü halıların, üçüncü yüzyıldan evvel Orta Asya’da Türkler tarafından yapılmaya başlandığı, bu gün artık kabul edilmiş bir gerçektir. Onlar önce dokumalara yün iplikler düğümleyerek hayvan postuna benzer halılar meydana getirdiler; zamanla bunlardan diğer halılar gelişti. Aralarında bağlantı kurulamayan Pazırık halısı bir tarafa bırakılırsa bu güne kadar bulunan en eski halılar, Orta Asya’da yapılan kazılarda ele geçirilen küçük parçalardır. İlk olarak Sir Aurel Stein, 1906-1908 yıllarında Çin Türkistanı’nda yaptığı kazılarda Lou-Lan kuyu mezarında ve Lop-Nor’da bir Buda mâbedinde (Stupa) ilk parçaları bulmuştur. Bunların renkleri canlı ve parlaktır; üzerlerinde üç çeşit sarı, koyu mavi, kırmızı, mat yeşil ve kahve renkleri görülür. Örneklerde baklavalar, şeritler ve stilize çiçekler vardır. Bunlar şimdi İngiltere’dedir. Daha sonra Le Cog 1913’de Turfan kazılarını yaparken Kızıl’da bir mâbedin kubbeli odasında diğer parçaları meydana çıkarmıştır. Bunlarda kırmızı zemin üzerine siyah konturlu sarı bir örnek göze çarpar.
Sponsorlu Bağlantılar

En eskileri Milâttan sonra üçüncü ve en yenileri de Milâttan sonra altıncı yüzyılda yapılmış olan bu Orta Asya halılarında henüz düğümler kabadır. Fakat bu zamanlardan ve altıncı yüzyıldan sonraki uzun boşluk devrinden zamanımıza kadar hiçbir halı parçası kalmamıştır.

Bundan sonra halı sanatı onbirinci yüzyıldan itibaren Selçuklu Türklerinin hakimiyetiyle ve onlarla birlikte Orta Asya’dan, Batıya doğru yayılmıştır. Büyük Selçukluların bu eski halı sanatından da hiçbir eser zamanımıza kadar gelememiştir. Ancak Anadolu Selçukluları zamanından ve onüçüncü yüzyıl ortalarından kalan halılarla Selçuklu Halı Sanatı hakkında bir fikir edinebiliyoruz.

Bunlardan Konya Alâeddin Camii’nde bulunmuş üçü büyük boyda ve bütün, beşi parça halinde sekiz Selçuklu halısından ibaret bir koleksiyon halen İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır. Çok yıpranmış halde zamanımıza kadar gelebilen bu halılar, daha sonraki halı sanatının asıl temeli olmuş, Orta Asya’da bulunan parçalar, halı sanatının gelişmesinde hiçbir rol oynamamıştır.

Konya Selçuklu halılarından biri 5 metreden fazla uzunlukta ve 3 metreye yakın genişlikte, hemen hemen 15 metrekare büyüklüktedir. Renk ve kompozisyon bakımından da bu halılar o kadar ahenkli ve zengin bir gelişme gösteriyorlar ki, bu kadar yüksek bir sanat olgunluğuna ancak uzun bir gelişmeden sonra varılabileceği şüphesizdir. Bu hal de, Anadolu Selçuklularının halı sanatını beraber getirdiklerine işaret eder.

Bunların renkleri umumiyetle koyu mavi ve koyu kırmızı olup üzerlerindeki motifler açık mavi ve açık kırmızı renktedir. Koyu ve açık sarı renkler ile bazen açık yeşil bir renk de görülür. Açık ve koyu renklerin çeşitleri ile çok zengin, ahenkli ve dinlendirici bir harmoni meydana getirilmiştir. Renk sayısı pek fazla olmamakla beraber nüans farklarıyla büyük bir zenginlik tesiri uyandırılmıştır. Motifler umumiyetle geometrik şekillerden ibarettir. Baklavalar, yıldızlar, etrafı çengellerle çevrilmiş sekizgenler en çok görünen şekillerdir. Bazen geometrik şemaya uydurulmuş nebatî motiflere de yer verilmiştir.

Fakat bu Selçuklu halılarının en karakteristik tarafı, iki kûfi yazılardan meydana gelen geniş bordürlerdir. Bunlar, uçları üçgenlerle nihayetlenen dik harflerden ibarettir. Sonraları çeşitli değişmelere uğrayan kûfi yazılı bordür, Anadolu halılarında, Alman, Flaman, İtalyan ressamlarının tablolarında görülen halılarda onyedinci yüzyıla kadar yaşamaya devam etmiştir. Selçuklu halılarından alınan diğer motifler de sonraki devir halı sanatı üzerinde tesirlerini göstermiştir.

Ondördüncü yüzyıl başlarından itibaren kuvvetle üslûplanmış hayvan figürleri de Anadolu halılarında görünmeye başlamıştır. Bunlar arasında iyice üslûplanmış bir ağacın iki tarafına dayanmış kuşlar, tek tek kuşlar ve dört ayaklılar tipiktir. Bir halının bütün kareleri tekrar eden örneklerle aynı dolguyu gösterir. Birbirine benzeyen üslûplanmış hayvan figürleri basit bir şekilde sıralanmaktadır. Aynı devirde kareler içinde geometrik motiflerle diğer bir halı grubunun mevcut olduğu tablolardaki tasvirlerden anlaşılmaktadır. Ondördüncü yüzyıl sonuna doğru hayvan figürlü halıların örneklerinde bir zenginleşme görülür. Sekizgenler ve kareler içine yerleştirilen tek tek kuşlar ve hayvanların yerini hayvan grupları almaya başlar.

Onbeşinci yüzyılda örnekler daha da değişerek sulh içinde yanyana duran hayvanların mücadele halinde göründüğü, hayvan kavgası kompozisyonları ortaya çıkar. Bunlardan ejder ve zümrüd Anka mücadelesini canlandıran orjinal bir halı, halen Berlin Müzesi’nde bulunmaktadır. İtalya’da satın alınarak Berlin Müzesi’ne mal edilen bu ilk hayvanlı halıdan sonra diğer orjinaller birer birer ortaya çıkarılarak hayvanlı halılar grubu meydana gelmiştir.

Bu yılın başlarında, Vakıflar Genel Müdürlüğünce Türbeler, Tekkeler ve Camilerden toplanmış olup Yeni Cami Hünkâr Kasrı’nda saklanan halılar arasından sergi hazırlamak üzere seçim yaparken, onbeşinci yüzyıldan kalma bir hayvanlı halı daha keşfedilerek, hayvanlı halılar grubuna yeni bir zenginlik kazandırılmıştır. Yakın zamanda etraflıca yayınlanacak olan bu halı, Marby halısını andıran III. tip Holbein kompozisyonuyla ortadan ikiye bölünmüş olup sembolik ejder-Zümrüdü Anka mücadelesi üslûplanmış halde iki defa tekrarlanarak canlandırılmaktadır. Kompozisyondaki ejder figürleri Konya Mevlâna Müzesi’nde bulunan hayvanlı halıdaki figürlerle hemen hemen tam benzerlik gösteriyor. Bu durumda halının Berlin ejder halısından sonraki tarihlerden ve onbeşinci yüzyıl son çeyreğinden kalmış olması akla yakın gelmektedir.

Hayvan figürlü halılar onbeşinci yüzyılda gittikçe azalarak yerlerini geometrik motifli halılara bırakırlar. En çok kancalı sekizgen veya baklavaların yanyana ve üstüste sıralanması şeklinde bir kompozisyon görülür.

Onbeşinci yüzyıl ortasından onaltıncı yüzyıla kadar zemini koyu renklerle geometrik sahalara ayrılmış ve bordürlerinde kufi yazıyı hatırlatan motiflerle yeni bir halı grubunun ortaya çıktığı göze çarpar. Bunlarda bütün örnekler ya geometrik veya kuvvetle üsluplanmış motifler haline gelmiştir. 1451’den başlayarak evvelâ İtalyan ressamlarının tablolarında sık sık resmedilen fakat sonradan Holbayn (Holbein)’in tablolarında çok görüldüğü için Holbayn halıları adı verilen bu çeşit halılardan az orjinal örnek kalmıştır. Zemini koyu renkli, çok defa kırmızı olan bu halılar onbeşinci yüzyıl ortasından onaltıncı yüzyıla kadar tablolarda görünmektedir. Holbayn halılarının bütün örnekleri geometrik veya kuvvetle geometrikleşmiş motiflerin sıralanmasından meydana gelmiştir. Bunların ilk iki tipinde örnekler küçük parçalıdır. Birinci tip geometrik olup, kaydırılmış eksenlerle düzenlenmiş baklava biçimi motifler ile sekizgenlerin alternatif olarak sıralanmasından meydana gelmiştir. İkinci tip bitki motiflerinden meydana gelen, haça benzer zengin baklavalar ve konturları kaybolmuş sekizgenlerle aynı şemayı muhafaza eder. Onaltıncı yüzyılda Venedikli ressam Lorenzo Lotto’nun tablolarında resmedildiği için bu ikinci tip, Lotto halıları adıyla da tanınmaktadır.

Üçüncü tipte örnek zeminin bütün genişliğine yerleştirilen içi sekizgenlerle doldurulmuş büyük bir kare şeklindedir. Bu kare, uzunlama iki veya dört defa tekrarlanır. Dördüncü tip bunun değişik bir şekli olup sekizgenlerle doldurulmuş büyük karelerin altında ve üstünde ikişer küçük sekizgenden ibaret bir örnek gösterir.

İlk iki tip Holbayn halılarında çok defa kûfi bordürler görülür ve bunlar zamanla örgü haline gelir. Sonraları bunların yerine bordürlerde görülen kıvrık dallar, çiçekler, rumîler ve bulut motifleri Uşak halılarını hatırlatır. Bu halılar teknik ve renk bakımından da Uşak halılarıyla yakınlık gösterdiğinden aynı bölgede yapılmış olmaları kuvvetle muhtemeldir. Esasen Holbayn halılarının küçük kareli ilk iki tipi daima kırmızı üzerine sarı örneklerle Uşak halıları grubuna geçişi hazırlamaktadır.

III. ve IV. tip Holbein halıları da Bergama halılarına geçişi hazırlamıştır.

Selçuklu halılarından sonra Türk halılarının ikinci parlak devri onaltıncı yüzyılda Uşak ve çevrelerinde yapılan halılarla başlar. Bunlar Anadolu halılarının en önemli grubunu teşkil ederler. Bazen çok büyük ölçüde ve zengin desenli olurlar. Bunlarda tuğla kırmızısı, koyu mavi ve parlak sarı renkler esastır. İkinci derecede olarak yeşil ve açık mavi renkler bazen siyah konturlar görülür. Beyaz zeminli olarak yapılan Uşak halılarında renkler daha hafiftir.

Çok zengin çeşitleri olan Uşak halılarının iki ana tipi madalyonlu Uşak halıları ile yıldızlı Uşak halılarıdır. Madalyonlu Uşak halılarında örnek, ortada büyük bir madalyonla kenarlarda parça madalyonlardan veya madalyonların çeşitli şekilde sıralanmasından meydana gelir; halının ortası daima tam bir madalyonla belirtilmiştir. Yıldızlı Uşak halılarında, zeminde, koyu renkli yıldız motifleri görülür. Madalyonlar yıldız haline gelmiştir, bunlarda orta belirtilmez.

Bu iki tipten madalyonlu Uşak halıları daha önemlidir ve on metre uzunluğa kadar yapılıyorlardı. Yıldızlı Uşak halıları ise orta büyüklüktedir.

Onaltıcı yüzyıl sonlarında Uşak halılarının şöhreti bütün Avrupa’ya yayılmıştı. Avrupa’nın asil aileleri, üzerinde kendi armaları bulunan Uşak halılarını sipariş ediyorlardı. Böyle armalı Uşak halılarından örnekler günümüze kadar gelmiştir. Uşak halılarının en eski örnekleri onaltıncı yüzyıl ortasına kadar görünür. Kuşlu halılar adı ile tanınan Uşak halıları, örneği meydana getiren şekillerin ilk bakışta kuşu andırması yüzünden bu ismi almıştır. Hakikatte bu, birbiri ile karşılaşan iki yaprak motifi arasında zeminin çeşitli renginden meydana gelen aldatıcı bir görünüşden başka bir şey değildir.

Onyedinci yüzyılda Uşak halılarının parlak devri devam eder. Onsekizinci yüzyılda bir gerileme başlar, bazı gruplar kaybolur, büyük gruplarda bozulma görülür.

Sonraki devirlerde Bergama halıları, Kûfi bordürlerden başka Selçuklu halılarından diğer birçok motifleri de devam ettirmişlerdir. Bu halılar, geometrik örneklere uydurulmuştur. Bazen geometrik şemaya uydurulmuş stilize nebatî motifler görülür. İlk Bergama halılarında örnek, üst üste yerleşen iri ve basık sekizgenlerden meydana gelmiştir. Sonraları ortada büyük bir sekizgen, alt ve üst kenarlarda ikişer küçük madalyondan ibaret bir şema görülür.

Anadolu halılarının klâsik şekilleri yanında onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında teknik ve dekor bakımından tamamen farklı bir halı grubu görülür ki, bunlara "Osmanlı Saray Halıları" adı verilmektedir. Kumaş, çini, tezhip, cilt kapakları ve kalem işleri gibi bütün Osmanlı sanatı kollarında ortaya çıkan natüralist yaprak ve çiçek dekoru bu halılarda da kendini gösterir. Bütün diğer Türk halılarından farklı olarak Osmanlı Saray Halıları Sine düğümü (İran düğümü) ile yapılmıştır. Desenleri çok ince ve zengin olduğu için uçları birbirine daha yakın olan İran düğümü tercih edilmiştir. Düğümler yün ve pamuktandır, ipek düğüm yoktur. Yalnız argaç ve arışlarda bazen ipek kullanışmıştır. Bunların düğümleri de daha sık olup kadifeyi andıran yumuşak bir tesir bırakırlar. Zemin ve bordür arasında fazla bir ayrılık yoktur. Hançer gibi kıvrık, damarlı yapraklar, rozet çiçekleri, kıvrık dallar ve nar çiçekleri en çok görülen motiflerdir. Bazen tabiate çok yakın lâle, sümbül ve güller de dekorlar arasında yer almıştır.

Bu saray halılarında da İran halılarının madalyon nizamı alınarak yine sonsuz bir örnek haline getirilmek suretiyle değiştirilmiş ve Türk halı üslûbuna uydurulmuştur. Fakat bunlarda madalyonlu Uşaklardan farklı olarak madalyon nizamı ikinci plânda kalmıştır. Esas örnek sonsuzluğa göre çizilmiş bir desendir. Madalyonlar ve köşe dolguları fazlasıyla küçülüp sonsuz örneğe uymak zorunda kalmıştır. Bu halılar hep Avrupa müzelerine ve koleksiyonlarına dağılmış olp memleketimizde İstanbul’da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ndeki yıpranmış fakat tamam olarak büyük bir halıdan başka hiçbir örnek kalmamıştır.

Saray halıları cinsinden seccadeler de yapılmıştır. Bunlar yüksek sanat kuvveti ve kompozisyonları bakımından saray halılarının en çok tatmin eden şekilleridir. Son yıllarda ilk defa Kurt Erdmann tarafından ortaya atılmış ve sonra Ernst Kühnel tarafından da kabul edilerek benimsenmiş olan yeni bir fikre göre bu halıların İstanbul sarayından gönderilen örneklere göre Kahire’de yapılmış olması lâzım gelmektedir.

Bazılarının Bursa ve İstanbul’daki özel tezgâhlarda yapılmış olduğu kabul edilmektedir.

Saray halılarıyla aynı teknik ve özellikte yapılmış yeşil mihrap zeminli bir seccade İstanbul işi diye Sultanahmet Camii’ne vakfedilmiş ve hep bu isim altında tanınarak oradan Evkaf Müzesi’ne alınıp aynı isimle envantere geçirilmiştir. Arış ve argaçlar ipekten yeşil, kırmızı, sarı ve kahverenkler çok ince yumuşak ve parlak yünden beyaz ve açık mavi renkler pamuktan yapılmıştır. Seccade epeyce yıpranmış haldedir. Bunun çok iyi muhafaza edimiş diğer bir örneği Berlin Müzesi’nde bulunmaktadır ve 1610 tarihlidir. İstanbul seccadesi ise Sultanahmet Camii’nin tamamlanması tarihinde (1617) mihrabın önüne konulmak üzere buraya vakfedilmiş olmalıdır.

Sultan Ahmet I.in Seccadesi diye tanınan ve belki de camiin Hünkâr mahfeline konulmak üzere yapılmış diğer bir seccade halen Topkapı Sarayında hazine deposunda bulunmaktadır. Bu seccadenin fıstıkî renk mihrap nişinin ortasında koyu kırmızı sivri oval bir madalyon dolgusu vardır. Köşe dolguları krem rengi bir zemin üzerine firûze kıvrık dal ve rumîlerden meydana gelmiştir. Bordür bu tip seccadelerin klâsik bordürlerine benziyor. Bunların yünü o kadar incedir ki ilk bakışta ipek intibaını uyandırır.

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde Kâbe motifli kahverengi bir seccade Osmanlı Saray Halılarının onsekizinci yüzyıl ortalarına kadar devam ettiğini açıkça gösterir. Bu halının mihrap nişi üç kemer ve ikisi bordürle kesilmiş olan dört sütunla üç bölüme ayrılmıştır. Kâbe motifi ortadaki koyu yeşil bölümde kemerin içine yerleştirilmiştir. Mihrap kemerine asılı kandiller, Kâbe motifi, yıldızlar ve sütun başlıkları gibi bazı kısımlarda gümüş sırma kullanılmış ve bunlar aşındığından alttan arış ve argaçlar meydana çıkmıştır.

Onyedinci yüzyıldan itibaren Anadolu’da seccadeler geniş ölçüde ortaya çıkarak halıların en önemli bir grubu haline gelmişlerdir. Bunların en eski örneklerinin ne zaman meydana çıktığı ve mihrap motifinin ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin olarak bilinemiyor. Eski seccadeler ortadan kaybolmuştur.

Onbeşinci yüzyıldan kalan iki seccade, mihrap şekilleri gösterirler. Bunlardan biri koyu mavi zemin üzerine iki sıra halinde sekizer mihrap olarak onaltı mihraptan ibaret bir örnektir. Mihrapların etrafları kırmızı ile çevrili, kenarları mor renktedir. Mor renk onbeşinci yüzyıldan önce görülmez; bu bakımdan karakteristiktir. Onbeşinci yüzyıldan kalan diğer seccade üzerinde mihrabın ortasında asılı bir kandil motifi görülür. Böylece bugüne kadar bilinen en eski iki seccadede örnek olarak mihrap motifi görülür.

Onyedinci yüzyıldan itibaren günümüze bol miktarda kalmış olan seccadelerde kandilden başka ibrik ve yaprak motifleri de görülür. Yanyana dizilmiş mihrap şekilleriyle çok uzun saf seccadeleri de vardır. Bunlarda bazen ayak yerleri işaret edilmiştir. Onyedinci yüzyılın sonlarına doğru bilhassa Gördes seccadeleri, kıvrak hatlarla çizilmiş mihrap nişleri ve iki taraftaki dekoratif sütûncukları ile dikkati çekerler. Bunlara marpuçlu Gördes denilir; çubuklu ibrikli diye anılan cinsleri de vardır. Mihrap zemini daima renklidir. Lâcivert zeminli olanlar en kıymetlileridir. Sonra sıra ile mavi, kırmızı ve yeşil zeminli olanlar gelir. Beyaz zeminli Gördesler pek nadirdir. Kız Gördes denilen seccadeler belki gelinlik çeyizi olarak yapılırdı. Bunların renkleri krem, kırmızı ve mavidir. Çifte mihraplı olarak yapılır.

Kula seccadeleri mah renklidir ve mihrapları daha sadedir. Bordürleri çeşitli ince şeritlerle doldurulmuştur. Bunlarda sarı, mavi, kırmızı renkler çok kullanılmıştır. Pek geniş bordürlü olanları da vardır.

Parlak renkli Lâdik seccadelerinde mihrabın alt veya üst tarafında sıralanan uzun bir sap halindeki çiçek veya ağaç motifleri karakteristiktir. Bunlarda kırmızı ve koyu mavi parlak renkler çok görülür. Geç devir Lâdik seccadeleri merdivenli mihrap nişi gösterirler.

Milâs seccadelerinde zemin koyu şeftali kırmızısı, bordürler sarı ve yeşildir. Zemin mihrabın üst kısmında bir baklava teşkil etmektedir. Milâs seccadeleri, Gördes seccadelerinin şekillerini Bergama tesiriyle birlikte devam ettirirler. Milâs seccadelerinin bariz bir özelliği, bordür şeritlerinde görülen parlak sarı renktir.

Kırşehir seccadelerinde iki veya üç çeşit kırmızı karakteristiktir. İki çizgili mihrabiyle bu seccadeler oldukça tanınmıştır. Marpuçlu cinsleri de vardır. Esas renkleri kırmızı, yeşil ve kremdir.

Kırşehir’in kazası Mucur seccadeleri ile Bergama ve diğer cins seccadeler yukarıda görülen tiplerin az-çok değişmiş çeşitlerini gösterirler.

Kilimler çok daha çabuk yıprandığından, eski parçalar zamanımıza kadar gelmemiştir. Konya Müzesi’nde koyu mavi, sarı ve gri renklerle pek yıpranmış halde bir kilim saklanmıştır. Onyedinci yüzyıl sonundan kaldığı tahmin edilen bu kilimden başka diğer kilimler en çok ikiyüz seneliktir. Fakat bunlarda eski kilimlerin örnekleri devam etmektedir. Parlak ve canlı renkleri, kuvvetli desenleriyle Anadolu’da yapılan kilimler, bugün de gözleri ve ruhları okşayan görünüşleriyle eski bir sanatın özelliğine sahiptirler. Sağlam bir renk zevki ve köşeli motifler bunlar için de karakteristiktir.
Son düzenleyen Safi; 3 Ocak 2018 19:37
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

30 Aralık 2008 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti
16 Nisan 2008 / virtuecat Türkiye Cumhuriyeti
21 Haziran 2008 / Bia Türk ve İslam Dünyası
8 Eylül 2009 / ThinkerBeLL Sanat
6 Haziran 2013 / _EKSELANS_ Edebiyat