Arama


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
26 Aralık 2008       Mesaj #2
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  SSCB2.jpg
Gösterim: 1523
Boyut:  55.9 KB

SOVYET İKTİDARININ PEKİŞMESİ.


Bolşevik egemenliğinin sağlanması. Petrograd’daki iktidar değişikliğinden sonra Rusya’nın büyük bölümünde denetim yerel sovyetlerin eline geçti. Moskova dışında pek bir çatışmanın ortaya çıkmadığı bu süreçte, Güney Rusya’da Ukrayna milliyetçilerinin ve Don Kazaklarının direnişi özerk bir yapı yarattı. Öte yandan Finlandiya’nın bağımsızlık kararı resmen tanındı.
Yeni Sovyet yönetimi ilk iş olarak bütün toprakları kamulaştırarak köylülere dağıtma ve çarlık rejiminin yaptığı emperyalist nitelikli antlaşmaları feshederek barış çağrısında bulunma yoluna gitti. Bu iki temel adımı sanayide işçi denetiminin kurumlaştırılması, bankaların devletleştirilmesi, devrim mahkemeleri ile işçi milislerinin kurulması, sınıf ayrıcalıklarına son verilmesi ve erkek-kadm eşitliğinin sağlanmasıyla ilgili kararnameler izledi. Kamenev (Bakınız (Lev Borisoviç Kamenev)) ve Zinovyev (Bakınız Zinovyev Grigoriy) gibi Bolşevik önderlerin iktidarı öteki sol gruplarla paylaşma önerilerine karşın, Halk Komiserleri Konseyi’nde, yalnızca sovyetlere dayalı yönetim biçimini kabul eden Sol Sosyalist Devrimcilere yer verildi. Bu arada Kadetler ile öbür Bolşevik karşıtı gruplara karşı bir sindirme kampanyası başlatıldı ve muhalefeti bastırmak üzere Çeka adlı gizli polis örgütü oluşturuldu. Bolşeviklerin ancak dörtte bir oranında temsilci sokabildiği Kurucu Meclis Ocak 1918’de toplandıktan hemen sonra dağıtıldı.

İtilaf Devletleri’nin baskısına karşın Almanya’yla barış görüşmelerine oturan Sovyet yönetimi, görüşmelerin kesilmesini izleyen Alman saldırısıyla ciddi bir tehdit altına girdi. Büyük ödünler pahasına da olsa bir “soluklanma dönemi”nin gerektiğini savunan Lenin, bazı Bolşeviklerin ve Sol Sosyalist Devrimcilerin sert muhalefetini güçlükle aşarak, Baltık bölgesi, Polonya, Ukrayna ve Kafkaslar’dan çekilmeyi öngören Brest- Litovsk Antlaşmasfnın (Mart 1918) onaylanmasını sağladı.

İç savaş ve dış müdahaleler.


Bolşeviklerin barıştan yararlanarak Sovyet iktidarını pekiştirme çabaları, Mayıs 1918’de başlayan iç savaşla yeni bir dönemece girdi. Savaş tutsaklarından oluşan Çekoslovak Lejyonu’nun geri gönderilmesi sırasında çıkan çatışma ve ardından Trans-Sibirya Demiryolu’nun bu birliklerin eline geçmesi, Volga’nın doğusundaki geniş topraklarda bir iktidar boşluğu yarattı. Böylece biri Omsk’ta, biri de Samara’da olmak üzere Bolşevik karşıtı iki güç odağı ortaya çıktı. Bunların ilki, Beyaz Ordu olarak nitelendirilen ve eski çarlık generallerince yönetilen karşıdevrimci kuvvetlere dayanıyordu. İkincisi ise Sosyalist Devrimcilerin çevresinde toplanmış kuvvetlerden oluşuyordu. Bu arada Bolşevikleri devirerek Rusya’yı yeniden savaşa sokmak isteyen İngiltere, Fransa ve ABD ülkenin kuzeyine, Japonya ve ABD de Doğu Sibirya’ya asker çıkardı. Almanya’nın kesin yenilgiye uğrayarak teslim olmasından sonra da sürdürülen bu müdahaleci tutum, para, silah ve asker yardımıyla Beyaz Ordu’yu ayakta tutma hedefine yöneldi.

Troçki’nin önderliğinde yeniden düzenlenen Kızıl Ordu, 1919’dan başlayarak Sovyet yönetimini yıkmaya yönelik bir dizi saldırıyla karşı karşıya geldi. Sibirya'dan A. Kolçak, Baltık bölgesinden N. Yudeniç, Don bölgesinden de A. Denikin komutasında Petrograd’a doğru ilerleyen kuvvetler birbiri ardı sıra püskürtüldü. Askeri güç bakımından daha üstün olan Beyaz Ordu’nun yenilgisinde önemli rol oynayan bir etken de köylülere ve Rus olmayan milliyetlere karşı izlenen acımasız ve düşmanca politika oldu. 1920 başlarında Kolçak’ın yakalanmasıyla karşıdevrim tehlikesi büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Kızıl Ordu’nun askeri zaferleri aynı zamanda Ukrayna, Beyaz Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın Sovyet yönetimi altına girmesini sağladı. Buna karşılık Almanya’nın yenilgisinin ardından kurulan Eştonya, Letonya ve Litvanya cumhuriyetleri İtilaf Devletleri’nin desteğiyle varlıklarını korudular. Sınır anlaşmazlığı nedeniyle Kızıl Ordu’nun Polonya’ya karşı yürüttüğü savaş yenilgiyle noktalandı ve Riga Antlaşması (Mart 1921) uyarınca Ukrayna ve Beyaz Rusya topraklarının önemli bir bölümü Polonya yönetimine bırakıldı.

Kırım’ı üs edinen P.N. Vrangel’in 1920 ortalarında başlattığı son Beyaz Ordu saldırısının boşa çıkarılmasıyla iç savaş fiilen sona erdi. Japon işgalindeki Doğu Sibirya’nın Sovyet yönetimine bağlanması ise 1922 sonbaharında gerçekleşti. Iç savaş boyunca yaşanan kanlı olaylar iki taraftan yaklaşık 100 bin kişinin yaşamını yitirmesine ve 2 milyon dolayında kişinin ülkeden kaçmasına yol açtı.

Tek pârti diktatörlüğü ve Savaş Komünizmi.


Brest-Litovsk Antlaşması’ndan sonra Sol Sosyalist Devrimcilerin hükümetten çekilmesiyle yönetime tek başına egemen olan ve Rus Komünist Partisi (Bolşevik) adı altında yeniden örgütlenen Bolşevikler, iç savaş ortamında adım adım sovyetlerdeki Menşevik ve Sosyalist Devrimci muhalefetine son verdiler. Bu sürece aynı zamanda parti içinde sıkı merkeziyetçilikle belirlenen bir kurumlaşma eşlik etti. Öte yandan iç savaşın dayattığı ağır sorunlar, ülkenin kaynaklarını seferber etmek ve devrimi korumak için ekonomik ve toplumsal alanlarda hızlı bir dönüşümü gündeme getirdi. “Savaş Komünizmi” olarak adlandırılan bu politika çerçevesinde sanayi, ticaret ve hizmet sektörlerindeki devlet denetimi en küçük işletmeleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Karşılıksız para basma yönteminin iflas noktasına varması üzerine, işçi ücretlerinin ürün ve karnelerle ödendiği bir tür “doğal ekonomi” uygulamasına gidildi.

Tahıl ürünlerini almada mal ve para sıkıntısı baş gösterince, köylülerin tahıl fazlasına karşılıksız el koymaya dayanan bir sistem geliştirildi. Savaş Komünizmi politikası hızla gerilemekte olan sanayiyi durgunluk noktasına getirmenin ve tarımda çöküşe yol açmanın yanı sıra işçiler ve köylüler arasında da yaygın bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Bu arada Komünist Parti içinde Demokratik Merkeziyetçiler) ve İşçi Muhalefeti gibi gruplar etkili bir konum kazanmaya başladı. Başını Troçki ve N.İ. Buharin'in çektiği bir kesim de sendikaların sanayiyi denetlemesine dayanan ve hızla komünizme geçişi öngören bir programla ortaya çıktı. Savaş Komünizmi’ni sürdürmenin Sovyet yönetimini tehlikeye düşüreceğini gören Lenin, değişik eğilimler arasındaki anlaşmazlık noktalarının ele alındığı X. Parti Kongresi’nde (Mart 1921) “stratejik bir geri adım" olarak nitelendirdiği Yeni Ekonomi Politikasının) (NEP) benimsenmesini sağladı.

Yeni Ekonomi Politikası.


Savaş Komünizmi’ni sona erdiren ilk önemli adım köylülerden tahıl fazlasını zorla alma yerine ürün biçiminde bir vergi konması oldu. Ardından köklü bir dönüşü sağlayan NEP çerçevesinde para sistemi ve piyasa ekonomisi geri getirildi. Köylülere gerekli vergiyi ödedikten sonra ürünlerini pazarda serbestçe satma olanağı tanındı. Ticari işletmelerin çoğu ve küçük ölçekli sanayi kuruluşları devletin elinden çıkarılarak nepmen denen yeni işadamları sınıfına bırakıldı. Büyük ölçekli sanayi, ulaşım, bankacılık ve doğal kaynaklar alanında kamu mülkiyeti korunmakla birlikte, kapitalist işletme tekniklerinden yararlanmaya yönelik düzenlemelerle önemli değişiklikler gerçekleştirildi.
NEP uygulaması tarım ve sanayi üretiminde kısa sürede belirgin bir iyileşme sağladı. 1920'lerin ortalarına doğru ekonominin birçok alanında savaş öncesindeki düzeye ulaşıldı. Bu arada sosyalist ekonominin inşası konusu Komünist Parti içindeki iktidar çekişmesinin odak noktalarından biri durumuna geldi.

PARTİ İÇİ ÇEKİŞMELER.


Lenin’in “aşırı sol” olarak nitelendirilen muhalefet gruplarını etkisiz hale getirdiği X. Parti Kongresinden sonra başlatılan sistemli temizlik hareketi, giderek güç kazanan İosif Stalin’in Nisan 1922’de parti genel sekreterliğine kadar yükselmesinin yolunu açtı. Sağlığı giderek bozulan Lenin’in devlet ve parti yönetiminden uzak kaldığı dönemde Troçki eski güçlü konumunu yitirirken, Stalin (Bakınız Joseph Stalin), Zinovyev ve Kamenev’in oluşturduğu troyka (üçlü yönetim) parti ve devlet kademelerine egemen olmaya başladı. Parti içinde gelişen “bürokratizm, aşırı merkeziyetçilik ve Büyük Rus şovenizmi” gibi eğilimlere karşı Lenin’in yönelttiği eleştiriler sonuçsuz kaldı. Bu duruma müdahale etmenin yanı sıra olası bir iktidar çekişmesini “kolektif önderlik” sistemiyle önleme amacını taşıyan ve Lenin’in Vasiyeti olarak bilinen belgelerin yazıldığı sırada (Aralık 1922-Ocak 1923) Stalin’in partide sıkı bir denetim kurma çabalan bütün hızıyla sürüyordu. Nisan 1923’te toplanan XII. Parti Kongresi bu gelişmeyi pekiştiren sonuçlar verdi. Troçki’nin 1923 sonbaharında troykcya karşı başlattığı açık muhalefet parti aygıtının sert baskısıyla karşılaştı. Lenin’in ölümünü izleyen XIII. Parti Kongresi (Mayıs 1924) , Stalin’in iktidar mücadelesindeki üstünlüğünü belgeledi.
Zinovyev ve Kamenev’in Aralık 1925’te muhalefete geçmesiyle yeni bir dönemece giren parti içi çekişmede, Stalin, Lenin’e dayandırdığı “tek ülkede sosyalizm” tezine karşı çıkmakla suçladığı muhalefeti bütünüyle sindirmeye yöneldi. 1926 sonbaharında Troçki ve Zinovyev ile yandaşları parti ve devlet kademelerinden uzaklaştırıldı. XV. Parti Kongresi’ndeki (Aralık 1927) tasfiyeden sonra Zinovyev-Kamenev grubu direnişten vazgeçti. Muhalefeti sürdürmeye çalışan Troçki ve yandaşları ise baskıcı yöntemlerle etkisiz hale getirildi.

DEVRİM SONRASINDA DIŞ POLİTİKA.


Daha 1921’de bir dünya devrimi yerine kendi varlığını korumayı öne alan Sovyet yönetimi, aynı yıl Polonya, Baltık devletleri, Türkiye, İran ve Afganistan’la antlaşmalar imzalayarak güvenli bir kuşak oluşturmaya yöneldi. Dış dünyayla ticari ilişkilerin normalleştirilmesinin ardından Nisan 1922’de Almanya’yla imzalanan Rapallo Antlaşması, Batı’nın diplomatik kuşatmasında önemli bir gedik açtı. Sovyet yönetimini 1924’te tanıyan İngiltere’yi çok geçmeden başka ülkeler de izledi.
Bu arada III. Enternasyonal (Komintem) aracılığıyla Avrupa’daki komünist partileri yönlendiren Sovyet yönetimi, Asya’da gelişen milliyetçi hareketlerle de işbirliğine özen gösterdi. Özellikle Çin’de iktidar mücadelesi yürüten Kuomintang 1927’ye değin Sovyet yönetiminden geniş çaplı destek aldı.

SOVYET REJİMİNİN YAPILANMASI.


Troçki ve Zinovyev’in başını çektiği Sol Muhalefet’i ortadan kaldırarak konumunu pekiştiren Stalin, 1928’den sonra “sola dönüş” çizgisini başlatınca, daha önce kendisiyle işbirliği yapmış olan Buharin, A. Rikov ve M. Tomski gibi önderleri Sağ Muhalefet olarak karşısına aldı. İki yıl süren bu yeni parti içi mücadele, NEP dönemi uygulamalarından vazgeçilerek Sovyet toplumunda köklü dönüşümler yönünde hızlı adımlar atılmasını getirdi.

Beş yıllık planlar.


Sanayileşme atılımının gündeme gelmesiyle birlikte merkezî denetimin aracı olarak planlama konusu büyük önem kazandı. Stalin'in doğrudan müdahaleleriyle üretim hedefleri yükseltilerek Nisan 1929’da benimsenen I. Beş Yıllık Plan’ ın uygulanması sırasında devlet işletmelerinin özerkliğine büyük ölçüde son verildi. Öte yandan küçük ölçekli sanayi ve ticaret kuruluşları da yeniden denetim altına alındı. Eldeki kaynakların ve işgücünün sınırlılığı nedeniyle hedeflere ulaşmada sıkıntılar baş gösterince, tarım ve tüketim malları aleyhine ağır sanayiye öncelik verme yoluna gidildi. Zamanından önce, Aralık 1932’de tamamlandığı açıklanan I. Beş Yıllık Plan sonuçta çelik sanayisi, elektrik üretimi ve makine yapımı gibi dallarda çarpıcı artışlar elde edilmesini sağladı. Ocak 1933’te uygulanmaya başlayan ve süresinde tamamlanan II. Beş Yıllık Plan döneminde yeni kurulmuş tesislerin üretime geçmesiyle daha büyük ilerlemeler sağlandı ve yaşam düzeyi de belirli ölçülerde yükseltildi. 1938’de yürürlüğe giren III. Beş Yıllık Plan, öngördüğü hedeflerin gerisinde kalmakla birlikte SSCB’yi bir sanayi ülkesine dönüştürerek ve güçlü bir teknolojik temel yaratarak amacına ulaştı.

Kolektivizasyon.


Geleneksel tarım yapısını değiştirerek sanayi için gerekli sermaye birikimini sağlama açısından büyük önem taşıyan kolektivizasyon, başlangıçta köylülerin gönüllü olarak kolhoz katılması temelinde yürütüldü. Bu uygulama 1929’da “kulakların bir sınıf olarak tasfiye edilmesi” hedefinin benimsenmesiyle zora dayalı bir biçim kazandı. Böylece bir yıl içinde köylülerin yarısından çoğu kolhoz toplandı. Ama bunu izleyen direnişler ve verim düşüşü kolektivizasyon sürecini yavaşlatmayı zorunlu kıldı. Kısa bir süre sonra daha sistemli baskılarla yeniden başlatılan zorlama politikası, ciddi kıtlıklar ve aksaklıklar pahasına 1936’da kolhoz'ların bütün köylere yayılmasıyla amacına ulaştı.

Toplum ve kültür.


Stalin’in ekonomik alandaki dönüşümlerine yaşamın hemen her alanında totaliter bir yapının egemen kılınması eşlik etti. Böylece bireyin kolektif örgüte bağımlı olduğu bir toplumsal doku ortaya çıktı. Bireysel sorumluluğu geliştirmeye verilen ağırlık, yöneticilerin otoritesini güçlendirirken, beceri ve alışmaya dayalı bir farklılaşma getirdi. Eğitim, sanat ve kültür alanında NEP döneminin görece özgür ve deneylere açık ortamı yerini, yol gösterici ilkelerin tepeden belirlendiği, katı bir denetime bıraktı. Eğitimde sanayinin pratik gereksinimleri öne çıkarılarak teknik ve mesleki okullara dönük bir politika benimsendi. Sanat ve bilimin parti aygıtının hizmetinde hareket etmesi, uyulması zorunlu bir kural haline getirildi. Bütün bunların sonucu olarak kültürel yaşam dar kalıplarla sınırlandırıldı.

Dış politika.


Stalin’in “sola dönüş”ü dış politikaya da yansıyarak diplomatik düzeyde dışa kapanmayı getirdi. Bu arada Komintern aracılığıyla sosyal demokrat partilere ve reformcu hükümetlere karşı düşmanca bir tutum izlendi. Ama Nazizmin yükselişi çok geçmeden SSCB’yi Batı’da müttefikler aramaya yöneltti. Uzakdoğu’da da Mançurya’nın Japon işgaline girmesi Çin’e karşı tutumun gözden geçirilmesi gereğini ortaya çıkardı.

STALİN İST SİSTEMİN KURUMLAŞMASI.


Büyük Temizlik.


1934’e gelindiğinde SSCB’nin ekonomik ve siyasal yapısı Stalin’in çizdiği çerçeveye oturmuş bulunuyordu. Ama uygulanan politikaların ve baskıların yarattığı gerginlikler ve huzursuzluklar kitlelerin yanı sıra parti içinde de yansımasını buluyordu. Stalin’in her türlü muhalefeti ezme politikası doğrultusunda başlattığı Büyük Temizlik) hareketi özellikle parti ve devlet kademelerinde yaygın bir tutuklama, sürgün ve tasfiyeye yol açtı. Daha önce Stalin’e karşı mücadele etmiş “Eski Bolşevik” önderler düzmece kanıtlara ve baskıyla alınan itiraflara dayandırılan üç toplu mahkemede saf dışı edildi. Bunlara bağlı olarak daha alt kademelerde de binlerce kişi çeşitli cezalara çarptırıldı ve baskılara uğradı. Ayrıca sanayileşme ve kolektivizasyonun yürütülmesi sırasında milyonlarca kişi “halk düşmanı” olarak çalışma kamplarına gönderildi.

Yeni anayasa.


Büyük Temizlik hareketinin başladığı sıralarda rejimi kurumlaştırmaya da yönelen Stalin, ilk iş olarak 1936'da yeni bir anayasayı yürürlüğe koydu. Demokratik hak ve özgürlüklere geniş ve ayrıntılı biçimde yer verilen bu anayasada sovyet sisteminin işleyişine parlamenter bir biçim verildi. Uygulamada sıkı bir merkezî otoritenin geliştirilmesine ve Ruslaştırma politikasının yeniden canlandırılmasına karşın, biçimsel federal yapıyı korumanın da ötesine gidilerek birlik cumhuriyetlerine ayrılma hakkı da tanındı. Yeni anayasanın yaklaşımına uygun olarak hukuksal ve siyasal düzeyde devlet kurumlarının kalıcılığı anlayışı vurgulanmaya başladı.
Bu temelde gelişen gelenekçi, tutucu eğitim ve kültür politikaları, kurulu düzeni savunmayı başlıca ilke durumuna getirdi. Sanat ve bilim alanındaki yeni akım ve düşünceler “burjuva biçimciliği” ve “gerici idealizm” gibi suçlamalarla bastırıldı. Aile düzeni ve çalışma yaşamı konusunda sistemli biçimde püriten bir ahlak anlayışı işlendi.

Dış politika.


Artan dış tehditler nedeniyle pragmatik bir dış politika yürütmeye başlayan Stalin, dışişleri komiserliğine getirdiği M. Litvinov aracılığıyla ortaklaşa güvenlik arayışına girerken, Komintern aracılığıyla da komünist partileri “halk cephesi” çizgisine çekmeye yöneldi. Bu doğrultuda ABD ile diplomatik ilişki kuran (1933) ve Milletler Cemiyeti’ne (1934) giren SSCB, ayrıca Fransa ve Çekoslovakya ile savunmaya dönük askeri ittifaklar oluşturdu (1935). Komünist partilerin Fransa ve Ispanya’da halk cephesi yoluyla iktidara ortak olması SSCB’ye belirli bir nüfuz kazandırdı. Bununla birlikte olası müttefikleri korkutmama düşüncesiyle İspanya İç Savaşı’nda (1936-39) Cumhuriyetçilere verilen destek sınırlı bir düzeyde tutuldu. Ortaklaşa güvenlik umudunu ortadan kaldıran Münih Anlaşması’nı (1938) Hitler’i Doğu’ya yöneltme politikası olarak gören Stalin, 1939 başlarında Litvinov’un (Bakınız Maksim Litvinov) yerine Molotov’u (Bakınız Vyaçeslav Molotov)) geçirerek Almanya’yla uzlaşma yollarını aramaya başladı. Bunun sonucunda imzalanan Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı’na (Ağustos 1939) bağlı gizli protokolde Polonya’nın paylaşılması ve SSCB’ye Estonya, Letonya, Finlandiya ve Besarabya ile ilgili olarak hareket serbestliği tanınması konusunda anlaşmaya varıldı.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 29 Aralık 2016 18:32