Arama


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
26 Aralık 2008       Mesaj #3
nünü - avatarı
Ziyaretçi

II. DÜNYA SAVAŞI.

Ad:  SSCB3.jpg
Gösterim: 1422
Boyut:  45.3 KB

Hitler tehlikesiyle birlikte 1933’ten sonra savunmaya ve askeri modernleşmeye verilen büyük öneme karşın, Sovyet ordusu geniş çaplı tasfiyelerin de etkisiyle gerekli hazırlıktan yoksun bulunuyordu. Ama Almanya’yla varılan anlaşmanın sağladığı elverişli ortamda, SSCB II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Doğu Avrupa’da önemli mevziler elde etti. Polonya’dan kısa sürede alınan topraklar Beyaz Rusya ve Ukrayna’ya bağlandı; işgal edilen üç Baltık cumhuriyeti de Ağustos 1940’ta ilhak edildi. Finlandiya’ya giren Sovyet kuvvetleri ise sert bir direnişle karşılaştı ve Kış Savaşı (Kasım 1939-Mart 1940) olarak da bilinen Sovyet-Fin Savaşı’nda Fin hatları güçlükle aşılabildi.

Alman kuvvetlerinin Batı ve Kuzey cephelerindeki askeri zaferlerinden sonra Hitler’ in Doğu’ya dönmesi tehlikesi ortaya çıkınca, SSCB bir yandan savaş hazırlığını artırmaya, bir yandan da bu tehlikeyi savuşturacak önlemler almaya yöneldi. Sovyet birliklerinin Besarabya ve Bukovina’yı işgal etmesiyle iki ülke arasında gerginleşen ilişkiler, Balkanlar’daki Nazi ilerleyişinden sonra kopma noktasına ulaştı. Japonya’yla Nisan 1941’de imzalanan tarafsızlık antlaşması ve Stalin’in ısrarla izlediği yatıştırma politikası, Hitler’in Haziran 1941’de SSCB’ye yönelik saldırıyı başlatmasını önleyemedi.

Sovyet hatlarını kısa sürede yararak Leningrad (bugün Petersburg) kapılarına ve Moskova yakınlarına kadar ulaşan Alman kuvvetleri Doğu Ukrayna’nın tamamını ve Kırım Yarımadasının büyük bölümünü ele geçirdi. Ama Almanların ikmal hatlarından uzaklaşmasıyla birlikte Sovyet direnişi daha sertleşti. İlk paniği atlatarak toparlanan Sovyet birlikleri, ABD ve İngiltere’den gelen askeri destekle Alman ilerleyişini durdurduğu gibi Alman kuvvetlerine ağır kayıplar da verdirmeye başladı. Kış aylarındaki yeni Alman saldırısı da bir süre sonra durakladı ve yer yer püskürtüldü. 1942 yazında Stalingrad (bugün Volgograd) çevresinde yoğunlaşan Alman harekâtı bir çıkmaza dönüşerek büyük bir bozgunla noktalandı. Düzenli biçimde geri çekilmeye çalışan Alman birlikleri karşı saldırılarla birbiri ardı sıra mevzilerinden söküldü. 1943’ün sonlarına gelindiğinde Nazilerin işgalindeki toprakların yaklaşık üçte ikisi kurtarılmış bulunuyordu.

1944’te geniş bir cephenin değişik kesimlerinde Alman birliklerini izlemeye başlayan Sovyet ordusu Doğu Avrupa’da sürekli ilerleyerek birkaç koldan Alman topraklarına kadar ulaştı. Berlin’in düşmesiyle savaş SSCB için kesin zaferle sonuçlandı.
Savaşta büyük bir yıkım görmenin yanı sıra 18 milyon dolayında kayıp veren SSCB’yi zafere ulaştıran en önemli etken savaşın bir anayurt savunmasına dönüştürülmesi oldu. Stalin kültünün yeni bir yurtseverlik anlayışıyla kaynaştırıldığı bu dönemde halkın topyekûn direnişi belirleyici bir rol oynadı. Öte yandan ekonominin savaşın gereklerine göre yönlendirilmesi ve dışarıdan sağlanan kaynaklar sanayileşmeye önemli bir itici güç kazandırdı.

SSCB’nin savaş sürecinde İngiltere ve ABD ile kurduğu ittifakta zaman zaman ortaya çıkan pürüzler, Tahran, Yalta ve Potsdam konferanslarında Avrupa ve Asya’daki yeni siyasal haritanın çizilmesiyle bağlantılı olarak açık bir nüfuz mücadelesine dönüştü. Sovyet ordusunun ilerleyişiyle Doğu Avrupa’da elde edilen üstünlük Batılı müttefiklerce onaylanırken, Stalin’in başka bölgelerde de Sovyet etkisini güçlendirmeye yönelik önerileri ABD ve İngiltere’nin direnişiyle karşılaştı. Bununla birlikte SSCB savaştan ABD’ye rakip ikinci büyük güç olarak çıktı.

SAVAŞ SONRASI.


Yeniden inşa.


Alman işgalinde büyük yıkıma uğrayan bölgelerin kalkındırılmasıyla ilgili hazırlıklar daha savaş sırasında başlamıştı. 1946 başlarında açıklanan yeni beş yıllık planda sanayi ve tarım üretimini savaş öncesindeki düzeye ulaştırma ve bu düzeyin üzerine çıkma hedefi benimsendi. Önceliğin verildiği ağır sanayi alanında genelde öngörülen hedefleri de aşan bir başarı elde edildi. İlk Sovyet atom bombası Batılı bilim adamlarının beklediğinden daha kısa bir süre içinde, Eylül 1949’da patlatıldı. Ağır sanayi ve askeri teknolojideki bu çarpıcı gelişmeye karşın, tüketim malları ve tarım için konmuş düşük hedefler bile gerçekleştirilemedi. Özellikle tarımdaki gerilik ve durgunluk ciddi bir sorun oluşturmaya devam etti.

Siyasal serdeşme.


Savaş döneminde kitleleri seferber etmek için uygulanan esnek ve katılımcı politikalar, 1946’dan sonra dış gelişmelerle de bağlantılı olarak yerini sosyalist ideolojiye bağlılığı vurgulayan yoğun bir kampanyaya bıraktı. Bu dönemde Stalin’in parti ve devlet üzerindeki otoritesi en üst düzeye çıktı. Parti organlarının ağırlığı önemli ölçüde azaldı; 1939’dan sonraki ilk kongre ancak 1952’de düzenlendi. Sistemin kapalı yapısı Stalin’in yakın, çevresi içinde gelişen bir iktidar mücadelesi yaratmakta gecikmedi. Partide güç kazanmaya çalışan G. M. Malenkov (Bakınız Georgi Malenkov)), en büyük rakibi A. A. Jdanov’un ölümünden (Temmuz 1948) hemen sonra onun yandaşlarına karşı geniş çaplı bir temizlik hareketine girişti. Yönetimde giderek belirginleşen sertleşme ve hesaplaşma eğilimleri Stalin’in ölümüne yakın toplanan XIX. Parti Kongresi’nin kararlarına da yansıdı.

Soğuk Savaş.


Savaş sonrasında ABD’nin Sovyet etkisini sınırlamak amacıyla başvurduğu askeri ve ekonomik önlemler özellikle Avrupa’da odaklaşan bir çatışma havası doğurdu. Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO) ve Varşova Paktı’nın oluşturulmasını izleyen dönemde Stalin, Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist yönetimler üzerinde sıkı bir denetim kurmaya yöneldi. Bu doğrultudaki adımları hızlandıran bir gelişme de Tito önderliğindeki Yugoslavya’ nın bağlantısız bir çizgiye yönelmesi oldu.
Ama ABD ve SSCB’yi Soğuk Savaş nedeniyle karşı karşıya getiren en önemli bunalım Uzakdoğu’da patlak verdi. Komünistlerin önderliğinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin yeni bir güç olarak ortaya çıkmasının ardından, ikiye bölünmüş olan Kore, ABD’nin Sovyet nüfuzunu sınırlama çabalarında kilit bir konum kazandı. Bunu izleyen Kore Savaşı (1950-53) dünyadaki kutuplaşmanın yarattığı yeni gerginlikleri bütün açıklığıyla ortaya çıkardı.

KRUŞÇEV DÖNEMİ.


Geçiş süreci.


Stalin’in ölümünden sonra yakın çevresinde yer almış olan parti önderlerinin giriştiği iktidar mücadelesinde L. Beria’yı (Bakınız (Lavrenti Beriya)) ve ardından Malenkov’u saf dışı ederek öne çıkan (Eylül 1953) Nikita Kruşçev (Bakınız Nikita Kruşçev)), Batı Sibirya ve Kuzey Kazakistan’da geniş alanların ekime açılması gibi iddialı tarım projeleriyle ve ustalıklı siyasal manevralarla konumunu kısa sürede güçlendirdi. Malenkov’un başbakanlık görevinden de uzaklaştırılarak yerini N.A. Bulganin’e bırakması (Şubat 1955), Kruşçev’e partide kesin bir üstünlük sağladı. Önceleri daha sert bir dış politikadan yana görünen Kruşçev, Malenkov’un düşüşünden sonra onun savunduğu görüşleri benimseyerek Tito’yla ilişkileri düzeltme yoluna gitti. Ayrıca Cenevre’de ABD başkanı D.Eisenhovver ile bir araya gelerek gerginliklerin yumuşatılması yönünde bir adım attı, SSCB’nin Asya ve Afrika’daki yeni bağımsız devletlerle bağlarını güçlendirmeye yönelik dış gezilere çıktı.

XX. Parti Kongresi.


Kruşçev’in Stalinizmden uzaklaşma yönünde izlediği politika, Şubat 1956’da toplanan XX. Parti Kongresi’nde yaptığı “gizli konuşma”yla yeni bir boyut kazandı. Stalin’in politikalarını ve başvurduğu şiddet yöntemlerini sert biçimde eleştirerek çeşitli suçlamalar öne süren bu konuşma, daha sonra yerel parti örgütlerinin kapalı toplantılarında da okutularak Stalinizmden arınma olarak bilinen bir kampanyaya temel oluşturdu. Kongrenin getirdiği iki önemli yenilik de “savaşların kaçınılmazlığı” görüşünün terk edilerek “barış içinde bir arada yaşama” ilkesinin benimsenmesi ve “sosyalizme barışçıl yollardan da geçilebileceği” tezinin ortaya konmasıydı.

Kruşçev’in konuşmasının açığa çıkması dünyada büyük yankı uyandırırken Doğu Avrupa’da da önemli gelişmelere yol açtı. Stalinist olarak bilinen yönetimlere karşı yükselen muhalefet çok geçmeden SSCB’yi de içine çeken gerginlikler doğurdu. Polonya’da belirli bir uzlaşmayla düzen sağlanırken, Macaristan’da tırmanan olaylar Sovyet birlikleri kullanılarak bastırıldı.
Bu durumdan yararlanarak kendisini görevden uzaklaştırmaya çalışan karşıtlarının Haziran 1957’de Prezidyum’da sağladığı üstünlüğü Merkez Komitesi’nin desteğiyle boşa çıkaran Kruşçev, Stalin döneminden kalma önde gelen yöneticileri “parti karşıtı bir grup” kurmakla suçlayarak tasfiye etmeyi başardı. Ardından Mart 1958’de başbakanlığı da üstlenerek çatışmadan çok daha güçlenmiş olarak çıktı.

Kruşçev’in ABD ile ilişkileri düzeltme çabasına aynı zamanda füze üretimi ve uzay havacılığı alanında sürdürülen yoğun bir rekabet eşlik etti. Berlin’in statüsüne ilişkin anlaşmazlık yüzünden ABD ile ortaya çıkan gerginlik, iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren Ekim 1962’deki Küba Bunalımı’yla doruğuna çıktı. Bu bunalım ABD’nin Küba’ya müdahale etmemesi koşuluyla bu ülkedeki Sovyet füzelerinin sökülmesinden sonra atlatılabildi.

Çin’le kopuş.


Kruşçev’in ABD ile doğrudan çatışmadan kaçınma politikası, Batı dünyasına karşı sertliği savunan Çin’e karşı soğuk bir tutum izlenmesini getirdi. Çin’e nükleer silah verilmemesi, sınır anlaşmazlıkları ve sosyalist inşaya ilişkin müdahaleler Çin’in SSCB’den bağımsız bir politikaya yönelmesine yol açtı. Bunun üzerine Kruşçev askeri ve ekonomik yardımları azaltma, Sovyet uzmanlarını geri çekme ve borçların ödenmesini isteme gibi baskı yollarına başvurdu. Çin yönetiminin Kruşçev’e yönelttiği “revizyonizm” suçlaması, bu çatışmaya uluslararası komünist hareketi de etkileyen ideolojik bir boyut kattı. Küba Bunalımı sonrasında Kruşçev’in ABD ile yakınlaşmaya ağırlık vererek dünyanın çeşitli bölgelerindeki gerginlikleri yumuşatmaya yönelmesiyle Çin ve SSCB arasındaki kopuş onarılamayacak bir düzeye çıktı.

Ekonomik sorunlar.


SSCB için “barış”ı önemli kılan bir etken de ekonomide karşılaşılan güçlükleri ortadan kaldırabilecek elverişli bir ortam yaratma gereğiydi. Stalin sonrasında halkın yaşam düzeyini yükseltme yolunda gösterilen çabalar pek olumlu sonuçlar vermemişti. Bunun başarılması tarım ve hafif sanayiye geniş kaynakların ayrılmasına bağlıydı. Oysa Kruşçev’in projeleri kötü hasatların ve gıda sıkıntısının önüne geçememişti. Kruşev'in öncelikle tarım için gerekli altyapıyı geliştirecek bir programa yönelmesi, ekonomik büyüme hızındaki düşüşe çözüm getirememesi ve parti ile devlet aygıtında sık sık yeni düzenlemelere gitmesi giderek parti yönetimiyle ters düşmesine neden oldu. Bu sorunların dış politikadaki başarısızlıklarla birleşmesi Kruşçev’in düşüşüne zemin hazırladı.

BREJNEV DÖNEMİ.


Kolektif önderlik.


Merkez Komitesi’nce “ileri yaşı ve bozulan sağlığı” nedeniyle istifasını sunduğu bildirilen Kruşçev'den sonra, Ekim 1964'te Leonid Brejnev’in (Bakınız Leonid İliç Brejnev) birinci sekreter, Aleksey Kosigin'in de başbakan olarak ağırlıklı bir konum taşıdığı kolektif bir önderlik oluşturuldu. Sonraki yıllarda bu görünümün korunmasına karşın öteki etkili yöneticilerin tasfiyesiyle güçlü bir konum kazanan Brejnev 1966’da genel sekreter unvanını aldı ve 1977’de bu görevinin yanı sıra Prezidyum başkanlığını üstlendi. Stalinizmden arınma hareketinin durdurulduğu ve siyasal baskılar ile kültür alanındaki denetimin yeniden yoğunlaştığı bu dönemde, bürokratik ve otoriter yönetim biçimine dönülerek parti ile devlet aygıtı sağlamlaştırıldı.

Brejnev yönetimi 1965’ten sonra tarım ve sanayide merkezî denetimi gevşetme yönünde bazı reformlara girişti. Kolhoz ve sovhoz’lara aktarılan kaynaklar artırılarak ürünlerine verilen fiyatlar yükseltildi ve vergi yükleri azaltıldı. Bu önlemler tarımsal üretimde önceki yıllara göre belirli bir iyileşme sağladı. Sanayide eskimiş teknolojileri yenilemeye yönelik bir program benimsendi. Bu arada işletmelere karar mekanizmasında daha geniş söz hakkı tanınarak maddi teşviklere dayalı bir sistem geliştirildi. Merkezî planlamada ise Kruşçev dönemi öncesinde olduğu gibi her sektörün sorumluluğu ilgili bakanlığa bırakıldı. Planların hazırlanmasıyla ilgili yetkiler Gosplan’ın elinde toplanırken, kaynakların tahsisi ve dağıtımıyla ilgili yeni bir devlet komitesi oluşturuldu.

Dış politika.


Çin’le ilişkilerde sınır çatışmalarına kadar varan çeşitli gerginliklerle karşılaşan Brejnev yönetimi, sınırdaki askeri gücünü artırmanın yanı sıra Çin’in Hindistan, Pakistan ve Vietnam gibi komşu ülkelerde nüfuz kazanmasını önlemeye çalıştı. Bağlantısız bir çizgiye yönelen Romanya’nın dışındaki Doğu Avrupa ülkeleri Brejnev döneminde SSCB ile daha sıkı bir dayanışma sürecine girdi. SSCB’nin, Ağustos 1968’de yönetimde köklü reformlara giden Çekoslovakya’ya karşı giriştiği müdahaleye öteki Doğu Avrupa ülkeleri de katıldı.

Brejnev yönetiminin 1960’larda dış politikalarda ağırlık verdiği iki konu da Ortadoğu bunalımında belirleyici bir rol kazanılması ve Batı Avrupa’da ABD etkisinin zayıflatılması oldu. Bu dönemde Sovyet yayın organlarının ABD emperyalizmine yönelik saldırıları yoğunlaşmakla birlikte, karşılıklı çıkarları ilgilendiren özel konularda zaman zaman anlaşmalara varıldı.

Yumuşama.


SSCB’nin dev askeri gücüne karşın ekonomik alanda Batı’ya yetişmenin daha büyük öncelik taşıdığını gören Brejnev yönetimi, 1971’den sonra Batı’yla belirli bir yakınlaşma sağlamaya yönelik sistemli bir yumuşama (detant) politikası uygulamaya başladı. Bu politikanın ilk önemli adımı, Batı Avrupa’yla ilişkilerde bir engel oluşturan Almanya sorununun çözümü oldu. Bir dizi görüşme sonunda iki Almanya arasındaki ilişkilerde normalleşme süreci başladı. 1972’de ABD ile Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT) başlatıldı. 1975’te Helsinki’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Nihai Senedi’ni imzalayan ülkeler arasında SSCB de yer aldı. Bunu izleyen dönemde insan hakları konusu SSCB ve ABD ilişkilerinde sürekli bir tartışma noktası olarak eündemde kaldı.
Yumuşama politikasıyla birlikte Batı’yla ticari ilişkiler gelişirken teknoloji ithalatı da hız kazandı. Yumuşama ortamının sağladığı olumlu koşullar ekonomik büyüme hızının yükselmesinde önemli rol oynadı.

Yumuşama dönemi SSCB’nin dünya politikasındaki ağırlığını da belirgin biçimde artırdı. Güneydoğu Asya’daki kurtuluş hareketlerinin başarıya ulaşmasının (1975) ardından, Angola ve Mozambik’te Sovyet yanlısı olarak bilinen gruplar yönetime geldi (1976). Somali’nin Sovyet uzmanları ülkesinden çıkarmasına (1977) karşın, aynı yıl komşu Etiyopya Afrika’da önemli bir Sovyet-dayanağı durumuna geldi. Son olarak Sovyet birliklerinin Afganistan’a girmesi (1979) ABD ile ilişkilerin bozulmasına yol açtı. Bunun sonucu olarak Kasım 1981’de START adıyla yeniden başlatılan silah indirimi görüşmeleri çok geçmeden tıkandı.

BREJNEV SONRASI.


Andropov ve Çernenko.

(Bakınız Yuri Andropov Konstantin Çernenko)
Brejnev’in son yılları Kosigin ve parti ideologu M. Suslov gibi yaşlı önderlerin birbiri ardı sıra ölümüne sahne oldu. Kasım 1982’de onları izleyen Brejnev’in yerine, genç parti teknokratlarının desteklediği KGB şefi Yuri Andropov geçti. Göreve geldikten hemen sonra yolsuzluklara karşı bir kampanya başlatan Andropov, plan hedeflerinin gerisinde kalan düşük büyüme hızından kaynaklanan sorunları ele alamadan Şubat 1984’te öldü. Bunun üzerine daha önce Brejnev’in asıl ardılı olarak görülen Konstantin Çernenko başa getirildi. ABD ile silahsızlanma görüşmelerini yeniden başlatan Çernenko da Mart 1985’te ölünce, Andropov’un yakın çevresinde yer almış olan 54 yaşında Mihail Gorbaçov (Bakınız Mikhail Gorbachev) parti genel sekreteri oldu.

Gorbaçov dönemi.


Göreve geldikten hemen sonra parti ve devlet kademelerinde geniş çaplı bir tasfiyeye girişen Gorbaçov, başbakanlığa yaşlı Nikolay Tihonov’un (Bakınız Nikolay Aleksandrovich Tihonov) yerine Nikolay Rijkov’u, dışişleri bakanlığına da Andrey Gromiko’nun yerine Eduard Şevardnadze’yi (Bakınız Eduard Shevardnadze) atadı. Şubat 1986’daki XXVII. Parti Kongresi’nde köklü ekonomik ve yapısal reformlar öngören perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) politikalarının kabul edilmesini sağladı. Parti ve bürokraside belirli bir direnişin sürmesine karşın, bu kongreyi izleyen düzenlemeler kapsamlı bir reform süreci başlattı.

Brejnev döneminin dış politika öğretilerinden de hızla vazgeçen Gorbaçov, silahlanma yarışını geriye çekme, Doğu Avrupa’daki Sovyet etkisini yumuşatma, ABD ile bölgesel çekişmelerden kaçınma, Afganistan’daki Sovyet askerlerini geri çekme ve Çin’le gerginliğe son verme yönünde bir dizi adım attı. 1985 sonlarında başlayan bir dizi görüşmenin ardından 1987’de Washington zirvesinde ABD başkanı R. Reagan ile Gorbaçov orta menzilli nükleer silahların indirimini öngören bir antlaşma imzaladı. Ertesi yıl Moskova’da bir araya gelen iki lider antlaşmaya ilişkin onay belgelerini birbiriyle değiştirdi. ABD’de G. Bush’un başkan olmasından sonra Aralık 1989’da yapılan Malta zirvesi, ABD ile SSCB arasında global düzeyde bir yakınlaşma ortamı doğurdu.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (KPSS) 40 yılı aşkın bir aradan sonra Haziran 1988’de toplanan ilk konferansında, Gorbaçov partinin devlet aygıtındaki rolünü azaltacak bir plan sundu. Bu plan SSCB Yüksek Sovyeti ve öbür temsili organlara Batı tipi bir parlamenter işleyiş kazandırmayı ve bir tür başkanlık sistemine geçişi öngörüyordu. Bu doğrultuda Ekim 1989’da Gromiko’nun (Bakınız Andrey Gromiko) yerine Yüksek Sovyet Prezidyumu başkanlığına getirilen Gorbaçov, Mayıs 199ü’da da yeni oluşturulan SSCB Halk Temsilcileri Kongresi tarafından geniş yetkilerle yeniden aynı makama seçildi. 1990 başlarında KPSS’nin siyasal tekeline son verilmesiyle ve serbest piyasa ekonomisine geçişin gündeme gelmesiyle perestroika çizgisi yeni bir dönemece girdi.

Gorbaçov’un başlattığı reform süreciyle birlikte azınlık milliyetler arasında merkezî otoriteye karşı başlayan direniş, 1989’da özellikle Kafkasya ve Baltık bölgelerinde bağımsızlıkçı bir yönelim kazanarak siyasal gerginliği tırmandırdı. Kafkasya’da milliyetler arası çekişmeler boyutunu da içererek gelişen olaylar, Sovyet yöneticilerinin orduyu kullanarak sert bir müdahaleye girişmesine yol açtı. Buna karşılık Baltık bölgesinde Letonya ve Estonya’nın aldığı bağımsızlık kararlarını etkisiz kılmak için daha çok siyasal ve ekonomik baskı yöntemlerine başvuruldu.

1990’da yapılan anayasa değişikliğiyle çok partili sisteme geçildi. Yapılan reformları yetersiz bulan ve liberalleşme sürecinin hızlandırılmasını savunan Boris Yeltsin (Bakınız Boris Nikolayevich Yeltsin), Gorbaçov’un sert muhalefetine karşın Mayıs 1990’da Rus Yüksek Sovyeti başkanlığına seçildi. Ertesi ay Rus SFSC kendini egemen devlet ilan etti. Sertlik yanlılarının 18-21 Ağustos 1991’deki başarısız darbe girişiminin ardından dağılma süreci hız kazandı. İlk olarak üç Baltık cumhuriyeti birlikten ayrıldı. Onları öteki cumhuriyetler izledi. 8 Aralık’ta Beyaz Rusya’nın Brest kentinde bir araya gelen Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya liderleri Sovyetler Birliği’nin dağıldığını ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) kurulduğunu ilan ettiler. 21 Aralık’ta Kazakistan’ın Alma Ata kentinde Estonya, Litvanya, Letonya ve Gürcistan dışındaki cumhuriyetlerin temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda imzalanan antlaşmalarla BDT resmen kurulmuş oldu. 15 Aralık’ta Gorbaçov’un istifasıyla SSCB’ nin dağılma süreci tamamlandı.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 29 Aralık 2016 18:32