Ziyaretçi
Kölelik
insanın bir başkasının malı olması, onun sahipliği altında bulunması.
Sponsorlu Bağlantılar
İnsanlar arasında bu tür ilişkiyi öngören tarihsel kurum da aynı adla anılır. Eski gelenek, görenek ya da yasalarda köle, mülkiyet hakkı konusu ya da taşınır mal sayılır ve hemen her türlü hak ve özgürlükten yoksun bırakılırdı.
Toplumsal ve hukuki bir kurum olarak kölelik, ilk uygarlıklardan 19. yüzyıla değin çok çeşitli geleneksel toplumlarda ya da kapitalizm öncesi ekonomilerde görüldü; ama her yerde, ekonominin temelini oluşturacak ölçüde yaygınlık kazanmadı. Öte yandan köleliğin, borç karşılığı yükümlülük, uşaklık hizmeti ve sözleşmeye dayalı zorunlu çalışma gibi değişik biçimleri ortaya çıktı. Köle olmak ve edinmek de birçok yoldan gerçekleşti. Bu uygulamalar arasında askeri ya da ticari seferler sırasında tutsak alınmak ya da satılmak, işlenen bir suçun cezalandırılması ya da ödenemeyen bir borç yüzünden köleleştirilmek, doğrudan doğruya ana baba, vasi ya da kabile şefi tarafından bir başkasına devredilmek sayılabilir.
Kölelik hukuku ile köleci üretim İkilisi arasında bir ayrım yapmak gerekir. İlkçağın kölelik hukukuna göre efendi, özel mülkü olan köleyi dilediği gibi alıp satabilir, sınırsız çalıştırabilir, besleyebilir ya da aç bırakabilir, cezalandırabilir ve hatta öldürtebilir. Kölenin, yasalarla korunmuş ve kavramlaştırılmıs hiçbir savunma ya da aile kurma, mülk edinme, miras bırakma ve böylece kendisi ile soyuna sürekliliği olan belirli bir ekonomik varlık kazandırma hakkı yoktur. Hukuken köle statüsünde olan insanlardan bazılarına, uygulamada tanınabilen bu tür olanakların hepsi temelde efendinin keyfi tasarrufuna bağlıdır ve kolaylıkla kısmen ya da tamamen geri alınabilir. Efendilere yasalarla tanınan bu yetkiler, kölelerin büyük plantasyonlarda, zanaat atölyelerinde ya da madenlerde kitle halinde, silahlı muhafızların gözetiminde, kırbaç altında ve vardiya sistemiyle çalıştırılmasını ve sonra ahır benzeri koğuş ya da zindanlara kapatılıp ancak ertesi gün tekrar çalışabilecekleri kadar beslenmesini olanaklı kılar. Köle ancak efendisinin azat etmesiyle özgürlüğünü kazanabilir.
Böyle bir sistemde köleler, emeklerinin hiçbir ürünü kendilerine bırakılmadığından, üretimin sonuçlarına herhangi bir ilgi duymazlar ve eğitimsiz olmaları kadar bu nedenle de her fırsatta işi ağırdan almak ya da birikmiş öfke ve tepkileri sonucunda araç ve hayvanları hor kullanmak gibi örtülü, bilinçsiz direnme biçimlerine yönelirler. Efendi açısından bu, her türlü maliyetin kendisince karşılandığı, çok sıkı bir yönetim ve denetim aygıtını gerektirir. Öte yandan ortalama yaşam süresi kısa, ölüm oranı çok yüksek, kalıcı aileler kuramadığı ve çocuk yetiştiremediğinden doğurganlığı da alabildiğine düşük olan köle sınıfının nüfusu, ancak aralıksız fetih savaşları ve köle ticareti yoluyla belirli bir düzeyde tutulabilir ya da artırılabilir. Dolayısıyla çok sayıda kölenin çalıştırıldığı bir işletme tarzı, pazar için üretim olanaklarının genişlemesiyle boy atabilir ve dışarıdan köle sağlama olanaklarının sürmesi ölçüsünde ayakta durabilir.
Bu saf biçimiyle köleci üretim ilişkisi, ilkçağ tarihinde daha çok Ege ve Akdeniz havzasıyla, bir başka deyişle Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının doruk yüzyıllarıyla sınırlı kaldı. Buna karşılık, örneğin Asya’nın geniş alanlarında insanların köle gibi çalıştırılması, daha çok kölelik ile sertlik) arasında uzanan ataerkil bağımlılık ve uşaklık koşullarında gerçekleşti. Avcılıktan çobanlık aşamasına geçişle ortaya çıkan ilk örneklerde köle efendisinin sürülerine bakıyor ve ev halkından sayılıyordu. Sümerlerde kentlerdeki köleler uşak ve hizmetçi olarak çalışıyor, kırlardakilerse büyük gruplar halinde efendinin tarla ve madenlerini işliyorlardı. Ama geçimlik tarım ekonomisinden pazar ekonomisine geçilince, kölelerin toplumsal konumunda önemli bir düşme görüldü; hizmetkâr olmaktan çıkarak kâr için alınıp satılan bir meta durumuna geldiler. Klasik uygarlık dünyasında bu özgül evrimi besleyen başlıca etmenler, Ege ve Akdeniz’in gemiciliğe tanıdığı özel olanaklara bağlı olarak ticaretin olağanüstü gelişmesi, bu pazar ve para ekonomisinin de hem üretimde geniş ölçekli köle kullanımını kârlılaştırması, hem de köle ticaretinin savaşların ve korsanlığın yanı sıra başlı başına bir işgücü kaynağı durumuna gelmesiydi.
Bu koşullarda Yunan ve Roma toplumlarında kölelik çok yaygın bir uygulama durumuna geldi. Özgür sınıflar askerlik ve girişimcilik dışındaki çalışma biçimlerini aşağılayıcı buluyor, köleler de ev hizmeti ve tarımsal işlerin yanı sıra yöneticilik ve kâtiplik gibi görevler üstleniyorlardı. Köleler savaşta ele geçirme, “barbar” ülkelerden getirme ya aa yetiştirme yoluyla ediniliyordu. Roma imparatorluğumun son zamanlarında ise kölelerin grup halinde bağlı oldukları topraktan ayrı satılamaması biçiminde bir uygulama başladı. Bu, ortaçağ seriliğine geçişin Roma’daki başlangıcını oluşturdu.
İslamın ortaya çıktığı Arabistan Yarımadasında Araplar, Türkler ve Hıristiyanlar arasındaki savaşlar kalabalık bir köle nüfusunun oluşmasına yol açtı. Ama Kuran köle azat etmeyi sevap sayıyor, azatlı köleler de cemaate katılıyordu.
Kölelik Güney Amerika’nın yerli kabileleri arasında da yaygındı. İspanyollar 15. yüzyılın sonunda Yenidünya’da büyük topraklar fethedince, Yerlileri madenlerde ve tarlalarda çalıştırmaya başladılar. Ama Yerliler Avrupa hastalıklarına ve ağır çalışma koşullarına dayanamayarak kısa sürede ölüyorlardı. Bu sorunu çözmek için İspanya kralı I. Carlos (V. Kari [Şarlken]) Batı Afrika krallıkları ve kabileleri arasında zaten var olan yerel köle ticaretinden de yararlanarak, 1517’de Afrika’dan köle getirtmeye başladı. Afrikalılar önce Batı Hmt Adalarına, ardından şeker sanayisinin gelişmekte olduğu ana kıtaya gönderildiler. Böylece plantasyonlarda Siyah köle çalıştırmaya dayalı acımasız bir uygulama başladı ve bir kere daha bu, merkantilizm) ya da ilk birikim aşamasındaki kapitalizme bağlı olarak ortaya çıkan belirli bir köleci üretimin, yaygın köle ticareti ile koşut gelişmesini beraberinde getirdi, köle toplamada önde gelen Portekizliler özellikle Ispanya ve Portekiz krallıklarının birleşmesinden (1580) sonra bu alana tam anlamıyla egemen oldular. Daha sonralan köle ticaretinin denetimi Felemenklilerin eline geçti.
1510’lardan başlayarak 19. yüzyılın ortalarına değin milyonlarca Afrikalı erkek, kadın ve çocuk 21-90 gün süren yolculuklarla Atlas Okyanusunu geçerek Yenidünya’ya götürüldü. Kaptanlar Gine kıyısı açıklarında bir ayla bir yıl arasında değişen sürelerle demir atıyor ve 150-600 kişilik yüklerini topluyorlardı. Daha sonra limanda düşman kabilelerin saldırısı, gemide kölelerin ayaklanma tehdidi, salgın hastalıklar, korsan ya da düşman gemilerinin saldırısı ve kötü hava koşullan gibi sürekli tehlike ortamında yolculuk başlıyordu. Erkek köleler, ayaklanmalan önlemek için ya birbirlerine ya da güverteye zincirleniyordu. 1699-1845 arasında aynntılı kaydı bulunan 55 ayaklanma çıkmıştı. Taşınabilecek en çok yükü alabilmek için tutsaklar 183 cm x 41 cm’lik bölmelere yan yana diziliyor, ayağa kalkamayan ve olduğu yerde dönemeyen birçok köle bu durumda ölüyordu. Yolculuklann kötü hava koşullan ya da Ekvator rüzgârlanmn durması nedeniyle uzadığı durumlarda, günde iki kez verilen su ve haşlanmış pirinç, dan, irmik ya da patates tayını azaltılıyordu. Gündüzleri hava uygunsa, tutsaklar havalandınlmak ya da “dans ettirilmek” (zorunlu sıçrama hareketleri) üzere güverteye çıkarılıyorlardı. Kötü havalarda ise havalandınlmayan, sağlıksız ambarlarda sık sık ateşli hastalıklar ve dizanteri ortaya çıkıyordu. Salgın hastalık, intihar, “sürekli melankoli” ve ayaklanmanın yol açtığı ölümlerin yüzde 13 oranında olduğu sanılmaktadır.
Kuzey Amerika’ya ilk Afrikalı köleler 1619’da bir Felemenk gemisiyle getirildiler ve Virginia İngiliz kolonisine yerleştirildiler. Kıtadaki İngiliz ve öbür Avrupa kolonilerinde o sırada büyük kâr getiren plantasyonlar kuruluyor, buralarda tütün, şekerkamışı ve daha sonra pamuk yetiştiriliyordu. Tarlada çalıştırılacak Siyah köle gereksinimi arttıkça köle ticareti ürün ihracından bile kârlı olmaya başladı; böylece Kuzey Amerika, Batı Hint Adaları ve Batı Afrika arasında gelişmiş bir köle ticareti ağı kuruldu. 1681’de Virginia’da yaklaşık 2 bin köle varken 19. yüzyılın ortalarında Amerika’daki köle sayısı 4 milyonu aşmıştı. Köleler Katolik ülkelerin kolonilerinde daha iyi koşullarda yaşıyor, buralarda çoğu kez din görevlileri kölelere nasıl davranılması gerektiğini kurallara bağlamaya çalışıyordu. İngiltere ve Felemenk’in genellikle özerklik tanınan sömürge ve eski sömürgelerinde ise köleler daha çok sahiplerinin insafına bırakılmıştı.
Avrupa’da 18. yüzyılda gelişen Aydınlanma hareketiyle birlikte kölelik ahlaki açıdan nefretle karşılanmaya başladı. Ama asıl somut gelişmeler 19. yüzyılda ye İngiltere’nin öncülüğünde gerçekleşti. İngiltere ve ABD’de köle ticaretini önlemek için dernekler kuruldu; 1807-08 yıllarında bu iki ülkede köle ticareti yasaklandı. İngiltere’de 1823’te kurulan Kölelikle Mücadele Demeği 1833’e değin geri kalan İngiliz sömürgelerindeki kölelerin özgür bırakılmasını sağladı. Azat edilen köle genellikle 5-7 yıl uşaklık hizmetinde (çıraklık sözleşmesine benzer bir durum) bulunuyor, eski sahibine de bir tazminat ödeniyordu. Fransa Batı Hint Adalarında köleliği 1848’de kaldırdı. Bunu Portekiz, Hollanda ve İspanya izledi. Amerikan İç Savaşı (1861-65) köleliğin kaldırılması yolunda 19. yüzyılda atılan ikinci büyük adım oldu; ABD Anayasası’nın 13. Ek Maddesi’yle de (1865) ABD’de köleliğe son verildi. 19. yüzyılın sonlarında ise Afrika’nın insan kaynaklarını doğrudan doğruya ele geçiren sömürgeciler uluslararası konferanslarda (Berlin 1885, Brüksel 1890) kölelik kurumuna karşı tavır ve kararlar almaya başladılar.
Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin köle ticaretini yasaklayan hükümleri, üyelerin köleliği tümüyle kaldırma yolundaki taahhütleri ve Uluslararası Çalışma Bürosu öncülüğünde yürütülen çalışmalar sayesinde, 1926 tarihli uluslararası sözleşmeyle kölelik evrensel düzeyde yasaklandı.
Osmanlı Devleti’nde de savaşta ya da korsanlıkla ele geçirilen tutsaklar ile bazı kabile ve topluluklardan satın alman köleler vardı. Bunların alınıp satıldığı yerlere esir pazan denirdi. Başlıca esir alım satım merkezleri Bağdat, Medine, Halep, Erzurum, Kahire, Sofya, Belgrad ve özellikle İstanbul’du. İstanbul’daki ilk esir pazan Haseki semtindeydi. 16. yüzyılda, özellikle III. Murad döneminde (1574-95) köle ticaretinin önemi arttı ve pazarlar kentin merkezine kaydı. Kapalıçarşı ve çevresindeki bedestenler, Çemberlitaş’taki Tavukpazan en hareketli esir pazarlanydı. Gemilerle kente getirilen esirler için iskele ve limanlarda kişi başına 2-150 akçe vergi alınır, işlemleri tamamlananlar esircilere (esir tüccan) verilirdi. Esirciler, esirciler kethüdası ve esirciler şeyhinin yönetim ve denetiminde örgütlenmişlerdi. Müslüman olmayanların esir ticareti yapması yasaktı. Esir pazarında satışlar açık artırmayla yapılırdı. Bu satışlarda, esirci odalarındaki köle ve cariyeler alıcıların önüne çıkarılır ve fiyatlarda esirlerin fiziksel özellikleri önemli rol oynardı. Satışları devlet adına esirci emini denetler, kırkta bir oranında da resim alırdı.
Köle emeğine dayalı üretimin yaygın olmadığı Osmanlı Devleti’nde köleler ev hizmeti, cariyelik, çocuk bakımı gibi değişik işler için alınırdı. Sevap işlemek için, azat etmek üzere esir alanlar da olurdu. Bazı zengin kişiler ve esirciler çocukları 6- 7 yaşlarındayken satın alarak yeteneklerine göre değişik alanlarda yetiştirir ve yüksek fiyatla satarlardı. Bunlar genellikle saray ve konaklara alınırdı. Zamanla esir azarlarının disiplini bozuldu. Yedikule ile Topkapı arasındaki surdibi semtlerde kaçak esir ticareti yapılmaya başladı. Cariyelerin sözde satılması, gerçekte ise kiraya verilmesi önü alınamayan bir fuhuşa yol açtı. 1847’de Abdülmecid esir ticaretini yasakladı; esir pazarlan da kaldınldı. Buna karşın esir ticareti, gizli olarak Osmanlı Devleti’nin sonuna değin sürdü.
Köleliğin bütün dünyada yasaklanmasından sonra 20. yüzyılda Almanya’da Nazi iktidanna değin Batı dünyasında köleliğin aşın biçimlenne rastlanmadı. Naziler, kurduktan zorunlu çalışma kamplannda topladıktan milyonlarca siyaset ve din adamıyla savaş tutsağını insanlık dışı koşullar altında ölüme terk ettiler ya da işkenceyle öldürdüler. 1948’de II. Dünya Savaşı ertesinde kurutan Birleşmiş Milletler (BM), her türlü köleliğin ve zorla çalıştırma usulünün bütün dünyada ortadan kaldmlması gerektiğini itan etti. Ama bu konuyu inceleyen komisyonlar azgelişmiş ülkelerin birçoğunda köleliğin farklı biçimlerde sürdüğünü ortaya çıkardılar. Buralarda çocukların çalıştırılması, sömürülmesi, kadınların eş olarak satın alınması sık rastlanan durumlardır; ayrıca insanlar borç karşılığında hizmet etmek durumunda da kalmaktadır. Vârislere de geçen bu borç karşılığı hizmet yükümlülüğü, kurtulunması genellikle zor otan ve kölelik ve ırkçılıkla mücadele kuruluşları, sömürgecilik döneminde yaygınlaşan köle ticaretine, kölelik kurumuna ve insanlara kişisel, toplumsal ve siyasal hakların tanınmasında ırk farklılığına dayalı aynm yapılmasına karşı çıkan örgütler. İlk örnekleri 19. yüzyılda Ingiltere ve ABD’de ortaya çıkmış, savunduktan ilkeler ulusal ve uluslararası düzeyde yürütülen çeşitli çalışmalara ardından yasalara ve özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi kuruluşlara uygulamaya koyduğu sözleşme metinlerine yansımıştır.
19. yüzyılın hemen başında İngiltere ve ABD’de kurutan demeklerin amacı köle ticaretinin yasaklanmasını sağlamaktı. 1807 ve 1808’de bu amaca ulaşıldıktan sonra 1823’te İngiltere’de kumlan Kölelikle Mücadele Derneği bu kez köleliğin kaldınlmasına yönelik çalışmalar yürüttü ve 1833’e değin İngiliz sömürgelerinde kölelerin özgürleştirilmesine katkıda bulundu. ABD’de kölelik ve ırkçılıkla mücadele hareketindeki ilk ciddi örgütlerden olan Amerika Kölelikle Mücadele Derneği (1833-70) eyalet düzeyinde ve yerel şubeleri aracılığıyla ABD’de köleliğin derhal ortadan kaldırılması için çaba gösterdi. William Lloyd Garrison önderliğinde kurulan ve Köleliğin Kaldırılması Akımı’nın başlıca eylemci kolu olan demeğin 1840’ta şube sayısı 2 bine, toplam üye sayısı da 150-200 bine ulaştı. Derneğin çeşitli kollan mitingler düzenliyor, kararlar alıyor, Kongre’ye dilekçeler gönderiyor, gazeteler yayımlıyor, üye kaydediyor, büyük miktarda propaganda malzemesi basarak dağıtıyor ve Kuzeylilere mesaj lannı iletecek örgütçüler ve konuşmacılar gönderiyordu. Kongre’ye ilettiği dilekçeler için 2 milyonu aşkın imza toplamayı başaran derneğin üyeleri çoğunlukla din adamları, hayırsever ve özgür Siyahlardı. İlk yönetim kurulunda altı Siyah üye vardı. Halka açık toplantılarda da Frederick Douglass, William Wells Brown gibi eski kölelerin etkileyici konuşmalanna yer veriliyordu. Derneğin etkinlikleri sık sık şiddete başvuran bir muhalefetle karşılaştı; saldırgan kalabalık- lann toplantılan bastığı, konuşmacılara saldırdığı, matbaalan yaktığı görüldü.
ABD’deki ana örgüt 1839’da temel yaklaşım farklan yüzünden parçalandı. Radikal kanadı oluşturan Garrison ve yandaşları siyasal eylemin yarar sağlamayacağı, ABD Anayasası’nın köleliği desteklediği ve örgüt yönetiminin kadınlarla paylaşılması gerektiği görüşündeydi. Arthur ve Lewis Tappan’ın önderlik ettiği grup ise insanları ahlaki açıdan ikna etmeyi ve siyasal eylemi savunan Amerika ve Dışında Kölelikle Mücadele Derneği’ni kurdu. Bu dernek 1840’ta kumlan Özgürlük Partisi’nin öncüsü oldu. Kölelikle mücadele sorunu daha sonra Özgür Toprak Partisi (1848-54) ve 1854’te kumlan Cumhuriyetçi Parti aracılığıyla Amerikan siyasal yaşamını yönlendirmeye başladı. İç Savaş’tan ve Özgürlük Bildirşesi’nin yayımlanmasından sonra ise Amerika Kölelikle Mücadele Derneği resmen kapatıldı (1870).
Sömürge ve eski sömürgelerde köleliğin kaldırılmasından sonra kumlan örgütler daha çok ırkçılıkla mücadeleye yönelikti. 1914’te Marcus Garvey Jamaika’da Siyahların ırk gururunu yüceltmek, ekonomik açıdan kendi kendine yeterliklerini sağlamak ve Afrika’da bağımsız bir Siyah ulus oluşturmak için Dünya Siyahlarını Geliştirme Birliği’ni kurdu. Garvey’nin 1916’da New York kentinde Harlem’e yerleşmesiyle örgütün asıl etkisi de Kuzey’de Siyahların yoğun olarak yaşadığı büyük kentlerde duyuldu. ABD’deki birçok Siyah önderin sahtekârlıkla suçladığı Garvey yoksul Siyahlardan gördüğü büyük destekle Ne w York’ta, Afrika İmparatorluğumu kurduğunu ve geçici başkanlığını üstlendiğini ilan etti. Yoğunlaşan eleştirilere karşı da 1909’da kumlan Siyahlan Geliştirme Ulusal Demeği’ni ve birçok Siyah önderi beyaz toplumla kaynaşmayı yeterli bulmakla suçladı. Bir yolsuzluğa karışarak hüküm giymesinden ve 1927’de sınır dışı edilmesinden sonra Dünya Siyahlannı Geliştirme Birliği’ ni bir daha canlandıramadı. Ama örgüt bir tek kişiyi bile Afrika’ya ulaştıramamasma karşın Atlas Okyanusunun her iki kıyısında da geniş kitleleri etkiledi ve ABD’de II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Siyah milliyetçiliğinin öncülerinden oldu.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’de ırkçılıkla mücadele eden örgütler arasında, kamu taşıt araçlannda ırk ayrımının kaldırılması için boykot eylemleri düzenleyen Martin Luther King başkanlığındaki Montgomery’yi Geliştirme Demeği, gene King’in 1957’de kurduğu Güney Hıristiyan Önderliği Konferansı (SCLC), Siyah ve beyaz gençlerin katıldıkları Şiddet Karşıtı Öğrenci Koordinasyon Komitesi (SNNC) ile Irk Eşitliği Kongresi sayılabilir. Beyazların ırkçılığına karşı Siyah milliyetçiliğini benimseyen ve özellikle Malcom X’in ön saflarında yer aldığı Siyah Müslümanlar örgütü, Siyah İktidar slogam çevresinde buluşan gruplar, devrimci Siyah milliyetçilerin kurduğu Kara Panter Partisi ile Banş ve Özgürlük Partisi gibi kuruluşlar ise radikal kanatlan oluşturuyordu. Güçlerini büyük ölçüde savaş karşıtı eylemlerden alan bu örgütler, Vietnam Savaşı’mn ardından eski etkilerini yitirdiler.
20. yüzyılda Avrupa’da da ırkçılığa karşı etkinlik gösteren kuruluşlar ortaya çıktı. Bunlann başhcalan arasında Fransa’da Droit de vivre (Yaşama Hakkı) adlı bir yayın orgam bulunan Irkçılığa ve Yahudi Düşmanlığına Karşı Uluslararası Birlik ile Irkçılığa ve Yahudi Düşmanlığına Karşı ve Banş İçin Hareket (MRAP) sayılabilir. Fransa’daki İnsan Haklan Birliği de daha geniş bir alanda çalışmakla birlikte ırkçılığa ve ırk ayrancılığına karşı ulusal ve uluslararası alanlarda mücadele vermektedir.
Güney Afrika’da egemen beyaz azınlığın dayattığı apartheid (ırk aynım) politikası da ulusal ve uluslararası düzeyde çalışan pek çok mücadele örgütüne yol açmıştır. Uluslararası bir kuruluş olan İnsan Haklan Federasyonu bu örgütlerle işbirliği içindedir.
kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 16 Haziran 2017 22:19