Arama

Bediüzzaman Said Nursî

Güncelleme: 9 Mart 2018 Gösterim: 16.756 Cevap: 12
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
14 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Said-i Nursi

Ad:  sn3.JPG
Gösterim: 9202
Boyut:  63.2 KB

SAÎD-Î KÜRDİ olarak da bilinir, lakabı BEDÎÜZZAMAN
Sponsorlu Bağlantılar
(d. 1876, Nurs köyü, Hizan, Bitlis - ö. 23 Mart 1960, Urfa)
Nurculuk olarak bilinen İslamcı akımın kurucusu düşünce ve siyaset adamı.

Medrese öğrenimini tamamladıktan sonra İslam bilimleri konusunda icazet aldı. Medresetü’z-Zehra adını verdiği büyük bir okul projesini uygulayabilmek için yardım almak amacıyla 1907’de İstanbul’a gitti, ama kuşku üzerine tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra Selanik’e giderek İttihat ve Terakki liderleriyle görüştü. Buradaki çeşitli konuşmalarında II. Abdülhamid yönetimini kötüleyerek meşrutiyeti övdü. İstanbul’a döndükten sonra da bir süre İttihatçılarla ilişkisini sürdürdü.

1909’da İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı, fırkanın yayın organı Volkan'da ateşli yazılar yayımladı. 31 Mart Olayı’nın tahrikçilerinden olduğu gerekçesiyle Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılandı, beraat etti. 1910’da Van’a, ertesi yıl da Şam’a gitti. V. Mehmed’in (Reşad) Rumeli gezisine katılmak üzere İstanbul’a çağrıldı, Teşkilat-ı Mahsusa’da görev aldı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde savaşa katıldı (1916) ve Ruslara esir düşerek Sibirya’ya sürüldü. Ama kaçmayı başararak 1918’de Avrupa üzerinden İstanbul’a döndü. Burada Darü’l- Hikmeti’l-İslamiye üyeliğine getirildi. Cemiyet-i Müderrisin ve Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. Anadolu’da bir Kürt devleti kurma girişimlerine karşı çıktı. İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesi üzerine yazdığı bir risaleyle işgali kınadı.

Kurtuluş Savaşı aleyhine 1920’de şeyhülislamlığın verdiği fetvaya karşı çıktı. 1922’de Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından Ankara’ya davet edildi, mecliste ulusal hareketi destekleyen bir konuşma yaptı. Daha sonra Van’a gitti ve 1923-25 arasında öğrencileriyle birlikte iki yıl Erek Dağında inziva yaşamı sürdü. 1925’te Şeyh Said Ayaklanması dolayısıyla İstanbul’a getirtildi ve İstiklal Mahkemesi’nce yargılanarak sürgün cezasına çarptırıldı; Burdur, İsparta, Barla, Kastamonu ve Emirdağ’da sürgün yaşadı. Risaleleri nedeniyle birkaç kez daha mahkûm oldu. 1950 genel seçimlerinde Demokrat Parti’yi (DP) destekledi, karşılığında da seçimleri kazanan DP’den destek gördü. Ölümünden sonra Halilü’r-Rahman Camisi mezarlığına gömüldü. 27 Mayıs 1960 hareketinden sonra cesedi askeri birliklerce İsparta’ya götürülerek bilinmeyen bir yere gömüldü.

Said-i Nursi’nin topluca Risale-i Nur külliyatı olarak anılan yapıtları uzun süre öğrencilerince elle çoğaltılarak yayıldı. Latin harfleriyle ilk baskılan ancak 1957-59 yıllarında yapılabildi. Bir bölümü Arapça, Urduca ve Batı dillerine de çevrilen yapıtlan- nın başlıcalan Sözler (1957), Lem'alar (1957) , Şualar (1958), Mektubat (1958), Asayı Musa (1958), Sikke-i Tasdik-i Gaybi
(1958) , Mesnevi-i Nuriye (1958), Kastamonu Lahikası (1958), Tarihçe-i Hayat (1958), Barla Lahikası (1958), İşaratü’l-İcaz (1959), Emirdağ Lahikası'dır (1959).

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:50
Biyografi Konusu: Bediüzzaman Said Nursî nereli hayatı kimdir.
MaRCeLLCaT - avatarı
MaRCeLLCaT
Ziyaretçi
26 Aralık 2007       Mesaj #2
MaRCeLLCaT - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  sn1.jpg
Gösterim: 1591
Boyut:  16.8 KB
Bediüzzaman Said Nursî

(Said Kürdî, -ibni Mirza),
Sponsorlu Bağlantılar
20. yüzyılda yaşamış İslam alimi.

1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza, annesinin Nuriyedir.
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen önce İstanbul’a geldi. İslamcı bir siyasi parti olan İttihad-ı Muhammedi Fırkası'na katıldı. 31 Mart Vakası'ndan sonra partinin diğer yöneticileriyle birlikte tutuklanarak yargılandı, ancak suçsuz bulunarak serbest bırakıldı ve İstanbul'u terk etti. 1909'dan itibaren hayatını Doğu Anadolu’da sürdürdü. 1911’de İstanbul’a döndü. I. Dünya Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa’da çalıştı. 1915-1917Darül Hikmetül İslamiye de görev aldı. 1925 Şeyh Said isyanından sonra tutuklandı. Sonra serbest bırakıldı. Cumhuriyete ve çağdaş rejime karşı olduğu iddiasıyla; önce IspartaBarla adında bir köye sürüldü. Burada kendisine en yakın olarak Ahmed Hüsrev Efendi adlı talebesini görmüş, hatta birkaç yerde onun kendisin yerine geçecek yegane varisi olduğunu da açık bir şekilde beyan etmiştir. Isparta'nın ardından Eskişehir (1935), Kastamonu (1936), Denizli (1943) ve Afyon Emirdağ’a (1945) sürüldü. 1950’de Demokrat Parti iktidarınca serbest bırakıldı. Risale-i Nur Külliyatı adı altında topladığı eserleri kaleme aldı. 23 Mart 1960 yılında vefat etti. arasında Ruslar tarafından savaş esiri alındı. Savaştan sonra ülkeye döndü, yakınlarında Mezarını askerlerin bilinmeyen bir yere götürdükleri veya denize attıkları söylenmesine rağmen müritleri onu Isparta'da bir dağ yamacına defnetmişlerdir.

Fikirleri ve Yaptıkları
Said Nursî bir eserinde kendi hayat tarzını şöyle özetlemiştir: "Kur'ân-ı HakîmAllah'ı ve İslamiyet'ı tanımak ve O'na iman ve ibadet etmek için yaratılmıştır. İlim, meşruiyet, hürriyet, dürüstlük, ümit, çalışmak, sebat gibi faziletler ise, İslam çerçevesi içinde insanın hayatına anlam veren değerlerdir. Ona göre bunlar hem dünya, hem de âhiret saadeti açısından insanın olmazsa olmaz gerçekleridir. Bu sebeple 6000 sayfayı aşan eserlerini din, iman ve fazilet üzerinde yoğunlaştırmıştır. Said Nursî, inançsız insanlara ve din dışı fikirlere özellikle dikkat çekmiş ve talebelerine ve insanlara bunlardan uzak durması ve mücadele etmesi hakkında devamlı telkinlerde bulunmuş ve yönlendirmiştir. mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir." Bu bakış açısına göre göre insan, Hayatının ilk dönemlerinde Bitlis ve Van yörelerinde yaşamış olmasına rağmen, Osmanlı yönetimini ve dünyayı yakından takip etmiştir.

Eğitimin yeterince dine ağırlık vermediği konusundaki düşüncelerini Sultan Abdülhamid'e arz etmek üzere İstanbul'a gelmiş, fakat ciddiye alımadığından geri gönderilmiş, aynı teklifi daha sonra Sultan Reşad'a götürmüş, Doğu Anadolu'da Medresetü'z-Zehra adında bir dini medrese kurmak için hazineden ödenek ayrılmasını önermiş ancak medrese kurulmadan ülke Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele ortamına girmiştir. "İstibdâdın her nevine karşıyım. Onu nerede görürsem tokadımı vururum. Bence istibdâdın en kötüsü ilme yapılan istibdattır. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. İman ne kadar gelişirse hürriyet de o kadar parlar. İşte asr-ı saadet!" sözleriyle dini ve milli hürriyete olan büyük sevdasını ifade etmiştir.Birinci Dünya Savaşında esir düşerek iki buçuk yıl Rusya'da esaret hayatı yaşamıştır. Daha sonra İstanbul'un işgalinde işgalci güçlere karşı mücadele ederek ilim adamlarını ve halkı uyarmıştır. İstanbul âlimlerinin Kuva-yı Milliye ve Kurtuluş Savaşı aleyhinde verdiği fetvayı, "İşgal altındaki bir yerde bulunan sorumluların verdiği fetva irade özgürlüğü bulunmadığı için mualleldir (sakat ve tutarsızdır)" gerekçesiyle karşı çıkmıştır.

1922 yılının sonunda Ankara'ya gelmiş ve daha sonra mebuslara hitaben bir bildiri yayınlayarak yeni Türkiye'nin şekillenmesinde dini dinamiklerin ihmal edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Hayatını üç döneme ayırmıştır: Doğumundan Risale-i Nur'u telif etmeye başlama tarihi olan 1926 yılına kadarki hayatını Eski Said, bu tarihten 1950'ye kadar olan kısmını Yeni Said, 1950'den sonraki hayatını da Üçüncü Said diye adlandırmıştır. Bu ayrımları fikri bir değişiklik değil metod değişikliği olarak tanımlamıştır.

Kronoloji
  • 1878 – Bitlis’in Hizan İlçesine bağlı İsparit Nahiyesinin Nurs Köyünde dünyaya geldi.
  • 1888 – Medrese eğitimini tamamladı.
  • 1894 – Van’a giderek orada coğrafya, matematik, jeoloji, fizik ve kimya gibi müsbet ilimleri öğrenmeye başladı. Kendisine Bediüzzaman lâkabı verildi.
  • 1907 – Eğitimle ilgili islam ve bilimi eksen alan projelerini padişaha sunmak üzere İstanbul’a geldi. Van'da kurmayı planladığı Medesetül Zehra padişah tarafından kabul gördü ve ödenek ayrıldı.
  • 1909 - İttihad-ı Muhammedi Fırkası (Fırka-i Muhammediye)kuruluşunda kurucu üye olarak yer aldı.
  • 1909 – 31 Mart Olayı sebebiyle Divan-ı Harp Mahkemesinde yargılandı.
  • 1911 – Şam Emeviye Camii'nde büyük bir hutbe okudu. Bu hutbe daha sonra Hutbe-i Şamiye adıyla kitaplaştırıldı. Münâzarat ve Muhakemât gibi eserlerini telif etti.
  • 1915 – Birinci Dünya Savaşı'na katıldı.
  • 1916 – Bitlis savunması esnasında yaralanarak Ruslara esir düştü.
  • 1918 – İki buçuk yıl süren esaretten, bir Rus askerin yardımıyla firar etti. İstanbul’a geldi. Devrin tek İslâm Akademisi olan “Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye”ye üye oldu.
  • 1919 - 19 Ocak 1919’da Mustafa Sabri, İskilipli Mehmet Atıf Hoca, Ermenekli Saffet efendi gibi din ve eğitimcilerle birlikte Müderrisler Cemiyetinin kuruluşuna üye olarak katıldı.
  • 1919 – Mesnevî-i Nuriye adlı eserini yazmaya başladı.
  • 1920 – İstanbul’un İngilizler tarafından işgali üzerine Hutuvât-ı Sitte adlı bir eser yayınladı. Bu eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüm cezasına mahkûm edildi.
  • 1922 – Zaferden sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Ankara’ya TBMM’ye dâvet edildi. Burada mebuslara hitaben bir beyannamede dinden uzaklasmaya karşı çıktı.
  • 1923 – Ankara'yı terkederek talebe yetiştirerek münzevi bir yaşam sürmek üzere Van'a yerleşti. Öğrencilerine ders vermeye başladı. Erek Dağı’nda iki senesini geçirdi.
  • 1925 – Şeyh Said İsyanı'ndan sonra Burdur’a sürüldü ve Burada Nur’un İlk Kapısı isimli eserini yazdı.
  • 1926 – Barla’ya sürüldü. Burada Risale-i Nur’u telife başladı. Sözler ve Mektubat’ın tamamı, Lemalar’ın da büyük bölümünü burada yazdı.
  • 1934 – Barla’dan Isparta’ya sürüldü.
  • 1935 – “Gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” iddiasıyla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde aleyhinde dâvâ açıldı ve mahkeme neticesinde Tesettür Risalesi’nden dolayı 11 ay hapse mahkûm edildi. 120 öğrencisiyle birlikte Eskişehir Hapishanesinde tutuklu kaldı ve orada tecrid altında tutuldu.
  • 1936 – Hapis cezasının bitiminden sonra 7 yıllığına Kastamonu’ya sürüldü.
  • 1943 – 126 talebesiyle birlikte tekrar "rejimin temel düzenini yıkmak" suçundan tutuklanarak Denizli Hapishanesine sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı.
  • 1944 – 9 aydan sonra Emirdağ’a götürüldü ve burada zorunlu ikâmete mahkum edildi.
  • 1948 – Aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak 54 talebesiyle birlikte AfyonEmirdağ’a götürüldü. Hapishanesine sevk edildi. Yaklaşık 20 ay hapiste kaldı. Buradan tekrar
  • 1952 – Gençlik Rehberi eseri hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul’a geldi ve bu davadan beraat etti.
  • 1953 – Emirdağ’a döndü. İkinci defa İstanbul’a geldi ve üç buçuk ay burada kaldı. Bundan sonraki hayatı genellikle Emirdağ ve Isparta’da geçti.
  • 23 Mart 1960 – Şanlıurfa’da vefat etti.(Şu an mezarının nerede olduğu tam olarak bilinmemektedir.)

Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:51
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
9 Ağustos 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Bediüzzaman Said Nursi hakkında bilgi
Ad:  sn2.jpg
Gösterim: 1798
Boyut:  19.4 KB

*Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin 1876 yılında Bitlis’in Hizan İlçesi’nin
*Nurs köyünde doğduğunu...
*Anne ve baba tarafından Peygamberimizin (S A V ) soyuna dayandığını…
*Annesinin adının Nuriye Hanım, Babasının adının Sofi Mirza Efendi olduğunu.
*Küçük yaştan itibaren ilim tahsiline başladığını….
*Dokuz yaşından sonra annesini hiç görmediğini…
*Küçüklüğünden beri haksızlığa tahammül edemediğini, kendisinin başarısını çekemeyen medrese arkadaşlarının O’na saldırmaları karşısında cesaretle karşı koyduğunu...
*12 büyük tarikattan icazet aldığını…
*Zamanın en büyük alimi olduğunu…
*“Nur” isminin hayatında çok cihetlerle onunla alakadar olduğunu…
*Babası Sofi Mirzanın yabancı tarlalardan geçerken hayvanların ağzını o tarlaların mahsulünü yememeleri için bağladığını...
*Annesi Nuriye Hanımın O’nu abdestsiz emzirmediğini...
*Medresede bir gece Hocalarının (Abdurrahman-ı Taği) büyük talebelere,
*Bediüzzaman’ın da içinde bulunduğu bir grubu göstererek “Bunlardan biri dini yeniden canlandıracak ama hangisi olduğunu bilmiyorum” dediğini...
*Çok küçük yaşlardan itibaren zekat,sadaka almadığını ve minnet altına girmediğini, hatta amcasının çorbasını içmediğini…
*Medrese kurallarına göre 15 senede ancak bitebilen kitapları 3 ayda
*Doğubayazıt ilçesinde bir kış mevsiminde tahsil ettiğini ...
*14 yaşında icazet alacak seviyeye geldiğini ve 16 yaşında “Bediüzzaman” ünvanını aldığını…
*Abisinin Molla Abdullah, onu 80 kitaptan imtihan ettiğini ve aldığı cevaplar karşısında kardeşi Molla Said’e talebe olduğunu...
*Cem-ul Cevami kitabını bir hafta içinde ezberlediğini…
*Günde 1-2 cüz Kur’an ezberleyebildiğini…
*Medrese hocasının kendisi için “Zeka ile hafızanın bir insanda bu kadar aşırı bir şekilde toplanması çok nadirdir” dediğini...
*Siirt alimleriyle yaptığı münazarada onların hepsini mağlup ettiğini ve sonra “Said-i Meşhur” yani Meşhur Said dendiğini...
*Siirtli Fethullah Efendi’nin kendisine “Bediüzzaman” ünvanını verdiğini…
*İstanbul’da 33 yaşında iken “zamanın en büyük alimi” ünvanını aldığını…
*Tillo kasabasında Kubbe-i Hassa’da kalırken yediği yemeğin taneciklerini yardımlaşmayı sevdikleri ve Cumhuriyetçi oldukları için karıncalara verdiğini...
*15-16 yaşlarında iken gördüğü bir rüyada Abdulkadir-i Geylani’nin emri üzerine o yörenin en zalimi olan Mustafa Paşayı yaptığı haksızlıklardan vazgeçirmeye ve namaz kılmaya çağırdığını...
*Mardin’den kendisini götüren askerlere namaz vakti geldiğinde kelepçelerin çözülmesini istediğinde bu isteği kabul edilmeyince “Bismillah” deyip kelepçeleri çözdüğünü... Bunu nasıl yaptığını soranlara da “Bu namazın kerametidir” dediğini...
*20 yaşlarındayken Bitlis valisi Ömer Paşanın konağında 2 sene kalan Bediüzzaman’ın Valinin 6 kızına bakmayacak kadar kuvvetli bir iffete sahip olduğunu...
*Bu sıralarda üstün dehasından dolayı “Bediüzzaman” yani Zamanın harikası lakabını aldığını...
*Bediüzzamanın ezberlediği 80-90 kitabı 3 ayda bir defa ezberden tekrar ettiğini...
*Devrin Padişahı Abdülhamit’e Doğuda üniversite açılması için teklif verdiğini...
*İngiliz Avam Kamarasında onların elindeki Kuran-ı alarak yenebiliriz denmesi üzerine “Kur’anın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu ben Dünyaya göstereceğim ve isbat edeceğim” dediği bu sırada 23-24 yaşlarında olduğunu..
*1907’de İstanbul’da kaldığı otelin kapısına “Burada her suale cevap verilir ama sual sorulmaz” yazdırdığını...
*Kendisini çekemeyenlerin Ona deli damgası vurmak için gönderdikleri doktorun “Eğer Bediüzzamanda zerre kadar delilik varsa,Dünyada akıllı insan yoktur” dediğini...
*Yahudilerin İstanbul temsilcisi Karosso ile görüştüğünü ve Karosso’nun konuşmayı yarıda keserek “Eğer yanında biraz daha kalırsam beni de müslüman edecekti” dediğini...
*Tiflis’te karşılaştığı Rus polisine o anda çok kötü durumda olan Müslümanların Dünyaya hakim olacağını söylediğini...
*1915’li yıllarda Doğuda Ruslara karşı talebeleriyle savaştığını,Rusların Bediüzzaman ve talebelerini görünce “Keçe külahlılar geliyor” diye kaçıştıklarını...
*Birinci Dünya Savaşı’nda 4000-5000 kişilik milis kuvvetine kumandanlık yaptığını…
*İşarat-ül İ’caz tefsirini Birinci Dünya Savaşı yıllarında Avcı Hattında şiddetli kış mevsiminde, hiçbir kitaba müracaat etmeden yazdığını…
*En büyük idealinin doğuda bir medrese (Medreset-üz Zehra) kurmak olduğunu…
*Asrın müceddidi olduğunu…
*Rusya’da yaklaşık olarak 2 sene esir kaldığını…
*Rusya’da kumandana karşı ayağa kalkmadığını…
*Rusya’nın parçalanacağını 80 sene öncesinden haber verdiğini…
*Rusların Müslüman olacağını söylediğini…
*21 defa zehirlendiğini…
*Defalarca su-i kast düzenlendiğini ve bunlardan harika olarak kurtulduğunu…
*İstanbul Kağıthane semtinde 2 arkadaşıyla yaptığı kayık gezintisinde çevrede yüzlerce bayan olmasına rağmen bir kez olsun bakmadığını ve sebebini soranlara “Lüzumsuz, geçici zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum” dediğini...
*1922 yılında Ankara’ya geldiğini ve Millet Meclisinin kendisini resmi tören ile karşıladığını...
*Ankara’da Mustafa Kemal ile görüştüğünü...
*Mecliste yaptığı konuşmadan sonra 60 milletvekilinin Namaza başladığını...
*Gençliğinde kaldığı İstanbul’da bir defa olsun kadına bakmadığını...
*Talebelerinin anlattığına göre her gece mutlaka Teheccüde kalktığını ve her gece 4-5 saat dua ettiğini...
*Türkçe’yi ömrünün yarısında öğrendiğini…
*Yaklaşık 40 sene ömrünün sonuna kadar Risale-i Nur’dan başka kitap okumadığını…
*Risale-i Nur Külliyatının üçte ikisinin Barla’da telif edildiğini…
*Çam Dağında aylarca yalnız kaldığını…
*Alem-i manada Peygamber Efendimiz (ASM)’den ders aldığını…
*1926 yılında başlayan ve 25 sene süren çileli hayatın Risale-i Nuru telif etmesi ile bereketlendiğini...
*Risale-i Nur Külliyatının 23 senede telif edildiğini…
*Üstadımızın Barla’da ilk yazdığı Risale “Haşir Risalesi” denilen 10.Söz olduğunu... İçinde üç yüz kadar mucizenin ve pek çok ismin geçtiği
*Peygamberimizin (ASM) mucizelerini anlatan 19.Mektub’u telif ederken Üstadımızın yanında hiçbir kitap olmadığını ve bu özelliğin tüm Risaleler yazılırken de geçerli olduğunu...
*Eskişehir, Denizli ve Afyon mahkemelerinde “idam” için yargılandığını…
*Risaleleri en hastalıklı ve en sıkıntılı zamanlarında yazdığını…
*Risalelerin ekseriyetle namaz tesbihatı esnasında yazıldığını…
*Cinlerden de talebesi olduğunu…
*Zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın sarığını çıkarması ve şapka takmasını istemesi üzerine eliyle boynunu göstererek “Bu sarık bu başla beraber çıkar” dediğini...
ve daha sonra bu valinin başına ateş ederek intihar ettiğini…
*Üstadımızın hapishanede kaldığı zaman beraberinde en azılı katillerin ve canilerin bile namaza başladıklarını...
*Kendisini defalarca hapseden ve defalarca zehirleyip eza ve cefa veren insanlara hakkını helal edecek kadar alicenap olduğunu...
*Günde pek az uyuduğunu ve gece ibadet ettiğini...
*Üstad Hazretlerinin “Evlatlarım, Risale-i Nur dinsizlerin, komünistlerin, masonların belini kırmıştır” dediğini…
*”Risale-i Nur daima galiptir. Katiyyen merak etmeyiniz. Yeter ki siz Risale-i Nur’a sadık kalın” dediğini...
*Bir gün Üstadımız Barla’dan geçerken “Bu zamanda neye ihtiyaç varsa Risale-i Nurda mutlaka ona cevap bulacaktır” dediğini...
*Risale-i Nur’un zamanın en mükemmel tefsiri olduğunu…
*Risale-i Nur Külliyatı’nı bizzat kendisinin tashih ettiğini…
*Nur üstadımızın “Biz Risale-i Nur okuyarak iman tazeliyoruz” dediğini…
*Risale-i Nur’un İsm-i Azam’ın tecellisine mazhar olduğunu…
*Üstad Hazretlerinin Emirdağına 3 km kalsa bile namaz vakti gelince arabayı durdurup hemen evvel vaktinde namazı eda ettiğini....
*Temizliğe azami dikkat ettiğini…
*Abdestsiz dolaşmadığını…
*Geceleri evrad ve Kur’an okuyup, gündüzleri Risale-i Nur ile meşgul olduğunu…
*Üstada Hazretlerinin “Risale-i Nuru evrad makamında okuyabilirsiniz” dediğini...
*Üstad Hazretlerinin “İhtiyaç duyduğumda 200 bazen 400 ayet-i kerime imdadıma geliyor” dediğini...
*İki rekat teheccüd ve dua namazlarını kar-kış demeden asla terk etmediğini...
*Nurlu üstadımızın “İslamın tek bir hakikatı için binler başım olsa fedaya hazırım” dediğini...
*23 Mart 1960 Çarşamba günü,İslam Dünyasında bin ayda daha hayırlı olan Kadir gecesinden bir önceki gece, Bediüzzamanın Urfa’da İpek Palas Oteli’nde Rahmeti Rahmana kavuştuğunu...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:51
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
DERF_YORK - avatarı
DERF_YORK
Kayıtlı Üye
10 Ağustos 2008       Mesaj #4
DERF_YORK - avatarı
Kayıtlı Üye
Bediüzzaman’ın mezarını gizlice taşıyan askerler yıllar sonra konuştu.
Kefeni de bedeni de çürümeyen cenazenin taşınmasını kimlerin neden istediğine dair, ilginç iddialar var.

1960’ın 12 Temmuz’u… Vakit, gece yarısına yaklaşıyor. Urfa’daki Halil İbrahim Dergâhı’ndan balyoz sesleri yükseliyor. Etrafı askerlerle çevrili türbede, 111 gün evvel vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yatıyor. İhtilal komitesi üstadın mezarını taşıma kararı almış. Ancak balyozları tutan askerler mermeri bir türlü kıramıyor. Nihayetinde komutan sesleniyor: “Mezarı kim kırarsa 30 gün izin.” Pehlivan lakaplı Yusuf öne çıkıyor: “Ben kırarım.” Orada kimin yattığından ne onun ne de diğer askerlerin haberi var. Verilen emir gereği Pehlivan Yusuf olanca gücüyle balyozu sallıyor. Önce mermer kırılıyor, sonra toprak kazılıyor. Said Nursi’nin naaşı bozulmamış kefeniyle kabirden çıkarılıyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin 84 yıllık hayatı sıkıntılarla geçti. Mahkeme mahkeme, şehir şehir dolaştırılıp durdu. Birçok işkenceye maruz kaldı. Kadir Gecesi’ne denk gelen 23 Mart 1960 tarihinde İpek Palas Oteli’nde vefat etti. Ardından on binlerin duası eşliğinde Hz. İbrahim Makamı’na defnedildi. Vefatından üç gün önce Isparta yolunda talebelerine “Bunlar beni anlamadı.” dedi. Bu sözleri adeta vefatından iki ay sonra gerçekleşecek olan 27 Mayıs 1960 ihtilalinin habercisiydi. İhtilal olmuş ve Adnan Menderes’i idam sehpasına götüren süreç başlamıştı. İhtilali yapanlar Bediüzzaman’ı vefatından sonra da rahat bırakmadı. Yeni iktidar mezarın taşınmasına karar verdi. Urfa’dan naaş önce uçakla Afyon’a, oradan da Isparta’ya götürüldü. Askerler Bediüzzaman Hazretleri’ni taşımakla görevlendirildi. Bu sürece şahitlik eden erlerden biri Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde, diğeri Gaziantep’in Nizip ilçesinde, bir diğeri ise İstanbul’da yaşıyor. Pehlivan Yusuf ise üç buçuk ay kadar önce vefat etmiş. Said Nursi’nin naaşını taşıyan uçaktaki muhabere subayı ise Bursa’da ikâmet ediyor.

KEFENİ HİÇ ÇÜRÜMEMİŞ
12 Temmuz gecesi türbeyi 100 civarında asker kuşatır. İçeriye kimse alınmazken bekçilerin de dışarı çıkmasına izin verilmez. Onu ziyarete gelenler birer avuç toprağı hatıra olarak yanlarında götürmeye başlayınca Adana’dan getirilen mermerlerle mezarın üstü kapatılır. Gece yarısı kabri taşımak için gelen askerler balyoz darbelerine rağmen bu mermerleri kıramaz. Yusuf Hayal (1 Aralık 2005’te vefat etti) “Ben kırarım.” diyerek başlar vurmaya. Dişleriyle 50 kilogramlık çuvalları taşıyan, tek başına bir arabayı 10 dakika boyunca kaldırarak hareket etmesine izin vermeyen Yusuf Hayal, balyozu her indirişinde mermerden de parçalar ayrılır. Mezarın üstündeki toprağı kürekle dışarı atar. Ve kefene sarılı beden ortaya çıkar.

Yusuf Hayal’in kendine anlattıklarını aktaran eşi Emine Hayal, “İçini açmamışlar ama kefen hiç çürümemiş. Aynen bugün konulmuş gibi. Sık sık anlatırdı bize Yusuf. Kendi elleriyle naaşı çıkartmış. Adanalı bir arkadaşı galiba ona yardım etmiş.” diyor. Bu sahnelere şahitlik edenlerden biri de Elbistanlı Tahir Aktaş’tır: “Türbenin etrafı abluka altına alınmıştı. Askerden başka hiç kimse yoktu. Biz kabre 5-6 metre mesafedeydik. Gördüğüm kadarıyla cenaze sanki bugün defnedilmiş gibiydi. Bakıştık birbirimizle. Merak ediyoruz kim çıkıyor diye. Mübarek adamın ismini hiç işitmemiştik. Ama cenazenin çürümemiş olmasından dolayı tüylerimiz diken diken oldu.”

Askere gitmeden önce köylerinde ceset çıkardıklarını, köylünün kokuya dayanamayarak oradan kaçtığını anlatan Aktaş, “Ama bu mübarek insan çıktığında yeni konulmuş gibiydi. 3 ay 21 gün önce vefat ettiği düşünülünce çürümüş olması lazımdı. Ancak kefende bedeni aynen duruyordu.” diyor.

Yusuf Hayal’in anlattıklarını, asker arkadaşı Şenol Başaslan ise şöyle aktarıyor: “Gümüşhaneli Yusuf’a mezarın yerini göster, oradan nasıl çıkarttın diye sordum. Beni götürdü. Mezarın yerini bir iki gün sonra gösterdi. O zaman anlattıklarına inandım. Askerdim, cahildim ama Bediüzzaman Hazretleri’ni seviyordum. Bana ‘Hiç leke yok. Aynen bugün konmuş gibi’ demişti. Kefen toprağa girdikten hemen sonra çürür. Ama o üç aydan fazla kalmış. Mübareğin kefeni çürümemiş.” Başaslan, kırılan mermer parçalarını da alaydaki yemekhane kapısının ardında gördüğünü kaydediyor. Daha sonra nereye götürüldüğüne dair bilgisi ise yok. Yusuf Hayal’in mermeri kırmasından ötürü hak ettiği izni 30 günden 45’e çıkartılır. Bir ay kadar önce çıktığı Gümüşhane’nin Demirören köyüne yeniden döner.

TABUT, C-47 UÇAĞINA SIĞMADI
Halilürrahman Dergâhı’nda (Hz. İbrahim Makamı) bir saat içinde yaşanır tüm bunlar. Tabut bir arabaya yerleştirilip Şanlıurfa Alay Komutanlığı’na nakledilir. Askerî konvoy nizamiye kapısında durdurulurken sadece Bediüzzaman’ın naaşının olduğu arabanın girmesine izin verilir. Küçük havaalanında Diyarbakır’dan gelen C-47 nakliye uçağı beklemektedir. Uçaktaki dört kişiden pilot Ahmet Kırlay, muhabereci Kadri Özkartal ve diğer ekip gece yarısı apar topar kaldırılıp Urfa’ya yönlendirilir. Kadri Bey’in eşi Hikmet Özkartal taşınan kişinin Bediüzzaman olduğunu daha sonra öğrendiklerini söylüyor. “Biz şehit var sanmıştık. Ama Bediüzzaman Hazretleri olduğunu öğrenince tüylerimiz diken diken oldu.”

Tabut, bu uçağa sığmaz. Naaş, daha küçük bir tabuta yerleştirilir. Yusuf Hayal ve arkadaşlarına ikinci bir emir verilir: “Büyük tabutu şehrin dışında bir yerde yakın.” Benzinle yakılmaya çalışılır, ancak tabut bir türlü alev almaz. Askerlerin bu şaşkınlığını Yusuf Hayal’in eşi Emine Hanım şöyle anlatıyor: “Benzini dökmüşler ama yakamamışlar. Vilayetin dışında bir yere götürmüşler. Tabutuna kaç teneke benzin döktük ama yakamadık derdi. Sonra tabutu oraya gömüyorlar. Bunları üzülerek anlatırdı. O mübareği nereye götürdüler hiç bilemiyordu.”
Ad:  sn4.jpg
Gösterim: 1642
Boyut:  41.6 KB

Gece yarısı Afyon Havaalanı’na inen uçağı vali ve yaklaşık 15 asker karşılar. Buradaki askerlerden biri de Nizipli Ahmet Çam’dır. Isparta’nın merkezindeki 58’inci Tümen Karargâh Bölüğü’nde nizamiye nöbetçisidir. “Biraz atıcı, vurucu olduğumuz için bizi alıp götürdüler. Muhafız olarak gittik, muhafız olarak geldik.” diyen Çam, subayların havaalanında kendilerine katıldığını aktarıyor. Bir ambulansa yerleştirilir Bediüzzaman’ın naaşı. Peşine de 3-4 tane askerî araç takılır. Araçlar dağların arasından süzülüp sessizce yol alır. “Nereden gittiğimizi bilmiyoruz. Dağların tepesiydi. Araba önümüzde gitti, arkadan askerî arabayla gittik. Anayollardan gitmedik, dağ yollarıydı. Karanlıktı.”

3-4 saatlik yolun sonunda gece yarısını geçerken Isparta’da meçhul bir yere gelinir. Yaklaşık 10 metre ötesinde defnedilen kişinin kimliğini dahi bilmeyen Ahmet Çam’ın görevi Bediüzzaman’ı defneden askerlerin tüfeklerini beklemektir. Sabaha karşı defin tamamlanır, ancak Çam, sadece uzaktan seyreder. Defnin ardından bir yüzbaşı erlere “Hiç kimseye söylemeyeceksiniz. Sizi asarlar.” der. Bunun üzerine kimse ne geldikleri yeri, ne de defin işlemini o günlerde başkasına anlatır. Ahmet Çam, defnettikleri kişinin kimliğini günler sonra gazetelerden öğrenir.

Tahir Aktaş, Urfa-Suruç’taki birliğine döndükten sonra ilçenin yaşlıları ile konuşarak gece yarısı gizlice kimi çıkarttıklarını öğrenir. Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi aldığı kişilerden biri Bostancı köyünün şeyhidir. “Şeyh efendi hadiseyi anlatır ve ağlardı. O kadar duygulanırdı. Ondan bilgi edinmeye çalışırdım yasak olduğu zamanlarda.”

Eski adı Höyüklü yeni adı Ecek olan köyde vekâleten karakol komutanlığını yürüten Tahir Aktaş’ın eline Said-i Nursi’nin toplanma emri verilen eserleri ulaşır: “Şehir merkezi ile pek alakamız yoktu. Köyleri dolaşırken ortaya çıkıyordu eserler. Okumayı bilen köylülerde bulunurdu genelde. Karakol komutan vekilliği yaptığım zamanlarda sık sık geçerdi elime. Said Nursi’nin eserlerinin toplanması emredilirdi yukardan. Ama ben aldığım insanlara geri verirdim. Eserler belli ki bir âlimin yazısıydı. Benim Arapça okumuşluğum vardı. Tehlikeli olmadığı belliydi. Dinî konulardan bahsediyordu. El koymanın bir anlamı yoktu.”

26 Ekim 1959 tarihinde Van’ın Erciş ilçesinde askerliğine başlayan Tahir Aktaş, altı aylık eğitimin ardından Şanlıurfa’nın Suruç ilçesine jandarma olarak gelir. 30 aylık askerliğin ardından memleketine dönerek lokanta açar. Mermeri kıran Yusuf Hayal Van-Erciş’teki okuldan arkadaşıdır. Ancak Hayal’in birliği Şanlıurfa vilayetinin karşısında yer alan, yaklaşık 30 kişiden oluşan toplu birliktir. 72 yaşında vefat eden Yusuf Hayal 1961’de askerlik görevinin sona ermesinden üç yıl sonra Almanya’ya işçi olarak gider. 24 sene kaldığı Duisburg’da demir döküm fabrikasında çalışır. Eşi Emine Hanım’ı dönmesine 5 yıl kala yanına alır. Her altı ayda bir eşini ziyarete gelir. 1988’de İstanbul’a kesin dönüş yapan Pehlivan Yusuf, askerlikteki anılarını eşi Emine Hanım’a ve ikisi kız biri erkek üç çocuğuna anlatır. Emine Hayal, “Bediüzzaman Hazretleri’ni merak ederdi. Kitabı vardı onda, biri aldı götürdü. Nasıl aldı kabirden, nasıl çıkarttı onu anlatırdı. Severdi Bediüzzaman Hazretleri’ni.” diyor.

“BENİM KABRİM BİLİNMEYECEK”
67 yaşındaki Ahmet Çam ise Gaziantep’in Nizip ilçesine bağlı Yeniyazma köyünde ikamet ediyor. Isparta’daki askerliği bir kenara konulacak olursa yaşamı köyünün dışına taşmamış. Bediüzzaman’ın mezarı ile uğraşılmasına şaşırıyor: “Bir adamın cenazesinden asker niye korkmuş ki? Niçin nakletmiş acaba? Şaşırıyor insan. Bir adamdan niye korksun devlet.” diyen Ahmet Çam’ın iki yıl süren askerliğinin başladığı tarih de Üstad’ın vefatından tam bir yıl öncesine denk geliyor: 23 Mart 1959. Mart 1961’de de köyüne dönüyor. 68 yaşındaki Şenol Başaslan ise askerliğin ardından 1963 yılında yerleştiği İstanbul’da Denizcilik İşletmeleri’nde manevracı olarak çalışmış. Kadri Özkartal ise Bursa’da yaşıyor. Kendisi konuşmayı arzu etmese de eşi onun yaşadıkları hakkında kısa bilgiler veriyor.

Bediüzzaman Hazretleri vefatından üç gün önce Isparta’dan talebeleri Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram ve Zübeyir Gündüzalp ile gizlice Urfa’ya geldi. Hükümet temsilcilerinin “Bir an önce ayrıl” uyarılarına rağmen, “Ben buraya dönmeye değil kalmaya geldim.” diyerek vefatını haber veriyordu. 21 Mart’ta geldiği, herkese kapısını açan, sofrasına misafirsiz oturmayan Hz. İbrahim’in makamında gözlerini yumdu. Yaşadığı yıllarda mezarının Urfa’da kalmayacağına da işaret ediyordu: “Benim kabrim çoklar tarafından bilinmeyecek.”

BEDİÜZZAMAN’IN MEZARININ TAŞINMASINI İSTEYENLER MASONDU
Bediüzzaman Hazretleri’nin küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul, Konya’da oturuyordu. Temmuz 1960’ın ilk günlerinde Vali Bey’in kendisini beklediği haberi iletildi. Odaya girdiğinde üç generalle karşılaştı: Cemal Tural, Refik Tulga ve Mucip Ataklı.

Abisinin mezarını şark ahalisinden ziyarete gelenler arasında kaçaklar olduğu, nazik bir zaman geçirildiği söylenir. Bu yüzden İç Anadolu’da bir bölgeye nakledileceği söylenir. Israr etmemesi, buna mecbur olduğu, dilekçeyi imzalaması gerektiği ifade edilir. Ünlükul, “Bari mezarında rahat etsin.” feveranına rağmen istemeye istemeye dilekçeyi imzalar. Bu dilekçe Milli Birlik Komitesi’ne dönemin İçişleri Bakanı emekli General İhsan Kızıloğlu tarafından sunulur. Ancak komiteye talebin Abdülmecid Ünlükul tarafından geldiği, abisini ziyaret edemediğinden dolayı ikamet ettiği Konya’ya taşımak istediği aktarılır. Dilekçe metni de orada okunur. Hukuki bir sorun olmadığı da belirtilir.

Ünlükul’u dinlemeye gerek duymayan Milli Birlik Komitesi İçişleri Bakanı’na taşıma yetkisi verir. Komite üyesi Ahmet Er, kararın alındığı toplantıda bulunmadığını ancak Cemal Tural, Refik Tulga, Mucip Ataklı ve İhsan Kızıloğlu’nun mason olduğunu iddia ediyor:

“Kanaatimi söylüyorum. Bunlar yapabilirler. Bu isimler masondur. Komitenin içinde İslam’a karşı olanlar da vardı, olmayanlar da. Ama İslamiyet’in büyüklüğünün farkında olan hiç kimse yoktu. Dini bütün adam yoktu. Ezanın Türkçeleşmesi üzerine çok kavgalar ettik. İslamiyet havanın, suyun, ışığın girmediği yere kadar girmiş. İslamiyet hayatımızın bir parçası değil A’dan Z’ye kadar bir bütündür.”

Milli Birlik Komitesi üyelerinin kandırılmış olabileceğini değerlendiren Ahmet Er, “O bir cinayetti. Bu kadar büyük müçtehidi nasıl rahatsız edersiniz.” diyor. Abdülmecid Ünlükul, ağlaya ağlaya mezarın taşınmasına şahitlik eder. Hatta diğer şahitlerin aktardığı gibi abisinin kefeni bugün konulmuş gibidir ve kefeni açtığında tebessüm eden yüzünü görür.

CEMAL TURAL KARŞIMDA KALP KRİZİNDEN ÖLECEKTİ
Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Necmeddin Şahiner, 1966 yılında Genelkurmay Başkanı olan Cemal Tural’a önce mektup yazar sonra da onu ziyaret eder. “Tural karşımda kalp krizinden ölecekti. Bir daha bana Said Nursi ile ilgili mektup göndermeyeceksin, beni aramayacaksın, kitap göndermeyeceksin dedi.” Taşınma olayının müsebbibi olarak ihtilalcileri gösteren Şahiner, Bediüzzaman’ın mezarının sadece birkaç talebesi tarafından bilinmesiyle ilgili “Bu olay Cenab-ı Hakkın, onun duasını zalimlerin eliyle kabul etmesidir.” diyor.
Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:52
Beni Ona sorsanız, 1 ölüyüm. Bana O'nu sorsanız tüm kalemlerim...
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
12 Ağustos 2008       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Ad:  sn5.jpg
Gösterim: 1809
Boyut:  18.2 KB

Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde Cennet de olsa Cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle zevk ettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek marifetullahtan başka bir şey var mıdır? Evet, marifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştah olmadığı gibi Cennete bile iştiyak geri kalır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
İnsan yaşayış vaziyetince bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir. Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür'atle çalıştırıyor. Arz sefinesi (dünya gemisi) de sür'atle giderken temerrü merre's-sehâb (bulutun geçmesi gibi geçiyor) âyetini okuyor. Sefine-i arz sür'atle yüzerken dünyanın gayr-ı meşru (helal olmayan) lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Allah'a abd ve hizmetkâr olana her şey hizmetkâr olur. Bu da her şey Allah'ın mülk ve malı olduğunu iman ve iz'anla olur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Bu küre-i arz (dünya) misafirhanesi, insanların mülk ve malı değildir. Ancak insanlar amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve tezyinatında çalışırlar.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Dünyada sana ait çok emirler var. Ama ne mahiyetinden ve ne âkibetlerinden haberin olmuyor. Biri cesettir. Evet, cesedin genç iken lâtif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder.

Biri de hayat ve hayvanattır. Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.
Biri de insaniyettir. Bu ise zeval ve beka arasında mütereddiddir. Dâim-i Bakînin zikri ile muhafazası lâzımdır.
Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun da hududu tayin edilmiştir. Ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma. Tahammülünden âciz, takatinden hariç olduğun tûl-u emel yükünü yüklenme.

Biri de vücuttur. Vücut zaten senin mülkün değildir. Onun maliki ancak Mâlikü'l-Mülktür. Ve senden daha ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Binaenaleyh Mâlik-i Hakikinin daire-i emrinden hariç o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun. Ümitsizliği intaç eden hırs gibi...

Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar zaildir, devamları yoktur. Zevalleri düşünülürse zıtları zihne gelir, lezzet verir.

Biri de sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza bu fani dünyadan da

çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış, Vücudunu Mucidine feda et, Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü feda etmediğin takdirde ya bâd-i heva zail olur, gider, veya Onun malı olduğundan yine Ona rücu eder.

Biri de dünyanın lezzetleridir. Bu ise kısmete bağlıdır. Talebinde kalaka düşer. Ve sür'at-i zevali itibariyle aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.

Dünyanın akibeti ne olursa olsun lezâizi terk etmek evladır. Çünkü akibetin ya saadettir; saadet ise şu fani lezâizin terkiyle olur. Veya şekavettir; ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam sehpanın tezyi ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terk etmek lâzımdır.
1. Dünyanın ömrü kısa olup sür'atle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle visalin lezzeti zeval buluyor.
2. Dünyanın lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.
3. Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doğru gitmekte olduğun kabir dünyanın zinetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey orada çirkindir.
4. Düşmanlar ve haşerât-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı muvazenedir. Maahâzâ, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel Allah'ın dâvetine icabet et.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı, dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lazımdır. Yoksa onlar istikraz ile istikrah edeceklerdir.

Eğer, İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir davet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed, Kur'ân'da Muhammed ismiyle müsemma iki cihanın güneşi kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmedler ile muhat olarak sakindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatadır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Şu esasata dikkat etmek lazımdır:
1. Allah'a abd olana her şey musahhardır. Olmayana her şey düşmandır.
2. Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.
3. Mülk Allah'ındır. Sende emaneten duruyor. O emaneti ibka edip senin için muhafaza edecek. Sende kalırsa meccânen zail olur, gider.
4. Devam olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen zailsin. Dünya da zaildir. Halkın dünyası da zaildir. Kâinatın şu şekli hâzırı da zaildir. Bunlar, saniye, dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar.
5. Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulü etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahâzâ, ebedî ömrün önündedir. O ömrü bakide göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fani ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömrü bakiden hiç haberin yok. Ölüm sekerâtı uyandırmadan evvel uyan.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Kur'ân-ı Kerim okunurken istimaında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin.
1. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev'i beşere hitaben Kur'an'ın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O femi mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.
2. Veya Cebrail Aleyhisselâm Hazret-i Muhammed'e (a.s.m.) tebliğ ederken her iki Hazretin arasında yapılan tebliğ tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.
3. Veya kab-ı kavseyn makamında yetmiş bin perde arasında Mütekellimi Ezelînin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselama olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdut, ömrünün günleri madut ve her şeyin fanidir. Öyle ise şu kısa, fani ömrünü fani şeylere sarfetme ki, fani olmasın. Baki şeylere sarfet ki, baki kalsın.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Ey nefis! Eğer takva ve amel-i salih ile Halıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur. O kâfidir. Eğer halk da Allah'ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahâzâ ikinci şıkkı takip etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet, bir maslahat için sultana müracaat eden adam sultanı irzâ etmişse o iş görülür. Etmemişse halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamafih, yine sultanın izni lazımdır. İzni de rızasına mütevakkıftır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Basar masnuatı görüp de basiret Sânii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. Çünkü o halde Saniin manen, kalben görünmemesi ya basiretin fıkdanındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır. Veya pek dar olduğundan meseleyi azametiyle kavramadığındandır.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Senin önünde çok korkunç büyük meseleler vardır ki, insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.
1. Ölümdür ki, insanı dünyadan ve bütün sevgililerinden ayıran bir ayrılmaktır.
2. Dehşetli, korkulu ebed memleketine yolculuktur.
3. Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, aczi mutlak gibi elîm elemlere maruz kalmaktır. Öyle ise bu gaflet ve nisyan nedir? Devekuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki, Allah seni görmesin. Veya sen Onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilâtı fâniyeye ihtimam ve bâkiyâtı dâimeden tegafül edeceksin?

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lazımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur'ân'ın güneşinden, Rahmanın hazinesinden tedarik edilebilir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levâzımatı Mâlikü'1-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levâzımatı cehlinden dolayı tamamen bu hayatı dünyeviyeye sarfediyor. Halbuki o levâzımattan lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayatı bakiyeye sarfetmek gerektir.

Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına götürüp sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin.


İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Ücret alındığı zaman veya mükâfat tevzi edildiği vakit, rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hatta tembel adam çalışkanı sever, zayıf olan kaviyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalışmasını ister ki, iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
İnsanın Cenab-ı Haktan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilâkis dâima şükretmeye medyundur. Çünkü, mülk Onundur, insan Onun memluküdür.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Mahlukatın en zâlimi insandır. İnsan kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmet ve menfaati olan şeyleri sever, hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur. Aksi halde ne sever ve ne kıymet verir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terk edecek olan dünyanın sefahetlerini bugün kemal-i izzet ve şerefle terk edersen pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü o seni terk etmeden evvel sen onu terk edersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun. Fakat vaziyet makuse olursa, kaziyye de makuse olur.

İ’lm eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Ey nefs-i emmâre! Katiyen bil ki, senin hususi, ama pek geniş bir dünyan vardır ki, amal, ümit, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği senin vücudun ve senin hayatındır. Halbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülâsa, esastan fasit ve zayıftır. Dâima harap olmaya hazırdır.

Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil. Ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Ani olarak seni başına yıkılıyor, altında kalıyorsun. Bak, zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabir arasındasın, artık sen bilirsin.

Arkadaş! Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken, insanlar adedince dünyaları hâvidir. Çünkü, her insanın tam manâsıyla hayalî bir dünyası vardır. Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar.

İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!)
Bu dünya ebedi kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Ancak Cenab-ı Hakkın ebedî ve sermedi olan dârüsselâm menziline davetlisi olan mahlukatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur.

Ey arkadaş! İnsan başıboş, serseri, sahipsiz bir hayvan değildir. Ancak onun da bütün harekât ve efali yazılıyor, tespit ediliyor. Ve amalinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın. Hülâsa, her güz mevsiminde yapılan tahribat, gelecek bahar mevsimlerinde gelen yeni misafirler için yer tedarik etmek ve bir nevi terhis ve izindir.

Mesnevî-i Nuriye'den Seçmeler
Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:52
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
15 Ağustos 2011       Mesaj #6
Avatarı yok
Yasaklı
Ad:  sn6.jpg
Gösterim: 1715
Boyut:  33.2 KB

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hakkında


Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza,annesinin Nuriyedir.Ağabeyi Molla Abdullah'ın ilim tahsil etmesinin kendisine kazandırdığı itibara imrenerek 9 yaşında Tağ köyünde Muhammed Emin Efendi'nin medresesinde öğrenime başladıysa da çok geçmeden Nurs'a döndü ve haftada bir gün gelen ağabeyinden temel bilgileri öğrenmekle tahsilini devam ettirdi. Öğreniminin en verimli safhası, 15 yaşındayken 1888'de Muhammed celalî'den ders aldığı üç aylık devredir. O zattan Molla Cami'den nihayete kadar, ortalama on yılda okutulan bütün metinleri üç ayda okuyup diploma aldı.

Kitaplardan sadece anahtar bilgileri öğreniyordu.Alet ilimlerini kapsayan bu Öğrenimin ardından,sıcaktan kavrulmuş toprağın suyu yutması gibi temel ilimlere yöneldi. Usûl'den Cem'ül-cevâmi, Kelâm'dan Şerhül-Mevâkıf gibi ağır metinlerden günde ortalama iki yüz sayfalık bir kısmı anlayarak okuyordu.Bu sıralarda Şirvandaki ağabeyinin yanına gittiğinde icâzet aldığını söyleyince o inanmamış, sıkı bir sınamadan sonra küçük kardeşinin kendisini geçtiğini görerek talebelerinden gizlice ondan ders almaya başlamıştı.

Üstad Bediüzzaman'ın Kısaca Bazı Fikirleri
Üstad Bediüzzaman'ın ''Eski'' ve ''Yeni Said' dönemlerinde yazdığı birçok eserleri vardır. Türkçe, Arapça ve az miktarda Farsça yazmıştır. Eserleri hacim olarak toplam altı bin sayfa tutmaktadır. Eserlerinde nakle değil, yeni, orjinal fikirlere yer verir. Diğer eserlerde bulunabilecek bilgileri onlara havale edip tekrara gerek duymaz eserlerinin çoğu Kur'ân tefsiri mahiyetindedir. Konuya girerken bir veya daha çok ayetten hareket eder.Fakat eseri, alışılmış lafzî tefsir tarzında değildir. Kur'an hakikatlerinin kuvvetli hüccetlerini ortaya koyması itibariyle farklı ve önemli bir tefsirdir. Kur'an'ın hidayetini insanlara anlatma işini gerçekleştiren, insanın aklını, nefsini, duygularını ikna eden bir eserdir. Aslında insanların çoğunun, lafzî tefsirlerden çok, bu tür eserlere ihtiyaçları vardır. İnsanlar, muayyen konularda Kur'an'ın insanlığa gösterdiği hidayeti anlamak isterler. Tefsirlerin tamamını okuyacak vakti olan çok az insan vardır. Bu sebeple konulu tefsir, bu asırda yayılmış ve yayılmakta olan bir tefsir türüdür. İşte Risale-i Nur Külliyatı, İslâm'ın temeli ve yirminci asırda en çok hücum edilen kısmı olan iman hakikatlarına dair, akaid esaslarına dair bilgileri, özellikle onlardan kastedilen hidayet, maksad ve neticeler itibariyle tefsir eden konulu örneklerindendir.

Bediüzzaaman'ın hayatı boyunca izlediği gayelerden biri de İslâm ehlinin eğitim müesseseleri olan medrese, mektup ve tekkeyi kendilerinden beklenen rolleri yerine getirecek tarzda besleyip mücehhez kılmak idi.Medrese programlarının yeniden düzenlenmesini şart görüyordu.Ona göre tefeyyüz eksikliğinin sebebi, alet derslerinin asıl derslerin yerine geçmiş olması, şerh ve hâşiyelerle fazla meşgul olma ve fen bilimlerinin yokluğu idi. Mektepleri de dinî dersler yönünden beslemek gerekiyordu.Mezunlarının isdihdam yerlerini de düşünmek lâzım gelirdi. İşte böylece her biri, farklı bir tarafa çekip götüren medrese, mektep ve tekke ruhunu birleştirip bunların herbirinden nasibini almış kâmil insan yetiştirme peşinde idi. Bunu ''Medresetü'z Zehra'' adını verdiği üniversite modelinde görüyordu. İslâm toplumunun üç eğitim kurumu olan medrese, mektep ve tekkenin koordineli çalışmasını istiyordu. Bunların birbirinden kopuk oluşu, her birinden gurur ve taassubu ortaya çıkarıyordu.

Halbuki ona göre İslâm binasında, bunların her birinin yeri vardı. ''İslamiyet hariçte temessül etse bir menzili mektep,bir odası medrese, bir köşesi zâviyedir. Salonu ise hepsinin toplandığı yerdir. Biri, diğerinin noksanını tekmil için bir şûra meclisi olarak, nûrânî sağlam sarayı ortaya koyacaktır.'' İdealindeki Medresetü'z Zehra'nın, bu ilahi sarayı temsil etmesini bekliyordu. Özellikle Van, Diyarbakır, Siirt, Bitlis gibi şark vilayetlerinde açılmasına ihtiyaç gördüğü bu okulların, Osmanlı mozayiğini bir arada tutacak harç olacağını ve muhtemel menfi akımlara karşı sed olacağını düşünüyordu. Buna dair yirniden fazla arşiv belgesi vardır. ''Her mü'min i'lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir.Bu zamanda (cihadın) en mühim vesilesi maddeten terakki etmektir.'' O güçlü dış düşmanları bile ümitsizliğe değil, gayrete vesile yapıyordu: ''Onlar bizim uyanmamıza vesiledir.

Onlardan fen alacağız. İslâm'ın sulh dini olduğuna inandıracağız. Dinin bürhanları ile ikna edip, İslâm'ın mükemmelliklerini ve güzelliklerini fiillerimizle göstereceğiz.'' Bediüzzaman'ın yetiştiği 19. asır, İslâm dünyasının ve bütün dünyanın en sancılı dönemine rastlıyordu.Rönesans sonrası Avrupa'da bilim, kiliseye rağmen gelişince modern bilimin temsilcileri dine karşı veya en azından dinle ilgisiz materyalist bir istikamette ilerlemiş ve yeni bir ca- hiliye ordusu,güçsüz İslâm dünyası üzerine hücum etmişti.Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu, İran Afganistan dışındaki bütün İslâm dünyası, Batı'lılarca sömürgeleştirilmişti. Bu felaketlerin sebebini, bazı bilim adamları gibi Besiüzzaman da incelemişti. O, 1909'da yayınladığı programını, daha sonra devam eden elli yıllık hayatı boyunca da incelemiştir.

''Bediüzzaman'ın fihriste-i maksadı ve efkârının programıdır'' makalesindeki fikirleri özetle şöyledir:
1-İslâm alemini terakkiye sevk edecek uyanışı sağlamak.
2-Müslümanların üç temel eğitim kurumu olan medrese mektep ve tekke arasında uyum sağlamak.
3-İlmî çevrelerde hürriyeti tesis etmek.
4- Medreselerde ihtisas şubeleri kurmak.
5- Geniş kitleleri irşad edecek vaiz ve hatiplerin yetiştirilmesini yeni baştan ele almak.
6- Osmanlı toplumunu geliştirmek için en büyük üç düşman olan cehalet, zarûret (yani fakirlik,) ve ihtilâfı yenmek.Bu üç düşmana karşı ma'rifet (bilim ve eğitim), sanat (endüstri) ittifak silahıyla cihad etmek.
7-Hilâfet makamının ıslâh edilmesi.
8-Osmanlı devletinin dağılıp beylikler haline dönüşmemesi için İttihad-ı Muhammedî fikrinin geliştirilmesi.
9- Milli birliği sağlayarak, Kürtlerin ihtilâfı sebebiyle zayi olan büyük kuvvetlerinden istifade etmek.

Risale-i Nur'un Özellikleri
Mehmet Akif'in: ''Doğrudan doğruya Kur'an'dan alarak İlhâmı Asrın idrakine anlatmalıyız İslâm'ı.'' şeklinde güzelce ifade ettiği özlemi, Bediüzzaman, Risale-i Nur'la kısmen gerçekleştirmiştir. Hadîs-i Şeriflerin de Kur'an'ın tefsiri olduğunu ve ondan ayrı sayılmaması gerçeğini unutmaksızın Bediüzaman, İslâm'ın esas meseleleri ile meşguldür. İsrailiyat, menkıbeler, âdetler yönü ile fazla meşgul olmaz. Risale-i Nur, iman hakikatlerini, akla yaklaştırarak aklî delillerle izah ikna etmeye çalışır.Akla hi- tab ederken kalbi, duyguları ve nafsi ihmal etmez. Bundan dolayı okuyanların nefislerini tezkiye edip ahlâklarını düzeltmesi,Müellif'in, rızâ-yı ilahiden başka bir tesir altında kalmamasından ileri gelir.

Risale-i Nur'da Bediüzzaman,mevzuya girerken ona esas teşkil eden, hareket noktası olan ayeti veya ayetleri yazar.Bazen misallerin de yardımıyla ayetin hedefi olan hidayetin aydınlığına ulaştırır ve yazılanın, ilgili ayetin yüzlerce, binlerce inceliklerinden biri olduğunu söyler.Bu arada son asırlarda ortaya çıkan dalâletlerin, batıl felsefî ve ideolojik fikirlerin kötü etkileri izale edilir, adları verilmeksizin, o akımlar, kuvvetli aklî delillerle çürütülür.( İ. K. Salihi, s, 125-129. Onun ''Ehl-i Küfür'',''Ehli Dalâlet'', ''Ehl-i Sefahet'' genel isimleriyle kastettiği bâtıl cerayanları, onları tanıyanlar bilir.) Bazen konu, suâl-cevap üslûbuyla verilir.Risale-i nur'un kendine has üslûbu, meş- gul olanlar tarafından hemen farkedilir. Etkisinin sebebi de sorulanın, müellifin nefsinin veya dalâlet temsilcilerinin sorduğu sorulara, dolasıyla umumî derde tercüman olmasından ileri gelir.

Kaynak: Risale-inur org
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:53
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
17 Eylül 2012       Mesaj #7
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Risale-i Nurdan Özlü Sözler...
Bu şehri yüz defa mezaristanına boşaltan ölüm hakikatının elbette hayattan ziyade bir istediği var. Onun idamından kurtulmak çaresi insanların her meselesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat´îsidir.
(sualar 281)Allah

"Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir." (Mesnevi-i Nuriye)

"Düşmanının düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır." (Hutbe-i Şamiye)

"İbadetin ruhu ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır." (İşarat'ül i'caz)

"Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise, nefsimden başlarım." (Sözler)

"Evet Allah'ı tanımayanın dünya dolusu bela başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sürurla doludur." (Lemalar)

"İnsan, acz ve fakrını anlamakla tam Müslüman ve abd (kul) olur." (Sözler)

"Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır." (Mektubat)

"Zaman gösterdi ki, Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil" (Mektubat)

"Kainatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır. (Sözler)

"Namaz, Halık-ı Zülcelal tarafından her yirmidört saat zarfında tayin edilen vakitlede manevi huzuruna yapılan bir davettir." (İşarat'ül i'caz)

İnsan bir yolcudur. Sabavetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder." (Mesnevi-i Nuriye)

"Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme." (Mesnevi-i Nuriye)

"Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun." (Sözler)

"En bahtiyar odur ki, dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyaviye için bozmasın, mâlâya'ni (faydasız) şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhâne sahibinin emirlerine göre hareket etsin." (Mektubat)
Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:39
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
23 Mart 2015       Mesaj #8
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Bugün Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatının 55. yıldönümü.
Bediüzzaman, 1878’de Bitlis vilayetine bağlı Hizan ilçesi Nurs köyünde dünyaya geldi. 23 Mart 1960’ta Urfa’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Mekanı cennet olsun...
Ad:  sn.JPG
Gösterim: 1332
Boyut:  22.1 KB
Son düzenleyen Safi; 10 Ağustos 2017 18:49
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Ağustos 2017       Mesaj #9
Avatarı yok
Yasaklı

Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin Kaleme Aldığı Çalışmalar!

  • Sözler
  • Mektubat
  • Asa-yı Musa
  • Barla Lahikası
  • Lem'alar
  • Kastamonu Lahikası
  • Şualar
  • Mesnevi-i Nuriye
  • Sikke-i Tasdik-i Gaybi
  • Emirdağ Lahikası
  • İşaratü'l-İ'caz
  • Tarihçe-i Hayat

Bediüzzaman'ın Üye Olduğu Cemiyetler!

  • Müderrisler Cemiyeti: İslam dininin hakikatlerini ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünnetini hedefleyen ilgili cemiyet 24 Kasım 1919’da Teali İslam Cemiyeti'ne dönüştürülmüş ve Bediüzzaman bu değişimden sonra söz konusu cemiyetten ayrılmıştır.
  • Yeşilay Cemiyeti: Alkollü içkiler ve diğer zararlı maddelerle mücadele eden cemiyet.
  • Kürt Neşr–i Maarif Cemiyeti: Eğitime önem verip, ülkenin asayiş ve bütünlüğüne hizmet etmeyi hedefleyen bir cemiyet. Bunun yanında İngiliz Muhipler Cemiyeti ve Kürt Teali Cemiyeti, Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin irtibatlı gibi gösterildiği ama hiçbir ilgisinin olmadığı cemiyetlerdir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Eylül 2017       Mesaj #10
Avatarı yok
Yasaklı

Üstad Bediüzzaman'dan Vecizeler!

  • Hakk'ın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda edilmemek gerekir (Münazarat)
  • Cenab-ı Allah bir kulunu severse, dünyayı ona küstürür, çirkin gösterir (Mektubat)
  • Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam ferman etmiş: 'Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri 'La ilahe illallah' kelamıdır (Şualar)
  • Zulme rıza, zulümdür (Kastamonu Lahikası)
  • En ziyade insanı tahrik eden meraktır (Sözler)
  • Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor (Sözler)
  • Gıybet ehl-i adavet ve hased ile inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silahtır (Mektubat)
  • İslam'da imandan sonra en yüksek hakikat namazdır (Tarihçe-i Hayat)
  • Çirkin perdeler altında gayet güzel neticeler var (Emirdağ Lahikası)
  • Alimler, peygamberlerin varisleridir (Tarihçe-i Hayat)
  • Şöhret insanın malı olmayanı da, insana mal eder (Muhakemat)
  • Her üren (havlayan) kelbin (köpeğin) ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz (İşaratü'l-İ'caz)
  • İnsanda en tehlikeli damar enaniyettir ve en zaif damarı da odur (Mektubat)
  • Kendini beğenen belayı bulur zahmete düşer, kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider (Mektubat)
  • Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır (Lem'alar)
  • Büyük görünme küçülürsün (Sözler)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

10 Ağustos 2017 / eyyüp aslan Cevaplanmış