Arama

İlk Türk İslam devlet yapısı nasıl oluşmuştur? - Sayfa 8

En İyi Cevap Var Güncelleme: 7 Mart 2013 Gösterim: 52.198 Cevap: 79
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Şubat 2013       Mesaj #71
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
TÜRK DEVLET YAPISI VE DÜZENİ (İSLAMİYET’TEN ÖNCE)

Sponsorlu Bağlantılar

Dünya uygarlık tarihinde önemli gelişmeleri doğuran bazı büyük topluluklar veya uluslar vardır. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz Türklerdir. Türklerin tarihte önemli gelişmeleri doğurmasının ve etken bir rol almasının kaynağı, Türklerin yasaya veya töreye göre işleyen düzenli bir devlet yapısı oluşturabilmeleridir.
İnsanların kütleler biçiminde bir kültür çevresinde bir araya gelerek oluşturdukları en büyük topluluğa ulus adını verebiliriz. Aynı biçimde, insan toplulukların oluşturabildikleri en büyük kurum olarak devleti görebilmemizde bir sakınca yoktur. Türklerde ulus ve devlet düşüncelerinin veya kavramlarının pek eski zamanlarda ortaya çıktığını biliyoruz. Türkler ortaya çıktıkları Orta Asya’ya tamamen egemen olan büyük devletler oluşturduğu gibi başka bölgelere göç ettikten sonra da yeni yeni siyasi yapılar oluşturmuştur. Türklerin en eski zamanlardan başlayarak sürekli bir biçimde devlet oluşturduklarını ve devletsiz geçen zamanlarının hemen hemen hiç olmadığını da söyleyebiliriz. Çünkü Türklerin hemen her zamanında devleti, ulusu yaşatan ve geliştiren vazgeçilmez bir yapı olduğunun bilincinde ve ayrımında olduğu ortadadır.
Türkler, devlete, ‘el’ veya ‘il’ adını veriyorlardı. Türkler, Devlet kurmayı ‘illemek’, devlet yönetmeyi ‘il tutmak’, devletsiz kalmayı ‘ilsirmek’, devletsiz bırakmayı ‘ilsiretmek’, devleti olanı veya hakanı, ‘illiğ’ sözcükleriyle dile getiriyordu.Türkler, devleti, her zaman ‘töre’ ile birlikte düşünüyordu.
Türklerin İslamiyet’e geçmeden önceki ve geçtikten hemen sonraki devlet yapısı ve düzeni konusuna değinmeye çalıştığımız bu incelememizde, ilk olarak, Türklerde devleti oluşturan öğeleri kavramsal olarak inceledikten sonra Türklerde devlet yönetimi ve egemenlik ile ilgili bazı kavramları ve de Türklerde devlet yapısı içinde yer alan kurumları inceleyeceğiz. Son olarak ise, Müslüman olan ilk Türklerin devlet yapısında ve yönetiminde görülen değişmeleri elimizden geldiğince inceleyeceğiz.
  • A. TÜRKLERDE DEVLET KURUMUNU OLUŞTURAN ÖĞELERİN KAVRAMSAL OLARAK İNCELENMESİ
Türklerin eski zamanlarında devlet, oksızlık (bağımsızlık), uluş (ülke), kün (halk), töre (yasa) olmak üzere dört temel öğeden oluşmaktaydı. Devlet üzerine bu dört kavramı içeren bir tanım yapacak olursak devlet, bir topluluğun belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik haklarını hiçbir kısıtlama olmaksızın kullanarak kurup geliştirdiği siyasi, sosyal ve yasal bir yapıdır.Türklerin eski zamanlarından beri var olan ve devleti oluşturan bu öğeleri daha geniş ve kapsamlı inceleyelim.
1. Oksızlık (Bağımsızlık) veya Erkinlik (Egemenlik):
Çağdaş hukukta egemenlik, devletin kayıtsız ve şartsız bağımsızlığına sahip olması, diğer devletlerle hukuken eşit durumda bulunması ve sahip olduğu üstün güce ülke içinde rakip olabilecek ve karşı gelebilecek bir başka gücün bulunmamasıdır.
İbrahim Kafesoğlu, ‘Türk Milli Kültürü adlı ürününde Türk tarihi ve kültüründe önemli yer tutan bağımsızlık anlayışını, bazı olaylarla örnekleyerek açıklamaya çalışmıştır. Buna göre, Türklerin bağımsızlığa önem verişinde önemli ve büyük yer tutan etken, bozkır yaşantısının getirileridir. Başka toplulukların baskısı karşısında boyun eğmek yerine, temel geçim aracı olan hayvanlarını sürerek yer değiştirmeleri, yani yerleşik olamama durumu Türklerde özgürlük bilinci doğurmuştur. Ayrıca bu yer değiştirmeleri at ile gerçekleştirdiği için at, hızı ve diğer binek hayvanlarına göre üstünlüğü dolayısıyla Türklere güvenç ve egemen olma ruhunu aşılamıştır. Yine aynı kitapta, M.Ö. 55’te Hun toyunda, Türklerin bağımsızlığa verdiği önemi ortaya koyan bir söz, Çin yıllığı Ts’ien Han-shu’a dayanılarak şöyle aktarılır; “Cesarete karşı hayranlık duymak ve tabiiyeti yüz kızartıcı saymak bizim geleneğimizdir. Mücadele için binecek atlarımız, korunacak toprağımız ve yürütülecek devletimiz, kavimler üzerinde şerefimiz var. Henüz savaşarak ölmesini bilen yiğitlerimiz var.” Türklerde bağımsızlık veya özgürlük bilincinin doğması ve bunun devleti oluşturan bir öğe olarak gelenekleşmesinin kaynağını bozkır yaşantısının getirilerine Türklerin uyum sağlamadaki yeteneği olarak belirleyebiliriz. Yine bu konuyla ilgili olarak Orhon yazıtlarında yer alan bazı sözler Türklerin, bağımlı olmayı veya tutsak kalmayı ölümden ayrı görmediklerini ve de bağımsızlığına verdikleri önemi ve bunun biçimini veya düzeyini ortaya koymaktadır. Örneğin, Tonyukuk anıtında yer alan şu söz söylediklerimizi kanıtlamaktadır; “Türk halkı (kendi) hanını bulmayınca Çin’den ayrıldı; han sahibi oldu; (fakat) hanını bırakıp Çin’e yeniden bağımlı oldu. Tanrı şöyle demiş olmalı; ‘(sana) han verdim, hanını bırakıp (yine) bağımlı oldun.’ (Türk halkı yeniden) bağımlı olduğu için tanrı ‘öl’ demiş olmalı. Türk halkı öldü, mahvoldu, yok oldu.” Ayrıca, Orhon yazıtlarında bağımsızlığın yitirilişine dair ve bununla ilgili bazı deyim ve sözcükler ise şöyledir; devleti yitirmek ‘ilsiremiş’, kağansız kalmak ‘kağansıramış’, kadınların tutsak (cariye) olması ‘küng edmiş’, erkeklerin tutsak (kul) olması ‘kul admış’, töreyi bırakmak ‘törüsin ıçgınmış’.
Türklerde egemenlik, kendini daha çok tam bağımsızlık ile yakın ilişkili ve ilgili olarak göstermiştir. Türkler, yaşamlarındaki en ve çok ağır savaşımları bağımsızlıklarını korumak ve egemenliklerini sürdürmek için vermiştir. Daha da önemlisi savaşımını verdikleri bu değerlerin önemsenmesi bile Türkler arasında sert tartışmalara neden olmuştur.
Örneğin, M.Ö. 58’de Hun toyunda iç ve dış baskılara karşı koyamayan hun hanı Ho-han-yeh vezirinin önerisiyle Çin egemenliğine girerek durumunu kurtarmak istemiştir. Ancak hanın kardeşi Çi-çi ve bazı devlet adamları bağımsızlığın yitirilecek olmasına karşı çıkmıştır. Çünkü onlar kurtuluşu başka bir devletin egemenliğine girmekte değil, kendi güçlerinde görmüştür. Bu uğurda Çi-çi ve onun gibi düşünenler Çin egemenliğine girmeyip onlarla savaşarak ölmüştür.
Türklerde devletin oluşabilmesi her şeyden önce bağımsızlığa dayandırılmıştır.
2. Uluş (Ülke):
Türkler, devletin sahip olduğu ve halkın üzerinde yaşadığı topraklara ‘ülke’, ‘uluş’ veya yurt gibi adlar vermişti. Bunlardan ‘uluş, toprakla birlikte halkı ifade etmekteydi. ‘yurt’ ise, daha çok vatan kavramı gibi bir anlam taşıyordu. Türkler için yurt, sadece üzerinde yaşanılan ve geçim sağlanan bir toprak parçası değildi; aynı zamanda kendilerini koruyan ata ruhlarının üzerinde dolaştığı bir yerdi.
Türkler, ancak üzerinde özgür olarak yaşadıkları ve egemenlik haklarını hiçbir kısıtlama olmaksızın kullandıkları toprakları ‘yurt’ olarak kabul etmişti. Daha doğrusu, onlar için yurt, üzerinde Türk tuğlarının ve bayraklarının dalgalandığı kutsal bir ata yadigârıydı. ‘yurt’ diğer yurtlardan ‘yaka’ adı verilen sınırlarla ayrılmıştı.
Türklerde ülke, belirli bir sınırları olan bir devlet arazisi ve bu bütün milletin ortak toprağı olarak kabul edilmiştir. Buna kanıt olarak İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde, Çin kaynağı Shih-chi’den şu aktardıklarını gösterebiliriz; “Asya Hun tanhusu Mo-tun, tahta çıktığı günlerde, komşu Tung-hu’ların vergi olarak at ve kadın istemelerine fazla itiraz etmemişken, onların arazi talebi karşısında kaldığı zaman (M.Ö. 209) devlet meclisinde ‘toprağın kendine ait şahsi mülk değil, milletin malı ve devletin temeli’ olduğunu söyleyerek kendisinin kimseye arazi terk etmeye yetkisi olmadığını belirtmişti. Görülüyor ki Bozkır Türk ilinde ‘uluş’ hükümdarın keyfine göre şahsi mal gibi tasarruf edilebilen bir toprak parçası olmayıp bizzat devlet reisinin korumakla oldu ata yadigârıydı.”
Türklerde toprak, yani ülke, yani vatan kutlu olduğu için ‘ıduk’tur. Vatanın kutluluğu, Türk yazıtlarında zaman zaman ‘ıduk’ sözcüğü ile anılmıştır. Ayrıca vatanın elden çıkması başa gelebilecek en korkuncudur. Bundan daha kötü bir şey düşünülemezdi.
3. Kün (Halk):
Türklerde halka ‘kün’, ‘bodun’ veya ‘el’ denilmiştir. Bunlardan ‘bodun’, ‘boy (bod)’ sözünün çoğulu olup boylar birliği anlamındaydı.
Tarihi kayıtlara göre, Türkçe konuşan ve Türk soyundan olan topluluklara ilk kez milli kimliklerini sezdiren ve onlara büyük bir millet olduklarını öğreten lider, Hun hükümdarı Mo-tun (Mete, Bagatır, Batur)’dur. Mo-tun komşu devletleri birer birer yenip baskı altına aldıktan sonra bütün gücünü ve enerjisini Hun siyasi birliğini sağlamak üzerinde toplamıştır. Bunun için Mo-tun, 25 yıl içinde 26 kadar küçüklü büyüklü devleti ortadan kaldırarak, Hun siyasi birliğini kurmuştur. Mo-tun, bu amacının sonucunu, M.Ö. 176’da “ok ve yay gerebilen kavimleri bir aile gibi birleştirdim; şimdi onlar Hun oldular” biçiminde ifade etmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Mo-tun, sadece Hun siyasi birliğini kurmakla kalmayıp aynı zamanda Türk topluluklarına Hun olma, yani millet olma bilincini de aşılamıştır.
Türklerde devlet, idareci unsur ile işbirliği yapan geniş halk kütlelerinin gayretleri ve katkıları sonucunda gerçekleşmiştir. Daha doğrusu, halk devletin hem kurucu hem de temel unsuruydu. Başka bir deyişle halk, devletin gerçek sahibiydi. Bundan dolayı devletin yıkılması ve istiklalin yitirilmesi, Türk toplulukları arasında elem dolu yakınmalara ve dövünmelere neden olmuştur.Örneğin, 630’da devletini ve istiklalini yitiren Türk milletinin feryatları Orhon yazıtlarına “illi millet idim, ilim şimdi hani, kime il kazandırıyorum der imiş” biçimindeki ifadelerle yansımıştır.
Bozkır Türk devleti herhangi bir ailenin kılıç zoru ile meydana getirdiği bir yığınlar topluluğu değil, fakat idarecilerle işbirliği yapan geniş halk kütlelerinin gayretleri, katkısı ile gerçekleşen siyasi teşekküldü. Hatta vesikalara göre, ‘devleti kuran ve devlet başkanını başarılı kılan’ da milletti: “Türk kavmi il yaptığı ilini… Kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş”.
920-921 arasında Abbasi Halifeliğinden, Bulgar Türklerine İslamiyeti öğretmek için giden heyetin üyelerinden birisi olan İbn Fazlan Oğuzlar hakkında şu bilgileri vermiştir: “Onların başlarındakine bey deniyor. Herhangi bir konuda fikir almak için onun yanına gidip ‘ne yapalım’ diye soruyorlar. Kararı kendi aralarında bir toplantı yapak belirliyorlar. Ancak bu karara içlerinde en sıradan bir kişi bile karşı çıkabiliyor.” Yani Türklerde, milletin istemediği bir şeyi yöneticilerin kabul ettirmesi olanaklı değildi ve halk da temel yurttaşlık görevlerini yerine getirdikçe her türlü özgürlüğe sahipti.
4. Töre (Yasa):
Türklerde sosyal yaşamı düzenleyen yazılı olmayan kurallara veya yasalara ‘töre’ denilmiştir.
İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde, Türk devletlerinde yasa (töre) hakkında şunlar ortaya koyulmuştur; Türk devletinde halkın istekleri, kamu hukukunu, hükümdarın görevlerini belirleyen ve cezai hükümleri ile dikkati çeken törenin tatbiki ile yerine getirilmiştir. Türk devleti özel yasalara (töre hükümlerine) dayalı bir kuruluştu. Devletin varlığı töre varlığına bağlıydı. Töre hükümleri değişmez kalıplar değildi. Bir sosyal hukuki kaideler toplamı olarak töre, çevre ve olanaklara uygun yaşayabilmenin gerekli kıldığı yeniliklere açıktı. Türk hükümdarları, yerine ve zamanın gereklerine göre ve meclislerin onayı alınmak üzere, töreye yeni hükümler getirebilmişlerdir.
Töre hükümlerine uymayanlar cezalandırılmıştı. Bozulan töreyi düzeltmek Türk kağanlarının belli başlı görevleri arasında yer almıştır. Kutadgu Bilig’e göre törenin değişmez dört özelliği vardı ki bunlar şöyleydi; adalet (könilik), iyilik veya yararlılık (uzluk), eşitlik (tüzlük), insanlık (kişilik).
  • B. TÜRKLERDE DEVLET YÖNETİMİ VE EGEMENLİK İLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLARININ İNCELENMESİ VE DE TÜRK DEVLETİNİN KURULUŞ ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ
  • Türk Devletinin Kuruluş Özelliği:
İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde, Türk devletinin kuruluş özelliklerini şöyle sıralamıştır; Velayet-i amme, özel mülkiyet, serbest çalışma, imtiyazsızlık; hükümranlık karizmaya dayanmakla birlikte töre hükümlerinde ifadesini bulan zımmi anlaşma (yasal meşruiyet), birleştiricilik, askeri karakter, dini tolerans, imperium ve besicilik-çobanlık.
Türk devletinin kuruluşunda asıl ve en mühim mesele, ilin bütünlüğünü korumak için zaruri kanun mevzuatının, halkın hürriyet temayülü ile ahenk içinde tutulmasını sağlamaktı. Bu, son derece güç bir işti. Töre sınırlamaları ile şahıs hak ve topluluk menfaatlerinin çatışmasını önleyerek sosyal düzeni yürütebilmek yüksek idare kabiliyeti isteyen bir husustu. Devlet başkanının, cesareti ve askeri bakımdan yeterliliği yanında tedbirli, ihtiyatlı ve ileri görüşlü olması gerekiyordu.
A. Taneri ‘Türk Devlet Geleneği’ adlı ürününde ise, Türk devletinin kuruluşunda dayandığı ilkeleri şöyle belirtmiştir; Devlet yaşamında geleneklere bağlı kalınması, gelenekçilikle ilericiliğin bağdaştırılması (hamlecilik), devlet kadrolarının uzmanlardan oluşturulması ve halka açık olması, yönetimde kararlılık ve memuriyetlerde uzun süre bırakılmak, bilime ve bilim adamına saygı duyulması (danışma kurumu), devlet yaşamında fikriyata önem verilmesi, disipline, protokole ve denetim ilkelerine titizlik gösterilmesi.
Türk devlet ve hakimiyet mefhumunun temelinde, cihanşümul, yani bütün cihanı içine alan bir devlet fikri bulunur. Türk devletinin esas amacı, ‘Tört Bulung*’ üzerinde Türklerin hakimiyetini sağlamak ve ‘güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar’ her tarafa Türk adaletiniyaymaktır.
  • 2. Türk Devletinde Egemenliğin Kaynağı:
Türklerde egemenliğin kaynağı tanrısaldı. Tanrı, egemenliği doğrudan doğruya değil, bir aracı ile kullanmaktaydı. Bu aracı da Türk kağanıydı. Bu duruma göre, Türk kağanına devlet yönetme ve güç ve yetkisi, Tanrı tarafından bağış olarak verilmekteydi. Aynı biçimde, Türk Kağanı da kendisini Tanrı tarafından seçilmiş ve bazı olağanüstü güç ve yeteneklerle donatılmış bir kimse olarak görmekte ve kabul etmekteydi. Aynı inanışı halk da paylaşmaktaydı.
Tanrı bağışı olan bu güç ve yetenekler Orhon yazıtlarında şu kavramlarla ifade edilmiştir:
Kut (siyasi iktidar)
Ülüg veya Ülüş (kısmet, nasip, pay)
Küç (güç)
a) Kut: Tanrı, Kut* bağışı ile Türk kağanını ‘hükmetme ve hükümdarlık güç ve yetkisi’, yani ‘siyasi iktidar’ sahibi kılıyordu. Türk kağanı da Tanrıdan aldığı siyasi iktidarla Orta Asya’da Türkçe konuşan ve Türk soyundan olan bütün toplulukları bir bayrak altında, yani bir devlet çatısı altında topluyordu.
b) Ülüg veya Ülüş: Ülüg ve Ülüş sözcükleri Türkçe ‘ülemek (dağıtmak, üleştirmek)’ veya ‘üleşmek’ eylemlerinden çıkmış birer addır. Pay, hisse, nasip, kısmet demektir. Tanrı, ülüg veya ülüş bağışı ile Türk ülkesinde bolluk ve bereketi arttırıyordu. Dolayısıyla Türk kağanına ekonomik güç kazandırıyordu. Türk kağanı da bu gücü halkı için kullanıyordu.
c) Küç: Tanrı, Türk kağanına verdiği Küç ile de, onun savaş yeteneğini arttırıyordu. Orhon yazıtlarının ifadesiyle “askerlerini kurt, düşmanın askerlerini koyun gibi yaparak..” kendisine zaferler kazandırıyordu. Bu inancın doğal sonucu olarak, Türk kağanları savaşlarda elde ettikleri başarıyı hep Tanrının kendilerine verdiği Küç bağışına bağlıyorlardı. Bundan dolayı onlar, zaferden hemen sonra kurban sunmak suretiyle Tanrı’ya karşı minnettarlıklarını gösteriyorlardı.
Türk egemenlik anlayışına göre, Tanrı sadece siyasi iktidarı veren değil, aynı zamanda verdiği iktidarı geri alan bir güce sahiptir. Tanrının bu gücü, Türk hükümdarlarının üzerinde sürekli siyasi baskı aracı olmuştur. Bundan dolayı, Türk hükümdarları Tanrı’nın verdiği siyasi iktidarı ellerinde tutabilmek için devlet yönetiminde sürekli başarılı olmak zorundaydı. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, Türk hükümdarları ancak hükümdarlığa layık oldukları müddetçe işbaşında kalabilmekteydi. Aksi durumda Tanrının verdiği siyasi iktidar yine Tanrı tarafından geri alınmaktaydı.
  • 3. Türk Devletinde Egemenliğin El Değiştirmesi:
Türk devletlerinde, taç baş değiştirirken, tanrısal bağış olan kut, hanedan üyeleri arasında birinden diğerine kan yoluyla geçmekteydi. Ancak, Tanrı, hanedan üyeleri arasında seçimini sadece biri lehine kullanmaktaydı. Bu seçim de genellikle hükümdarlığa en çok layık ve yetenekli bir hanedan üyesi üzerinde olmaktaydı. Tanrının iradesinin hangi hanedan üyesi üzerinde olduğu da, ancak taht için yapılan bir mücadele sonucunda ortaya çıkmaktaydı. Bu yüzden Türk devletlerinde taht veraset hukuku hiçbir zaman belirli kurallara bağlanamamıştır. Bunun doğal sonucu olarak da, hanedan üyeleri arasında taht kavgaları sürekli kaçınılmaz ve adeta meşru bir olay olarak sık sık yinelenmekteydi.
  • 4. Türklerde Ülke Yönetimi:
Türk hükümdarları siyasi iktidarı, doğrudan doğruya tanrıdan almaktaydı. Tanrısal bağış yoluyla Türk hükümdarlarına geçen siyasi iktidar, yukarıdan aşağıya doğru inmekte, yeryüzünde ikiye ayrılarak sağa ve sola doğru, yani doğu ve batı yönünde yayılmaktaydı. Böylece Türk devletlerinde ülke, halk, yapı ve memurluklar, genellikle doğu-batı, sağ-sol, iç-dış, ak-kara, büyük-küçük biçiminde ikiye ayrılmaktaydı. Bunlardan doğu, yani sağ yan sürekli üstün durumdaydı. Başka bir deyişle egemenlik ve üstünlük doğu yandaydı. Batı, yani sol doğuya, yani sağ yana bağımlı durumdaydı.
Devletin yönetim merkezi olan ordu (çadır kent), doğudaydı. Ordu’nun tam ortasında da Türk kağanının otağ’ı yer almaktaydı. Türk kağanı burada oturmaktaydı. Diğer yandan Türk kağanı, tahtına da doğuya dönük bir biçimde oturmaktaydı. Otağ’ın kapısı ise yine doğuya açılmaktaydı. Türk kağanı, her sabah otağ’ın kapısından çıktığında kutsal kabul edilen güneşi selamlamaktaydı. Öte yandan, sol, yani ülkenin batı yanına yabgu unvanı ile kağanın kardeşlerinden bir atanmaktaydı.
Türkler, devletin yerini oluşturan dünyayı dört köşe (dört bulung) olarak düşünmüşlerdir. Bu dört köşe dört ana yön ile ifade edilmiştir. Bunlardan doğuya ileri, batıya geri, güneye beri, kuzeye yukarı denmiştir.
Yüksek rütbeli yirmi dört komutan (başbuğ) askeri birliklere komuta etmekteydi. Komutanların emrinde ise büyük birer askeri birlik bulunmaktaydı. Her komutan tanınmış birer boyun başkanıydı. Bu duruma göre, Türklerde halk, tamamen devlet yapısı içine alınmış demekti.
  • C. TÜRKLERDE DEVLET YAPISI İÇİNDE YER ALAN KURUMLARIN VE KİŞİLERİN İNCELENMESİ
Toy (Meclis):
Türk kağanları, devlete ait işlerde kararları tek başına almamıştır. Eski Türk devletlerinde siyasi, ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel konulardaki sorunların görüşüldüğü, tartışıldığı ve karara bağlandığı meclisler vardı. Bu meclislere ‘toy’, ‘kengeş’, ‘ternek’ ve ‘kurultay’ gibi adlar verilmiştir. Meclis üyelerine de ‘toygun’ denilmiştir. Devlet meclisine kağan başkanlık etmiştir. Kağan bulunmadığı zamanlarda meclis, ‘aygucı’ veya ‘üge’ unvanıyla anılan devlet danışmanları başkanlığında toplanmıştır. Başta ‘hatun’ ve ‘şad’ olmak üzere ‘yabgu, tigin, ilteber, erkin, kül-çor, apa, tudun, tarkan’ gibi askeri ve idari yüksek görevliler, devlet meclisinin tabii üyeleriydi. Bu duruma göre, devlet meclisindeki üyelerin bir kısmı hanedandan, bir kısmı da hanedan dışından seçilmiştir.
Toy, bütün Türk lehçelerinde meclis veya toplantı anlamına gelmektedir. Devlette bir kurum adı olarak sonraki yüzyıllarda ortaya çıkıp zamanla Türkçeye de yerleşen Moğolca ‘kurultay’ (khuriltai) sözünün Türkçe karşılığıdır.
Asya Hun imparatorluğunda Mo-tun devrinden beri (M.Ö. 209-174) devlet işleri ve dini törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan söz edilmiştir. Bu toplantılardan biri, daha çok dini nitelikte görünmekte olup yılın ilk ayında tanhunun sarayında yapılıyordu. Diğer toplantı ilkbaharda Lung-ç’eng’te olurdu. Diğeri de, atların semirdiği mevsim olan sonbaharda, hayvan mevcudunu, devletin insan ve askeri gücünü belirlemek üzere, Tailin’de yapılmaktaydı. Bunlar arasında en önemlisi ilkbahar toplantısıydı. ‘Gök’e, ‘Yer’e, atalara ve diğer doğa güçlerine kurbanların sunulduğu, at yarışlarının ve deve güreşlerinin düzenlendiği bu toplantıda hükümdarlıklar onaylanır veya yeni tanhu seçimi yapılır, gerektiğinde idareye geniş icrai yetkiler verilir ve bütün ülke sorunları üzerine genel tartışmalar açılarak, görüşülüp kararlara bağlanırdı. Daha sonraki devirlerde çok sözü edilen ‘toy’ geleneğinin aslı bu meclisler olmalıdır.
Diğer Türk devletlerinde de benzer meclisler vardı. 448’de Avrupa hun devleti başkentine giden Bizans elçilik heyeti içinde bulunan Priskos, Bizans devletinin tekliflerini görüşen bir Hun seçkinler meclisinden söz etmiştir. Hazar hakanlığında bir; ihtiyarlar meclisi vardı.Peçenekler önemli kararlar meclis (kometon)’te alınırdı. Oğuzlarda millet işleri ‘tirnek’lerde görüşülürdü. Tuna Bulgar devletinde bir millet meclisi bulunmaktaydı. Kıpçak başbuğu Kutlu Arslan devlet istişare meclisi kurdurmuştur.
Ayukı (Hükümet):
Türk devlet yapısında toy kararlarını ülke genelinde ve uyumlu bir biçimde uygulanması sağlamak ve bunun işlerliğini ve uygulanabilirliğini izleyen kurula ayukı denilmiştir. Bu bakanlardan oluşan bir tür hükümetti.
İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde, Türklerde, ayukı üyelerinin Toygunlar arasından seçildiğini ve bu üyelere ‘buyruk’ denildiğini belirtmiştir. Ayrıca, ‘buyruk-çor’, çi-si ilteber’ gibi unvanları olan bu buyrukların Göktürk ve Uygur halanlıklarında sayılarının dokuz olduğu da belirtilmiştir.
Kağan (Hükümdar):
Türk devletlerinde hükümdarlara türlü adlar verilmiştir. ‘Tan-hu’ veya ‘şan-yü’, ‘kağan (khagan)’, ‘kan (han, kral)’, ‘yabgu (cabgu)’, ‘idi-kut’, ‘il-teber’, ‘erkin (kül erkin, ulug erkin)’ vb. bunlardan en yaygın olanı kağandı.
Türk kağanı göğün altındaki bütün ülkelerin tek bir hükümdarı gibi düşünülmüştür. Yeryüzünün hükümdarı sayılan Türk kağanları ‘Tanrının yarlığı’ ile dünyanın bütün ülkelerini yönetmiştir.
Türkler devletlerinde önemli bir kurum olan hükümdarlığı daha ayrıntılı incelemek, Türk devlet yapısını anlamamızda daha çok yardımcı ve yerinde olacaktır.
  • a. Hükümdarlık Belirtkeleri:
Türk devletlerinin başında, tanınmış bir boya veya aileye bağlı bir hükümdar bulunmuştur. Her hükümdar belirli hükümdarlık ve egemenlik belirtkeleri almış ve kullanmıştır. Böylece hükümdar hem içeride hem de dışarıda bu belirtkeler aracılığıyla tanınmıştır. Bunlar;
Unvan (tan-hu, şan-yü, kağan, han, hakan, yabgu, il-teber)
Otağ (kurvı çuvaç)
Taht (örgin, ornag, orunluk)
Tuğ
Bayrak
Davul (köbürge, kövrüg)
Kotuz (sorguç)
Kemer (kur)
Kılıç
Yay
Kama
Kamçı (berge)
Başkent (ordu, çadır kent)
Toy
  • b. Hükümdarın Görevleri ve Sorumlulukları:
Türk hükümdarı devlet yapısının başı ve toplumun lideri olarak, en büyük güç ve yetkileri kendi şahsında toplamıştır. Her emri kanun hükmünde ve değerindeydi. Devletin her kademesindeki görevliler ve bütünüyle halk, bu emirlere uymak zorundaydı. Öte yandan Türk hükümdarı, en büyük yargıç durumundaydı. O, bu sıfatıyla yüksek mahkemeye başkanlık ederdi.
B. Ögel, ‘Türk Kültürünün Gelişme Çağları’ adlı ürününde Türk hükümdarının önemli görevlerini şöyle belirtmiştir. Savaş gücü ile devleti kurma ve düzene koyma, Türk kağanlarının en önemli göreviydi. Yeni alınan yerlere ‘kondurma’ yani yerleştirme ve iskan politikası da; Töreyi, yani yasalar ile örf hukukunu düzenlemek de; halkı ‘doyurup’, ‘giydirme’ de Türk kağanlarının önemli görevleri arasındaydı.
Türk kağanı, devletin başı olarak iç ve dış siyaseti düzenlerdi; savaşa ve barışa karar verirdi; savaş ve akınlarda ordulara komuta ederdi; elçiler gönderir, elçiler kabul ederdi; devlet yapısının her kademesindeki görevlileri atar veya görevlerinden alırdı.
  • c. Hükümdarın Özellikleri:
Türk hükümdarı, hem bütün devlet yapısının başı hem de toplumun lideri durumundaydı. O, sadece içinde yaşadığı zamandan değil, aynı zamanda devletin ve toplumun geleceğinden de sorumluydu. Dolayısıyla onun görevi son derece ağırdı. Bu ağır görevi de, ancak iyi yetişmiş yetenekli, bilgili ve deneyimli olan kimseler başarabilirdi. Bundan dolayı Türk hükümdarının bazı yüksek özelliklere sahip olması gerekiyordu.
B. Ögel, ‘Türk Kültürünün Gelişme Çağları adlı ürününde Türk kağanlarının en önemli iki özelliğini şöyle sıralamıştır; ‘bilge’lik ve ‘alp’lik. Ayrıca Türk kağanlarının akıllı ve erdemli olması gerektiğini de kaynaklara dayanarak dile getirmiştir.
Alplik: Türk kağanından istenilen en önemli özellik, onun yürelig (yürekli) ve alp (kahraman) olmasıydı. Türk kaganı, devletin merkezinde oturan ve emirler veren bir kimse değildi. O, her türlü mücadelede en ön safta bulunuyor ve verdiği emri ilk önce bizzat kendisi uyguluyordu. Çünkü, Türk kaganı giriştiği her mücadelede başarının her şeyden ilk önce kendi cesaretine bağlı olduğunu çok iyi biliyordu.
Bilge olmak: Türk kağanında olması gereken diğer bir özellik ise onun bilge olmasıdır. Bilge, yüksek kavrayış, derin düşünce ve büyük sezgi gücünü ifade eden bir kavramdır. Türklerde böyle kimseye bazen ‘bilge kişi’ veya sadece ‘bilge’, bazen de ‘bögü (büyü)’ denilmiştir. Bu kavramların bugünkü Türkçede kullanılan Arapça karşılığı ise filozof ve hakim sözcükleridir. Ancak Türk kaganı felsefi düşüncelerle uğraşan bir filozof değildi. Onun düşünce ve tasavvurları yalnızca devletin ve toplumun geleceği ile ilgiliydi. Çünkü o, kendini sürekli Türk devletinin ve milletinin geleceğinden sorumlu saymaktaydı.
Erdemli olmak: Yüksek ahlaki değerlerin ve üstün meziyetlerin toplamını ifade eden, erdem (ertem), Türklük kadar eski bir kavramdır. Bu bakımdan bu kavram, yüreklilik, bilgelik, Alplik gibi özellikleri de içine alır. Bu kavram da Türk kağanında aranan önemli bir özellikti.
Aydın Taneri, ‘Türk Devlet Geleneği’ adlı ürününde ise, Türk devlet başkanlarında bulunması gereken dört niteliği şöyle sıralayıp açıklamıştır; kültür, mantık, erdem, cesaret.
  • d. Hükümdarlık Süreci:
Türklerde kağanlık ırsi olarak kaganın sülalesinden birisine geçiyordu. Kagan olabilmek için mutlaka kut verilmiş sülaleye mensup olmak gerekiyordu. Bununla birlikte kutun verileceği sülaleye mensup olmak, kağan olabilmek için yeterli değildi. Çünkü aile içerisinde kime kut verileceği konusunda kesin bir ölçü yoktu. Türklerde kurultay toplandıktan sonra seçim yapılır ve kut alan aday kağan olarak seçilirdi. Kagan seçildikten sonra cülus merasimi düzenleniyordu.
Türklerde kağan olma süreci içindeki aşamaları Benggü Taş Bitigi yazıtlarına göre şöyle inceleyebiliriz;
1. Kagan kaldırma (yükseltme): Bu hareket, adayın, Tanrı ile ilişkiye geçmesi, iletişim kurmasıdır. Bunun için Tanrı’ya, ‘yagış’ adı verilen özel bir kurban sunulur. Ardından, iletişim kurulması eyleminin kolaylaştırılması için, Kagan adayı, aşağıdan yukarı doğru kaldırılır, yükseltilir. İlk işlem burada biter.
2. Yüregi Kötürme (yukarı çıkarma): Tanrı, adayı uygun bulursa, onu, bulunduğu yerdeyken, tepesinden tutup yukarıya, yanına çıkarır. Bunu yapmasının nedeni açıktır; yarlık, kut, küç, ülüg ve il beratı vermek içindir. Kağan adayı, Tanrı tarafından bu emanetler kendisine verildikten sonra kağan yapılmış olur. Ve bu işlemden sonra ikinci işlem de sona ermiş olur.
3. Kagan Oturma (oturtma): Kağanlık görevi verilen ve Tanrı tarafından kağan seçilen aday, yine Tanrı’nın buyruğu ile yeryüzüne indirilir ve kişioğlu üzerine kağan oturtulur. Ve bu işlem, kağanı, Tanrı’nın onu indirmesi ve kişioğlu üzerine kağan oturması ile son bulur. Herkes, artık, kağanın buyruğu altındadır ve kağan da, Tanrı’nın kendisine verdiği yetki ile onları, yönetme durumundadır.
Katun (hükümdar Eşi):
Türk devlet yapısında kağandan sonra önemli ikinci kurum olarak katun görülmüştür.
Türklerde hükümdar eşleri ‘katun (hatun)’, ‘yin-çü (yen-shih, yin-çii, inci, evci)’ veya ‘uluğ hatun (ta yen-shih)’ unvanlarını taşımışlardır. Katunlar da devlet yönetiminde söz sahibiydi. Ayrı otağları ve buyrukları vardı. Törenlerde hükümdarın yanında yer alır; devlet meclisine katılır; elçiler gönderir ve kabul ederdi.
Katun, gelecekteki hükümdarın annesiydi. Bundan dolayı onun Türk soyundan olmasına özellikle dikkat edilmiştir. Türk kağanının katundan başka eşleri de vardı. Özellikle Çinli bir prenses (Türkçesi eşi veya esi) ile evlenmek Türk kağanların geleneğiydi. ‘Konçuy’ adı verilen bu prensesle katun derecesine yükseltilmemiştir. Konçuy’dan olan çocuklar taht üzerinde hak iddia edemezlerdi.
Tigin (Hükümdar Oğlu):
Türk kağanının oğulları ‘tigin’ unvanı ile anılırdı. Tiginlerin her birine devlet yapısında yüksek kademede görevler verilmiştir. Tiginlerden biri, genellikle büyük oğul, hükümdarın sağlığında veliaht olarak atanırdı. Türklerde, veliaht olarak belirlenen tigin, S. Koca’ya göre, Hunlarda ‘sol bilge tigin’, Göktürklerde ‘şad’ unvanını almıştır. İ. Kafesoğlu ise veliaht sözünün karşılığı olarak ‘elig-beğ’ sözünü göstermiştir.
Veliaht olan tiginin yönetimine devletin doğu bölgeleri bırakılırdı; emrine de bir birlik verilirdi. Bazen ise önemli bir Türk topluluğunun başına getirilmiştir. Örneğin, Uygur kağanı veliaht olarak belirlediği oğlu Bayan-çor (Moyun-çor)’u, devletin ikinci temel öğesi olan Oğuzların üzerine yönetici olarak atamıştır. Türklerde veliaht olarak atanan tigininin tahta çıkması her zaman kesin değildi. Çünkü Türk egemenlik anlayışı, tahta çıkma hakkını her tigine eşit bir biçimde vermekteydi.Böyle olunca Türk devletleri tarihinde taht için tiginler arası mücadele sık görülmüştür.
Tiginler, çocuk yaşta, hasta veya iktidarın getirdiği sorumluluğu yerine getiremeyecek durumdaysa töre gereğince tahta amcaları çıkmıştır. Öte yandan, hükümdarın katundan olmayan eşlerinden doğan oğulları ne kadar yetenekli olursa olsun, taht üzerinde bir hak iddia edemezdi.
Yabgu (vezir, yönetici, danışman):
Türklerde kağandan sonra gelen yüksek rütbelerden birisi de yabguluktu. Halk içinde seçilen kişilerden olan yabguluğu Hunlarda ve Göktürklerin ilk zamanlarında görmüyoruz. Türkler bilgelik özelliklerini bulundurmasını istedikleri vezire Ayguçı adını da vermiştir. Yabguların görevi ise her konuda kağanına ‘ötünüp’, yani durumu arz edip dilekte bulunmaktı. Kağan da, vezirin ‘ötündüğü ütünç’ünü dinler ve dileğini ‘işitiverir’di. Önemli konularda karar vermek, yabguların elinde değildi.
İl-teber ve Erkin (kağana bağlı bir topluluğun yöneticisi), Sü-Başı (ordu komutanı), Şad (hanedan üyeleri, danışman), Kündür (danışman), Tarkan Apa Tarkan, Bağa Tarkan (sivil yönetici, bakan, komutan), Tudun (vergi sorumlusu memur), Alpagu (subay), Şengün (general), Işbara, Boyla, Yargın gibi unvanlara sahip memurların dışında, Türk devlet yapısı içinde yer alan diğer kurumları ve kişileri ve kullandıkları rütbeleri, unvanları şöyle özetleyebiliriz;
Buyruk: Türklerde, devlet içindeki en büyük memurlara buyruk denilmiştir. Türkler, saraydaki bu büyük memurlara ‘iç-buyruk’ demek yoluyla bunları, dışarıdaki büyük asker ve memurlardan ayırıyorlardı.
Tamgaçı veya Damgacı: Bir tür mühürdardır. Özellikle Uygur çağında, kaganın ‘altın tamga’sını elinde tutan bu memurların, tıpkı bir başvekil gibi, büyük salahiyetleri vardı. Her atama ve para sarfı işinde, bu mühürlerin fermanlar üzerinde tamgaçının imzasıyla beraber bulunması, en önemli şartlardan biriydi. Ayrıca bunlara ‘uluğ-bitikçi’ de denirdi.
Kengeşçi veya Tayanç: Türklerde danışmanlara bu adlar verilmiştir. Ayrıca ‘iş-ayguçı’, ‘basutçı’, ‘tapıgçı’ adlarında kengeşçilere yardım eden memurlar da vardı.
Agıçı: Hazinedardır.
Sakışçı: Hesapçıdır.
Amga: Tahsildardır.
Elçi: Devletlerarasında gidip gelen memurlardır.
Körüg, Tıl, Tıgrak: Casuslardır ve adi habercilerdir.
Yazıgçı: Aileler arasında haber getirip götürendir.
Okçı: Kağanın haberini halka duyuran memurdur.
Tartıgçı: Sarayın davetçileridir.
Tilmaç: Çevirmendir.
Kılağuz: Devlet ve ordu içinde kılavuzluk eden memurlardır.
Yizek: Askeri kılavuzdur.
Yerçi veya Yorçı: Kılağuza yardımcı olan memurlardır.
Emçi: Türklerin doktora verdikleri addır.
Ata-Sagun, Otaçı: Saray doktorlarıdır.
Sınuk Bağlağuçı: Kırık ve çıkıkçılardır.
Kapıgçı, Çapkuncı: Saray kapıcılarına verilen addır.
Töşekçi: Sarayda yatak işleriyle ilgilenen memurdur.
Kuşçı, Iterçi: Saraydaki kuşlarla ilgilenen memurdur.
İşçi, İşlegüçi, Terçi, Yumuşçı: Saraydaki işçilerdir.
Bark İtgüçi: Taştan ev yapıp süsleyen sanatkardır.
Bediz Taş İtgüçi: Taşları işleyen ve yazıt yazan sanatkardır.
Titigçi: Duvar ören sanatkardır.
Kam, Yatçı, Kumçı, Yulduzçı, Körümçi: Türklerde falcılardır ve müneccimlerdir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Şubat 2013       Mesaj #72
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Dilşah adlı kullanıcıdan alıntı

İlk türk devletlerinde devlet anlayısı;Vatanı koruyarak milleti huzur ve barış icnde yasatmayı amaclamaktır..ilk türk devletlerinde kut anlayısı vardır..ve turan taktigi yani geri cekilme ile pusu taktigi kullanılmıstır..devlet büyükleri kararlarını toy ve kurultayda almaktaydı..vb..

oradaki yazıyı oku hemen yap sonra 0 çekmein Msn Happy
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Şubat 2013       Mesaj #73
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
k Türk - İslam devletlerinde İslâm’dan önceki Türk devletlerinde olduğu gibi ülke hükümdar ailesinin ortak malı kabul edilmiştir.Ülke hükümdar tarafından yönetilirdi.Bu ; devlet yönetiminin monarşi olduğunu gösterir.
yusuf508 - avatarı
yusuf508
Ziyaretçi
17 Şubat 2013       Mesaj #74
yusuf508 - avatarı
Ziyaretçi
İlk Türk - İslam devletlerinde İslâm’dan önceki Türk devletlerinde olduğu gibi ülke hükümdar ailesinin ortak malı kabul edilmiştir.Ülke hükümdar tarafından yönetilirdi.Bu ; devlet yönetiminin monarşi olduğunu gösterir.




İlk Türk İslam devlet yapısı nasıl oluşmuştur? Konusuna Benzer Konular
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2013       Mesaj #75
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Dilşah adlı kullanıcıdan alıntı

İlk türk devletlerinde devlet anlayısı;Vatanı koruyarak milleti huzur ve barış icnde yasatmayı amaclamaktır..ilk türk devletlerinde kut anlayısı vardır..ve turan taktigi yani geri cekilme ile pusu taktigi kullanılmıstır..devlet büyükleri kararlarını toy ve kurultayda almaktaydı..vb..

yardım edinn nnnn lütfen odew vaar beya yapmam lazım lütfn beya allah rızası için beya
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2013       Mesaj #76
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
islamdan önce yayılmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2013       Mesaj #77
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Misafir;1978286]İlk Türk - İslam devletlerinde İslâm’dan önceki Türk devletlerinde olduğu gibi ülke hükümdar ailesinin ortak malı kabul edilmiştir.Ülke hükümdar tarafından yönetilirdi.Bu ; devlet yönetiminin monarşi olduğunu gösterir. ve bu kadar herkese selam
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2013       Mesaj #78
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ilk türk islam devlet yapısı nasıl oluşmuştur

İlk Türk - İslam devletlerinde İslâm’dan önceki Türk devletlerinde olduğu gibi ülke hükümdar ailesinin ortak malı kabul edilmiştir.Ülke hükümdar tarafından yönetilirdi.Bu ; devlet yönetiminin monarşi olduğunu gösterir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2013       Mesaj #79
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ben de bilmiyorum acil cevap istiyorum lütfen çabuk cevap verin
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Mart 2013       Mesaj #80
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ilk türk islam devletinin yapısı nasıl oluşmuşturr acil cevapp

ya arkadaşlar türk islam devleti bir savaştan sonra olmuştur


türkleri kılıç zoruyla islamiyeti kabul ettirmeye çalışmışlar



ancak o savaştan sonra artık türkler kılıç zoruyla değil kendi istekleriyle islamiyeti kabul etmişler

Benzer Konular

3 Mayıs 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
28 Eylül 2012 / Misafir Cevaplanmış
19 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
11 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Türk ve İslam Dünyası
1 Aralık 2011 / Misafir Soru-Cevap