Arama

Kazakistan Jırşılık Geleneği

Güncelleme: 29 Mayıs 2008 Gösterim: 7.679 Cevap: 0
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
29 Mayıs 2008       Mesaj #1
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Kazakistan Jırşılık Geleneği

Sponsorlu Bağlantılar
Kazakistan sahası Türk edebiyatı geleneği, özellikle sözlü ürünleri bakımından Türk dünyasında zenginliği itibariyle dikkat çeken bir alandır. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar sözlü kültür ortamını yaşayan Kazak Türkleri’nin edebî verimleri, çeşitli araştırmacılar tarafından yazıya aktarılmış ve bu verimler, 20. yüzyılın başından itibaren Kazak sahası yazılı edebiyat geleneğinin temellerini oluşturmuştur. Sovyet
Sömürgesi döneminde millî bir edebiyat yaratma maksadıyla gösterilen çabalar, sözlü kültürde yaşayan ve sömürgeye bir tepki olarak toplumda korunan edebî ürünlerden , bu ürünleri yaşatan gelenekten - tekamülün dışında- fazla bir şey koparamamıştır. Dolayısıyla Kazakistan bağımsızlığına kavuştuktan sonra bu müesseseler ve temsilcileri yeniden, kaldıkları yerden geleneğin devamına, canlanmasına çalışmışlardır.
Bunlardan birisi, Kazakistan’ın Akmescid (Kızılorda) vilayetinde tanıdığımız ve bu yazıda örnek olarak verdiğimiz Ruslan Ahmedov’dur. Jırav kelimesi, ır/yır, yır/cır, yırla-cırla- kökünden türeyip joktav, öleñ, tolgav, vb. sözlü edebiyat ürünlerini yaratan ve söyleyen; hikâye ve destan tasnif eden ve anlatan sanatkâr anlamlarında kullanılmaktadır. Türkiye sahasında âşık tipinin muadili olarak ifade edebileceğimiz
jıravlar, Türkistan sahasında, destan ve hikâye anlatıcısı olarak bilinmektedirler. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, sahasında jırav/cırav, Kazan sahasında cıruçı olarak adlandırılmaktadır. Jıravlar, kopuz/ komız/kobız veya dombra ile destan ve hikâye anlatan şâir anlamındadır.

Jırav, edebiyat terimi anlamıyla, sözlü edebiyatın eski temsilcilerinden biridir. Şâir tipi olan jıravlar, büyük sosyal konuları ele alan tolgav-jrlarının müellifleri ve icracısıdırlar. Jırjı olmanın yanında bilge ve kâhindirler. Kaynaklarda 11. yüzyıldan itibaren geçen jırav terimi, 15.-18. yüzyıllarda büyük sanatkâr ve danışman olarak tanınmaya başlar. Jıravın bu özellikleri yanında, siyasî, askerî ve diplomatik işlerde
danışmanlık görevi üstlendiği de bilinmektedir.Ancak jırav, son dönemde bütün bu fonksiyonlarını kaybedip, akın-jırşı ve kahramanlık şiirlerini icra eden sanatkârlar için kullanılmaya başlamıştır.1 Jıravlar, özellikle 15.-18. yüzyıllar arasında Kazakistan sahasında büyük şöhrete ulaşmışlardır. Gerek dışa karşı, gerek kendi iç
mücadelelerinde savaşlara katılan jıravlar “bata” vermeleri ile ünlenmişlerdir. Siyasî, askerî diplomatik işlerde ülke/cüz/uruğ/ru liderinin yardımcısı, onun danışmanlığı yapan şahıslar olarak bilinmektedir.2 Jıravların, ilk zamanlarda ağıt, şildehane (yeni doğan çocuğun beşiğe konma töreni), kelin tüsüru (gelin alma töreni), kız uzatu (kız evlendirme töreni), sırasında söylenen geleneksel pratiklerle ilgili kısa şiirler ile jar jarları söyleyen akınlar olduğunu ve daha geç dönemlerde destan anlatıcısı olarak gelenekte yer aldıkları ifade edilmektedir. “Vak’aya dayalı jırlar önceleri avız edebiyatında küçük jırlar-salt jırları ile çıkmış. Kapsamlı büyük destân hemen oluşmamıştır. Kazakların salt jırları şildehane (yeni doğan çocuğun beşiğe konma
merasimi), kız uzatu (kızı evlendirme), kelin tüsüru (gelin almak), vb. geleneğine bağlı ortaya çıkan kısa salt jırlar zamanla genişlemiş ve vak’alı bir epos şekline dönüşmüştür. Joktav (ağıt) jırlarının çoğunluğunda ölen insanın başından geçenler anlatılmıştır. Fakat eposu jırşı veya jarşı söylemiştir. Jarşı, jokşı, jar-jarlardan sonra epos derecesine yükselterek anlatan jıravlar olmalıdır. Çünkü önceki batırlar
jırında çoğunlukla jıravların adı geçer. İşte o jıravların söylediklerini değiştirilmeden halka yayanlar da jırşılardır.”3

Akın tipinin en eski temsilcisi olan jıravlar, toplumun birlik olduğu dönemlerde, mensubu bulundukları oymak veya boyun temsilciliğini yapmaktan ziyade bütün toplumun temsilcileridir. Bu temsilci kimliklerinden dolayı hanın çevresinde bulunurlar. Türkistan sahası destancılık geleneği ile ilgili tespitlerde bulunan Karl Reichl; “Karakalpak destan anlatıcıların bir tipi için kullanılan jırav terimi
Kazaklar arasında da bulunur. Bu terim Abılay Han’ın (1711-1781) sarayında yaşamış olan Buhar Jırav (1693-1789) gibi daha eski Kazak destancılar için kullanılmış bir terimdir. Buhar Jırav gibi şahıslar, sadece şair değil aynı zamanda hanın yönetim işlerinde danışmanlık yapan ve han meclisinde üyelik yapan kişiler olarak yönetimle de ilişkilidir.Jırav terimi, daha yakın dönemlerde özel olarak kahramanlık destanî şiiri söyleyicisi anlamına gelip sınırlı bir mahallî kullanıma geçilmiştir“4 ifadeleri ile jıravların fonksiyonlarını izah etmektedir. Margulan da, jıravların devlet yönetiminde üstlendikleri fonksiyon ve aldıkları görevler ile halk içindeki konumlarına paralel olarak söyledikleri şiir veya anlattıkları destanlar konusunda şunları söylemektedir; “Jıravlar günlük hayatın küçük şeyleriyle az uğraşmış. Çoğunlukla dönemin yapısı,
insanlığın problemleri, gelecek, vb. büyük şeyleri anlatmış. Bunlar da lirizm azdır. Atasözü, deyim, terme, vb. çok kullanılır. Bazı jıravlar hanları, bazıları da halkı anlatır.”5 Mehmet Aça da jırav hakkındaki tespitlerinde, onların tasnif ettikleri/ anlattıkları türlerin kahramanlık konulu olduğunu açıklarken, konu ile toplumda edindikleri yer ile bir paralellik kurmaktadır:”Cıravlar bir dönem ozanlarda olduğu gibi sadece kahramanlık destanlarını kopuz eşliğinde terennüm eden, irticalen manzumeler meydana getiren sanatkarlardır. Bu adı alan sanatkarlar kazak geleneğinde destan meydana getiren ve kahramanlık destanlarını en güzel şekilde terennüm eden destancılar olarak kabul edilmektedir. Kazak hanları ve bayları her zaman için cıravları yanlarında bulundurup himaye etmişlerdir. Cıravlar tıpkı ozanlarda olduğu gibi savaşlarda orduları, kahramanlık destanları ve şiirleri söyleyerek coşturmuşlardır. Nogaylı devrinde teşekkül eden pek çok destan cıravlar tarafından teşekkül ettirilmiştir.”6

Jıravların daha çok asker kökenli şahıslar olduğunu aktaran Ergun, tarihî destanlar, şiirler, tolgav, ösiyet, terme gibi şiirler terennüm eden, savaşlarda ordu ile birlikte hareket eden, savaş anında onların maneviyatını yükseltmek için şiirler ve destanlar söyleyen tipler olduğunu ifade ederken, Sıpıra Cırav ile Bukar Cırav örneğini vererek,
jıravların hanların nezdindeki posizyonlarının önemini de açıklamaktadır.7

Jıravlık, usta-çırak ilişkisi ile kazanılan bir sanat dalı olarak telakki edilmektedir. Türkiye sahası âşıklarında olduğu gibi jırav olmak isteyen birisi, usta bir jırava çırak olur. Çıraklığın süresi, jırav adayının kabiliyetine bağlıdır. Aday, ne zaman bu sanatı öğrenirse çıraklık süresi biter. Ancak, adayın jıravlıkta olgunlaşıp olgunlaşmadığı, usta jırav (üstaz tarafından tespit edilir. Aday, usta jırava çıraklık yapmaya başladığı
andan itibaren, yetişinceye kadar, ustasına hizmet eder. Hizmet, onun her gittiği yere gitmesi, ustasının jır söyledeği zaman hizmetinde bulunması, onun söylediklerini ezberlemesi gibi hususlar da hizmetten sayılmaktadır. Ayrıca usta jırav, çırağına jırın esaslarını, konusunu, mazmununu; geleneksel çalgıları olan kopuz yapımı ve kopuz hakkında anlatılan efsaneleri öğretir.

Çıraklık süresi, aynı zamanda jırav adayının, jırşılık öğrenim süresidir de. Ustalaştığına kanaat getirilen aday, ustası tarafından kopuz yontmakla haberdar edilir. Çırağın yaptığı kopuz, kendisine ustası tarafından bir törenle verilir. Çıraklık süresince kopuz tartmayan çırak, ustasının kendisine verdiği kopuzu tartar. Usta jırav, kopuz çalmaya başlayan çırağa, destan küylerini (ezgi) öğretir. Bundan sonra çırak,
kopuz tartıp tolgav, terme ve destanlardan bölümler söylemeye başlar.
Bir kopuzu ile kısa manzumeler söyleyen aday, kopuz çalmayı ve kopuz eşliğinde destan söylemeyi iyice öğrendikten sonra ustası tarafından sanatını icra edebileceğine kanaat getirilirse , yalnız başına çalıp söylemesine izin verilir.

Bazen de ölen bir usta jıravın kopuzu çırağa verilir. Bu, jıravın ustasını temsil ve geleneği devam ettirmesi anlamındadır.8 Yukarıda çeşitli yollarla jırav olunduğunu ifade etmiştk. Hangi yolla jırav olunursa olunsun, Türk dünyasında görülen rüya motifi zaman zaman jıralıkta da görülür. Kam, manasçı, âşık, bahşi olmak için görülen
hazırlık rüyası jıravlık geleneğinde de görülür. Jırav olma ve rüya motifi ile ilgili Karl Reichl’in de tespitleri şu şekildedir:”Genelde bir şâirdestancının çıraklığı, erken denilecek bir yaşta, çok sık olarak da çocuk (genellikle erkek çocuk, fakat kız çocukları da olmak üzere) daha on yaşına girmeden başlar. Bazı geleneklerde çırak çocukların pek çoğunda destancılık mesleği aileden gelmektedir. Fakat, bazı toplumlarda olduğu
gibi, çocuğun kabiliyeti .bir başlangıç rüyası veya bir hayal ile mesleğe girişi açıklanır (Kırgız, Azerbaycan ve Türkiye Türkleri örneklerinde olduğu gibi).”9

Hakkında kısa bilgi verdiğimiz jıravlar, sözlü kültür ortamından yazılı kültür ortamına geçen Kazak Türk toplumunda, özellikle Sovyet sömürgeciliği döneminde, merkezî idare ve idarenin ideolojisi paralelinde eser vermeye zorlanmış, bu zorlama sonunda da gelenekli yapısında değişikliğe uğramıştır. Daha önce resmî kurumlarda görev almayan, kendi yetenekleri, bilgelikleri sayesinde hayatlarını kazanan jıravlar, bu dönemde- toplumun yerleşik hayata geçmesi ile de-resmî kurumlarda görev almışlar ve hayatlarını bu yolla kazanmışlardır. Kazakistan’ın Akmescid (Kızılorda) vilayetinde görüştüğümüz Ruslan Ahmetov da hayatını resmî bir kurumda çalışarak, ancak kendi mesleği olan jıravlığı öğreterek kazanmaktadır.

Ruslan Ahmedov, 1977 yılında Akmescid’e bağlı Karmakşı avdanında doğmuş genç bir jırav. Babasının adı, Cumabay; annesinin adı Hadişa’dır. Dede Korkut efsanelerinin anlatıldığı ve türbesinin bulunduğu yer olarak bilinen, Korkut Ata ile aynileşen Karmakşı avdanı Ruslan’ın jırav olması için gerekli birikimi sağlamış olmalıdır.

Bala Jırav olarak da tanınan Ruslan Ahmetov, Kızılorda Korkut Ata Devlet Üniversitesi’nde jırav öğretmen olarak çalışmaktadır. Evli ve Batırhan adlı bir çocuk babası olan Ruslan, on üç jıravlığa merak salmış, dombra ve şan kobız (ağız kopuzu)
çalmayı öğrenmiştir. Özellikle dedesi olan Rahmat Jırav, Ruslan’ın jıravlık hünerini öğrenmesinde etkili olmuştur. Karmakşılı Jabbar Tonguşbay ve Bidas Üstünbay’ın, Kızılordalı Almas Ahmatov’un çıraklığını yapan Ruslan, Seyit Amangeldi ve Almasbek Jırav’ın ustasıdır. Jıravlarla ilgili kitabî bilgileri küçük yaştan itibaren okuyan
Ruslan, jıravlıkla ilgili bilgilerden bir kısmını da buradan öğrenmiştir. Bazar Jırav’ın Emine Kız, Omar Jırav’ın Şorayak Üç Yumurtkası ve Köroğlu’nun bazı bölümlerini anlatabilen Ruslan, daha çok arnav (karşılama, hoş geldiniz şiiri) söylemektedir. Bildiği şiirleri ustalarından öğrendiğini ifade eden jırav, irticalinin de olduğunu söylemesine rağmen zaman ve mekanın buna uygun olmadığını söyleyerek, kendi şiirlerinden
örnek vermedi. Burada verdiğimiz örneğin kime ait olduğunu sorduğumuzda ise kendisinin olduğunu ve bunu ezberden söylediğini ifade etti. Çeşitli yarışma ve akınların toplantılarına katıldığını söyleyen Rusklan Ahmetov, Karakalpakistan, Özbekistan ve Türkiye’de bulunup buralarda yarışmalara ve toplantılara katılmış. Katıldığı toplantılarda birçok ödül alan Ruslan Jırav’ın Kızılorda çevresinde tanınan bir
şahsiyet olduğunu müşahede ettik.

Ruslan Ahmetov ile ilgili bilgileri, Kazakistan’ın Kızolarda vilayetinde mülakat yapmak suretiyle edindik. 15 Nisan 2001 tarihinde, Dr. Ayşe YÜCEL ÇETİN ve Dr. Tahsin PARLAK ile birlikte görüştüğümüz Ruslan Ahmetov ile ilgili bilgi edinmek maksadıyla,
hazırladığımız “Jırşı Turalı Melimetter” adıyla düzenlediğimiz 46 soruluk bir anket doldurduk. Anket soruları, jırşının biyografik bilgileri ile icra ettiği sanatı ve gelenek hakkında bilgi edinmeye yönelik biçimde hazırlandı. Görüşmemizde uyguladığımız anket yanında, ses kaydı da yaptık. Tespit ettiğimiz termeyi, Dinara DÜYSEBAYEVA yazıya aktardı. Yazıya aktarılan metinde anlaşılmayan kısımlar “..........” biçiminde gösterildi.

Ruslan Ahmetov ile görüşmemizde, kendisinin hikâye(liro-epos) anlattığını ifade etti. Ancak, liro-eposların her zaman, her yerde anlatılmadığını, bunun özel zamanlarının olduğunu ifade etti. Yine de bize kısa bir hikâye anlatabileceğini ifade ederek bir “terme” söyledi. Kopız eşliğinde söylediği terme yazımızın sonunda Türkiye Türkçesi’ne
aktararak verdik.

Kırgız, Özbek, Karakalpak halk şiirinde de olan Terme, kazak sahası sözlü geleneğinde kalıplaşmış lirik şiir türüdür. Kopuz ve dombra eşliğinde söylenen terme, daha çok nakil söz üzerine kurulmuş şiirlerdir.10 Terme, bundan dolayı da sadece bir konu çevresinde kurulmayıp, çeşitli konuların bir araya gelmesi ile kurulan şiir türü olarak
ifade edilmektedir. Genellikle 7 ve 8’li hece ile söylenen/ yazılan terme, ferdî ürün olmanın yanında anonim karakter de gösterebilir. Toplumu eğitmek, bilgilendirmek maksadıyla söylenen terme, kendine has ezgi ile icra edilmektedir. Hikaye veya destan anlatımında, anlatmaya başlandığı zaman önce termenin söylenmesi, Türkiye ve Azerbaycan sahasında söylenen hikâye döşemelerine benzemektedir.11

1 Z. AHMETOV-T.ŞANBAYEV, Ädebiyettanu Terminderinin Sözdigi, Almatı
1996, s.98
2 AHMETOV –ŞANBAYEV, age., s.98; Mehmet AÇA, Kazak Türklerinin
Destanları ve Destancılık Geleneği, Konya, 2002, s.75
3 Kazak Ädebiyatının Târihi, I.Tom, Almatı 1964, s.382
4 Karl REİCHL , (Çev. Doç. Dr. Metin Ekici),Türk Boylarının Destanları , Ankara
2002, s.77
5 Kazak Ädebiyatının Târihi, I.Tom, s.379
6 Mehmet AÇA, age., s.73-74
7 Metin ERGUN, Kopuz Sarını, Ankara 2002, s.114-115
8 ERGUN age.,111-117
9 REİCHL, age., s.94
10 AHMETOV – ŞANBAYEV, age., s.199
11 ERGUN,age., s.75


Dr., Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.

Benzer Konular

1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Taslak Konular
22 Ağustos 2011 / TUZCUAY Türk ve İslam Dünyası
24 Mart 2009 / ThinkerBeLL Taslak Konular
28 Mayıs 2008 / eXcaLLaNT Taslak Konular