Arama

Türk - Japon İlişkileri

Güncelleme: 6 Ağustos 2007 Gösterim: 4.403 Cevap: 2
Alex_Taylor - avatarı
Alex_Taylor
Ziyaretçi
21 Ekim 2005       Mesaj #1
Alex_Taylor - avatarı
Ziyaretçi
besmel
II. ABDÜLHAMID VE JAPONLAR
II. Abdülhamîd'in ilk padisahlik yillarinda, Rus Harbînden üç sene kadar sonra (1296 - 1880) Istanbul'a bir Japon heyeti gelmisti. Heyet, Japon Imparatorunun akrabasindan (Prens Hebi) nin baskanligi altindaydi.
Sponsorlu Bağlantılar
Asil gayesi Avrupa'yi gezmek, Japon ilerleyisinin temellerini kuvvetlendirmek olan heyet, Istanbul'a ugramayi, Türkiye'nin halini de görmeyi ihmâl etmemisti. Resmî bir sifati olmayan heyete, sarayca alâka gösterilmemesi gayet tabiîyken, Abdülhamîd aksini yapmis, heyeti, yâverleri ve tercümanlarina karsilatmis, Beyoglu'nun en iyi otelini ikâmetlerine vermis ve bütün masraflarini üzerine almisti...
Abdülhamid, Dogu milletlerinden biri olan Japonlarin bas döndürücü terakki hamlelerini büyük bir merakla tâkip ediyor, vatanina ait yükseltme sirlarindan belki onlarin vaziyetinde kendi eliyle çözebilecegi bir mânâ ariyordu. Bu bakimdan heyetle alakalanmis, Japonlari Yildiz'a dâvet ederek kendilerine göz kamastirici bir ziyafet vermis, onlari yakindan görmek ve tanismak istemisti.
Bu temasm neticesinde heyet, ertesi günü ziyaret ettigi Sadrâzama iki Dogulu millet arasinda siyasî ticarî münasebetler kurulmasini teklif etti, teklifleri Rusya'ya karsi biraz ihtiyatli olmak sartiyle müsai karsilandi. 1881'de Türkiye'nin Moskova sefiriyle oradaki Japon elçisi arasinda mevzu teskil eden bir anlasma projesi, bir müddet Osmanli Hariciyesini mesgul ettiyse de, neticede, Rusya kaygisi yüzünden, Japonlari siyasî anlasmaya girilmeksizin ticarî bir yakinlik ve ruhi dostluk kurulmasi, gerektigi anda da bu dostlugu hemen ittifaka döndürülebilecek bir mahiyet tasimasi münasip görüldü.
Aradan alti yil geçince, ikinci bir heyet... Heyet, bu defa maresal rütbeli (Prens Akihito) baskanliginda... Bu Prens, Günesin Oglu farzedilen Mikado'nun yegeni, dayisinin oglu...
Abdülhamid, Prens'e ve heyete büyük alâka gösterdi, onlari Dolmabahçe Sarayi'na misafir etti ve Yildiz'a dostça karsiladi.
Bu defa heyetin vaziyeti resmiydi. Prens, Abdülhamîd'e Mikado'nun gönderdigi en büyük Japon nisanini takdim ediyor, Sultan ise o zamana kadar hiç bir ecnebî devletten nisan kabul etmedigi halde, onu zevkle benimsiyordu.
Prens, Hünkâra, Mikado'nun hususî bir mektubunu getirmisti. Mektupta hiçbir sir yok, sadece siyasi ve ticarî sahalarda iki milletin yakinlasmasina ait dilekler var... Fakat üslûbunda öyle bir eda mevcut ki, Abdülhamid'e Rusya'ya karsi basi ******* sIkilmaz hemen Japon destegini vâdetrnekte...
Abdülhamid bu manâyi, hemen sezdi, sezdigini de Prens'e göz isaretiyle bildirircesine hissettirdi, ayni mânâya bagliligini Prens'e hesapsiz ikramlar ve iltifatlar seklinde gösterdi. fakat disariya hiçbir ipucu vermedi.
Japon Prensi, mes'ut, memleketine dönerken Payitahtta büyük mesele:
— Japon heyetinin ziyaretine mutlaka mukabele etmek sart... Fakat hangi sehzadeyi ve beraberinde kimleri göndermeli?.. Böyle bir ziyaret bütün Avrupa'yi, hele Rusya'yi müthis kuskulandirir. Ne yapmali?..
Vezirler, parmaklarini sakaklarina dayamis, bunu düsünürken, Abdülhamîd, formüllerin en ince ve sahânesini buldu. Sadrâzam Kâmil Pasa'yi saraya çagirtti ve emrini verdi:
— Japonlarin ziyaretine karsilik olarak, siyasi mânâ tasiyan blr heyet göndermeyecegiz de, talim ve terbiye vesilesi altinda bir mektep gemisi gönderecegiz. Bu gemi, bayragimizi, Hindistan ve Çin sularinda ve müslümanlarin oturdugu adalarda dalgalandiracak...
Japonya'ya karsi resmi vaziyeti de esasta sIki dostluk nisanesi altinda bir ilmi tetkik seyahati olacak...
Karar derhal tatbik edildi ve «Ertugrul» isimli gemi, seçkin bir kadroyla Japonya'ya gönderildi.
Gemiye, Bahriye Nâziri'nin damadi Miralay (albay) Osman Bey kumandan tâyin edilmis ve bu degerli subayin vazifesi, hakikatte, Sultan'in mektubunu Mikado'ya vermek, hediyelerini takdim etmek ve fevkalâde murahhas olmak üzere tâyin edilmisti.
Miralay Osman Bey olarak yola çikan «Ertugrul'» kumandani, gemi Singapur'a varinca, yolda pasaliga yükseltildi. Mikado'nun huzuruna pasa olarak çikmaya hazirlandi; ve Istanbul'da verilmeyip yolda bahsedilen bu rütbe hâdisesi de yine Sultan'in siyasî dehâsindan bir örnek oldu.
Taktigi, bütün nazarlarin "Ertugrul" üzerine çevrildlgi bir anda fazla alâyis ve seyahat üzerinde hususî blr kiymet belirtmemekti.
«Ertugrul», (1306 - 1890) yilinin 26 Mayis günü, onbir ay süren bir seyahatten sonra Yokohama limaninda...
O zamanin seyrüsefer sartlarina göre, bu seyahat, Türk Bahriyesi adina bir basari... Yol boyunca ugranilan Islâm ülkelerinde yildizli hilâlin dalgalanisi bakimindan da muazzam ruhî kiymet...
Karsilikli merasim toplari atilirken, gemiye gelen Japon Tesrifat Nâziri, Osman Pasa'nin elini hararetle sIkarken söyle diyordu:
— Hos geldiniz Amiral ! Hasmetlû Mikado Hazretleri adina sizi selâmladigim su dakikada hilâl ve günesin birlesmis oldugunu görmekle saadet duymaktayim !
«Ertugrul» gemisinin sembollestirdigi mânâ ve sahislara gösterilen alâka ve sicaklik, Mikado'dan çöpçüye kadar pek büyük oldu. Arada, bellibasli ve madde madde sinirli bir anlasmaya varilmaksizin, bir daha gelmeyen bir güne ismarlanmis olarak, ruhi yakinlik ve dostluk zemini tamamiyle kuruldu. «Ertugrul» her aksam, etrafindaki binlerce Japon kayigina 50 kisilik bandosiyle konserler vererek üç ay kadar Japon sularinda kaldi ve nihayet döndü.
Dönemedi.
Hareket edecegi gün Japon Bahriye Nezaretinden barometrelerin birden çok düsmüs oldugu ve Japon Denizi'ne ait korkunç firtinalardan birinin patlamasina ihtimal bulundugu, bu yüzden hareketini geciktirmesi gerektigi haberini almasina ragmen denize açildi.
Hareketinin ertesi aksami, Japon Denizi'nin o müthis tayfununa yakalanis... 44 saat, ha batiyor, ha batti, su yüzünde bir findik kabugu gibi firtinayla bogusma; ve neticede (Osima) kiyilarindaki kayaliklar üstünde parçalanmis... Içindekilerin çogu sehit, gerçek sehit... 607 candan, kurtulabilenler 69 kisi... Osman Pasa bogulanlar arasinda...
«Ertugrul» hakkindaki en güzel sözü bir Japon gazetesi söyledi:
"— Ertugrul vazifesini yapmistir."
Japonya ve Türkiye'de duyulan aci, her mikyasin üstünde... Mikado, kendi sularindaki felâket yüzünden dövünür ve elindeki 69 kazazedeye ne yapacagini bilemezken, Abdülhamid, günlerce ne yedi, ne içti, ne de lâf edebildi.
Türk kazazedelerini Istanbul'a getiren iki Japon harb gemisine halk ve Abdülhainîd tarafmdan alâkalarin en coskunu...
Abdülhamîd'in Japonlar ve Japonya mevzuunda baslicâ emeli, Avrupalîlasirken sahsiyetini elde tutan ve ondan zirnik feda etmeyen bu milleti, siddetle atildigi yükselme yolunda gerçek dine de ulastirmakti. Nitekim, Japonya'da «Dinleri înceleme» adinda bir de tesekkül kurulmus ve kongre tertiplenmisti. O güne kadâr Japonya'da pek fena ve kaba, sekilde yürütülen Islâm propagandasi, iste bu vesileyle birdenbire Japon halkinin ruhuna yöneltilebilir ve Dogunun bu muazzam milleti elinde Müslümanlik yepyeni bir hamleye kavusabilirdi.
Abdülhamîd, bu dâvaya çok ehemmiyet verdi; ve Japonlar tarafindan istenilen din kitaplarini, kütüphanesinin en nâdide eserleri arasindan seçip gönderdi ve bu kitaplarm arasina bir de, üzerindeki insan emegi bakimmdan madde ölçüsüyle paha biçilmez bir Kur'ân ilâve etti. Toplanacak kongre üstünde de en derin sekilde müessir olmayi düsünürken, misyonerler ve kozmopolitler tarafindan araya bin fesat sokuldu ve basari yollari kapatildi. Mikado ise, yine ayni fesatlar yüzünden böyle bir kongreye lüzum görmedigini ve tebaasinin fert fert diledigi dini seçmekte hür oldugunu ilân etti.
1904 Rus - Japon Harbinde koca Rusya'yi dize getiren Japonlarin ruhundaki ham mistigi anlayan ve onu îslâmiyetle kemallestirmek isteyen Abdülhamid, böylece, Japonlar nezdinde gizli bir müttefik muhafaza etmekten baska bir imkân bulunmadigini anladi ve her sahada niüdafaadan ibaret olan kaderine boyun egdi.
Kaynak: Necip Fazil Kisakürek, Ulu Hakan - Ikinci Abdülhamid Han, s. 294-298
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #2
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Tarihsel olarak daima iyi ilişkiler içerisinde olan Türkiye ve Japonya ünlü Ertuğrul Firkateyni’nin 1890 yılında Japonya’yı ziyaretiyle önemli bir noktaya ulaşmıştır. Özellikle 1980 den sonra iki ülke arasındaki ilişkiler üst düzey karşılıklı ziyaretlerle, ekonomik ve kültürel anlaşmalarla güçlendirilmiş ve önemli bir ivme kazanmıştır.

Turgut Özal’ın Japonya ile ilgili konulardaki birikiminin de etkisiye 1983 yılında Japonya Dış İşleri Bakanı Şintaro Abe’nin Türkiye ziyareti mevcut ilişkilerin daha da güçlendirilmesinde oldukça önemli bir yere sahiptir. 1990 yılında Türkiye ve Japonya ilişkilerinin 100. yılını kutlamışlardır.
Sponsorlu Bağlantılar
alptugra - avatarı
alptugra
Ziyaretçi
6 Ağustos 2007       Mesaj #3
alptugra - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK-JAPON İLİŞKİLERİ



XIX y.y.ın son çeyreği, Türk-Japon ilişkilerinin de başladığı dönemdir. Ancak bundan önceki yıllarda da Japonlar, Türkler tarafından dolaylı yollardan da olsa öğrenilmişler, hatta aracılı bile olsa ticarî ilişki içine bile girmişlerdir. XVII. yüzyıl bilim dünyasında özgür düşüncenin önde gelen temsilcilerinden ünlü Türk bilgini Kâtip Çelebi, Cihannüma isimli eserinde, uzaklarda denizaşırı bir ülkede yaşayan Çapon veya Yapan diye bilinen bir milletten bahseder. Yabancı, yabanî veya bilinmeyen, tanınmayan anlamına gelen “yaban” kelimesinin bu vesileyle dilimize girdiği de söylenir. Ama yaban olarak değil de Japonya olarak bu çok az bilinen uzakdoğu ülkesinin adının daha bilinçli olarak duyulması, bir ticarî tıkanıklık dolayısıyla olur.

Yine aynı yüzyılın ortalarında, Çin’de saltanat süren Ming Hanedanı’nın devrilmesiyle ortaya çıkan kargaşa ve çatışma ortamı sırasında, o zamana kadar Çin’le yakın ticarî ilişkilerde bulunan Hollanda, deniz ticaret filolarını bu ülkeden çekmiş ve ticarî ilişkilerini büyük ölçüde kesmiş, buna karşın bu bölgedeki ticaretini Japonya’yla yürütmeye ve geliştirmeye başlamıştı. Bu dönemde Hollandalı tüccarlar, Japonya’dan aldıkları ticarî malları Asya ve Avrupa ülkeleriyle Osmanlı Devleti’ne de pazarlamaya başlamışlardı. Halen Topkapı Müzesi’nde sergilenmekte olan Japon porselenleri, bu dönemde alınan ve Japon anavatan adalarından, Batı’ya en yakın olanı Kyuşu’da, Arita’da yapılan porselenlerdir.

Bu ticaretin önemli bir yanı da, Japon isminin Osmanlılar tarafından öğrenilmesine vesile olmasıdır. O zamana kadar Türkler tarafından çok iyi bilinen Çin’in yanına bir de Japonya’nın katılarak “Çin işi, Japon işi bunu yapan iki kişi...” tekerlemesiyle, Japon isminin halk arasında da yayılması, Japonya’nın da Çin diyarında, ona yakın bir yerde, bir uzakdoğu ülkesi olduğunun ifadesidir.

XVIII. yüzyılın başlarında, Japonya’ya yabancıların giriş-çıkış yasağının sürdüğü dönemde, kaçak olarak girmeyi deneyenler ve hatta başaranlar da olmamış değildir. Bu kaçaklardan en ilginç olanı, 1708 yılında Japonya’ya girmeye çalışırken yakalanan bir İtalyan din adamı ve onun serüvenidir.
Bu Katolik din adamı, Şogunun yardımcılarından zamanının ünlü Konfüçyüsçü filozof ve tarihçi Hakuseki Arai’nin gözetimine verilir. Arai de; Avrupa ülkelerini ve Osmanlı İmparatorluğu’nu görmeden, bu Katolik din adamından aldığı bilgilerle bir kitap yazar. Kitap hem bir batılının hem de bir uzakdoğulunun gözünden Osmanlı İmparatorluğu’nu da anlatan bir kitaptır ve bu açıdan da önemlidir.
Arai kitabında; “Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyanın en güçlü devleti olduğunu, bir günde 200 000 askerî seferi yapabilecek güce sahip olduğunu ve hiçbir Avrupa ülkesinin onu tek başına yenemeyeceğini” yazar.
Son düzenleyen alptugra; 6 Ağustos 2007 04:34 Sebep: TÜRK JAPON DOSTLUGU

Benzer Konular

28 Temmuz 2006 / Mystic@L Edebiyat
13 Ağustos 2008 / Misafir Edebiyat
15 Ağustos 2011 / Misafir Edebiyat
5 Mayıs 2009 / Misafir Türk ve İslam Dünyası
2 Ekim 2008 / KisukE UraharA Edebiyat