Arama

Yaşlanma Psikolojisi

Güncelleme: 18 Aralık 2007 Gösterim: 2.249 Cevap: 1
Pasakli_Prenses - avatarı
Pasakli_Prenses
Ziyaretçi
18 Aralık 2007       Mesaj #1
Pasakli_Prenses - avatarı
Ziyaretçi
lk insandan bugüne, insan canlısı daha iyiye, daha güzele, sığlıktan zenginliğe doğru bir ilerleme içindedir. Freud bu ihtiyacımızı içgüdülerimizin belirlediğini söylerken, bunun öz benimizden gelen bir istek olduğunu söylemiştir. Büyük önem kazanan " Nesne ilişkileri " varoluşçu terapistlere göre ise bireyin yaşamında varoluş referans noktası kişiler arası ilişkilerdir. Kişiler arası ilişkiler kuramında kabul edilme, değerli olma, ait olma, yapabilme, yaşam kalitesini artırma, ve yaratıcılık, kişisel zenginleşmeye doğru sürekli ilerleyen bir harekettir. Bu hareket bir gün kendimiz ve sevdiklerimiz için ölüm ve yaşlanma gerçeği ile bireyi yüz yüze getirecektir. Ölümsüzlük, genç kalmak, yaşlanmayı durdurmak, insanlık tarihinden bugüne, bilim adamları ve araştırmacıların en çok ilgisini çeken alanlardan birisi olmuştur.
Yaşlanma ve yaşlanma ile bedenimizin görüntüsünün değişmesi, bedenin eskimesi, organların bazı işlevlerinin bozulmasının sonucu olarak bir organın cerrahi olarak çıkarılması ve fiziksel görüntüsünün bozulması, herkeste değişik psikolojik tepkilere neden oluşturur. Bu tepkilerin derecesi kişiden kişiye ve ortaya çıkan bozulmanın derecesine göre farklılık gösterir.
Sponsorlu Bağlantılar
Yaşlanmanın yanında bedensel kusurlar ve bedenin dış görünümündeki değişiklikler, kişiden kişiye değişik anlamlar taşıyabilir. Kişinin kişilik yapısı, beden imgesi, fiziksel görünümünü kabul ediş biçimi ve yorumlar, başkalarının kendilerini küçümseyebileceği kaygılarıyla toplum içine karışmak, kişiler arası ilişkiler kurmakta çekinceler yaşayacak boyuta ulaşabilir.

Birey, kimliğini geliştirme ve zenginleştirme, daha çekici olabilme, ya da kusurlu bulduğu bir beden bölgesinin, daha estetik ve düzgün bir görünüm kazanması amacıyla estetik bir cerraha başvurabilir. Olağan koşullarda çağdaş bireyin kendisini daha iyi hissedebilmesine hizmet verdiği günümüzde giderek gelişen tıbbi beceri ve teknikler büyüleyici sonuçlara ulaşmıştır. Kadınlarda hamilelik ve doğum sonrası kaçınılmaz olarak yağlanma ve sarkma gibi beden değişiklikleri oluşur. Rejim ve sporla bazen bu olumsuz değişiklikler düzelmemekte ya da uzun zamanı içermekte ve kadın kendi bedenine yabancılaşma duygusu yaşayarak bedenini kabul etmekte güçlük çekmektedir. Eşiyle olan " cinsel ilişkisinde", kendi bedenini sevmediği için çoğu kez bunu eşine yansıtmakta, eşinin artık onu beğenmediğini düşünerek yataktan çekilmektedir. Bazen erkek de eşinin bedeniyle ilgili yakınmalar getirebilmekte ve ilişki bozulabilmektedir.
Kadının kendini çekici hissedebilmesi için estetik cerrahi göğüslerin düzeltilmesi, fazla yağların emilmesi, hamilelik lekelerinin kaldırılması gibi işlemlerle kadına, kendi bedenine duyduğu güveni ve sevgiyi kazanmasında bugün büyük destek vermektedir.
Kazalardan sonra görülen bedensel deformasyonlarda aynı psikoloji, bireyi kişiler arası ilişkilerden uzaklaştırmakta, kaygılar bireyin yaşamının tüm alanını kapsamaktadır. Birey estetik cerrahi ile yanıklar, deforme olan organın düzeltilmesi, organ nakli ile " ben kabulü " kazanmaktadır ve psikoterapist bu varoluşu desteklemektedir.
Yaşlanmayı durdurmak ve genç kalmak, duygularda estetik, düşüncelerde estetik, yaşam alanlarında estetiği önemseyen bireylerin ihtiyacı olabilmektedir. Terapist kişinin yaşamını anlamlandırmasına duygu, düşünce ve davranışlarında genç kalabilmiş bir bireyin bedensel olarak da gençleşerek duygu, düşünce ve davranışları ile bütünleşme ihtiyacında estetik cerrahiyi önermektedir.
Bazen yaşamına anlam katmak, boşluk ve anlamsızlık duygularını bedeninde değişiklik yaparak giderebileceği yanılgısı, bireye hakim olabilir ve ameliyat sonrası bir boşluk duygusu ve bunalım yaşanabileceği durumlarda plastik cerrah bir psikoterapistin görüşünü almayı gerekli görebilir.
Bugün psikoterapist, estetik cerrah ve hastanın yollarının kesiştiği noktadaki amaç, bireyin kendisi için seçmiş olduğu yolda; iç dünyasındaki estetik, fiziksel görüntü dünyasındaki estetikle yaşamına estetik katma ihtiyacıdır. Bu tıpkı bireyin güzel sanatlarla, müzikle, şiirle ve dansla kendini ifade etmesi, zenginleşmesi ve yükselmesidir.
NE YAPARSAK YAPALIM BİRGÜN MUTLAKA YAŞLANACAĞIZ.........

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
18 Aralık 2007       Mesaj #2
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Dünden Bugüne Yaşlılığı Algılayış


Sponsorlu Bağlantılar
Yaşlıların sorunlarıyla kimse ilgilenmiyor.

Yaşlıların çevresinde suçlu bir sessizlik yaratılıyor.

Yaşlılığın sorunlarına eğilmeye başlamanın tarihi pek yenidir.(1970)

Bir yasak şey,bir tabuydu yaşlılık konusu,hiç yaşlanmamak gerekirdi.

İnsanlar yaşlılıkta ölümü daha çabuk ve kolay benimsiyorlar.

Erkekler de kadınlar da yaşlılıkta bir aşağılık durum,bir düşüş buluyorlar.insanın yaşlanınca kendi kendinin karikatürü olacağını düşünüyorlar.

İnsanlar hoşlarına gitmeyen görünüşlerden sıyrılıp kaçarlar,özellikle de yaşlılıktan.

Toplumumuzda yaşlı kişilerle ilgilenen,ilgilenmesi gereken kurumlarca onlara sağlanan yaşama şartları çok da leziz değildir.

Amerika : sözlüğünden “ölü” kelimesini çıkarmıştır; ‘kaybolmuş sayın kişi’den söz edilir. hatta bu ülke ileri yaşlara her türlü referansı vermekten kaçınır.

Fransa : 70li yıllarda ihtiyarlık yasak bir konuydu.

Kibarca ya da öfkeyle pek çok kişi(hele yaşlılar)yaşlılık diye bir şeyin olmadığını sık sık tekrar ederler; ”ötekilerden daha genç insanlar” vardır.

Toplum için yaşlılık sözü edilmesi ayıp, bir çeşit utandırıcı sır gibi görülür.

örnek; bir resimli roman kahramanı tüm çizdiklerini yenilemek zorunda kalmıştır. çünkü kişileri arasına bir büyükanne/büyükbaba çifti koymuştur çünkü ona “yaşlıları çıkar emri” verilmiştir. (Fransa 1968)

“Tüketim toplumu mutsuz bilinç yerine mutlu bir bilinç koydu ve böylece suçlu olma duygusundan sıyrılıyor” (Markuse)
Tüketim toplumu ihtiyaçları söz konusu olduğunda sadece sanık durumunda değil,aynı zamanda suçludur da.gelişim ve bolluk efsanelerinin ardına sığınmış bir tüketim toplumu,ihtiyarlara parya (Hindistan’da kast dışı olanlara verilen ad. paryalar her türlü toplumsal haktan yoksundurlar.herkes tarafından hor görülen ve aşağılanan kimselerdir.) muamelesi yapar.

İhtiyar(65 yaş yukarısı)oranın en yüksek olduğu ülke Fransa’da bile ihtiyarların hepsi yoksulluğa,yalnızlığa,hastalık ve umutsuzluğa mahkum edilmiştir.

A.B.D.’de de kaderleri pek farklı değildir.
Tüketim toplumunun açıkça öğretmeye yeltendiği insancı ahlakla yine onu barbarca tutumunu azlaştırmak için,egemen sınıf,ihtiyarları insan yerine koymamayı uygun bulur.

İhtiyarların sesine kulak verilseydi,bu sesin insancıl bir ses olduğunu itiraf ve kabul etmek gerekecekti.

İhtiyarlara uygulanan durum ve bu durum içinde onların yasayış tarzı birbiriyle anlamlı ilişkiler gösterir.

İhtiyarlara saygı göstermede toplumun durumu son derece ikiyüzlüdür.

Çocuklar (yeni yetmeler) için kitap (yayın,gösteri, tv, radyo programları) vardır. Yaşlılara yönelik program sayısı oldukça azdır. 1970 sonrası bu program sayısında bir artış olduğu inkar edilemez.

Sömürücülerin çıkarı çalışanlarla verimsiz olanlar arasındaki dayanışmayı yıkmaya bağlıdır.burjuva düşüncesinin ortaya attığı efsaneler ve basma kalıp sözler ihtiyar insanı başka biri gibi göstermeye çabalar.

İhtiyarlar yaşamakta olan insanın hatalarını ve niteliklerini taşırlar.oysa kamuoyu bunu bilmezden gelir. ihtiyarlar gençlerle aynı istekleri aynı duygu ve ihtiyaçları gösterseler türlü rezalete sebep olurlar.ihtiyarlarda aşk-kıskançlık duyguları iğrentici ya da gülünçtür. cinsellik tiksinti, şiddet alaylı karşılanır. erdem örneği olmak zorundadırlar. her şeyden önce onlardan sükunet beklenir.ihtiyarların sükunet içinde olduğu öne sürülür, bu da onların mutsuzluğuyla ilgilenmemeye yol açar.

İhtiyarlara yakıştırılan saf görünüş, ak saçları başında harelenmiş, pek çok deneme görmüş geçirmiş ve muhterem insan olma halinin çok ötesinde hüküm süren bir filozof görünüşüdür.
Eğer bu durumdan çıkarlarsa aşağılara yuvarlanırlar; öncekinin tam tersi olan bu görünüş, yerli yersiz konuşup hareket eden, çocukların maskarası olmuş yaşlı deli görünüşüdür. ne olursa olsun,ihtiyarlar erdemleri ya da ahlak düşkünlükleriyle insan topluluğunun dışında yer alırlar.

Bu yaşlıları dışa atmayı o kadar ileri götürürüz ki,sonunda işi ihtiyarın bize karsı olmasına kadar vardırırız.
Bir gün bizim de içine düşeceğimiz ihtiyarlıkta kendimizi görüp tanımak istemeyiz.

“20 yaşında,40 yaşındaki ihtiyarlığı düşünmem.sanki başka birini düşünmem demektir.”öyleyse değişimde bütünüyle korkutucu bir şey var.
Güzel bir genç kadının yanındaki annesi, kadının gelecek yılların aynasındaki hayalidir. bunu görünce içimiz üzüntüyle daralır.

“Nambik waralı hintliler “genç ve güzel” ve “ihtiyar ve çirkin” kelimelerini tek bir kelime olarak kullanıyorlar.” (Levi Strauss)
İhtiyar insanların bize sunduğu geleceğimizin görüntüsü önünde, kılımız bile kıpırdamadan duruyoruz.içimizde bir ses, böyle bir şeyin bizim başımıza gelmeyeceğini boş yere mırıldanır durur. böyle bir şey olup bitince de artık biz, biz değilizdir. yaşlılık, üstümüze çökmeden önce ancak başkalarına ait bir şeydir.

Bütün bunlardan şu anlaşılıyor; toplum, ihtiyar insanlarda kendi benzerlerimizi görmekten bizi alıkoymayı başarıyor.

Ömür sonu, içinde yaşadığımız sömürü düzenini olduğu gibi açığa vurur. kendi ihtiyaçlarını karşılamaya gücü yetmeyen ihtiyar, her zaman için bir yüktür.fakat bir köy komünotesi içinde, bazı ilkel uluslarda olduğu gibi belli bir eşitliğin hüküm sürdüğü topluluklarda yetişkin insan, belki de bilmeden, bugün ihtiyara verdiği yerin, yarın kendi yeri olacağını bilir.

İktisat, çıkar temeli üzerine dayanır, pratik olarak bütün uygarlık ona bağımlıdır. insan denen gereçle, ancak ürün verdiği sürece ilgilenilir. sonra da fırlatıp atılır. bir kongrede(1968), cambrige’de antropolog olan dr leach “makinaların en küçük işleri yaptığı, değişmeler içindeki dünyada insanların uzun süre hizmet etmesi gerekmiyor. 55 yaşını geçen kişi bir kenara bırakılmalıdır” diyor.

“kenara bırakılmak” sözü,söylenmek isteneni çok iyi anlatır. bize emekliliğin özgürlük ve oyalanmalar devri olduğu söylenir. şairler “kuytu limanın güzellikleri”ni överler oysa..

bunlar utanmazca aldatmalardır. toplum, yaşlıların çoğunu öyle bir hayat düzenine oturtur ki, “yaşlı ve yoksul” deyimi sözü uzatmaktan başka bir işe yaramaz; çünkü iki kelime de aynı kapıya çıkar. tersine; yoksulların çoğu ihtiyarlardır. oyalanmalar, emekliye yeni olanaklar açmaz.tam ayak bağlarından kurtulduğu sırada, bireyin kendi özgürlüğünü kullanma yolları elinden alınır. yalnızlık ve can sıkıntısı içine atılıp, tam bir gözden düşmeyle bitkisel bir hayata mahkum edilirler.hayatının son 15 ya da 20 yılında bir insana artık bir hiç gözüyle bakılması,bizim uygarlığımızın başarısızlığı değildir de nedir? ihtiyarları yürüyen ölüler değil de yaş yaşayıp gün görmüş insanlar yerine koysak; anlattığımız bu apaçık durum bizi boğar, bunaltır.

İnsanların son demlerinde yine insan olarak kalmalarını istemek, köklü bir kargaşalığa yol açacaktır. zaten kurulu düzene dokunmadan bazı sınırlı değişikliklerle bu sonucu almak mümkün değildir; bu insanlık dışı edilmiş ihtiyarlar, emekçilerin sömürülmesinin, toplumun atomizasyonunun, seçkin, imtiyazlı ve yönetici sınıfa ayrılmış bir kültür sefaletinin sonucudur

Benzer Konular

5 Aralık 2006 / virtuecat Din/İlahiyat
31 Ekim 2017 / Misafir Biyoloji
27 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap
21 Haziran 2011 / _KleopatrA_ Psikoloji ve Psikiyatri
20 Mart 2016 / Safi X-Sözlük