ÜÇ KEMALLER DİYARI
ATATÜRK VE TEKİRDAĞ
TEKİRDAĞ’A İLK GELİŞLERİ VE 19 FIRKA’NIN KURULUŞU
Mustafa Kemal, 28 Temmuz 1914’te başlayan Birinci Dünya savaşında Sofya’da Ateşemiliter olarak bulunuyordu. 2 Ağustos’ta Osmanlı Devleti ve Almanya arasında bir anlaşma imzalanmış ve 29 Ekim 1914’te Osmanlı Devleti müttefikleri Almanya ve Avusturya ile aynı safta I.Dünya savaşına fiilen katılmıştı. I.Dünya Savaşına katılmasıyla birlikte Sofya’da bulunan Yarbay Mustafa Kemal’e Harbiye Nazır vekilliğinden bir telgraf ulaştı. Yarbay Mustafa Kemal’e “19.fırka kumandanlığına tayin buyuruldunuz, hemen İstanbul’a hareket ediniz.” Mustafa Kemal İstanbul’a gelerek Sarıkamış harekatından yeni dönen başkomutan vekili Enver Paşa ile görüşür. 19 fırkanın hangi kolordu ve ordunun emrinde olduğunu sorar. Aldığı cevap Genel Kurmay ile görüşünüz olur. Genel Kurmaya giden Mustafa Kemal böyle bir fırkanın mevcudiyetinden haberdar kimseyi bulamaz. Bundan sonra Liman Fon Sanders’le görüşerek fırkanın Tekirdağ’da henüz kuruluş aşamasında olduğunu öğrenerek Tekirdağ’a hareket etti.
MUSTAFA KEMAL TEKİRDAĞ’DA
Yarbay Mustafa Kemal, beraberinde emir subayı ve emrine verilmiş olan Çerkeşli Hasan Çavuş’un mangasını alarak 2 Şubat 1915 günü Tekirdağ’ına geldi. Mustafa Kemal ve yaveri Tekirdağ’da ilk gecesini Ortacami Mahallesi Yunus Bey Caddesinde Bahriyeli Salih Bey’in evinde geçirdi. Atatürk Tekirdağ’da kaldığı müddetçe Askerlik şubesi yolu üzerindeki Musava kahveleri başlıca uğrak yerlerindendi. 19.Fırka’nın tamamlanması 25 Şubat’a kadar sürdü. Fırka bugün Göğüs Hastalıkları Hastanesinin bulunduğu yerde “Sahil Kışlası” nda kuruldu. Yarbay Mustafa Kemal 19.Fırkanın kuruluşunda çok sıkıntı çekti.
Çünkü bir yandan Çanakkale savaşı devam ediyor, bir yandan her gün yüzlerce şehit ve gazi Tekirdağ’a getiriliyordu. Buna rağmen memleketin içinde bulunduğu zor durum karşısında Tekirdağ, Malkara, Çorlu, Hayrabolu’dan toplanan ve bir kısmı da depo alaylarından temin edilen 891 kişilik 57, 72, 77. alaylar kurulmuş oldu. Mustafa Kemal bu süre zarfında, kolordu Caddesi üzerinde o zamanlar Fitnat Hanım Konağı diye bilinen ve mülkiyeti Salih Zeki Bey’e ait olan ahşap evde (otelde ) kalmıştır.
Evin son sahipleri Münir ve Hüseyin Soyuer’dir. Daha sonra yıktırılıp yerine yenisi inşa edilen bina Yahya Soyuer apartmanıdır. 25 Şubat’ta kurulması tamamlanan 19.Fırka, ardından gelen bir emirle Maydos’a (Eceabat) geçti. Mustafa Kemal Eceabat’ta emrine verilen yeni birliklerle beraber, Ece limanı, Morto Koyu, Arıburnu, Anafartalar ve civarını içine alan bir sahanın komutanı oldu. Tekirdağ’da kurulan 19.Fırkanın ve O’nun yüce, eşsiz komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşlarında göstermiş oldukları kahramanlıkları kim unutabilir? Yada 57.Alay’ın hepsinin şehitlik makamına ulaşmalarını? Mustafa Kemal’i dünyaya tanıtan, tarih sayfalarına geçiren, İstanbul’un müttefiklerce işgalini önleyen 19.Fırka’yı bir kez daha saygı ve rahmetle anıyoruz.
VE CUMHURİYET
Bundan sonra yıllar yılları kovalamış koca bir imparatorluğun yok oluşundan sonra Cumhuriyet ilan edilmiş, Cumhuriyetin ilanından sonra 18 Ağustos 1926 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Çankaya’da Tekirdağ Heyetini kabullerinde şöyle seslenir: “Trakya’nın sevimli ve güzel parçası olan Tekirdağ’ın bende ayrı ve tatlı bir hatırası saklıdır. Umumi harp esnasında 19.Tümen Komutanlığı’nı Tekirdağ’da üzerime almış ve tümeni orada oluşturmuştum. Bu tümeni teşkil etmekliğim Maydos (Eceabat), Arıburnu ve Anafartalar’daki askeri çalışmalarımın esasını oluşturmuştur.
Yüksek heyetinizle görüşmek suretiyle bu hatırayı canlandırdığınızdan sizlere ayrıca teşekkür eder ve muhterem Tekirdağ halkına hürmet ve selamlarımın ulaştırılmasını rica ile en kısa zamanda ziyaretlerine geleceğimi bildiririm.”
HARFİNKILABI
Mustafa Kemal, 1928 yılı Ağustos ayının sekizini dokuzuna bağlayan perşembe gecesi İstanbul’da Sarayburnu (Gülhane ) parkında halkında katıldığı bir eğlencede gösterileri bir süre izledikten sonra ayağa kalktı ve Harf Devrimi’nin başladığını müjdeleyen nutkunu söyledi. “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkdar, zengin lisanımız, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir.” Gazi Mustafa Kemal bu sözlerinden sonra duygu ve düşüncelerini yeni harflerle bir kağıda yazarak Fatih Rıfkı ATAY’a okuttu. “Çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik, milliyetperverlik vazifesi biliniz.”
Bu arada Gazi, yeni Türk harflerini tanıtıp öğretmek ve halkın bu konudaki düşüncelerini görmek amacıyla yurt gezilerine çıkar.
VE İLK DURAK TEKİRDAĞ (23 Ağustos 1928-Perşembe Saat:11.45 )
Gazi Mustafa Kemal, beraberinde Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve milletvekillerinden Salih, Fatih Rıfkı, Ruşen Eşref, Recep Zühtü, Başyaver Rusuhi ve Denizyolları Genel Müdürü Sadullah Bey olduğu halde sabah saat beşbuçukta Ertuğrul Yatı ile Tekirdağ’a geldi. Saat 11.15’te karaya çıkan Gazi, iskelede halkın candan tezahüratı ile karşılandı. İskeleden otomobile binen Gazi, yol boyunca kendisini beklemekte olan Tekirdağ’lıların alkışları, sevinç çığlıkları arasında 11.30’da Hükümet Konağına gelen Mustafa Kemal bir süre Vali Arif Hikmet Bey’in odasında dinlendi. Bu sırada salonlarda, koridorlarda memur ve halktan büyük bir kalabalık vardı. Gazi, vali odasına bitişik Meclis Umumi Salonuna geçti.
Salonda ortaya bir kara tahta konmuştu. Ata sevgili milletine Başöğretmenlik yapacaktır. Reisi cumhur hazretleri orada bulunanların yeni Türk yazısını bilip bilmediklerini sordu. Kalabalıktan, “Öğrendik … Öğreniyoruz.” sesleri geldi. Gazi, bundan sonra tarihi öğretmenliğe başladı. İlk olarak tahtaya çağırdığı kişiye yeni yazı ile bir cümle yazmasını söyledi. Sıra Vali Arif Hikmet Bey’dedir. Gazi, imlâsı bakımından o günler için zor sayılan kelimelerden “Jandarma” ve “Zerdali” kelimelerini Valiye yazdırdı.
Memurlardan bir çoğunu tahta başına davet ederek yazdı, yazdırdı. Açıklama ve teşviklerde bulundu. Bu ara bir odacının yeni harfleri son derece süratle okuyup yazdığını görmek, Gazi’yi çok sevindirdi. “Barbaros” kelimesini yazdırdığı ve okuttuğu odacı Hamdi Efendi’ye baktı, gülümsedi ve arkasını sıvazladı. Hükümet Konağı’ndan saat 13.30’da ayrıldı.
TEKİRDAĞ BELEDİYESİNİ ZİYARET
Gazi Hazretlerinin ikinci ziyareti Belediye Reisliğine oldu. Burada kaldığı beş on dakikada yine yeni yazının öğrenilmesi hakkında fikirlerini söyledi. Bu arada Ekrem Pekel’in yerine Belediye Reis Vekili olan Ziya (Şıra) Bey’e dairenin temizlik ve düzeninden dolayı teşekkür ederek tebrik etti.
TEKİRDAĞ ZABİTAN YURDU’NDA (ORDUEVİ )
Belediye’den çıkılınca Tekirdağlıların alkış ve sevgi gösterileri arasında zabitan Yurdu’na gelindi. Gazi, liva Kumandanına yeni yazı ile şunları yazdırdı: “Zabitan Yurdu’nda Liva Kumandanı Beyefendi’’ye yazdırılmıştır. Bugün Tekirdağ’ında bulunan zabit arkadaşlarımı ziyaretten çok memnun oldum. Bu memnuniyetimi burada hazır bulunmayanlara da lütfen söyleyiniz. Yeni Türk harflerini bütün muhitlerine serian öğretmenlerini kendilerinden hasseten rica ve talep ederim.” Zabitan Yurdu’ndan çıkınca halk arasında zorlukla açılan dar yoldan yürüdü, Ekrem Pekel’in eczanesi önünde durdu, etrafına bakındı.
Zabitan Yurdu basamağında beyaz sarığı ile gözüne çarpan Eski Cami imamı ve Müftü Vekili Mevlâna Mustafa (Özeren) Efendi’yi çağırarak birlikte içeri girdiler. Mevlana Mustafa’nın yanında bulunan oğlu İrfan (Özeren) bu anı şöyle anlatıyor: “Gazi geldi. Kalabalık arasında babamı yanına çağırdı ve beraberce yol üzerindeki eczaneye girdiler. Eczanede benim babamla beraber Muhterem Bey ve Yeniceli Mehmet Efendi bulunuyordu. Hepimiz heyecanlandık. Gazi, ısrarla babamı bir iskemleye oturttu.
Kendisi de orada bulunan masanın yanına yaslanarak kağıt kalem istedi. Gazi ile babam arasında şöyle bir konuşma geçtiğini hatırlıyorum:
“-Hoca Efendi, yeni yazı biliyor musun?”
“-Bilmiyorum.”
“-Eski yazıyı ne kadar zamanda öğrendiniz?”
“-Epey uzun zamanda.”
“-Yanlışsız eski harflerle yazmak kolay mı?”
“-Yanlışsız yazmak pek kolay değil.”
Gazi, hoca’nın eline bir kalem ile iki yapraklı büyük bir eseri cedid kağıdı tutuşturdu ve Arap harfleri ile şu sureyi yazdırdı: “Vettini, vezzeytuni ve turi sinine vehazel beledil emin lekat halaknel ınsanı fi ahseni takvim sümme …” Söylenen sureyi büyük bir dikkatle kağıda yazan Hoca Mevlana Mustafa, sonunda ne olacağını kestirmeye çalışırken Gazi:
“-Hocam, ben bu yazdıklarını (Valtin, valtizon) diye de okuyabilirim, buna ne dersin?” diye sordu.
Mevlâna Mustafa:
“-Efendim, bunun üstünde üstünü var, esresi var,şeddesi var, meddi var; bunları koyduğumuz zaman aslı gibi okunur.” cevabını verdi.
Bunun üzerine Gazi kalemi eline aldı ve Hocanın yazısının altına bir çizgi çekerek aynı sureyi yeni Türk harfleriyle yazdı ve yanındakilere okuttu. Arapça bilen bilmeyen herkes yazıyı aynı şekilde okudu.
Gazi:
“-Görüyorsun ya Hocam, bu harflerin şeddesi meddesi yoktur. Hem bak, bu harflerle ne kadar kolaylıkla ve yanlışsız okunuyor. İşte biz bunu düşünerek ve Garp asarını da kolaylıkla öğrenmek, bütün cihana lisanımızı kolaylıkla öğretebilmek için Latin harflerini kabul ediyoruz. Buna ne dersiniz?” dedi.Hoca:
“-Çok güzel efendim, çok güzel, diyecek birşey yok. Allah muvaffak etsin.” cevabını verdi. Gazi, kendi elyazısı bulunan kağıdı Mevlâna Mustafa (Özeren) Hoca’ya uzattı:
“-Bu kağıt sende kalsın bir hatıram olsun. Yeni harfleri öğren ve herkesi öğrenmeye teşvik et, bir daha gelişimde seni böyle göreyim.” dedi ve yanındakilerle dışarı çıktı.
TEKİRDAĞ’DAN AYRILIŞ
Büyük kurtarıcı, eczanenin az ilerisinde bekleyen bir otomobille yanına Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’yı da alarak şehirde kısa bir gezinti yaptı ve saat 15.00’te iskeleye geldi. Tekirdağ’lıların sevgi gösterileri arasında Ertuğrul Yatına geçti. Ertuğrul Yatı saat 15.25’te İstanbul’a hareket etti.
GAZİ’NİN TEKİRDAĞ GEZİSİ HAKKINDA ANADOLU AJANSINA DEMECİ
Atatürk’ü getiren Ertuğrul Yatı, saat 20.00 dolayında İstanbul Limanına girdi. Büyükada’ya geldi ve gece saat dört buçuğa kadar Yat Kulüp’te kalarak daha sonra Boğaz içine bir gezinti yaptıktan sonra Dolmabahçe Sarayı’na döndü. Gazi Mustafa Kemal, Tekirdağ’dan döner dönmez aynı gün Anadolu Ajansı’na şu demeci verir:
“İlk Fırka Kumandanı olduğum Tekirdağ’ı 14 sene sonra ziyaret edebildim. Bundan çok memnun ve mütehassisim. Fakat, daha çok memnun ve münşerih olduğum nokta şudur: Tekirdağ’lı vatandaşlarım daha şimdiden Türk harfleri ile yazıp okumayı hemen öğrenmişlerdir diyebilirim. Memurların kaffesini bizzat imtihan ettim. Sokaklarda ve dükkanlarda halk ile temrinler yaptık. Arap harfleri ile hiç yazmak, okumak bilmeyenlerin Türk harfleri ile derhal ünsiyet etmiş olduklarını gördüm. Henüz ortada salahiyettar makamatın tasdikinden geçmiş bir rehber olmadan, henüz millet muallimleri delalet faaliyetine geçmeden koca Türk Milleti’nin hayırlı olduğuna kanaat getirdiği bu yazı meselesinde bu kadar yüksek şuur ve intikal ve bilhassa istical göstermekte olduğunu görmek benim için cidden büyük, ama çok büyük saadettir. Bu husus elbette ağyar için mucibi hayret olacaktır. Az zaman sonra, yeni Türk harfleri ile, gözler kamaştırıcı Türk manevi inkişafının vasıl olabileceği kudret ve itibarın, beynelmilel seviyesini, gözlerimi kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki, bu manzara beni gaşyediyor. Ben yalnız bu gün Tekirdağ’lılarda sezdiğim ruh ve hissi halete, yalnız buna dahi istinaden kat’i olarak beyan edebilirim ki, bütün Türk Milleti bu mesele de benim gördüğümü, benim hissettiğimi aynen görmekte ve hissetmektedir. Bu kadar hassas veşuurlu olan Türk Milleti, kendinin refahına, itilâsına binlerce senelerden beri haylulet edegelmekte olduğunu artık temyiz eylediği bütün maddi ve manevi manileri muhakkaka parça parça ederek ortadan kaldıracaktır. Bunda artık şüpheye mahal yoktur. Dimağını, vicdanını bu kadar azim ve kat’iyetle temizlemeğe karar vermiş olan büyük milletimin istikbalini tasavvur etmek hiçde güç değildir. Atatürk, tekirdağ’a yaptığı bu geziden sonra birkaç kez il sınırları içinde bulunan ilçelere uğramıştır.
ATATÜRK MURATLI’DA
Muratlı, 1936 yılında şirin bir nahiye merkezi olup idari bakımdan Çorlu ilçesine bağlıdır. Bu sıralarda Tekirdağ ve çevresine Romanya’dan gelen göçmenlere örnek köyler yapılmakta, evler uzun vadeli borç karşılığı göçmenlere verilmektedir. Trakya ve Tekirdağ’da örnek devlet çiftlikleri ve araştırma istasyonları kurulmaktadır.
Atatürk bütün bu yapılanları görmek ve incelemek üzere 3 Haziran 1936’da Trakya Genel Müfettişi Kazım Dirik’le birlikte İstanbul’dan Çorlu’ya gelmiş, orada Kolordu Komutanı Salih Omurtak ve Tekirdağ Valisi Haşim İşcan ile görüşerek Muratlı’ya gelerek yeni göçmen köyü inşaatını gezdi. Atatürk, bazı evlere girip muhacirlerle konuşmalarda bulundu. Onları dinledi. Atatürk uğradığı evlerden birinde, kucağında bir çocuk bulunan kör bir ihtiyar ve birde bunun karısı bulunuyordu. Atatürk’le köylü arasında şöyle bir konuşma oldu. Çocuk kimindir?
Kadın : “-Oğlumun.”
Atatürk : “-Oğlun nerede?”
Kadın : “-Askerde efendim.”
Atatürk : “-Anası nerede?”
Kadın : “ -Hastaydı, sıhhıye memuru geldi. Burada tedavi olunmazmış, aldı Tekirdağ’da hastaneye götürdü.”
Atatürk, köylü ile görüşmelerinden memnundu. Köyün her işi yerinde ve tam modern bir halde idi. Atatürk, bu arada Muratlı’da resmi daireleri gezdi, istasyon civarında ilk eve girdiler. Bu ev boyacı Mesut Usta’nın kayın biraderi ve iki göçmen kız kardeş oturuyorlardı. Kayınbirader Necati Doruk’tu. Kızlardan Rejven isimlisi Atatürk’e kahve ikram etti. Ev o günün şartlarına göre iyi döşenmişti. Atatürk memnun oldu. Kızım yaz dedi:
“Ey Bahtlı göçmen Unutma üç haziranı Konuk oldu evimize, Sevgi sundu hepimize.” Atatürk’ün Muratlı’da ziyarette bulunduğu ev bugün korumaya alınıp Kültür Bakanlığınca 2000 yılı içerisinde kamulaştırılmış bulunmaktadır. Atatürk aynı gün özel treniyle İstanbul’a dönmüştür.
ATATÜRK VE BÜYÜK TRAKYA MANEVRALARI
Atatürk’ün Tekirdağ’ına en son gelişleri Büyük Trakya manevraları münasebetiyle olmuştur. Atatürk 16 Ağustos 1937 gecesini Çerkezköy’de geçirdiler. 17 Ağustos 1937 sabah 5.00 de uyandılar, 6.30’da trenden ayrılarak manevra sahasına hareket ettiler.
Kırmızı ve Mavi Kuvvetlerin harekatlarını yakından takip ettiler. 13.20’de Çerkezköy’den trenle Lüleburgaz’a hareket ettiler. Oradan Büyük karıştıran bucağına gittiler. Gerekli incelemelerden sonra aynı gün saat 18.00’de Çorlu’da 3.Kolordu Karargahını ziyaret ettiler. 21.10’da Çorlu’dan Florya’ya hareket ettiler. Bu gezi Trakya ve Tekirdağ’a son gezileri oldu.
ATATÜRK VE TEKİRDAĞ TÜRK OCAĞI
Vatan kurtarılmış, Tekirdağ geri alınmıştı. Coşkun milliyet duyguları içinde Tekirdağ Türk Ocağı açılmıştır. (1 Eylül 1923) Bu münasebetle Atatürk’e Tekirdağ’lıların derin minnet ve şükran duyguları iletilerek bir fotoğrafı istenmişti. Atatürk imzalı fotoğrafı ile aşağıdaki yazıyı göndermiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Risayeti Hususi ANKARA 6/1312 10.09.1339
Tekfurdağ Türk Ocağı Riyasetine,
Ocağınızın küşad edildiğine dair olan mektubunuzu memnuniyetle aldım. Hakkımda gösterilen asar-ı muhabbet ve samimiyete teşekkür ederim. Arzunuz vechile bir kıta fotoğraf irsal kılınmıştır. Millet ve Memleketin taalisine matuf mesainizde muvaffakiyetinizi dilerim efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Başkumandan
Gazi Mustafa Kemal
Büyük vatan şairi Namık Kemal 1840 yılında 21 Aralık pazartesi günü (1256 yılı şevval ayı Pazartesi günü) sabaha karşı Tekirdağ'da doğdu. Babası müneccimbaşı Mustafa Asım Bey, annesi Fatma Zehra Hanımdır. Tekirdağ'ın Camii Vasat (Orta Cami) mahallesi Hükümet caddesi üzerinde pembe boyalı, geniş bahçe üzerindeki bir bodrum ve üzerinde iki katlı evde, Namık Kemal'in dedesi Tekirdağ (Tekfurdağ) sancağı muhassılı (mâli işlerle ilgili vali yardımcısı) Abdüllâtif Bey ile anne annesi Mahmude Hanım oturuyorlardı.
Adını Muhammed Kemal (Mehmet Kemal) koyan Tokatlı Hafız Ali Rıza Efendi, bina civarındaki Perşembe Tekkesi şeyhi idi. Devrin şairlerinden Tekirdağ'lı Arif Efendi: “Erdi şeref bu dehre Muhammed Kemal ile” mısrasını yazarak ona tarih düşürmüştü.
Dedesi Abdüllâtif Bey'in 4 yıl sonra, Tırhala'ya tayin edilmesi üzerine, Kemal ve ailesi ayni cadde üzerinde eski belediye binası bahçesinin bulunduğu yerdeki ahşap konağa taşındılar. Konak yıkıldıktan sonra bahçe köşesine İttihat Terakki milletvekili Mehmet şeref (Aykut) tarafından bir anıt dikildi.
İki yıl bu konakta kalan Mehmet Kemal, dedesinin Afyonkarahisar sancağına mutasarrıf tayin edilmesi sonucu ailece Afyona taşındılar.
1857'de İstanbul'a gelen Namık Kemal, divan geleneğine bağlı şairlerle ( Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avni vb.) dost oldu. 1863'te Tercüme Odası'na girdi. Orada Şinasi ile tanıştı. Fransızcasını ilerletti. Şinasi’nin etkisiyle Batı Edebiyatını öğrenmeye yöneldi. Tasvi-ri Efkar'da yazmaya koyuldu. 1865'te Şinasi Paris'e gidince, gazetenin yönetimini üzerine aldı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne girdi. Şark meselesi'yle ilgili yazılarından ötürü gazete kapatıldı. 1867'de Ziya Paşa'yla Paris'e kaçtı. Oradan Londra'ya geçti. 1868' de Hürriyet Gazetesini çıkardı. İki yıl sonra İstanbul'a döndü. Üç arkadaşıyla İbret gazetesini kurdu. Gazete “ Garaz Maraz “ başlıklı yazısı dolayısıyla dört ay kapatıldı. Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Dönünce yayıma devam etti. Bu sırada oynanan Vatan Yahut Silistre'yi halk coşkuyla karşıladı. Bununla ilgili olarak İbret'te yayımlanan yazı dolayısıyla hükümet ihtarda bulundu. Ertesi sayıda gazetede buna cevap verildi. Bunun üzerine Namık Kemal 1873'te Kıbrıs'a sürüldü. 38 ay Magosa Kalesinde hapis yattı. Birçok eserini orada yazdı. 1876'da Abdülaziz tahttan indirilince, salıverildi. İstanbul'a gelince şura'yı Devlet'te görevlendirildi. Kanun-ı Esasi Encümeni'nde çalıştı. Abdülhamit'e sunulan bir jurnal yüzünden tutuklandı, beş buçuk ay içeride kaldı. Beraat ettiyse de kurtulamadı. 1877'de Midilli Adasına sürüldü. Ardından 1879'da oranın mutasarrıflığına atandı. Daha sonra da 1884'de Rodos ve 1887'de Sakız mutasarrıflığına verildi. 2 Aralık 1888'de Sakız'da öldü. Mezarı Gelibolu, Bolayır'dadır.
MEHMET NAMIK KEMAL'İN SOYU
Baba soyu: Konyalı Bekir ağa, Topal Osman Paşa ( I.Sultan Mahmut zamanında ıran hükümdarı Nadir şah ile yapılan savaşta şehit düşmüştür ), Kaptan-I Derya (Bahriye nazırı) olan Ratip Ahmet Paşa, üçüncü Sultan Selim han'ın Baş Mabeyincisi şemsettin Bey, tarih ve nücüm (yıldız falı) ilmi bilginlerinden Mustafa Asım Bey'dir. Mustafa Asım Bey babasıdır.
Anne Soyu: Anne tarafından dedesi Abdüllâtif Bey, bugün sınırlarımız dışında kalan Koniçe'de doğmuştur. Anneannesi Mahmude Hanım olup, annesi Zehra hanımdır.
AFYON'DA GEÇEN GÜNLER
Mehmet Kemal, Afyon müftüsü Buharalı Hacı Velid Efendi'den Arapça ve Farsça dersler aldı. Afyon Mevlevi Tekkesi Neyzenbaşı Coşkun Dede'den tarikat usullerini öğrendi. I.şevval 1264 (31 Ağustos 1848) de annesi Fatma Zehra Hanımı kaybetti. Annesi, Afyon Mevlevi Dergahı bahçesine gömüldü. 1291 (1895 ) yılında çıkan yangında sandukası yandı. Halen mevcut olan kabir taşında; “Abdüllâtif Efendinin duhteri guzini…. ıle başlayıp Cennete bula Zehra hanım beka-yı râ'na 1264 yazıları bulunmaktadır. Afyon muhassıllığından Kütahya'ya tayin olan Abdüllâtif Efendi görevi sona erince ailece İstanbul'a gelmiş ve kendine ait Zeyrek Fil Yokuşu’ndaki eve yerleşmiştir. Kemal ilk olarak Bayezid rüştiyesine sonra Valide mektebine (Dar'ül Maarif) devam eder. Hocası Şakir Efendi’dir. Kemal, evde babasından özel olarak, Arapça ve Farsça lisanını öğrenmektedir.
Bu arada dedesi, Kıbrıs’a Kaymakam, oradan Mîr-ı Miran yani Beylerbeyi rütbesiyle Lâzistan sancağına tayin olur. Rütbesi paşalığa yükselmiştir.
NAMIK KEMAL KARS'TA
Dedesinin Kars'a mutasarrıf olarak tayini çıkınca, Kemal'de Kars'a gider. Kars'ta kalınan bir buçuk yıl zarfında, yaşlı şeyh Karslı şair ve müderris Vaizzade Şeyid Mehmet Hamid Efendi'den tasarruf ilmini, divan edebiyatını öğrendi. Vahdet-ı Vücud felsefesini ve Mıhiddin Arabi'yi, Mevlâna'yı inceleme fırsatını buldu. Kara Veli Ağa adındaki kır serdarından avcılık, atıcılık, cirit oyunu dersleri aldı. 1854 yılları Osmanlı devletinin birçok cephelerde savaştığı yıllardı. Oltaniçe, Çitane, Silistre ve Kırım savaşları birbirini takip etti. Sivastopol’un topa tutulması ile heyecanlandı. Balıkova, Elmalı, Gözleve'den gelen zafer haberleriyle sevindi. Karsta görevi sona dedesi ile İstanbul'a döndü. Babası Mustafa Asım Bey'den tarih şuurunu ve kitap sevgisini kazandı. On ay sonra babasının Bulgaristan Filibe Malmüdürü, dedesinin Sofya Kaymakamı oluşu ile Sofya'ya gitti. Evlerine misafir olarak gelen şair Binbaşı Eşref Bey, Kemal'in yazdığı şiirleri okuduktan sonra bir mahlâsname düzenleyerek Namık adını taktı. Bundan sonra Namık Kemal olarak anılmaya başlandı.
EVLENİŞİ
1856'da 16 yaşında iken, Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendinin güzelliği ile meşhur 14 yaşındaki kızı Nesibe hanım ile evlendi. Bu evlilikten; Feride, Ulviye adli iki kız ve Ali Ekrem adında bir erkek çocukları dünyaya geldi.
İLK MEMURİYETİ
Sofya'da biraz Fransızca öğrenen Kemal; ailece İstanbul'a dönüşünden sonra ilk görevine stajyer olarak 1857 de başladı. Çalıştığı yer Bâb-ı Ali tercime odasıydı. 1858 de büyükannesi Mahmude Hanımı kaybeden Kemal, 1859 da dedesi Abdüllâtif Paşa'yı kaybetti. Bu arada ikinci evliliğini Dürriye Hanımla yapan babasının yeni evine Koca Mustafa Paşa'ya taşındılar.
Namık Kemal'i bundan sonra Emtia Gümrüğünde gene tercüme odasında, Encümen-i şuara'da, Şinasi’nin çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde, Yeni Osmanlılar Cemiyetinde, gitmediği Erzurum Vali Yardımcılığında, Paris'te, Londra'da görüyoruz. Gittiği yerlerde ailesine, dostlarına mektuplar ve gazetelere makaleler yazan Namık Kemal, edebiyatı siyasi ve milli ülküsüne vasıta yapmakta, vatan ve milletin bir hürriyet rejimi içinde yaşaması fikrini savunmaktadır.
“Hürriyetsiz yaşamaktansa ölmek daha iyidir”. Medeniyet, terakki en çok kullandığı kelimelerdir. Bankacılık ve özel teşebbüs fikrini savunan Kemal, Türkiye'de meşruti bir idarenin kurulmasını, idari ve sosyal reformların gerçekleşmesini istiyordu. Viyana üzerinden İstanbul'a önen Kemal, İbret Gazetesini çıkardıktan sonra Gelibolu Mutasarrıfı oldu.(26 Eylül 1872)
Gelibolu Mutasarrıfı’na 1914 yılında yanan üç katlı bir ev tahsis edilmişti. Namık Kemal, Gelibolu Mektuplarını bu konakta yazdı. Rumeli fatihi Gazi Süleyman paşa'nın Bolayırdaki kabrini ziyaret etti. Ebuzziya Tevfik Bey'e burada gömülmesini vasiyet etti.
Beş ay kadar Gelibolu'da kalan Namık Kemal, Gelibolu'nun su davasını halletti. Bazı sorunlara eğildi. Yahudi Meşatlığında olan bir olay bahane edilerek İstanbul'a tayin edildi. Piyes çalışmalarına başladı. 9 Nisan 1873'te Padişah Abdülaziz tarafından, Kıbrıs’a gönderildi. Bazı eserlerini orada tamamladı. 19 Nisan 1876 da İstanbul'a döndü.
NAMIK KEMAL TEKRAR İSTANBUL'DA
Namık Kemal'i bundan sonra 18 Eylül 1876 da Şurâ-i Devlet üyesi olarak Kânun-i Esasi Heyeti'ne dahil olduğunu görüyoruz. Hediye-i Askeriye Derneğinde, Sırbistan ve Karadağ'da çarpışan asker ve ailelerine yardım derneklerinde görev alan Namık Kemal, yayınlanan bir yazısı üzerine, Padişah Abdülhamid'e verilen jurnal sonucu mahkemede yargılandı.
Davadan beraat eden Kemal, Hazine-i Hassa'dan 50 sarı lira aylık verilmek suretiyle Midilli adasına gönderildi.
NAMIK KEMAL'İN MİDİLLİ GÜNLERİ
Midilli’den dostlarına Osmanlı devletinin tutması icap eden yolu gösteren mektuplar yazdı. Damadı Rifat Bey'e yazdığı mektuplar neşredildi. II. Abdülhamid'in iradesiyle iki buçuk yıl sonra Midilli Mutasarrıfı oldu. 18 Aralık 1879 dan itibaren yaptığı görev sonucu yabancıların yaptığı kaçakçılıkları önledi. Hazine gelirini arttırdı. Midilli de 20 Türk ilkokulu açtı. Türk'lerin hayat seviyesini yükseltti. Adalarda yaşayan Türk ahalisinin sorunlarını dile getiren bir rapor hazırlayıp Bâb-ı Âli'ye sundu.
Midillide yabancı balıkçıların menfaatine set çekmesi ve kaçakçılığı önlemesi, İtalyanların hoşuna gitmedi, yerli Rumlar ile menfaatleri zedelenen eşraf ve kaçakçılar imza toplayarak Kemal'i şikayet ettiler. Midillide 7 yıl 4 ay kalan Kemal, 15 Ekim 1884 te Rodos Mutasarrıfı oldu. Sultan Abdülhamit tarafından Bâlâ rütbesi nişanını alan Kemal Rodos'ta gene padişahın imtiyaz madalyasıyla onurlandırıldı.
Rodos adasında Türk ilk ve ortaokullarını açtı eğitime ve öğrenime önem veren Kemal, burada bazı eserlerini yazarak İstanbul'da neşretti.
Rodos'ta başarılı geçen 3 yıl sonunda Sakız Adası Mutasarrıfı oldu.
SAKIZ ADASI VE ÖLÜMÜ
Namık kemal Aralık 1887 de Sakız'da göreve başladı. Havası kuru olan adada rahatsızlandı. Aslen Rum fakat iyi bir hekim olan dostu Dr. Ornştayn tedavi etti. Ölümüne yakın bir zamanda oğlu Ali Ekrem'e verdiği imzalı fotoğrafta şu şiiri yazdı;
Namus ile irfanı yetişmez mi mükâfat,
İkbal yolu gerçi Kemal'in kapanıktır.
Çok ak göremezsende sakalında,
Elminnetüllillah yüzü ak, alnı açıktır.
2 Aralık 1888 pazar günü ikindi vakti ölen Namık Kemal, Sakız adasında bir cami-i şerifin haziresinde gömüldü ise de arkadaşı Ebüzziya Tevfik Bey'in saraya yaptığı müracaat sonucu kabir açılmış ve kurşunlanan tabut, Eser-i Nüzhet isimli vapurla Sakız adasından Gelibolu'ya getirilmiştir. Gelibolu'da Rumeli Fatihi Gazi Süleyman Paşa'nın Bolayır'daki kabri yanına törenle gömülmüştür. Namık Kemal'in kabrinin projesi şair Tevfik Fikret tarafından çizilmiş, kubbeli olarak inşa edilen mezarın masrafları ise Sultan Abdülhamid tarafından ödenmiştir.
1912 depreminde sütunlar zedelendiği için halen mermer kaplı bir kabirde bulunmaktadır. Kabir taşında fatiha ile birlikte merhumun aşağıdaki beyti yazılıdır.
“Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun.”
NAMIK KEMAL'İN VÜCUD YAPISI
Oğlu Ali Ekrem Bey'in ifadesine göre, Namık Kemal, kocaman başlı, yüksek alınlı, pembe çehreli, irice burunlu, güzel ağızlı, kırk yaşından sonra koyulaşmış uzun kumral sakallı, orta boylu, şişmanca, omuzları geniş, elleri ve ayakları küçük bir adamdı. Pek az hiddetlenir, fakat hiddetlendiği zaman bu hal hem uzun sürer, hem burnundan kan gelirdi. Hiç süs sevmezdi. Gayet sade giyinir, az yemek yer, az uyurdu. Müzmin bronşit rahatsızlığı olduğu için sesi biraz kısık çıkmasına rağmen kalın bir sese sahipti.
FİKİRLERİ, SANATI, YAZILARI, ŞİİRLERİ
Namık Kemal, Vatan, Millet, Hürriyet, İstiklal kelimelerini fikir hayatımıza, edebiyatımıza sokan, bunları bir sistem halinde ifade eden ilk düşünürümüzdür.
O şuurlu bir vatanseverdir. “Osmanlı milleti” veya sadece “millet” derken, yalnız “Türk”'ü düşünüyordu. İmparatorluğun karışık durumu “Türk” kelimesini her zaman açıkça söylemek imkânını vermiyordu. Milli davalar üzerinde konuşurken, “Osmanlı” yerine “Türk”ü kullanmış ve böylelikle hangi millet için çalıştığını ve hangi millete mensup olmakla övündüğünü açıkça meydana koymuştur.
Namık Kemal'in en büyük hizmeti, Vatan aşkını, Milliyet duygusunu, Hürriyet sevgisini şiire sokmasıdır.
Bir konu hakkında şahsi fikirlerini beyan eden ilk yazarımız, Namık Kemal'dir. Mir'at, Tasvir-i Efkâr, Muhbir, Basiret, Diyojen, İbret, Hadika, İttihat, Sadakat, Vakit, Muharrir, Mecmua-i Ebuzziya gibi çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. Tasvir-i Efkar, Hürriyet ve İbret gazetelerinde sahip ve yazardı.
Londra'da 1868 yılında çıkardığı Hürriyet Gazetesinin 1 nolu nüshasında:
“HÜRRİYET (Yeni Osmanlılar) HUBB-ÜL-VATAN MİN-EL İMAN (Vatan sevgisi imandandır).
Herkesin vatanı ki, mensup olduğu cemiyetin meskenidir. Dünyada her şeyden ziyade muhabbetine mazhar olmasun mu?
Vatan o mün'im kerimdir ki hanedan-ı atıfetine gelenler, aç, aciz, çıplak gelir, sayesinde beslenir, sayesinde giyinir, hayatından, hürriyetinden sayesinde istifade eder…Lâyıkmıdır ki vatanını bedeninden aziz tutmasın?
Ya Osmanlılar bu mukaddes vazifeyi herkesten ziyade yerine getirmeye çalışmasın ki, Vatan denilen ilâhi nimet onların kılıçlarının hakkıdır.
Bu uğurda şehid olan ecdadımızın kemikleri topraktan çıkarılsa mülkün her sahrasında nice ehramlar ve hürriyetimizi düşman taarruzundan muhafaza edebilecek kadar istihkâmlar yapılabiliyor.
Bir kere tarihlere ibretle bakılsın. NE BÜYÜK DEVLET İDİK.NE AZAMETLİ ÜMMET İDİK….
Türk'ler o millet değilmidir ki? Medreselerinde FARABİLER; İBN-I SİNALAR GAZALİLER, ZEMAHŞERİLER ÇIKIP HÜNERLERİNİ İLİMLERİNİ KABUL ETTİRMİŞLERDİR……CİHAN İTİBARINI BULMUŞ BİR MEMLEKET, MAARİFİN EN SADELERİNE BAKIP MUCİZELER GÖRMÜŞ GİBİ HAYRAN OLUYOR……..”
Vatan makalesinde:
“Beşiktekiler beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler geçimlerini sağladıkları yerleri, ihtiyarlar her şeyden ellerini çekerek rahat ettikleri köşelerini, evlâtlar annelerini, baba ailesini ne duygularla severse, insan da vatanını o türlü duygularla sever”……
Bu duygular ise, sırf sebebsiz bir tabii meyilden gelmez. İnsan vatanını sever; çünkü tabiatın bize en parlak hediyesi olan bakışlarımız, daha gözlerimizin ilk açılışında, vatan toprağına yönelir.
İnsan vatanını sever; çünkü vücudunun maddesi vatanın bir parçasıdır.
İnsan vatanını sever; çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati vatanın sayesindedir.
İnsan vatanını sever; çünkü vatanın çocukları arasında dil ve menfaat birliği, bir gönül yakınlığı ve fikir kardeşliği vardır.
Namık Kemal, dağılmakta olan imparatorluğu kurtarmak istemiştir. Ona göre; Osmanlı (Türk) bayrağı altında yaşayanların hepsi tek millettir. Irk, dil, din ayrılıkları bir devlet çatısı altında birleşmeye engel değildir. Aynı vatanda, ortak menfaatler içinde eşit haklarla yaşayan insanlar bir millet oluşturur.
İktisadi görüşlerinde ise;
Vergi adaleti sağlanmalı, gümrük serbestisi ve kapütülasyonlar kalkmalıdır. İktisadi kalkınma ancak çok çalışarak, üretim artışı yapılarak sağlanabilir. Topyekün kalkınmayı sağlamak için eğitime önem verilmelidir. Kadınlar okutulmalı ve meslek öğrenip iş hayatına atılmalıdır. Milli bir iktisâdi politikamız olmalı, yerli tüccar ve sanayici zümresi oluşmalıdır, yerli bankalar kurulmalı, yeni okullar açılarak son teknolojiyi öğrenmiş gençler yetiştirilmelidir. Osmanlı ticaret ve sanayiini engelleyen 1838 anlaşmaları iptal edilmelidir. 1850’li yıllar sonrasında artan borçlarımızı işaret ederek, borçlanmamız sonunda siyasi bağımsızlığımızın kaybolacağını makalelerinde dile getirmiştir.
Tanzimatçılar borçlarını ödeyemez duruma düşünce yeniden borç almalarını eleştirmiştir.
Namık Kemal, ülkenin tabii gelir kaynakları olan sanayi ve ticaret üzerinde durmuştur. Ona göre; Ziraat, sanayi, ticaret milli servetin üç kaynağıdır. Halkın büyük bir kısmı geri teknoloji ile ziraat ve ticaret yapmaktadır. Sanayimizin teknolojisi eskimiştir. İmparatorlukta can ve mal güvenliğini tehdit eden iç isyanlar sebebiyle ziraatla uğraşacak pek az genç insan kalmıştır. Gittikçe ağırlaşan vergiler yüzünden geçim sıkıntısına düşen köylüler yeni geçim kaynakları aramak üzere topraklarını terketmek zorunda kalmışlardır.
Çiftçilerimizi tefecilerin elinden kurtarmak için uzun vadeli ucuz kredi sağlanmalıdır. Yerli ticaret baltalanmış, esnaflık yok olmuş, dükkanlar kapanmış, tezgâh ve dükkan sahipleri devlet kapısına girmeye başlamışlardır.
Edebiyatı, siyasi ve milli düşüncelerine vasıta yapan Namık Kemal, milletin hürriyet rejimi içinde yaşaması fikrini savunuyordu. Medeniyet ve terakki en çok kullandığı kelimelerdi.
Bankacılık ve özel teşebbüs fikrini savunan Kemal, Türkiye’de meşruti bir idarenin kurulup sosyal reformların gerçekleşmesini istiyor ve çalıştığı gazetelerde bu fikri işliyordu.
Midilli adasında Vali olarak görevli olduğu esnada, Padişah Abdülhamid’e yazdığı yazıda;
Midillide birkaç ilkokul ve ortaokul vardır. Okullar harap, öğretmen sıkıntısı vardır. Türk vakıflarına ait binalar kullanılmaz durumdadır. Midilli’nin her köyünde ilkokullar açılması, buralara öğretmen gönderilmesi, Ortaokullarda askeri okul eğitimi verilmesi, yatılı sınıfların açılması, deniz kaptanı yetiştirecek denizcilik okulu açılması icab etmektedir.
Zeytinciliğin ihyası için çiftçi himaye edilerek, tefeci elinden kurtarılmalı, banka şubeleri açılarak zeytinden alınan vergi azaltılmalıdır. Gümrükte vergi usulleri ticarete engel olmaktadır. Adli ve dahili teşkilât ele alınmalı yeniden yapılanmalıdır.
Midillide toplanan vergiler orada harcanmalı ve kaçakçılık önlenmelidir.
Rodos adasında okul ve cami azdır. Halk fikirce yükselmemiş, din terbiyesi almamıştır. İki yerde okul açılmış üçüncü köyde ne okul ne cami vardır. Rodos'un elden çıkmaması için siyasi ve kültürel bakımdan kuvvetlendirilmesi gerekir.
NAMIK KEMAL VE TÜRK DİLİ
Namık Kemal'e göre Türk şairi olmak için Türk olmak yeterli değildir. Aynı zamanda Türk'çe yazmış olmak şarttır. Yunan, Arap, İran edebiyatı karşısında bir Osmanlı değil, Türk edebiyatı vardır. Milliyet kültür demektir, tarihimizin uzun bir devresi içinde milli kültürümüzü, sanatımızı ve dilimizi ihmal ettiğimizi söyleyerek, bu husustaki düşüncelerini şöyle açıklar:
“Dil ve kültür, milli bağı kuvvetlendiren en büyük iki güçtür. Halk diline girerek Türkçeleşmemiş ne kadar yabancı kelime varsa, dilimizden kesinlikle atılmalıdır. Konuşma ve yazı dili, milli dilimiz Türkçe'nin yapısına göre oluşturulmalı, edebiyatımız ve dilimiz üzerindeki acem dili ve edebiyatının tesiri süratle kaldırılmalıdır.”
Harf meselesi üzerinde de duran Namık Kemal, o yıllarda kullandığımız harflerin Arap harfi olduğunu belirterek, halbuki biz Türk'üz bizim kendimize göre bir harfimiz olmalıdır der.
NAMIK KEMAL VE MUSTAFA KEMAL
Namık Kemal'in eserleri ve fikirleri yönünden en çok tesir ettiği kişilerin başında, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk gelir.
Mustafa Kemal'in, Namık Kemal'i tanıması ve fikirlerini benimsemesi Manastır askeri lisesinde öğrenci iken yakın arkadaşı Ömer Naci sayesinde olmuştur. Ömer Naci’nin, Mustafa Kemal'e okuması için verdiği kitaptaki şiirde Namık Kemal imzalı şu mısralar vardır:
Vücudun kim hamîr-i mâyesi hâk-i vatandandır.
Ne gam râh-ı vatanda hâk olursa cevr-ü mihnetten.
(Vücudun mayasının hamuru, vatan toprağındandır; onun için, vatan yolunda eziyet ve sıkıntılarla toprak olursa, bunda üzülecek ne var.)
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,
Yoğ imiş kurtaracak baht-ı kara maderini.
(Düşman, vatanın bağrına hançerini dayadı; ama kara talihli bir ana olan bu vatanı kurtaracak kimse yok imiş) diye inleyen vatan şairine, 24 Aralık 1919 da Kırşehir Gençler Derneğindeki ve daha sonra 13 Ocak 1921 de Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden seslenen Gazi Mustafa Kemal Paşa;
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur, kurtaracak bahtı kara mâderini.
Mısraları ile cevap vermiştir.
Atatürk'e tesir eden başka bir eserde Namık Kemal'in Vatan yahut Silistre piyesi ve piyeste geçen şarkı sözleridir.
Yâre nişandır tenine erlerin
Mevt ise son rütbesidir askerin…. Mısraları okunurken Mustafa Kemale söylediği sözde yatmaktadır.
“NAMIK KEMAL BENİM DUYGULARIMIN BABASIDIR” (Bu söz Atatürk tarafından şöyle ifade edilmiştir:” Benim bedenimin babası Ali Rıza Efendi, Duygularımın babası Namık Kemal, Fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp'tir der.”
Sözleri, Atatürk'ün değer verdiği: Vatan, Milliyet, Hürriyet, Medeniyet, Aile, Hukuk gibi kavramlar üzerinde yaptığı çalışmaların bir zamanlar Namık Kemal'in üzerinde durduğu fikirler olduğu açıkça görülmektedir.
NAMIK KEMAL'İN ESERLERİ
Divan, İntibah, Sergüzeşti Ali Bey, Cezmi, Vatan Yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celâleddin Harzemşah, Kara Belâ, Evrak-ı Perişan, Tercüme-i Hâl-i Emir Nevruz, Bârika-i Zafer, Devr-i İstila, Kanije, Silistre Muhasarası, İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi Mukaddimesi, Osmanlı tarihi (üç cilt), Tahrib-i Harabat, Takip, İrfan Paşa'ya Mektup, Mukaddeme-i Celâl, Ernest Rönan'a cevap, Cümle-i Müntahabe-i Kemal, Müntahabat-ı Tasvir-i Efkâr, Ahmet Mithat'a Mektup, Bahar-ı Daniş, Rüya, Hürriyet, İbret, Tasvir-i Efkâr ve diğer gazete koleksiyonu.
TEKİRDAĞ'DA NAMIK KEMAL ADINI TAŞIYAN YERLER
Namık Kemal Derneği
Namık Kemal Evi
Namık Kemal Parkı
Namık Kemal Heykeli 1949 yılında Heykeltraş Ali Hadi Bora tarafından yapılarak, Tekirdağ Belediyesi tarafından dikilmiştir.
Namık Kemal Anadolu Lisesi
Namık Kemal İlköğretim Okulu
Namık Kemal Heykeli Sahil parkında
Namık Kemal Bölge Tiyatrosu Tekirdağ Belediyesi bünyesinde
Namık Kemal Caddesi
Namık Kemal anıtı 1908 yılında Edirne (Tekfurdağ) Milletvekili Mehmet şeref Aykut tarafından yaptırılmıştır.
Namık Kemal İlk Halk Kütüphanesi
Namık Kemal Üniversitesi
Namık Kemal Stadyumu
Namık Kemal Vergi Dairesi
Namık Kemal Ormanı Tekirdağ-Muratlı yolu üzerinde
Namık Kemal Viyadüğü Edirne-İstanbul çevre yolu üzerinde
Namık Kemal Bölge Tiyatrosu
YAHYA KEMAL BEYATLI
“Üç Kemaller Diyarı Tekirdağ” derken, üçüncü Kemal, gene Balkanlar’da (Üsküp) doğmuş büyük şair Yahya Kemal Beyatlı’dır. Kendisi; Atatürk döneminde 1 Mart 1935’te V.Dönem ve 3 Nisan 1939’da VI.Dönem Tekirdağ Milletvekilliğini yapmış, Tekirdağ’a olan bağlılığını ve ilgisini şiirinde “Fetihler Ufku Tekirdağ” sözleriyle ifade etmiştir. İşte bu nedenle Tekirdağ’dan “Üç Kemaller Diyarı Tekirdağ” diye söz etmek yanlış ve anlamsız sayılmamalıdır.
2 Aralık 1884 yılında Üsküp'te doğdu. Asıl adı Ahmed Agâh'tır. İlk öğrenimini İstanbul’da Vefa Lisesi’nde tamamladı. Paris’e giderek (1903) bir yıl bir kolejde Fransızca’sını ilerlettikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Dokuz yıl kaldığı Paris’ten döndükten (1912) sonra, İstanbul’da üniversitede çeşitli dersler okuttu (1915-1923),
Urfa milletvekili oldu (1923); Varşova (1926), Madrid (1929) Ortaelçiliklerine atandı, Tekirdağ (1935-1942) ve İstanbul (1943-1946) milletvekilliklerinde bulundu.
Büyükelçi olarak Pakistan’a gitti (1948), bir yıl sonra emekliye ayrılarak yurda döndü (1949). Rumelihisarı mezarlığında gömülü. Spor ve Sergi Sarayı civarındaki parka bir anıtı dikildi (1968) Kişiliğini Paris’te okurken ünlü tarihçi Albert Sorel’in derslerinden aldığı tarih zevkiyle, Fransız şairlerinin (Jean Moreas, Baudelaire, Verlaine, vb.) ölçü ve biçim güzelliklerinde buldu. Paris’e gidişi, II. Abdülhamit baskısından bir kaçış olduğu halde, orada siyasi faaliyetlere katılmayarak sanat çevrelerinde kendini yetiştirdi. Paris öncesi Hamid ve Servet-i fünun şiiri etkisinden kendisini böylelikle kurtardı, klasik divan şiirimizi Batı şiirindeki bütünlük anlayışıyla ele aldı. Avrupa dönüşü Yeni Mecmua’da "bulunmuş sayfalar" başlığıyla yayımladığı gazel ve şarkılarla tanındı (1918). Bu neoklasik şiirler, onun çıkış noktasının Osmanlı tarih ve şiiri olduğunu gösterdiği gibi, sonradan yeni şekiller ve sade dille yazdıklarında da şairin genel olarak Osmanlı medeniyet ve kültürüne bağlı kaldığı görülür.
Onda tarih, vatan, millet ve İstanbul sevgisi, hep bu açıdan işlenir. Osmanlı medeniyeti yüzyıllar boyu en yüce eserlerini İstanbul’da yarattığı için, Yahya Kemal’deki İstanbul, Boğaziçi ve Türk musikisi hayranlığına, tabiat güzellikleri yanı sıra, tarih değerleri de girer. Duygu, düşünce ve hayali ustalıkla kaynaştıran şair, pek çoğuna hikaye karakteri verdiği lirik-epik şiirlerinin konularını aşk, tabiat, deniz, ölüm ve sonsuzluktan da alır. İç ahengi her şeyden üstün tutuşu, şiiri "musikiden başka türlü bir musiki" kabul edişi; "Ok" şiiri bir yana, bütün şiirlerini, bu ahengin sağlanmasına daha elverişli gördüğü aruzla yazmasına sebep oldu Yahya Kemal, şiirlerini, makale ve hikayelerini sağlığında kitaplarda toplamamış, eserleri dergilerde, dağınık kalmıştı.
Ölümünden sonra dostları ve hayranları tarafından bir Yahya Kemal’i Sevenler Cemiyeti kurulduğu gibi, İstanbul Fetih Cemiyeti’ne bağlı bir de Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi açıldı (1961). Bu Enstitü’nün yayımlamaya başladığı Yahya Kemal Külliyatı’nda şairin ilk üçü şiirlerini; diğeri makale, deneme ve anılarını derleyen şu eserleri çıktı: Kendi Gök Kubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgariyle (1962), Rübailer ve Hayyam Rübailerini Türkçe Söyleyiş (1963), Aziz İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966), Siyasi Hikayeler (1968), Siyasi ve Edebi Portreler (1968), Edebiyata Dair (1971), Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973), Tarih Müsahabeleri (1975), Bitmemiş Şiirler (1976), Mektuplar-Makaleler (1977) Hakkında yayımlanan kitapların sayısı yirmiyi geçer