Arama

Osmanlı Kültürü

Güncelleme: 9 Aralık 2016 Gösterim: 153.626 Cevap: 34
FlooFuN - avatarı
FlooFuN
Ziyaretçi
19 Ekim 2005       Mesaj #1
FlooFuN - avatarı
Ziyaretçi
OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENİYETİ

Sponsorlu Bağlantılar
MERKEZ TEŞKİLATI
PADİŞAH
A)-PADİŞAHLARIN BAŞA GEÇMESİ(VERASET SİSTEMİ):
Osmanlı Devletinde kimin padişah olacağı konusunda kesin bir kural yoktu. Osmanlı ailesinin bütün
erkekleri taht üzerinde hak sahibi idiler. Onun için padişah ölünce oğullarının hangisinin tahta
geçeceği konusunda devlet yönetimindeki etkili grupların(ümera,ulema vb.) tercihleri önemli rol
oynuyordu.Eski Türk Devlet geleneğinden kaynaklanan bu sistem(Kut anlayışı)taht kavgalarına neden
oluyordu.
Veraset Sistemindeki Değişmeler:
* Fatih Sultan Mehmet bu sakıncayı ortadan kaldırmak için tahta geçme yöntemini belirleyen bir
kanunname düzenledi.
Bu kanunla Fatih'in amacı:
1 -Taht kavgasına son vererek,ülkenin birlik ve bütünlüğünü sağlamak,
2- En GÜÇLÜ olanın padişah olmasını sağlamaktı.
* I.AHMET zamanında yapılan değişiklikle EN YAŞLI ve AKILLI olanın (EKBER VE ERŞED) padişah olması
esası benimsendi.
AÇIKLAMA: Ekberiyet sistemi Şehzadeler arasındaki rekabet duygusunu ortadan kaldırması bakımından
OLUMSUZ,taht kavgalarına son vermesi bakımından da OLUMLU sonuçlar doğurmuştur.
B)-PADİŞAHLARIN YETİŞMESİ:
16. yüzyılın sonlarına kadar şehzadeler 14-15 yaşlarına gelince, Anadoludaki sancaklara
SANCAKBEYİ olarak gönderilirlerdi. Burada bir LALA'nın yanında devlet yönetiminde tecrübe
kazanmaları sağlanırdı.
NOT: Lala'yı Büyük Selçuklular'daki ATABEYLERE benzetebiliriz.
III. Mehmet'ten sonra şehzadelerin SANCAĞA ÇIKMA usulü kaldırıldı. (Şehzadeler sarayda ****S
HAYATI yaşadılar.)
C)-PADİŞAHLARIN ÜNVANLARI:
Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında başta bulunan hükümdarlara BEY denilmiştir.Yine
hırıstiyanlara karşı savaştıklarından GAZİ de denilmiştir.(Örneğin OOsman bey,Osman Gâzi,Orhan
Bey,Orhan Gâzi gibi..) Hükümdarların aldığı diğer başlıca ünvanlar; Han, Hakan, Hünkâr, Sultan ve
genellikle Padişah'dır.
NOT: Yavuz Sultan Selimin 1517 Mısır seferi sonucu HALİFELİK Osmanlı padişahlarına geçmiştir.
Böylelikle Osmanlı hükümdarları padişah olarak Devletin Başı, halife olarakta müslümanların
başı olma özelliği taşımışlardır.

SARAY
Padişahın hem özel hayatının geçtiği, hem de devletin yönetildiği yerdi. Saray ENDERUN ve BİRUN
olmak üzere iki bölümden oluşuyordu.Bu iki bölüm BAB'ÜS-SAADE(Orta kapı) denilen kapıyla birbirine
bağlanmıştı.
1)- ENDERUN Padişahın özel hayatının geçtiği sarayın iç bölümüdür. Burada padişahın hizmetine
bakan güvenilir kimselerin bulunduğu hizmet ve eğitim odaları ve harem bulunuyordu.Enderundaki
odalar şunlardır:
a)-HASODA adişahın günlük himetine bakarlardı.
b)-HAZİNE ODASI Padişahın özel hazinesine bakarlardı.
c)-KİLER ODASI:Yemek ve sofra hizmetlerini yaparlardı.
d)-SEFERLİ ODASI:Berber,terzi,müzisyen gibi görevliler bulunurdu.
Devşirme usulüyle toplanan oğlanlar, Acemi oğlanlar ocağına götürülmeden önce, içlerinden
seçilenler Topkapı sarayına alınarak, sıkı bir disiplin altında yetiştirilirlerdi. Bunlara dini
bilgiler, Arapça, Farsça gibi dersler ve pratik el sanatları öğretilirdi.Bunlara İÇOĞLANI denilirdi.
Amaç saraya alınan bu içoğlanlarını gerçek bir dindar, devlet adamı, asker ve seçkin nitelikli bir
kişi olarak yetiştirmekti. Hasoda,kiler odası,hazine ya da seferli odalarında hem hizmet ederler,
hemde eğitim ve öğretimlerini sürdürürlerdi. Daha sonra ÇIKMA denilen bir atama usulüyle Birun da
görevlendirilir,bu odaların başındaki ağalar da sancak beyliği gibi önemli görevlere tayin
edilirlerdi.
HAREM: Sarayda kadınların yaşadığı bölüme denirdi.Saraya alınan kızlar tıpkı iç oğlanları gibi sıkı
bir eğitim görürlerdi. Eğer padişah tarafından sarayda tutulmazlarsa Çıkma ile saray dışında
görevlendirilen Kapıkullarıyla evlendirilirlerdi.
2)- BİRUN: Sarayın dış bölümüne denirdi. Bîrûnda geniş bir yönetici kadro yer alırdı. Bîrûndaki
görevliler ve teşkilatları şunlardı:
a)-Yeniçeriler
b)-Altı Bölük halkı (sipahiler,silahdar,sağ ve sol garipler,sağ ve sol ulûfeciler.)
c)-Topçular ve Cebeciler
d)-Mehterler
e)-Müteferrikalar Enderundan çıkma içoğlanlar, beyzade çocukları,devlet ileri gelenlerinin
çocukları.)
Birunda başka görevlilerde vardı. Başlıcaları:
Padişah Hocası:Şehzadelerin eğitimiyle meşgul olur.
Hekimbaşı:Cerrahbaşı da denilen doktor.
Çavuşlar ve Çavuşbaşı:Haberleşme ve elçilik görevini yapar.
Ayrıca Müneccimbaşı,Mimarbaşı,seyisler,okçular, rikabdarlar, Darbhane emini vb...
Üstün başarı gösterenler, saray dışındaki görevlere atanarak ödüllendirilirlerdi.
NOT: Osmanlılar'da ilk saray Bursa da yapılmıştı. Başkent Edirne olunca burada daha büyük bir saray
yapılmış,İstanbul'un fethiyle Fatih Beyazıt'taki mevcut sarayda oturmuş, buranın yeterli
gelmemesi üzerine aynı yerde başka bir saray yaptırılmıştı. Eski Saray denilen bu sarayın da
yeterli olmaması üzerine Topkapı Sarayı(yeni saray) yapılmıştır. Padişahlar 19. yüzyıla
kadar burada oturmuşlar, 19. yüzyılda Dolmabahçe, Beylerbeyi, Çırağan ve Yıldız sarayları
yapılmıştır.
DİVAN-I HÜMAYUN
Bugünkü Bakanlar Kurulu gibi çalışan Divan-ı Hümayun önceleri DİVANHANE'de toplanırken, Kanuni
zamanında yapılan KUBBEALTI denilen yerde toplanmaya başlamıştır.
Divan teşkilatı ilk defa ORHAN BEY zamanında kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet padişahların divân
toplantılarına katılma geleneğine son vererek,toplantıları ****sli bir pencerenin arkasından takip
etmiştir.

DİVANIN YAPISI:
Osmanlılarda padişahın yetkilerini kullanmak yada emirlerini uygulamak için görevlendirilmiş üç temel
sınıf bulunuyordu. Bu sınıfların en üst yetkilileri divânda temsil edilirdi. Bu sınıflar şunlardı:
1-Seyfiye (Ehl-i Kılıç= Ehl-i Örf)
2-İlmiye (Ehl-i Şer)
3-Kalemiye (Ehl-i Kalem)
1)- SEYFİYE (Ehli Örf):
Osmanlı Devletinde yönetim ve askerlik görevini yerine getiren zümrelere denirdi. Ehli örf,ehli
seyf ve ümera gibi isimler verilen bu sınıfın divan-ı hümayundaki temsilcileri vezir-i azam ve
vezirlerdi. Divan dışında beylerbeyleri, sancak beyleri,kapıkulu askerleri,tımarlı sipahiler bu
grubun içindedir.
VEZİR-İ AZAM(Sadrazam):Bugünkü başbakan durumunda olan veziri azam, padişahın vekili olarak görev
yapar ve onun altın mührünü taşırdı. Divana başkanlık eder, padişah sefere katılmıyorsa ordunun
başına geçer,bu görevi sırasında SERDARI EKREM sıfatıyla padişahın bütün yetkilerini kullanırdı.
KUBBE ALTI VEZİRLERİ: Bugünkü devlet bakanları durumunda olan kubbe altı vezirlerinin sayıları 5-7
arasındaydı.
2)- İLMİYE (Ehli Şer)
Medreselerde iyi eğitim görmüş, devletin adalet,eğitim ve yargı görevlerini üstlenen gruptu.Ulema
da denilen bu grubun üç önemli görevi vardı:
a)-Tedris Görevi:Eğitim-Öğretim görevidir.Bu görevi müderris,muâllim gibi kişiler yürütürdü.
b)-Kaza Görevi:Yargı görevidir. Bu görev kadılar tarafından yürütülürdü. Kadılar İslam hukukuna
göre davalara bakar ve karar verirlerdi.
c)-İfta Görevi: Fetva görevidir.Yapılanların şeriata uygun olup olmadığı konusunda fikir beyan
etme görevidir.
Fetva verme yetkisine sahip olanlara MÜFTİ denilirdi. Müftilerin en üst rütbelisi Şeyhülislam
ve kazaskerlerdi.
ŞEYHÜLİSLAM: Divana katılan fakat oy kullanmayan şeyhüislamın protokoldeki sırası veziri azamla
aynıydı.Hem ilmi kişiliği, hem de fetva verme yetkisi dolayısıyla şeyhülislama büyük saygı
gösterilirdi. Bayramlaşma sırasında padişah sadece şeyhülislamın karşısında ayağa kalkardı.
Önemli devlet işleri hatta padişahların görevden alınması için şeyhülislamın fetvası
gerekiyordu.Şeyhülislam idam cezasına çarptırılamaz, tutuklanamaz ve hapsedilemezdi. 17. yüzyıla
kadar görevden alınması bile söz konusu değildi. Tanzimattan sonra şeyhülislamların yönetimdeki
önemi azalmaya başladı.
KAZASKERLER (KADIASKERLER): Divanı Humayun üyesi olan kadıaskerler şer'i hükümler veren en yüksek
görevlilerdi. Fatihten itibaren Anadolu ve Rumeli kadıaskerleri olmak üzere sayıları ikiye
çıkarıldı. Rumelideki kadılar Rumeli, Anadoludaki kadılar Anadolu kadıaskerine bağlıydılar.
KADILAR: Başlıca görevleri şunlardı:
a)-Merkezden gelen emirleri halka iletmek, halkın şikayetlerini merkeze bildirmek.
b)-Her türlü davaya(miras,ticaret,ceza) bakarak karar vermek.(Yargıçlık)
c)-Nikah sözleşmesi, şirket kurulması, Vakıf kurulması gibi sözleşmeleri yapardı.(Noterlik)
d)-Avarız denilen olağanüstü durumlardaki vergileri toplar, merkeze gönderirdi.
PADİŞAH HOCALARI: Osmanlı şehzadelerine ulemadan bir kimse hoca olarak tayin edilirdi. Şehzadeler
hükümdar olduklarında onları PADİŞAH HOCASI olarak tayin ederlerdi.
SEYYİD VE ŞERİFLER: Hz.Peygamberin torunları Hz.Hasanın soyundan gelenlere Şerif, Hz. Hüseyinin
soyundan gelenlere ise Seyyid denirdi. Seyyid ve şerifler Osmanlı toplumunda büyük saygı
görürlerdi. Devlet de bunların işleriyle meşgul olmak için NAKİB'ÜL EŞRAFLIK denilen bir
kurum kurmuştu.
Yukarıdaki görevlilerden başka ilmiye zümresi içinde müderrisleri,müneccimleri,hekimleri, tarikat
şeyhlerini, imam ve müezzinleri sayabiliriz.
3)- KALEMİYE(Ehli Kalem):
Günümüzde bürokrasi diye adlandırılan bu sınıfın en üst rütbelileri NİŞANCI VE DEFTERDARLAR'dır.
NİŞANCI(TEVKİİ=TUĞRAİ): Divandan çıkarılan belgelerin üstüne padişahın nişan
olan TUĞRA 'yı çektiği için TUĞRACI'da denirdi. Nişancı kendisine bağlı REİSÜL KÜTTAB
başkanlığında çeşitli kalemler vasıtasıyla merkez bürokrasisinin her türlü işlemlerini yapardı.
Reisülküttab'a bağlı kalemler şunlardı:
a)-Beylikçi Kalemi b)-Tahvil Kalemi c)-Ruus Kalemi d)-Amedi Kalemi
Nişancının görevleri: Nişancı tuğra çekmenin yanısıra yukarıdaki kalemler vasıtasıyla şu
görevleri yapardı:
A)- Divanda yapılan görüşmelerin kayıtlarını tutarak MÜHİMME DEFTERİNE(Divan Defteri)
kaydetmek.
B)- Ferman,berat gibi belgeleri hazırlamak.
C)- Sadrazam ve padişah arasındaki ve dış ülkelerle olan yazışmaları hazırlamak.
D)- Tapu Tahrir Defterlerini tutmak.
DEFTERDAR:
Osmanlı Devletinde bütün mali işlerden ve hazineden sorumlu en üst görevlilerdi. Osmanlılarda İç
ve Dış Hazine olmak üzere iki tür hazine vardı. İç hazinede padişahın özel serveti ve değerli
eşyaları saklanırdı. Dış hazine ise devletin maliye teşkilatını oluştururdu. İlk dönemde
defterdar sayısı bir iken, sonraları mâli işlerin artmasından dolayı sayıları ikiye
yükselmiştir.Bunlar; Rumeli defterdarı ve Anadolu Defterdarı idi. Rumeli Defterdarı
Başdefterdar idi.
Defterdara bağlı kalemler şunlardı:
a)-Ruznamçe kalemi b)-Maliye emirleri kalemi c)-Tarihçi kalemi d)-Gelir ve gider kalemi
Defterdara bağlı üst düzey görevliler şunlardı:
a)-Başbakı kulu b)-Veznedarbaşı c)-Sergi nazırı d)-Sergi halifesi

MERKEZ TEŞKİLATINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER:
1)- 18. yüzyılda değişmeler:
a)- Tahta Osmanlı ailesinin en yaşlı üyesinin geçmesi, zamanla devlet işlerinin sadrazamlara
bırakılması sonucun doğurmuştur. Sadrazamların güçlenmesi ile Divan BAB-I ALİ'de(Sadrazam
kapısı=Yüksek Kapı)toplanmaya başlamıştır
b)- 18. yüzyılda devletlerarası ilişkiler ön plana çıkınca diplomasi önem kazanmaya başlamış,
böylece kalemiye sınıfının özellikle de REİSÜL KÜTTAB'ın etkinliğ artmıştır. Reisülküttab dış
ilişkileri düzenleyen bir nitelik kazanmıştır.
2)- II.Mahmut Döneminde değişmeler:
a)- 1826'dan itibaren BAB-I ALİ sadrazamın özel ikametgahı olmaktan çıkmış, devletin hükümet
binası haline gelmiştir.
b)- II.Mahmut zamanında Divân Batı ülkelerinde olduğu gibi yeniden düzenlenmiştir. Divân-ı
Hümayûn yerine nezaretlerden (nazırlıklar=bakanlıklar) oluşan yeni bir hükümet modeli
oluşturulmuştur. Bu hükümet modeline Meclis-i Vükela, Heyeti Vükela(bakanlar kurulu) veya
Meclis-i Has denir. Böylelikle Sadrazamın yetkileri nazırlar arasında dağıtılmıştır. Bu
nazırlıklar şunlardır

ESKİ YENİ
Divan-ı Hümayun -----> Heyeti Vükela(bakanlar kurulu
Sadrazam -----> Başvekil(Başbakan)
Sedaret Kethüdası -----> Dahiliye Nazırı(İçişleri)
Reisülküttab -----> Hariciye Nazırı(Dışişleri)
Defterdar -----> Maliye Nazırı
Kazasker -----> Adalet Bakanlığı (Nezareti Deavi=Davalar bakanlığı)
Ayrıca Evkaf ve Ticaret Nazırlığı kuruldu.
c)- II.Mahmut zamanında yeni meclis ve komisyonlar kuruldu.Bunlar;
1-Dar-ı Şura-i Askeri (Askeri işleri düzenlemek)
2-Dar-ı Şura-i Bab-ı Ali(İdari ve bürokratik işler
3-Meclis-i Vala-i Ahkam-ı Adliye(Adalet işleri)
Bunların dışında II.Mahmut zamanında şu ıslahatlar gerçekleştirildi:
a)-1826 da Yeniçeri ocağı kaldırıldı,Yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir
ordu kuruldu.
b)-Tımar ve zeamet kaldırıldı. Başta valiler olmak üzere devlet memurları maaşa bağlandı.
c)-Müsadere usulü kaldırıldı.(Görevden alınan yüksek dereceli memurun malına devletin
elkoyma usulü)
d)-İlköğretim mecburi kılındı.
e)-İlk resmi gazete ( TAKVİM-İ VEKAYİ) çıktı.
f)-İlk defa nüfus sayımı yapıldı.
g)-Kıyafet değişikliği yapıldı.(Memurlara fes,ceket,pantolon giyme zorunluluğu)
h)- Harp okulu, Tıp okulu gibi okullar açıldı.
ı)- Mahalle ve köylere MUHTARLIK teşkilatı kuruldu.
3)-Tanzimat Döneminde Meydana Gelen Değişiklikler:
3 Kasım 1839 da ilan edilen Tanzimat fermanıyla devlet teşkilatında yeni düzenlemelere
gidilmiştir. 1876'ya kadar süren dönemde yeni meclis ve komisyonlar kurulmuştur.
Bunlar; a)-Meclis-i Ali Tanzimat, b)-Şura-i Devlet c)-Divan-ı Ahkam-ı Adliye'dir.
Ayrıca Tanzimat Döneminin bir başka yeniliği de SERASKERLİK makamının kurulmasıydı. Kara
kuvvetleri komutanlığı olan bu makam, Sadrazam ve şeyhülislama eşit tutuldu.
4)-Meşrutiyet Döneminde Meydana Gelen Değişiklikler:
1876'da Kanuni Esasi'nin ilan edilmesiyle Meşrûtiyet dönemi başlamıştır. Yapılan seçimlerle iki
meclis oluşturulmuştur:
a)- Meclisi Mebusan:Hırıstiyan,Yahudi ve müslüman halkın seçtiği milletvekillerinden oluşuyordu.
b)- Ayan Meclisi: Padişah tarafından tayin edilen 26 kişiden oluşuyordu.

OSMANLI TAŞRA TEŞKİLATI
TIMAR VE İLTİZAM SİSTEMİ: Osmanlı Devletinde taşra teşkilatının(merkez dışı) temelini tımar (dirlik)
sistemi oluşturuyordu.Devlet bazı bölgelerin vergi gelirlerini hizmet veya maaş karşılığı olarak
askerlere veya devlet görevlilerine ayırırdı. Bu gelir kaynağına DİRLİK denilirdi. Dirlikler 3'e
ayrılmıştı.
1-TIMAR: Tımar sistemine göre savaşta sivrilmiş,tımar beyi olma özelliği kazanmış sipahilere
verilen 3-20 bin akçe yıllık vergi geliri olan dirliklerdir.
2-ZEAMET: Savaşta üstün yetenek göstermiş olan tımar sahipleri ile devlet merkezindeki divân
çavuşlarına, müteferrika ve kâtipler ile eyalet ve sancaklardaki ileri gelen devlet
görevlilerine verilen yıllık vergi geliri 20-100 bin akçe arsındaki dirliklerdir.
3-HAS: Padişah ve ailesine, sadrazam, vezirler, beylerbeyi ve sancak beylerine verilen geliri 100
bin akçeden fazla dirliklerdir.
AÇIKLAMA: Tımar sahipleri ilk 3 bin, zeamet sahipleri ise ilk 20 bin akçesini kendi geçimleri için
ayırırlardı. Buna KILIÇ HAKKI denirdi. Tımar sahipleri geri kalan gelirin her 3 bin akçesi,
zeamet ve has sahipleri ise her 5 bin akçesi için tam teçhizatlı bir atlı asker yetiştirmek
ve gerektiğinde bunlarla birlikte savaşa katılmak zorundaydı. Bu askere CEBELÜ denirdi.
Dirlik sahipleri kendisine verilen toprakları köylüye 50-150 dönümlük topraklar halinde dağıtır.
Ve hasat zamanında köylünün yetiştirdiği ürünün vergisini(öşür yada harac) alırlardı.
Dirlik sisteminde toprağın;
1-Mülkiyeti DEVLETE,
2-Vergisi DİRLİK SAHİBİNE,
3-Kullanım hakkı KÖYLÜYE aittir.
TIMARLI SİPAHİ HANGİ DURUMLARDA TOPRAĞI KÖYLÜDEN GERİ ALABİLİRDİ ?
1-Toprağı sebepsiz yere terk edenlerden,
2-Sebepsiz yere 3 yıl üst üste ekmeyenlerden,
3-Sebepsiz yere vergisini vermeyenlerden.
TIMARLI SİPAHİNİN KÖYLÜYE KARŞI GÖREVLERİ NELERDİR ?
1)-Köylünün güvenliğini sağlamak,
2)-Köylünün tohum,gübre vb. ihtiyaçlarını temin etmek,
3)-Köylünün vergisini en kolay şekilde ödemesini sağlamak
DİRLİK (TIMAR) SİSTEMİNİN YARARLARI NELERDİR ?
1)- Devlet Merkezden toplanması son derece zor vergiler böylece toplamış oluyor,
2)- Devlet bazı görevlilerine maaş vermekten kurtuluyor
3)- Devlet asker yetiştirmekten kurtuluyor
4)- Devlet toprakları boş kalmadığından üretim artıyor.
5)- Tımarlı sipahiler bulundukları yerlerde güvenliği sağlıyor.
NOT: Tımar ve zeamet sistemi II.Mahmut zamanında kaldırılarak başta valiler olmak üzere devlet
memurları maaşa bağlandı.
İLTİZAM SİSTEMİ: İltizâm devlete ait bir gelirin ihale yoluyla şahıslara verilmesidir. 16. yüzyıldan
sonra uygulamaya konulan bu sistemde devlete ait bir gelir genellikle 3 yıllık bir süre için açık
artırmaya çıkarılır,en yüksek bedeli verene devredilirdi. Bu ihaleyi kazanan kişiye MÜLTEZİM
denirdi.Mültezîmlere dirlik sahiplerine verilen haklar tanınmıştı.
NOT: Bu sistemin en önemli yararı devletin acil para ihtiyacını karşılamasıdır.

NOT: Zaman içinde tımar toprakların MUKATAA haline getirilip mültezime verilmesi yaygınlaşmışdır.

TIMARLARIN MUKATAA HALİNE GETİRİLİP MÜLTEZİME VERİLMESİ
NE GİBİ OLUMSUZ SONUÇLAR DOGURMUŞTUR ?
1)-Mültezîm baskısı altında kalan halkın vergisini ödeyememesine ve toprağını terk etmesine
2)-İltizamların genellikle o bölgedeki zengin ve güçlü kişilere (AYAN) verilmesiyle, taşradaki
ayanlar güç kazanmaya başlamışlar ve devlete baş kaldırmışlardır
3)-Tımar toprakların iltizama verilmesiyle, valiler eskiden tımarlı sipahiye yaptırdıkları
güvenlik ve askerlik hizmetini, SARICA SEKBAN denilen kapılarında besledikleri askerlere
yaptırmaya başladılar. Barış döneminde veya beylerinin tayini çıktığında işşiz kalan ve LEVENT
adını alan bu insanlar eşkiyâlık yaparak karınlarını doyurmaya başladılar.
NOT: İltizâm yöntemi Tanzimata(1839) kadar yürürlükte kalmış,bu tarihte kaldırılmıştır. Ancak
1855'ten itibaren iltizâma yeniden dönülmüştür.
İDARİ TEŞKİLATI:
Osmanlı ülkesi idari bakımdan EYALETLERE, eyaletler SANCAKLARA, Sancaklar KAZALARA, kazalar da
TIMARLI NAHİYELERİNE ayrılmıştı.
1)- EYALETLER (BEYLERBEYİLİK):
Eyaletlerin başında BEYLERBEYİ bulunuyordu. Eyalet içinde beylerbeyinin bulunduğu sancak PAŞA
SANCAĞI adıyla anılırdı. Beylerbeyi Divan-ı Hümayûnun küçük bir kopyesi olan "Eyalet divanı"nın
başıydı.
Eyalet Divanının üyeleri şunlardır:
1-Beylerbeyi: Eyaletin ve eyalet divanının başıydı. Hizmetinde KAPU HALKI denilen çok sayıda
görevli ve asker bulunurdu. Beylerbeyi tayini çıktığında kapuhalkını da beraberinde
götürürdü.
2-Beylerbeyi Kethüdası: Beylerbeyinin yardımcısıydı.
3-Eyalet Defterdarı: Eyaletin mâli işlerinden sorumluydu.
4-Eyalet Kadısı: Eyaletin yargı, belediye, noterlik vb. işlerinden sorumluydu.
5-Eyalet subaşısı: Bugünkü emniyet müdürü gibidir. Suçluların takibi ve yakalanmasında,
kadı tarafından verilen hükümlerin uygulanmasından ve merkezden gelen emirlerin
uygulanmasından sorumludur.
Osmanlı Devletinde eyaletler SALYANELİ ve SALYANESİZ olmak üzere ikiye ayrılıyordu.
Salyaneli (Yıllıklı) Eyaletler: Bu eyaletlerde tımar sistemi uygulanma, vergiler yıllık olarak
toplanırdı. Mısır, Habeş, Bağdat, Basra, Yemen, Tunus, Cezayir, Trablus salyaneli
eyaletlerdendi.
Salyanesiz (Yıllıksız) Eyaletler: Tımar(dirlik) sisteminin uygulandığı eyaletlerdir. Bu
eyaletlerdeki topraklar has,zeamet ve tımar olarak ayrılmıştır.Merkeze yakın eyaletlerdir.
Rumeli, Budin, Anadolu, Karaman, Dulkadir, Sivas, Erzurum, Diyarbakır, Halep, Şam, Trablusşam
salyanesiz eyaletlerdendir.
2)-SANCAKLAR: Kazaların birleşmesiyle meydana gelmişti. En üst dereceli yöneticisi SANCAK
BEYİ'dir.Sancaklarda asayiş sûbaşı ve Yasakçılar(asesler), kalenin korunması da kale
dizdarları tarafından yapılırdı.
3)-KAZALAR: Hem adlî hem de idarî birimdir. Kazaların başında yönetici olarak kadı bulunurdu.
İMTİYAZLI HÜKÜMETLER: Osmanlı devletinin hakimiyetini tanıyan Kırım Hanlığı, Mekke Emirliği,
Eflak, Boğdan ve Erdel Beylikleri,Sakız Cumhuriyeti imtiyazlı yönetimlerdi. Bunlar iç işlerinde
serbest olup, yöneticileri Osmanlı tarafından kendi soyluları arasından atanırdı. Bu
hükümetlerden Kırım Hanlığı ve Mekke Emirliği dışındakilerden yıllık belli bir vergi alınırdı.
TAŞRA TEŞKİLATINDAKİ DİĞER GÖREVLİLER:
Muhtesib: Çarşı ve pazar denetlemesi yapardı.Satılan mal ve fiatları kontrol ederlerdi.(zabıta)
Kapan Emirleri: Şehirlere gelen sebze-meyvenin toplandığı yerlere "kapan" denirdi. Kapan emiri
buraya gelen malın vergilendirilmesini sağlardı.(Hal müdürü)

Beytülmal Emini:Herhangi bir yerleşim yerinde kamuya ait çıkarları korumakla görevliydi.

Gümrük ve Bac Eminleri: Kasaba veşehirlerde sanat ve ticaretle ilgili vergileri toplarlardı.
TAŞRA TEŞKİLATINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER:
1864'te yayınlanan "vilayet nizamnamesi" ile ülke idarî bakımdan yeniden teşkilatlandırıldı.Buna
göre taşra yönetimi vilayet, liva(sancak), kaza ve köy birimlerine ayrıldı. Livaların yönetimi
MUTASARRIF'lara verildi.
1871'de kaza ve köy arasına NAHİYELER eklendi, bunların başına nahiye müdürleri seçimle
getiriliyordu.
MAHALLİ TEŞKİLAT:
Mahalle veya köy cemaatinin önde gelen kişisi İMAM'dır. İmam cemaatin isteğiyle belirlenir ve
kadı'nın onayıyla göreve başlardı.
Mahalle ve köy halkının ortaklaşa karşıladığı giderler şunlardır:
1)- Cami,okul,çeşme gibi yapıların onarımı ve ihtiyaçlarının karşılanması,
2)- İmam, müezzin, muallim gibi görevlilerin ücretlerinin ödenmesi,
3)- Divan-ı Hümayûn tarafından olağanüstü durumlarda konulan AVARIZ adı verilen vergilerin
ortaklaşa ödenmesi.
OSMANLILARDA HUKUK
Osmanlı Devletinde hukuk iki temele dayanıyordu:
1)- Şer'î Hukuk, 2)- Örfî Hukuk
1)-ŞER'İ HUKUK(İslam Hukuku=Fıkıh): Şer'i hukukun kaynaklarını Kur'an, Hadis, İcmâ ve Kıyas
oluşturuyordu. Şer'i hukuk sadece müslümanlara uygulanırdı. Kamu hukuku dışında kalan davalarda
müslüman olmayanlar, kendi dinî kurumlarında yargılanırlardı.
2)-ÖRFİ HUKUK: Türk gelenek ve göreneklerine göre düzenlenmiş kuurallarla, şer'i hukukun esaslarına
aykırı olmamak kaydıyla padişahların buyruklarından oluşurdu. Örfi hukukun esasları KANUNNAME
adıyla bir araya getirilmiştir.
NOT: Bilinen ilk Osmanlı Kanunnamesi Fatih Sultan Mehmet'in kanunnâmesidir.(KANUNNAME-İ ALİ OSMAN)

Osmanlı Devletinde Hukukun uygulanışı nasıldı?
Osmanlı Devletinde şer'i ve örfî bütün meseleler şer'î mahkemelerde çözümlenirdi. Eyalet, sancak ve
kazalardaki mahkemelerde "hakim" olarak KADI bulunurdu.Kadı'nın verdiği karardan şüphe duyanlar üst
mahkeme olarak Divan-ı Hümayûna başvurabilirlerdi.Daha küçük yönetim birimlerinde (nahiyelerde) kadı
adına hüküm verenlere NAİB denirdi. Mahkemelerde görülen davalar ŞERİYYE SİCİLLERİ denilen defterlere
kaydedilirdi.
Osmanlı Hukuk Düzeninde Meydana Gelen Değişmeler:
a)-II. Mahmut Döneminde değişmeler:
1-Görevden alınan memurların mallarına el koyma usulüne (müsadere) son verildi.
2-Memurların yargılanması, hükümet ile halk arasındaki davaların görüşülmesi için Meclis-i
Vala-i Ahkam-ı Adliye kuruldu.
3)- İlk olarak Adalet Bakanlığı(Nezareti Deavi) kuruldu.
b)-Tanzimat döneminde (1839-1876)değişmeler:
Hatırlanacağı gibi Tanzimat Fermanında (3kasım 1839) Herkes kanun önünde eşit olacak, bütün
herkesin can, mal ve namusları güven altında olduğu belirtilmişti. Yine Islahat fermanı(1856)
azınlıklara yeni haklar veriyordu.
Bu dönemde hukuk alanında önemli gelişmeler yaşandı:
1)- 1840'da Ceza Kanunu(kısmen Fransızcadan tercüme) 1850'de Ticaret Kanunu, 1863'de de Deniz
ve ticaret kanunu çıkarıldı. 1868'de Şurayı Devlet(DANIŞTAY) kuruldu.
2)- Bu kanunların yanısıra Tanzimatla birlikte KARMA mahkemeler kuruldu. Karma mahkemelerdeki
hakimlerin yarısı yabancı yarısı Osmanlı idi.
AÇIKLAMA: Yabancıların Türk mahkemelerinde yargıç olarak yer alması devletin egemenlik haklarıyla
uyuşmamaktadır.
3)- Tanzimat döneminde "İnsan hakları ve vicdan hürriyeti" bakımından önemli gelişmeler oldu.
Zenci esirliği yasaklandı ve mezhep değiştirmeyi yasaklayan kanun kaldırıldı.
4)- 1870'de AHMET CEVDET PAŞA başkanlığında bir kurul on yıl kadar çalışarak MECELLE'yi
hazırladı. Mecelle medeni kanun niteliğindeydi.
c)-Meşrutiyet Döneminde Meydana gelen değişmeler:
1876'da ilan edilen Kanuni Esasi Osmanlı Devletin'de anayasa hukukunun başlangıcıdır.
OSMANLI ASKERİ TEŞKİLATI
Kuruluş Döneminde Askeri Teşkilat:
Orhan Bey zamanında YAYA ve MÜSELLEMLER adlarıyla ilk düzenli birlikler oluşturuldu. I.Murat
zamanında ise Kapıkulu ocakları kuruldu.(1362)
A)-KAPIKULU OCAKLARI:
Padişah I.Murad zamanında oluşturuldu. O zaman İslam hukukuna göre savaş esirlerinin beşte biri
hükümdara ayrılırdı. Padişah da bunları özel hizmetlerinde kullanırdı. Bir bölümü de saray
hizmetlileri arasına alınırdı. I. Murad zamanında PENÇİK OĞLANI denilen bu savaş esirlerinin sayısı
arttı.Bunun üzerine bu esirlerden düzenli bir ordu kurularak yararlanılmak istendi.Bu sisteme "Pencik
Usulü" denildi.Böylelikle Kapıkulu ocakları oluşturuldu.
Devşirme Usulü:Kapıkulu ocakları kurulduktan sonra bu ocaklara sürekli bir kaynak bulmak amacıyla
DEVŞİRME USULÜ oluşturuldu. Buna göre özellikle Balkanlar'da yaşayan hırıstiyan
ailelerin çocukları ailelerinden alınarak İslam dinini,Türkçeyi ve Türk gelenek ve
göreneklerini öğrenmek üzere Türk ailelerinin yanına gönderilirdi. Tek çocuklu
ailelerin çocukları alınmazdı.Daha sonra bu çocuklar Acemi Oğlanlar ocağına
gönderilirlerdi.
KAPIKULU YAYALARI(PİYADELERİ)
1)- ACEMİ OĞLANLAR OCAĞI: Yeniçeri ve diğer Kapıkulu ocaklarına asker yetiştirmek için kurulmuştur.
Türk ailelerinin yanından gelen devşirme çocukları burada yapılan askeri eğitimden sonra
sınavdan geçirilir, başarılı olanlar Enderûn'a alınırdı. Diğerleri Kapıkulu ocaklarına
dağıtılırlardı.
2)- YENİÇERİ OCAĞI: Kapıkulu ocaklarının en önemlisidir. Savaş zamanında merkezde bulunur ve
padişahı korurlardı. Barışta ise Divân muhafızlığı yapmak, İstanbul'un güvenliğini sağlamak,
sınırlardaki kalelerde muhafızlık yapmak gibi görevleri vardı.
Yeniçerilere üç ayda bir "ULUFE" denilen maaş, padişah tahta çıktığında "CULÜS BAHŞİŞİ", ilk
sefere çıktığında da "SEFER BAHŞİŞİ" verilirdi. Yeniçerilerin komutanına "YENİÇERİ AĞASI"
denilirdi.
3)- CEBECİLER: Komutanlarına "CEBECİBAŞI" denilirdi. Yeniçerilerin silahlarını ve zırhlarını yapar,
onarır ve silah anbarlarında muhafaza ederlerdi.
4)- TOPÇU OCAĞI: Bu ocağın görevi top dökmek, ve topları kullanmaktı. Osmanlılar topu ilk defa
I.Kosova Savaşında kullandılar.
5)- TOP ARABACILARI OCAĞI: Top arabalarını yapan ve topları taşıyan ocaktı. Komuutanlarına
"ARABACIBAŞI" denirdi.
6)- HUMBARACILAR OCAĞI: Havan denilen toplarla, humbara denilen gülleleri hazırlayan ve kulanan
ocaktı.Komutanına "HUMBARACIBAŞI" denirdi.
7)- LAĞIMCILAR OCAĞI: Kale kuşatmalarında,hendek kazarak veya fitil döşeyerek surları yıkan teknik
bir sınıftı. Komutanına "LAĞIMCIBAŞI" denirdi.
8)- SAKALAR: Kapıkulu askerlerinin sularını taşırdı.Komutanına "SAKABAŞI" denirdi.

KAPIKULU SÜVARİLERİ(ATLILARI)
Altı Bölük halkı da denirdi.Derece ve maaş yönünden yeniçerilerden üstündüler.
Sipah ve silahtar; savaş sırasında padişah çadırını,
Sağ ve Sol ulufeciler; Saltanat sancaklarını
Sağ ve sol garipler; ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı.

B)- EYALET ASKERLERİ:

1)- TIMARLI SİPAHİLER: Tımar sistemi daha önceki Müslüman Türk devletlerinde gördüğümüz IKTA
sisteminin Osmanlılar tarafından geliştirilmiş şekliydi. Tımarlı Sipahiler kendilerine DİRLİK
verilen kişilerin beslemek zorunda oldukları tamamı Türklerden meydana gelen atlı
askerlerdi.Savaş sırasında ordunun sağ ve sol kanatlarında durarak,ordu merkezini yanlardan
gelecek saldırılara karşı korurlardı.Kanuni Sultan Süleyman'ın son zamanlarına kadar devletin en
önemli ve en büyük askeri gücüydü.
2)- AKINCILAR: Sınır boylarında oturan Türklerden meydana gelen hafif süvari kuvvetleriydi. Başlıca
görevleri; ordunun keşif hizmetlerini görmek, kaçan düşmanı kovalamak, düşmanı oyalamaktı.
3)- AZAPLAR: Kelime anlamı bekâr demektir. Masrafları kendi şehir ve kasaba halkı tarafından
karşılanan gönüllü kuvvetlerdi.
4)- DELİLER: Düşmana korkusuzca saldırmaları nedeniyle "deli" olarak adlandırılmışlardır.
5)- GÖNÜLLÜLER: Sınırdaki kasaba ve şehirleri korumakla görevliydiler.
6)- BEŞLİLER: Her beş haneden bir kişi alınarak oluşturulan bu birlikler sınırdaki kalelerin
korunmasında görevlendirilirdi.
7)- YAYA VE MÜSELLEMLER: Ordunun önünde giderek yolları ve köprüleri onarırlardı.

C)- YARDIMCI KUVVETLER:
Bir savaş zamanında bağlı hükümetlerin(Kırım,Eflak-Boğdan) askerleri de Osmanlı ordusuna yardım
ederlerdi. Bunlar içinde en önemlisi Kırım kuvvetleriydi.

DENİZ ORDUSU(DONANMA):
Osmanlılar Orhan Bey zamanında Karesi Beyliğini ele geçirince bu beyliğin donanmasına da
sahipolmuşlardır. Yıldırım Bayezıt tarafından Gelibolu'da bir tersane yapılmıştır. Fatih zamanında
gelişmeye başlayan donanma, II.Beyazıt zamanında Kemal Reis'in, Kanunî zamanında da Barbaros
Hayrettin Paşa'nın Osmanlı hizmetine girmesiyle Akdeniz'de en üstün güç haline gelmiştir.
Donanma komutanına Kaptan-ı Derya veya Kaptan Paşa, deniz askerlerine ise LEVENT denirdi.
Barbaros Hayrettin Paşa, Turgut Reis, Salih Reis, Pirî Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis, Kılıç Ali
Reis meşhur Türk denizcileridir.

OSMANLI ORDUSUNDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER VE SEBEPLERİ:
Osmanlı ordusunda meydana gelen bozulmaların temelde iki nedeni vardı;
1-Avrupadaki gelişmeler, 2-Tımar sistemindeki bozulmalar
1)- Avrupa'da merkezi krallıkların güçlenmesiyle daimi nitelikte ve yeni silahlar kullanan Batı
ordularına karşı, çoğunluğu tımarlı sipahilerden oluşan Osmanlı ordusunun eskisi kadar başarılı
olamayışıydı. Çünkü Avruupa orduları daimi olduklarından onlar için "savaş zamanı" diye bir şey
söz konusu değildi. Oysa tımarlı sipahi hasat zamanı köyünde bulunmak, öşrünü toplamak
düşüncesindeydi.Ayrıca yeni savaşteknikleri ve silah kullanımı ancak kışlada özel eğitimle
verilebileceğinden tımarlı sipahinin savaşlarda etkiside kalmamıştı.Bu nedenle tımarlılar 17.
yüzyıldan sonra sadece yol ve istihkam işlerine bakan askerler haline geldiler.
2)- Tımar sisteminin bozulmasına bağlı olarak kapıkulu ocaklarının da bozulmasıdır.

TIMAR SİSTEMİNİN BOZULMASININ MEYDANA GETİRDİĞİ SONUÇLAR:
1- Devlet ulûfeli tüfekli kapıkulu askerinin sayısını artırmak zorunda kaldı.
2- Sayıları çoğalan kapıkullarına ulûfe yetiştirmek güçleşti.Hazinenin yükü arttı.
3- Eyaletlerdeki tımarlı sipahiler ile kapıkulu birbirine karşı denge unsuru idiler. Tımarlı
sipahiler kalkınca, kapıkulları devlete hükmeder hale geldiler.
4- Kapıkulu askeri ihtiyacı artınca "devşirme sistemi" de bozuldu. Devşirme olmayan kişiler de
kapıkulu askeri yapıldı.
5- Köylü kapıkulu askeri olmak isteyince toprağını bıraktı.Bu yüzden üretimde azaldı.
KAPIKULU OCAKLARINDAKİ BOZULMALAR:
Askerî alandaki başarısızlıkları önlemek için 17. yüzyıldan itibaren askeri teşkilatta yeni
düzenlemelere ihtiyaç duyuldu. Ancak bu düzenlemelere Yeniçeri ocakları karşı koydular. Yeniçerilerin
başlıca ayaklanmaları şunlardır:
1- Yeniçeriler 17. yüzyılın başında sadrazamın görevden alınması için padişah III. Mehmet'i ayak
divanına çağırmışlar, padişah istekleri kabul etmek zorunda kalmıştır.
2- Padişah II.Osman Lehistan seferi sırasında yeniçerilerin isteksiz davranışını görünce, sefer
dönüşü Anadolu,Mısır ve Suriyeden toplayacağı askerle yeniçerileri kaldırmayı düşünmüş, ancak
bunu öğrenen yeniçeriler ayaklanarak II.Osmanı şehit etmişlerdir.
3- IV.Murat saltanatının ilk yıllarında yeniçerilerin isteklerini kabul etmek zorunda kalmış,fakat
sonra sert tedbirlerle onları sindirmiştir.
4- IV.Mehmet zamanında zorbalıkları devam eden yeniçeriler 1656'da devlet adamlarını öldürdüler.
(Vakayı Vakvakiye=Çınar vakası)
5- 1687'de IV.Mehmet'i tahttan indirerek yerine II.Süleyman'ı geçirdiler.
6- Nizam-ı Cediti kuran III. Selim'i tahttan indirdiler. (Kabakçı Mustafa Ayaklanması)

YENİÇERİLERİN AYAKLANMALARININ BAŞLICA SEBEPLERİ:
1-Padişah ve diğer devlet adamlarının yeniçeri ocaklarında düzenlemeler yapmak istemeleri,
2-Saray entrikaları sonucu vezir veya diğer devlet adamlarının yeniçerileri kışkırtmaları
3-Padişah değişikliğinde cülus bahşişi aldıklarından padişahları tahttan indirerek yerine yenisini
geçirmenin işlerine gelmesi
4-Pekçoğunun İstanbul'da esnaflık gibi işlerle uğraşmalarından sefere gitmek istememeleri
5-Maaşlarının düşük ayarlı para ile ödenmesi
6-Denge unsuru olan tımarlı sipahilerin ortadan kalkmasıyla devlet içinde en etkili güç haline
gelmeleri,
7-Tımar sisteminin çökmesiyle sayılarının ve güçlerinin artması

KAPIKULU OCAKLARINDA YAPILAN ISLAHATLAR:
1- I.Mahmut (1730-1754) zamanında Fransız asıllı olan Humbaracı Ahmet Paşa ordunun topçu ve
humbaracı ocaklarını Avrupa yöntemlerine göre ıslah etti. Ayrıca bu dönemde Hendeshane kuruldu.
2- III.Mustafa(1757-1774) zamanında topçu ocağı Baron dö Tot tarafından yeniden ıslah edildi. "Sürat
topçuları" adıyla yeni bir askeri birlik kuruldu.
3- III.Selim (1789-1807) Nizam-ı Cedit adıyla yeni bir ordu kurdu(1793).
4- a)-II.Mahmut döneminde(1808-1839) sadrazam Alemdar Mustafa Paşa SEKBAN-I CEDİT ocağını kurdu.
b)-Alemdar Mustafa Paşanın öldürülmesi üzerine Sekban-ı Cedit kapatıldı.II.Mahmut EŞKİNCİ adıyla
yeni bir ocak kurdu.
c)-II.Mahmut 1826'da yeniçerileri ortadan kaldırdı. Bu olaya Osmanlı tarihinde "Vakayı Hayriye"
denir. Yeniçeri ocağının yerine ASAKİR-İ MANSURE-İ MUHAMMEDİYE adında yeni bir kuruldu.Bu
orduya daha sonra NİZAMİYE adı verildi. Komutanına da SERASKER(Kara kuvvetleri komutanı)
denildi.
5- Tanzimat Devrinde askerlik "vatan görevi" olarak kabul edildi(1843).Temel askerlik süresi 5 yıl
olarak belirlendi.
6- 1870'de "askeri zaptiye" teşkilatı (jandarma) kuruldu.

NOT: Yukarıda dönemler içinde bir çok askeri okul ve kurum açılmıştır. Bu okul ve kurumlar "Eğitim
Öğretim" ünitesi içinde ayrıca belirtileceğinden burada anlatılmamıştır.

OSMANLILARDA VAKIF TEŞKİLATI
Vakıf : Bir müslümanın malının bir bölümünü veya tamamını hayır amacıyla bağışlamasına denir.
Vâkıf : Vakfeden kişiye denir.
Mevkûf : Vakfedilen mala denir.
Mütevelli: Vakıf yöneticisine denir.
Vakfiye : Kadı huzurunda düzenlenen, vakıf şartlarını belirten sözleşmeye denir.

VAKIFLARIN ÖNEMİ: Vakıflar yoluyla şehir, kasaba, köy gibi yerleşim merkezlerinde cami, medrese, yol,
çeşme vb. bir çok yapı vakıflar yoluyla yapılmış, böylelikle devlete imar konusunda yapılacak fazla
bir şey kalmamıştır.

OSMANLI TOPLUMU
OSMANLI TOPLUMUNUN ETNİK YAPISI:
Osmanlı Devleti kurulduğunda halkının tamamı Türktü. Sonraki dönemde toprak genişlemesi sonucu bir
çok ulus (Yunan,Bulgar,Sırp,Arnavut,Macar,Hırvat,Sloven,R omen,Arap Macar...) Osmanlı yönetimine
girdi. Osmanlı Devleti çok uluslu bir imparatorluğa dönüştü.

NOT: Bu çok uluslu yapının çatırdayarak, Osmanlı Devletinin parçalanmasına neden olan en önemli dış
gelişme FRANSIZ İHTİLALİ'dir.

OSMANLI TOPLUMUNDA SOSYAL HAREKETLİLİK
A)-YATAY HAREKETLİLİK: Bir toplumun ülke coğrafyası üzerinde çeşitli sebeplerle yer değiştirmesi(göç)
olayına yatay hareketlilik denir.
a)-Kuruluş ve yükselme dönemlerinde yatay hareketlilik:
Bu dönemlerde yatay hareketlilik FETHEDİLEN yerlere doğru yerleşme şeklinde görülür. Osmanlı
Devleti bu dönemde Balkanlar'daki Türk nüfusunu artırmak için yatay hareketliliği teşvik edici
uygulamalar yapmıştır.
Bu TEŞVİK UYGULAMALARI şunlardır:
1- Bataklık yada ıssız yerlere vakıflar kurmak yoluyla buraların ekonomik hayatını
canlandırmış, insanların buraya yerleşmesini özendirmiştir.
2- Fethedilen yerlere yerleşeceklere bir takım vergi kolaylıkları sağlanmıştır.
b)-Osmanlı Devletinde Duraklama Devri sonrası Yatay Hareketlilik:
1- Bu dönemlerde kaybedilen yerlerdeki Türk ve müslüman halk içkesimlere göç etmek zorunda
kalmıştır.
2- Nüfus artışı, ekonomik güçlükler ve eşkiyalık hareketleri gibi nedenlerle kırsal kesimdeki
halk büyük kentlere göç etmiştir.
B)-DİKEY HAREKETLİLİK:
Bir sınıftan başka bir sınıfa geçmek veya bulunduğu sınıf içinde daha yüksek mevkilere gelmeye
"Dikey hareketlilik" denir. Ortaçağ Avrupa'sının sınıflı toplumlarında ve Hindistan'daki "Kast"
teşkilatının katı sınıfsal yapısında dikey hareketlilik yoktur. Çünkü buralardaki sınıflar kan
bağına dayanmaktadır. Örneğin; baron, dük, kont, Lord olabilmenin şartı bu kimselerin soyundan
gelmektir.
Osmanlı Devletinde "kan bağına" dayanan sınıfsal bir yapı olmadığından dikey hareketlilik yoğun bir
şekilde görülür. REAYA dediğimiz yönetilenlerden bir kişinin, yönetenlerden saydığımız
seyfiye,ilmiye yada kalemiyeye geçmesi mümkündür.(padişah olmak hariç) Bunun için başlıca iki şart
vardı: 1- Müslüman olmak, 2- Eğitim öğretim görmek.
Reaya içindeki müslüman olmayanların DEVŞİRME yoluyla müslümanlaştığını ve kapıkulu sistemi içinde
eğitimlerini tamamlayarak devletin önemli kadrolarında görev aldıklarını görüyoruz. Mesela 1453-1566
yılları arasında görev yapan 24 veziri azamın 20'si devşirmedir.

OSMANLI TOPLUMUNUN DİNİ YAPISI
Osmanlı Devletinde yönetime katılmayan, geçimini tarım ve sanayi alanında üretim yapmak ve
ticaretle uğraşmak yoluyla sağlayan ve devlete vergi veren halka REAYA deniliyordu. Reaya çeşitli
din,dil ve ırklara mensup topluluklardan oluşuyordu.
Osmanlı Devletinde Millet kavramı günümüzdeki anlamından farklıydı. Aynı din ve mezhepten gelen
topluluklar bir "millet" sayılıyordu. Buna göre Müslümanlardan başka 3 temel millet daha vardı:
Ortodokslar, Ermeniler ve Yahudiler
1- Müslümanlar: Türkler, Araplar, Acemler, Boşnaklar ve Arnavutlar müslüman milletini
oluşturuyorlardı.
2- Ortodokslar: Ortodoksların devletle ilişkileri FENER PATRİKHANESİ ve PATRİK tarafından
yürütülüyordu. Patrik "vezir" seviyesindeydi. Seçimle ve padişahın onayı ile başa geçiyordu.
3- Ermeniler: "Monofizm" denilen bir öğretiyi benimsemişlerdi. Ortodoks kilisesi tarafından
dinsizlikle suçlanıyorlardı. Ayrı bir patrikliği bulunmaktaydı.
4- Yahudiler: Osmanlı nüfusu içinde sayıları pek fazla olmayan Musevilere (% 1) bir millet olarak
örgütlenme imkanı tanınmıştı. Bunlar ticaret, bankacılık gibi işlerle uğraştıkları için kısa
zamanda zenginleştiler. Musevilerin devletle ilgili işlerinden İstanbul'daki
"hahambaşı" sorumluydu.
OSMANLILARDA MİLLET SİSTEMİNİN DEĞİŞMESİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLER:
1)- Rusya'nın 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Osmanlı Ortodokslarının KORUYUCUSU olarak ortaya
çıkması ve Osmanlıların iç işlerine karışması
2)- Fransız ihtilalinin Osmanlı ülkesinda yaşayan Gayri müslim toplumlarda MİLLİYETÇİLİK duygusunu
uyandırması, batılı devletlerinde milliyetçilik hareketlerini desteklemesi
3)- Batılı Devletlerin sık sık Osmanlının iç işlerine müdahale etmesi sonucu Osmanlı Devletinin
Tanzimat ve Islahat Fermanıyla, Meşrutiyeti ilan etmesi
Tanzimat Fermanıyla (1839) gayri müslim tebaaya geniş haklar verilerek, yurttaşlar arasında her
türlü ayrım yasaklandı. Eyaletlerde kurulan meclislere gayri müslimlerde katıldı.
Avrupa Devletlerinin hırıstiyanlara verilen hakların genişletilmesi konusundaki baskıları sonucu,
Kırım Savaşından sonra "Islahat Fermanı" ilan edildi(1856).
Islahat Fermanıyla hırıstiyanlar askerlik hizmetine, okullara ve memurluklara alınacaktı. Harac
vergisi kalkacaktı.
TANZİMAT VE ISLAHAT FERMANININ MİLLET SİSTEMİNE ETKİSİ:
Tanzimat ve Islahat Fermanıyla Hırıstiyanlara verilen haklar, Müslüman halk üzerinde hoşnutsuzluk
uyandırdı, hırıstiyanlar arasında da Milliyetçilik duygusunun daha da yayılmasına neden oldu. Gayri
müslimlerin devlete sadakati kalmadı.
YERLEŞİM DURUMUNA GÖRE OSMANLI TOPLUMU
A)-ŞEHİRLERDE YAŞAYANLAR: Osmanlı Devletinde şehirlerde yaşayan halkı mesleklerine göre 4 grupta
inceleyebiliriz:
1-Askeriler(Umera) 2-Tacirler(Tüccar) 3-Esnaf ve zanaatkarlar 4-Diğer gruplar

1- ASKERîLER: Osmanlı şehirlerinde seyfiye, ilmiye ve kalemiyeden bir çok görevli bulunurdu.Bu
görevlilere "Askeriler" yada "Ümera" denirdi.Askerî(yönetenler) ve Reâya(yönetilenler)
arasındaki tek belirleyici fark askerîlerin vergi vermemesi, reâyanın ise vergi vermesiydi.
2)-TACîRLER(Tüccar): Tüccarlar niteliklerine göre üç gruba ayrılmışlardı:
a)- Sermayedar:Bunlar çoğunlukla bir malı ucuz ve bol bulunduğu dönemda alır ve fiat
yükseldiğinde satarak kar ederlerdi.
b)- Taciri Seffar: Bunlar bir malı ucuz olan bölgeden alarak,pahalı olan bölgeye
getirerek satarlardı.
c)- Örgütlenmiş Tüccar: Belli bir yerde mal gönderebileceği güvenilir temsilcileri
olan tüccarlar.
3)- ESNAF VE ZANAATKARLAR :
AHİLİK TEŞKİLATI: Anadolu'da 13. yüzyılda yayılmış olan esnaf, zanaatkâr ve işçileri toplayan
teşkilattır. Anadolu Selçuklu Devletinin sosyal düzeninin sağlanmasında ve Osmanlı devletinin
kuruluşunda etkili olan ahîlik teşkilatı dinî, ahlakî, sosyal ve ekonomik bir nitelik
taşıyordu. Ahîlikte her mesleğin bir pîri ve pîr çevresinde toplanan meslek sahipleri vardı. Bu
meslek sahiplerinin güven, doğruluk, tövbe ve hidayet gibi kurallara uyma zorunluluğu vardı.
LONCA TEŞKİLATI: Osmanlı toplumunda esnaflar LONCA adı verilen teşkilatlara sahiptiler. Her
esnaf muhakkak bir loncaya kayıtlı olur, loncasının koruması ve denetimi altında bulunurdu.
Bugünkü tabipler odası, mimarlar odası, şoförler cemiyeti gibi... Dükkan açma hakkına GEDİK
denilirdi. Gedik'e sahip olmak için çıraklık, kalfalık yapıp, ustalık belgesini almak
gerekirdi.
Loncaların başlıca görevleri şunlardı:
1- Üye sayısını, üretilen malların kalitesini,fiyatını belirlemek
2- Esnaf arasındaki haksız rekabeti önlemek,
3- Esnaf ile devlet arasındaki ilişkileri düzenlemek,
4- Üyelerine kredi vermek.
Her loncada yaşlılardan meydana gelen 6 kişilik bir "ustalar kurulu" vardı. Bunların en
yaşlısı başkan olur ve ŞEYH adını alırdı.
Şeyh: Çıraklık ve ustalık törenlerini yönetir ve cezaların uygulanmasını sağlardı.
Kethüda: Loncayı dışarda temsil eder, hükümetle ilişkileri düzenlerdi.
Nakib: Şeyhi temsil eder,esnafla şeyh arasında aracılık yapardı.
Yiğitbaşı: Disiplin işleri ve esnafa hammadde dağıtımını yapardı.
Ehl-i Hibre: İki kişiydiler. Mesleğin sırlarını bilen, malların kalitesi bildiren, fiyat
belirleyen uzman. (Bilirkişi)
Bu 6 kişiden oluşan Lonca kurulunun dışında Lonca teşkilatıyla ilgili devlet görevlileri de
vardı;Bunlar:
Kadı: Lonca birliklerinin en üst makamıydı. Esnaf arasındaki anlaşmazlıkları çözümler ve
yukarıda belirtilen altı kişilik kurulun seçilmesini onaylar veya görevden alırdı.
Muhtesib: Çarşı ve pazar denetlemesi yapardı.Satılan mal ve fiatları kontrol ederlerdi.(zabıta)
Esnafı a)- Üreticiler b)- Hizmet erbabı olarak ikiye ayırabiliriz.
a)-Üreticiler: Hammaddeyi işleyerek, işlenmiş madde haline getiren esnaflardır. Örneğin:
Bakırcı, kılıççı, fırıncı, demirci gibi...
b)-Hizmet Erbabı: Toplum için gerekli bir hizmeti yapan esnaftır. Örneğin: Berberler, hammallar
gibi...
4)- DİĞER GRUPLAR: Osmanlı şehirlerinde Askerîler, tacîrler ve esnaflardan başka meslek ve toplum
grupları da vardı. Bunların başlıcaları; yabancı tüccarlar, seyyahlar, yabancı ülke
temsilcileri, köyden kente göç etmiş işşizler, seyyar satıcılardır
B)- KÖYLERDE YAŞAYANLAR:
Köylerde yaşayanları şöyle gruplayabiliriz:
1)- Çiftçiler: Bunlar dirlik sahiplerinden veya devletten aldıkları 50-150 dönüm arasında
ÇİFTLİK denilen toprakları işlerlerdi. Ürün vergisi olarak "Öşür" veya "harac"
vergisini öder, toprak vergisi olarak da ÇİFT RESMİ'ni verirlerdi.Üç yıl toprağını ekmeyen
veya terkeden çiftçinin toprağı başkasına verilirdi. Bu takdirde bu kişiden ÇİFTBOZAN AKÇESİ
adıyla bir vergi alınırdı.
2)- Tımar Beyleri: Köylerde yaşayan beyler, çiftçinin denetimini yapar, güvenliği sağlarlardı.
3)- Muaflar: Köylüler arasında hiç vergi vermeyen veya çok az verenlere " MUAF " denirdi.
Derbentçiler, emekli sipahiler, kalelerde görev yapanlar, din görevlileri, ilim adamları
muaflar içinde yer alıyordu.
C)- GÖÇEBELER (KONARGÖÇERLER):
Türk oymaklarının başındakilere BEY, Arap aşiretlerinin başındakilere ŞEYH adı veriliyordu.
Bunların devletle ilgili işlerini KETHÜDA denilen yardımcıları yürütürdü. Hayvancılıkla uğraşan
konargöçerler, devlete hayvan veya sürü başına AĞIL RESMî denilen bir vergi öderlerdi.
OSMANLI EKONOMİSİ
OSMANLI EKONOMİSİNİN TABİİ KAYNAKLARI:
1)- İNSAN : Osmanlı devletinde son yıllara gelinceye dek bugünkü anlamda bir nüfus sayımı
yapılmamıştı. İlk nüfus sayımı 1831'de II.MAHMUT döneminde yapıldı. Osmanlı Devleti'nin bundan
önceki dönemlerine ait nüfus bilgilerini ise Tahrîr defterlerinden öğreniyoruz.
TAHRîR DEFTERLERİ: Bir yer fethedildiğinde ya da belirli aralıklarla kaza ve sancakların vergi
yükümlüsü "erkek nüfusunu" ve bunların ödeyeceği vergi miktarını saptamak amacıyla "TAHRîR"
denilen bir sayım yapılırdı. Tahrir defterlerini "Nişancı" tutar, bir örneği de Eyalette
saklanırdı.
2)- TOPRAK : Osmanlı Devletinde ekonominin en önemli kaynağı topraktı.

OSMANLILARDA TOPRAK SİSTEM

A)- MİRî ARAZİ B)- MÜLK ARAZİ C)-VAKIF ARAZİ
1)- Havass-ı Hümayun toprakları
2)- Paşmaklık toprakları 1)- Öşür Topraklar
3)- Malikâne toprakları 2)- Haraci Topraklar
4)- Yurtluk ve Ocaklık Toprakları
5)- Dirlik Toprakları
a)- Has
b)- Zeamet
c)- Tımar

A)- MİRî ARAZİ: Mülkiyeti devlete ait olan topraklardır. Mirî toprakların başlıcaları şunlardır:
1)- Havass-ı Hümayun Toprakları: Gelirleri doğrudan doğruya devlet hazinesine giren topraklar
olup, mukataa ve iltizam yoluyla yönetilirdi.
2)- Paşmaklık toprakları: Gelirleri padişah kızlarına ve ailelerin bırakılan topraklardı.
3)- Malikâne toprakları: Devlet adamlarına hizmetleri karşılığı mülk olarak verilen
topraklardı.
4)- Yurtluk ve Ocaklık Toprakları: Fetih sırasında bazı kumandanlara, hizmetlerine karşılık
olmak üzere verilen topraklardır.
5)- Dirlik (Tımar)Toprakları: Vergi geliri, devlet adamlarına ve askerlere hizmet veya maaş
karşılığı verilen topraklardır. Dirlik sahibi, toplanan verginin maaş olarak ayrılan
"Kılıç hakkı" olarak ayrılan bölümünden geriye kalanla CEBELÜ denilen tam teçhiatlı asker
yetiştirirdi. Dirlik topraklar üçe ayrılırdı: a)- Has b)- Zeamet c)- Tımar
B)- MÜLK ARAZİ: Mülkiyeti kişilere ait topraklardır. İki bölümde incelenebilir:
1)- Öşriyye (öşür topraklar): Bu topraklar, fethedildiği zaman MÜSLÜMANLARA verilmiş veya
fethedildiğinde müslümanlara ait olan topraklardır. Bu gibi topraklar sahiplerinin malı
olup, dilediği gibi kullanırlar, satabilirler, vakfedebilirler yada çocuklarına miras
olarak bırakabilirlerdi. Bu toprakların sahipleri arazi vergisi olarak ÇİFT RESMİ, ürün
vergisi olarak da "ÖŞÜR" vergisini verirlerdi.
2)- Haraciye (Haracî topraklar): Bu topraklar bir yerin fethinden sonra GAYRî MÜSLİM halkın
elinde bırakılan,onlara mülk olarak verilen topraklardır. Sahipleri, dilediği gibi
kullanırlar,satabilirler, vakfedebilirler yada çocuklarına miras olarak bırakabilirlerdi.
Bu toprakların sahipleri arazi vergisi olarak HARAC-I MUVAZZAF ürün vergisi olarak da
HARAC-I MUKASSEM vergisini verirlerdi.
C)- VAKIF ARAZİ: Gelirleri kişiler ya da devlet tarafından hayır kurumlarına bırakılan
topraklardı.
TOPRAK SİSTEMİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER:
1)- Tımar sisteminin bozulmasıyla, "Dirlik topraklar" MİRî MUKATAA'ya çevrilerek, yani gelirleri
hazineye devredilerek, peşin alınan bir bedel karşılığı üç yıllığına "İltizam"a verilmeye
başlandı.
NOT: Mültezîm denen iltizam sahipleri daha fazla vergi toplamak için halka baskı
yapmışlardır. Bu durum "Celali isyanlarına" veya vergisini ödeyemeyen köylünün toprağını
terk ederek büyük şehirlere göç etmesine neden olmuştur.
2)- Devletin artan masraflarının karşılanması için Mukataalar mültezîmlere üç yıllık dönemler için
değil, ömür boyu verilmeye başlandı. Bu sisteme MALİKANE USULÜ denilir. (1695'te)
3)- "Malikane usulüyle" sağlanan gelirlerde yetmeyince, bu defa Mukataaların yıllık kârları paylara
ayrılarak satılmaya başladı. Bu usule de ESHAM USULÜ denilmiştir. (1775)
4)- Tımar ve zeâmet sistemi II.Mahmut zamanında kaldırılarak başta valiler olmak üzere devlet
memurları memurları maaşa bağlanmıştır.
5)- 1854'te "Arazi kanunnamesi" ile MÜLKİYET sistemine geçilerek, uzun süre bir toprağı kullananlar
o toprağın sahibi olmuşlardır. (Zilliyet)
6)- 1858'de çıkarılan bir başka "arazi kanunu" ile tarım ürünlerinden alınan çeşitli vergiler
kaldırılarak, tek vergi olarak "AŞAR" vergisi yürürlükte tutuldu.
AYAN VE EŞRAF: Şehirlerin, köylerin, aşiretlerin ileri gelenlerine "Ayân ve eşraf" denilirdi. Bu
kişiler bulundukları yerlerde en etkili ve zengin kişilerdi.

AYAN VE EŞRAFIN GÜÇLENMESİNİN SEBEPLERİ:
1- Tımar topraklarının mukataaya çevrilmesiyle, bu toprakları iltizama alanlar genellikle "Ayânlar"
oldu. Böylelikle Dirlik sahiplerinin haklarına sahip olan âyânlar bulundukları yerleri yönetmeye
başladılar.
2)-Merkez teşkilatını bozulmasıyla "beylerbeyi" veya "sancak beyi" olarak atananlar makamlarına
gitmeyerek o eyalet yada sancaktaki âyânı MÜTESELLİM (vekil) olarak görevlendirmiştir. Ayanlar
böylelikle devlet gücünün temsilcisi durumuna gelince daha da güçlenmişlerdir.
NOT: II. Mahmut döneminde âyânlarla padişah arasında SENED-İ İTTİFAK diye bir belge imzalayarak
anlaşma yoluna gitmiştir. (1808)
OSMANLI EKONOMİSİNDE TARIM
Osmanlı ekonomisinin en önemli sektörü tarımdır. 17. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devleti
tarım ürünleri bakımından kendine yeten bir ülkeydi. Ancak, zaman zaman karşılaşılan kuraklık, sel,
isyanlar, göçler,ve tımar sisteminin bozulması üretim kayıplarına neden olmuştur. Özellikle hububat,
bağ-bahçe ziraâti ön plandayken, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa'da sanayinin gelişmesi doğrultusunda
tütün, pamuk gibi sanayi bitkilerinin üretimi önem kazanmıştır. Ayrıca Avrupa'nın tarım ürünü
ihtiyacı artınca Osmanlı Devletinde GEÇİMLİLİK düzeyde üretimden PAZAR EKONOMİSİ'nin ihtiyaçlarını
karşılayacak bir üretim düzeyine gelinmiştir.
OSMANLI EKONOMİSİNDE HAYVANCILIK
Hayvancılığın Osmanlı ekonomisine katkıları şunlardı:
1)-Tarım alanında : Toprakları ekmek için öküz, manda gibi hayvanlardan yararlanılıyordu.
2)-Gıda alanında : Etinden yağından,sütünden yararlanılıyordu.
3)-Sanayi alanında: Yünü ve derisi giyim, dokuma ve ayakkabı üretiminde hammadde olarak
kullanılıyordu.
4)-Ulaşım alanında: At,katır ,eşek gibi hayvanlar taşıma ve ulaştırmada kullanılıyordu.
5)-Maliye alanında: Hayvanlardan ve hayvansal ürünlerden alınan vergiler devletin başlıca
gelir kaynaklarını oluşturuyordu.
OSMANLI EKONOMİSİNDE MADENCİLİK
Osmanlı devleti'nde madenler iltizam olarak dağıtılırdı. Çıkartılan madenlerin çoğu ülke içinde
işlenemediğinden dışarıya ihraç edilirdi.
NOT: Osmanlılarda ilk madenin işletilmesi Osman Bey zamanındadır. Bilecik'in fethi ile buradaki
demir madeni işletilmiştir.
OSMANLI EKONOMİSİNDE SANAYİ
Osmanlı Devletinde sanayi kesimi esnaf birlikleri(Lonca) halinde teşkilatlanmıştı.Esnafın üretimi
elemeği-göznuruna dayanıyordu. Bu mevcut sanayi öncesi üretim başlangıçta ülke ihtiyaçlarını
karşılıyordu. Ankara'da sof, Bursa'da İpekçilik, Selanik'te çuhacılık, Bulgaristan'da aba
Kayseri,Manisa ve Tokat'ta dericilik(debbağlık) yaygındı. Ayrıca Osmanlı Devletinde savaş araç ve
gereçlerini üretmek için fabrika ve imalathaneler de kurulmuştu.
Bunlar:
Tersane (Gemi yapım yeri): ilk büyük Osmanlı tersanesi Yıldırım Bayezıt tarafından Gelibolu'da
yapıldı. Daha sonraki dönemlerde İstanbul, Sİnop,İzmit, Süveyş, Basra gibi sahillerde başka
tersaneler de kuruldu.
Tophane: İstanbul'un fethinden önce Edirne ve Bursa'da, fetihten sonra da İstanbul'da top döküm
tesisleri kuruldu.
Baruthane: İlk baruthane Gelibolu'da kuruldu.

AVRUPADAKİ EKONOMİK GELİŞMELERİN OSMANLI SANAYİİNE ETKİLERİ:
1)- Coğrafi keşiflerle zenginleşen Avrupalılar; artan tüketim eğilimlerini, elde ettikleri altın ve
gümüşle Osmanlı pazarlarından karşılayınca esnaf hammadde bulmakta zorlandı.
2)- Sanayii inkılâbı sonucu bol ve ucuz, üstelik kapitülasyonlar nedeniyle düşük gümrüklü Avrupa
mallarıyla Osmanlı esnafı rekabet edemedi.
NOT: Esnafı zorlayan başka bir konuda şehirlere göç eden köylünün,maaşları alan yeniçerilerin ve
diğer grupların esnaflığı yeni bir geçim yolu olarak görmesiydi. Bu durum esnaf
teşkilatlarının disiplinli yapısını bozmuş, artan esnaf sayısı geçimlerini iyice
zorlaştırmıştır.

OSMANLI DEVLETİNİN SANAYİİYİ GELİŞTİRMEK İÇİN ALDIĞI TEDBİRLER:
1)- Sanayi hammaddelerinin ihracını yasaklamıştır.
2)- Gelişmiş teknolojiyle yeni imalathaneler açmıştır.
3)- Islah-ı Sanayii Komisyonu kurarak, esnaf birliklerini canlandırmaya ve onları şirketleşmeye
çalışmıştır.
Osmanlı Devleti Tanzimat fermanıyla ülkenin kalkınması için yabancı sermayeden yararlanacağını
açıklamıştı. Bu yolla Osmanlı ülkesinde haberleşme ve ulaşımı geliştiren adımlar atılmıştır.
Kırım savaşı sırasında ilk defa TELGRAF hattı döşenmiştir. Yine yeni bir teknoloji olan
"demiryolu" Osmanlı ülkesine girmiştir. Verilen imtiyazlarla İngilizler Batı Anadolu hattını,
Almanlarda Bağdat Demiryolunu inşa etmişlerdir.
OSMANLILARDA TİCARET
ANADOLU'DA TİCARET YOLLARI:
1- Sağ Kol: İstanbul'dan (Üsküdar) başlayan bu yol, Konya, Adana üzerinden Halep'e uanıyordu.
2- Orta Kol:İstanbul'dan (Üsküdar) başlayan bu yol,Diyarbakır'a buradanda Musul ve Bağdat'a
kadar uzanıyordu.
3)-Sol Kol: İstanbul'dan (Üsküdar) başlayan bu yol, Erzurum ve Kars'a uzanıyordu.
RUMELİ'DE TİCARET YOLLARI:
1- Sağ Kol: İstanbul'dan Bulgaristan, Eflak-Boğdan ve Erdel'e uzanıyordu.
2- Orta Kol: İstanbul'dan Edirne,Belgrad üzerinden Avrupa içlerine uzanıyordu.
3)-Sol Kol: İstanbul'dan Edirne, Selanik üzerinden Mora'ya uzanıyordu.
TİCARETLE İLGİLİ DEYİMLER:
Menzil : Yol üzerindeki konaklama noktaları denirdi.
Menzil Teşkilatı: Haberleşme TATAR denilen ulaklar tarafından yapılıyordu. Devlet habercilerin çabuk
gitmelerini sağlayacak dinlenmiş atları ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için
konaklama yerine yakın köy ve kasabalardaki bazı aileleri bu iş için
görevlendirirdi. Bu teşkilata "menzil teşkilatı" denirdi.
Derbentçi : Ana yolların, boğaz ve geçitlerin güvenliğinden sorumluydu.
Mekkâri Tâifesi : Yolcu ve mal taşıma işlerini meslek edinen esnaflara verilen ad.
OSMANLI TİCARET GELİRLERİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER:
1)- Ticaret yollarının değişmesi(Ümit Burnu)
2)- Kapitülasyonlar
3)- 1838 Balta Limanı Antlaşması
KAPİTÜLASYONLAR:
Kapitülasyon: Gümrük,Hukuk,ve ekonomik konularda verilen ayrıcalıklara denir. İlk ticari
imtiyazlar ORHAN BEY tarafından CENEVİZLİLER'e verildi.
İstanbul'un fethinden sonra Fatih "Ceneviz" ve "Venedikliler'e" ticarî imtiyazlar
tanıdı.
Kanuni Sultan Süleyman 1535' de Fransızlarla Osmanlıların "AHİDNAME", Fransızların
KAPİTÜLASYON dediği anlaşmayı yaptı.
NOT:Kanuni'nin amacı Şarlken'e karşı Fransa'yı yanına
çekerek, Avrupa hırıstiyan birliğini bölmekti.

NOT: Kapitülasyonlar I. Mahmut zamanında (1740) sürekli hale getirildi.

NOT: Kapitülasyonlar 24 Temmuz 1923'te LOZAN ANTLAŞMASI ile kaldırıldı.
BALTA LİMANI ANTLAŞMASI(1838): İngiltere ile II. Mahmut döneminde imzalanmıştır. Bu antlaşmayla
ihracattan alınan vergiler artırılırken (%12), İthalattan alınan vergiler azaltılıyordu (%5).
II. Mahmut'un bu antlaşmadan amacı Mehmet Ali Paşa'ya ve Rusya'ya karşı İngiltere'nin desteğini
kazanmaktı.
NOT: Balta Limanı Anlaşması'ndan sonra diğer devletlere de aynı haklar genişletilerek verilmiş ve
Osmanlı ülkesi Avrupa Devletlerinin bir "açık pazarı" haline gelmiştir.

DIŞ BORÇLAR
Osmanlı Devleti bütçe açıklarını kapamak için önce halka ek vergiler getirmiş,yeterli olmayınca
KAİME adı verilen hazine tahvillerini çıkarmıştı. Bu da yeterli olmayınca dış borca yönelmek zorunda
kalmıştı.
İlk Dış borç 1854 yılında KIRIM SAVAŞI sırasında İngiliz ve Fransız sarraflarından alındı. 20 yıl
gibi kısa bir sürede Osmanlı devleti Borç batağına saplandı.
1881'de yayınlanan ve adına MUHARREM KARARNAMESİ denilen bir kararnameyle iç ve dış borçlarının
ödenmesini DûYûN-I UMUMİYE (Genel Borçlar) denilen üyeleri alacaklı ülkeler tarafından seçilen bir
komisyona bıraktı. Osmanlı Devleti borçlarına karşılık tuz, tütün, ipek ve damga vergilerini karşılık
olarak gösterdi. Osmanlı Borçları meselesi LOZAN BARIŞ ANLAŞMASI ile
çözümlendi.
OSMANLILARDA MALİYE
PARA:
MADENİ PARALAR(SİKKELER)
Osmanlılar 19. yüzyıla kadar altın ve gümüş gibi değerli madenlerden yapılma paralar
kullanmışlardır. Bu madenlerden "DARPHANE"de kesilen yassı yuvarlak parçacıklara SİKKE
denilirdi. Bunların gümüşten olanına AKÇE, Altından olanına da SİKKE-i HASENE(Sultani) yada
"kırmızı" denilirdi.
İlk Osmanlı parası Osman Bey tarafından bastırıldı. Orhan Bey zamanında bastırılan gümüş
paraya "AKÇE" denildi. Fatih amanında basılan altın paraya da SULTANİ adı verildi.
Sikkelere bakır katılmasına AYAR denilirdi. Bu tip paralara KIRKIK AKÇE adı verilirdi.
Sonraki dönemlerde çeşitli isimlerde sikkeler piyasaya sürülmüştür.Bunlar GURUŞ,PARA, PUL,
METELİK, MECİDİYE dir.
KAĞIT PARA:
İlk kağıt para Sultan Abdülmecit döneminde basıldı. Hazine bonosu niteliğindeki bu paraya KAİME
denildi.
OSMANLI VERGİ SİSTEMİ

Osmanlı Devletinde vergiler 1-Şeri vergiler, 2- Örfi vergiler olmak üere ikiye ayrılıyordu:

1-ŞERİ VERGİLER: Bunların şeriatın emrettiği vergilerdi.
a)- Öşür: Müslümanlardan alınan toprak ürünü vergisidir. Elde edilen ürünün onda biri vergi
olarak alınırdı.
b)- Haraç: Müslüman olmayanlardan alınaaan vergiydi. ikiye ayrılıyordu:
1-Harac-ı Mukassem: Elde edilen üründen alınırdı.
2-Haracı Muvazzaf: Toprak vergisiydi.
c)- Cizye: Müslüman olmayan erkeklerden, askerlik görevi karşılığı alına vergidir.
d)- Ağnam: Hayvandan sayısına göre alınan vergi.
2- ÖRFİ VERGİLER: Padişahın iradesiyle konulan vergilerdi. Başlıcaları:
a)-Çift Resmi: Reayanın sipahiye ödediği toprak vergisi
b)-Çift bozan vergisi: Toprağını izinsiz olarak terkeden veya üç yıl üst üste ekmeyenlerden
alınan vergi.
c)-Avarız: Olağanüstü hallerde, divanın kararı ve padişahın emri ile toplanan vergilere
denirdi.
Son düzenleyen Safi; 9 Aralık 2016 18:01
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ekim 2005       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
osmanlidevletarmasi

Sponsorlu Bağlantılar
Son düzenleyen NeutralizeR; 2 Aralık 2005 18:59
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2005       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı İmparatorluğunda Kültürel Hayat
Asya Türk Toplumlarında, kültürel hayat, Türk düşüncesi ve hayat tarzına bağlı olarak gelişti, ileri, yüksek ve etkin bir düzeye ve konuma ulaştı. Tüm kültür unsurlarında yapıcı ve kalıcı değerler oluştu. Bu toplumlar siyasi, iktisadi ve askeri varlıklarını ve güçlerini kültür değerleri üzerine kurdular. Kurdukları devletlerin varoluş nedenlerini ve devamlarını kültür unsurlarını korumada ve geliştirmede gösterdikleri özen oranında sağlayabildiler. Yaşadıkları coğrafi alanlarda, inaçları, dilleri, tarihi yakınlıkları ortak olan, kültür çevreleri meydana getirdiler. (Hun-Göktürk-Uygur-Oğuz. kültür çevreleri) Yaşadığımız zaman kesitinde görülen ve etkinliği giderek artan kültür toplumları çoğunlukla tek bir tanrıya inanıyor ve O'nu yaradılışın sahibi olarak düşünüyorlardı. Doğayı ve insanı yaratan büyük bir güç vardı. Bu güç aynı zamanda doğanın ve toplumun düzeninin de kurucusu idi. Göktürkler "Tengri" değimiyle tanrıyı algılıyor, anlıyor ve anlatıyorlardı. "Tengri", Türklerin tanrısı idi. Tengri, insanları ve toplumları yönetsin diye onların başına Kağan gönderiyordu. Türk devletleride bu yolla kuruluyordu. Yaradılış düşüncesine ve "Tengri" (Tanrı) tarafından görevlendirilme inancına dayanarak Kağan ve bazı yöneticiler ile siyasi, sosyal yapı ve kurumlar, toprak ve su gibi temel iktisadi kaynaklar kutsal sayılıyordu. Dil, Türk toplumlarının kurucu ve devam ettirici unsuruydu. Türk düşüncesinde ve şuurlaşmasında en önemli etmendi. "Dilini kaybeden, Türklüğünü kaybederdi." Türkçe çeşitli lehçeleri, ağızları kapsamına alıyordu. Herbiri aynı kökten gelen lehçeler çeşitli adlar altında tanımlanıyordu. (Oğuzca, Uygurca, Kırgızca... gibi) Yazı dili, binlerce senelik tarihi süreci içerisinde gelişti. Taşlara, kayalara, duvarlara, çeşitli kullanım araçlarına ve silahlara çizilen ender olarak renklerle süslenen şekillerle başlamışdı. M.Ö. yazı dili harflere dönüşdü. Göktürkler döneminde ilk Türk alfabesi tarihi varlık alanına çıktı. "Göktürk Alfabesi"ni "Uygur Alfabesi" izledi. Tarihi yazıtlar bu alfabelerle yazıldı. Türk toplumları "Atın ehlileştirilmesinden ve ulaşım aracı olarak kullanılmasından" başlayarak her alanda ileri bir medeniyet yarattılar. Musikide, sanatta, estetikte, mimaride, folklörde kendine özgü ve birçok toplumu etkisi altına alan kültürün temsilcileri oldular. Töreleri binlerce yıl devam etti. Sosyal ve iktisadi hayatlarında, ticari ilişkilerinde, ulaştırma, bayındırlık, haberleşme, güvenlik hizmetlerinde, eğitim ve öğretimde insanlık dünyasına büyük katkılar sağladılar. Yüzbinlerce askerden oluşan ordularını sevk ve idarede gösterdikleri yetenekleri ve güvenlik stratejilerinin uygulanmasındaki diplomasi, propaganda ve harp araçlarını kullanma üstünlükleri büyük ve ileri bir kültür toplumu olmalarının sonucuydu.
Türk İslam Toplumlarında, kültürel hayat, islam kültür çevresinin etkisi altında gelişti. Türklerin bu çevreye girmeleri onların her alanda ilerlemesine ve yükselmesine sebep oldu. Türk düşüncesi, bir yandan tarihi gelişimini devam ettirirken diğer yandan İslam düşüncesi ve felsefesiyle bütünleşti. Bu toplumların hayat tarzlarında islamın yüce ve ebedi ilkelerine, esaslarına ve kurallarına uyum sağlayacak değişmeler meydana geldi. Hukuk düzenleri "Şerri" esaslara ve "Törelere" göre yeniden kuruldu, düzenlendi. Arap ve Fars dil ve kültürlerinin baskısına rağmen, Türk dili korundu. Karamanoğullarının başlattıkları resmi dilin türkçe olması hareketi, bazı olumsuz dönemler dışında devam etti. İslamın koruyuculuğunu üstlenen Türkler, Türk tasavvuf düşünce ve eylemleriyle müslümanlığın çağlar boyu gelişmesini ve yönlendiriciliğini sağladılar. Anadolu Türk toplumu oluşturduğu kültür çevresinde, manevi ve maddi kültür hayatını sürekli şekilde güçlendirdi. Kurduğu imparatorluklar o çağların siyasette, sosyal düzen ve sosyal adalette, iktisadi alanda, özellikle bilimde, eğitim ve öğretimde, hukuk hayatında, en medeni ve en ileri devletleri oldular. Osmanlı imparatorluğu kuruluşundan başlayarak, tarihi varlık alanından çekilişine kadar altıyüz yıl boyunca İslam Dünyasının, Türk İslam kültür çevresinin tek temsilcisi oldu. Bir dünya devleti niteliğini koruyarak, kültür hayatını inançlarda, adalette, dilde, musikide, sanat ve estetikte, mimaride, folklörde, eğitim ve öğretimde, sosyal ilişkilerde, diplomasi de özenle güçlendirdi. İnsanlık tarihine sayısız örnekler verdi. Kültür varlığımızın zenginleşmesini sağladı.


KAYNAK :KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI
Son düzenleyen Blue Blood; 7 Kasım 2005 11:44
NeutralizeR - avatarı
NeutralizeR
ADM Webmaster
2 Aralık 2005       Mesaj #4
NeutralizeR - avatarı
ADM Webmaster
KİTABIN ADI Tuna Nehri Akmam Diyor

KİTABIN YAZARI Ruper TFURNEAUX (Şeniz TÜRKÖMER, Deniz TÜRKÖMER)

YAYINEVİ VE ADRESİ Doğan Kitapçılık Hürriyet Medya Towers 34544 Güneşli / İSTANBUL

BASIM TARİHİ Eylül 1999

KİTABIN YAYIM MAKSADI Plevne savaşının tarihi önemi ve bu savaşın oluşumu hakkında bilinmeyen gerçekleri okuyucuya yansıtmak.

KİTABIN ÖZETİ :

Archibald FORBES ve Mac GAHAN adındaki iki savaş muhabirinin gazeteleri Daily News için PLEVNE savaşı hakkında bilgi toplayıp ülkelerine gönderme arzuları ışığında PLEVNE savaşının tarihe yansıması anlatılmaktadır.

Çarın komutası altındaki 180.000 kişilik Rus Ordusu boğazlara ineceklerinden emin olarak Tuna’yı geçmişlerdi. Dünya kamuoyuna ise, balkanlardaki esaret altındaki Hıristiyanları kurtaracaklarını söyleyerek bu yüzyıllar süren rüyalarına bir Haçlı Seferi havası vermişlerdi. Türk savunmasının zaafından faydalanan Ruslar 22 Haziran’da Bulgaristan’a girdiler. Ruslarla İstanbul arasında 250.000 kişilik Türk ordusu ve Balkan dağları vardı. Ruslar geçilmesi tahmin edilemeyen Şipka geçidinden geçerek Balkan dağlarını tek bir silah atmadan geçtiler.
Vidin Askeri Valisi Osman Paşa PLEVNE’ye doğru ilerlemekte ve Ruslardan önce bu ufak kasabayı ele geçirmek istiyordu. 19 Temmuz’da Osman Paşa, emrindeki 12.000 kişilik ordusuyla PLEVNE’ye girdiğinde kasabayı savunacak mevziler yoktu. Kısa zamanda oluşturulan savunma mevzileri Rusların ilk hücumunda düşmanı durdurmayı başarmış Ruslar 3000, Türkler 2000 asker kaybetmişti. Osman Paşa Rusların tekrar saldıracağını biliyordu. Bu yüzden birliklerine daha kuvvetli tabyalar ve istihkamlar yaptırdı ve garnizon 20.000 kişilik bir kuvvetle takviye edildi. Rusların ikinci saldırısı iki Rus generalinin savunma mevzilerine farklı zamanlarda saldırması yüzünden başarısızlıkla sonuçlandı. Ruslar birkaç mevzi ele geçirdiyse de Türklerin karşı taarruzu sonucunda bu mevzileri terk etmek zorunda kaldılar.

Buraya kadar olan gelişmeleri gösteren belgeleri PLEVNE’den Bükreş’e götürmek için yola çıkan Forbes’in atı yolda öldü. Rusların böyle bir yenilgi haberini sansürleyeceğinden korkan Forbes 140 kilometre uzaklıktaki tarafsız Macaristan’a giderek ülkesine haberleri ulaştırdı. Bu başarısız saldırılar Türklerin daha can çekişmediğini gösteriyordu. Çar 188.000 kişiyi silah altına çağırarak PLEVNE’yi takviye edip yeniden saldırmayı düşünüyordu. Osman Paşa kazandığı bu zamanı askerlerine 6 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde duvarları olan, 5 metre genişliğinde ve 3 metre derinliğinde hendeklerle çevrilmiş, ön ve yan tarafları siperlerle korunan savunma mevzileri yaptırmıştı. Ruslar büyük saldırıdan önce dört gün PLEVNE'yi top atışına tuttular. 11 Eylül’de Ruslar büyük saldırıya başladı. Rus generali Skobelev PLEVNE savunmasını yararak, 3.000 ölü bırakarak savunmada bir gedik açmıştı. Rusların bu girme yaptıkları bölge takviye edilemediğinden Türkler karşı saldırıya geçerek ertesi gün bölgeyi tekrar ele geçirmişlerdi.
Küçük kasaba üç saldırıya karşı koymuştu ve bu durumda Haçlı Seferi düşüncesinin yanlışlıkları ve Türk’ün savaştaki ustalığı konuşulmaya başlamıştı. Ruslar taktik değiştirerek PLEVNE’yi çembere alıp açlığa mahkum etmek istiyorlardı. Osman Paşa bir ikmal yolu kursa da gerekli takviye gelmeyeceğinden PLEVNE’yi terk edip güneydeki Orhaniye’ye çekilmek için padişahtan izin istemişti. Padişah, Osman Paşanın bu isteğine karşılık PLEVNE’nin kazanmış olduğu prestij yüzünden terk edilemeyeceğini söylüyordu.

Ruslar PLEVNE’yi tamamen kuşatmış, Osman Paşanın teslim olmasını bekliyorlardı. Osman Paşa bu bekleyişin sonunda maiyetinin de fikrini alarak bir yarma harekatına girmek istedi. Başarısızlıkla sonuçlanan yarma harekatından sonra Osman Paşa teslim olmuştu. Rusların gözünde büyük bir yeri olan Osman Paşa saygıyla ağırlandı. Fakat esir düşen Türk askeri bu saygıdan payını alamadı. Türk askerleri Rusya‘ya sevk edilmişti. Bu ölüm yürüyüşünde açlıktan ve sefaletten 50.000 Türk askeri öldü. Ruslar Edirne’yi de geçerek İstanbul’a ilerlemeye devam ettiler. Fakat Çatalca’ya vardıklarında mütareke yapıldığını öğrenerek geri döndüler. Yapılan antlaşma sonunda Türkler 180.000 kilometre kare toprak kaybetmiş, Ruslar 8.500 kilometre kare toprak kazanmıştı. İngiltere ise Kıbrıs’ı alarak en iyi kazancı elde etmişti.
Balkanlardaki prestij dışında Ruslar büyük kazanç sağlayamamıştı. Belki PLEVNE’de durdurulmasalardı İstanbul’a daha önce varabilirlerdi. Osman Paşa belki de tarihin seyrini değiştirecek bir zafer kazanmıştı.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

(Bu da benim fikirlerimi yansıtıyor)

Download: https://www.msxlabs.org/msxteam/NeutralizeR/Tuna_Nehri_Akmam_Diyor_msxlabs.asf
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen NeutralizeR; 12 Nisan 2007 17:02
Son derece gururlu insanlar, susmayı ve yalnızlığı sever.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Aralık 2005       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÖRF
Örfler, çoğu zaman toplumun katı beklentileri olarak nitelenen birtakım örnek tutum ve davranışlardır. Örfler, aynı zamanda toplumu, herhangi bir değer sisteminin bünyesini oluşturan temel taşlarını da temsil ederler. Bu değerler sistemi, toplumsal yapının durumuna göre giderek özel bir hukuk sistemine göre ya da o sistemdeki bir yasa maddesine de gerekçe olur.
Örflerin bireyle birey, bireyle aile, bireyle komşular ve akrabalar, bireyle halk ve ulus arasındaki ilişkileri, davranışları, tutum ve tavırları düzenleyen ve belirleyen işlevleri vardır. Toplumun her üyesini sürekli olarak baskı altında tutan örfler, zorlayıcı yaptırıcı ya da yasaklayıcı yaptırımlarıyla bireyin grupla cemaatla ya da toplumla uygunlaşımını sağlarlar. Öte yandan cins, yaş, sınıf ve mesleklere göre belirlenmiş çeşitli örfler bunlar arasında bağlantıyı koruma, kollama, pekiştirme ve denetleme işlevleriyle de yüklüdürler.
Örflere karşı çıkma kimi toplumlarda yasaya karşı çıkmayla bir tutulur; hatta zaman zaman yasaların da üstünde tutularak katı ve bağışlamasız bir tutumla birey cezalandırılır.

ADET
Adetler, tıpkı örfler gibi birçok sosyal içerikli ilişkiyi düzenlemekte, yönetmekte ve denetlemektedirler. Toplumsal yaşamın düzenli gitmesinde, kuralların uygulanmasında adetler etkili olmaktadırlar; örneğin karşılama ve uğurlamalar; yemek ve sofra düzenleri; geçiş dönemleriyle ilgili kutlama ve kutsamalar; kız isteme, nişanlılık ve evlenme usülleri; cinsler, yaş grupları, meslek mensupları arasındaki ilişkilerin biçimleri; selamlaşma, hatır sorma sırasında uyulması gereken kurallar; bayramlar, mevsimler, önemli günlerle ilgili davranış biçimleri; 'yas alma', 'baş sağlığı dileme' gibi durumlarda söylenecek sözler, takınılacak tavırlar ve tutumlar adetlerin alanına girerler.
Adetler çeşitli kökenlerden kaynaklanmış ve biçimlenmişlerdir; bunlar içerisinde geçmiş zamanların yaşama biçimleri, dünya görüşleri, ilginç rastlantı ve olaylar önemli bir yer tutarlar. Bir toplumda, toplumun bütününü ilgilendiren adetler olduğu gibi, çeşitli mesleklerin, mezheplerin, etnik grupların v.b. kendilerine özgü adetleri vardır. Adetlerin pratikteki uygulanışını giderek gelenekleşmesini sağlayan bu konuda bilinçli yada bilinçsiz görev üstlenen yaş ve cins gruplarıyla dinsel liderler, dernek yöneticileri, oyun grubu başkanları bulunmaktadır. Kimi adetler oldukça durağan ve sürekliyken, kimisi de zamanla değişebilen niteliktedir. Adetlerden bir bölümü toplumun büyük değişim çalkantısına ayak uydurarak özlerinde ve biçimlerinde sınırlı değişmelere uyarak benliklerini bir dereceye kadar korurken, bir bölümü de tıpkı canlı organizmalar gibi etkinliği ve diriliğini zamanla yitirerek gün gelir ortadan kalkarlar.

GELENEK
Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi; daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsal yada politik işleri gibi önemli konulardaki görüşlerdir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Tıpkı adetler gibi, ama onlardan daha güçlü olarak toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynarlar. Nitelikleri bakımından genellikle tutucu olan gelenekler aile, hukuk, din ve politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidirler; bilim ve sanat, geleneklerin daha az etkisi altındadırlar. Bireyin bağlı bulunduğu grubun yada toplumun geleneklerine karşı çıkması, bu karşı çıkışın derecesine göre bireyin toplulukça afarozundan saldırıya uğramasına, hor görülmesinden alaya alınmasına kadar genişleyen tepki türlerinde biçimlenir. Geleneklerin tıpkı örfler gibi yasalarla belirlenmiş türleri vardır. Yasa, geleneklere ve onlara aykırı davranışlar için verilecek olan cezaları bir ölçüye sokmaya çalışır. Gelenekler, genellikle yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler.

GÖRENEK
Göreneğin örfe, adete, geleneğe bakarak yaptırım gücü daha zayıftır. Örfteki yapılma zorunluğu, adet ve gelenekdeki yapılmalı özelliği görenekteki yapılabilme özelliğini alır. En yalın tanımıyla bir şeyi görüle geldiği gibi yapma alışkanlığı olan görenek, öteki sosyal alışkanlık gibi gerekli ve uygun görülenleri kapsar. Ama bunların mutlaka yerine getirilmesini istemez. Öteden beri yapıla gelmekte olan, fakat henüz adet durumunu kazanmamış olan bu davranış biçimlerine grubun, toplumun gelişmesin uygun yenilikler eklenir. Bunlar süreklilik kazandığı gibi, bir süre sonra ortadan kalkabilirler.
Görenekler, günlük yaşantımızın gerekli gördüğü ilişkilerin düzenlenmesinde, bireyler arasındaki sürtüşmeleri azaltmakta, toplumsal ilişkilerin kolaylaşmasında, belirleyici rol oynarlar. Komşu ziyaretlerinde, hasta yoklamalarında alış-verişte, ortak taşıtlara inip binmede, tanışma ve tanıştırılmalarda nasıl davranılacağını belirleyerek ilişkilerin düzenli gitmesine yardımcı olurlar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Aralık 2005       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
OSMANLI İMPARATORLUĞU

Minyatür ve Gravürlerle Osmanlı İmparatorluğu
Minyatür ve Gravürler, Resim sanatının türleridir. Kendilerine özgü duygu, düşünce ve yaklaşımları, çizim ve teknikleri vardır. Resim sanatının tarihi gelişiminde rol almışlar, etkinlik sağlamışlardır. Farklı coğrafyalarda tarihi varlık alanına çıkmışlar, çeşitli kültür çevrelerini temsil etmişlerdir. Minyatürler renklidir. Gravürler siyah beyazdır. Her iki sanat türünün ortak noktası, satıh sanatı oluşlarıdır. İçinde oluştukları veya ilgilendikleri toplumlumun siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel, askeri hayatlarını ve değindikleri konuların sanat ve estetik güzelliklerini günümüze yansıtmaları benzer özellikleridir. Denilebilirki; bu sanat türleri, geçmişten günümüze ulaşan tarihi belgelerdir. İnsanlık tarihinin kültür kaynaklarıdır.Resim sanatının hazineleridir.
Minyatürler ve minyatür sanatı, Asya kökenlidir.Türk resim sanatının bir türüdür. Türk toplumları tarafından tarihi varlık alanına çıkarılmıştır. Zaman içerisinde Türk İslam toplumlarını, İran ve Mezopotamya ve bölgelerini etkilemiştir.İran, Arap, Hind kültür çevrelerinde yaygınlanmış, degişik üslup özelliklerine sahip olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğunun ilk üçyüz yılı içinde en gelişmiş bir düzeye ulaşmışlardır.
Asya Türk Toplumlarında, resim sanatının ilk örnekleri M.Ö. 10.000-3000 lerde tarihi varlık alanına çıktı.Kaya resimleri, av ve ev eşyaları üzerine çizilen ve işlenen hayvan motifleri, balık sırtı şeklindeki süslemeler ilk örneklerdi. M.Ö. 2000 lerde çeşitli işaretler ve genellikle kartal motifleri resim ve süslemelerin başlıca temalarıydı. Bu dönemde boya üretimi gelişti. Kırmızı boya bulundu. Resimlerde, işlemelerde, kullanılmaya başlandı. Hun impratorluğunda ve özellikle Batı Hun Devletinde, Göktürklerde, Uygurlarda kökeni oymacılık ve süslemeye dayanan resim sanatı gelişti. Bu sanatlara "Bediz", ustalarına da "Bedizci dendi. M.S. 8.yy. da Uygur freskleri Türk minyatür sanatının ilk örnekleriydi.İslam kültür çevresine giren Türk toplumlarının resim (Minyatüra) sanatı genelde Uygur kültür çevresinden etkilendi. Selçuklular zamanında yaygınlaştı. Yazma eserlerin süslemesinde ve konuların görüntü ile açıklanmasında kullanıldı. Bu sanatla ugraşanlara "Nakkaş" adı verildi. Aynüddevle, Şihabüddin Yavaşi, Hacı el-Mevlevi, Konyalı Ahmed, Anadolu Selçuklu devrinin ünlü nakkaşlarıydı. “Kitab'al Haşa-iş"-"Kitab fimarifet el Hıyal el Hendesiye"-"Yarka ve Gülşah"mesnevisi 12. ve l3.yy dan günümüze gelebilen minyatürlü yazmalardı.
Osmanlı İmparatorluğunun siyasi, sosyal, kültürel, askeri ve teknolojik hayatını, padişahların özelliklerini, zaferlerini, dönemlerinde meydana gelen olayları genel olarak üç grup kaynak belirledi, yazdı ve insanlık tarihine sundu. Bunlar; Naima, Raşit ve Çelebizade Asım gibi vakanüvistler, Aşıkpaşazade, Peçevi ve Katip Çelebi gibi tarihçiler ve Evliya Çelebi gibi seyyahlar, Arifi, Eflatun, Lokman, Ali ve Talikzade gibi şehnamecilerdi. Nakkaşlarda bu yazarların eserlerini, onların anlattıkları veya doğrudan tanık oldukları olayları resimlendirirlerdi. Bu yaklaşımla bir olay, bir durum, bir konu hem tarihci tarafından anlatılmış, hemde ressam(Nakkaş) tarafından görüntülenmiş olurdu. Eserin gerçekle bağlantısı sağlanır, tarihi değeri artardı.Osmanlı Minyatürlerinin en belirgin özelliği ve kendine özgü niteliği, olayların belgelenmesi, Sultanların hayatlarındaki güç ve büyüklüğün sergilenmesi ve toplumun hayat tarzının ortaya çıkarılmasıydı. Açıklanan özellikler, her minyatüre tarihi bir belge değeri kazandırdı. Sanatın özendirilmesi, desteklenmesi, korunması Türk düşüncesinin sonucu ve töreler gereği idi.Osmanlı İmparatorluğunda ise, sanat bir kamu kurumu ve kamu hizmeti olarak kabul edilmiş, Saraya bağlı şekilde örgütlenmişti. "Nakkaşhane" yerli ve yabancı nakkaşların çalıştıkları yerdi. Bir usta veya ustalar grubu yönetiminde bulunan atölyelere ayrılmıştı. Minyatürler nakkaşhanede ekip çalışmasıyla üretilir, ender olarak yaratılan eser ustanın adı ile anılırdı. Türk minyatürleri ruh ve düşünceleri, konu ve teknikleri, renkleri. çizim ve motifleri bakımından diger islam ülkeleri minyatürlerinden ayrılırdı. Anlatım tarzları açık ve gerçekçi idi. Doğa ve insan eli ile yapılan eserleri (mimari gibi) toplumsal olay ve ilişkileri en ince ayrıntılarına kadar ele alıyorlardı. Cografi, tarihi durum ve konuları işlemeleri, haritalardaki topoğrafik stilleri tamamen kendine özgü bir uslup ve sanat yaratmıştı. Minyatür sanatı, imparatorluğun kuruluşundan başlayarak, güç ve gelişmesine paralel olarak çeşitli aşamalardan, evrelerden geçti. Padişahların, yöneticilerin ilgi ve destekleri ölçüsünde yaygınlaştı. Her aşamada özelliklerini korudu. Sinan bey, Matrakçı Nasuh, Nigâri, Nakkaş Osman, Seyyid Lokman, Nakkaş Hasan, Talikzade Subhi Çelebi, Nadiri, Levni, Abdullah Buhari Türk minyatür sanatının şaheserlerini günümüze kadar ulaştıran ünlü ustalardı.

Minyatür ve Gravürlerden Örnekler

minyaturcografialan1ng9 minyaturiktisadihayat3fa3 minyaturiktisadihayat4ap3

minyaturcografialan2hs3 minyaturiktisadihayat1xk6 minyatursiyasialan1ah5

minyatursiyasialan2id3 minyatursosyalhayat2dn2
Son düzenleyen Blue Blood; 11 Haziran 2008 08:01
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Aralık 2005       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
OSMANLI DEVRİNDEKİ SU TESİSLERİ
İstanbul fethedilmeden önce de surların haricinde Türkler tarafından bazı çeşmelerin yapıldıjı vu bunlardan bir kısmının bu qüne kadar kaldığı bilinmektedir. Anadolu ve Rumeli Hisarlarının (Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı) civarında bulunan ve surların üzerlerindeki çeşmeler bunların delilidir. Osmanlı devrinde İstanbul denince, Haliç'in güneyinde surlar içerisindeki kısım anlaşılmaktadır. İstanbul'un Roma İmparatorluğu zamanında çok muntazam bir su şebekesine sahip olduğu bilinmektedir. Çeşitli akınlar ve kuşatmalar sonunda şehir dışındaki isale kanalları tahrip edilmiş, bir kısmı da zelzelelerle yıkılmış. Bizans'ın çökmeye başlaması ile iç şebeke de bakımsızlıktan kullanılamaz hale gelmiştir. Eski isalenin Vize-Pınarhisar tarafından bugün kemer kalıntıları bulunan mıntıkadan geldiği söylenmektedir.
Bizans devrinde 10.yüzyıldan sonra şehre su veren şebeke harabolmaya başlamış, 1204' dek i Latin istilâsından sonra ise tamamen harabolmuştur.. Bizanslılar,Roma devrinden kalan su isalelerine fazla bir şey ilâve etmemişler, şehre su getiren yolların çeşitli akımlar ve zamanın da etkisi ile harab-olmasından sonra şehrin su ihtiyacını surların haricinden bağımsız hale getirmek için değişik- hacıml ardaki çok sayıda açık ve kapalı sarnıçlar yapmışlardır. Forchheimer ( 2) 1893 tarihinde yazdığı kitapta,bu sarnıçlar hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. Gecen yaklaşık 90 sene zarfında, Forchheimer'in kitabında verilenden çok daha fazla sarnıcın mevcut olduğu görülmüştür ve bunlara zamanla yenileri eklenmel tedir. 1893'de bilinen sarnıçların su hacımları 156 800 m3 tli
Bu değer geçen yüzyılın sonunda birçok Avrupa başkentlerinde mevcut su depolarının çok üzerindedir.
Fetihten sonra (1453) Fatih Sultan Mehmet sarnıçlara fazla rağbet etmemiş, şehre su getiren suyollarının acele tamirini emretmiştir. Tursun Bey tarihinde anlatıldığına göre : "İhtiyaç olan yiyecek sayısız gemilerle denizden ve arabalarla karadan geldi. Ama su sıkıntısının giderilmesinde inceden inceye araştırmalar yapılmasını buyurdu. Meğer ki İstanbul'a eski mamurluk devrinde altı yedi günlük yoldan su getirilmiş. Eski su yolları bulundu ki, dağların ciğerlerini delip geçirmişler, zemine muvazi derelerden taklar ve kemerler vasıtasıyla nehirler akıtmışlar. Fakat bütün bu eserler bakımsızlık ve tabiatın tesiri ile harabolmuş, Sultan bunların imarı için, bilgin, mühendis ve ustalar getirip göçmüş takların, kaybolmuş yollarını tamir ve yeniletti. Bu arada yollar üzerinde nice sular bulunup yola dökül dükçe, coşkun bir nehir halinde bütün yayla suları şehre getirildi. Getirilen su, saraylara, hamamlara ve mahallelere taksim edildi. Ayrıca müs ait yerde bir kemerde kırk çeşme yaptırdı."
Fatih'in ayrıca yeni sular çıkarttığı, bir kısmını tamir ettirdiği ve bazı ilâveler yaptırdığı anlaşılmaktadır. Fetihten sonra hizmete giren su isalelerini kısaca söyle özetleyebiliriz : Fatih Suyu, Tunçlu Suyu, Mahmut Paşa Suyu, Şadırvan Suyu (Fatih'in bir kolu), Murat Pasa Suyu, Davut Paşa Suyu, Gedik Ahmet Pasa Suyu, İshak Pasa Suyu. İlk üç tanesi bu devrin en büyük tesisleridir. Bu sular ekseri Vakfı yapan kişinin yaptırdığı çamı, imaret, hamam vesaire gibi tesislere, saray ve konaklara bölünmektedir.
Vakıf, İthaf-ul Ahlâf Fi-Ahkâmi-l -Evkaf adlı kitapta şu şekilde tarif edilmektedir: "Vakıf, menfaati ibadullaha ait olur veçhile bir aynı (şeyi), Cenabı Hak'kın mülkü hükmünde olmak üzere temlik ve temellükten mahbus (hapsolmuş, bir yere kapatılmış) ve memnu kılmaktır. Vakf eden kimseye Vâkıf, edilen ayna Mevkuf ve mahalle vakf denir. Çoğulu Evkaftır".
"Her şeye su ile hayat verdik" âyet-i kerimesi dolayısıyle su tesisleri yapıp vakf etmek en büyük bir dinî ibadet olarak sayılmış, Osmanlı topluluğunda bu sebepten su tesisleri hızla gelişmiştir.
İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü'nde çeşitli su yolları haritaları ararken bulduğumuz vakıf defterinde Fatih Sultan Mehmet'e ait İstanbul'da (1453-1481) 9 vakıf çeşme ile cami, imaret ve diğer vakıf tesislere sular tahsis edildiği görülmektedir. Fatih'in Sadrazamı Mahmut Pasa için ise 4 vakıf çeşme ve kendi adıyla anılan diğer vakıflara sular verildiği tesbit edilmiştir.
Fatih'in oğlu II.Bayazıt (Bayazıt-i Veli) nin sultanlığı zamanında (1481-1512), Bayazıt Suyolları namı ile anılan suyollarının yapıldığını biliyoruz. Bu su tesislerinin Bayazıt Cami'si ile şadırvanını, 10 vakıf çeşmeyi ve diğer vakıf tesislerini beslemekte olduğu tesbit edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim zamanında (1512-1520) yine bazı su tesisleri yapılmıştır. Fakat Osmanlı İmparatorluğu'nun başşehrinin hızla büyümesi sebebiyle,yapı 1 ani ar kifayet etmemiş, şehirde su sıkıntısı başgöstermiştir- İstanbul'un su probleminin esaslı bir şekilde çözülmesi Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) devrine rastlamaktadır.
Fetih esnasında,Istanbul ' un nüfusunun takriben 50000 civarında olduğu kaydedilmektedir. Devlet arşivlerinde mevcut İstanbul Kadısı Mevlâna Muhiddin ve İstanbul Zaımi Mahmut tarafından muhasebe icmal defterinde ( 4 )( isl.Ansk, 5.II.s.1207 ) .1882 (1477) senes inde, yani fetihten 24 sene sonra verilen bilgiye göre surlar içerisindeki evlerin sayısı aşağıdaki gibidir
9218
Türk evi
31
Müslüman Çingene evi
3151
Hristiyan evi
372
Ermeni evi
384
Karamanlı Ermeni evi
1647
Yahudi evi
14803
Toplam EvBu hesaba göre toplam 14803 ev vardır. Ev başına 5 ilâ 6 kişi düşünülecek ol ursa ,İstanbul 'un 70-80000 kişilik bir şehir olduğu düşünülebilir. Kanunî devrinde bu nüfus miktarının çok daha hızlı arttığı ve 150000'e ulaştığı düşünülebilir. Pek tabii, yapılan bu hesap ev başına alınacak nüfus sayısına göre değiştiğinden sonuç hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
Son düzenleyen ADAMINBiRiSi; 25 Aralık 2005 14:30
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Şubat 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
logo2usol
Said Halim Paşa'nın Hayatı
- II. Bölüm -


usag

- Said Halim Paşa'nın Sadrazamlık Dönemi -

usol1















Dünya 28 Haziran 1914'te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun veliahtı Fransız Ferdinand ve eşinin, Saraybosna'da bir Sırp tarafından öldürülmesi ile karışır. Bu olaydan sonra Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti'ni üçlü ittifaka çekmek için girişimlere başlar. Aynı zamanda Almanya da Osmanlı'nın 1913'te yaptığı teklifi günyüzüne çıkarak 22 Temmuz'da Osmanlı'ya ittifak teklifinde bulunur. Almanya'nın ittifak talebini Said Halim Paşa, Talat Bey ve Halil Bey kabul ederler. Bu teklifin kabulunun ana sebebi Rus korkusudur. Almanya'nın o dönemde Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü bozacak veya devleti zayıflatacak bir politikası söz konusu değildir. Almanya Osmanlı Devleti'ni bir irtibat pazarı olarak görmekte ve Osmanlı güçlü oldukça ve ayakta durdukça kendi menfaatlerinin devam edeceğini düşünmektedir.
Said Halim Paşa Almanya ile ittifak konusunda Padişah Mehmed Reşat'dan ruhsatname ister. 25 Temmuz 1914'te istenilen ruhsatname alınır.Bu tarihi belgenin metni şu şekildedir:
"Rus Devletini'nin tecavüzat-ı muhtemelesine karşı Almanya ile tedafüî bir ittifak akdine Sadrazam ve Hâriciye Nâzırı Mehmed Said Paşa mezundur."
Bu ittifak kabine üyelerinden gizli tutulur ve 2 Ağustos 1914'te Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki İttifak Antlaşması, Sadrazam Said Halim Paşa ve Alman Büyükelçisi Wangerheim tarafından imzalanır. Bu antlaşmaya Said Halim Paşa'nın Yeniköy'deki yalısı ev sahipliği yapacaktır. Bu önemli antlaşmanın şartları şunlardır:
1- Taraflar Avusturya -Macaristan ile Sırbistan arasında zuhur eden şimdiki harbe karşı tam bir tarafsızlık taahhüt ederler.

2- Şayet Rusya, Avusturya-Macaristan aleyhine fiili tedbirlerle işe karışır ve böylece Almanya'nın da harbe girmesini gerekli kılarsa, bu durum Türkiye'nin de harbe girmesi için sebep teşkil edecektir.
3- Almanya, Osmanlı toprakları tehdite maruz kalırsa silâhla müdafa etmeyi taahhüt eder.
4- Bu antlaşma gizli tutulacak ve her iki tarafın muvafakati ile ilan edilecektir.


said5

usag1
ksol1

ksag1


sus2


shpasa4Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesinin ardından acilen toplanan kabine üyeleri aralarından bir heyet seçerek durumu padişaha iletirler. Bu heyet Şeyhulislâm Esad Efendi ve Adliye Nâzırı İbrahim Bey'den oluşmaktadır. Padişah Mehmed Reşad'la görüşen heyet padişahtan sadrazamlık makamının bir dakika bile boş kalmaması gerektiğini söyleyerek sadarete Hariciye Nâzırı Said Halim Paşa'yı önerirler. Padişah Viyana'da elçi olan Hüseyin Hilmi Paşa'yı düşündüğünü söylese de, böyle bir durumda sadrazamlık makamının boş kalmaması için vekaleten 11 Haziran 1913'te Said Halim Paşa'yı sadrazamlığa tayin eder. Daha sonradan kendisine vezirlik rütbesi verilerek Sadrazam olan Said Halim Paşa daha sonradan sadrazam olacak Hüzeyin Hilmi Paşa'nın kabinesinde Hariciye Nazırlığını kabul etmemesi üzerine padişah başka bir formül aramış ancak gerek İttihatçıların kulis çalışmaları gerekse saray ahalisinin Said Halim Paşa'yı desteklemeleri sonucu Mehmed Reşat 12 Haziran 1913'te bu sefer asaleten Said Halim Paşa'yı sadaret makamına tayin etmiştir.
Said Halim Paşa'nın sadrazamlığına cemiyet içerisinden herhangi bir itiraz yükselmemesine rağmen kabine üyelerinin belirlenmesi sırasında bazı anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Padişaha sunulan kabinede Said Halim Paşa sadrazamlık görevinin yanında Hariciye Nâzırlığı görevini de üstlenmiştir.
Said Halim Paşa kabinesinin ilk icraâtı Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi olayına karışanlar için Divan-ı Harb kurmak oldu. Bu davayla ilgili olarak yüzlerce kişi idam, kürek cezası ve sürgün gibi cezalara çarptırıldılar. İçlerinde Şerif Paşa, Prens Sabahattin, eski Dahiliye Nâzırı Reşit Rey Bey, Kaymakam Zeki Bey, emekli Jandarma Komutanı Mehmed Bey gibi insanların bulunduğu bir grup sanık gıyaplarında idam cezasına çarptırıldılar. Bunun yanında eski sadrazamlardan Tunuslu Hayrettin Paşa'nın oğlu Damad Salih, Polis Siyasi Kısım Müdürü Muip Bey, Miralay Fuat, Yüzbaşı Çerkez Kazım, Teğmen Mehmed Ali, Jandarma Kemal gibi isimlerin bulunduğu bir grup da 24 Haziran 1913'te -suikasttan çok kısa bir süre sonra- Beyazıd Meydanı'nda asıldılar.
...
Londra Barış Antlaşmas ile Edirne'yi ele geçiren Balkan ülkeleri Trakya'nın paylaşımı konusunda ihtilafa düştüler. Zor durumda kalan Bulgarlar birliklerini Edirne'den çekmeye başlaması ile birlikte bundan istifadeyi düşünen İttihat ve Terakki'den Enver ve Talat Bey harekete geçtiler. Kabinenin diğer üyelerini de ikna çalışmaları neticesinde, İngilizlerin tehditlerini de dinlemeyen Said Halim Paşa hükümeti, Edirne'yi tekrar ele geçirmek için, 13 Temmuz 1913'te karar aldı. Öncelikle bir nota verildi. Osmanlı ordusu büyük bir mukavemetle karşılaşmadan 21 Temmuz 1913'te Edirne'yi tekrar Osmanlı topraklarına kattı. İngiltere, Faransa gibi devletler hemen sözlü bir nota vererek Londra Barış Antlaşmasının şartlarına uyulmasını istediler. Fakat Osmanlı kendisine yöneltilen notaları reddetti. Bunun üzerine büyük devletler tepkisiz kaldılar. Bu durumda Bulgaristan'da aracısız Osmanlı ile masaya oturmaya karar verdi. Bulgarlarla 29 Eylül 1913'te İstanbul Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya göre Edirne, Kırklareli, Dimekota Osmanlı Devleti'ne verildi ve Meriç nehri iki ülke arasında sınır olarak kabul edildi.
Said Halim Paşa'ya Edirne'nin geri alınmasında gösterdiği başarıdan dolayı murassa imtiyaz nişanı verildi. Bu nişan yapılan özel merasim ile bizzat padişah tarafıdan Paşa'ya takıldı.
Bu arada Trablusgarb harbi sırasında oniki adayı işgal eden İtalya bilahare Uşi (Lozan) Antlaşması ile bu adaları geri vereceğini taahhüt etmiştir. Ancak 1912'nin sonbaharında Yunanistan bu adaları teker teker işgal etmeye başladı. Adalar konusunda son karar büyük devletlere bırakılmıştı. Bu devletler aralarındaki uzun müzakerelerin sonunda 14 Şubat 1914 tarihli nota ile Gökçeada, Bozcaada ve Meis adaları dışındaki tüm adaları Yunanistan'a verdi. Sadrazam ve Hâriciye Nâzırı Said Halim Paşa 16 Şubat 1914'te bu devletlerin notasına yanıt vererek Bozcaada, Gökçeada ve Meis adalarının geri verildiğini senet sayarken diğer adalar konusundaki haklı ve meşru isteklerini kabul ettirmek için çaba sarfedeceğini bildiriyordu. Bu arada Yunanistan, Makedonya'da yaşayan Türkleri göçe zorlamasıyla ikiyüzbine yakın Türk göçmeni Ege kıyılarına yerleşti. Anadolu'nun Ege kıylarına yerleşen Makedonya Türkleri bu bölgede yaşayan Rumların evlerine yerleşmeleri üzerine böledeki Rumlar da Yunanistan'a göç etmek durumunda kaldı. Bu Said Halim Paşa Hükümeti'nin politikası üzerine gerçekleşmiştir. Bu göçlerin akabinde adalar konusunda Yunan tarafıyla direkt görüşmeler için adım atılsa da bu görüşmelerden herhangi bir sonuç alınamamıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1913'te kongresi toplanmış ve bu kongrede Said Halim Paşa genel başkanlığa seçilmiştir. Said Halim Paşa 1903 yıllarında müfettiş olarak girdiği cemiyette başkanlık görevini üstlemiştir. Anlaşıldığı üzere Paşa İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde başkan olacak kadar iyi bir İttihatçıdır. Ancak Paşa başkanlığı 19 Ekim 1913'te vekil-i umûmî adı altında Dâhîliye Nazır Talat Beye bıraktı. İttihat ve Terakki hakkındaki eleştirilerle birlikte Said Halim Paşa'nın İslamcı kişiliği birlikte düşünüldüğünde Paşa'nın İttihatçılığı kafalarda bazı soru işaretlerine yol açsa da bu konu hakkında ileride bazı değerlendirmeler yapmaya çalışacağız.
İttihatçılar Edirne geri alınmasından sonra ordudaki yaşlı subayları emekli edip orduyu ele geçirmeye çalıştılar. Bu konu ile ilgili olarak kendilerine yakın subayların Edirne'nin istirdâdında gösterdikleri başarıları göstererek bu subayların rütbelerinin yükseltilmesini sağladılar. Bu sayede Cemal Paşa Bahriye Nâzırlığı'na, Çürüksulu Mahmud da Nâfi'a Nâzırlığına ve Enver Paşa'da 1914'de Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiye Reisliği'ne tayin edildi.
Said Halim Paşa'nın sadrazamlığı dönemi Osmanlı Devleti'nin en zayıf olduğu dönemlere rast gelmektedir. Bu nedenle yabancı devletler Osmanlı topraklarını paylaşma hevesiyle birbiriyleriyle yarışmaktadırlar. İtalya ve Balkan savaşlarından sonra İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya ve İtalya Osmanlı'yı kendi aralarında taksim etme kavgasına tutuştular. Bu kavgada özellikle petrol bulunan bölgeler ilk sırayı almaktaydı. Osmanlı Devleti'ni sıkıştırarak petrol bölgeleri ve demir yolları imtiyazlarını almaya çalışıyorlardı.
Bu amaçlarında da büyük ölçüde başarıl oldular. Bu ülkeler yurdun değişik biöldgelerinde ki gemi ve demir yolu işletmelerini aldılar. Bu şekilde kendilerine imtiyaz sağlamaya çalıştılar. Kendi aralarında da bir takım antlaşmalar yaparak karşlıklı menfaatlerini koruma altına aldılar.
Ancak bu devletler 1913 ve 1914 yıllarının ilk aylarında Osmanlı'yı fiilen paylaşma konusunda hazır değillerdi. Bir kısmı kendi iç meseleleri, bir kısmı da Osmanlı tebaası içinde kendine taraftar (Almanya gibi) bulamamaktan korkuyordu. Bu nedenle de ilk merhalede iktisadi imtiyazlar üzerinde durdular.
3 Mart 1878'de Rusya ile imzalanan Ayestefanos Sulh Antlaşması ile Osmanlı'nın Doğu Anadolu ve Karadeniz'deki bazı vilayetlerinde Avrupa kontrolu altında ıslahat istenmişti. Bu Osmanlı için ciddi bir sorun teşkil etmekteydi. O dönemden itibaren göreve gelen hükümetler bu soruna karşı bazı tedbirler almaya çalışmışlardı. Ancak bu sorun içerisinde pek çok ülkenin söz sahibi olduğu çok boyutlu bir problemdi. Osmanlı hükümetlerinin aldığı pek çok önlem yabancı ülkelerin özellikle de Rusya'nın tepkisi ile karşılaşıyordu. Eylül 1913 ile Şubat 1914 yılları arasında Rus Sefiri Girs ve maslahatgüzarı Gulyeviç ile Sadrazam ve Hâriciye Nâzırı Said Halim Paşa arasında teklif ve mukabil teklifler gidip geldi. Rusya, diğer sefirlerin de tasvibini alarak konuyu artık kendisi yürütüyordu. Sadrazam diğer ülkeleerden destek istedikçe, konunun bir an evvel halledilmesi isteği bildiriliyordu.
8 Şubat 1914'te Said Halim Paşa ile Gulyeviç arasında Doğu Vilâyetleri ile ilgili antlaşma imzalandı. Rusya bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin çember içine alarak Kafkasya'daki müslümanlarla Türklerin münasebetlerini kesmek istiyor ve İstanbul hakkındaki planlarını tatbik etmek istiyordu. Bu antlaşma gerçekten ağır hükümler içermekteydi. Antlaşmaya göre Doğu Vilayetleri iki bölgeye ayrılıyor ve başına ecnebi genel müfettişler görevlendiriliyordu. Bunların maaşları da Osmanlı tarafından ödeniyordu. Ayrıca buradaki Osmanlı egemenliği neredeyse yok ediliyordu. Bölgelerde her türlü sorumluluğunu Osmanlı bu müfettişlere bırakıyordu. Bu bölgeler için belirlenen müfettişler ile 25 Mayıs 1914'te kontratlar imzalandı ancak atandıkları bölgelere gidemeden Osmanlı'nın I. Cihan Harbi'ne girmesi nedeniyle müfettişlerle yapılan sözleşmeler fesh edildi.
shpasa6Said Halim Paşa'nın sadrazamlık yılları dünyanın çalkalandığı yıllara da denk gelmektedir. I. Cihan Harbi'nin başladığı ve en sıcak saatlerinin yaşandğı yıllarda Osmanlı Devletinin Sadrazamı ve Harâciye Nâzırı pozisyonunda olan Said Halim Paşa'nın üzerinde son derece ağır bir sorumluluk vardır.
Osmanlı gücünü tamamen yitirmiş olması ve Rusya baskısından dolayı büyük devletlerin pek çoğu ile ittifak yapma girişimlerinde bulunmuştur. Bu ittifak girişimleri ilk olarak 1913'te Almanya ile başlamış ancak Almanya buna o zaman yanaşmamıştır. Daha sonraları İngiltere'ye aynı teklifle gidilmiş ancak yine başarılı olunamamıştır. İttifak ile ilgili olarak pek çok ülke ile görüşülmüştür ancak istenilen bir ittifak sağlanamamıştır.
Dünya 28 Haziran 1914'te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun veliahtı Fransız Ferdinand ve eşinin, Saraybosna'da bir Sırp tarafından öldürülmesi ile karışır. Bu olaydan sonra Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti'ni üçlü ittifaka çekmek için girişimlere başlar. Aynı zamanda Almanya da Osmanlı'nın 1913'te yaptığı teklifi günyüzüne çıkarak 22 Temmuz'da Osmanlı'ya ittifak teklifinde bulunur. Almanya'nın ittifak talebini Said Halim Paşa, Talat Bey ve Halil Bey kabul ederler. Bu teklifin kabulunun ana sebebi Rus korkusudur. Almanya'nın o dönemde Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü bozacak veya devleti zayıflatacak bir politikası söz konusu değildir. Almanya Osmanlı Devleti'ni bir irtibat pazarı olarak görmekte ve Osmanlı güçlü oldukça ve ayakta durdukça kendi menfaatlerinin devam edeceğini düşünmektedir.
Said Halim Paşa Almanya ile ittifak konusunda Padişah Mehmed Reşat'dan ruhsatname ister. 25 Temmuz 1914'te istenilen ruhsatname alınır.Bu tarihi belgenin metni şu şekildedir:
"Rus Devletini'nin tecavüzat-ı muhtemelesine karşı Almanya ile tedafüî bir ittifak akdine Sadrazam ve Hâriciye Nâzırı Mehmed Said Paşa mezundur."

Bu ittifak kabine üyelerinden gizli tutulur ve 2 Ağustos 1914'te Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki İttifak Antlaşması, Sadrazam Said Halim Paşa ve Alman Büyükelçisi Wangerheim tarafından imzalanır. Bu antlaşmaya Said Halim Paşa'nın Yeniköy'deki yalısı ev sahipliği yapacaktır. Bu önemli antlaşmanın şartları şunlardır:
1- Taraflar Avusturya -Macaristan ile Sırbistan arasında zuhur eden şimdiki harbe karşı tam bir tarafsızlık taahhüt ederler.
2- Şayet Rusya, Avusturya-Macaristan aleyhine fiili tedbirlerle işe karışır ve böylece Almanya'nın da harbe girmesini gerekli kılarsa, bu durum Türkiye'nin de harbe girmesi için sebep teşkil edecektir.
3- Almanya, Osmanlı toprakları tehdite maruz kalırsa silâhla müdafa etmeyi taahhüt eder.
4- Bu antlaşma gizli tutulacak ve her iki tarafın muvafakati ile ilan edilecektir.


Avusturya 28 Temmuz'da Sırbistan'a savaş ilan eder. 1 Ağustos'ta Almanya'da Rusya'ya harp ilan eder. Osmanlı ile yapılan antlaşma 2 Ağustos'ta yapılmıştır ve Osmanlı'nın Almanya'nın harbe girdiğinden haberi yoktur. Almanya ile imzalanan antlaşma aslında tecavüzî ve taaruzî bir ittifak olmayıp tedafûi yani Osmalı'nın kendini Rus saldırısına karşı korumak için akdedilen bir savunma antlaşmasıdır.
Antlaşmanın imzalandığı aynı tarihlerde Said Halim Paşa kabinesinin ileri gelenleri Paşa'nın yalısında toplanarak mevcut durumu göz önüne alınarak ülkede genel seferberlik ilan ettiler. Yine aynı tarihte hükümet Meclis-i Mebûsan'ı süresiz olarak kapattı ve borçlarını tecil ettiğini ilan etti.
Said Halim Paşa Hükümeti Almanya ile yapılan ittifak'ın yanında başka ülkelerle de ittifak arayışına girdi. Tüm dünyanın savaş durumu alması üzerine siyasi diplomasi hızlandı. 10 Ağustos 1914'te Alman savaş gemileri Goben ve Breslav'ın Osmanlı sularına girmesi sonucu 17 Ağustos'ta İngiltere, Fransa ve Rusya büyük elçileri sadrazamı ziyaret ederek eğer Osmanlı savaş sonuna kadar tarafsız kalırsa toprak bütünlüğünü taahhüt altına alınacağı garantisi verdiler. Bu konu üzerinde bazı görüşmeler yapılsa da savaşın hızlanması ile ve bu görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmamıştır.
said55 Eylül 1914 yılında Heye-i Vükelâ toplantısında Sadrazam ve Hâriciye Nâzırı Said Halim Paşa'nın teklifi ile bütün kapitülasyonların kaldırılmasına karar verildi. Gerekli notalar hazırlandı ve Osmanlı Hükümeti 9 Eylül 1914'te 1 Ekim'den geçerli olmak üzere tüm kapitulasyonlar kaldırdı. 13 Aralık 1914'te kabul edilen "Kânûn-ı Muvakkat" ile yabancı şirketlerin ayrıcalıklarına son verildi.
Almanların savaş gemileri Göben ve Breslav 10 Ağustos 1914'te Osmanlı sularına girmiş ve Çanakkale boğazına gelmişti. Bu gemiler kılavuz bir gemi eşliğinde boğazın güvenli bir yerine getirildiği ve bu işlemin Enver Paşa'nın emriyle gerçekleştirildiği Said Halim Paşa ve Cemal Paşa'ların bu olaydan haberi olmadığı ileri sürülmektedir. Bu olay üzerine Yeniköy'deki yalıda toplanan hükümetin ileri gelenleri gemilerin satın alındığını ve Osmanlı Devleti'nin tarafsızlığını koruduğunu ilan etmişlerdir. Gemilere Yavuz ve Midilli adı konularak boğazlar gemi geçişine kapatılmıştır.
Bu arada ilginç bir gelişmer yaşanmaktadır. Osmanlı Donanması'nın birinci komutanı Amiral Souchon nereden geldiği belli olmayan bir emirle 29 Ekim 1914'te sabah karanlığında Sivastopol ve Novorossisk ve 30 Ekim'de Odesa limanlarını bombalar.
29 Ekim akşamı bu olayı haber alan Said Halim Paşa, Bâbıâlî'de hükümetin ileri gelenleri ile bir toplantı yapar. Said Halim Paşa kendisinden habersiz işler yapıldığını ve katiyen harbe taraftar olmadığını söyler. Eğer kendisinin fikrine iştirak edilmiyorsa hemen çekilmeye hazır olduğunu ve harp taraftarlarının memleketin mukadderatını ellerine almalarını ister. Bunun üzerine Enver Paşa yeminle olaydan haberdar olmadığını ve şimdiye kadar birşey yapmamış olduğunu söyler. Bu toplantıdan hiçbir netice alınmadan nâzırlar ayrılır. Padişah V. Mehmed olaydan 30 Ekim günü yani Kurban Bayramı'nın ilk günü haberdar olmuştur. Bayram alayına ve Muâyede Resmi'ne Said Halim Paşa rahatsızlığı nedeniyle katılamayacağını bir tezkire ile bildirir ve ardından da istifa eder. Muâyededen sonra bütün nazırlar Said Halim Paşa'nın yalısına giderler ve istifasını geri almasını isterler. Said Halim Paşa ancak "hadisenin tamiri ve alakadarlara tarziye vermek şartı ile" istifasını geri alır.
Paşa istifasını geri aldıktan sonra yapılan tolantılarda sulhun korunması benimsenir. Rusya büyükelçisine bir nota gönderilerek Karadeniz'de yaşanan olayın barış içerisinde çözümlenmesi istenir. Ancak Rusya bu notaya olumlu cevap vermez ve 31 Ekim'de Rus ve 1 Kasım'da da İngiliz ve Fransız büyükelçileri İstanbul'dan ayrılır.Bu durum karşısında yapılan toplantılarda mevcut durum gözden geçirilir ve padişaha olayın anlatılarak Rusya, İngiltere ve Fransa ile harp halinde bulunmak gerektiğinin bidirilmesi kararlaştırılır. Bu karar sonunda bazı nazırlar istifa ederler. Bu kimselerin istifaları kabul edilerek yerlerine atamalar yapılır. Bu atamalar sırasında Bursa Valisi olan Said Halim Paşa'nın kardeşi Abbas Halim Paşa Nâfi'a Nezaretine atanır. Ve 2 Kasım 1914'te Rusya , 5 Kasım 1914'te de İngiltere ve Fransa Osmanlı'ya savaş ilan eder. Osmanlı da bu ülkelere cihat ilan eder. Cihat fetvası pek çok dile çevrilerek dünyanın dört bir yanındaki müslümanlara gönderilir. Osmanlı beş cephede savaşa katılır. Kafkasya, Kanal ve Filistin cephelerinde başarılı olunamamıştır. Ancak Çanakkale savaşlarında üstün başarı gösterilmiştir. Yine Irak cephesinde, Kut-el Amara'da başarılar elde edilmiştir.
Tehcir Olayı:
Osmanlı Devleti I. Dünya harbi sırasında bazı zaruretlerden dolayı Ermeniler'in bir kısmını bulundukları yerlerden alarak, yine devletin sınırları içerisinde başka mahallere yerleştirmiştir. Bu yerleştirme hadisesi "Ermeni Tehciri" olarak bilinmektedir.
Osmanlı savaşa girmesiyle birlikte Ermeniler bağlı bulundukları birliklerden kaçmaya, orduyu arkadan vurmaya veya İtilaf devletlerine casusluk yapmaya başladılar. Türk köylerini basarak çoluk çocuk demeden insanları katlettiler. Bunun üzerine Said Halim Paşa Hükümeti, Ermeni Patrikhanesi'ne, Ermeni milletvekillerine bu olayların derhal durdurulmasını aksi takdirde şiddetli tedbirlere başvurulacağını bildirdi. Ancak bu ihtar Ermeniler tarafından dikkate alınmadı. Hatta kanlı olaylar artmaya başladı. Bunun üzerine Dahiliye Nâzırı Talat Bey, 24 Nisan 1915'te Ermeni Komite merkezlerinin kapatılmasını ve evraklara el konulmasını ve komitenin ileri gelenlerinin tutuklanmasına dair bir tamim yayınlamıştır. Ermeniler 15 Nisan 1915'te Van bölgesinde, 17'sinde Çatak, 18'inde Bitlis ve 20'sinde de Van'ın içinde ayaklanmalar düzenlediler. 6 Mayıs 1915'te Ermeniler Van'ı Ruslara teslim edip, Rusların kontrolünde Aram Monokyan başkanlığında 17 Mayıs 1915'te bir Ermeni Hükümeti Kurdular. Ermeniler Van'da yüzlerce kadın ve çocuğu katlettiler.

Ermeniler savaş halindeki Osmanlı'ya karşı işledikleri cürümlerden dolayı toplu olarak yaşadıkları bazı yerleşim yerlerinden çıkarıldılar. Bu yerleşim yerlerinin bazıları şunlardır.
- Van, Bitlis, Erzurum Vilayetleri
- Adana , Mersin ve Sis(Kozan) şehir merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket sancakları.
- Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere, Maraş sancağının diğer bölgeleri
- Merkez kazaları hariç olmak üzere Haeo vilâyetinde İskenderun, Beylan, Cisr-i Şu'ür ve Antakya kazaları, köyleri kasabaları.


Buradaki yerleşim yerlerinden alınan Ermeniler Musul vilayeti, zor sancağı, Halep vilayetinin doğu ve güney doğu kesimleri, Suriye vilayetinin bazı mahalleleri, Urfa'nın güneyindeki kesimlere götürüldüler. Buralara sevkleri yapılırkende orada tekrar bazı sorunlar çıkarmamaları için bazı önlemler alınır. Mesela gittikleri yerlerde nüfusun yüzde onunu geçmemeleri sağlanır, ayrıca kuracakları köylerin hane sayısı 50 ile sınırlı tutulur.
Dahiliye Nezaretinin girişimleri ile yukarıda bahsedildiği gibi öngörülen Ermenilerin iskanı ile ilgili tezkere 30 Mayıs 1915'te kabul edilir. Bu kararın altında daha sonradan bu karar yüzünden hayatından olacak Said Halim Paşa ve Talat Paşa'nın imzaları vardır. Bunun yanında Harbiye Nâzırı Enver Paşa'nın imzasıyla birlikte dört bakanın da imzası yer almaktadır tezkerede.

Bakanlar kurulu 30 mayıs 1915'te kararı alınan ve hızla yürürlüğe konulan iskan meselesinin adil ve insani bir şekilde gerçekleştirilmesi için bazı önlemler almıştır. Bunların önemli olanları şu şekildedir:
- Nakli gerekenler, iskan edilecekleri mahallere refah içinde can ve mal güvenlikleri sağlanarak sevk edileceklerdir.
- Gittikleri yerlerde kesin yerleştirilmelerine kadar, kendilerine göçmen ödeneğinden geçinmelerini sağlayabilmeleri için yardım yapılacaktır.
- Eski mali durumlarına uygun olarak kendilerine mal ve arazi verilecektir.
- Hükümet tarafından bunlara ev yapılacaktır.
gibi maddeler bu kararın maddelerinden bira kaçıdır.


Bunun yanında yine Dahiliye Nâzırı Talat Beyin Ermenilerin sevk edilmeleri sırasında ortaya çıkabilecek bazı sorunlara karşı da tekrar bir talimatname hazırlayarak insanların sevk sırasında mağdur olmamaları sağlanmaya çalışılmıştır. Sevksaid5 sırasında her türlü ihtiyaçlarının sağlanmasına yönelik alınan kararlarda ayrıca sevk işini yapan memurlarla da ilgili ciddi kısıtlamalar getirilerek işini iyi yapmayanlar hakkında tevkif kararı alınmıştır. Pek çok vilayette bu yüzden 1397 kişi çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Bu cezaların içerisinde idam cezası bile yer almaktadır. Bu talimatnameni tam metni İngiliz arşivlerinde bulunmaktadır.
Bu alınan önlemler nazaran bu olay halen günümüzde bile "Ermeni Soykırımı" şeklinde lanse edilmeye çalışılmaktadır. Bu olay daha sonra da değineceğimiz gibi Sadrazam ve Hariciye Nâzırı Said Halim Paşa'nın bir Ermeni komiteci tarafından öldürülmesine yol açacaktır.
Dahiliye Nezaretinin 7 Aralık 1916'da verdiği rapora göre o tarihe kadar 702.900 kişi başka yerlerde iskan edilmiştir. Yine aynı raporda 1915 yılında 25 milyon, 1926 yılının Ekim ayına kadar da 86 milyon kuruş para harcandığı yıl sonuna kadar da 150 milyon kuruşun daha sarfedilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Ermenilerin iskanı sırasında ölen Ermenilerin sayısı her zaman bir muamma olmuştur. Ermeniler bu sayının yaklaşık iki milyon olduğunu iddia etmektedir. Ancak bunun gerçek olması mümkün değildir. Çünkü Osmanlı kayıtlarına göre o dönemde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısı 1.200.000 civarındadır. Daha sonraları I. Cihan harbiyle birlikte yaklaşık 400-450 bin kişi Rusya'ya göç etmiştir. Yolculuk sırasında çeşitli sebeplerle hayatını kaybedenlerin sayısı hiç de Ermenilerin abarttığı gibi olamaz.
I. Dünya Savaşı sırasında da Osmanlı Hükümetinin gizli evrakları da incelendiğinde hiçbir yetkilinin bir soykırım emri verdiğine dair bir bilgiye ulaşılamamaş aksine alınan kararlarla insanların en güzel şekilde sevk işlemlerinin yapılması gerektiği vurgulanmıştır.
...
1915'in sonu ve 1916 yılı Said Halim Paşa ve hükümeti için son derece zor yıllar olacaktır. Gerek kabine içinde gerekse kabine dışında bir takım hesaplar yapılmaktadır. Bu hesapları yapanlardan biri de Talat Paşa'dır. Talat Paşa kabine içinde kendi nufuzunu arttırmak için Hâriciye Nâzırlığına Meclis-i Mebûsan Reisi Halil Bey'i getirmeyi düşünmektedir. Ancak Said Halim Paşa bunu tasvip etmez. Ülkenin savaşta olduğu ve istihbaratın pek güçlü olmadığı bir dönemden geçilmektedir. Said Halim Paşa Mısır'daki arkadaşları vasıtasıyla bazı isthbaratlar almaktadır. Mesela Çanakkale harbini bu sayede öğrenmiştir. İşte böyle bir durumda Paşa, Hâriciye Nâzırlığını ehliyetsiz ellere bırakmak istemiyordur. Ancak Talat Paşa'nın tehditi üzerine Said Halim Paşa Hâriciye Nâzırlığından istifa eder. Bu değişikliği kabine içinde başka bazı değişiklikler izler.
1926 yılında Said Halim Paşa hükümeti Yakup Cemil tarafından düşürülmek istenmiştir. Yakup Cemil Bâbıâlî Baskınında Nazım Paşa'yı öldüren bir ittihatçıdır. Orduda yedek subay olan bu sahış kanun gereği yükseltemediği rütbesini böyle bir hareketle yükseltebileceğini düşünerek hükümeti düşürmeye çalışmıştır. Bu darbeyi yapıp kızdığı insanları ortadan kaldırarak Cemal Paşa'yı veya Fethi Bey'i sadrazamlığa geçirmeyi düşünmektedir. Ancak bu emeli öğrenilince tevkif edilir ve 11 Eylül 1916'da idam edilir.
Yakup Cemil'in Said Halim Paşa Hükümeti'ni devirme teşebbüsü yanında Mustafa Kemal'in de böyle bir teşebbüsü olduğu iddia edilmektedir. Mustafa Kemal'in bu düşüncesi Çanakkale'den döndüğü tarihe rastgelmektedir. Mustafa Kemal, Almanya'dan ayrılarak İtilaf devletleri ile münferid barış yapmak için hükümeti düşürme niyetindedir. Mustafa Kemal Cemal Paşa ile de işbirliği yaparak Çanakkale'deki kendi emrindeki ordu ile İstanbula yürüyerek hükümeti devirmeyi düşünüyordur. Cemal paşa başkanlığında da bir hükümet kurmayı tasarlamaktadır. Mustafa Kemal de kurucak hükümette Harbiye Nâzırı olacaktır. Harbiye Nâzırı Enver Paşa bu plandan haberdar olması üzerine Mustafa Kemal şahsi bir tehlike devresi getirmiştir.
1916 yılında Paşa, İttihat ve Terakki başkanlığına ikinci defa getirilmiştir ancak hükümette işler pek iyi gitmemektedir. Hükümet içi uyuşmazlıklar başgöstermiştir. Özellikle Talat Paşa ile Said Halim Paşa'nın arası son Hâriciye Nâzırlığı meselesi yüzünden açılmıştır. Talat Bey hükümet içindeki nüfuzunu arttırarark sadrazam olmak istemektedir. Talat Bey, Sadrazam Said Halim Paşa'nın kapitülasyonların kalkmış olmasına rağmen bu konu ile ilgili gelen yazılara cevap verdiğini ve kendisine tevdi edilen yazıları okumamasından şikayet ediyordur. Said Halim Paşa kabinenin başkanı olmasına rağmen umumî işlerden haberdar edilmemektedir. Paşa kabine içinde her geçen gün yalnız kalıyordur. Talat Bey bu arada İttihatçıların ileri gelenleri ile de irtibatını sıkı tutmaktadır. İttiatçılar Said Halim Paşa istifa etmeden önce kabineyi Talat Paşa'nın kurmasına izin verirler. Said Halim Paşa kadın efendilere tahsis olunacak maaş hakkındaki kanuna kendisine danışılmadan hazırlandığı gerekçesiyle sinirlenir. Bu olayla son noktasına gelen gerilim Sadrazam Said Halim Paşa'nın sağlık durumunu gerekçe göstererek görevinden 3 Şubat 1917 tarihinde istifa etmesiyle son bulur. V. Mehmed Reşâd Paşa'nn istifasını kabul eder. Hemen ardından da Talat Paşa'yı göreve getirir.Talat Paşa hiçbir rütbesi olmadan sadrazamlığa getirilen tek sadrazamdır.
Padişah Mehmed Reşâd ile Said Halim Paşa'nın arası sadrazalığının ilk zamanlarında çok iyiydi. Hatta padişah, torunu Behiye Sultan'ı Said Halim Paşa'nın küçük oğlu Ömer Halim Bey'le evlendirmiştir. Ancak Paşa'nın biraz unutkanlığı biraz da elindeki iktadarın kaybolması nedeniyle padişahın isteklerine yeterince cevap veremez duruma gelmiştir.
Said Halim Paşa sadâretten istifa ettikten sonra A'yân A'zâlığına devam etmiştir. Paşa İttihat ve Terakki Partisi'nin 1917'deki kongresinde merkez-i umumi üyeliğine getirilerek parti ile olan bağlarını koparmamıştır. Paşa'nın sadâret müddeti 3 sene 7 ay 21 gündür.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Şubat 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
az01x8ua




OSMANLI KAFTANLARI*
osmanli topkapi kaftan 5 İnsanoğlu, çeşitli gereksinmelerini gidermek için var oluşundan bugüne değin dünya nimetlerinden yararlanma yollarını aramış, insan zekâsı giderek gelişmiş, akla hayale sığmayan sayısız ve sınırsız buluşları gerçekleştirmiştir. İnsanlık tarihinin en eski sanatlarından biri hiç kuşkusuz dokuma sanatıdır. Doğanın değişik iklim koşullarına karşı kendini koruma zorunluluğunu duyan insanoğlu sonunda dokumacılık sanatını yaratmıştır. Zamanla çeşitli koşulların zorlamasıyla dokumacılık gelişmiş ve her milletin refah düzeyine, sanat ve teknik yeteneğine göre ilerlemiştir. Türk kumaşlarının gerek dokunuş, gerek malzeme ve gerekse desen zenginliği bakımından dünya kumaşçılığı içinde çok önemli bir yeri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türk kültür ve zevkinin bütün inceliklerini üzerinde toplayan Türk dokuma ve kumaşları yapıldıkları yerlere göre dört gruba ayrılır.
Yazımızda bu gruplar içinden sadece saraya ait kumaşları ve padişah giysilerini inceleyeceğiz.
Eskiden halkın giyim biçiminden, yaşayışından tamamen farklı durumda olan padişah, hanedan ile Saray mensuplarının elbiseleri için özel olarak dokutturulan kumaşlara «Saray Kumaşları» denir. Bu gruba şüphesiz Osmanlı Saraylarının tefrişi için dokutturulan kumaşları da katmak gerekir. Yalnız Sarayın gereksinmesini karşılamak için bu tezgâhlar çalışır ve başka iş görmezlerdi. Buna benzer kumaşlara halk için çalışan diğer atelye imalâtında rastlansa bile, Saraya ait kumaşlar gerek süsleri gerekse kullanılan malzemenin zenginliği ile diğerlerinden üstün olurdu. Padişah ile Saraylı tüm giysilerinin belli kurallara bağlı kalması nedeniyle, özellikle Padişahın günlük kıyafetlerinde, tören elbiselerinde kumaş cinsine ve desenlerine büyük titizlik gösterilmesi, Saray tezgâhlarının gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
İmparatorluk büyüdükçe imalât çeşitlenmiş ve zenginleşmiştir. Buna karşılık önce tamamen amatörce yapılan dokumacılık halkın şehirleşmesi sonucunda tüm gereksinmeleri karşılayan profesyonel, güçlü bir sanat kolu haline gelmiştir.
Bu yüzyılda ülkemizde en çok faaliyet gösteren Bursa tezgâhları olmuştur. Kaynaklara göre çatma, kadife, atlas, çuha, kemha gibi cinslerin en güzel örnekleri burada verilmiştir. Bu kumaşların ünü o yıllarda Macaristan, Lehistan, Fransa ve İtalya'ya kadar yayılmıştır. Tamamiyle Türk desenlerini hâvi Bursa kumaşlarının yanında İstanbul atelyelerinde büyük bir hızla ilerlemiştir. Hatta tezgâh sayısı öylesine bir hızla artmıştır ki, sonunda bunları sınırlayıcı hükümler çıkarma zorunluluğu doğmuştur. İstanbul'da kurulan atelyeierin ipekleri Bursa'dan alınır, atkı ve çözgü ipeklerinin hazırlanması Bursa'ya bırakılmıştı. Çünkü dokumacılık için en iyi ipek ipliği Bursa'da hazırlanıyordu.
Osmanlı İmparatorluğumun en değer verilen kumaşı seraser idi. En iyi cinsinin İstanbul'da Saraya bağlı tezgâhlarda, seraserci başının nezaretinde dokunduğu ve adınada (İstanbul Seraseri) denildiği bilinmektedir. 16. Yüzyılda Bursa'da Türk dokumacılığının çok inkişaf ettiğini belgeler tanımlamaktadır. Yalnız Bursa atelyelerinde seraser ismine rastlanmaz.
Osmanlı Padişahlarının özel hazinesini teşkil eden Enderun Hazinesi'nden bugün Topkapı Sarayı Müzesi'nin çeşitli seksiyonlarını oluşturan objeler gibi elimizde bulunan kumaşlar hediye, harp ganimeti sipariş ve satın alma yoluyla bir araya getirilmişlerdir. Bu yılların birikimi zengin ve güzel koleksiyon, büyük bir titizlikle saklanmış ve korunmuştur. Bunların içinde özellikle padişahların iç ve dış giysileri için uygulanan bir gelenek imparatorluğun sonuna kadar büyük bir özenle sürdürülmüştür. Bu geleneğe göre, ölen veya halledilen Padişahın tüm giyim eşyaları bohçalamp, aidiyeti bir etiketle belirtilerek mühürlenir ve Silahtar Hazinesi'nde saklanırdı. Bu nedenle padişahlara mahsus giyim eşyaları bezemeleri bakımından ayrı bir kıymet; adetçe de büyük önem taşırlar. İşte bugün Topkapı Sarayı Müzesi'ııde bulunan Padişah elbiseleri dünyanın en zengin koleksiyonlarından biridir.
osmanli topkapi kaftan 3 Büyük Atatürk'ün emriyle Topkapı Sarayı Müze olarak halka açıldığı zaman bu giysiler Silâhtar Hazinesi'nde hepsi etiketli olarak bohçalar içerisinde bulunmuştur ki; dünya da hiç bir müzeye sahip olmayan bir anlam taşımaktadır.
Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki Padişah elbiseleri, kumaş ve kadifelerin çeşitliliği ve zenginliği hakkında bir bilgi verebilmek için aşağıdaki özeti sunuyoruz: Fatih Sultan Mehmet : 21 adet Kaftan, Kanunî Sultan Süleyman : 77 adet Kaftan, Ahmet I : 13 adet Kaftan, Osman II : 30 adet Kaftan, 27 adet Kaftan.
Adet itibariyle 2500 parçaya yaklaşan eşyanın çoğunu Saray için hususî surette dokutturulan en ağır ve en güzel kumaşlarla kadifelerden yapılmış hilat, kaftan ve şalvarlar teşkil ederler. Sayıca az olmakla beraber, çocuk elbiseleri (Şehzade ve sultanlar) bu koleksiyonun ayrı bir özelliğidir. Kadınların giyim eşyasının ise Hazine'ye alınması ve saklanması usul olmadığından, bunlara ait bir şey yoktur. Fatih Sultan Mehmet'den evvelki altı Osmanlı hükümdarına ismen mal edilecek kaftan yoktur. Yalnız, eski Osmanlı elbiselerinden (Sâlâtini - Naziye-iâl Osman Mazeratının kisveleri) etiketi yazılı bohçalar içerisinde bulunanlar gerek dokumaları, gerekse süslemeleri göz önüne alınınca mevcudun en eskisi görülmektedir.
Arşiv kayıtları ve eski hazine defterleri üzerinde şimdiye kadar yapılan çalışmalardan henüz inandırıcı sonuç alınamamıştır.
Sultan giysilerinin dokunuş ve kullanılan malzeme çeşidi yönünden aldığı isimler: Atlas, canfes, çatma, seraser, serenk, selimiye, kemha ve gezidir.
İlk zamanlar sade olan Padişah giysileri sonraları daha da mükemmelleşmiştir. Kaftanlara kürkler ilâve edilmiş; bu kürkler; samur, kakûm, foyum, (Hermin) denilen cinslerden oluşmuştur. Kapaniçe adını alan bu kaftanların içi kürklü, dışı seraser, atlas ve gezi gibi en nefis kumaşlarla kaplı uzun kollu (yen), önden açık, kıymetli taşlarla süslü düğmeli ve yanları yırtmaçlı bir giysidir. Hükümdarların şahsına mahsus kapaniçenin fevkalâde iltifat olmak üzere Kırım Hanlarına ve Bendegâna hediye edildiği bilinmektedir. Topkapı Sarayı Müzesi'nde bu çeşit kapaniçelerden örnekler mevcuttur.
Kaftanlar içe ve dışa giyilmek üzere iki tür dokunmuştur, dışa giyilenler Merasim Kaftanları'dır. Bunlar, altın telli çatma veya seraserden yapılmıştır. Bunlar da diğer kaftan biçimlerinden olup; sadece kol üzerinden omuzdan aşağıya kaftan boyu kadar (yen) denilen ikinci bir kol bulunmaktadır.
Yen'in görünüşü görkemli yapmak ve Osmanlı İmparatorluğu merasim usulüne göre bayramlarda ve cüluslarda öpülmek gibi tarihî bir görevi vardı. Tanzimat'tan sonra bu usûl kalkmış ve taht saçağı öpülmeye başlanmıştır. Nitekim son devirde kullanılan taht saçağı bugün Hazine'de altın tahtla birlikte teşhir edilmektedir.
Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan kaftanların, asırlar değiştikçe kumaş cinsleri de değişmekte. Fakat kaftan formları hemen hemen aynı kalmaktadır. Çoğunlukla kaftanlar önden açık, yakasız veya küçük dik yakalıdır, uzun veya kısa kollu cepli ve yanları yırtmaçlıdır. Önleri şerit veya brit düğmelidir. Bir kısmının içi pamuklu dıştan kapitone şeklinde boyuna dikişlidir. Bazı içe giyilen kaftanlar kısa kollu olup ayrıca takma kolları da mevcuttur. Söz konusu giysiler bugün Topkapı Sarayı Müzesi Padişah Elbiseleri kumaş deposu ve seksiyonunda bulunmaktadır. Bu giysiler, üç katlı olan ve eski Fatih devri mutfaklar müştemilâtından kiler ve yağhane denilen binada ısı ve rutubet derecesi ayarlanmış çok modern bir depoda korunmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet'den, Sultan Reşat'a kadar bütün Padişahların giyim eşyaları, kaftan ağırlıkları göz önünde tutularak, açık vaziyette tek tek profilden yapılmış ranzalara yerleştirilmiştir. Ayrıca üstleri de örtülerek dış etkenlerden korunmaktadır.
Bütün bunları rutubetten korumak için Dhumudite pretemna type 10 cihazı kullanılmaktadır. Bu âletle binanın rutubeti alınıp kumaşlar için gerekli olan rutubet derecesi 57'ye ayarlanmıştır.
İlkbahar ve sonbaharda ilaçlama (güve ihtimaline karşı) ve genel temizlik yapılmaktadır. Güveleri imha edici ve kumaşlara hiç bir zararı olmayan kimyevî maddelerle dezenfekte edilmektedir.
KUMAŞ CİNSLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER
Kemha Kaftan, Selim II. Kemha caftan, Selim II.
Çatma: Doknuşu itibariyle kadifenin bir cinsi olan ve Fransızların «Velours â Double Hauteur» dedikleri Çatma'nın kadifeden farkı, zemine nisbetle çiçeklerinin veya süslemesinin havının daha yüksek oluşunda-dır.
Eski kayıtlarda âlâ, evsad, ednâ cinsleri ile Kadife-i Çatma diye yazılıdır.
886 - 891 (1481 -1486) seneleri arasında sancağa çıkanlar Şehzadelere verilen eşya arasında (Topkapı Sarayı arşivi No. D: 10017) «Mirahûrî kaftan Bursa'nın Çatma kadifesindedir ki altunludur.» kaydı mühimdir. Çünkü, bu zamana kadar gerek Hazine Defterlerinde gerekse vesikalarda Mirahûrî kaftanların hemen hemen Yezd (liran) ve Frenk (Avrupa) Kemha ve Kadifelerinden yapılmış olduğu görüldüğünden bu devirden itibaren Bursa Çatma'sının da artık yabancı kumaşlarla boy ölçüşecek seviyeye eriştiğine delildir.
On sekizinci yüzyıl sonlarına doğru döşemelik çatmalar Üsküdar'da da dokunmaya başlamış, bunların bilhassa yastıklıkları meşhur olmuştur.
osmanli topkapi kaftan 1 Çuha: Çözgü ve atkısı yün yapağından iğrilmiş iplikten, havlı, düz renkte ve sâde, tok kumaş.
On beşinci yüzyıl ortalarından itibaren en iyi cinsinin Selanik fethedilinceye kadar Eğin'de dokunduğunu ve bunlardan padişahlara ve şehzadelerine giyim eşyası yapıldığını elimizde bulunan Mehmed II.'ye ait dört kaftan ile muhtelif kaynaklardan öğrenmekteyiz.
Bursa Şer'i mahkeme sicillerinden en eskisi olan 867-868/1462-1463 senelerine ait (1) No.lı defterin (51) inci sahifesinde (Eğin Çuhası)
Şehzade Mahmud, Korkud, Âlemşah ve Selim sancağa çıktıklarında (890-891/1485-1486) kendilerine verilen eşya arasında (Eğin çuhası na kaplı] kaftanlar (Topkapı Sarayı arşivi D: 10017);
1505 tarihli Enderun Hazinesi defterinde (Topkapı Sarayı Arşivi D: 4) kumaşlar bunlardır ki, zikrolunur kısmında (Ve iki donluk Eğin keçe); kaydına rastlanmaktadır.
Şehzade Osman bin Âlemşah Kengırı sancağına çıkarıldığı zaman (912/ 1506) verilen eşya arasında (Çuha-i Eğin) bulunmaktadır. (Topkapı Sarayı Arşivi E: 6510).
Bu kayıtlardan o devirde en iyi çuhanın Eğin'de yapıldığı anlaşılmaktadır.
Atlas: İnce ipekten sık dokunmuş düz renkte Sert ve Parlak bir kumaştır. Umumiyetle kırmızı renkte dokunurdu. Padişahlara yapılan kaftanlarda en çok kırmızı, mavi, yeşil renklileri tercih edilmiştir. Atlas tel adedine ve dokunuşuna göre kıymetlenen bir kumaştır. Padişahlara mahsus giyim eşyası arasında atlas tan kaftanlar nazarı dikkati çekecek çoğunluktadır.
Bunlar düz dokunmuş atlastan yapıldıkları gibi boylamasına yollu olan ve bu cinsine Taraklı denilenlerden de imâl edilmişlerdir.
«Atlas-ı şehrî 4200 tel, eni buçuk arşın girahtan ziyadece olurdu. Bilâhare 3500 tele indirilmiş, eni aynı ölçüde bırakılmıştır. Sultanî kırmızı meşdudı 2200 tel ve rengi lök kırmızısı, Metun meşdudı 3600 tel, eni buçuk arşın rubu olurdu.» (Bursa İhtisap Kanunnamesi).
Gezi: Çözgüsü ipek, atkısı ipek ve iplik karışığı sık dokunmuş hareli kumaş. Çözgüye nazaran atkı birkaç kat ipek ve iplikle karışık ve bir arada dokunduğundan atkılar ince çözgüler arasında kalın olarak farkedilmekte-dir. Kumaşın hâresi, dokunduktan sonra, iki kızgın (Eski tâbirle mengene) silindir arasında ezmek ve sürtmek suretiyle elde edilir. On altıncı yüzyıldan itibaren görülen Gezi'den Padişahlara dış kaftanları yapılmıştır.
Hataî: ipek ve klaptanla dokunmuş sert bir nevi kumaş.
Çözgüsü ham ipekten olup kumaşa istenilen sertlik bununla verilmiştir. Atkısı ise bükümlü iki ipek teli ve bir klaptanlıdır. (Klaptan: Eğirme çarkı ile eski tâ'birle dolapla-sarılan sırma veya tel ile karışık veya pamuk iplik.)
On altıncı yüzyıl ikinci yarısından sonra rastlanan bu kumaştan umumiyetle Padişahlara dış kaftanı yapılmıştır.
1687 tarihli bir telhiste (T- Öz - Türk Kumaş ve Kadifeleri Fas 11. Sh: 10) Saray kadınları için 590 donluk (entarilik) için Taraklı atlasla birlikte:
7080 zira' Telli Hataî.
4800 zira'Sâde Hataî
satın alındığına göre entarilik kumaş olarak da kullanıldığı anlaşılır.
Kadife: Çözgüsü ve atkısı ipekten olan havlı kumaş. Atkısında klaptan bulunanına telli kadife denilir. Kadife nin havı, esas çözgülerin arasında olan fazla çözgülerden yapılır. Bunlar kumaşın yüzüne atkının bulunduğu yerlere yerleştirilen teller vasıtasıyle çekilip çıkarılır, sonra düzlenir. Türk kumaşları arasında kadifeye 15'inci yüzyıl ortalarından evvel rastlanmaz. Esasen bu zamana kadar dışarıdan ithal edilen ipekle çalışılmakta idi.
Arşiv vesikalarında tespit ettiğimiz ilk yerli kadife kayıtlarına 886-891 (1481 -1486) seneleri arasında Sancağa çıkarılan Şehzade Şehinşah, Ah-med, Mahmud, Korkud, Âlemşah ve Selim'e verilen eşya arasında rastlanmaktadır. (Topkapı Sarayı Arşivi No. D: 10017}
Gerek bu defterde yazılan kadife isimlerinden ve gerekse 1502 tarihli Bursa İhtisap Kanunnamesi'ndeki kadife cinsleri ve imalâtı hakkındaki bilgilerden anlaşılmaktadır ki; 15'inci yüzyılın ikinci yarısından sonra Bursa'da Kadife dokunmaya başlamış ve bir hayli ilerlemiştir.
Kemha : Çözgüsü ve atkısı ipek, üst sıra atkısında ayrıca altın alaşımlı gümüş veya doğrudan doğruya gümüşlü klaptanla dokunmuş ipekli kumaşa verilen isimdir. Seraser ile farkı, tel yerine klaptanla dokunmuş olması, renk, desen itibariyle daha zengin bir hüviyet taşımasındadır.
On beşinci yüzyıl sonlarına kadar Yezd (İran) ve Frenk (Avrupa) kemhalarının çok revaç ve rağbette oldukları Enderun Hazinesi defterlerindeki kayıtlarla sabittir. (Topkapı Sarayı Arşivi No. D: 4 ve D: 10017)
Elimizdeki malzeme içinde en eski kemha kaftanlar Fatih'e ait olanlardır.
886 - 891 (1481 -1486) tarihleri arasında Sancağa çıkan Şehzadelere verilen eşya arasında donluk (entarilik) olarak Yezd (İran) ve Frenk (Avrupa) kemhaları arasında Kemha-y-ı güvezî Bursa, Kemha-yı kırmızı Amasya kayıtlarına rastlanmaktadır ki, bu devirde Bursa'dan başka Amasya'da da kemha dokunduğuna delildir.
On beşinci yüzyıl sonu ve On altıncı yüzyıl başlarında, muhtelif adlar altında 8 cins kemha'nın memleketimizde dokundukları tespit edilmiş bulunuyor ki, dokunma özelliklerine göre adları şunlardır:
Yek - renk kemha, Peşurî kemha, Müzehhep kemha, Dolabî (Tolabî) kemha, Tâbi Kemha, Güvez Bursa kemhası, Kırmızı Amasya kemhası.
osmanli topkapi kaftan 2 Seraser: Çözgüsü ipek, atkısından altın alaşımlı gümüş tel veya doğrudan doğruya gümüş tel kullanılarak dokunan kumaştır.
Osmanlı İmparatorluğu teşrifatında seraser üst hilâti, ihsan olunan hilâtlar arasında en başta geleni ve değerlisi idi. Teşrifat risale ve vesikalarından hangi merasimde kimler seraser üst hediye edildiğinin tespiti mümkündür.
En iyi cinsinin İstanbul'da Saraya bağlı tezgâhlarda Seraserci başının nezaretinde dokunduğu ve adına da İstanbul Seraseri denildiği bilinmektedir.
Seraser'in bu düz cinslerinden başka çiçekli olanları da vardır. Bunlara çiçekli seraser veya Kârhane-i Hassa defterindeki kayda göre Seraser-i müzehhep (T. Öz - Türk Kumaş ve Kadifeleri Fasikül 1 Sh. 44) adı verilmiştir.
Düz seraser ile Müzehhep (çiçekli) olanları arasında dokumada farklar bulunmaktadır. Düz seraserlerde atkı olarak kullanılan altın alışımlı gümüş
Tezgâhlama:
I — Tek kat olarak eğrilen tiftik, katlanarak iki kat eğri I i r.
II — Tezgâhta çizgi yapılır, çizgi tezgâhta boylamasına konulan ipliklere denir. Bu iplikler dokunacak kumaşın seyrek ve sıklığına göre ayarlanarak çizgi yapılır.'
III — Çizgideki iplikler çirişlenir. Çirişleme eğrilmede taşan kılların birbirine yapışmasını temin için yapılır.
Selimiyye: Çözgü ve atkısı ipekten olup umumiyetle boyuna yollu ve küçük çiçeklidir. Çiçeklerinde bazen klaptan da kullanılmıştır.
On sekizinci yüzyıldan sonra dokunmaya başlayan ve Üsküdar'da Ayazma Cami-i civarındaki tezgâhlarda imâl edilen bu kumaşa selimiyye adı verilmesi her halde Selim III. devrinde o semte selimiye kışlası yapıldıktan sonra olmalıdır.
Bu cins kumaştan elimizdeki en eski parça Mahmud l.'e ait bir kaftandır. Daha evveline ait giyim eşyası tespit edilemediğinden bu padişah zamanında dokunmaya başlandığına hükmolunabilir.
Kumaş sanatının duraklamaya başladığı bir sırada 1843 senesinde İzmit sahillerinde Ulupınar'ın aktığı Hereke'de İpekli kumaşlar yapılmak üzere bir fabrika kurulmuştur, ilk kuruluşunda 25 ipekli tezgâhı bulunan ve jakar usulüyle çalışan bu fabrikanın çıkardığı kumaşlar beğenildiğinden bilhassa sarayların tefrişinde lüzumlu olan kumaşların burada yapılması uygun görülmüştür. Ve 1849 senesinde bir Kemha dairesi ilâve edilmiştir. Yüzyıl kadar yaşayan bu fabrikada nefis ve pek dayanıklı kumaşlar dokunmuş olmasına rağmen 1936 yılından beri buna son verilmiştir. Şimdi Çatma dokuyan iki tezgâh mevcuttur.
Bu bilgileri verdikten sonra kumaşlarda kullanılandesenleri de yüzyıllar boyunca gösterdikleri ilerlemeler ve değişiklikleri ile belirtmek yararlı olacaktır.
osmanli topkapi kaftan 4 Türk kumaşları, kadifeleri incelenince; renk ahenginin hayret edilecek kadar güzel olduğu görülür. Bilhassa XVI.-XVII. yüzyılların Türk kumaşların-daki renk variasyon ve nüanslarını, diğer milletlerin kumaşlarında görmek imkânsızdır.
Türk kumaş desenleri XIV. yüzyılda oldukça büyük motifli az fakat çok canlı renklerdir. İri kozalak, çınar yaprağı, nar motifleri bu yüzyılın karakteristik özelliğini taşır.
XV. yüzyılda desenler bir yüzyıl öncesine nazaran daha küçük fakat kullanılan renk adedi daha fazladır.
XVI. yüzyılTürk kumaş sanatının en ileri gittiği devirdir. Bu devirde lâle, karanfil, bulut ve benek motifi en güzel örneklerini vermiştir.
XVI. yüzyılın 2. yarısında karanfil pek çok kullanılmış ve stilize birer yelpaze şeklini almıştır, buna Yelpazeli Karanfil denir.
XVII. yüzyılda dokunan kumaşlarımızda lâle deseninin daha az ve şeklinin biraz değişmiş olduğunu, buna karşın karanfil deseninin çoğalmış olduğunu görürüz.
Bu devirde Madalyonlu motiflere de oldukça fazla tesadüf edilmektedir. Madalyonlar gayri muntazam koyu kırmızı, renkleri biraz daha açık ve kumaşların zemin renkleri daha parlaktır.
XVIII. yüzyılın 2. yarısından XIX. yüzyılın sonuna değin küçük ve yollu kumaşlar görülür. Yollu kumaşların en güzel örneklerini Selimiye'de dokunan Selimiye kumaşlarında buluyoruz.
BİBLİYOGRAFYA
1 — Tahsin Öz: Türk Kumaş ve Kadifeleri C. 1 — Sh. 7
2 — Ahmet Refik: İstanbul Hayatı Sh. 10, 11 ve 12.
3 — Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı: Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı Sh. 221.
4 — Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi.
5 — Hüsrev Paşa Kütüphanesi No. 813.
6 - 1050/1640 Tarihli Nark Defteri. Revan Kütüphanesi 1483.
7 - K. Özbek El Sanatları No. 3 1945.
8 — 1502 Tarihli Bursa İhtisap Kanunnamesi. XV. Yqzyıl Türk Kumaşçılığı
9 — Bursa şer'i mahkeme sicilleri A. 34 No. da kayıtlı.
10 — Fahri Dalsan Bursa İpekçiliği Sh. 18, 59 1960.
---------------------
Bu yazı ve resimler Kaftanlar / Fikret Altay / Yapı Kredi Bankası / İstanbul / 1979 kitabından alınmıştır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
osmanli1




Acemi oğlanı ; Acemi ocağına yeni alınmış,henüz eğitim görmekte ve yetişmekte olan genç yeniçeri adayı.
Akağa ; Sarayın haremindeki zenci olmayan hadım harem ağası.(Darüssaade ağası)
Arpa Emini ; Saraydaki padişah ahırının en üst düzeydeki yöneticisi.Ahır masraflarını ken disine emanet edilen paradan yapan kişi.
Arz odası ; Padişahların devlet büyüklerini ve yabancı elçileri kabul edip dinledikleri oda.
Askeri Rüşdiye ; Askeri ortaokul.
Aşçıbaşı ; Saray mutfaklarındaki aşçıların başı.

Babıâli ; ( Yüksek kapı anlamında) Osmanlılarda Sadaret (Başbakanlık),Dahiliye ve Hariciye (İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı) ve Şurayı Devlet (Danıştay) dairelerinin bulunduğu bina.
Babüssaade Ağası ; (Kapuağası/Sarayağası) Saraydaki hadım Darüssaade ağaları ile Akağaların ve Enderun memuriyetlerinin genel amiri.
Baltacı ; Sarayda harem muhafızlarına verilen ad. / Seferler sırasında askeri birliklerin önünde giden ve yolların kapanmasına neden olan ağaçları kesen eli baltalı olan,uzun sakal bırakıp meşin önlük giyen özel seçilmiş iri yapılı askerler.
Baruthane Nazırı ; Barut imalatı ile uğraşan baruthane nezaretinin yöneticisi.
Başçıbaşı ; Saraya ait inşaat işlerinde çalışan işçi başlarının (Başçı) başı olan kişi.
Baş Çuhadar ; Sarayda padişahın kaftan ve kürklerine bakan büyük memur. / Sadrazam ve vezirlerin ve diğer üst düzey görevlilerin yanında çalışan ve evrak iletme,mektup taşıma işi yapan görevlilerede çuhadar denirdi.
Berberbaşı ; Saray berberlerinin başı,yöneticisi.
Beylerbeyi ; Genel vali,Sancak beylerinin başı.Osmanlı imparatorluğunun Asya kıtasındaki sancak beylerinin başına "Anadolu Beylerbeyi",Avrupa kıtasındaki sancak beylerinin genel valisinide "Rumeli Beylerbeyi" denirdi.
Bimarhane ; Akıl hastanesi.(Tımarhane)
Bina Emini ; Osmanlılarda büyük ve resmi binalar yapılırken,inşaat masraflarını tutan,malzemeyi satın alan ve ustalarla işçilerin ücretlerini ödeyen,biri katip diğeride Ruznameci (Muhasebeci) olmak üzere iki yardımcısı bulunan görevli.
Bostancıbaşı ; Padişahın mülkü olan bostanların ekilip,biçilme işini yürüten bostan işçilerinin başı. / Sarayın muhafazasına ve şehrin güvenliğine bakan askeri teşkilatın başı.

Cariye ; Düşman ülkelerine yapılan akınlarda ele geçirilerek veya yabancı ülkelerden kaçırılarak,mal gibi para ile alınıp satılan kız,kadın,kadın köle. ( Halayık,odalık,yataklık)

Çelebi ; Efendi,kibar,görgülü ve ince kişi.Eskiden "bay"yerine kullanılan bir ünvan.
Çerakçı ; Kandilleri ve mumları yakıp söndürmekle görevli kişi.
Çeşnigir ; Darphane-i Amire'de (darphane) çalışan ve basılan gümüş ve altın paraların ayarını kontrol eden kişi.

Darül kurra ; Cami,mescit gibi yerlerin hemen yanında yapılan kuran okuma yeri.
Darüssaade Ağası ; Osmanlı saraylarında harem dairelerindeki hadım edilmiş harem ağası.
Darüşşafaka ; Eski "Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye"(İslami Eğitim Cemiyeti) tarafından kurulmuş olan yetimler okulu.
Defterdar ; Osmanlı devletinin maliye işlerine bakan kişi, Devletin çeşitli resmi kurumlarının maliye işlerine bakan görevliler.
Defter Emini ; Osmanlılarda Defter-i Hakani idaresinde (Tapu ve kadastro genel müdürlüğü) çalışan ve tapu işlerine bakan yüksek görevli.
Delme Mecra ; Yerin altından giden ve insan eli ile yapılmış olan su galerisi,yer altı su isale hattı.
Derviş ; Tarikatlardan birine bağlı olan ve tekkede çile ile uğraşan,giyim ve yaşayışında tarikatının adetlerini güden kişi.
Devşirme ; Yeniçeri ocağına alınan gayri müslim çocuklar.
Divan ; Padişah ile devlet büyüklerinin bir araya gelerek devlet işlerini görüşmek üzere yaptıkları toplantı.
Divanı Hümayun ; Padişahın başkanlığında toplanan ve sadrazam,şeyhülislam gibi yüksek dereceli devlet görevlilerinin katıldığı ve devlet işleri ile halkın sorunlarının görüşüldüğü meclis.

Ebced hesabı ; Arab alfabesindeki her harfin bir sayıyı göstermesi kuralı ile harflerden seçilerek düzenlenmiş anlamlı dizilerle bir olayın meydana geldiği yılı belirtme yolu.
Enderun ; Saray teşkilatı.
Erkânı harb ; Kurmay sınıfından olan yüksek rütbeli asker.
Evkaf ; Vakıfların hepsi,tümü.Bu günkü Vakıflar Genel Müdürlüğü.
Eyercibaşı ; Padişahın ve saraydaki diğer yüksek görevlilerin atlarının eyerlerini yapan sınıfın yöneticisi.

Fodla ; Bir cins çörek,kurabiye.

Gümrük Emini ; Gümrüklerin hesap işlerine bakan yönetici.

Hafız ; Kur'an'ı ezberlemiş olan kişi.
Harbiye Nezareti ; Osmanlılarda milli savunmanın kara kısmı ile uğraşan nezaret.
Harem-i Hümayun ; Sarayların kadınlara mahsus olan kısmı,Harem dairesi.
Harik havuzu ; Yangın havuzu.Yangınlara müdahale etmek için gerekli olan suyun depo edildiği havuzlar.
Hasodabaşı ; Sarayda padişaha ait olan bölümlerin hizmetini gören kişilerin yöneticisi.
Hattat ; Mesleği Arap harfleri ile güzel yazı yazmak olan kimse.
Hazine-i Hassa ; Padişahın şahsi gelir ve malları.
Hazine Kethüdası ; Osmanlı devletinde sarayın Enderun dairesindeki hazinede bulunan değerli eşyanın korunması ve yönetimi ile görevli kimse.
Haznedar ; Saray hazinesini bekleyen,yöneten kimse.
Hekimbaşı ; Sarayda görev yapan hekimlerin başı,başhekim.
Horasan Harcı ; İçerisine yumurta akı katılarak yapılan bir çeşit harç.
Humbara ; Tunçtan yapılmış ve içindeki oyuğa patlayıcı doldurulmuş bomba.
Humbaracı ; Yeniçeri ocağının havan topu sınıfına ait topçu eri.

İbnülemin ; Güvenilir dost kişi.
İhramcı ; Hacıların Kâbe'ye giderken giydiği ve geniş beyaz yünlü çarşaftan ibaret olan ihram'ı üreten kişi.
İmaret ; Çoğunlukla bir cami bünyesinde yapılan, bazen bir camiden ayrı olarakta oluşturulan ve fakirlere özellikle yemek yardımı yapmak amacı ile kurulan ve vakıf niteliğinde olan kuruluş.
İzam ; Bir yerin büyüğü,büyük kişi,yönetici.

Kadı ; İslam hukuku olan şeriat'a göre hüküm veren yargıç.Tanzimata kadar askeri davalarla devleti ilgilendiren davalar hariç tüm davalara bakmışlardır.Tanzimattan sonra ise yalnızca evlenme,boşanma,nafaka ve miras davalarına bakmışlardır.Kadılık müessesesi medeni kanunla kaldırılmıştır.
Kaldırımcı ; Yol yapımından sorumlu olan esnaf.İşlerini genellikle götürü usülde yaparlar ve kullandıkları taşların temin edilmesini ve taşların kesim işlerinide kendileri yaparlardı.
Kaldırımcı Kethüdası ; Götürü usülde taş döşeyerek yol yapan kaldırımcı esnafının yaptığı işi denetliyen ve ölçümleme yaparak yapılan yolun bedelini tesbit edip,parasını kaldırımcı esnafına ödeyen kişi.
Kalfa ; Saraylarda ve büyük konaklarda halayıkların (Cariye) başı olan kadın.Padişah tarafından tayin edilirler,sarayda kendilerine ayrılan yerde otururlar ve sarayın iç hizmetlerinde çalışan cariyelere buyruk verirler ve özel günlerde cariyelerden farklı giyinirlerdi.
Kapı Ağası ; Padişahın sarayındaki akağaların en büyüğü.
Kapıcıbaşı ; Saray kapılarını bekleyen sınıfın yöneticisi.
Kapıcılar Kahyası ; Bir ilin veya bir resmi dairenin babıâli'de görülecek işlerini takip eden memur.
Kapı Kethüdası ; Valilerin,sancak beylerinin ve patrikhanenin babıâli ve diğer resmi dairelerdeki işlerini takip eden memur.
Kapıkulu ; Osmanlı devletinde Padişahın kumandası altındaki piyade ve süvari sınıfından olan ve bahşiş ve ulufe ile geçinen askerler.
Kaptan-ı Derya ; Donanmanın başı,deniz kuvvetleri baş kumandanı.
Kasabbaşı ; Sarayda hizmet gören kasabların başı.(Kethüdayı Kassaban)
Kaside ; Onbeş ila yüz beyitten oluşan ve tek kafiye düzenine göra kurulan ve ünlü kişilere övgü niteliği taşıyan nazım eser.
Kassam ; Kadı ve kazaskerlerin hizmetindeki görevlilerden biri.Ölen bir kişinin mal varlığını varislerine şeriat kurallarına göre paylaştıran görevli.
Katip ; Sarayda veya herhangi bir devlet kurumunda çalışan ve görevi yazı işlerine bakmak olan kişi.
Kavas ; Osmanlılarda vezirlerin yanında bulunan silahlı koruma görevlileri.1908 yılında kavas sistemi kaldırılmıştır.
Kavasbaşı ; Vezirleri korumakla görevli kavasların başı.
Kazasker ; En yüksek ilmi rütbe,günümüzün adalet bakanı.İmparatorkuğun Asya ve avrupa bölümlerindeki kadıların başı (Rumeli Kazaskeri,Anadolu Kazaskeri.)Kadı ve müderrislerin atama ve tayin işleri ile ordu mensupları ile ilgili davalara ve devleti ilgilendiren davalara bakmaktan sorumlu olan kişi.
Kemankeş ; Ok atıcı,okçu,yay kullanıp ok atan kişi.
Kethüda ; Kahya,yardımcı,üst düzey devlet görevlilerinin yardımcısı,saray hizmetinde çalışan belirli esnaf (Arabacılar, şamdancılar,kilerciler vs.) gruplarının başı olan kişi.
Kıble taşı ; Açık alanlarda oluşturulan namazgahlarda kıblenin yönünü belirtmek için dikilen taş.
Kızlar Ağası ; Saray hareminin ağası.(Darüssaade ağası)
Kiler Kethüdası ; Saraydaki Kilercibaşının emrinde çalışan ve vazifesi kiler görevlilerini teftiş etmek olan kahya.
Kubbe ; Yarım küre şeklinde olan ve bir yapıyı örten dam.
Küfeki taşı ; Basınç altında kaynaşmış kum taneciklerinden oluşmuş,işlenmesi nispeten kolay olan ve su geçirmeyen bir taş cinsi.
Külliye ; Medrese,hamam,imaret,şifahane ve çarşı gibi ek yapıları ile birlikte inşa edilen cami.
Künk ; Su nakli için isale hatlarında kullanılan pişmiş toprak tada çimentodan yapılmış boru.Osmanlılar döneminde toprak künkler kullanılır ve şebekeden su kaybını azaltmak için iç yüzeyleri sırla kaplanırdı.
Kürkçübaşı ; Padişahın kürklerini muhafaza etmekle görevli kişi.

Lağımcı ; Düşman kalelerini feth etmek için tünel kazıp,içine barut koyarak patlatan ve kale duvarlarının yıkılmasını sağlayan asker sınıfı.Su yollarının inşaatında su galerilerinin açılması işlerindede çalıştırılmışlardır.
Lökün ; Zeytinyağı ile kireç karışımından dövülerek yapılan bir çeşit sızdırmazlık macunu.( Çeşme musluklarının takılmasında ve su künklerinin birleşme yerlerinde suyun sızmaması için kullanılan macun)

Mahlas ; Eskiden bir şiirin son beytinde kullanılması adet olan,şairlerin kullandığı takma ad.
Maksem ; Su dağıtma sandığı ve lüleler yardımıyla suyun çevredeki çeşmelere ve diğer yapılara dağıtımının yapıldığı yer.
Maliye Nazırı ; Osmanlılarda devletin gelir ve giderlerinin tutulduğu maliye teşkilatının yöneticisi.
Maslak ; Ana su isale hattının kollara ayrıldığı yer.
Medrese ; Gelenek ve görenekçi usullerle eğitim yapan ve özellikle din ve hukuk adamı yetiştiren ve genellikle külliye şeklindeki camilerin bünyesinde yer alan ve bir avlu etrafına dizilmiş çok sayıda odadan oluşan okul.
Mescit ; İçinde cuma namazı ve bayram namazı kılınmayan küçük mahalle cami.
Matbah Emini ; Saray mutfaklarının hesabını tutan görevli
Mevkufat ; Bir zaman için tutulup alı konulmuş olan mal yada para.Bir şeyin gelirinden artıp hazineye mal edilen para.Bu görevi yerine getiren kişilerede mevkufatçı denirdi.
Mevlevihane ; Mevlevilik tarikatına bağlı olanların, tarikat kurallarına göre toplandıkları ve içinde özel odaları ve tören yerleri bulunan bina.
Mihrap ; Camilerde kıble yönünde bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer.
Molla ; Büyük kadı, kadı'nın bir üst derecesi,eyalet kadısı.
Mutasarrıf ; Osmanlı yönetimindeki sancakların ( Vilayet ile kaza arasındaki yer.) en büyük mülki ve idari amiri. Derece olarak kaymakamdan büyük validen küçüktürler.
Muvakkithane ; Saat imali ve tamiri yapılan yer.
Müderris ; Eskiden medresede öğretmen,sonraları profesör anşamında kullanılmıştır.
Müşir ; Osmanlılarda askerlikte en yüksek rütbe,mareşal.
Müştemilat ; Eklenti-Ek bina.

Nafia ; İnşaat işleri.
Naib ; Vekil olarak birinin yerine geçen ve yerine geçtiği kişi adına işleri yürüten kişi.
Nakkaş ; Binaların duvar ve tavan gibi yerlerine ve kitaplar süslemeler yapan resimci,süsleme ustası.
Nalıncı ; Hamam gibi ıslak zeminlerde giymek için tahtadan yapılan yüksek tabanlı bir çeşit terlik olan nalın'ı (Takunya) imal eden kişi.
Namazgah ; Açıkta namaz kılmak için hazırlanmış yer.
Nazır ; Osmanlılarda bir idare bölümünün yada kurumun başında bulunan görevli.
Nişancı ; Osmanlı devletinde Padişah kaynaklı her türlü yazıya,padişahın imzası olan nişanını koyan veya padişahın tuğrasını çeken divanı hümayun üyesi memur.

Reis-ül küttap ; Tanzimattan önce Osmanlı imparatorluğunun dışişleri bakanına verilen ad.Sonraları Divanı hümayun'da yazı işlerini yürüten kalemlerin ve katiplerin şefi.
Reis-ül ûlema ; Şeyhülislamlık dairesinde ilmiye sınıfının başı olan memur.
Rikab Kaymakamı ; Sadrazam ordunun başında sefere çıktığı zaman kendisine vekalet eden görevli ( Sadaret kaymakamı )
Ruzname ; Günlük olayların yazıldığı defter,günlük gazete,günlük masrafların yazıldığı defter hazineye girip çıkan eşya yada paraların günlük işlendiği defter,askeri seferler sırasında olayların günlük yazıldığı defter.
Ruznameci ; Günlük defterleri kaleme alan kişi. / İnşaat masraflarının günlük hesabını tutan muhasebeci.

Sadaret ; Sadrazamlık makamı.
Sadaret kaymakamı ; Sadrazam,Serdarı ekrem ünvanı ile ordunun başında sefere çıktığı zaman onun yerine istanbulda kalıp vekaleten sadrazamın işlerini yapan vezir düzeyindeki görevli.
Sadaret kethüdası ; Sadrazamın birinci derecede yardımcısı.
Sadrazam ; Osmanlılarda padişahtan sonra gelen ikinci adam,en yetkili devlet görevlisi.Günümüz başbakanı.
Sahilhane ; Devlet ileri gelenlerine ait deniz kenarındaki konak,yalı.
Saka ; İşi,çeşme ve sarnıç gibi yerlerden su alarak evlere dağıtmak olan kişi.
Saka başı ; Osmanlılarda sarayda bulunan ve sarayın su ihtiyacının karşılanmasında ve seferler sırasında ordunun su ihtiyacının karşılanması işinde görev yapan saka'ların yöneticisi.
Saka gediği ; Sakalara verilen, çeşmelerden su alma imtiyazı.Bu imtiyaz yazılı bir senede bağlanır ve bu senet alınıp satılabilir veya varislere intikal edebilirdi.Sakaların su alabileceği çeşmelerde belirtilir ve sakalar her çeşmeden su alamazdı. Sakalara verilmiş olan bu imtiyaz 1869 yılında kaldırılmıştır.
Sakalar kethüdası ; Sakalar ocağının kahyası olup derece olarak sakabaşından sonra gelir.Görevi divan toplantılarında vezirlere ibrik ve havlu tutmaktır.
Salma mecra ; Kanalet şeklindeki üstü açık olan su isale hattı.
Sarnıç ; Su ihtiyacını karşılamak amacı ile yapılan özel su toplama havuzu,su deposu.Üstü açık yada kapalı olabilir.
Serasker ; Padişah ve sadrazam sefere çıkmadığı zaman ordunun başında seferi yöneten vezire verilen ünvan. / 1826 yılında yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra kurulan Asakiri Mansurei Muhammediye ordusunun kumandanı.
Serçavuş ; Baş çavuş.
Serdar ; Ordu kumandanı.
Serdarıekrem ; Padişah sefere katılmadığı zaman ordu baş kumandanı olarak seferi idare eden sadrazama verilen ünvan.
Sermimar ; Mimarların başı,baş mimar.
Seyyid ( seyit ) ; Bir topluluğun ileri gelen kişisi,efendi.
Sıbyan mektebi ; Osmanlılarda ilköğretim okulu.
Silahtar ; Padişah ve vezir gibi devlet ileri gelenlerinin silahlarını koruyan ve bakım ve onarımını yapan görevli.
Sipahi ; Kapıkulu süvarilerinin birinci bölüğünü oluşturan askeri ocak.
Sipahi ağası ; Kapıkulu süvarilerinin birinci bölüğünü oluşturan sipahi ocağının kumandanı.
Solak ; Osmanlı kapıkulu teşkilatı bünyesinde yer alan ve görevi padişahın muhafızlığını yapmak olan koruma görevlisi.
Su nazırı ; Su işlerinin organizasyonundan sorumlu olan ve devşirme ve acemi oğlanlarından adam toplayarak gerekli işleri yaptıran görevli.
Su nezareti ; İlk defa Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurulan ve su işlerinden sorumlu olan idare.Önceleri padişaha bağlı iken sonradan şehremaneti bünyesinde bir müdürlük haline sokulmuştur.
Su yolcu ; Su tesislerinin isale hatlarının bakım ve onarımından sorumlu olan kişi.
Su yolcubaşı ; Su yolcuların idaresinden ve çeşmelerin bakım ve onarımından sorumlu olan kişi.
Sülüs ; Arap alfabesi ile yazılan yazının bir çeşidi.

Şadırvan ; Halkın abdest alması için cami avlularına yapılan ve çok sayıda musluğu olan çeşme.
Şamdancılar kethüdası ; Saraydaki şamdanların bakım ve onarımından ve yakılıp söndürülmesinden,saraydaki ışık işlerinden sorumlu olan şamdancıların yöneticisi.(Şamdancıbaşı-Serşamdani)
Şehzade ; Padişah oğlu veya padişah ailesinden olan diğer erkeklerin oğullarından biri.
Şehremaneti ; Bu günkü belediye teşkilatının osmanlılar döneminde kurulan ilk şekli,şehrin temizlik ve güzelliği ile ilgilenen mahalli idare.
Şehremini ; Şehremaneti teşkilatının (Belediye) başında olan kişi.
Şeyh ; Tekke başkanı,tarikat lideri.
Şeyhülislam ; Osmanlılarda kabinede sadrazamdan sonra yer alan ve din işleri ile birlikte dünya işlerinede dini bakımdan karışan kimse.
Şıkk-ı evvel defterdarı ; 1.kısım ve 2. kısım olarak ikiye ayrılan defterdarlık teşkilatının 1.kısmı. 2. kısımada Şıkk-ı sani adı verilirdi.

Tabaklar ahibabası ; Deri imalatçılarının esnaf loncası başkanı.
Tarikat ; Tasavvufa dayalı olan çeşitli islam doktrinlerine verilen ad.
Tekke ; Belli bir tarikata üye olan kişilerin toplanıp ayin yaptıkları yer.
Tersane çavuşu ; Gemi yapılan yerin işçi başı.
Tersane emini ; Gemi yapılan yerin mali işlerinin sorumlusu.
Tersane kethüdası ; Gemi yapılan yerin yöneticisi.
Topçubaşı ; Topun yapımı,bakımı,taşınması,ikmali ve savaşlarda kullanılması ile görevli olan askeri ocağın komutanı.
Tophane nazırı ; Topların imal edildiği ve topçu askerlerin eğitiminin yapıldığı yerin komutanı.
Tuğra ; Padişahın adının yazılı bulunduğu ve karmaşık yazı tekniği ile yazılmış olan sembol.
Tulumbacı ; Yangın söndüren kişi,bu günkü itfaiyeci.
Türbe ; İçinde çoğunlukla ünlü kişilerin gömülü bulunduğu anıtsal mezar.
Türbedar ; Türbede hizmet gören ve türbeyi bekleyen kimse.

Vakanüvis ; Zamanın olaylarını kayıt etmekle görevli resmi devlet tarihçisi.
Vakıf ; Bir hizmetin sürekli yapılabilmesi için belli koşullarla resmi bir yoldan herhangi bir kimse tafından bırakılan mülk yada para.İlgili hizmet bu mülk yada paranın getirisi ile halka bedelsiz sunulur ve vakfın idaresi mütevelli denen bir kişi tarafından yürütülür.
Valide Sultan ; Padişah annesi.Padişah tahta çıkınca anasıda valide sultan ünvanını alır ve eski saraydan bir tören ile Topkapı sarayındaki özel dairesine taşınırdı.
Vezir ; Bakanlık ve valilik gibi önemli görevleri yerine getiren ve paşa ünvanlı olan kişi.
Veziri azam ; Sadrazam,günümüz başbakanı.
Voyvoda ; 17.asırda kullanılmaya başlanan ve reis,subaşı,ağa gibi çeşitli manalara gelen bir ünvan.

Yaver ; Devletin ileri gelenleri ile komutanların yanında bulunup onların emirlerini yazmakla ve yerine iletmekle görevli kimse.
Yeniçeri ; Orhan Gazi tarafından kurulan piyade sınıfı asker ocağının erleri.Başlangıçta çok başarılı hizmetler gören yeniçeri ocağı zamanla dejenere olmuş ve defalarca baş kaldırarak devletin başına dert olmuştur. Yeniçeri ocağı 1826 yılında II.Mahmud tarafından başka bir askeri ocak kurularak ( Nizami cedid) ortadan kaldırılmıştır.
Yeniçeri Ağası ; Yeniçeri ocağının komutanı.
Yesari ; Solak,sol elini kullanan. / Yesarizade ; Solak kişinin soyundan gelen.

Zaviye ;Küçük tekke.


Benzer Konular

24 Şubat 2012 / Ziyaretçi jeli Soru-Cevap
21 Ağustos 2008 / Misafir Taslak Konular
10 Ekim 2008 / Bia Osmanlı İmparatorluğu
9 Aralık 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
27 Ağustos 2008 / nünü Taslak Konular