Arama

Dünya (Uzay) - Sayfa 2

Güncelleme: 20 Eylül 2018 Gösterim: 17.940 Cevap: 29
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Mart 2016       Mesaj #11
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Dünyanın kendi etrafında dönüşü olmasaydı ne olurdu
Dünyamız iki türlü hareket eder; kendi etrafında ve Güneş'in etrafında dönüş yapar.
Sponsorlu Bağlantılar
Dünya batıdan doğuya doğru devam eden 1 tam dönüşünü 24 saatte tamamlar. Dünyamız bu eksen hareketini yaparken Ekvator'da saatte 1670 kilometrelik bir hıza ulaşır.
Kutuplara gittikçe azalan bu hız, kutup noktalarında 0’a iner. Bu nedenle Ekvator'dan kutuplara gidildikçe gündoğumu ve günbatımı uzar.

Dünya’nın 24 saatte tamamladığı, kendi etrafındaki dönüşü sonucunda şu olaylar meydana gelir:
  • Gece ve gündüz oluşur. Güneş ışınlarını alan yerlerde gündüz olurken, aksi yönde gece yaşanır.
  • Farklı boylamlar üzerinde yer alan noktalarda yerel saat farkları oluşur.
  • Bir coğrafi nokta aynı gün içinde Güneş ışınlarını farklı açılardan alır.
  • Gün içinde sıcaklık ve buna bağlı olarak basınç farkları oluşur. Bu farklar sonucunda meltemler meydana gelir ve yerküredeki çözülmeler artar.
  • Yönler meydana gelir. Güneşin doğduğu yön “doğu”, battığı yön ise “batı” adını alır.
  • Sürekli rüzgarların yönlerinde sapma yaşanır.
  • Okyanuslardaki akıntıların yönlerinde sapma yaşanır.
  • Dinamik basınç kuşakları ortaya çıkar.
Ad:  dünya7.jpg
Gösterim: 974
Boyut:  30.3 KB

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Mart 2016       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  dunya.jpg
Gösterim: 1121
Boyut:  19.2 KB
Dünyanın Eksen Eğikliği

1. Ekliptik Düzlem (Yörünge Düzlemi): Dünya'nın Güneş etrafında izlediği yola Ekliptik Düzlem denir.
Sponsorlu Bağlantılar
2. Ekliptik Eksen (Yörünge Ekseni): Ekliptik düzlemi dik kestiği kabul edilen hayali çizgiye Ekliptik Eksen denir.
3.Dünya'nın Ekseni: Kutuplardan ve yerin merkezinden geçtiği kabul edilen hayali çizgiye Dünya'nın Ekseni denir.
4. Ekvator Düzlemi: Dünya'yı iki eşit parçaya bölen hayali çizginin meydana getirdiği düzleme Ekvator Düzlemi denir.

Ekliptik eksen ile Dünya'nın ekseni birbiri ile çakışmaz aralarında 23° 27' lık bir eğiklik vardır. Bu eğikliğe Dünya'nın Eksen Eğikliği adı verilir.
Eksen eğikliği, Dünya'nın hem kendi ekseni hem de Güneş etrafındaki hareketiyle hiçbir zaman değişmez. Sade-ce ekinoks tarihlerinde etkisi ortadan kalkar.

Eksen Eğikliğinin Sonuçları:

  • Mevsimlerin oluşmasına neden olur.
  • Bir noktaya düşen güneş ışınları yıl içerisinde değişir.
  • Bir noktaya dikilen çubuğun gölge boyu yıl içinde değişir.
  • Dönenceler ve Kutup Daireleri oluşur.
  • Kuzey ve Güney yarım kürelerde aynı anda farklı mevsimler yaşanır.
  • Aydınlanma dairesi sürekli yer değiştirir.
  • Mevsimlik sıcaklık ve basınç farkları oluşur.
  • Matematik iklim kuşakları meydana gelir.
  • Güneşin doğuş-batış saati ve yeri değişir.
  • Güneş ışınların yeryüzündeki bir noktaya yıl boyunca aynı saatte farklı açılarla düşmesi ve buna bağlı olarak sıcaklığın değişmesi.
  • Gece ve gündüz süresinin yıl boyunca değişmesi. Gece ve gündüz süreleri uzayıp kısalır.
  • Cisimlerin gölge boylarının yıl boyunca aynı saatte farklı olması.
  • Kutup noktalarında altı ay süren gece ve gündüzlerin yaşanabilmesi.
  • Ekvator düzlemi ile ekliptik düzlemi arasındaki 23° 27'lık açıya bağlı olarak Yengeç ve Oğlak
  • Dönencelerinin yerlerinin belirlenmesi. (Eksen eğikliği)
  • Gece ile gündüzü ayıran Aydınlanma Çemberi'nin yıl boyunca kutup noktaları ile kutup daireleri arasında yer değiştirmesi.
  • Gün düzeninin bozulmaya başladığı 23° 27'lık açıyı 900'ye tamamlayan 66° 33' lık Kuzey ve Güney enlemlerinden geçen kutup dairelerinin yerlerinin belirlenmesi. (Eksen eğikliği)
  • Aynı anda farklı yarımkürelerde farklı mevsimlerin yaşanabilmesi.
  • Yeryüzündeki herhangi bir noktada Güneş'in gökyüzündeki yükseltisinin yıl boyunca değişmesi.
  • Aynı boylam üzerindeki noktalarda Güneş'in doğuş ve batış saatlerinin yıl boyunca değişmesi.
  • Matematik iklim kuşaklarının ayrılması. (Eksen eğikliği).
  • Mevsimlerin oluşup her iki yarımkürede orta kuşakta belirgin olarak yaşanabilmesi.
  • Kara ve denizlerin mevsimlik ısınma farklarından dolayı Muson rüzgarlarının oluşması
Ad:  dünyaa.jpg
Gösterim: 1147
Boyut:  23.1 KB
Dünyanın Eksen Eğikliği İle İlgili İhtimaller:
a. Eksen Eğikliği Olmasaydı:
1. Güneş ışınları daima ekvatora dik açıyla gelirdi ve bu durum hiçbir zaman değişmezdi.
2. Mevsimler ortadan kalkardı.
3. Yıllık sıcaklık farkı meydana gelmezdi.
4. Aydınlanma çizgisi daima kutuplardan geçerdi.
5. Daima gece gündüz eşitliği yaşanırdı.
6. Güneşin doğuş batış yer ve saati değişmezdi.
7. Güneş ışınlarının öğle vakti gelme açıları değişmezdi.
8. Kutuplarda alaca karanlık yaşanırdı.
9. Dönenceler ve Kutup Daireleri ortadan kalkardı.
10. Matematik İklim kuşakları ortadan kalkardı.
11. Bitki ve hayvan türleri azalırdı.

b. Eksen Eğikliği 23° 27'dan Fazla Olsaydı (33°):

1. Güneş ışınlarının dik açıyla geldiği saha genişlerdi.
2. Dönenceler 33° ve kutup daireleri 57° enlemlerinden geçerdi.
3. Kutup ve Ekvatoral kuşak genişler Orta kuşak daralırdı.
4. Güneş ışınlarının gelme açıları ve gölge boyları daha fazla değişirdi.
5. Yıllık sıcaklık farkları artardı.
6. Gece ile gündüz arasındaki fark artardı.
7. Ekvatoral Kuşakta sıcaklık değerleri azalırken, Kutup Kuşağında artardı. Orta Kuşakta ise yazlar daha sıcak, kışlar daha soğuk olurdu.
8. Aydınlanma çizgisi daha fazla yer değiştirirdi.

c. Eksen Eğikliği 23° 27'dan Az Olsaydı (15°):

1. Güneş ışınlarının dik açıyla geldiği saha daralırdı.
2. Dönenceler 15° ve kutup daireleri 75° enlemlerinden geçerdi.
3. Kutup ve Ekvatoral kuşak daralır, Orta kuşak genişlerdi.
4. Güneş ışınlarının gelme açıları ve gölge boyları daha az değişirdi.
5. Yıllık sıcaklık farkları azalırdı.
6. Gece ile gündüz arasındaki fark azalırdı.
7. Ekvatoral Kuşakta sıcaklık değerleri yükselirken, Kutup Kuşağında düşerdi. Orta Kuşakta ise yazlar daha serin, kışlar daha ılık olurdu.
8. Aydınlanma çizgisi daha az yer değiştirirdi.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Mart 2016       Mesaj #13
Safi - avatarı
SMD MiSiM
MEVSİMLER ve ÖZELLİKLERİ
Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi ve eksen eğikliğine bağlı olarak dört önemli gün ortaya çıkar. Bu günler aynı zamanda mevsimlerin başlangıcıdır.
21 Mart ve 23 Eylül tarihlerine ekinoks (gece - gündüz eşitliği) tarihleri, 21 Aralık ve 21 Haziran tarihlerine de solstis (gündönümü) tarihleri denir.

21 HAZİRAN
a. Kuzey Yarım Kürede 21 haziran tarihinde görülen özellikler
  • Güneş ışınları Yengeç Dönencesi’ne 90°lik açı ile düşer.
  • Yaz mevsiminin başlangıcıdır.
  • En uzun gündüz, en kısa gece yaşanır.
  • Yengeç Dönencesi’nden kuzeye gidildikçe gündüz süresi uzar, gece süresi kısalır.
DEVAMI Dünya'nın Hareketleri ve Sonuçları
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Mart 2016       Mesaj #14
Safi - avatarı
SMD MiSiM
DÜNYANIN HIZI :
Dünyanın uzayda birden çok hareketi vardır.Biz bunlardan dünyanın kendi ekseni ve Güneş etrafındaki hareketi sırasındaki hızını inceleyeceğiz.

1-YÖRÜNGEDEKİ HIZI
Dünya güneş etrafında dönerken saatte107 bin km hızla döner.Bu hız dünya güneşe yaklaştığı zaman fazlalaşırken ,güneşten uzaklaştığı zaman hız azalır.Eğer bu hız şimdikinin iki katı olsaydı o zaman, bir gün 24 saat bir yıl 182,5 olurdu.Hız yarıya inseydi bir gün24 saat ,bir yıl 730,5 gün olurdu.

2-KENDİ EKSENİ ETRAFINDAKİ HIZI :
A) AÇISAL HIZ : Dünyanın birim zaman içinde taradığı açıya denir.

DEVAMI Dünya'nın Hareketleri ve Sonuçları
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
29 Mart 2016       Mesaj #15
Safi - avatarı
SMD MiSiM
DEVAMI
Genel Bilgiler

1. Güneş sisteminde güneşe en yakın üçüncü gezegen Dünya'dır.
2. Dünyanın uzaydan görünüşü mavi olduğu için uzay dilinde dünya mavi gezegen olarak da adlandırılır. Bu mavilik atmosferde bulunan oksijenin, güneş ışığının tayfı neticesidir.
3. Güneşten 149.589.000 km uzakta elipsoidal bir yörünge boyunca dönmekledir. Güneş etrafındaki bir dönüşü güneş yılı olarak tarif edilmiş olup 365 gün 6 saat 9 dakika ve 4 saniyedir. Bu dönüşünden mevsimler hasıl olur. Kutuplardan basık küre, yani elipsoid biçimindedir.

DEVAMI Gezegenler
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
30 Mart 2016       Mesaj #16
Safi - avatarı
SMD MiSiM
KAYAÇLAR
Ad:  sedimanterkayaclarozellikler.jpg
Gösterim: 770
Boyut:  19.1 KB

Yer yüzeyinin altındaki erimiş kayalara, magma denir. Magma yarı erimiş durumdadır. Balın aktığı gibi akar. Bazı durumlarda yüzeye yaklaşır. Yavaş soğuduğunda ise, büyük kristaller ile kayaç oluşturur. Böyle kayaçlara, sokulum (intrusive) kütleler denir. Daha yavaş magma soğumalarında, kristaller daha büyüktür. Sokulum kütleler, granit ve gabro'dur. Bazen magma, volkanlara doğru yüzeyi terk eder. Magma yüzeye ulaştığında, lav olarak isimlendirilir. Lav hızla soğuyarak, küçük kristalleri oluşturur. Bazen lav çok hızlı soğuduğunda, kristaller oluşmaz. Yeryüzünde oluşan kayaçlara, püskürük (extrusive) kütleler denir. Püskürük kütlelerin, örnekleri bazalt, obsidyen ve pumice'dir.
Magmanın soğuması ile oluşan volkanik kayaçlar, sokulum ve püskürük kütleler olarak sınıflandırılır.

Magma, sıcak olduğundan, canlı nesneleri yok eder. Bu nedenle, volkanik kayaçlarda fosil bulamayız. Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, çoğu volkaniktir. Volkanik kayaçlar, yapıları yüzünden serttir.

Tortul Kayaçlar

Su ve rüzgâr yeryüzünü değiştirebilir. Bu kuvvetler, kayaçları kırarak, küçük kayaçları taşır. Bu partiküller farklı yerlerde yerleşirler. Buralarda, küçük parçacıklar toparlanarak, basınç altında çimentolaşıp, daha büyük kayaçları meydana getirirler. Bu kayaçlar, genellikle suda oluşur ve magmatik kayaçlardan daha yumuşaktırlar. Tortul kayaçlar, birçok tabakaları meydana getirir ve fosilce zengindir.
Ad:  Kayaçlar-döngüsü.jpg
Gösterim: 840
Boyut:  38.4 KB

Tortul kayaçların dört tipi vardır:

1) Parçalı kayaçlar: Bu kayaçlar rüzgâr ve su gibi mekanik etkilerle; kayaçların kırılarak, taşınması veya küçük parçaların, başka yerlerde toplanmasıyla oluşur. Kum taşı, çakıl taşı bunun örnekleridir.
2) Buharlaşma: Su, sadece kayaçları kırarak küçük parçaları taşımaz. Ayrıca su, birçok minerallerin üzerinden akarken, onları çözer. Daha sonra, su buharlaştığında, bu mineraller, burada kalarak kayaçları oluşturur. Pamukkale, bu tipin iyi bir örneğidir.
3) Organik Kayaçlar: Suda yaşayan birçok organizmalar, kabuğa sahiptir. Bu organizmalar, öldüğünde, geride kabukları kalır. Bu kabuklar, birikerek kayaçları oluşturur. Taş kömürü ve linyit bunun örnekleridir.
4) Kimyasal Kayaçlar: Su buharlaştığında, içindeki mineraller çökelerek birikir. Fakat bazı mineraller, su buharlaşmadan çökelebilir. Her madde, suda çözünebilirliğe sahiptir. Sudaki bir maddenin varlığı, diğer bir maddenin çözülebilirliğini etkileyebilir. Bir mineral, saf suda çözünebilir olduğu halde, deniz suyunda çözünemez olabilir.

Tuz ve diğer mineraller, başka minerallerin çözünürlüğünü düşürür. Bu nedenle, tatlı suda çözülmeyen mineraller, denizlere ulaşarak denize karışır. Yeraltı akımları, bu işlemi hızlandırır. Bu mineraller, tabakaların tabanına çökelir. Daha büyük ağır partiküller, alt tabakaları, daha hafif partiküller ise, üst tabakaları oluşturur. Su basıncı, kayaç oluşum sürecini hızlandırır. Bir tortul kayaç, yukarıdaki kayaç sınıflarından, birden fazlasına ait olabilir. Örneğin, bir kayaç, organik esaslı olduğu halde, denizde kimyasal işlemle oluşabilir.

Metamorfik Kayaçlar
Dünya yüzeyinin değişimini, sürdürmektedir. Isı ve basınç gibi faktörler, kayaçların, şeklinin ve yapısının değişiminde rol oynarlar. Bu gibi değişimlerle oluşan kayaçlara, metamorfik kayaçlar denir. Bu faktörlerin sebep olduğu değişimler, ortadan kalkarsa, bu kayaçlar, orijinal yapılarına dönerler. Bu, ters yöndeki başkalaşım olarak bilinir. Kayaçlar oluştuktan sonra değişmeden kalamazlar. Kayaçlar bir tipten başka bir tipe değişebilir. Bu, sonlanmayacak olan bir işlemdir. Bir tipten, başka bir tipe olan değişim, kayaç çevrimi olarak bilinir.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
30 Mart 2016       Mesaj #17
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  _LEVHA_HAREKETLERI_.JPG
Gösterim: 1398
Boyut:  25.2 KB
PLAKALARIN (LEVHA) HAREKETLERİ

Litosfer, yedisi büyük bir düzine kadar plakalara ayrılmış durumdadır. Bu plakalardan bazıları, kısmen kıtasal olup, kısmen de okyanus tabanını kapsıyor. Tektonik kuvvetler nedeniyle, birbirlerine göre hareket halindeler. Litosferin parçaları, adeta, dış mantonun, kısmen sıvı olan üst 'astenosfer' katmanı üzerinde yüzüyor. Bazı plakalar, birbirine yaklaşırken, diğer bazıları birbirinden uzaklaşıyor. Plakaların birbirine yaklaştığı sınırlara, yakınsak, uzaklaştığı sınırlara ise, ıraksak sınır denir. Plakaların bir de, sınır boyunca birbirlerine göre, kayma hareketi var ki, buna da muhafazakâr (conservative) sınır deniyor.

Kuzey Anadolu ve Kaliforniya'daki San Andreas fay hatları, bu sonuncusuna bir örnektir. Pasifik ve Atlantik okyanuslarının, ortasından geçen, birer ıraksak sınır vardır. Örneğin Atlantik ortası sınırın, altında yer alan, sıcak noktadaki mantodan kabaran magma, Avrupa ve Amerika plakalarını dışarıya doğru iterek, birbirinden uzaklaştırıyor.
Okyanus kabuğu, kıtasal bir plakaya karşı ilerlediğinde, daha yoğun olduğundan, alta dalarak, bir çukur oluşturuyor. Derine indikçe, ısınıp eriyor ve bu arada bulduğu çatlaklardan, geri fışkırıp, ada yaylarını meydana getiriyor. Dalmaya devam eden parçaları ise, soğuk kütleler halinde, mantonun derinliklerine doğru yol alıyor. Bazen de, İki kıtasal plaka, yakınsak sınırda buluştuğunda, biri diğerine göre ağır basıp, alta dalamadığından, birbirlerini omuzlayarak, kırılmalara ve yükselmelere yol açıyorlar. Asya plakasıyla, Hint plakasının çarpışma sürecinde oluşan Himalayalar da olduğu gibi.
Ad:  dag_olusumu.jpg
Gösterim: 1128
Boyut:  32.7 KB

PLAKA TEKTONİĞİ (LEVHA HAREKETLERİ)

Bugün bu hareket, levha tektoniği ile açıklanmaktadır. Hareket edenin, kıtalar olmayıp, litosferin bölümleri olduğunu biliyoruz. Litosferin, kıtaları ve deniz tabanını içeren kısımlarına plaka denir. Bu plakalar, mantonun üstündedir. Manto, katı kayalardan meydana gelmesine rağmen, 100 km.lik üst kısmı, plastik gibidir ve akabilir. Bu nedenle, plakalar, manto üzerinde hareket edebilir. Bunu yaparken plakalar, o kıtaları ve okyanus tabanını, kendileri ile birlikte taşırlar.

Plaka hareketini içine alan teoriye, levha tektoniği denir. Plakaların, milyonlarca yıldır büyük mesafeler kat ettiğinin kanıtları vardır. Günümüzdeki kıtalar, bu yavaş hareketin sonucudur. Bu hareket, hala devam etmektedir. Kıtalar, yılda 1-5cm. Birbirinden uzaklaşarak, kaymakta ve yerin jeolojisindeki yavaş değişim ortaya çıkmaktadır. Okyanus tabanı altında, sualtı dağ zinciri sisteminde, yüz metreden bin metreye yükselmeler vardır. Coğrafya haritasına bakarsanız, büyük dağ yamaçlarının, plakaların uçlarında yer aldığını fark edersiniz.

Ad:  levhajpg.jpg
Gösterim: 711
Boyut:  44.5 KB
DAĞLARIN OLUŞUMU

Plaka tektoniği teorisine göre, iki plakanın birbiriyle çarpışması sonucu, karadaki dağlar oluşur. Dağlar, genel olarak üç ana sınıfa ayrılır:
1-Volkanik dağlar
2-kırık dağlar
3-Kıvrım dağlar
Volkanik dağlar, bir volkanik püskürme sonucunda oluşmaktadır. Bunlar karada veya okyanus tabanında, oluşabilir. And Dağları, bunun bir örneğidir.
Kırık dağlar, Büyük bir iç gerilim, yerkabuğunun dev parçalarını kırar ve büker. Böyle dağlar, bir yanda keskin olarak yükselir ve diğer yanda merdiven benzeri bir yapıya sahiptir.
Kıvrım dağlar, iki plakanın karşı karşıya geldiği zaman oluşur. Plaka kırıklarının, çarpışma olmayan türüdür. Böyle dağların tepeleri eğridir. Alp ve Himalaya dağları, kıvrım dağlardır. Kıvrılan tabakaların, aşağı doğru çanaklaşan kısımlarına senklinal, kubbeleşen kısımlarına antiklinal denir. Kıvrılmayla yükselen yerlerde, sıradağlar oluşur.
Volkan, yerkabuğundaki bir açıklıktan, magmanın yüzeye ulaşmasıdır. Sıcak magmanın geçtiği yola, volkanik baca denir. Magmaya yüzeye ulaştığında lav denir. Volkanın tepesindeki açıklığa krater denir.

Bazı volkanlar, tepede çok büyük bir çukura sahiptir. Buna kaldera denir. Kaldera, bir volkanın tepesinden fışkıran lavların çökmesinin bir sonucudur. Bazen bir kaldera, bir çökmeden çok, şiddetli patlama ile oluşur. Bir volkanın lavı, dışarı aktığında, sıcaklığı 10000 °C' dir. Hızla soğur ve katılaşır. Lav, soğuduktan sonra, etrafındaki açıklığa toplanan malzemelere, volkanın konisi denir.
Kıtaların Kayması Teorisi daha sonradan geliştirilerek Levha Tektoniği Teorisi ortaya çıkmıştır. Bu teoriye göre yer kabuğu üzerinde karasal ve denizel bölümler bulunan levhalardan meydana gelmiştir. Levhaların yönleri ve hızları farklıdır, bu nedenle birbirinden uzaklaşır ya da yakınlaşırlar. Deprem, Volkanizma ve sıcak su kaynaklarının levha sınırlarında olması levhaların bu hareketinin eseridir.
Ad:  levha1.jpg
Gösterim: 762
Boyut:  26.3 KB


Kıta – Kıta Çarpışması: İki kıta birbirine doğru hareket ederse sonunda birbiriyle çarpışarak kenetlenirler. Bu olay sonucunda kıvrım dağları oluşur. Kuzey Anadolu Dağları ve Toroslar bu şekilde oluşmuştur.

Kıta – Okyanus Çarpışması: Okyanusal kabul ile kıtasal kabuk çarpışırsa daha ağır olan okyanusal kabuk mantonun içine doğru dalar. Dalma batma alanlarında derin okyanus çukurlukları ile volkanik dağlar görülür. Amerika’nın batı kıyıları örnek gösterilebilir.

Okyanus – Okyanus Çarpışması: İki okyanusal kabuğun çarpışması ile oluşur. Bu durum sonucu magma yüzeye ulaşır ve yastık lavlarını oluşturur. Bu lavlar hızla soğur ve zamanla birikerek volkanik adaları ve bunların birleşmesi ile ada yaylarını oluşturur. Japonya, Filipinler ve Hawaii adaları örnek verilebilir.

Uzaklaşan Levhalar:
Üst mantodaki konveksiyonel akımlar kıtanın ortasında ortaya çıktıysa kıta zamanla ikiye bölünmeye başlar. Atlas okyanusunun ortasında magmanın oluşturduğu büyük bir sırt ve faylar vardır. Atlas Okyanusu ve Afrika’da Rift Valley (Çatlak Vadisi)


kaynak: Bilim ve Teknik Genel Jeoloji Yer Bilimlerine Giriş
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
30 Mart 2016       Mesaj #18
Safi - avatarı
SMD MiSiM
DÜNYA NASIL OLUŞTU?
Ad:  dünya oluş.JPG
Gösterim: 1709
Boyut:  44.0 KB

Bilim adamlarına göre, Dünya da dahil "Güneş sistemi"ndeki tüm gezegenler, günümüzden 4.54 ± 0.05 milyar sene önce oluştu. Bilinen en eski Güneş sistemi maddesi, 4.5672 ± 0.0006 milyar yaşında. 4.6 milyar yıl önce, Güneş sisteminin hiçbir gezegeni yoktu ve sistem bir moleküler bulutsu(nebula) halindeydi. Güneş ve tüm gezegenler aslında bu moleküler bulutun dönme ve çökme hareketleri sonucu oluştu. Moleküler bulutun, dönme momentumunu nereden aldığı tam olarak bilinmese de, yakınında gerçekleşmiş olan bir süpernova patlamasının şok dalgasından aldığı sanılmaktadır. Dönme hızlandıkça Güneş sisteminin merkezinde büyük bir sıcaklık ve kütle birikimi-çökmesi meydana geldi. Bu, aynen bir kapta karıştırılan kaymağın ortasında yağı birikmesi gibidir. Sistemin merkezindeki birikme-çökmeden Güneş meydana geldi.

Bu yeni Güneş'in çevresinde ise, çembersel olarak dönen ve birbirine çarparak büyüyen küçük kütleler, proto(ilkel) gezegenleri oluşturdu. Bunlara; birleşerek büyük gezegenleri oluşturdukları için gezegen embriyoları da denilmektedir. Dünya gezegeninin; 4.54 milyar yıl önceki 20 milyon yıllık bir süreç sonunda, Güneş'e ortalama 150 milyon km. uzaklıktaki gezegen embriyolarının çarpışıp-birleşmesiyle oluştuğu sanılmaktadır. Ancak yeni çarpma ve katılımlarla kütlesini arttırmaya devam etti. Bu sebeple Dünya'nın toplam oluşum sürecinin 100 milyon yıl sürdüğü düşünülmektedir.
Araştırmalara göre bu 100 milyon yıllık dönemin ilk 10 milyon yılı geçtikten sonra, devasa Jüpiter gezegeni oluştu ve onun çekim etkisiyle de asteroit bandındaki proto-gezegenler ve diğer küçük asteroitler, Dünya'ya doğru itildiler. Bu dönemde "asteroit bandı"nda çok büyük bir boşalma olduğu; Dünya'ya toplam olarak şu anki "asteroit bandı"nın toplam kütlesinin kabaca 10 katı asteroit ve proto-gezegen kütlesi vurduğu sanılmaktadır. Bu durum ancak o günkü "asteroit bandı"nın çok daha büyük olmasıyla anlaşılabilir. Zaten, araştırmalar, o zamanki "asteroit bandı"nın bugünkünün ortalama 500 katı kütleye sahip olduğunu ortaya koyuyor.

DÜNYA'NIN BAŞLANGICINDA: SU

Nasıl oluyor da Dünya; yakınındaki tüm gezegenlerden çok daha fazla suya sahip? Aslında, kütle olarak baktığımızda Dünya üzerindeki toplam su, Dünya'nın kütlesinin ancak %0.028'i kadardır. Dünya yüzeyinin alt katmanı olan Manto tabakasında ise en yüksek tahmine göre Dünya kütlesinin %0.08'i kadar su bulunuyor. Yani toplamda, Dünya kütlesinin en fazla %0.1'inin su olduğu söylenilebilir. Biz tamamen kanıksamış olsak da, Dünya'da bu kadar çok suyun olması oldukça olağan dışı bir durum.

Bunu anlamak için önce bir gezegenin atmosfere sahip olmasını engelleyen temel faktörleri sıralayalım: yüksek sıcaklık ve düşük kütle. Eğer bir gezegenin sıcaklığı çok yüksekse, atmosferindeki gazlar öyle bir kinetik enerjiye sahip olur ki; gezegeni hemen terk ederler. Aynı şekilde, eğer bir gezegenin kütlesi yeterli büyüklükte değilse, kütle çekimi sıcak gazları atmosferinde tutmaya yetmez. Ayrıca Güneş rüzgârları ve büyük çarpmalar da uçucu gazların kaçmasına sebep olur.

Dünya, Güneş sisteminin oluşumundan itibaren, Güneş'e oldukça yakın olan bir gezegen. Güneş sistemi oluşurken merkezde yani Güneş ve yakınında, çok büyük sıcaklıklar vardı. Proto-gezegenlerin birbirleriyle çarpışması ve bir araya gelmesiyle oluşan Dünya, bu aşamalarda su buharı gibi uçucu gazları atmosferinde tutamayacak kadar yüksek sıcaklıktaydı ve kütlesi henüz küçük olduğundan, onları çekemeyecek kadar düşük çekim gücüne sahipti. Güneş sisteminin merkezine yakın yerlerdeki yüksek sıcaklıklar sebebiyle, su buharı gibi tüm uçucu gazlar Güneş sisteminin kenarlarına doğru itildiler.

Bugün bile bu çok açık bir şekilde görülebilir, çünkü kenarlara gittikçe gezegenlerin ve asteroitlerin sahip olduğu su buzu miktarları artar, hatta Güneş sisteminin en kenarındaki Oort bulutundaki kuyruklu yıldızlar neredeyse tamamen buzdan meydana gelmiştir. Örneğin; Güneş'ten 2.5 AU uzaklıkta olan asteroitler, Güneş sisteminin en kuru asteroitleridir. Kütlelerinin sadece % 0.05-0.1'i sudan oluşur. Oysa 2.5-4 AU uzaklıkta bulunanlar %10 suya sahip olabiliyorlar (1 AU: Dünya-Güneş arasındaki mesafeye eşittir: 149 598 000 km.) Sonuç olarak, Dünya; oluşum safhasındayken, hem yüksek sıcaklığı hem de henüz yeterli büyüklüğe ulaşmamış olması sebebiyle, atmosferinde gaz olarak dahi su bulundurması mümkün değildi. O zaman su Dünya'ya nasıl geldi? Oluşum aşamasında sahip olmadığı suya, Dünya sonradan nasıl sahip oldu? Suyun bu kadar çok olması nasıl açıklanabilir? Bu konuda farklı teoriler olsa da bu teorilerin hepsi, Dünya'ya suyun uzaydan; yani Gök'ten geldiğini söylemektedir.

GEÇ DÖNEM AĞIR BOMBARDIMANI: "AY TUFANI"

Dünya'nın ve diğer gezegenlerin günümüzden 4.5 milyar yıl önce oluştuğunu söylemiştik. 4.6 milyar ile 3.8 milyar yıl öncesi arasındaki döneme "Hadeyan dönemi" deniyor. Bunun sebebi Dünya'da bulunan en eski kayaçların tarihinin 3.8 milyar yıl öncesine gidiyor olmasıydı. Bu sebeple bilim adamları Hadeyan döneminde Dünya'nın ergimiş halde bulunduğunu düşünüyorlardı. Ancak yeni araştırmalar tarihi 4 milyar yıl öncesine uzanan kayaçlar ile 4.4 milyar yıllık zirkon kristallerinin keşfini sağladı. Şu an, Hadeyan dönemi ile ilgili düşünülen her şey yeniden gözden geçiriliyor.

Bazı bilim adamları, Dünya'daki en eski kayaçlardan çoğunun 3.8 milyar yaşında olmasını, 3.9 milyar yıl önce olduğu düşünülen, büyük "kuyruklu yıldız bombardımanı"na bağlıyor. Bu teoriye göre, Dünya çok daha önceden, yaklaşık 4.4 milyar yıl önce bile katı halde olmasına rağmen, 3.9 milyar yıl önce meydana gelen büyük bombardıman sırasında, Dünya'nın katı kabuk kısmı eridiğinden, kayaçların yaşı istisnalar haricinde 3.8 milyar yılı geçmeyebilir.

3.9 milyar yıl önce böyle ağır bir bombardıman olduğunu nereden biliyoruz?

Aslında bunun en büyük delili, Apollo uzay mekiklerinin Ay'daki farklı kraterlerden topladığı erimiş madde örneklerinin incelenmesi sonucu bulundu. Buna göre tüm örnekler hep aynı tarihe yani yaklaşık 3.9 milyar yıl öncesine aitti. Ay'daki kraterlerdeki ergimiş maddelerin 3.9 milyar yaşında olması, 3.9 milyar yıl önce Ay'a çok sayıda kuyruklu yıldızın çarptığını gösteriyor. Bu sebeple bu "Geç Dönem Ağır Bombardımanı"na; "Ay Tufanı" da deniyor. Eğer böyle bir bombardıman Dünya'nın dibindeki Ay'da olduysa, Dünya da bundan en az Ay kadar etkilenmiş olmalı.Ay'daki etkilerinden yola çıkarak, Dünya’'daki etkileri şöyle hesaplanabilir: 20 km çaptan büyük 22 000 çarpma kraterinin oluşması. 1000 km'den büyük çapta 40 krater oluşumu. Çapı 5000 km'den büyük çok sayıda krater.
Dünya'nın kabuğu su, rüzgar, basınç, plaka tektoniği ve benzeri fiziksel faktörler sebebiyle hızla şekil değiştirdiğinden, 3.9 milyar yıl önceki bu olayın, yukarıda sayılan etkilerini gözlemlemek her zaman mümkün olamıyor.

Geç Dönem Ağır Bombardıman Teorisi ve Dünya'daki Su

Yukarıda da bahsedildiği gibi Güneş sisteminin kenarlarında yer aldıklarından, kuyruklu yıldızların kütlesinin çoğu sudan oluşur. 3.9 milyar yıl önce Dünya; atmosferinde su tutacak kadar soğumuş ve büyümüştü. Eğer geç dönem ağır bombardımanı gerçekten olmuşsa ve yeterli sayıda kuyruklu yıldız, Dünya'ya çarpmışsa, Dünya'da suyun oluşumu ve atmosferde hapsedilmesi mümkün olurdu. Dünya'daki toplam su en fazla %0.1 Dünya kütlesi olduğu için, kaba bir hesapla, çarpan kuyruklu yıldızların tüm kütlesinin Dünya'ya katıldığını ve kuyruklu yıldızların kütlesinin %90'ının su olduğunu düşünürsek, Dünya'ya bombardıman sırasında çarpması gereken kuyruklu yıldız kütlesini 1.1x10-3 Dünya kütlesi yani Dünya kütlesinin %1.1'i olarak buluruz.

Yaklaşık 15 yıl öncesine kadar; Dünya'ya, suyun "Ay Tufanı" denilen bu büyük " kuyruklu yıldız bombardımanı" ile geldiği teorisi, suyun Dünya'daki gizemli oluşumunu açıklayan en favori teoriydi. Bu Ay'dan alınan krater örnekleriyle doğrulanan teori; hem Dünya yeterli soğukluk ve kütleye ulaştığında suyun Dünya'ya gelişini izah ediyor hem de Dünya atmosferindeki soy gazların oranını da açıklayabiliyordu. Ancak aşağıda yer verdiğimiz bazı yeni bulgular, bilim adamlarının bu eski teoriyi sorgulamalarına neden olmaktadır.

Geç Dönem Ağır Bombardıman Teorisinin Problemleri

Hidrojenin, protyum ve döteryum isimli iki izotopu vardır. Protyumun atom çekirdeği sadece 1 protondan oluşur. Doğadaki hidrojenin %99.98'i protyum olduğundan onu kısaca H ile gösteriyoruz. Döteryum çekirdeği ise, 1 proton ile 1 nötrondan oluşur. Doğadaki hidrojenin sadece %0.0184'ünü döteryum oluşturur. Suda bulunan döteryumun, protyuma oranı (D/H), o suyun menşeini bulmaya yarar. Bilim adamları bu sebeple Halley, Hale-Bopp ve Hyakutake kuyruklu yıldızlarının sularını inceledi. Sonuç olarak hepsinin de Dünya'nın okyanuslarında ve atmosferinde bulunan suyun D/H oranının 2 katı oranında D/H'ye sahip olduğu ortaya çıktı.

Dünyadaki suyun sadece %10'u kuyruklu yıldızlardaki suyla aynı D/H oranına sahip. Bilim adamlarına göre, bu kuyruklu yıldızlardaki suyla, Dünya okyanuslarının oluşması olası gözükmüyor. Bu çok ağır ve yağlı bir kremayla hafif bir tatlı yapmaya benziyor. Ancak, bu 3 kuyruklu yıldızın kesin olarak, "Oort"taki tüm kuyruklu yıldızları temsil ettiğini de söylemek mümkün değil.

Suyun, "Geç Dönem Ağır Bombardımanı" ile Dünya'ya geldiği teorisini desteklemeyen bir başka bulgu da, suyun Dünya'da ortaya çıkış tarihi ile ilgili. Yeni araştırmalarla, 4.4 milyar yıl öncesine ait zirkon kristallerinin keşfedilmesi, suyun 4.4 milyar yıl öncesinde bile, okyanuslar ya da denizler halinde Dünya'da var olabileceğini gösteriyor.

Son olarak, A. Morbidelli ve ekibinin yaptığı kapsamlı çalışmalar, Geç Dönem Ağır Bombardımanı sırasında Dünya'ya gelen suyun ancak 5x10-4 Dünya kütlesi yani Dünya'nın %0.005'i kütlesinde olacağını gösterdi. Bu da Dünya'da var olan suyun yaklaşık %10'u kadar. Bu bulgu, "Dünya suyunun %10'u"nun, kuyruklu yıldızlarla aynı D/H oranına sahip olmasıyla da örtüşüyor.
Bu yeni bulgular, Geç Dönem Ağır Bombardımanıyla suyun gelişi teorisini desteklemiyor gibi gözükse de; hem bulguların kesin sonuçlar üretememesi hem de bu konuda bilinmeyenlerin çok fazla olması sebebiyle, bu teorinin tamamen güç kaybettiğini söylemek mümkün değildir. Ne yazık ki bu konu, günümüzde bile, bilgi yetersizliği sebebiyle yorumlara açık bir konu.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
30 Mart 2016       Mesaj #19
Safi - avatarı
SMD MiSiM
DÜNYA'YA SU GETİREN KAYNAKLAR
Ad:  d1.jpg
Gösterim: 632
Boyut:  16.9 KB

NASA ve Teksas Üniversitesi'nden uzmanların bulunduğu kapsamlı çalışmalar ve simülasyonlar sonucunda, Dünya'ya suyun gelişi hakkında kapsamlı bir makale yayınlandı. 10 yılda 200'den fazla kez alıntılanmış olan bu ünlü makalede, Dünya'ya suyun gelişi; kullanılan matematiksel modeller ve yapılan simülasyonların ışığında, kronolojik ve detaylı olarak anlatılıyor.

Dünya'nın oluşum süreci olarak anlatılan dönem, aslında 20 milyon yıl olarak tahmin ediliyor. Ancak yeni katılımlarla bugünkü kütlesine erişmesi, tahminen 100 milyon yıllık bir dönemi kapsıyor. Makalede kronolojik olarak incelenen dönem, Dünya'nın molekül bulutu içinde oluşmaya başlayıp bugünkü kütlesine ulaştığı zamana kadar geçen 100 milyon yıllık süreye karşılık geliyor. İşte bu makaleye göre; bu dönem ve sonrasında Dünya'ya suyun gelmesini açıklayan en olası yeni senaryo:

Dünya, 100 milyon yıllık bir süreçte, proto-gezegenlerin (gezegen embriyosu) birleşimi sonucu, zamanla kütlesi büyüyerek oluştu. Başlangıçta Güneş'e sadece 1 AU mesafe civarında olan gezegen embriyoları, Dünya'yı oluşturmak için birleşiyor ve Dünya bölgesi ve civarındaki yüksek sıcaklık nedeniyle de bu bölgedeki tüm su, Güneş sisteminin kenarlarına atılıyordu. Dışarı itilen su molekülleri, ancak Güneş'in 4.5 AU uzağında yoğunlaşabiliyordu. Bu dönemde, "asteroit bandı"nın bugünkü kütlesinin yaklaşık 500 katı kütleye sahip olduğu düşünülüyor. Asteroit bandı, Güneş’ten yeterince uzakta olduğu için içerisinde çok miktarda (~ %10) su barındırabilen birçok asteroit ve gezegen embriyosu barındırıyordu.

Dünya oluşumunun başlangıcından daha 10 milyon sene geçmeden ve Dünya henüz daha yarı kütleyi geçmemişken, "asteroit bandı"nın dışında bulunan yaklaşık 10 km çapındaki sulu asteroitler, gaz çekimi sebebiyle, Güneş sisteminin içine doğru çekilmiş olmalı.

Sonuç olarak Dünya'ya çok sayıda asteroit çarptı. Ancak Dünya henüz yeterli kütleye ulaşmadığı ve sıcaklığı çok yüksek olduğu için gelen suyu tutmayı başaramadı. Bundan az bir zaman sonra, yani Dünya'nın oluşumunun başlangıcından 10 milyon sene geçtiğinde, devasa kütleli Jüpiter oluşumunu tamamladı. Jüpiter'in sebep olduğu büyük kütle değişimi, asteroit bandındaki birçok asteroit ve daha uzaktaki birçok kuyruklu yıldızın, Güneş sisteminin içine fırlatılmasına sebep oldu. Asteroit bandının boşalıp bugünkü haline gelme nedeni tam olarak bilinmese de, sebep bu olabilir. 10 milyon yıl boyunca Dünya'ya birçok asteroit ve kuyruklu yıldız çarptı. Dünya, gelen suyun ancak küçük bir kısmını tutabildi, çünkü Dünya hala yeterince su tutacak soğukluğa ve kütleye ulaşmamıştı.

Dünya oluşumu başlangıcından yaklaşık 70 milyon sene geçtikten sonra, Dünya devasa asteroitler diyebileceğimiz yeni proto-gezegenlerin çarpmasıyla bugünkü kütlesine ulaştı. Morbidelli ve ekibine göre, bu proto-gezegenler, Jüpiter yüzünden asteroit bandından bir şekilde fırlatılmış içi su dolu devasa asteroitler olabilir. Yaptıkları simülasyonlara göre böyle bir proto-gezegenin, Dünya'ya çarpması sonucunda, artık Dünya yeterli kütleye sahip olduğu için suyu, sıcaklığına rağmen koruyabilir.

Simülasyonların çoğunda, asteroit bandının boşalması sonucu, Dünya'ya en az bir tane proto-gezegen çarpmış. Hesaplamalarına göre böyle bir olay, Dünya'ya bugün sahip olduğu suyu fazlasıyla getirebilir.
Son olarak da Dünya'nın oluşumu, 100 milyon sene geçtikten sonra; yani aradan 500-600 milyon sene geçtikten sonra; günümüzden 3.9 milyar yıl önce, Geç Dönem Ağır Bombardımanıyla, Dünya'ya şu anki suyunun %10'u miktarında bir su gelmiş olmalı. Simülasyonların verdiği bu rakam D/H oranları ile de tam uyumlu gözüküyor. Çünkü Dünya'daki suyun ancak %10'u "Oort" veya "Kuiper"den gelen kuyruklu yıldızlardaki D/H oranları ile uyumludur.

Dünya'ya suyun esas olarak, asteroit bandındaki gök cisimlerinden sağlandığının bazı önemli göstergeleri var. Birincisi, asteroit bandındaki cisimlerin içinde bulunan su, Oort-Kuiper kuyruklu yıldızlarınınkinden farklı olarak, Dünya'daki suyla aynı D/H oranına sahiptir. İkincisi, yeni bir keşfe göre asteroitlerde sanılandan çok daha fazla su olduğu ortaya çıktı. Bilim adamlarını şaşırtan keşifte, Themis 24 adlı asteroitin yüzeyinin buzla kaplı olduğu ortaya çıktı. Oysa Güneş'e yeterince yakın olduğundan yüzey buzunun tamamen buharlaşması gerekiyordu.

Ayrıca, bilim adamları yakın zamanda, asteroit bandında; kuyruklu yıldızların da bulunduğunu keşfetti. Asteroit bandında, asteroitlerle aynı yörüngesel düzleme sahip olan Linear gibi kuyruklu yıldızlar keşfedildi. Bu yapılan keşifler sonucunda bir yandan asteroit bandında; özellikle de Dünya'nın ilk zamanlarında sanılandan çok daha fazla miktarda su bulunabileceği ortaya çıkarken, diğer taraftan asteroitlerle, kuyruklu yıldızların arasındaki ayrımın sanıldığından az olduğu düşünülüyor. Artık asteroitlerle, kuyruklu yıldızlar arasında ayırım eskisi gibi keskin değil.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
30 Mart 2016       Mesaj #20
Safi - avatarı
SMD MiSiM
DÜNYA'YA SU: KUYRUKLU YILDIZLARDAN GELDİ
Yaklaşık olarak yeryüzünün %71'i okyanuslarla çevrilidir. Dünya'daki suyun toplam hacmi; 1.398.898.300 km³'tür. Buna buzullar, nehirler, göller, yeryüzü suları ve atmosferik su da dâhildir.
Suyun oluşumu, Dünya'nın oluşum ve değişim sürecine yakından bağlıdır. Ancak ''Dünya'nın ve suyun bu oluşum süreciyle'' ilgili, farklı görüşler bulunmaktadır.

Ad:  asteroid-banner.jpg
Gösterim: 586
Boyut:  8.7 KB
DÜNYA'DAKİ SU VE İKİ TEORİ

Bilinen genel görüş, Dünya'nın başlangıcında, suyun iki temel etkenle ortaya çıktığı şeklindedir. Birincisi; yanardağlardan fışkıran gazlarla birlikte su buharının da çıkması ve bu su buharının, bulutları, ardından da yağmurları oluşturmasıdır. İkincisi ise; buzullardan oluşan küçük kuyruklu yıldızların ve donmuş asteroitlerin Dünya'ya çarpmalarıdır.

"SUYUN KAYNAĞI: KUYRUKLU YILDIZLARDIR"

Bu kuyruklu yıldızların kaynağı, Neptün yakınlarındaki Kuiper Kuşağı ve Oort Bulutları bölgesidir. Bu bölge, Güneş Sistemi'nin soğuk, uzak bölgelerini çevreleyen ve trilyonlarca kilometre uzaklıktaki bir kuyruklu yıldızlar kuşağı yahut kuyruklu yıldız kümesidir.
Burada bulunan gökcisimleri, birer kirli kartopunu andırıyorlar. Kuyruklu yıldızların kaynağı olan bu cisimler, taş ve toz parçalarının yanı sıra, katı hale gelmiş metan, amonyak gibi molekülleri ve önemli ölçüde su buzu içeriyorlar.

DÜNYA'NIN ATMOSFERİ VE ''SOY GAZLAR''

Dünyamız'ın atmosferinin nereden geldiğini araştıran bilim adamları, ksenon ve kripton gibi soy gazlarının miktarlarını incelemektedirler. Nedeni, bu gazların, son derece kararlı olmaları ve pek ender tepkimeye girmeleridir. Bunların atmosferdeki miktarları, Güneş'teki miktarla aynı olmalıdır.

Normal olarak atmosferimizin, Güneş'i ve dolayısıyla Dünya'yı oluşturan malzemeden oluştuğu düşünülmektedir. Ancak buradaki sorun, ksenon miktarının, Güneş'teki oranın hayli altında olmasıdır. Bunun sebebi, atmosfer'in bir kısmının, kuyruklu yıldızlarca taşınmış olmasıdır. Zira kuyruklu yıldızlar, öteki soy gazlara oranla daha az ksenon içermektedir.

Araştırmacılar, atmosfer'deki gazların yoğunluğunun açıklanabilmesi için gereken kuyruklu yıldız kökenli malzeme miktarının, nisbeten az olduğunu hesaplamışlardır.

DÜNYA BAŞLANGIÇTA ATMOSFERDEN YOKSUNDU
Yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluştuğu düşünülen Dünya, ''gezegenimsi'' aşamasından ''gezegen''liğe adım attığı sıralarda, atmosferden yoksundu. Çevresinde kalan gazlar; hidrojen, helyum, hidrojen içeren başka gazlar ve tozlar, zamanla Güneş rüzgârlarıyla Dünya gezegeninden uzağa savrulmuş olmalıdır.

Atmosfersiz olduğu içinde, göktaşı vuruşlarıyla, yüzeyi, muhtemelen delik deşik hale gelmişti ve Ay'ın şimdiki yüzeyinden pek de farklı değildi.

DÜNYA GEZEGENİ ISINMAYA BAŞLADI

Ancak Dünya gezegeni, zaman içinde, üç temel sürecin etkisiyle, yeniden ısınmaya başladı. Birincisi, içerdiği elementlerdeki radyoaktif bozunma süreci, ikincisi, kütlesel çekim sıkışması ve üçüncüsü ise, göktaşı çarpmalarıdır.
Süresi tartışmalı olmakla birlikte, Dünya'nın, muhtemelen ilk birkaç yüz milyon yıllık ömrünün sonlarına doğru, iç ısısı oldukça artmış olmalıydı. Bu nedenle de, dış kısımlarda oldukça bol olarak bulunan demir, erimeye ve merkeze doğru çökmeye ve çökerken de, daha hafif olan; silikon, magnezyum, alüminyum ve oksijen-bağlı bileşikleri, yüzeye itmeliydi.

Bu hareketlilikle, ısınma hızı daha da artan Dünya'nın, büyük bir bölümü sıvılaşarak, ergimiş kayaçlara, yani yaklaşık 100 km derinlikte bir magma okyanusuna dönüşmüştü. Ergimiş demirden bir merkezin oluşumuysa, gezegendeki farklılaşmanın ilk aşamasıydı. Bu farklılaşma süreciyle Dünya, her yerinde hemen hemen aynı kimyasal maddeyi barındırdığı homojen bir yapıdan, katmanlı bir yapıya geçmiş olacaktı. Yoğunlaşmış ve katı demirden bir merkez ve daha düşük ergime sıcaklığında, daha hafif elementleri barındıran bir kabuk ve bu ikisinin arasında ergimiş kayaçlarıyla sıvımsı bir manto.

ISINMANIN YAN ÜRÜNÜ ATMOSFER

Bu ısınma ve farklılaşma sürecinin yan ürünlerinden biri de atmosferdir. Atmosferin içeriği ise, su buharı, hidrojen gazı, hidrojen klorid, karbon monoksit, karbon dioksit ve nitrojendir. Dünya'nın sıcak ve kimyasal olarak hareketli iç kısmından yükselen gazların oluşturduğu ilk atmosferin başlıca içeriği böyledir. Oksijen ise gaz olarak çok sonra ortaya çıkmıştır.

Okyanuslar, sürecin ikinci yan ürünüdür. Dünya ısınıp erimeye başladıkça, mineraller içinde oksijen ve hidrojen biçiminde hapsolmuş olan suyun, volkanik etkinlikler sonucu, yüzeye çıktığı sanılmaktadır. Ve bu suyun, çeşitli gazlarla karışarak atmosfer'in daha serin üst tabakalarında yoğunlaşıp bulutları oluşturduğu varsayılmaktadır. Ancak yağmurlar, aşırı sıcak yüzeye daha ulaşamadan, yeniden buharlaşacağından, yüzey sularının, sonuçta da okyanusların oluşması için, sıcaklığın yavaş yavaş düşmesi gerekecektir.
Yeryüzü, yeterince soğuduktan sonra Dünya gezegeni, su getiren göktaşları kuyruklu yıldızlar tarafından bombalandı. Bu bombalama gezegenimiz üzerinde her gün devam etti.

KUYRUKLU YILDIZ BULUTU(KÜMESİ)
Ad:  d.jpg
Gösterim: 615
Boyut:  26.2 KB

Güneş Sistemi'nin oluşumuyla ilgili kuramlara göre, bu kuyruklu yıldızlar da, Güneş ve gezegenlerin içinde oluştuğu; gaz ve toz bulutundan ortaya çıkmışlardır. Ve daha sonra Jüpiter ve Neptün gibi dev gaz gezegenlerinin, bugün bulunduğu soğuk bölgelerde toplanmışlardı. Ancak gaz devlerinin kütle çekim etkisi, bunları Güneş Sistemi'nin dışına; kimini Oort Bulutu'na, kimini de yıldızlararası boşluğa fırlatmıştı.
Oort Bulutu, geçmekte olan bir yıldızın kütle çekim etkisi gibi etkilerle hareketlenerek, bazı kuyruklu yıldızlarını yeniden Güneş Sistemi'nin iç kısımlarına doğru püskürtüyordu.

Bu yeni senaryoyu savunan gökbilimciler, yaklaşık 4 milyar yıl önce, Dünya'nın henüz çok genç olduğu bir dönemde gerçekleşmiş ve Ay'ın çukurlu yüzeyine büyük katkısı olduğu düşünülen bir ''yıldız bombardımanına'' dikkat çekiyorlar. Aslında, bombardımanda Dünya, Ay'dan çok daha fazla vuruş almıştır. Ancak Ay, çarpışmalarla kazandığı buzu, uzaya teslim ederken, Dünya, sahip olduğu daha büyük kritik kütleyle, bu buzun büyük bölümünü elinde tutabilmişti.

Spekülasyonlar, bu kuyruklu yıldızların, gaz gezegenleri Neptün, Satürn ve Jüpiter çevresinde ''olgunlaşmış'' oldukları ve bu bölgelerde, soy gazlardan; helyum, neon, argon, kripton ve radon gibi gazlarla zenginleşerek, suyun bildiğimiz farklı türlerini oluşturdukları yönündedir.

BU YENİ TEORİ NASIL ORTAYA ÇIKTI?
1986'da, Iowa Üniversitesi'nden bir bilim adamı, Louis A.Frank, risk alarak "mini kuyruklu yıldızlar"ın, her gün atmosferimizi bombardıman ettiğini ve bunun yeryüzündeki suyun önemli bir kaynağı olduğunu ileri sürdü. Bu teorisinden ötürü, onunla alay edilmesine rağmen, 1997'de NASA tarafından verilen uydu verileri, "mini kuyruklu yıldızlar"ın varlığını kanıtlamış görünüyor.

Iowa Üniversitesi fizikçilerinden Louis A. Frank, Amerikan Jeofizik Derneği'nin yayın organı olan "Jeofizik Araştırmaları Dergisi''nin Mart sayısında bir makale yayımladı. Bu makalesinde, 1998 yılı ekim ayıyla, 1999 mayısı arasında çekilen 1500 fotoğrafın incelenmesiyle, bu süre içinde Dünya'ya düşen 9 küçük kuyruklu yıldızın, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde belirlendiğini açıkladı. Fotoğraflar, Arizona eyaletindeki Sonoita'da bulunan robot bir teleskopla elde edilmişti.

Frank'ın, 1986 yılında aynı üniversiteden John Sigwarth ile birlikte, Dynamic Explorer 1 uydusunun verilerine dayanarak geliştirdiği kurama göre; her dakika, 20-40 ton ağırlığında 20 kuyruklu yıldız Dünya Atmosferi'ne girerek parçalanıyor.

Gezegenimizin yaşam süresi boyunca gelmiş olması gereken bu küçük ziyaretçilerin sayısı hesaplandığında, Dünya'nın toplam su rezervinin tümünün bu yolla gelmiş olması mümkün gözüküyor.

YENİ TEORİ ÜZERİNDE TARTIŞMA
Ancak yeni teori, o tarihte öne sürülür sürülmez üzerinde tartışmalar başlamış, bazı araştırmacılar, Frank'ın kuyruklu yıldız sandığı noktaların, aslında uydunun algılayıcılarındaki elektronik parazit olduğunu öne sürerken, bazısı da görüntülerin gerçek kuyruklu yıldız olduğunu savunmuşlardır.

Bazı araştırmacılar da, Dünya'da bulunan suyun bileşiminin, kuyruklu yıldızlarda bulunan suyunkinden farklı olabileceği, birçok kuyruklu yıldızın içerdiği suyun, hidrojenin daha ağır bir izotopunu (döteryum) barındıran ''ağır su'' dan oluştuğu, bunun da okyanuslarda bulunan döteryum oranlarıyla tutarlı olmadığı görüşündeler. Ancak, bu karşıt görüşlerin dayandığı örnek sayısının fazla olduğu da söylenemez.

UZAYDA BAŞKA KUYRUKLU YILDIZ KÜMELERİ
Gökbilimciler, Güneş'ten 5 ışık yılı (yaklaşık 50 trilyon km) uzaklıkta, ölmek üzere olan bir yıldızın, çevresinde 1 milyar kuyruklu yıldızı buharlaştırdığını belirlediler. Milimetrealtı Dalga Gökbilim Uydusu (SWAS) ile yapılan gözlemde, Aslan takımyıldızında bulunan CW Leonis adlı yıldız hedef alındı. Bu yıldızın, merkezindeki hidrojen yakıtını tüketip şişen bir kırmızı dev olduğu biliniyordu. Ancak gökbilimciler, yıldızın çevresinde, kayda değer ölçeklerde su bulunmayacağı görüşündeydiler. Ancak uydu, CW Leonis'in çevresinde, yıldızın uzaya salabileceğinden 10.000 kat daha fazla su belirlendi. SWAS ekibinin vardığı sonuç, bu ortaya çıkan su miktarının ancak 1 milyar kuyruklu yıldızın aynı anda erimeye başlamasıyla oluşabileceği merkezindeydi.

SWAS ekibinde yer alan Johns Hopkins Üniversitesi'nden David Neufeld; "6 Milyar yıl sonra, kendi Güneş'imizin başına gelecek felaketin bir kopyasını izlediğimizi düşünüyoruz" diyor. Eriyen kuyruklu yıldızların, Neptün ve Plüton gezegenlerinin yörüngeleri dışında dolanan, Kuiper Kuşağı cisimlerine benzer şekilde, CW Leonis yıldızının etrafında bir kuşak meydana getirdiği sanılmaktadır.

Merkezindeki hidrojen yakıtını tüketen yıldızın yarıçapının, Güneş-Jüpiter uzaklığına eriştiği ve parlaklığının 5000 kat arttığı hesaplanıyor. Bu durumda, CW Leonis yıdızının, 150 milyon km olan Dünya-Güneş uzaklığının, 10-100 katı uzaklıktaki yörüngelerde dolanan, bu buzul kuyruklu yıldızları buharlaştırdığı düşünülüyor.

Hawaii Üniversitesi'nden gökbilimci Tobias Owen, "SWAS ekibinin yorumu doğruysa, bu başka yıldızların çevresinde yalnızca dev gaz gezegenler değil, kuyruklu yıldızların da yaygın olarak bulunabileceği anlamına gelir" diyor ve ekliyor: "Pek çoğumuz, bu buzdan cisimlerin, gezegenlerin temel yapı taşları olduğuna inanıyor."

SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

5 Ağustos 2018 / nötrino Uzay Bilimleri
29 Mart 2016 / gogoyo Cevaplanmış
21 Mart 2014 / Misafir Cevaplanmış
30 Temmuz 2015 / nötrino Uzay Bilimleri