Arama

Uzay Nedir? Uzay Hakkında Genel Bilgiler

Güncelleme: 5 Ağustos 2018 Gösterim: 676.186 Cevap: 13
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
13 Ocak 2010       Mesaj #1
Avatarı yok
Yasaklı
UZAY
Uzay sistemi, milyarlarca galaksiyi, yıldızı, gezegeni, gravitik dalgaları, kozmik ışıkları, gaz ve toz bulutlarını uyduları, göktaşlarını kısacası herşeyi içerisinde bulunduran sonsuz boşluktur.Diğer adı da evren (kozmoz) olarak geçiyordur.Dünya, Samanyolu Galaksisi'nde yer alır.Samanyolu Galaksisi'nde Güneş de dahil olmak üzere yaklaşık 400 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir.
Sponsorlu Bağlantılar

Milky Way
Samanyolu Galaksisi

Bizim galaksimize en yakın dış galaksi Andromeda Galaksisi'dir ve evrende Samanyolu Galaksisi'ne benzer milyarlarca galaksi sistemi bulunmaktadır.


images?qtbnANd9GcTYqV502yXeMKs GvYDcwHi trK1hkjWz6yzai px6guLb3msgOYQ
Andromeda Galaksisi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 25 Mart 2016 09:39
Sadık - avatarı
Sadık
Ziyaretçi
13 Şubat 2010       Mesaj #2
Sadık - avatarı
Ziyaretçi
Uzay, Dünya'nın atmosferi dışında evrenin geri kalan kısmına verilen isimdir. Uzay'ın sınırları asla kesin değildir ve Uzay hep büyür. Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamaktadır, fakat Dünya'nın atmosferi yukarı doğru çıkıldıkça incelmektedir. Uzayda milyonlarca gökada bulunmaktadır. Bu gökadalar içinde milyonlarca güneş sistemleri, gezegenler ve gök taşları bulunmaktadır.
Uzay çok eski dönemlerden beri insanların büyük ilgisini çekmiş, sonu olup olmadığı; varsa, sınırlarının nereye kadar uzandığı bilginleri ve felsefecileri yakından ilgilendirmiştir. Uzayda yer alan gökcisimlerinin incelenmesi, bunların hareketlerinin diğer gökcisimlerinin davranışlarına yaygınlaştırılması, uzay hakkında çok az da olsa kimi fikirlerin ortaya atılmasını sağladı. Çağlar geçtikçe insanların daha güçlü teleskoplarla uzayı incelemesi uzay hakkındaki bilgileri artırdı. Uçan cisimlerin ortaya çıkmasıyla Dünya'yı çevreleyen yakın uzay hakkındaki bilgiler, daha da artmaya başladı. Nihayet, güçlü füzeler, yapma uydular, Ay'a insanlı ya da insansız araçlar gönderilmesi, Güneş Sistemi içinde yolculuk yapacak yapma uyduların geliştirilmesi, çok güçlü radyoteleskoplarla uzayın derinliklerinin araştırılması, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın uzay hakkındaki bilgilerini önemli ölçüde genişletti. Bu arada teorik fizik ve astronomi konusunda devrim yapacak görüşler ortaya atan Einstein gibi bilginlerin uzay konusunda ortaya attıkları pek çok kuram, gözlemcilerin uzay üzerine verdikleri bulguların mantıklı bir şekilde açıklanmasını sağladı. Uzay konusundaki ilk sağlam bilgiler, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında, özellikle kuzey ülkelerinde kurulan gözlemevleri sayesinde alındı. ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Palomar Gözlemevi, Dünya'da mevcut gözlemevlerinin en büyüğüdür. Buradaki aynalı teleskopun çapı 5 m., yüksekliği 40 m.dir. Bu gözlemevlerinde uzaydaki gökcisimlerinin kütlesi, hacmi, ışığının şiddeti vb. incelenmektedir. Uygulamalı fiziğin geliştirdiği tayf (spektrum) analizi, uzaydan gelen ışıklardan, cisimlerin hangi elementlerden oluştuğunu göstermektedir. 1932'de K. G. Jansky adındaki bir mühendisin rastlantı sonucu bulduğu uzaydan gelen radyo yayınları, daha sonraki yıllarda radyoteleskopların doğmasına ve uzayın derinliklerinin dinlenmesine, bu radyo yayınlarının kaynaklarının ve nedenlerinin bulunmasına yol açtı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanların geliştirdiği V-1 ve V-2 füzeleri daha sonraki yıllarda uzayın keşfi için yapılacak çalışmalarda büyük bir adım oldu. 1947-1956 yılları arasında özellikle ABD, uzay çalışmalarına büyük hız verdi. Yapılan uzay uçuşu denemelerinin hiçbiri bir uzay aracını yörüngeye oturtmayı başaramadı. Bu arada SSCB, 1957 yılında üç kademeli Vostok füzeleri ile "Sputnik" adındaki ilk yapma uyduyu Dünya çevresinde yörüngeye oturtarak uzay yarışında öne geçti. Uydulardan elde edilen uzay üzerine bilgiler, canlıların, özellikle insanların uzayda yaşayabilmeleri için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Böylece uzay tıbbı doğdu ve gelişti. Uzayda ilk insan ise 12 Nisan 1961 tarihinde SSCB'nin uzaya gönderdiği Yuri Gagarin oldu. Bu arada, insanların uzay boşluğuna yerleşmelerini sağlamak, uzayı uzaydan izlemek, Dünya üzerinde haberleşme kolaylıkları sağlamak için binlerce uydu yörüngeye yerleştirildi ya da uzayın boşluğuna fırlatıldı. Nihayet 1969 Temmuzu'nda Ay'ın ABD'li astronotlar tarafından fethedilmesi, uzay çalışmalarında en önemi adımlardan biri oldu. Günümüzde uzay yarışı büyük bir hızla sürmektedir.Araştırmacılar galaksimizde bulunan 37 bin 964 gezegenin en az bizim kadar akıllı yaşam formlarına evsahipliği yapabileceğini hesapladı.
Sponsorlu Bağlantılar
Astrofizik uzmanı Duncan Forgan tarafından geliştirilen bir bilgisayar yazılımı bilinen 330 gezegenden topladığı veriler ışığında yaşam için elverişli olabilecek gezegenleri hesapladı.
Samanyolu galaksisinde bulunan gezegenlerin sıcaklık, su ve mineral zenginliği gibi değişkenler gözetilerek incelenmesi sonucunda üç senaryo göz edilerek hesaplamalar yapılduı. Birinci senaryoda hem yaşamın hem de evrimin zor olacağı bir algoritma yaratan yazılım, buna göre 361 gezegenin yaşama olanak tanıyabileceğini hesapladı. İkinci senaryoda yaşamın başlaması zor olsa da, evrime imkan tanıyabilecek bir algoritma kullanan yazılım bu sayıyı 31 bin 513’e çıkardı. Üçüncü senaryoya göre yaşamın gezegenler arası göktaşlarıyla taşınabileceği varsayımına dayanan bir algoritma kullanan yazılım bu sayının 38 bine yaklaştığını gösterdi.

Hesaplamanın tek hücreli yaşam formlarından daha ziyade analog organları olan ve bilinç sahibi yaşam formlarını yaratmak için gerekli olan koşulları araştırdığını belirten bilim insanları, en zor koşullarda bile 361 gezegenin zaman içinde akıllı yaşam formlarına ev sahipliği yapabileceğini, akıllı uzaylılarla insan ırkının iletişim kurmasının 300 ve 400 yıl gibi bir süre alabileceğini belitiyorlar.

MİKRO VE MAKRO DA UZAY BOŞLUĞU VAR MIDIR?.
Bir atom çekirdeğinin, bir futbol topu büyüklüğünde olduğunu varsayarsak, elektronlar bunun çevresinde, çapı 5 kilometre genişlikte bir çember üzerinde dönebilir. Eğer, Güneş Sistemi'nin bütününü düşünürsek orada da benzer bir düzen vardır. Tüm gök cisimlerinin arasındaki boşluğa ise "uzay boşluğu" dendiğini hepimiz biliyoruz.
Elektronlar yani atom altı parçacıklar arasındaki alana da "boş uzay" denir. Boş uzay olarak adlandırılan bölge ne işe yarıyor ? Olmasaydı ne olurdu diye sorabiliriz? Öncelikle bu boş uzay olmasaydı her şey inanılmaz derecede küçülürdü.
Örneğin bir insanı meydana getiren atomların, insana asıl ağırlığını veren çekirdeklerini bir araya getirmek mümkün olsaydı, insan, gözle görülemeyecek kadar küçük bir zerre haline gelirdi. Fakat ağırlığı yine o insanın ağırlığına eşit olan bir zerre. Boş uzay da bulunan her parçacık, kendi yasalarına değil, o alanın yasalarına tabiidir. O halde atom, katı bir birim olmayıp aralarında belli uzaklıkların bulunduğu parçacıkları içeren boş uzaydan meydana gelmiştir. Bu parçacıkların şaşılası özelliklerinden biri de ikili özellik göstermeleridir. Yani bazen parçacık, bazen de uzayın derinliklerine uzanan dalgasal yapıya sahiptir. Dalgasal yapıları nedeniyle tüm uzayı doldurmaktadırlar ve bu yüzden aslında boş uzay diye bir şey yoktur. Tüm evren; enerji ve bu enerjinin belirli bölgelerde yoğunlaşmasından oluşmuş maddi sistemlerle doludur. Yok oluş değil yoğunlaşma ve çözülme vardır.
Madde, küçük ama birbirinden uzak damlalar halinde yoğunlaşmış enerjidir. Madde ve enerji tek bir şeydir ve sürekli olarak birbirine dönüşmektedir. Aynı gerçekliğin iki farklı tezahürünü oluşturmaktadır. Buradan da anlıyoruz ki gerek atomun organizasyonu yani mikro evren diyeceğimiz oluşum gerekse makro evrenimizin organizasyonları arasında benzerlik, paralellik vardır. Bu organizasyon, anlamsızlığa değil, bilimsel ilerlemeler sayesinde, bizim adım adım keşfettiğimiz bir anlama sahiptir. Kuantum kuramını anlamak için atom modelini kavramak çok önemlidir. Mikro kozmosta geçerli olan yasaları kavramak makro kozmosun yasalarını ve işleyiş düzenini kavramamıza da neden olacaktır.
Ne enteresandır ki yüzlerce yıl önce yaşamış ve çok çeşitli kültürlere damgasını vurmuş mistikler de maddenin yapısı ve özü hakkında bugün yeni fiziğin ortaya koyduğu gerçeklere son derece yakın tanımlamalarda bulunmuşlardır. Bu bir tesadüf olabilir mi? Örneğin, Çin bilgeleri evrenin "Chi" denilen gaz veya eterden oluştuğunu söyler. "Chi",uzayda hareket eden, yoğunlaşınca madde olan hayati enerjidir. Hinduizm'de Brahman, Budizm'de dharmakaya sözcükleri aynı anlama gelir. Bu enerjinin hem ruhsal hem de maddesel özellikte olduğu kabul edilir.
Yeni fiziğe göre maddeyi oluşturan atom, bizim sert, tek ve bütünmüş gibi algıladığımız kum tanesi gibi katı değildir. Bir kum tanesi milyonlarca atomdan oluşur. Her atom ise yüzlerce mikroskobik parçacığın sürekli devindiği bir küçük evrendir. Nasıl ki Samanyolu galaksisinde sayısız yıldız, gezegen ve çeşitli gök cisimleri varsa, bu cisimlerin birbirine göre hareketi, uzaklığı, etkileşimi, birbiri üzerinde yarattığı çekim kuvvetleri varsa, bir atomun yapısındaki parçacıklar arasında da buna benzer bir yapısal düzenleme ve dinamizm vardır.
Atom altına, yani maddenin derinliklerine indikçe anlaşılan, "temel yapı taşları" değil, bütün parçacıklar arasında varolan karmaşık ilişkiler dokusudur. Parçacıklar arasında karşılıklı etkileşim ve bütünsel bir davranış vardır. Birinin yarattığı bir etki tümünü ilgilendirir. Atomu bir mikro evren dünyamızı da bir makro evren olarak kabul edersek aslında mikroda geçerli olan yasalar makro da da geçerlidir.
Örneğin ailemizdeki bireylerden birinin yaşadığı, iyi veya kötü olarak nitelendirdiğimiz bir olaydan hepimiz şöyle ya da böyle bir şekilde etkilenmiyor muyuz? Bunu daha da genişletirsek şehrimizdeki, ülkemizdeki, dünyamızdaki çeşitli olaylar ve haletlerden de benzer şekilde etkilenmiyor muyuz? İşte bu atom altında geçerli olan bir yasanın yani etkileşim ve bütünsel davranışın günlük hayatımızda da geçerli olmasıdır.

Ad:  uzay3.jpg
Gösterim: 11574
Boyut:  49.2 KB

Son düzenleyen Safi; 24 Mart 2016 12:56
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Mart 2010       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı
Evrenin İçeriği ve Fiziki Yapısı

1-
Galaksiler
2-Elektromanyetik radyasyon
3-Nötral ve iyonize hidrojen
4-Toz parçacıkları
5-Galaksilerden gelen ışıklar
6-Süpernova ve Galaktik patlamalardan oluşan kozmik ışınlar
7-Kütlesi olmayan nötronlar
8-Gravitik dalgalar.

Sadece bizim galaksimizde 400 milyar yıldız (Güneş) bulunduğu tahmin edilmektedir. Bizim galaksimiz gibi içinde yıldızları ve gezegenleri barındıran milyarlarca galaksi vardır.Galaksiler, gazlar, yıldızlar,tozlar ve gezegenler içeren en büyük madde topluluğudur. Bir galaksinin en sonunda alacağı biçim küre biçimidir daha sonra muhtemelen Karadelik haline gelir. Ayrıca yıldızlar arasında çok büyük miktarlarda gaz ve toz bulutları ve belki de bilinmeyen milyarlarca gezegen ile onların uyduları bulunmaktadır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 24 Mart 2016 21:23
RivaN - avatarı
RivaN
Ziyaretçi
19 Mayıs 2010       Mesaj #4
RivaN - avatarı
Ziyaretçi
İnsanoğlunun daha ilk çağlardan beri süregelen merakı, düşünen ve araştırmacı yapısı hemen her konuda olduğu gibi uzayıda araştırma ve inceleme yapmasına neden olmaktadır. Günümüzde NASA (National Aeronautics and Space Administration, Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi olarak tercüme edilebilir), ESA (the European Space Agency, Avrupa Uzay Ajansı) gibi kuruluşların yanı sıra Rusya, Japonya, Kanada, Çin gibi ülkelerde uzay araştırmalarında öncülük yapmaktadır.

Uzay araştırmalarının başlıca nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
  1. Güneş sistemimizin araştırılıp incelenmesi, gezegenlerin yapısı
  2. Dünya dışında yaşam olasılığının araştırılması
  3. Galaksiler, yıldızlar, karadelikler ve diğer uzay yapıtaşlarının incelenmesi
Uzayın araştırılmasında daha onlarca neden sayılabilir. Ayrıca uzay araştırmaları; tıp, fizik, kimya, biyoloji, endüstri gibi diğer alanlara da çok önemli katkılar yapmaktadır.

İnsanoğlunun uzay serüveni, Sovyetler Birliği’nin, 4 Ekim 1957′de Dünya’nın ilk yapay uydusu Sputnik-1′i uzaya göndermesiyle başladı. Sputnik-1, Dünya’dan 224 km yukarıda bazı bilimsel deneyler yapmak için fırlatılmıştı.
Sputnik-1′in ardından, uzaya ilk insanlı uçuşu yine Sovyetler gerçekleştirdi. 1961 yılında Yuri Gagarin, Vostok-1 adlı kapsül ile, Dünya’nın etrafını 1 kez dolandı. Sovyetler’in bu önemli başarıları karşısında ABD, o zamanlar daha yeni filizlenen uzay yarışında öncülük şansını yitirmişti. Ancak, 20 Haziran 1969′da Apollo-11 uçuşu ile ABD, Ay’a ilk kez insan indirmeyi başararak tarihe geçecek ve uzay araştırmaları alanında önemli adımların neredeyse tek odağı haline gelecekti.

İnsanoğlunun yaşadığı Dünya’ya “tepeden” bakmaya başladığı o tarihlerden bu yana, uzay araştırmaları ve uzaydan araştırmalar çok hızlı bir gelişim gösterdi; uzay teknolojilerinde ardı ardına devrimler yaşandı. Bir zamanlar yalnızca bilimsel merakın bir ürünü gibi görünen bu çalışmalar, bugün günlük yaşamın vazgeçilmez öğeleri haline geldi. Belki daha da önemlisi, felsefi görüşümüzü kökünden etkiledi. Artık evreni, her türlü etnik ve dinsel şovenizmden uzak, bir “dünya vatandaşı” duyarlılığıyla algılamaya başladık. Carl Sagan’ın deyişiyle “Merkezi ve kuruluş amacı biz olmayıp, enginlikte ve sonsuzlukta kaybolmuş minnacık; yüzlerce milyar galaksi ve milyarlarca trilyon yıldızla bezenmiş bir kozmik okyanusta dönüp dolaşan bir Dünya” üzerinde yaşadığımızı farkettik. İnsanoğlunun gözünü gökyüzüne çevirmesiyle başlayan bu süreç, uzayın kendisi gibi sonu olmayan bir serüvene benziyor. Uzay araştırmalarında kullanılan ve gün geçtikçe daha da güçlenen teknik donanım ve artan bilgi birikimi de bu serüvende insanoğlunun en büyük yardımcısı. Gelecek yüzyılın araştırmacıları hiç kuşku yok ki, uzay araştırmaları üzerine yoğunlaşacaklar. Bu araştırmaların temelini oluşturan, disiplinlerarası yatay çalışmalar, projeler, çalışma ve düşünce sistemleri de bu doğrultuda gelişecek.


Bilimin tüm disiplinlerinin bir arada bulunmasını gerektiren uzay araştırmaları büyük organizasyonlarla yürütülüyor. Bunlar arasında en önemlisi hiç kuşkusuz Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi-NASA. Önemli adımlara imza atmayı ve bunu iyi bir reklamla dünyaya duyurmayı hep başarmış olan NASA, uzay serüvenlerinin “Baş Oyuncu”su! Sovyetler ise, her ne kadar uzay çalışmalarının başını çekmiş ve uzay yarışında adı ABD ile birlikte anılmış olsa da bugün bu alanda öncü rolü oynamaktan biraz uzak görünüyor.


Günümüzde uzay araştırmaları bu iki ülkeyle sınırlı değil artık. Japonya, Kanada gibi gelişmiş ülkelerin bireysel çalışmalarının yanı sıra, adını son yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir başka büyük organizasyon daha var: ESA. Uzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve görece daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da farklı bir ekolü temsil ediyor.


Kısa adı ESA (European Space Agency) olan Avrupa Uzay Ajansı, 14′ü kıta Avrupa ülkesi (Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya ve Norveç) biri de kısmi işbirliği (Kanada) olmak üzere 15 ülkenin hükümetler düzeyinde üyesi olduğu bir Avrupa kuruluşu. ESA, Avrupa’da bulunan iki eski Avrupa Uzay Organizasyonu, ESRO (European Space Research Organization) ile ELDO’nun (European Organization for the Development and Construction of Space Vehicle Launchers) birleşmesiyle 1975 yılında kurulmuş bir organizasyon. Çekirdeğini oluşturan bu iki kuruluşun yükümlülüklerini ve haklarını elinde tutan ESA, temel olarak, uzay bilimleri (gezegenler, uzay boşluğu, Güneş, ısı, enerji, göktaşları, yıldız sistemleri, uzay fiziği, astronomi vb.), yeryüzü gözlemleri (enerji, su, maden ve mineral kaynaklarının araştırılması), telekomünikasyon (uydu haberleşmesi, GPS), uzay taşıyıcıları (uydu fırlatma sistemleri, araştırma uyduları), mikroçekim ve uluslararası uzay istasyonu gibi alanlarda çalışmalarını sürdürüyor.

Uzay bilimi tek bir disiplin değil; Güneş ve gezegen araştırmalarından astrofiziğe dek uzanan geniş çaplı ve birbiriyle sıkı ilişki içinde olması gereken disiplinleri kapsıyor. Uzayı ve evreni araştırırken yakın çevremizi, gezegenleri ve her şeyden önemlisi Dünya’yı farklı bir açıdan inceliyor.
TEZ html 4e115e7b
Uzay araştırmaları, diğer deneysel bilimlerle karşılaştırılmayacak büyük kısıtlamalarla karşı karşıyadır. Göktaşları, Ay ve yakın gezegenler dışındaki hiçbir gökcismine ulaşılamadığı için, çoğu kez yalnızca gökcisimlerinden yayılan yada yansıyan ışınımlarla yetinmek gerekir. Yer’ in kendi ekseni ve güneş çevresinde dönen, yalpalayan ve nutasyon hareketi yapan bir gözlem yeri olması da ek güçlükler doğurur. Ancak, gözlem araçlarını atmosferin dışına taşıyarak ya da gözlem aracının Yer’ in dönüşünün etkisini dengeleyecek biçimde hareket etmesini sağlayarak, bu tür güçlükler bir ölçüde yenilebilmektedir. Gökcisimleri ile ilgili çalışmalar çoğu zaman, ölçümleri de içeren gözlemlerden ve kuramsal araştırmalardan oluşur.
Son düzenleyen Safi; 24 Mart 2016 23:14
snackbloot - avatarı
snackbloot
Ziyaretçi
21 Ekim 2010       Mesaj #5
snackbloot - avatarı
Ziyaretçi
A. UZAY
Bütün sınırlı genişlikleri içine alan sınırsız boşluğa uzay denir. Uzayın büyük bir kısmında hiçbir şey yoktur: Ne gaz, ne sıvı, ne katı; ne de herhangi bir atom veya molekül. Uzaya çıktığımızda dünyanın koruyucu atmosferinin dışına çıkmış oluruz. Uzay, yaşamı sürdürmenin çok zor olduğu bir yerdir.

1. UZAYA İLK ADIM (AY’IN FETHİ)
1968’de Ay’ın fethine doğru yeni bir aşama gösterildi. 15 Eylülde fırlatılan SSCB uzay aracı Zond-5, ilk Yer-Ay-Yer gidiş gelişini gerçekleştirirken, ABD’nin de Apollo tasarısına başlanmıştır. Temmuz 1969’da Apollo-9 içinde Armstrong, Aldrin ve Collins ile uzaya fırlatıldı. 21 Temmuz’da Türkiye saati ile 04.56’da Neil Armstrong, Ay üstüne ayak basan ilk insan oldu. Onu hemen Edwin Aldrin izledi. Bunlardan sonra Apollo-11, Apollo-12 ve Apollo-13 uçuşları gerçekleştirildi.
Apollo-13’ün yolculuğu sırasında (Nisan 1970) pilotların büyük bir kaza atlatmalarına karşın, uzay yarışında ABD üstün görünüyordu. Bununla birlikte NASA bir süre için Ay programını durdurdu. SSCB ise 1970 sonunda Ay üstüne ilk otomatik yumuşak iniş gerçekleştirdi. SSCB’in fırlattığı Luna 16-20 Eylül 1970’te Bolluk denizine indi. Luna-17 Ay üstüne bir ay aracı olan Lunakod’u bıraktı. Bu araç 3600 m.lik bir taramadan sonra Ocak 1971’de Luna-17’ye geri döndü.

2. GÜNEŞ SİSTEMİ VE DİĞER GEZEGENLER
Ad:  güneş sistemi.jpg
Gösterim: 23222
Boyut:  20.7 KB
a) Güneş sistemi

Güneş sistemi yaşama, 4,6 milyar yıl önce, içinde kayaç ve buz parçacıkları bulunan büyük bir gaz bulutu kütlesi olarak başlamıştır. Bulut kendi çekim gücü nedeniyle sıkıştığında güneş oluşmuş, tanecikler de bir araya gelerek gezegenleri ortaya çıkarmıştır.
Güneşin iç bölümünde nükleer füzyonla hidrojen helyuma dönüşür ve bu dönüşüm sonucu açığa çıkan enerji, önce ışık yuvarına, oradan da uzaya gider.
b) Merkür
Güneşe en yakın gezegen Merkür’dür. Ortalama 57,9 milyon km. olan Merkür-Güneş uzaklığı astronomideki diğer uzaklıklara kıyasla gerçekten çok küçüktür.
Ad:  Mercury.jpg
Gösterim: 11047
Boyut:  11.0 KB

Güneşe çok yakın olduğundan, gündüz vakti Merkür’deki sıcaklık 423 C ye kadar çıkar. Ama güneş battığı zaman sıcaklığın –183 C ye kadar indiği olur. Güneşe bu kadar yakın olmasına karşın bazı uzmanlar Merkürde hala kraterlerin güneş görmeyen yerlerinde buz bulunabileceğini düşünüyorlar.
Bir teoriye göre Merkür, bundan milyonlarca yıl önce 2 kez hemen hemen kendisi kadar büyük gök cisimleriyle çarpıştı. İlk çarpışma sonucunda Merkür neredeyse tümüyle sıvılaştı, ağır metaller dibe batarak büyük çekirdeği oluşturdu. İkinci çarpışma sonucunda da kabuğun büyük bir kısmı parçalanarak ince bir kabuk kaldı.
c) Venüs
Güneşe en yakın ikinci gezegendir. Güneşe uzaklığı 108 milyon km.dir. Dünyaya en yakın konuma geldiğinde güneş ve aydan sonra en parlak cisimdir. Işığı bazen gölgeler oluşturabilir.
Ad:  venus.jpg
Gösterim: 10664
Boyut:  7.9 KB

Venüs’ün atmosferi çok yoğundur. Öylesine yoğundur ki; dünyadaki en güçlü teleskopla bile yeryüzü şekillerinin görülmesi imkansızdır. Atmosferinin basıncı yüzünden ezileceğinden, gökyüzünden yağan sülfürik asitten yanacağından, atmosferi nefes almaya uygun olmadığından büyük bir olasılıkla hiçbir insan Venüs’ün yüzeyine ayak basamayacaktır.
Venüs çok yavaş döner. Kendi çevresinde dönmesi 243 gün sürerken, güneş çevresinde dönmesi 224 gün sürer. Bu nedenle bir Venüs günü bir Venüs yılından daha büyüktür.
d) Yer
Dünya, güneş sisteminde yaşam olan tek gezegendir. Güneşe uzaklığı ortalama 149,6 milyon km.dir. Dünya, demir ve nikel bir çekirdeği saran kayaç tabakasından oluşur. Derinlere indikçe sıcaklık artar.
Ad:  dünya.jpg
Gösterim: 11126
Boyut:  30.5 KB

Yaklaşık 4,6 milyar yıl önce, bir gaz ve toz bulutu yoğunlaşarak güneşi oluşturmuştur. Bulutun içindeki başka maddeler birleşerek dünya ve diğer gezegenleri oluşturmuştur. Dünyada demir ve nikel eriyerek çekirdeği oluşturmuştur. 4 milyar yıl önce dünyanın kabuğu oluşup yanardağlardan çıkan su buharı yoğunlaşarak denizleri meydana getirmiştir.
e) Mars
Dünyanın yarısı büyüklüğünde olan Mars birçok yönden dünyaya benzer. Mars gününden sadece bir saat uzundur. Marsta da dünyadaki gibi mevsimler vardır. Ama güneşe uzaklığı 227,4 milyon km. olduğu için ortalama sıcaklığı –28C dir. Ayrıca bir Mars yılı 687 dünya günü sürer.
Ad:  mars.jpg
Gösterim: 11330
Boyut:  69.0 KB

Marstaki nehir yatakları Mars’ın ikliminin bir zamanlar daha sıcak, atmosfer basıncının da suyun yüzeye çıkmasını sağlayacak kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Belki de bilinmeyen bir olay Mars’ın atmosferinin uzaya kaçmasına ve demirce zengin olan toprağının pas rengi almasına neden oldu
Uzay yolculuklarının ateşli taraftarları 2030 yılı civarında insanoğlunun Mars’a ayak basacağını umuyorlar. Daha sonra Mars’ta üsler kurulacak, bu üsler büyüyüp gelişecek ve en sonunda uzayın daha uzak bölgelerine yapılacak yolculuklar için fırlatma rampası olarak kullanılacaktır.
f) Jüpiter
Güneş sistemindeki en büyük gezegen Jüpiter’dir. 16 uydudan oluşan ailesi ile minik bir güneş sistemine benzer. Çok küçük olan katı çekirdeği dışında minyatür bir güneş gibi hemen hemen tümüyle gazdan oluştuğu için Jüpiter diğer gezegenlerden farklı gözükür.
Ad:  jüpiter.jpg
Gösterim: 10683
Boyut:  6.6 KB

3 Aralık 1973 tarihinde, Jüpiter’e ulaşan Pioneer-10, dünyaya Jüpiter’in bulutlarına ait ilginç fotoğraflar gönderdi. 1979 yılında Voyager araçları Jüpiter’in dünyadan görülemeyecek kadar ince 3 tane halkası olduğunu buldular.
Jüpiter’deki kırmızı leke ilk kez İngiliz astronom Robert Hooke tarafından 1664 yılında gözlenmiştir. Aşağıdan yukarıya doğru hızla yükselen maddenin yarattığı 8 km. yüksekliğinde, 40.000 km. uzunluğunda ve 14.000 km. genişliğinde olan bir fırtınadır. Saatte 500 km. hızla esen bu fırtına önüne çıkan küçük fırtınaları yutarak büyür.
g) Satürn
Güneş sistemindeki ikinci gezegen olan Satürn, güneşe uzaklık sıralamasında 6. dır. Jüpiter gibi Satürn’de neredeyse tümüyle gazdan oluşur. Kendi çapının beş katı çapa sahip olan çok güzel görünüşlü halkaları oldu için Satürn’e “Halkalı Gezegen” de denir.
Ad:  saturn.jpg
Gösterim: 10630
Boyut:  18.2 KB

Satürn’ün yoğunluğu o kadar azdır ki büyük bir göle konsa batmayacak kadar hafiftir.
Satürn’ün halkaları aletleri oldukça ilkel olan eski astronomların aklını karıştırmıştı. Galileo 1610 yılında ilk kez teleskopla Satürn’e baktığında, sanki üçlü bir gezegen sistemiymiş gibi, her iki yanında birer uydu gördüğünü sanarak şaşırmıştı. İki yıl sonraysa uydular görünmez olmuştu.
Satürn’ün en büyük uydusu Titan’dır. Merkür’den daha büyük olan bu uydunun yoğun ve kalın bir atmosferi vardır. Bir uydudan çok küçük bir gezegene benzer. 21.yy.ın başlarında Amerikan Cassini uzay sondasından ayrılacak olan Avrupa yapımı bir sondanın, uydunun atmosferine sokulması planlanıyor.
h) Uranüs
Uranüs, 1781 yılında İngiliz astronom William Herschel tarafından bulundu. Daha önce iki kez gözetlenmiş ama yeni bir gezegen olduğu anlaşılamamıştı. Uranüs’ün güneşten ortalama uzaklığı 2 milyar 869 milyon km.dir. Uranüs, güneş çevresindeki bir dönüşünü 84 yıldan biraz daha uzun bir zamanda tamamlar.
Ad:  Uranus.jpg
Gösterim: 10982
Boyut:  9.2 KB

Uranüs güneş çevresindeki yörüngesinde yan yatmış olarak döner, tıpkı yuvarlanan bir varil gibi. Bu nedenle de zaman zaman her iki kutbu da bize doğru döner. Bu garip dönüşe, milyarlarca yıl önce dev bir gök taşının gezegene çarpması neden olmuş olabilir.
Uranüs’ün halkaları 1977 yılında, astronomlar gezegenin arkasından bir yıldızı gözledikleri sırada bulundu. Yıldızın ışığı beklenenden 5 dk. önce sönükleşince yıldızın ışığını engelleyenin bir uydu olabileceği düşünüldü. Aynı şey gezegenin öbür yanında da tekrarlanınca bunun bir halka sistemi sonucu olduğu anlaşıldı.
i) Neptün
Ad:  Neptune.jpg
Gösterim: 10622
Boyut:  6.9 KB
j) Plüton
Ad:  pluton.jpg
Gösterim: 10476
Boyut:  16.0 KB
k) Onuncu gezegen


3. KUYRUKLU YILDIZLAR, METEORLAR VE ASTEROİTLER
a) Kuyruklu Yıldızlar

Kuyruklu yıldızlar, Güneş sisteminin oluşum döneminden arta kalmış kayaç ve buz kütleleridir. Gök bilimciler, bu buzlu kayaçların, Hollanda’lı gökbilimci Jan Oort’un adıyla anılan ve Güneş Sisteminin en dışındaki Oort bulutu bölgesinde yer aldığını düşünmektedirler.
b) Meteorlar
Gökte kısa bir an için görülen ışık çizgilerinin nedeni meteorlardır. Kuyruklu yıldızlardan kalan kayaç ya da toz parçacıklarının saniyede 70 km. yi bulan hızlarla atmosfere girip yanmaları sonucu oluşurlar. Kuyruklu yıldızlar, yörüngelerinde dönerken kopan parçacıkların atmosfere girip yanmasıyla gökte “meteor yağmuru” denilen görüntü-yü yaratırlar.
c) Asteroitler
Asteroitler, güneş çevresindeki yörüngelerde dönen ve gezegenlerden daha küçük olan gökcisimleridir. Günümüze kadar keşfedilenlerin sayısı 4000’i geçmektedir. Boyları küçük taş parçaları ile yüzlerce km. çaplı kütleler arasında değişir. Asteroitlerin çoğu Mars ile Jüpiter arasında uzanan Asteroit kuşaklarında yer alır. Ancak “Truvalılar” adı verilen, iki grup halinde Jüpiter’in yörüngesini izlerler. Öbürleri güneşin çevresinde dönerler.
En büyük Asteroit 1801 yılında keşfedilen Ceres’tir. 930 km.lik çapıyla dünyaya getirilirse Fransa yüzölçümü kadar bir yer kaplardı.

4. YILDIZLAR

5. EVRENİN ÖYKÜSÜ

Evren, atomlardan galaksilere kadar var olan her şeydir. Astronomlar evreni incelemeye başladıklarından beri onun nasıl ortaya çıktığını merak ettiler. Çevremizdeki galaksilerin bizden uzaklaştığını ve evrenin genişlediğini buldular. Eğer bu doğruysa evren geçmişte, günümüzden çok daha küçüktü. Buna dayanarak “Büyük Patlama” (big-bang) teorisini geliştirdiler. Bu teori her ne kadar tüm sorulara cevap vermese de astronomların yaptıkları gözlemlerle büyük bir uyum içindedir.
Büyük patlama teorisine göre evren, bundan 15 milyar yıl önce çok büyük, hayal bile edilemeyecek kadar şiddetli bir patlama ile ortaya çıktı. Büyük patlamadan önce neyin varolduğunu soramazsınız, çünkü her şey büyük patlamadan sonra ortaya çıktı. Büyük patlamadan önce nelerin olup bittiğini de soramazsınız, çünkü zamanın kendisi de büyük patlamayla başladı.


B. UZAY ÇALIŞMALARI


1. UZAY YARIŞI (SOĞUK SAVAŞ)

2. Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB ve ABD uzay çalışmalarına hız verdiler. Silahlanma çerçevesinde yapılan bu soğuk savaş teknolojinin gelişmesine imkan sağladı. SSCB 4 Ekim 1957’de Sputnik-1 adlı yapay uyduyu, daha sonra da 3 Kasım 1957’de Layka adlı köpeği taşıyan Sputnik-2’yi uzaya gönderdi. Sputnik’leri ABD uydusu Explorer-1 izledi (1 Şubat 1958). 12 Nisan 1961’de SSCB, içinde insan bulunan ilk uyduyu yörüngeye oturtarak yeni bir aşama yaptı. Yuri Gagarin’i taşıyan Vostok-1 yörüngeye oturtuldu. Bunu Şubat 1962’de içinde ilk ABD’li astronotlardan John Glenn’in bulunduğu Friendship ile ABD izledi. Sonra da Lovell ve Borman 14 gün süreyle yörüngede kaldılar(4-18 Aralık 1965). Aleksey Leonov, 18 Mart 1965’de uzayda araç dışına ilk çıkışı gerçekleştirdi, bunu 3 Haziran 1965’de Edward White izledi. Mariner-4 (ABD) Kasım 1964’de Mars gezegeninin ilk fotoğraflarını iletti. Buna karşılık Lunik-9 (SSCB) ay üzerine ilk yumuşak inişi Şubat 1966’da gerçekleştirdi. Bunu aynı yılın Haziran ayında ABD’nin Surveyor’ı izledi.

2. UZAY ARAÇLARI
a) Füze motoru
b) Fırlatıcılar

3. ASTRONOTLAR

Astronotlar, uzaya çıkabilmek için aylar süren eğitimden geçerler. Uzayda yön bulmak bu eğitimlerin en önemlilerindendir. Uzay araçlarının içinde astronotların yerine yön bulmasını sağlayan çok gelişmiş bilgisayarlar vardır. Bu bilgisayarlar hasar gördüğü zaman astronotların aracı kullanması gerekebilir.
Uzayda yapılacak tüm çalışmalar daha önce yerde bir simülatörde denenir. Burada telsiz kullanmayı, yer kontrol merkeziyle haberleşmeyi ve gerekirse arızaları nasıl giderileceği öğrenilir. Bu simülatörlerde ayrıca yangın, güç kesilmesi, paraşüt arızası, yörüngeden sapma halinde küçük roket motorlarını kullanma öğrenilir.
Uzaydaki yer çekimsiz ortama alışmak astronotlar için zor olur. Görev sırasında uzayda yürümek gerekebile-ceğinden, su altında bazı çalışmalar yapılır. Çünkü su altında hareket etmek yer çekimsiz ortamda hareket etmeye çok benzer.
Kalkış sırasında astronotlar, kendilerini dünyadakinden 3 kat daha fazla ağır hissederler. Bu çekime yer çekimin 3 katı anlamında kısaca 3g denir. Astronotların bu çekime alışabilmeleri için merkezkaç aracı denen bir araca binerler. Bu araç astronotların kendilerini dünyadakinden 3 kat daha fazla ağır hissetmelerini sağlar. Astronotlar yola çıkmadan önce 2 hafta süresince karantinaya alınırlar. Çünkü uzayda hastalanırlarsa en yakın hastaneye gitmek için 900km. yol gitmeleri gerekir.
Genelde bir ekipte 3 kişi bulunur. Ekipte bir pilot, uzay aracının içine verilen havadan sorumlu bir kişi ve bilgisayarları kullanan bir uzman bulunur. Güvenlik nedeniyle, herkes tüm görevleri yapabilecek şekilde eğitilir.

4. ASTRONOMİ
Astronomi tüm bilimlerin en eskisidir. Dünyada ilk insanın ortaya çıktığı günden bu yana insanlar gökyüzünü ve orada gördüklerini merak ettiler. Gördükleri şeylerin resimlerini mağara duvarlarına çizdikleri için mağara adamlarının gökyüzünü gözlediklerini biliyoruz. Ürün ekme ve hasat için en uygun zamanın güneş, ay ve yıldızların hareketleri incelenerek bulunabildiğini gördüklerinden beri insanlar gökyüzünü gözlemlemenin yararlı olduğunu anladılar.
Her ne kadar eski Mısırlıların festival ve bayram günlerini belirlemek için güneş ay ve yıldızları kullandıkları biliniyorsa da gökyüzünü incelemeyi bir bilime dönüştürenler eski Yunanlılardır. Örneğin eski Yunanlı Hipparkhos, çok doğru yıldız haritaları çizmişti.
Her ne kadar astronomlar evrenin doğası ve yapısı konusunda oldukça çok bilgi biriktirmişlerse de, her şeyin ayrıntıları ile birlikte anlaşılması için teleskopun icadını beklemek gerekti. 1608 yılında Hans Lippershey iki merceğin art arta yerleştirilmesinin uzaktaki cisimleri büyütebildiğini gördü. Mercekleri daha rahat kullanmak için onları uzun bir borunun ucuna monte eden Lippershey ilk teleskopu yapmış oldu. Lippershey’in icadı dünyada çabucak yayıldı. Galileo daha gelişmiş bir teleskop yaparak gökyüzünü incelemeye başladı. Galileo gördüklerine çok şaşırdı. Ayda dağlar ve kraterler vardı. Güneşte, oynayan küçük lekeler vardı. Jüpiter’in bir sürü küçük uyduları vardı ve Venüs’ün görünüşü zaman geçtikçe değişiyordu. En son keşif hepsinin en önemlisiydi. Çünkü bu Venüs’ün dünya çevresinde değil de güneşin çevresinde döndüğünü ispatlıyordu.

5. İNSANLARIN VE DİĞER CANLILARIN UZAYDAKİ TEPKİLERİ
Uzayda olmak insanları ve diğer canlıları etkiler. Örneğin, uzaydayken insanların boyu birkaç cm. uzar. Bunun nedeni ise, dünyadayken yerçekiminin omurgalar arasındaki kıkırdakları sıkıştırmasıdır. Ağırlıksız ortamda bu kıkırdaklar genişleyerek boy uzar.
İnsanlardaki bir başka değişim ise kanın beyne fazla miktarda pompalanmasıdır. Dünyada kalp, beynin aşağısında olduğundan kalbin beyne kan pompalaması için daha fazla uğraşması gerekir. Ağırlıksız ortamda böyle bir durum söz konusu olmadığı için kalp beyne dünyadaki gibi kan pompalamaya devam eder. Fakat yer çekimi olmadığı için beyne daha fazla kan gider. Bu da dünyada baş aşağı birkaç saat durmaya benzer.
İnsanlar ağırlıksızlığa çabuk alışırlar. Öteki canlılar ise farklı farklı tepkiler gösterirler: kurbağalar uzayda sıçramaya çalıştıklarında takla atarlar ve neye uğradıklarını şaşırırlar. Uzayda sebze ve meyvelerin nasıl yetiştirilebi-leceğini bilmiyoruz. Astronotlar bu konuda çeşitli deneyler yapıyorlar, ama şimdilik vitamin ihtiyaçlarını yanlarında götürdükleri hazır yiyeceklerden karşılamak zorundalar.
Arabella adı verilen bir örümcek uzayda ağ örmeyi başardı; ama yine de alışılmış bir ağ örene kadar birkaç gün geçti.
Uzayda yumurtadan çıkan bazı kuşlar düzgün uçmayı hiçbir zaman başaramadılar. Dünyada, kuşlar kanatlarını çırptıkları zaman yukarıya doğru bir kuvvet üretirler bu kuvvet onları havada tutar. Ağırlıksız kuşlar ise, kanat çırptıklarında havada daireler çizecek biçimde dönüp dururlar.
Bitkiler ilginç bir biçimde büyürler, yeşil kısımlar uzay aracındaki herhangi bir ışığa yönelir, ama kökler ne tarafa yöneleceklerini bilemezler.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Mart 2016 13:01
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
7 Ekim 2011       Mesaj #6
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
UZAY

Tüm sınırlı genişlikleri içine alan, bütün varlıkları her yönden saran uçsuz bucaksız genişliğe verilen ad; feza.

Uzay çok eski dönemlerden beri insanların büyük ilgisini çekmiş, sonu olup olmadığı; varsa, sınırlarının nereye kadar uzandığı bilginleri ve felsefecileri yakından ilgilendirmiştir. Uzayda yer alan gökcisimlerinin incelenmesi, bunların hareketlerinin diğer gökcisimlerinin davranışlarına yaygınlaştırılması, uzay hakkında çok az da olsa kimi fikirlerin ortaya atılmasını sağladı.

Çağlar geçtikçe insanların daha güçlü teleskoplarla uzayı incelemesi uzay hakkındaki bilgileri artırdı. Uçan cisimlerin ortaya çıkmasıyla Dünya'yı çevreleyen yakın uzay hakkındaki bilgiler, daha da artmaya başladı. Nihayet, güçlü füzeler, yapma uydular, Ay'a insanlı ya da insansız araçlar gönderilmesi, Güneş Sistemi içinde yolculuk yapacak yapma uyduların geliştirilmesi, çok güçlü radyoteleskoplarla uzayın derinliklerinin araştırılması, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın uzay hakkındaki bilgilerini önemli ölçüde genişletti.

Bu arada teorik fizik ve astronomi konusunda devrim yapacak görüşler ortaya atan Einstein gibi bilginlerin uzay konusunda ortaya attıkları pek çok kuram, gözlemcilerin uzay üzerine verdikleri bulguların mantıklı bir şekilde açıklanmasını sağladı. Uzay konusundaki ilk sağlam bilgiler, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında, özellikle kuzey ülkelerinde kurulan gözlemevleri sayesinde alındı. ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Palomar Gözlemevi, Dünya'da mevcut gözlemevlerinin en büyüğüdür.

Buradaki aynalı teleskopun çapı 5 m., yüksekliği 40 m.dir. Bu gözlemevlerinde uzaydaki gökcisimlerinin kütlesi, hacmi, ışığının şiddeti vb. incelenmektedir. Uygulamalı fiziğin geliştirdiği tayf (spektrum) analizi, uzaydan gelen ışıklardan, cisimlerin hangi elementlerden oluştuğunu göstermektedir. 1932'de K. G. Jansky adındaki bir mühendisin rastlantı sonucu bulduğu uzaydan gelen radyo yayınları, daha sonraki yıllarda radyoteleskopların doğmasına ve uzayın derinliklerinin dinlenmesine, bu radyo yayınlarının kaynaklarının ve nedenlerinin bulunmasına yol açtı.

II. Dünya Savaşı sırasında Almanların geliştirdiği V-1 ve V-2 füzeleri daha sonraki yıllarda uzayın keşfi için yapılacak çalışmalarda büyük bir adım oldu. 1947-1956 yılları arasında özellikle ABD, uzay çalışmalarına büyük hız verdi. Yapılan uzay uçuşu denemelerinin hiçbiri bir uzay aracını yörüngeye oturtmayı başaramadı. Bu arada SSCB, 1957 yılında üç kademeli Vostok füzeleri ile "Sputnik" adındaki ilk yapma uyduyu Dünya çevresinde yörüngeye oturtarak uzay yarışında öne geçti.

Uydulardan elde edilen uzay üzerine bilgiler, canlıların, özellikle insanların uzayda yaşayabilmeleri için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Böylece uzay tıbbı doğdu ve gelişti. Uzayda ilk insan ise 12 Nisan 1961 tarihinde SSCB'nin uzaya gönderdiği Yuri Gagarin oldu. Bu arada, insanların uzay boşluğuna yerleşmelerini sağlamak, uzayı uzaydan izlemek, Dünya üzerinde haberleşme kolaylıkları sağlamak için binlerce uydu yörüngeye yerleştirildi ya da uzayın boşluğuna fırlatıldı. Nihayet 1969 Temmuzu'nda Ay'ın ABD'li astronotlar tarafından fethedilmesi, uzay çalışmalarında en önemi adımlardan biri oldu. Günümüzde uzay yarışı büyük bir hızla sürmektedir.

Ad:  uzay1.jpg
Gösterim: 10548
Boyut:  17.0 KB

MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Mart 2016 12:57
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
kahraman365 - avatarı
kahraman365
Ziyaretçi
13 Aralık 2011       Mesaj #7
kahraman365 - avatarı
Ziyaretçi
Uzay ya da fezâ, dünya'nın atmosferi dışında evrenin geri kalan kısmına verilen isimdir.Ortalama ısısı -270 santigrat derecedir. Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamaktadır, fakat Dünya'nın atmosferi yukarı doğru çıkıldıkça incelmektedir. Uzayda tahminen milyonlarca galaksi bulunmaktadır. Bu tahmini galaksilerin içinde tahminen milyonlarca sistemler, gezegenler ve astroitler bulunmaktadır. Fizikçi Carl Sagan'ın kitabı "KOZMOS" da yazdığı üzerine evrensel atom sabiti 1088 kadar yani 10 üssü 88, Carl Sagan'a göre evrende tahmini 10'un yanında 88 sıfır tane atom var (on oktovigintilyon). Bu şekilde bir hesaplama ve insanoğlunun bildiği her türlü galaksi uzayın büyüklüğünü kanıtlar.
Uzay karanlığı, büyüklüğü, olayları ile ilgi çekici, karmaşık ve araştırmaya değer olmuştur. Bu yüzden insanlar her çağda uzayı merak etmiştir. Bu yüzden sürekli uzayı araştırmak için icatlar yapmıştır. Teleskop bu alanda çok önemli bir alettir. Çağlar geçtikçe insanlar daha güçlü teleskoplarla uzayı incelemiş, uzay hakkındaki bilgilerini artırmıştır. Böylece merakını gidermeye başlayan insanoğlu bununla yetinmeyip uçarak daha fazla bilgi toplamak istemiştir. İnsanlığın uçmayı keşfetmesiyle Dünya'yı çevreleyen yakın uzay hakkındaki bilgiler, daha da artmaya başladı. Nihayet, güçlü füzeler, yapma uydular, Ay 'a insanlı ya da insansız araçlar gönderilmesi, yapay uydular geliştirilmesi, çok güçlü radyo teleskoplarla (bkz.Hubble Uzay Teleskobu) uzayın derinliklerinin araştırılması, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın uzay hakkındaki bilgilerini önemli ölçüde genişletti. Ayrıca insanlık uzayı araştırmak için "astronomi" bilimini doğurdu.
Bu arada teorik fizik ve astronomi konusunda devrim yapacak görüşler ortaya atan Einstein gibi bilginlerin uzay konusunda ortaya attıkları pek çok kuram, gözlemcilerin uzay üzerine verdikleri bulguların mantıklı bir şekilde açıklanmasını sağladı.
Uzay konusundaki ilk sağlam bilgiler, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında, özellikle kuzey ülkelerinde kurulan gözlemevleri sayesinde alındı. ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Palamar Gözlemevi, Dünya'da mevcut gözlemevlerinin en büyüğüdür. Buradaki aynalı teleskopun çapı 5 m, yüksekliği 40 metre dir.Bu gözlemevlerinde uzaydaki gökcisimlerinin kütlesi, hacmi, ışığının şiddeti vb. incelenmektedir. Uygulamalı fiziğin geliştirdiği tayf (spektrum) analizi, uzaydan gelen ışıklardan, cisimlerin hangi elementlerden oluştuğunu göstermektedir.
1932'de K. G. Jansky adındaki bir mühendisin rastlantı sonucu bulduğu uzaydan gelen radyo yayınları, daha sonraki yıllarda radyoteleskopların doğmasına ve uzayın derinliklerinin dinlenmesine, bu radyo yayınlarının kaynaklarının ve nedenlerinin bulunmasına yol açtı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanların geliştirdiği V-1 ve V-2 füzeleri daha sonraki yıllarda uzayın keşfi için yapılacak çalışmalarda büyük bir adım oldu. 1947-1956 yılları arasında özellikle ABD, uzay çalışmalarına büyük hız verdi. Yapılan uzay uçuşu denemelerinin hiçbiri bir uzay aracını yörüngeye oturtmayı başaramadı. Bu arada SSCB, 1957 yılında üç kademeli Vostok füzeleri ile "Sputnik" adındaki ilk yapma uyduyu Dünya çevresinde yörüngeye oturtarak uzay yarışında öne geçti. Uydulardan elde edilen uzay üzerine bilgiler, canlıların, özellikle insanların uzayda yaşayabilmeleri için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Böylece uzay tıbbı doğdu ve gelişti. Uzayda ilk insan ise 12 Nisan 1961 tarihinde SSCB'nin uzaya gönderdiği Yuri Gagarin oldu. Bu arada, insanların uzay boşluğuna yerleşmelerini sağlamak, uzayı uzaydan izlemek, Dünya üzerinde haberleşme kolaylıkları sağlamak için binlerce uydu yörüngeye yerleştirildi ya da uzayın boşluğuna fırlatıldı. Nihayet 1969 Temmuzu'nda Ay'ın ABDli astronotlar tarafından fethedilmesi, uzay çalışmalarında en önemi adımlardan biri oldu. Günümüzde uzay yarışı büyük bir hızla sürmektedir.Özellikle de Amerika ve Rusya bu büyük yarışta amansız birer rakiptir.
Uzay Hakkındaki bir başka teorem ise 2009'da öne sürülmüştür. Buna göre Uzay tahmin edilenden daha küçük olabilir. Galaksi sayısı ise tahmin edilenden çok daha azdır. Görünen uzayda görülen galaksilerin ve yıldızların pek çoğu aynı galaksilerin farklı zamanlardaki görüntüleridir. Işık uzayda doğrusal ilerlemez, evrensel çekim güçlerinin belirlediği yolu takip eder, kim bilir yeterince uzun süre uzayı gözlemlersek belki bir gün kendimizi bile görebiliriz.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Mart 2016 12:16
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Ocak 2012       Mesaj #8
Avatarı yok
Yasaklı
Uzay Nedir? Uzay Hakkında Genel Bilgiler

Dünya'yı ve bütün gezegenleri saran ve içinde milyarlarca yıldız bulunan boşluk. Yedi kat gökten birinci gökte bulunur. Bu boşluk mutlak bir boşluk olmayıp, içeriğinde çok az da olsa hidrojen gibi maddelerin parçacıkları bulunur (Plazma). Bu ise dünyada sun’i elde edilebilen bir vakumdan daha boştur.

Uzaydaki yıldızlardan her biri güneş gibi gaz halindedir. Hiç birinde ne su, ne de taş, toprak, ağaç,hayvan ve insan gibi katı cisimler yoktur. Aralarındaki mesafe o kadar çoktur ki ışık yılı denen ölçü birimiyle ölçülür. Bir ışık yılı, saniyede 300.000 kilometre giden ışığın, bir yılda katettiği yoldur. Işık bir yıldızdan, komşu bir yıldıza yüzlerce ışık yılında varabilir.

Her bir yıldız galaksi denen bir helezon (küme) içinde saniyede ortalama yüz kilometre hızla uçar. Dünyamızın bulunduğu güneş sistemi Samanyolu Galaksisinde bulunur. Uzay hakkındaki çalışmalar, henüz uzayın çok küçük bir kısmını kaplayan dünya atmosferini ve dünya ile güneş sistemini meydana getiren diğer gezegenler arasındaki irtibatı ihtiva etmektedir.

Halbuki uzayda Samanyolu gibi yüz milyonlarca galaksi vardır. 1986 yılında sonuçlandırılan çalışmalara göre her biri en az 30 kadar galaksiden meydana gelen 4000 kadar galaksi kümesi belirlenmiştir. Galaksiler uzayda kümeler halinde bulunmakta ve bu kümeler birbirine bağlanarak uzayda bir zincir yapısı meydana getirmektedir. Galaksi kümelerinden meydana gelen bu zincir, kürevi yapılı büyük uzay boşluklarının yüzeylerinde yer almaktadır. Mesela Bootes, Coma, Pisces-Cetus bölgelerinde keşfedilen uzay boşluklarının çapları 260 milyon ışık yılı olabilmektedir.

Bu yapısıyla uzay, daha çok sabun köpüğüne benzemekte ve zincir meydana getiren galaksi kümeleri dev köpüklerin üzerinde yüzmektedir.

Bugüne kadar keşfedilmiş en büyük galaksi kümesi galaksimizden 150 milyon ışık yılı uzaklıkta olup çapı yaklaşık 250 milyon ışık yılıdır. Kütlesi 30 milyon kere milyar güneş kütlesidir. Akılalmaz büyüklükteki bu kümeye uzayın en büyük çekim merkezi de denmektedir. Samanyolunun da içinde bulunduğu galaksi kümesi en yakın kümeler olan Virgo ve Pavo kümeleri bu çekim merkezine doğru 600 km/s hızla sürüklenmektedir.

Uzay hakkında yapılan çalışmalar dünya atmosferi ve diğer gezegenlerin incelenmesi yanında, dünya yörüngesinde, çeşitli gayelerle yerleştirilen sun’i peykleri de ilgilendirir. Dünya yörüngesine oturtulmadan aya, diğer gezegenlere veya uzayın derinliklerine gönderilen araçlara uzay sondası veya uzay aracı (feza gemisi) denir. Önceleri insansız olarak gönderilen bu araçlar, sonradan maymun, köpek gibi hayvanlar üzerinde uzaydaki hayat şartları hakkında yapılan denemeler neticesinde insanlı olarak da gönderilmeye başlandı. Şimdiye kadar dünya yörüngesine oturtulan sun’i peykler de dahil olmak üzere uzaya gönderilen uzay araçları binleri aşmış durumdadır. Buna rağmen yapılan çalışmalar henüz güneş sistemiyle sınırlı kalmaktadır.

Aya gönderilen araçlar pekçok ilmi incelemeler yaptı, toprak nümuneleri getirdi ve ayın yüzeyine deney cihazları yerleştirdi, Merkür, Venüs, Mars, Jupiter, Satürn gibi güneş sisteminin diğer gezegenlerine gönderilen çeşitli sondalar bazılarına yumuşak iniş yapmayı, yakınlarından geçerek binlerce fotoğraf çekip, bilgi toplayarak dünyaya göndermeyi başardı. Yine bu çalışmalar neticesinde dünyanın fotoğraflarının çekilmesi, dünya yörüngesine oturtulan uzay laboratuvar ve istasyonları sayesinde yerçekimi etkisi olmadan pekçok ilmi inceleme mümkün hale geldi.

Bu laboratuvarların öncülerinden biri de Amerikalıların Skylab uzay laboratuvarıydı. İçinde bir çok deneme ve ilmi araştırma yapılan Skylab daha sonra terk edilmiş ve atmosfere girerek yanarak parçalanmıştı. Rusların ise daha çok istasyon olarak adlandırdıkları laboratuarlardan ilki olan Salyut terk edilmiş olup Skylab’ın akibetini beklemektedir.

Daha gelişmişi olan Mir Uzay İstasyonu ise halen kullanılmakta ve içinde birçok ilmi araştırma yanında uzayda uzun süre yaşayabilme deneyleri yapılmaktadır. Bu deneyler 21. yüzyılın başlarında gerçekleştirilmesi beklenen Merih yolculuğu için büyük önem taşımaktadır. Çünkü NASA’nın 2007 yılında planladığı bu ilk gezegenlerarası uzay seyahati, gidiş-dönüş olarak tam 2,5 yıl sürebilecektir. İnsanların uzay hakkındaki merakını gidermek için teleskoplarla rasathanelerde çok eski tarihlerde başlayan incelemeler astronomi ilminin ortaya çıkıp gelişmesini sağladı.

Bu ilim sayesinde pekçok bilgi toplandı. Gezegenlerin güneş etrafındaki yörüngelerinin tespiti, diğer gezegenlerin yapısı ve aralarındaki mesafe mertebelerinin tahmini, hareketlerinin belirli fizik ve matematik kaideleriyle açıklanması çok eskiden beri yapılan astronomi alimlerinin çalışmalarına dayanır. Yirmi birinci yüzyıla girerken, teknoloji geliştikçe ilmi araştırmalar, askeri keşifler yapmak, haberleşme, meteoroloji, jeodezi (haritacılık), yerüstü ve yeraltı tabii kaynaklarının ve potansiyellerinin tesbitinde faydalanmak üzere çeşitli sun’i peyklerin dünya yörüngesine oturtulabileceği aya ve diğer gezegenlere gidilebileceği inancından hareketle yeryüzünden dünya atmosferinin dışına çıkabilecek araçların yapımıyla günümüzdeki uzay çağı başladı. Bu düşünceyi ilk ortaya atanlar Rus K. E. Tsiolkovsky, Amerikan R.H. Goddard ve Alman H.Oberth’dir.

Böylece uzay araçlarını inceleyen Astronotik ilmi ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşında Almanların geliştirdiği V-2 roketleri bu teknolojinin ilk ürünleri oldu. Savaş sonunda Amerikalıların ve Rusların eline geçen bu roketlerin teknolojisinden faydalanılarak ilk defa 1957’de Ruslar ilk sun’i peyk olan Sputnik 1’i ve içinde bir köpek bulunan Sputnik 2’yi dünya yörüngesine oturtmayı başardı. Amerikalılar ise Ruslardan dört ay sonra ilk sun’i peykleri olan Explorer 1’i uzaya gönderdi. İki süper devlet arasında başlayan bu yarışı Fransa, Japonya, Çin, İngiltere gibi memleketlerin fırlattıkları peykler takip etti.

İçinde insan bulunan uzay araçlarının iki süper devlette geliştirilmesine rağmen diğer ülkeler bu çok pahalı çalışmalarda kendilerini henüz daha gösteremediler. Uzay çalışmalarını Amerika’da NASA (Milli Havacılık ve Uzay Dairesi), Rusya’da Bilimler Akademisi, Avrupa’da ise bazı Avrupa devletlerinin dahil olduğu (İngiltere, Fransa, Belçika, Danimarka, Almanya, İtalya, İspanya, Hollanda, İsviçre, İsveç) ESA (Avrupa Uzay Ajansı) yürütmektedir.

ESA ilk olarak ESRO (Avrupa Uzay Araştırma Teşkilatı) olarak kuruldu, sonradan bu ismi aldı. Memleketimizde bu sahada henüz bir çalışma yapılmış değildir. Fakat haberleşme, meteoroloji, yeraltı ve yerüstü tabii kaynak potansiyellerinin belirlenmesi sahalarında memletimizdeki kuruluşlar Amerika, İtalya gibi ülkelerin bilgi toplama istasyonlarından memleketimizle ilgili bilgileri elde etmek gayesiyle çalışmalar yapmaktadır. Türkiye, Fransızlara Türksat haberleşme uydusunu yaptırmış, 1994 Ocak ayında uzaya fırlatılmış, fakat havada meydana gelen bir arıza sebebiyle imha edilmiştir. Türksat iki projesi ise devam etmektedir (1994 Mart).

Astronotik

Uzaya fırlatılan gemilerin (uzay araçlarının) yapısını, çeşitli gayeler için donatılmasını, fırlatılmasını, uzayda takip edeceği yolu, uçuşun insan ve diğer canlılar üzerindeki tesirini inceleyen bir ilimdir. Uzay araçlarının şekilleri kullanıldıkları gayeye ve zamana göre değişiklikler göstermek üzere küre, koni, silindirik, mermi şeklinde veya örümcek gibi karmaşık olabilir.

Fırlatma üslerinden dev kademeli füzelerin uç kısmında fırlatılan bu araçlar içlerinde çeşitli cihazlar ve uzay adamları için lüzümlu techizatları ihtiva ederler. Dış kısmı ısı geçirmez bir izolasyon malzemesiyle kaplıdır. Dünyaya dönüşte atmosferle olan sürtünme dış cidarları akkor haline getirir. Bu yüksek sıcaklığın araç içindeki insanlara tesir etmemesi için izolasyon lüzumludur.

Araçtan dışarıyla irtibat özel pencere ve periskoplarla sağlanır. Atmosfere geri dönüşte frenlemeyi sağlayan füzeler ve paraşütler, kumanda cihazları, astronotların oturduğu özel koltuklar, astronotun pozisyonunu dünyaya gönderen kameralar, haberleşmeyi sağlayan radyo sistemleri vb. uzay gemilerinin diğer ana parçalarını teşkil eder. Astronotun önündeki bir harita ona yerin neresinde olduğunu gösterir. Yön verme füzelerine kumanda, hem astronot tarafından hem de yerdeki istasyon tarafından yapılabilir.

Uzay gemisini fırlatmak için yapılacak esas iş yerçekimi kuvvetini yenmektir. Bu da roket motorlarıyla çalışan dev füzelerle sağlanır. Uzay gemisi bu motorların uç kısmına yerleştirilir. İlk ateşleme anında hız saatte 100 kilometre civarında olduğu halde, dünya etrafındaki bir yörüngeye oturtulabilmek için hızın saatte 25.000 kilometreyi aşması lazımdır.

Yine dünya dışında yıldızlararası boşlukta, bir hedefe doğru yollanacak gemilerin, yerçekiminden kurtulabilmeleri için hızlarının 40.000 kilometreye ulaşması lazımdır. Araç yükseldikçe yerçekiminin tesiri azalır. Yaklaşık 100.000 km civarında yeryüzündeki çekimin yirmide birine düşer. Aracın yükseldikçe hızının artmasını sağlamak için roket motorlarının teşkil ettiği füze birkaç kademe halinde yapılır (daha çok üç kademe). Önce birinci kademe ateşlenir. Yakıt bitince bu kademe atılarak araç hafifleştirilir. Sonra sırayla diğer kademeler devreye girer.

Aracın az yakıt harcaması ve ucuz olması için istenen hıza çok çabuk ulaşması gerekir. Fakat bu hız artışı(ivme) aracın içindeki araçlara ve insanlı araçlarda astronotlara zarar vermemesi için sınırlanır. Mesela insanın dayanabileceği ivme, yerçekimi ivmesinin 5 veya 6 katıdır. Yerçekiminin yedi katı olan bir ivmede kanın özgül ağırlığı yaklaşık demirin özgül ağırlığı kadar olur. Bu da insan organizması için dayanılmaz bir şeydir. Bunun zararından korunmak için astronot koltuğa sırtüstü yerleştirilir ve özel elbiseler giydirilir. Ani ivmeler de insan fizyolojisini etkileyen önemli bir faktördür.

İnsan fizyolojisi bakımından karşılaşılan diğer bir problem beslenme ve solunumdur. Ağırlığın artmaması için götürülecek gıdalar ve ihtiyaç maddeleri hesaplanıp, özel olarak korunurlar. Solunum için lüzumlu oksijen şimdilik tüplerle sağlanmaktadır. Vücuttan atılan karbondioksitin güneş enerjisinden faydalanarak tekrar oksijen olarak kullanılır hale getirilmesi henüz mümkün değildir. Bunların yanında araca çarpabilecek meteorlar, radyasyon da birer problem teşkil ederler. Neticede insan fizyolojisine tesir eden çeşitli uzay şartlarını incelemek üzere geliştirilen uzay tıbbını pekçok problem beklemektedir.

Uzay araçlarının yerden fırlatılması, yer yörüngesinde dolaşması, yerçekiminden kurtulması, gezegenlere doğru gitmesi ve dünyaya geri dönmesi için takip edeceği yollar önceden bilgisayarlarla hesaplanır. Araç uzayda giderken, diğer gezegenler de hareketli olup, durumları değiştiğinden ve araç bunların değişik çekim kuvvetlerine maruz kaldığından, yol alırken sabit bir referans noktası bulamaz. Bunun için hiçbir dış referans noktasına ihtiyaç göstermeyen sadece atalet tesiriyle çalışan jiroskopik yön bulucularından faydalanılır. Jiroskoptan gelen sinyaller bilgisayarda değerlendirilerek küçük roket motorlarına kumanda edilmek suretiyle yönde lüzumlu düzeltmeler yapılır.

İnsansız araçlarda yön bulmak diğer haberleşme işlemleri gibi radyo sinyalleriyle olmaktadır. Araç dünyaya dönerken atmosfere yeryüzü ufuk düzlemine göre 5-7° açıyla girmesi lazımdır. Bu açının altına inilirse araç atmosferden çıkıp tekrar uzaya kaçabilir. Bu açıdan büyük açıyla girilirse sürtünme ısısı ve yerçekimi araca ve astronota zarar verebilir. Amerikalılar uzay gemilerini denize, Ruslar ise Sibirya’ya indirirler. Denizden helikopter ve gemilerle kurtarırlar. Bazı araçlar ise havada uçakla yakalanarak indirilir.

İki uzay aracının uzayda bir araya gelerek kenetlenebilmesi uzay çağında elde edilmiş en önemli başarılardan biridir. Uzayda kurulabilecek uzay laboratuarları için kenetlenme şarttır. Şimdiye kadar pekçok kenetlenme yapıldı. Hatta Amerikan uzay araçları ile Rus araçları arasında gerçekleştirilen kenetlenmeler sayesinde Amerikan astronotlarıyla, Rus kozmonotları arasında uzay ziyaretleri yapıldı. 21. yüzyılda içinde binlerce insanın barınacağı uzay şehirleri, Ay’da ve Merih’te uzay kolonileri kurulacak, güneş sisteminin dışına çıkılarak yıldızlararası uzayın araştırılması hayal olmaktan çıkabilecek. Uzay hakkında bugünkü bilgilerimizi hiç derecesine indiren bilgiler elde edilecektir.


Kaynak: Bilimnet (UzayNedir?)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 25 Mart 2016 09:38
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Kasım 2012       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Uzaya fırlatılan gemilerin (uzay araçlarının) yapısını, çeşitli gayeler için donatılmasını, fırlatılmasını, uzayda takip edeceği yolu, uçuşun insan ve diğer canlılar üzerindeki tesirini inceleyen bir ilimdir. Uzay araçlarının şekilleri kullanıldıkları gayeye ve zamana göre değişiklikler göstermek üzere küre, koni, silindirik, mermi şeklinde veya örümcek gibi karmaşık olabilir.Uzay ya da fezâ, dünya'nın atmosferi dışında evrenin geri kalan kısmına verilen isimdir.Ortalama ısısı -270 santigrat derecedir. Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamaktadır, fakat Dünya'nın atmosferi yukarı doğru çıkıldıkça incelmektedir. Uzayda tahminen milyonlarca galaksi bulunmaktadır. Bu tahmini galaksilerin içinde tahminen milyonlarca sistemler, gezegenler ve astroitler bulunmaktadır. Fizikçi Carl Sagan'ın kitabı "KOZMOS" da yazdığı üzerine evrensel atom sabiti 1088 kadar yani 10 üssü 88, Carl Sagan'a göre evrende tahmini 10'un yanında 88 sıfır tane atom var (on oktovigintilyon). Bu şekilde bir hesaplama ve insanoğlunun bildiği her türlü galaksi uzayın büyüklüğünü kanıtlar.
Uzay karanlığı, büyüklüğü, olayları ile ilgi çekici, karmaşık ve araştırmaya değer olmuştur. Bu yüzden insanlar her çağda uzayı merak etmiştir. Bu yüzden sürekli uzayı araştırmak için icatlar yapmıştır. Teleskop bu alanda çok önemli bir alettir. Çağlar geçtikçe insanlar daha güçlü teleskoplarla uzayı incelemiş, uzay hakkındaki bilgilerini artırmıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Mart 2016       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  uzay4.jpg
Gösterim: 10767
Boyut:  164.2 KB
Uzay Hakkında İlginç Bilgiler
1. Farz edelim ki uzay mekiğinize atlayıp Jüpiter'e kadar gidebildiniz ve atmosferden içeri girmeyi başardınız; ne yazık ki iniş yapabileceğiniz katı bir yüzey bulamayacaksınız! Jüpiter, büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşan bir gaz devidir...

2. Eğer 24 saatlik bir Dünya gününün size yetmediğini düşünüyorsanız, Jüpiter'de işiniz çok zor. Burada gün, yaklaşık 10 saattir. Çünkü Jüpiter kendi etrafında en hızlı dönen gezegendir.

3. Uranüs, diğer gezegenlerden farklı olarak yana yatmış gibidir. 98 derecelik eğimiyle! adeta yuvarlanan bir top gibidir.
Bu nedenle bir mevsim yaklaşık 21 yıl sürer. Ayrıca bir yarısı 42 yıl güneş alırken, diğer yarısı 42 yıl karanlıkta kalır!

4. Uzayda lazer ışınları görünmez (üzgünüz, Yıldız Savaşları hayranları) çünkü Dünya’da havadaki toz, lazer ışını ışığını gözün içine saçar.

5. Dünya üzerinde keşfedilmiş en dayanıklı canlı olan Tardigrad, vakumlu uzay ortamında 10 gün hayatta kalabilmektedir.

6. Dünya, bir bowling topundan bile daha pürüzsüzdür. Bowling topunun üzerindeki, hissedilemeyen pürüzlerin aksine, en yüksek dağ ile en derin okyanus bile Dünya yüzeyinin kalınlığının sadece 5.000'de 1'ini oluşturur.

7. Dünya'ya düşen en büyük meteor, krater oluşturmamıştır. Meteor, yapısı itibariyle köşeli ve kenarları düz olduğu için, muhtemelen bir taşın suda sekmesi gibi yüzeyde sekmiş ve durmuştur.

8. Gravity filmini seyredenler bilir; teknik olarak uzayda ağlamak imkansızdır. Çünkü yer çekimsiz ortamda gözyaşlarınız yüzünüzden süzülmek yerine havada damlacıklar halinde kalır.

9. Uzayda görev yapan astronotlar uzayın yanık et, sıcak metal ve kaynak dumanı gibi koktuğunu söylemiş.

10. Newton'un yer çekimini bir elma ağacının altında keşfettiği rivayet edilir. İngiliz asıllı astronot Piers Sellers da Newton'un Ağacı'nı yer çekiminden kurtarmaya karar vermiş ve ağacın bir kısmını uzay yolculuğunda yanında götürmüş.

11. 1977 yılında, 72 saniye süren ve uzayın derinliklerinden gelen esrarengiz sinyalin kaynağı ve nasıl geldiği bilinmemektedir.

12. Gözlemlediğimiz en parlak gezegen olan ve mitolojide güzellik tanrıçası Afrodit'le özdeşleştirilen Venüs'ün gerçek yüzü hiç de umduğumuz gibi değildir. Karbondioksitten oluşan atmosferi, 500 derece yüzey sıcaklığı, şiddetli asit yağmurları, aktif volkanları ve dev lav nehirleriyle Venüs, adeta cehennemi andırır.

13. Dünya'da bulunan 8800 metrelik Everest Dağı'nın çok mu yüksek olduğunu düşünüyorsunuz? Güneş sisteminin en yüksek dağı komşumuz Mars'ta bulunur. "Olympus Mons" isimli bu volkanik dağ 21 km yüksekliğindedir.

14. Güneş sisteminin 2. büyük gezegeni olmasına rağmen Satürn'ün öz kütlesi o kadar düşüktür ki, demir bir çiviyi suya attığınızda batarken, Satürn su üstünde kalır !!!

15. Güneş sisteminin en büyük gezegeni olan Jüpiter'in içine 1300 tane Dünya sığar.

16. Satürn'ün meşhur halkaları büyük oranda buz kristallerinden oluşur.

17. Bazı gezegenlerde Dünyadaki meteorolojik durumların en vahşi halleri yaşanmaktadır. Mars, Güneş sistemi içindeki en şiddetli toz fırtınaları ile ünlüyken; Jüpiter bol yağışlı ve şimşekli fırtınalarıyla adını duyurmuştur.

18. Jüpiter o kadar güçlü bir manyetik alana sahiptir ki, bazı bilim adamları Güneş lekeleri üzerinde etkili olabileceğini düşünmektedir.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

10 Aralık 2016 / ThinkerBeLL Kimya
18 Mart 2017 / Alara Darya Kimya
8 Mart 2017 / Misafir Kimya
2 Haziran 2015 / nötrino Uzay Bilimleri