MERAK, -kı a. (ar. merak).
1 Bir şeyi anlama, bilme isteği; insanı araştırmaya iten meraktır.
2. Hastalık derecesine varan bilme, anlama isteği: Merakın başına iş açacak, seni ilgilendirmeyen işlere karışıyorsun.
3. Bir şeye duyulan ilgi; ondan alınan zevk; bir şeye karşı gösterilen heves, düşkünlük: Müziğe merakı çok. Anlatılanları merakla dinlemek. Ne içkiye ne de sigaraya merakı var.
4. Kaygı, evham: Merak ve telaş içinde dönmesini bekledik.
5. Merak etme, "kaygılanma, üzülme” anlamında söylenir: Merak etme o ne yapacağını çok iyi bilir. || Bir şeyi, bir kimseyi merak etmek, onu anlamak, tanımak, öğrenmek istemek; onun için kaygılanmak, tasalanmak. || Merak getirmek, insanlardan kaçıp kendi iç dünyasına gömülmek; hastalık ölçüsünde bir kimseye tutulmak, âşık olmak. || Merak olmak, ne olup bittiğini anlamak ve öğrenmek istemek. || (Bir şeye) merak sarmak, sardırmak, salmak, bir şeyi yapma, onunla uğraşma isteğine kapılmak, bir şeye karşı güçlü bir eğilim duymak: Şimdi de eski paralara merak sarmıştı. || Meraka düşmek, kaygıya kapılmak, tasalanmak. || Merakına dokunmak, merakına mucip olmak, öğrenme isteğini kamçılamak, ilgisini çekmek. || Bir kimseyi merakta bırakmak, onu kaygı ve tasa içinde bırakmak: Gider gitmez mektup yazın, bizi merakta bırakmayın. || Merakta kalmak, endişe, kaygı içinde bulunmak. || Meraktan çatlamak, bir şeyi bir an önce öğrenmek için aşırı ölçüde istek duymak: Söyle ne yapmışlar orada, meraktan çatlayacağımı; çok kaygı ve tasa duymak: Araba gelinceye değin meraktan çatladım.
—Esk. Karasevda, dalgınlık.
MERAK a. (ar. merakk) Esk. Atın sağrısı.
—Esk. gökbil. Büyükayı takımyıldızındaki parlak yıldız.
Kaynak: Büyük Larousse