Arama

Ahd Nedir?

Güncelleme: 11 Ağustos 2018 Gösterim: 2.597 Cevap: 4
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
11 Nisan 2011       Mesaj #1
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

AHD

Ad:  ahd.JPG
Gösterim: 169
Boyut:  15.3 KB

ya da AHİT
Sponsorlu Bağlantılar
1. Herhangi bir şey için verilen söz; edilen yemin, ant: Merak etme, ahdimi tutar, borcumu öderim. Ahdim olsun intikamımı alacağım. Ahdine hıyanet etmek.
2. Esk. Bir padişahın saltanat süresini kapsayan dönem; zaman: "Ahdini vakt-i saadet bilir ebnâ-yı zaman" (Şinasi, XIX. yy ).
3. Esk. Antlaşma, muahede, ittifak.
4.
  • Ahde vefa, sözünü tutma.
  • Ahd -i karib, yakın zaman, önceki zaman: Din-i ıslamın ibtida-yı zuhurundan tâ ahd-i karibe gelince..." (Pertev Paşa layihası, XIX. yy.).
  • Ahd-i milli, ulusal anlaşma, ulusal sözleşme.
  • Ahd-şiken, anlaşmayı bozan, sözünden dönen.
  • Ahdü peyman. söz ve yemin.
—Din. Eskive Yeni Ahit, hıristıyanlarca iki kesime bölünen kutsal kitaplar bütünü. Eski Ahit ya da Eski ittifak, Tanrı'ın yahudi kavmiyle ittifakı nın tarihine ilişkindir. Yeni Ahit ise, İsa tarafından gerçekleştirilen Yeni ittifak la ilgili yazıların bir derlemesidir. (KUTSAL KİTAP.)

—Huk. Ahde vefa, tarafların, devletlerin, sözleşme hükümlerine uymak zorunda olduklarını belirten ilke. (PACTA SUNT ŞERHANDA.)

—Kur. tar. Dört halife döneminde (632- 661), halifelerin adaletle ilgili olarak valilere yazdıkları buyruklara verilen ad.

—Tasav. Müridin tarikata girerken şeyhe verdiği söz.

—ANSİKL. isi. Kuran'da ahdin yerine getirilmemesinden "ahdi bozmak" diye söz edilir ve böyle davrananların sorumlu olacakları belirtilir (Bakara XXVII, CLXXVI, Ali imran LXXVI; Maide l,XIII;Râ’d XX).Kuran’da ayrıca israiloğulları’nın ve hıristiyanların, Allah'a kulluğun her türlü koşullarını yerine getireceklerini ahdettikleri, ancak bu ahdi bozdukları anlatılır. Hz. Muhammet’in bir hadisinde, ahdini bozanlar kötülenmiş ve münafık olarak nitelenmiştir.
Kaynak: Büyük Larousse

Son düzenleyen Safi; 11 Ağustos 2018 17:23
X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
DERUNİ - avatarı
DERUNİ
Ziyaretçi
7 Haziran 2011       Mesaj #2
DERUNİ - avatarı
Ziyaretçi
Ahd
Özel isim
Sponsorlu Bağlantılar
Arapça; (a'hdiati:ği)

Din bilimi;
Tevrat.

Kitabı Mukaddes'in, Tanrı'nın İsrael ile sözleşmesini anlatan ilk bölümü.

Üç bölüme ayrılır. Birinci bölüm beş kitaptır ve "Tevrat" adını taşır. Yahudilerin asıl kutsal kitabı olan bu bölüme "Musa'nın Beş Kitabı" da denir. "Peygamberler" adını taşıyan ikinci bölüm, Musa'dan sonra gelen Yahudi peygamberlerinin kitaplarını kapsar. Üçüncü bölüm "Ketubim" adıyla anılır ve Davut'un şiirleri, Süleyman'ın özdeyişleri, Eyyub'un öyküsü gibi bölümlerden oluşur. İbranice yazılmış olan Ahdiatik, daha sonra Yunanca ve Lâtinceye çevrilmiştir.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 11 Ağustos 2018 17:19
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
2 Mart 2013       Mesaj #3
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye

AHD-İ ATİK


Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen ve Kitab-ı mukaddesin ilk bölümünü teşkil eden Tevrat’tan alındığı bildirilen parçalar ile bazı Beni İsrail peygamberlerine isnad edilen hikayeler kısmı.

Kitab-ı mukaddes tek kitap değildir. Ahd-i Atik ismindeki kısmı Tevrat’tan alınan parçaları ihtiva eder. Ahd-i Cedid denilen ikinci kısmı ise, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın yazdığı İncil kitaplarını ve Luka’nın Resullerin İşleri kitabı ve Havariler ile Pavlos’un yazdıkları mektupları ihtiva etmektedir. Ahd-i Atik üç kısımdan meydana gelmiştir. Birinci kısım; Musa aleyhisselama indirilen Tevrat zannedilen beş kitab olup, Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye’dir. İkinci kısım; Neviim yani peygamberlerdir. Bu kısım da, ilk peygamberler ve son peygamberler olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar; Yeşu’, Hakimler, Samuel, Melikler, İşaya, Yeremya, Hezekiel, Hoşea, Yoel, Amos, Obadya, Yunus, Mika, Nahum, Habakkuk, Tsefanya, Hafgay, Zekeriyya ve Malaki’dir. Üçüncü kısım Ketuvim yani kitaplar, yazılardır. Bunlar; Davud aleyhisselam tarafından yazıldığı zannedilen Mezmurlar ile Süleyman’ın meselleri, Neşideler neşidesi, Vaiz, Rut, Ester, Eyub, Yeremyan mersiyeleri, Daniel, Ezra, Nehemya ve Tarihler gibi kitaplardır.

Günümüzde Tevrat’ın üç nüshası mevcud olup, Yahudiler ve protestanlarca kabul edilen İbranice nüsha, katolik ve ortodoksların kabul ettikleri Yunanca nüsha ve Samirilerce kabul edilen Samiri dilinde yazılmış nüsha. Bunlar Ahd-i Atik’in en eski ve en itimatlı nüshaları olarak bilinmelerine rağmen gerek aynı nüshanın içinde ve gerekse nüshalar arasında çok konularda tezatlar (çelişkiler) vardır. Hiç bir ilahi dinde bulunmayan, insanlara zulüm telkinleri, peygamberlerden bazılarına karşı çok çirkin ve şanlarına yakışmayacak isnatlar bulunmaktadır. Bu durum Tevrat ile İncil’in tahrif edilmiş oldukları hususundaki Kur’an-ı kerimin hükmünü teyit etmektedir. Allahü teala buyurdu ki:

Yahudiler içinde okuma-yazma bilmeyenler vardır ki, Tevrat’ı anlamaz cahillerdir. Ancak bir takım kuruntu yığını uydurmalar düzer, sadece şüphe ve zanda bulunurlar. Artık büyük azab o kimseleredir ki, Tevrat’ı kendi elleriyle yazarlar da sonra biraz para almak için; “Bu Allah tarafındandır” derler. Ellerinin yazdıkları yüzünden büyük azap onlara. Kazanmakta oldukları günah yüzünden yazıklar olsun onlara (Bakara suresi : 78-79).
MsxLabs.org & Rehber Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 11 Ağustos 2018 17:24
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
11 Ağustos 2018       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
AHD
Yemîn, mîsâk, söz verme, ittifak, bir şeyi korumak, halden hâle onu muhafaza etmek, tavsiye etmek anlamlarında kullanılan bir terim. Ahd kelimesi İslâmî bir kavram olarak "Ahd-ü Mîsâk' şeklinde kullanılmıştır. Allah'u Teâlâ ile beşer arasında geçen birçok ahidleşmeyi insan aklına getirmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de geçen ahidleşmelerden birisi insanoğlunun yaratıcısını bilmesi ve ona yönelip ibadet etmesidir. Bu tür bir ahid fıtrî bir ahiddir. Allah'ın varlığına inanmak ihtiyacı, insan yaradılışında sürekli ve kalıcıdır. Yalnız bazen insan şaşırıp yolunu sapıtır. O zaman Allah'a ortak aramaya koyulur. Oysa insan, Allah'ın resulleri aracılığıyla gönderdiği emir ve yasaklara uyarsa ahde uymuş olur. Ahidleşme Kur'anî bir metottur. Allah resulleri ile onlara uyan, onların ashâbı olan insanlar arasında gerek Allah'ın hükümlerini yaşama, gerek bunları muhafaza etme konusunda ahidleşmeler olmuştur.

Ahd hem Allah'ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah'a karşı veya Allah namına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüd etmiş oldukları hususlardır. Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın ahdini yerine getiriniz" (el-En'am, 6/152) buyurulur. Âlimler buradaki ahdi şöyle izah etmişlerdir: "Allah'ın ahidlerini îfa ediniz. Gerek Allah'ın size teklif etmiş olduğu ahidleri, emirleri, nehiyleri ve gerek sizin Allah'a veya Allah nâmına diğerlerine verdiğiniz ahidleri, adakları, yeminleri, akitleri, doğru olan her tür taahhütleri yerine getiriniz. İslâm'da ahdi bozmak haramdır."

Gerek Allah'a ve gerekse insanlara karşı verilen ahdin yerine getirilmesi gerekir. Kur'an'da kurtuluşa eren müminlerin sıfatları sayılırken: "Onlar emanetlerini ve ahidlerini yerine getirirler. " (Mü'minûn, 23/8) buyurulur.

Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır. Allah'ın insanlardan aldığı ilk ahid, onların zürriyetlerini Hz. Adem'in sulbünden alıp kendi ulûhiyetini tasdik ettirmesidir. (bk. el-A'raf, 7/172)

Ahidle yemin arasında fark vardır. Yemin bozulursa keffâret gerekir. Fakat ahidte bu yoktur. Ahdi bozmanın günahı keffâretle ortadan kalkmaz. (İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III, 1174)

"Ey İsrailoğulları, sizi nasıl bir nimet ile nimetlendirdiğimi hatırlayın. Ve bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Siz, Benden korkun. " (el-Bakara, 2/40) ayeti bu ahidlerden biridir.

Ayet-i Celîleden anladığımıza göre, Cenâb-ı Hakk'a söz vermiş bulunan bir kavme karşı Cenâb-ı Hakk da onlara bir vaatte bulunmuştur. Bu bir ahidleşmedir. Allah'u Teâlâ ahdinden asla caymayacağına göre, insanlar da ahidlerinden caymamalıydılar. Ancak insanlar ahidlerinden caymaya başlamışlar ve Allah'a ibadet etmemek, Onun yasaklarına uymamak ve O'na ortak koşmak gibi sapıklıklara düşmüşlerdir. Ahidlerine uygun olarak yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın hükümlerini hakim kılmaları gerekmektedir. Ancak fâsıklar ahitlerini bozarak Allah'la sözleşmelerini iptal etmişlerdir. Allah ile olan ahdine vefa göstermeyen, bu ahdi bozan ve bozmaya çalışan kimseden hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez. Oysa ki Allah kendisi ile yapılan ahde bağlılık gösterenlere büyük bir mükâfat vereceğini va'd etmektedir.

"Doğrusu sana sadakat yemini edenler (ey Muhammed) bizatihi o yemin ile Allah'a bağlılık yemini etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Bu yüzden her kim (o yeminden sonra) yeminini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur ve her kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat nasip edecektir." (el-Feth, 48/10).

İnsanlar, Allah'ın emir ve yasakları ile hududunu aşarlarsa şeytana ibadet etmiş, onun çemberine girmiş olmaktadırlar. Oysa Allah (c.c.) bütün insanlardan ahd-ü misâk aldığını ifade buyurmaktadır.

"Ey Âdemoğulları, ben sizinle ahidleşmedim mi? Şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır. " diye (Yâsin, 36/60).

"Rabb'in Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: "Ben Rabb'iniz değil miyim? (demiştir)" "Evet (buna) şâhidiz!" dediler. Kıyâmet günü! Biz bundan habersizdik. demeyesiniz." (el-A'raf, 7/172).

Ahde vefa konusunda İslâm son derece titiz davranır. İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması için yeğâne garanti vasıtası ahde vefâdır. Bu güven olmadan veya sağlanmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün olamaz. Allah öyle bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz.

"Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın bitiştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar... İşte lânet onlara (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır." (er-Ra'd, 13/25)

Cenâbı Hakk kullarından ilk ahdin yanı sıra daha sonraları peygamberleri aracılığı ile başka ahidler de almıştır. Mesela İsrailoğullarından namaz kılacaklarına, zekât vereceklerine, peygamberlerine itaat edeceklerine dair ahid almış ve bu ahde riayet etmeleri halinde de onlara dünya ve âhirette mükâfaat vereceğini bildirmiştir (el-Mâide, 5/12). Bundan başka anaya, babaya, akrabalara ve yoksul kimselere yardım edeceklerine birbirlerinin kanlarını akıtmayacaklarına birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına (el-Bakara, 2/83-84) dair söz almıştır. Fakat ne yazık ki İsrailoğulları bu ahde vefâ göstermeyerek sözlerini bozmuşlardır (el-Bakara, 2/100).

İslâm hukuku açısından "ahd" ise; fıkıh sahasına giren bütün sözleşme ve akidlerdir. "Ahd" ve "akd" kelimeleri asr-ı saadette devletler arasındaki sözleşmeler anlamında kullanılmıştır. Bilhassa Hudeybiye andlaşmasında kullanılan ahd ve akd kelimeleri bu anlamı yansıtmaktadır.

Ahdi Bozmak


Kur'an-ı Kerim, ahde vefâyı emreder. Ahdi bozmayı, vefâsızlığı yasaklar. Hatta bazı örnekler vererek ahdi bozmayı kötüler. Bazı kimselerin ahidlerini bozarken kendilerince gösterecekleri sebepleri de reddeder.

"İpliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin sayıca daha çok olmasından ötürü yeminlerinizi aldatma vasıtası yapıyorsunuz. Allah, onunla sizi imtihan eder. Kıyamet günü, ihtilâf ettiğiniz şeyleri elbette beyan edecektir. " (en-Nahl, 16/92)

Ahdini bozan kimseler azimetten yoksun ve ileri görüşten mahrumdurlar. Sanki bir kadın ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra onu tekrar tekrar söküp dağıtmaktadır. Bu benzetmedeki bütün ayrıntılar hakaret, hayret ve garipliklerle dolu bir anlam taşımaktadır. Bütünüyle ahidleri bozmayı kötülemekte ve çirkin bir iş olarak ruhlara yerleştirmeye çalışmaktadır.

Şahsiyetli ve akıllı bir insanın kalkıp da bu kadına benzemesi ve onun gibi zayıf iradeli olmayı kabullenmesi düşünülemez.

Ayette, ahdi bozma durumunda olan devletler de kınanmaktadır. Bir devlet bir veya birkaç devletle andlaşmalar imzalar, sonra da güçlü ve nüfuzlu devletlerin diğer saflarda yer aldığını ileri sürerek andlaşmalarını bozar ve bunda devletin çıkarının söz konusu olduğunu iddia ederse, islâm bu sebepleri kabul etmez ve mutlak şekilde ahde vefâ gösterilmesini emreder. Verilen sözlerin ve andlaşmaların hile ve oyun vasıtası kılınmasına göz yummaz. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki; islâm, iyilik ve Allah korkusu esasları dışında yapılan hiçbir andlaşmaya itibar etmez. Günah, isyan ve kötülük esasları üzerine yapılmış andlaşmaları reddeder. Gerek islâm toplumunun gerek islâm devletinin yapısı bu esaslara göre kurulur.

Müslümanların verdikleri sözü tutmalarından dolayı tarihte birçok kavimlerin İslam'a girdiği görülmüştür. Müslümanlardaki doğruluk ve sadakat, inançlarındaki samimiyet ve ihlâs, işlerindeki temizlik ve dürüstlük onları hayran bırakarak İslam'la tanışmalarına ve hidayet bulmalarına sebep olmuştur. Böylece müslümanlar ahidlerini bozmamakla, kaybettikleri basit ve küçük çıkarlar yerine pek büyük kazançlar elde etmişlerdir.

Bir müslümanın sözü gerçekten Allah'a verilmiş bir sözdür. Müslüman, Allah korkusu taşıdığından ahdini bozmayı düşündüğü an Allah'ın kendisini hesaba çekeceğini düşünerek bundan vazgeçer. Çünkü ahdine sadık kaldığında Allah katında kendisi için hayırlar hazırlandığının şuurundadır.

"Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır." (en-Nahl, 16/95).
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
11 Ağustos 2018       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM

ahde vefa


usulüne uygun olarak aktedilmiş bir anlaşmayı, tarafların iyi niyetle uygulamakla yükümlü olduklarını belirten genel hukuk ilkesi.

Özel hukukta olduğu gibi, devletler hukukunda da büyük önem taşır. Birleşmiş Milletler Antlaşması gibi bazı önemli uluslararası belgelerde yer almıştır. Devletler hukukunun dayanağını normcu bir görüşle açıklayan Avusturya asıllı hukuk bilgini Hans Kelsen, uluslararası hukukun yazılı kuralları olan anlaşmalara geçerlilik ve bağlayıcılık gücünü sağlayamn ahde vefa ilkesi olduğunu belirtir. Hukuk sistemini, temel normdan yola çıkarak bir normlar sıralamasına dayandıran Kelsen, devletler hukuku ile. iç hukuk arasında önemli fark görmez. İç hukuk için, temel norm olarak anayasayı, devletler hukuku için ise, temel norm olarak ahde vefa (pacta sund servanda) ilkesini kabul eder.

Ahde vefa ilkesi, iç hukukta da uygulama alanı bulur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra değişen ekonomik koşulların, savaştan önce yapılmış idari sözleşmeleri etkileyip etkilemeyeceği konusundaki tartışmalarda öngörülemezlik hali kuramı (emprevizyon teorisi) ortaya atılmış, buna karşı olanlar ise ahde vefa ilkesini savunmuşlardır. Buna göre sözleşmenin tarafları, beklenmeyen çıkarlardan ve oluşacak olağanüstü kârlardan yararlanabilecekleri gibi, beklenmeyen zararlara da ortak olurlar. Kuramda ve uygulamada, kimi durumlarda ahde vefa ilkesinin getirdiği yükümlülüklerden kurtulma olanağı kabul edilmiştir (bak. öngörülemezlik hali kuramı).

İslam hukukunda ahde vefa dinsel bir buyruk niteliği taşır. Buyruğun gereklilik ve bağlayıcılık derecesi, sözleşmenin konusiına göre değişebilir. Yapılması zorunlu olan ile uygun olanı belirleyen sözleşmeler ve bunların yerine getirilme gerekliliği farklı derecelerdedir.
kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM