Arama

Şeyh Nedir?

Güncelleme: 7 Eylül 2015 Gösterim: 14.713 Cevap: 4
MaRCeLLCaT - avatarı
MaRCeLLCaT
Ziyaretçi
24 Aralık 2007       Mesaj #1
MaRCeLLCaT - avatarı
Ziyaretçi
şeyh
isim Arapça şey¬

Sponsorlu Bağlantılar
1 . Tarikat kurucusu, bir tarikatta en yüksek dereceye ulaşmış olan kimse.

2 . Tarikat büyüğü veya tarikat kollarından birinin başında bulunan kimse.

3 . Arap kabile ve aşireti başkanı.
X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Eylül 2011       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Veli, Şeyh Nedir? Allah’ın El-Veliyyü Güzel İsmi Ne Anlama Gelir?

Sponsorlu Bağlantılar
Allah’ı (c.c.) duyu organları ile algılayamıyoruz. Çünkü O yüce ve uludur. Ama O yarattığı varlıklardan, dolayısıyla insanlardan uzak değildir.

Bazı zengin insanlar vardır. Varlıkları onları toplumdan ve insanlardan uzaklaştırır. Kendi bencil dünyalarında onları yalnız kılar. Allah (c.c.) böyle değildir. O sonsuz zenginliği, gücü ve kudretiyle insanlardan uzaklaşmıyor. Bazı insanları kendisine yakın kılıyor.

Kelime-i şahadet getiren, yani Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini kabul edip de Hz. Muhammed’in (s.a.s) peygamberliğini onaylayan herkes Müslüman’dır. Allah’ın (c.c.) emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçınan birisi ise mümin sınıfına girer. Müminler içerisinde bazıları bu konuda daha duyarlı hale gelirler. Yaşamlarında ibadetlere daha bir ağırlık verirler, yasaklardan daha bir özenle kaçınmaya çalışırlar. Allah’ın (c.c.) rızasına talip olup her işi Allah (c.c.) için yapmaya başlarlar. İşte velilik yolu bu noktada başlar. Allah (c.c.) böyle bir kulunu kendisine yol gösterip ulaştıracak veli kullarıyla tanıştırır. Zira yol çok tehlikelidir. Bir kılavuz olmadan yürünemez. Bu yolda daha önceden yürümüş olan birisinin rehberliğine ihtiyaç vardır. Nefis ve şeytan her an ayakları kaydırmak için fırsat gözetir. Bu yolda ibadetler kalbe, göğse gelen cezbeyle kolaylaştırılır. Onun için farz ibadetler dışında nafilelerle de Allah’a (c.c.) yaklaşılmaya çalışılır. Özellikle bu yolda Allah’ın (c.c.) zikrinden zevk alınmaya başlanır. Sürekli bir tövbe hali ile geçmiş hatalar telafi edilmeye, eksik ibadetler tamamlanmaya çalışılır. Bu sırada nur adeta Allah’la (c.c.) alış verişin ücreti olarak insanın ellerini ve yüzünü güzelleştirir.

Yol gösterici velinin (mürşidin) en belirgin özelliği görüldüğünde Allah’ı (c.c.) ve peygamberini (s.a.s) anımsatmasıdır. Öyle bir mübarek zatın siması, giyim kuşamı, tavrı, hareketleri, konuşması Allah Resulünden s.a.s. izler taşır. Allah (c.c.) ve peygamber sevgisi o mübarek zat görüldüğünde gönülde canlanır. Bunun içindir ki Kuran-ı Kerim Allah (c.c.) sevgisine ulaşmanın yolunu peygambere uymaya bağlamıştır: “De ki eğer siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr, Rahîm’dir (Âl-i İmran suresi, ayet 31).”

Allah’ın (c.c.) el-Veliyyü güzel ismi (Allah [c.c.] müminlerin dostudur, seçtiği kulları Kendi’sine dost edinir.) içimizde Allah’a (c.c.) yakın olma konusunda bir arzuyu uyandırmalıdır. Çünkü Allah’a (c.c.) yakın olmak evrendeki en büyük lütuftur. Yaratılış amacıdır. Ondan daha büyük bir nimet olamaz. İnsanı, evreni, her şeyi yoktan yaratan Allah’a (c.c.) biraz daha yakın olmaktan, Allah’ın (c.c.) veli kulları arasında yer almaktan daha güzel başka bir şey var mıdır?

Peygamberimiz Aleyhissâlatu Vesselâm Efendimiz bir kutsi hadis-i şeriflerinde Allah’ın (c.c.) bu yakınlığını şöyle bildirmişlerdir: “Kulum Bana farz ibadetlerle yaklaşır. Nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. O kadar yaklaşır ki, onun gören gözü olurum Benimle görür, işiten kulağı olurum Benimle işitir, tutan eli olurum Benimle tutar, yürüyen ayağı olurum Benimle yürür.”

İşte velilikteki sır, keşf ve keramet de böylece başlar. Çünkü Allah (c.c.) bir kulun gören gözü, işten kulağı oldu mu onun için gizli hiçbir bilgi kalmaz. Dilediğini Allah’ın izni ile görür ve işitir. Yine yapamayacağı hiçbir iş kalmaz. Çünkü tutan eli Allah (c.c.) olmuştur. Yürüyen ayağı, Allah (c.c.) oldu mu istediği yerde hazır ve nazır olur. Çünkü Allah (c.c.) her yerde hazır ve nazırdır. Mesafeler, zaman ortadan kalkar.

Kuşkusuz hiçbir veli keşf ve kerameti amaç olarak görmez. Velilerin tek amaçladıkları şey Allah’ın (c.c.) rızasıdır. Hatta veliler keşf ve kerameti erkeklerin aybaşı hali olarak kabul ederler. Nasıl böyle bir durumda olan bir kadın ibadetlerden geçici olarak uzak durursa veliler de keşf ve kerametlerinden utanarak sıkılırlar. Bunu kendileri ile Allah (c.c.) arasında bir perde olarak görürler. Allah’ın (c.c.) kendilerini imtihan ettiğini düşünürler: Kendilerinin keşf ve keramete mi güvenip dayandığının yoksa bununla Allah’ın (c.c.) rızasına ermeye mi çalıştığının ölçüldüğünü düşünürler.

İster diri ister ölü olsun, Allah’ın (c.c.) veli kullarından en güzel şekilde yararlanmak gerekir. Bu yararlanma biçimlerinden birisi de veli kulu dualarda vesile kılmaktır. Bu sırada şuna azami derecede dikkat göstermek gerekir: Veli kulu duasında vesile kılan kişi, o veli kuldan değil Allah’tan (c.c.) istekte bulunmalıdır. Bazı cahil insanların velilerin mezarına çaput bağlamaları, velinin ruhundan yardım talepleri Allah’a (c.c.) birer şirktir. Şirk ise en büyük günahtır. Ama o velinin yüzü suyu hürmetine veya Allah (c.c.) indindeki derecesinden yararlanarak Allah’a (c.c.) duada bulunma dinde yeri olan bir durumdur. Duaların da kabulünde etkilidir.

Kuşkusuz Allah’a (c.c.) doğrudan yapılan dualar da kabul edilebilir. Ama duanın mahiyeti gereği kabulünün bir kısım koşulları üzerimizde bulunmayabilir. Bazı günahların ağırlığı, beddualar, haklar üzerimizde olabilir. Bu yüzden duamız da kabul görmeyebilir. Bu durumda bir Allah (c.c.) dostunun duasını almak veya dualarımızda onun ismini anmak bu olumsuz durumu ortadan kaldırabilir. Nasıl hayatta bazı meşru işlerimizi araya adam koyarak -başkaların hakkını yemeyi, torpili kastetmiyorum- veya uzmanına başvurarak yaptırabiliyorsak ahiret işlerinde de durum böyledir. Gücümüzün yetmediği dualarda Allah’ın (c.c.) veli kulları dualarımızın kabulünde büyük bir yarar sağlayabilirler.

Her gerçek şeyh mutlaka velidir. Veli olmadan şeyh olmak mümkün değildir. Gerçek şeyh diye bilerek yazdım, çünkü memleketimizdeki şeyhlerin bir kısmının silsilesi kopuktur. Yani gerçek şeyh değillerdir. Bunlar genellikle iyi niyetli insanlardır. İslam’a çeşitli açılardan hizmet de ederler. Ama tarikat yolunda şeyhin rabıtasından da yararlanılır. Rabıta demek, nur kaynağı ile bağlantıya geçmektir, şeytanı tabiri caizse elektrikli sandalyeye oturtmaktır. Yine rabıta demek, ruhu da en gıdalı besinle yani nurla güçlendirmektir. Rabıta olmayınca sofilik de olmaz. Şeyh gerçek şeyh değilse rabıtasıyla müritlerini şeytanın kucağına atar, hem kendisi hem de bağlıları büyük zarar görürler.

Her veli şeyh olacak diye bir kural yoktur. Şeyhlik izinle olur. Şeyhliğe karar veren organ silsiledeki şeyhlerin ervahları (sadatlar) ile Peygamber Efendimizin s.a.s. ruhudur. Yaşayan şeyh sadece kendi reyi ile oğlunu veya herhangi birisini şeyh olarak uzak bir beldedeki ihtiyacı karşılamak üzere atayabilir. Fakat bu kişi gerçek şeyh olmadığı için, yani teberrüken şeyh olduğu için müritlerine rabıtasını yaptırmaz. Teberrüken şeyh olan kişi müritleri ile birlikte ancak kendi gerçek şeyhini rabıta edebilir. Teberrüken şeyh olanlar, belli bir zaman sonra şayet zincirdeki sadatlar ve Rasulullah (s.a.s.) gerçek şeyhliğe onay verirlerse o zaman müritlerine kendi rabıtasını yaptırabilirler. Böyle bir kişinin şeyhi vefat ederse teberrüken şeyh olan kişinin hemen yeni bir şeyh bulması gerekir. Fakat işte tam bu noktada nefisleri devreye girerek böyle kişiler, yeni bir şeyh bulmak yerine ölen şeyhlerinin varisleri olarak mevkilerini daha da sağlamlaştırıp gerçek şeyhliğe soyunabilirler. İşte şeyh arayan kişiler özellikle bu duruma dikkat etmelidirler. Zira bunlar gerçek şeyh olmadığı için rabıtalarında nur, feyz, nisbet olmaz. Bu durum veliler için de böyledir. Veli de şeyh olmadan irşat faaliyetlerinde şeyh gibi davranıp rabıtasını yaptırırsa büyük bir hataya düşmüş olur. Gerçi onun rabıtası insanlara fayda verir ama izinsiz işler faydadan daha çok zarar da getirebilir. Tabii üveysi olarak yetişen ve gerekli yerlerden irşat izni alıp gerçek şeyh olanların da varlığını inkâr etmek doğru değildir. Fakat bunlar çok azdır ve istisna nevindendirler.

Velilik ancak nefs-i mutmainnede (tatmin olmuş, huzura ermiş nefis) mümkündür. Velilik kolay bir yol değildir. Nefis ve şeytanla savaştan sonra ulaşılan bir makamdır. Bu makama kadar kişi nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefis), nefs-i levvame (kendisini kınayan nefis), nefs-i mülhime (ilham alan nefis) makamlarını tek tek geçer. Bu makamları tek tek aşmak zihinsel işlemlerle, hayallerle, düşünce boyutlarıyla olmamaktadır. Bunlar yaşamsal olarak gerçekleşmektedir. Bu makama yani velilik makamına ulaşan kişilerin bütün letaifleri açıldığı, yani değişik renkteki bütün nurları gördükleri gibi sadatların ervahları ile de peygamberimizin s.a.s. ruhu ile de istedikleri vakit görüşüp konuşabilirler.

Her insan tarikata girmeden önce genellikle nefsi emmare düzeyindedir. Yani bu insan için nefsi adeta ilahtır. Onu mutlu etmek için çalışır. Yaşam amacı budur. Nefsanî arzularını gerçekleştirmektir. Allah’ın emir ve yasakları onu pek ilgilendirmez. Tarikata girip gerçek manada tövbe edince yani tövbe-i nasuh kılınca nefsi levvame makamına yükselir. O zaman haramlara karşı duyarlı olup emirleri yerine getirmeye başlar. Geçmişte işlediği günahlara pişmanlık duyup eksiklerini gidermeye çalışır. Bunlar için her zaman gözyaşı döker. Daima mahzundur. Kılamadığı namazları, tutamadığı oruçları varsa kaza eder, her türlü hatasını telafi yoluna girer. Tarikata girmeyip de hal ve yaşayışı ile Allah’ın emir ve yasakları içerisinde olan Müslümanların da nefisleri genellikle bu makamdadır. Bu tür Müslümanlar en çok nefislerini mülhime makamına kadar çıkarabilirler. Şeyhin rabıta nuru olmadan bir insanın nefsini mutmainne makamına kadar çıkarması imkânsızdır. Yani bir insan tarikata girmeden, şeyhsiz veli olamaz. Bunun istisnaları demin de söz ettiğim üveysilerdir ki bunlar da pek azdırlar. Yüzyılda belki bir iki tane ya çıkar ya da çıkmaz. Bunları da Hz. Hızır Aleyhisselam veya ölmüş bir veli zatın ruhu terbiye eder. Yani bir insanın terbiye ve irşat olmadan Allah’ın veli kulu olması mümkün değildir.

Velilik yolunda en zorlu adımlar ise nefsin mülhime makamında atılır. Zira bu makamda sofi şeytanlarla karşılaşır. Şeytanlar adeta onun önüne dikilirler. Onların seslerini duymaya başlar, dokunmalarını da hisseder. Letaifleri de açılmaya başladığı için görüntülerini de görür. Şeytanlar kalp gözünde insan suretinde görünürler. Özellikle dişi şeytanlar sofinin ayağını kaydırmaya çalışırlar. Bunların görüntüleri aynı dünyadaki en güzel kadınlar gibidir. Sofiyi zina yapmaya zorlarlar. Bu çok zorlu bir imtihandır. Çünkü bu dişi cinler hem akıl almaz bir güzelliktedirler hem de cinsel tacizde bulunurlar, daha doğrusu her an tecavüze yeltenirler. İşte Allah sofiyi nefsinin arzusuna mı uyacak yoksa benim yoluma mı devam edecek diye böyle bir imtihana tabi tutar.

Medyumlar dişi şeytanları böyle görmezler. Onlar şeytanların seslerini ve dokunmalarını hissederler ama gözleri açık veya kapalı iken şeytanları sadece insan görünümlü duman olarak veya belli belirsiz bir saydamlık halinde görebilirler. Medyumlar dişi şeytanları letaifleri açılmış, nurları gören mülhime sofisi gibi görselerdi akılları başlarından gider, o âlemden çıkamazlardı. Ama Allah (c.c.) dağına göre kar vermektedir. Kimseyi kaldıramayacağı imtihana tabi tutmamaktadır.

Mülhime yolundaki kişiler her an sapıtabilir. Çünkü şeytan onlara çoğu kez hak suretinde gelir. Özellikle cinni şeytanlarla evlenme gibi bir saçmalığa bulaştı mı sofi mahvolur. Biter. Manevi ilerlemesi durduğu gibi yavaş yavaş gerilemeye de başlar ve ruh sağlığı da buna paralel olarak bozulur.

Yalancı mehdiler, yalancı kutuplar, yalancı veliler hep mülhime makamındaki kişilerden çıkar. Bunun en başlıca sebebi şeytanların hak suretinde yaklaşmalarıdır. Şeytanlar bu makamdaki sofilere genellikle ermişlerin, peygamberlerin ruhu olarak yaklaşırlar. Sofilerin ayaklarını da genellikle bu yolla kaydırırlar. Sofilerin de en büyük kusurları hallerini mürşid-i kâmillerden gizlemeleridir. Çünkü şeytanlar tarafından övülmek, yücelmek hoşlarına gider, şeytanlar ayrıca sürekli olarak şeyhlerini sofilerin gözlerinde düşürmeye çalışırlar. O zaman kolayca sofileri kucaklarına alırlar. Onları yalan dolanlarla evirip çevirmeye başlarlar. Tabii bir de şeyh gerçek şey değilse, o da mülhime makamında şeytanların oyuncağı ise, bu hadiseler daha bir hızlı ve katmerli yaşanır.

Mülhime makamını geçen ve artık veli olan şahsın nefsi mutmainneye erdiğinde adeta erir ve yok olur. Yani bu kişinin gözünde nefsi kâfirden bile alçaktır. Onun gözünde nefsinin hiçbir kıymeti yoktur. Ama bunu yanlış da anlamamak gerekir. Yani bu kişilerin cinsel istekleri kesinlikle azalmadığı gibi daha da bir güçlenmiştir. Allah (c.c.) kendisine veli seçecek zatları nefsi levvamede iken bu dünya kadınları ile mülhimede iken de dişi şeytanlarla imtihan eder. Bu sınavlarda ise nefsani isteklerini kat kat da artırır. Gerekli koşulları da yaratır. Bilindiği üzere cinsel arzu bastırma mekanizması ile gelişir ve artar. İnsanoğlu süfli yolu mu tercih edecek yoksa Allah’ın (c.c.) rızasına mı yönelecek diye en çok bu konularda imtihan edilir. Cinni dişileri ret eden bir velinin dünya kadınlarıyla zinaya yönelmemesinin nedeni, nefsindeki cinsel arzunun sönmesinden değil nefsinin mutmainne makamında kazandığı manevi doygunlukladır.

Allah’ın veli kullarının tek bir amacı vardır. Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktır. Dünya onlar için bu rızaya ermede sadece bir araç olur. Allah (c.c.) bizleri veli kulları yapmasa da bizlere onları inkar etmeyi veya onlara karşı gelmeyi nasip eylemesin. Bizlere ebedi kazancı sağlayacak hayır dualarını almayı nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
9 Eylül 2012       Mesaj #3
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Şeyh
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Yaşlı ve saygın kişi anlamında bir sözcük. Genellikle, dinî ya da toplumsal birçok kurumun başkanlarının unvanıdır. Kimi Arap boy beylerine şeyh denir. Tarikat kurucularının ve ulularının, din bilginlerinin, Müslüman saygın kişilerin birçoklarının adlarının başında şeyh unvanı vardır: Şeyh Edebali, Şeyh Evren, Şeyh Sadi, Şeyh Şamil vb. Kimi tarikatlarda halifelik aşamasına ermiş dervişlere de şeyh denir.
theMira
tuğba31 - avatarı
tuğba31
VIP Özel Üye-VIP
9 Haziran 2013       Mesaj #4
tuğba31 - avatarı
VIP Özel Üye-VIP
Şeyh Nedir?
MsXLabs & Dini Kavramlar Sözlüğü

Sözlükte "yaşlı, pîr, ihtiyâr, bey, önder, kabîle başkanı" anlamına gelen şeyh, tasavvufta, nefsinden fâni Hak'ta bâkî, velî, Allah dostu; isteklilere rehberlik etmek ve onları irşad etmek ehliyet ve liyâkatına sahip bulunan kâmil insan, rehber, delil, mürşid demektir. Gerçek şeyh, Allah'ı kullarına, kullarını da hem Allah'a hem de birbirlerine sevdirebilen kâmil insandır. Şeyh, mürîd ve müntesiplerini bir annenin çocuğunu eğitip yetiştirdiği gibi terbiye edip yetiştirir. (M.C.)
Bir hadis terimi olarak şeyh, muhaddis ile eş anlamlıdır (A.G.)
Cici
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Eylül 2015       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
ŞEYH a. (ar. şeyhuhet'ten şeyh).
1. Tarikat kurucusuna, bir tekke ya da zaviyede müritlerine reislik eden kişiye verilen ad. (Bk. ansikl. böl.)
2. Tekkelerde tarikat şeyhlerinin oturduğu post.
3. Araplar’ da kabile ve aşiret başkanı.
4. (Ben) şeyhimi bu kadar severim — BENŞAHİMI BU KADAR SEVERİM. || Şeyhin kerameti kendinden menkul, bir kimsenin büyük işler, başarılar kazandığını, önemli işler başardığını öne sürmesi durumunda ortada bir tanıt ya da kanıt yok, nasıl inanalım anlamında alay yollu söylenir.

—Esk.
1. Yaşlı kimse.
2. Şeyh ü şab, yaşlı ve genç. || Şeyh-i ekber ya da şeyh -ül-ekber, Muhittin Arabi’nin unvanı. || Şeyh-üTharem, Medine şehrinin güvenliğiyle görevli kimse. || Şeyh-ül-islam -ŞEYHÜLİSLAM.

—Esk. ida. Şeyh ûl-harem, Mekke'de halife tarafından görevlendirilen kişi. (Şeyh ül-haremi nebevi de denir. Hac yolu üzerinde bulunduğu için Şam valileri için de eskiden aynı deyim kullanılırdı.) || Şeyh ül -vüzera, en yaşlı vezir.


—Esk. sil. Şeyh ûl-meydan, OsmanlIlar' da Okçular tekkesi'nin yöneticisi durumundaki kişiye verilen ad. (Bin iki yüzcü şeyhi diye de anılırdı, ilk dönemlerde rikâb-ı hümayun atıcıbaşı şeyh ül-meydan olurdu. Daha sonra yaşlı kemankeşlerin menzil sahibi olanları arasından seçilmeye başlandı. Yaşam boyu süren bu görev günümüzdeki kulüp başkanlıklarına benzerdi.)

—Hat. Şeyh ûl-hattatin, yaşayan hattatların en yaşlısına verilen san. (Tüm yazılarda usta plan hattatlara ise, reis ül-hattatin deniyordu.)

—Kur. tar. Şeyhi imaret, bir imareti yöneten kişi.

—ANSİKL. Müslümanlığın ilk dönemlerinde arap geleneklerini canlı tutmak isteyen hükümdarların yanında çalışan üst düzeydeki görevlilere, hanedan kurucularına, yine yüksek düzeydeki din görevlilerine (şeyhülislam gibi), din bilginlerine, müderrislere, yaş farkı gözetilmeksizin tarikat kurucusu ya da reislerine bu unvan verilmiştir. Tarikat kurucu ve şeyhleri kendilerine uğur (bereke) verilmiş, Tanrı ile kul arasında bir aracı olarak kabul edilir. Şeyhin, tarikatla ilgili bilgilerin vârisi olarak kendi istencinin (iradesinin) Tanrı'nın istenci ile doymuş duruma gelmesi demek olan “sır"ra sahip olduğuna inanılır.
Kuzey Afrika tarikatlarında şeyhler, görevlerine göre, istenci Tanrı istenci ile kaynaşan ve yanında müridin ruh ve ceset olarak kabul edildiği şeyh ül-irade; kendisine uyulan, yaptıkları ve sözleri taklit edilen şeyh ül-iktida; uğurundan (berekesinden) yararlanmak amacıyla ziyaret edilen şeyh ül-bereke; müridin kapılandığı ve onun sayesinde tarikata kabul edildiği şeyh ül-intisap, her müride okuyacağı virdi (dua) dağıtan manevi öğretici şeyh ül -telkin, müritlerin eğitimi ile ilgilenen şeyh üt-terbiye adlarını alırlar.
Her tarikat şeyhinin bir zaviyesi vardır. Bu zaviyede kendisine hizmet eden halife ve naip dışında, tarikat topluluğunun yerel yöneticisi, tarikatın yayıcısı ve kılavuzu (mukaddim), şeyhin ya da mukaddimlerin yazdıkları bildirileri taşıyan rakıb ya da çavuş, tarikata bağlı kabileler arasında sadaka toplayan sayyaf bulunur. Bunlardan sonra ihvan, fakir, ashab, kadim ya da derviş adını alan tarikat Çağlıları gelir.

—Tar. Arap kavimleri arasında bu unvan, uzun süre seyit unvanı ile birlikte kullanıldı. Sonraları, bir topluluğu, birliği yönetip önderlik edene "şeyh" denildi; tüm İslam dünyasında sözcük aynı anlamı taşıdı; tarikatların başında bulunanlar da bu unvanla anıldı. Daha sonraları özellikle Tunus'ta, kabile reislerine çalgı eşliğinde kaside okuyan şairlere de şeyh denildi.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

9 Eylül 2012 / The Unique Türkiye'den
9 Eylül 2012 / The Unique Türkiye Cumhuriyeti
15 Ekim 2014 / sertac56 Dinler Tarihi
29 Eylül 2011 / Misafir Soru-Cevap