Arama

Kur'an-ı Kerim Ayetlerindeki Uyarılar - Sayfa 2

Güncelleme: 3 Mart 2016 Gösterim: 18.629 Cevap: 40
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
20 Mayıs 2012       Mesaj #11
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Nisa suresi 125. ayeti
Kur’an ayetlerinin bizlere neler anlattığını, doğru anlamak istiyorsak, Kur’an ın diğer ayetlerinden mutlaka faydalanmalıyız, istifade etmeliyiz. Çünkü Kur’an kendisini anlatan, açıklayan, eşi benzeri olmayan, bir rehberdir. Ayetleri gereği gibi anlamak için, yine Kur’an a danışmalıyız. Bunu bizlere hatırlatmak içinde Allah, biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız der bizlere.

Sponsorlu Bağlantılar

Bugün sizleri, Nisa suresi 125. ayet üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.

Nisa 125: İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim eden ve İbrahim'in dinine dosdoğru olarak tâbi olan kimseden, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost (HALİL) edinmişti.

Yukarıdaki ayette Rabbim bizlere, iyilik yaparak kendisini Allah a teslim eden ve İbrahim dinine tabi olanların, kurtuluşa ereceğinden bahsediliyor. Ayetin en son kısmında ise, Allah İbrahim peygamberimize layık gördüğü, HALİL sıfatıyla bizlere ne anlatmak istiyor, burası çok önemli. Ayetin orijinal Arapçasında, dost diye çevrilmiş kelime HALİL olarak geçer.

Şimdide aşağıdaki ayete bakalım.
Ali imran 68: Doğrusu onların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur(Velisidir).

Yukarıdaki ayetin son cümlesinde de, Allah müminlerin dostudur diye çevrilmiş. Fakat orijinaline baktığımızda Veli olarak geçer. Yani bu durumda Nisa suresi 125. ayette geçen Allah İbrahim i dost edinmişti cümlesindeki HALİL kelimesi ile Ali imran 68. ayette geçen VELİ sözcüğü aynı anlamda çevrilmiş. Bu durumda aynı anlamı verdiğini söylememiz doğru olmaz. Burada geçen Halil sözcüğünün, bir farklı anlamı olmalı değil mi sizce de?

Allah müminlerin dostudur yani velisidir, bunda hiç şüphe yok. Bakın Allah Maide suresi 55. ayetinde ne diyordu.
(Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.)

Demek ki İbrahim peygamberimize uyanlar, ona yakın olanlar Allah dostu olarak kabul ediliyor.Bakın anlamı çok daha farklı, ama burada kullanılan orijinal kelime VELİ.

Nisa 125. ayette de aslında, Ali imran 68. ayette olduğu gibi, kendisini Allah a teslim eden, İbrahim dinine teslim olanlardan bahsediyor. Buradan da anlaşılıyor ki, İbrahim in dinine tabi olanların, hepsini Allah dostu yani onların velisi, koruyucusu Allah olduğu anlatılıyor.

Peki, Nisa 125. ayetin en son cümlesinde geçen ve orijinalinde HALİL olarak belirtilen kelime ne anlama geliyor. Eğer buradaki kelimede, daha önce belirttiğimiz DOST anlamındaysa, diğer ayetlerde geçen VELİ kelimesini de neden dost anlamında kullanıyorlar, çeviriyorlar? Burada farklı bir anlamda olduğu çok açık.

Halil kelimesinin sözlük anlamına önce bakalım ki, bu kelimeyle ne anlatılmak istendiğini, Kur’an dan daha iyi kavrayabilelim.

Sadık, samimi, dost

Yukarıda yazdığım anlamlara geldiğini görüyoruz. Demek ki Nisa 125. ayette kullanılan manasıyla, Ali İmran 68. ayette kullanılan dost, çok farklı anlamlara geldiği anlaşılıyor.

Nisa suresi 125. ayette, Allah İbrahim peygamberimize çok özel bir lütufta bulunarak, onu onurlandırmak adına, onun kendisine SADIK, imanında SAMİMİ bir kul olduğu, böylece gerçek bir Allah dostu olduğu anlatılıyor. Allah Onu sevgisiyle yüceltiyor. Zaten Allah iman edenlerin, ben dostuyum velisiyim demiyor muydu?

Bu konuyu Kur’an ayetlerinden anlamaya devam edelim. Bakın aşağıdaki ayetler, Nisa suresi 125. ayette geçen, İbrahim peygamberimize atfen söylenen, Halil kelimesinin anlamını nasıl açıklıyor ve bu kelimenin anlamının tam karşılığı, neler olduğu tek tek nasıl anlatılıyor. Böylece İbrahim peygamberimizin, çok özel vasıflarını tek bir kelimede nasıl toplanıyor, onu daha açık anlayacağız.

Nahl 120: İbrahim, gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a ortak koşanlardan değildi.

Hud 75: Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi.

Meryem 41: Kur'ân'da İbrahim'i an. Şüphesiz ki o, sıddık (özü, sözü doğru) bir peygamberdi.

Yukarıdaki ayetler, sanırım İbrahim peygamberimizin özelliklerini açıklıyor ve Allah’ta özellikle Halil sözcüğüyle, onun özelliğini, niteliklerini, vasıflarını anlatıyor bizlere. Allah a itaat eden yani sadık, yumuşak huylu, duygulu, gönülden yani samimi, özü sözü doğru bir insan olduğunu, bunun içinde Allah dostlarının başında geldiği anlatılıyor. Aşağıdaki ayette bu fikri bakın nasıl destekliyor.

Bakara 130: İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahrette de iyilerden biridir.

Allah elçisine, Halil sözcüğüyle lütufta bulunarak, bu Dünyada iyilerden, seçkin insanlardan yaptığı gibi, ahrette de iyilerden, seçkin insanlardan olacağını söylüyor. Kur’an ı bilerek, anlayarak, düşünerek okuyan, Allah ın ahi rette kimlerin yüzlerinin gülen, Rabbin halis, seçkin ve iyi kullarından olacağını anlayacaktır.

Örneğin Bakara suresi 257. ayette, Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır der. Bu anlamı Veli sözcüğünden, dost olarak çevirirler. Yine Ankebut 22. ayette,sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır diye geçer, ama yine Veli sözcüğü kullanılır. Enam suresi 14. ayette de, yine Veli sözcüğü kullanılarak, Allah'tan başka dost mu tutayım diye zikredilir. Yine Tevbe suresi 116. ayetinde VELİ sözcüğünü kullanarak, Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır diye ayetinde bizleri uyarır. Tüm bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Veli ve Halil kelimelerine verilen anlam ve mana birbirinden çok daha farklı olduğu anlaşılıyor.

Tüm bu ayetlerden sonra, Nisa suresi 125. ayette, Allah İbrahim i dost edinmişti şekliyle çevrilen ayetten ne anlamamız gerektiği, sanırım daha iyi anlaşılmıştır. İbrahim peygamberimiz, Allah ın sadık, samimi, içten, vicdanlı, özü sözü bir kuluydu. Onun yeri Rahman katında çok özel ve müstesnaydı.

Tüm bu bilgilerden sonra, İbrahim peygamberimizi Yaratanla, onun yüceliği ile bağdaşmayan beşeri anlamda dost, arkadaş yakıştırması yapmak büyük yanlış olur düşüncesindeyim. Hz. İbrahim Allah ın sevgili, sadık, seçkin bir kuluydu. Allah dostuydu, dikkat ediniz bu tabir Kur’an da, gerçek anlamda tüm iman edenler için geçer. Allah ben Müminlerin dostuyum diyorsa, İbrahim peygamberimizin de bu dostlar içinde, çok özel müstesna bir yeri olduğu açıktır.

Allah tek bir ilahtır, onun ne eşi vardır nede evlat edinmiştir. O yalnızlık çekmez, uyumaz, uyuklamaz, yalnız ondan yardım istenir, yalnız ona ibadet edilir. Rabbin bu vasıflarını göz önünde bulundurduğumuzda, elbette yarattığı kullarından bizim beşeri anlayışımızda dost, arkadaşta edinmez. Bu bilinçle Nisa suresi 125. ayeti anlamaya çalışırsak, sanırım ayeti daha doğru anlamış oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
16 Temmuz 2012       Mesaj #12
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Nisa suresi 159. ayet

Sponsorlu Bağlantılar
Kur’an bizler için bir rehber ve yine bizler için imtihanımızın asıl kaynağıdır. Madem sorumlu olduğumuz Kur’an, öyleyse ondan faydalanmasını da doğru öğrenmeliyiz ki, yanlışa düşmeyelim.


Allah Kur’an ın özelliklerinden bahsederken, biz her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız der bizlere. Ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı ister. Kur’an ı kolaylaştırdığını ve her konuyu yine Kur’an içinde örneklerle açıkladığını, eksik bırakmadığını, kendi içinde her konuya açıklık getirdiğini anlatır bizlere.

Buradan da anlaşılıyor ki, Kur’an ayetlerini anlamaya çalışırken, beşeri bilgilere, rivayetlere göre değil, yine Kur’an ın verdiği örneklerinden, bilgilerden yola çıkarak, ayetleri anlamamız gerektiğini öğütler.

Nisa suresi 159. ayeti, gelin şimdi bu bilgiler ışığında anlamaya çalışalım. Yani Kur’an ın verdiği bilgilerden yola çıkalım. Önce ayeti yazalım.

Nisa suresi 159: Ehlikitap'tan her biri, ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır. Kıyamet günü de o, onlar aleyhine bir tanık olacaktır.

Bu ayetin öncesinde yazılan ayetlere önce bakalım, Allah hangi konulardan ve kimlerden bahsediyor?

(Nisa 155: Başlarına gelenler; ahitlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflıdır" demeleri, daha doğrusu, küfürleri yüzünden Allah, kalpleri üzerine mühür basmıştır da pek azı müstesna, iman etmezler.


156: Küfürleri sebebiyle, Meryem aleyhinde büyük bir yalan söylemeleri yüzünden...

157: "Biz, Allah'ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden. Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. Onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. Onu kesinlikle öldürmediler.

158: Tam aksine, Allah onu kendisine yükseltti. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.)

İnsanların başlarına gelenlerin sözlerinde durmayıp, inkârcı olmalarından ve peygamberlere karşı takındıkları tavrın, onların cezalandırılmasına neden olduğunu söylüyor. İman etmemeleri, Meryem aleyhinde iftira atmaları, onların küfürlerini artırdığı örneğini de veriyor.

Daha da ileri giderek, Allah ın resulü Hz. İsa yı öldürdüklerini iddia ediyorlar. Hâlbuki onu asamadıklarını, onlara benzeri gösterildiğini söylüyor. Hz. İsa hakkında bilinçsizce tartışmaya girenler, bilgileri olmadığı halde onu çarmıha gerdik diyenler, ancak sanıya inanmaktadırlar diyor Kur’an. Çünkü Hz. İsa yı öldüremediklerini Allah açıklıyor.

Daha da net bir açıklamayla, Allah Hz. İsa yı kendisine yükselttiğini söylüyor. Bu ne demektir? Allah elçisinin, bu Dünya ile ilişkisini kesmiş, ama kimseye göstermemiştir.

Dünyaya gelişi nasıl bir mucize ise, Rahmanın huzuruna gidişi de yine bir mucize ile olmuştur.

Buradan da anlaşılıyor ki, ayette geçen ehli kitap Yahudi ve Hıristiyanlar.

Şimdide gelelim Nisa 159. ayete. Allah bu ayetinde aşağıdaki sözleriyle neyi ve kimleri kast etmiş olabilir?

(Ehlikitap'tan her biri ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır. Kıyamet günü de o, onlar aleyhine bir tanık olacaktır.)

Önce ehlikitap toplumundan bahsederken, kimlerden bahsettiği ve hangi konuda bu toplumun inanacaklarını anlamaya çalışmalıyız. Bu ayetten önceki ayetleri düşündüğümüzde, Yahudiler Hz. İsa nın Allah ın elçisi olduğuna iman etmiyorlardı, ayrıca Hıristiyanlarda Hz. İsa nın çarmıha gerildiğine inanıyorlardı. Yahudilerde astıklarını zannediyorlardı Hz. İsa yı. Kur’an bütünlüğünde düşünürsek, Hıristiyanların Hz. İsa nın Allah ın oğlu olduğuna da iman ettiklerini ve Allah nın bu konudaki ikazlarını biliyoruz. Bu günde buna inanmıyorlar mı zaten? Bir örnek verelim Kur’an dan.

Nisa 171: Ey Ehlikitap! Dininizde aşırılığa gidip doymazlık etmeyin! Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin! Meryem'in oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır. Artık Allah'a ve resullerine inanın. "Üçtür!" demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur.Allah Vâhid'dir, tek ve biricik ilahtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O'nundur göklerdekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter.

Demek ki buradaki muhataplar, Yahudi ve Hıristiyan toplumu olduğu çok açık. Çünkü Hz. İsa bu topluma peygamber olarak gönderilmişti. Zaten biz Müslümanlar, tüm bu gerçekleri Kur’an dan öğreniyor, biliyor ve iman ediyoruz.

Buradan da anlaşılıyor ki, tüm buna inanan ehli kitap ümmeti(Yahudi ve Hıristiyanlar) ölmeden önce Hz. İsa ile ilgili tüm gerçekleri anlayacaklar, ona inanıp gerçekleri göreceklerdir diyor. Tabi bu gerçekleri ölüm anında mı görecekler, onu bilemiyoruz. Çünkü detay verilmemiş.

Ayetin devamında açıklanan da, bu düşünceyi destekliyor ve kıyamet günü peygamberlerin şahit olarak çağrıldığında, Hz. İsa nın tanıklık yapacağını söylüyor. Buradan da anlaşılıyor ki, Hz. İsa tanık olacaksa, kendi dönemine ve tebliğ ettiği kitabın tanıklığını yapacağına göre, buradan anlaşılması gereken, Yahudilere ve Hıristiyanlara tebliğ ettiği konularda tanıklık yapacağı açıktır.

Çünkü biz Müslümanların tanığı, mahşer günü Hz. Muhammet (s.a) olduğuna göre, Hz. İsa nın bizlerin tanığı olması mümkün değildir. Zaten bizler Hz. İsa ile ilgili gerçekleri Kur'an dan biliyoruz ve iman ediyoruz. Bugün Müslüman olmayan ehli kitap, ne yazık ki bu gerçeği göremiyor ve kabul etmiyor. İşte bu gerçekleri doğru göremeyen bu ehli kitap ümmeti, ölmeden önce ya da ölürken, bu gerçekleri anlayacağını söylüyor ayet. Detayını Allah bilir.

Yaradan bilmemiz gerektiği kadarını açıklamıştır. Açıklanmayan, detay verilmeyen konularda fikir yürütmeyi ve konuşmayı bizlere Allah HARAM kıldığını söylüyorsa, bizlere düşen açıklanan konular hakkında konuşmak, düşünmek olmalıdır.

Hz. İsa nın tanık olacağı dönem, kendi ümmetiyle ya da dönemiyle ilgili olacağına göre, bu ayetten bunları anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Yoksa Hz. İsa bugünkü peygamberimizin ümmetine neden şahitlik yapsın. Bizlerin şahidi en son peygamberimiz. Hz. Muhammet olduğu, ayetlerle çok açık anlatılmıştır Kur'an da.

Bu ayet örnek verilerek, ne yazık ki Allah ın hiç bahsetmediği, tek kelime dahi söz etmediği, bugün Hıristiyanların inandığı ve biz Müslümanlarında bir kısmının inandırıldığı bir inanca delil gösterilerek, bakın Hz. İsa kıyametin kopmasından önce dünyaya gelecek ve tüm ehli kitap ona iman edecektir deniyor ve kıyamet alametleri olarak kabul ediliyor.

Nisa 159. ayette dikkat ederseniz Yahudi ve Hıristiyanlardan, bahsedilerek, onlardan her biri ölmeden bu gerçeği görecekler, anlayacaklardır diyorsa, Hz. İsa nın kıyamet kopmadan gelecektir, fikirden yola çıkarak düşündüğümüzde, geçmişte ölen diğer ehli kitabın,(Yahudi ve Hıristiyanların) bu durumda kıyametten önce Hz. İsa yı görmeden ölmüş olacağına ve bu gerçeği göremeyeceğine göre, bu düşünce ve inanç, bahsettiğimiz Kur’an ayetine ters düşmektedir. Böylece bu inancın tamamen yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır.

Halbuki bu konu ile ilgili Kur’an da hiçbir açıklama, izahat, detay olmadığı gibi, bu ayetin konuyla da bağlantısı yoktur. Ayette de geçen ehlikitaptan her biri, ölümünden önce dediğine göre, kıyametin kopması değil, ölümlerinden önce bu gerçekleri anlayacağından bahsediliyor.

Ayetin sonunda belirtilen, kıyamet günü tanık olacağının açıklanması da, Hz. İsa nın hesap günü kendi ümmetine, ya da kendi dönemine ait ehli kitaba iman edenlere ya da etmeyenlere tanıklık yapacağı açıktır. Tanıklık ettiği, Rabbin gerçeklerinin ortaya çıkması adınadır elbette. Bu konuda Kur’an da birçok örnekler vardır. Kur’an mahşer günü Hz. Muhammed in (s.a) bizler adına, diğer peygamberlerde kendi ümmetine şahit olarak çağrılacağını, çok açık bir şekilde bizlere bildirmiştir.

Kur’an ayetlerini, yine Kur’an ışığında anlamaya çalışırsak, en doğru yolu izlemiş oluruz. Allah biz her konuyu detaylı açıkladık ve örnekler verdik diyorsa, kıyametin kopmasından önce Hz. İsa nın geleceğini söylemek ve savunmak, kelimelere kendi nefsimizce anlamlar vermek, bizleri Kur’an ın yolundan ayıracak, şeytana yaklaştıracaktır. Ayetleri Kur’an ışığında değil, rivayet ve sanılar ışığında anlamaya çalışırsak, Rabbin doğruları ile asla buluşamayız.

Dilerim Rabbimden Kur’an ayetlerini, yine Kur’an ışığında anlamaya çalışan, aklını Kur’an ile buluşturan, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK


halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
21 Temmuz 2012       Mesaj #13
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Hüküm yalnız Allah'ındır
İslam ı yaşarken yaptığımız en büyük yanlış, Allah ın verdiği hükümlerine, edindiğimiz yanlış itikatların etkisiyle, elçisini de ortak etmeye çalışmamız olmuştur. Bu yanlışı yapmamızın en büyük nedeni de, bizlerin Kur’an ile arasına girenleri, sorgulamadan kabul etmemizdir.


Allah açıkça hüküm verdiği ve HÜKÜM YALNIZ ALLAH INDIR dediği halde, Allah ın bu hükmünü görmezden gelmemiz, bizleri rivayetlerin ve sanının peşi sıra gitmemizi sağlamıştır.

Bakın Yaradan, hükmünü nasıl bu konuda açıkça vermiş ve bizlere iletmiş.
Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Demek ki Allah ın elçisi de, Allahın gönderdiği delillere dayandığını, onun dışına çıkmadığını, hükmü yalnız Allah ın verdiğini, doğru hüküm veren yalnız Allah olduğunu, çok açık bir şekilde anlatıyor.
Maide suresi 44. ayette de Allah bizleri uyararak bakın ne söylüyor?
(Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.)

Buradan da anlaşılıyor ki, hem peygamberimiz, hem de ondan sonra devleti yönetenler, yalnız ve yalnız Allah ın Kur’an da hüküm verdiği ile topluma hükmetmesi gerektiği apaçık anlaşılıyor. Bu durumda peygamberimiz Kur’an ın hükmetmediği bir konuda sizce hüküm verebilir mi, bu kadar açık ayetler varken?

Peygamberimiz de, Allah ın Kur’an da vermediği hükümleri verme yetkisi vardır diye iddia edenlere, aşağıda ki ayeti de hatırlattığımda, hala inat ediyorlarsa, onlara söyleyecek sözümüz yok demektir.

Hakka 44: Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.
Ayette Allah ın elçisini, apaçık nasıl dikkatini çektiğini anlamaya çalışmayanlara gözlerini, kulaklarını, gönüllerini kapatanlara ne yapılabilir ki? Allah sizlere inancınızı, imtihanınızı yaşamak adına gönderdiğim kitaba elçim, asla hiç bir şey ilave edemez, bunu sakın unutmayın diyor bizlere. Bunu anlamamakta ısrar edip, Kur’an dan hurafe inançlarına delil aramak adına, kelimelerin ardı sıra anlamlar çıkartıp, gönüllerini perdeleyenlere yapacak hiç bir şey yok demektir.

Enam suresi 19. ayette Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın bizlere ne söylemesini emrediyor.
(Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.)

Sizce her şey çok açık değil mi?Yine Araf suresi 3. ayetinde;
Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

Enam suresi 50. ayetinde:
(Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!")

Her şey o kadar açık ve net bizlere iletildiği halde bizler, bu gerçekleri perdeleyerek, ne yani peygamberimiz postacımıydı deme saygısızlığını gösterebiliyoruz. Bunu söyleyenlere şunu sormak gerekmez mi, ne yani peygamberimiz Yüce Rabbin hüküm ortağımıydı? Bunu üzülerek yazıyorum, ama ne yazık ki bunlar günümüzün acı gerçekleri.

Bu konuda, yine Kur’an a bakmaya devam edelim. Allah bakın açıkça hükmün kendisinde olduğunu, nasıl bizleri uyararak söylüyor.
Enam 62: Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.

Maide 49: (Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.

Bu iki ayetten de anlaşıldığı gibi, hüküm yalnız Allah ın dır, onu uygulamak ve topluma Allah ın hükümleri ile hükmetmek, peygamberimizin ve devleti yönetenlerin görevidir. Zaten Allah Kefh suresi 26. ayetinde bakın ne diyor bizlere.
(Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.)

Allah Kur’an da, biz her şeyden nice örnekler verdik diyorsa, elçisine verdiği görevin tanımını da yapmıştır. Gelin şimdide ona bakalım. Acaba Allah elçisine, nasıl bir görev vermiş?
Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.

Enam 48:Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.

Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.

Ahzap 45-46: Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil
olarak gönderdik.

Ankebut 50: Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

Ne dersiniz, Allah ın elçisine verdiği görev ve sorumluluk, sizce çok açık anlatılmamış mı? Anlatılmış ise, bizlerin yaptığı bu yanlışı nasıl açıklayabiliriz? Bu hatanın sonucunu tahmin eden var mı? Hiç sanmıyorum, bunun farkında olabilseydik, her saniyemizi Rahman dan özür dilemekle geçirirdik.

Allah bir ayetinde Kurtuluşa erenlerden bahseder ve bakın bu kurtuluşa erenlerin, kimler olduğunu söyler bizlere.
Bakara 5: İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bu ayet üzerinde lütfen dikkatle düşünelim. Eğer hidayete erenlerden olmak istiyorsak hurafenin, sanı bilgilerin ardından değil, Allah katından gelen, FURKAN ın, doğru ile eğriyi ayıran Kur’an ın peşi sıra gidenlerden olalım. Çünkü Allah emin olmadığımız bilgilerin ardı sıra gitmeyin diye, bizleri nasıl uyarıyordu hatırlayalım.
İsra 36:Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.

Allah o kadar güzel uyarıyor ki bizleri, aklını zerre kadar kullanan, her şeyi çok açık anlayacaktır. Kur’an ı kendi koruması altına aldığını söyleyen Yaradan, yalnız ve yalnız Kur’an ın peşi sıra gitmemizi apaçık anlatıyor. Daha da ileri giderek, Kur’an ile yetinmeyenlere, atalarının yanlış itikatlarına, hurafelerine iman etmeye devam edenleri de uyarıp, bakın ne söylüyor.
Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.

Araf 185: Allah'ın göklerdeki ve yerdeki mülkiyet ve tasarrufuna, Allah'ın yaratmış olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bu Kur'ân'dan sonra başka hangi söze inanacaklar.

Evet, Rabbim ne yazık ki, bugün biz Müslümanların büyük çoğunluğu, Kur’an ı yeterli görmüyor ve Kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır diyoruz. Ne olursun affet bizleri. Daha da ileri giderek, İslam ı daha iyi anlayabilmeleri ve yaşayabilmeleri için, beşeri kitaplara yönlendiriyorlar toplumu. Böylece Kur’a ile toplumun arasına girilmiş oluyor.

Verecek o kadar çok örnekler var ki Kur’an dan. Bizlere düşen Allahtan başka VELİ edinmeden, Kur’an ile aramıza asla kimseyi sokmadan, ondan yararlanmak olmalıdır. Elbette her bilgiden ve âlim kişilerden faydalanmalıyız. Bunda hiç şüphe yok. Çünkü her insan aynı kapasitede değildir, araştırmalı ve daha iyi anlamak adına çaba göstermelidir. Ama önce Allah ın yemin ederek kolaylaştırdığı, Kur’an a bakmalı ve onu anlamaya bizzat çaba harcamalıdır.

Allah Zühruf suresi 44. ayetinde bakın ne diyor.
(Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.)

Yaradan bizleri Kur’an dan sorumlu tutacağını söylüyorsa, sizce bizleri ilgilendiren, muhkem ayetleri anlaşılması zor olarak Kur’an da bizlere gönderip, daha sonrada sorumlu tutar mı? İnanın ne söylediğimizi bilmiyoruz. Daha da kötüsü, nasıl yanlış itikatların peşi sıra gittiğimizin ise, hiç farkında değiliz.

Gelin Kur’an ı anlayarak, bilerek, üzerinde düşünerek her gün bolca okuyalım. Allah ayetleri okuyup, anlayanların gönül gözünü açarım diyorsa, bizlere düşen biraz çaba göstermek olmalıdır. Birilerinin söylemlerinin peşi sıra giderek, imtihan olunmaz. Eğer imtihan olduğumuzu biliyor ve inanıyorsanız, lütfen Allah ın rehberini bir öğrenci misali anlayarak ve düşünerek okuyalım dersimizi çalışalım. Bakın her şeyin o zaman, nasıl çok daha farklı olduğunu göreceksiniz.

Dilerim cümlemizin gönül gözleri açık, gözleri ve kulakları perdelenmemiş, Rabbin halis kulları arasında oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
12 Ağustos 2012       Mesaj #14
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Maide suresi 13 ve 14. ayetleri

Kur’an ı anlayarak birkaç kez okuyan bir Müslüman, onun aydınlık nuruyla aydınlanacak ve Kur’an ın gerçeklerini görecektir. Eğer anlamını bilmeden okuyor, üzerinde hiç düşünemiyorsak, işte o zaman Rabbin nurundan, güneşinden de, istifade edemiyoruz demektir. Çünkü Allah ayetlerin üzerinde, özellikle bizlerin düşünmesini ve aklımızı kullanmamızı emreder.


Allah Kur’an ı sizlere rehber, yol gösterici olsun diye gönderdim diyor da, onu anlayarak okuyup, üzerinde düşünen kullarının, gönül gözlerini açacağı müjdesini veriyorsa, bizlere düşen Rabbin rehberini bilerek, anlayarak, düşünerek okumak olmalıdır.

Allah Kur’an ın yarısından fazlasında verdiği, kıssadan hisseler ve örneklerle, bizlere nasıl yaşamamız gerektiğini, geçmiş toplumların yaptığı hataları örnekler göstererek anlatmıştır. Bunu yapmasının nedeni, aynı hataya bizlerinde düşmemesi içindir. Geçmiş kavimlerin yaptığı yanlışların sonunda, Allah ın bu toplumlara verdiği cezalardan da örnekler vererek, ibret almamızı sağlamıştır.

Bizler Kur’an ın verdiği örnekleri, ne yazık ki hikâye dinler gibi dinleyip, o günkü yanlış olayların, bizlere hitap ettiğinin de, farkında değiliz. Daha açıkçası bizler günümüzde, Allah ın ayetlerinde verdiği örnekler, kıssalar sanki o devrin toplumuna has indirilmiş gibi, verilen örneklerden hiç üzerimize alınmıyoruz bile.

Hatta bazen bizler, Allah ın o devrin toplumuna, atalarının sanı ve rivayetlere dayalı itikatlarından vazgeçmeyenlere, Araf suresi 185. Ankebut 51. ayetinde seslendiği aşağıdaki uyarıları, bugün görmezden gelenler, üzerine alınmayanlar, acaba Kur’an dan ne derece istifade ediyor olabilir?
— Peki, bu Kuran'dan sonra hangi söze iman ediyorlar.
Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?

Gerçektende bizler, Kur’an dan gereği gibi istifade edemiyoruz. Çünkü onu anlamak için çaba göstermiyoruz. Anlamını bilmeden okumanın yarışlarını yaptığımız gibi, anlamadan okuyanların kulaklarına ve nefislerine hoş gelmesi adına, onu makamla okuyoruz. Hâlbuki Allah bizlere, Kur’an ı nasıl okumamız gerektiği konusunda, birçok öğütler vermiştir.

Kur’an dan istifade edebilmek için, önce anlayarak ve üzerinde düşünerek okumamız gerektiği anlatılır. Kur’an ne bir şiirdir nede masal kitabıdır. Kur’an bir öğüt, yol gösterici ve ilim rehberidir. Onu yavaş yavaş, düşünerek okumamız öğütlenir Kur’an da. Onun içinde bölüm bölüm, zamana yayılarak indirilmiştir.

Sizlere bu yazımda, Allah ın bizlere ibret olsun diye örnekler vererek, Yahudi ve Hıristiyan toplumlarının yaptığı yanlışları anlatan, ayetleri hatırlatmak istiyorum.

Geçmiş kavimler, Allah ın elçilerine ve gönderdiği kitaplarına, o devirde uyacaklarını, onun dışına sapmayacaklarını Allah a vaat etmiş, sözler vermişlerdi. Fakat daha sonra bu toplumlar sözlerinde durmayıp, Allah ın apaçık söylediklerinin tersine nasıl hareket ettiklerini, gönderdiği rehber kitaplardan nasıl saptığını, Kur’an da örnek vermesi ve bu yanlışları yapan toplumları nasıl cezalandırdığını, birlikte hatırlayalım. Hatırlayalım ki, aynı yanlışı bizlerde yapmayalım, eğer yapıyorsak da farkında olalım ve vazgeçelim.

MAİDE 13: Sonra bu sözleşmelerini bozmaları yüzünden, Biz onları lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik. Onlar, kelimeleri yerlerinden oynatarak değiştirirler, uyarıldıkları gerçeklerden paylarını almayı unuttular. İçlerinden pek azı dışında, onlardan sürekli bir hainlik görürsün, yine de sen, onları affet ve aldırma! Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.

MAİDE 14: Ve: 'Biz Hıristiyanlarız' diyenlerden kesin söz (misak) almıştık. Sonunda onlar kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. Böylece biz de, kıyamete kadar aralarında kin ve düşmanlık saldık. Allah, yapa geldikleri şeyi onlara haber verecektir.

Allah o kadar güzel örnekler veriyor ki Kur’an da, anlayana anlamak isteyene elbette. Bu iki ayet bizlere, günümüzde yaptığımız yanlışları, yüzümüze bir tokat gibi vuruyor, ama anlayan nerede?

Allah Yahudilerin, yaptığı çok büyük yanlışa dikkat çekerek, bizim gönderdiğimiz kitabı zamanla devre dışı bırakarak, büyük çoğunluğu gönderdiğimiz kitapta hüküm verdiklerimizin anlamlarını değiştirip, kendi hurafe inançlarının peşi sıra gittiklerini söylüyor. Maide 13. ayetinde elçisine seslenerek, bunları yapanları da sen yinede affet ve onlara aldırma tebliğine devam et diyor Yaradan.

Maide 14. ayette de, Hıristiyanların yaptığı yanlışlara örnek vererek, onlardan da söz aldığımız halde, onlarda zamanla gönderdiğimiz rehberin dışına çıktılar ve kitabı unuttular diyor.

Şimdi gelelim bu sözlerinde durmayıp, Allah ın rehberinin dışına çıkanlara, onu yeterli görmeyip atalarının rivayetlerinin ardı sıra gidenlere, Allah dışında Veliler edinenlere karşı, Allah ın verdiği cezalara bakalım. Çünkü burası çok önemli. Bakın Allah Rabbin rehberinin dışına çıkanlara, nasıl cezalar vermiş.
Biz onları lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik.
Böylece biz de, kıyamete kadar aralarında kin ve düşmanlık saldık.

Yüce Rabbim bizleri affet. Çünkü biz senin verdiğin bu ve buna benzer birçok örnekten hiç ders almadığımız gibi, aynı hataları bugünde bizlerin çoğunluğu ne yazık ki yapıyor. Hatırlarsanız yukarıda ki ayette, içlerinden pek azı dışında bu hatayı yaptıklarını Allah söylüyordu. Evet, bugün bizlerinde pek azımız dışında, aynı hatalar yapılmaktadır.

Geçmiş toplumlarda, bu hataları yapanlara Rabbin verdiği cezalar, elbette bugünde aynı hataları bizler yaptığımız için, bizlerin üzerine de olması kaçınılmazdır. Yani Allah ın rehberinin dışına çıkıp, onu anlaşılması zor ilan edip, beşerin kitapları, rivayetleri peşi sıra gittiğimizde, Kur’an da hükmü olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır diyenlere inandığımızda, Allah ın laneti elbette üzerimize olacaktır. Kalpler kaskatı, toplumlar birbirine düşman kesilmiş, kendi din kardeşini bile öldürmekten çekinmeyen, birbirine kin ve nefret duyan toplumlar olmamız kaçınılmazdır.

İslam toplumlarının bugünkü halini düşündüğümüzde, Allah ın kitabına yaptığımız saygısızlığın, Kur’an ı devre dışı bırakmanın cezasını çektiğimizi, Allah ın bizleri nasıl cezalandırdığını görebilirsiniz.

Çünkü bizler, tıpkı bizden önceki ehli kitap gibi, Allah ın rehberinden saptık. Sözlerini değiştirdik, anlamlarını kaydırdık. Onu sen alayamazsın diyerek, Kur’an ı anlayarak okumalarını, üzerinde düşünmelerini engelledik. Yani Allah ve Kur’an ın arasına, emin olamayacağımız kişileri soktuk. Kur’an ın önüne perde çektik. Böylece akıl ve Kur’an devre dışı kaldı, beşerin kitapları dinde yerini aldı, topluma hükmetti.

Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım.

MAİDE 15: Ey kitap verilenler, şimdi size, kitabınızın gizlemekte olduğunuz birçok yerlerini sizlere açıklayan birçoğunu da geçiveren Peygamberimiz geldi. İşte size Allah'tan bir nur, bir parlak kitap geldi.

Hâlbuki Allah, elçisi kanalıyla Yahudi ve Hıristiyanlara yaptıkları yanlışları hatırlatarak, sizlere daha önce gönderdiğim kitaplardan gizlediklerinizi, unuttuklarınızı, uygulamadıklarınızı hatırlatan, açıklayan hatta bazı hükümleri de sizler için kaldıran Allah ın ayetlerini tebliğ eden, peygamberimizin getirdiği KUR’AN IN geldiğini anlatıyor o günkü topluma. Ayetin son cümlesi üzerinde lütfen dikkatle düşünelim.
İşte size Allah'tan bir nur, bir parlak kitap geldi.

Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı hatalar yüzünden, Allah ın onları nasıl cezalandırdığını, yukarıdaki ayetlerde apaçık gördük. Elbette bizler tüm bu ayetlerden hiç ders almadığımız içinde, aynı hataları daha da ileri götürerek yaptık ve yapıyoruz.

Allah peygamberimiz yoluyla, o günkü tüm Ehlikitaba seslenerek, sizlere bir nur ve parlak bir kitap, rehber indirdim dediği halde, bizler bu nura karşı öyle saygısızlıklar yaptık ve yapıyoruz ki, Allah ın lanetinden bu gidişle kurtulmamız pek mümkün olmayacak görünüyor.

Bizden önceki ehli kitabın yaptığı hataları, bizlerde yapıyoruz. Onların hatalarını düzeltmeleri için Kur’an ı gönderdiğini söyleyen Rabbin sözlerini hiç anlamadık, anlamakta istemediğimiz görülüyor. Elbette bunu yaptığımız için de aynı kaderi paylaşıyor ve Rabbin lanetini kazanıyoruz.

Bizler Allah ın gönderdiği nuruna, aşağıdaki saygısızlığı yaptığımız sürece, İslam toplumu içinde bir birine karşı, kin ve düşmanlık asla bitmeyecektir.
- Kur’an her konuda açıklama yapmaz, özet bilgiler verir.
- Kur’an ı herkes anlayamaz, âlim ve veli insanlar anlar.
- Kur’an her dile çevrilemez.
- İslam ı doğru anlamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarından öğrenebilirsiniz.
- Velisi olmayan İslam ı doğru anlayamaz ve cennete gidemez.

İşte bu düşünce ve fikre bizlerde inandığımızda, bizden önceki Ehlikitabın yanılgısına düşmüş oluruz. Onlarda Rabbin rehberine, nuruna aynı yakıştırmaları, saygısızlıkları yaptığı içindir ki, yoldan çıkarak Allah tarafından cezalandırıldılar.

Elbette bizlerde Allah tarafından cezalandırılıyoruz, ama farkında bile değiliz. Bizden önceki Ehlikitabın yanlışlarını, bizlerde yaptığımızı kendimize ne yazık ki itiraf edemiyoruz.

Allah geçmiş kavimlerin çoğunluğunun, Allah ın gösterdiği yoldan saptığını söylerken, içlerinden çok azının, doğru yolda çaba harcadıklarından bahsediyor. Hatta Enam suresi 116. ayetinde bizleri uyararak bakın ne söylüyor.
(Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar.)

Bizler sanıya, rivayetlere değil, Allah ın nuruna, güneşine, rehberine uymalıyız, sarılmalıyız ki, kurtuluşa erebilelim. Böylece Rabbin gerçekten iman eden, O azınlık olan Halis kullarından olabilelim.

Azınlık olmak zordur. İtilirsin, kakılırsın, dışlanırsın belki bu âlemde. Ama sabredersen, Rabbin gerçeklerini anlamak adına çaba harcarsan, mutlaka ebedi mutluluğa kavuşursun.

Dilerim Rabbin doğru yolundan giden mutlu, gelecekten umutlu azınlık kullarından oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
23 Ekim 2012       Mesaj #15
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
İsra Suresi 81. Ayet
Değerli kardeşlerim, bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, İsra suresi 81. ayet olacaktır. Acaba Allah bu ayetinde, hak geldi, batıl yok oldu derken nelerden bahsediyor olabilir? Önce ayeti yazalım, sonra üzerinde birlikte düşünelim.


İsra 81: De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.”

Yaradan hak geldi derken kimden ve nelerden bahsediyor olabilir, önce onu netleştirelim. Bunu anlamak içinde bu ayetin hemen devamındaki ayete bakalım.

İsra 82: Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.

Demek ki Yaradan hak geldi derken, Kur’an dan bahsediyormuş. Yani Kur’an ın iman edenler için, şifa ve rahmet olacağı müjdesini veriyor. Çünkü peygamberimiz devrinde toplum, Allah ın daha önce indirdiği kitaplarından sapmış, atalarının hurafe ve yanlış itikatlarının ardı sıra gider olmuş. Peki Allah bizleri, Kur’an dan başka kaynaklara sevk ediyor mu?

Hatırlayalım, Allah rehberinde bizlere, Kur’an ın ipine sarılın diye öğüt verir. Sizlere indirdiğime uyun, başka velilere uymayın der. Hidayete erenlerin, yalnız Rabbinden gelen Kur’an a iman edenler olacağını anlatır bizlere. Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın diye uyarır. Allah kimlerin günahlarını affedeceğini söylerken, Rableri tarafından HAK olarak, Muhammed e indirilene inananların, günahlarını örteceğini, affedeceğini söyler. Kur’an ın insanların, kalp gözlerini açacak ışıklardan oluştuğunu açıklayarak, bizleri yalnız ve yalnız Kur’an ın ardı sıra gitmemizi öğütler.

Allah Kur’an ı, alemlere uyarıcı olsun diye indirdiğini ve bizlerin yalnız Kur’an dan hesaba çekileceğimizi söyleyerek, son noktayı koyar ve bizlerin Kur’an dan başka rehber edinmemizin doğrudan, hak yolundan sapmak olacağını apaçık bildirir.

Ayetin sonundaki cümle çok düşündürücüdür. Lütfen bu sözler üzerinde dikkatle düşünelim.
(Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.)

Bu uyarıyı, çok önemseyerek düşünmeliyiz, kim bu zalimler. Zalimler sözünden iman etmeyen inkârcıları anlamamız yanlış olur. Onlardan bahsediyor olsaydı, ayet kâfirler diye söz ederdi. Zalimlerin kimler olduğunu tam olarak anlayabilmek için, gelin Kur’an ı bir bütün olarak düşünelim, bakalım Allah ın bahsettiği zalimler kimlermiş.

Aşağıdaki ayet üzerinde, lütfen dikkatle düşünelim.
İbrahim 27: Allah Teala sağlam sözle iman edenleri, hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.

Bu ayeti eğer doğru anlayabilirsek, her sorunumuz çözülecektir. Ayette geçen sağlam sözle iman etmek ne demektir. Ya da Allah gerçek iman edenleri, sabit sözle sağlamlaştırması, ne anlama gelir?

Ayette Allah, bizlerin kurtuluşa erebilmesi için, en sağlam söz olan Kur’an ayetleri ile yalnız iman etmemizi istiyor. Bundan daha açık nasıl söylesin Yaradan. Demek ki en emin yolu takip etmek isteyen, en sağlam, en sabit söz olan Kur’an ın ardı sıra gitmeli, hurafe, rivayet, emin olmadığımız sözlerin peşine, asla düşmememiz gerektiği anlatılıyor.

Ayette bahsedilen zalimlere gelince. Dikkat ediniz, bunlarda inandıklarını söyleyenler. Allah ı ve elçisini inkâr edenler değil. Peki, neden Allah bunları saptırıyor, cezalandırıyor? Çünkü onlar Allah ın sapasağlam sözleri ile yetinmeyenler. Atalarının hurafe inançlarından vazgeçmeyenler.

Bugünde yaptığımız yanlışlar, dünden farklı değil. Çünkü onlar bugünde, Rabbin ayetlerini düşünmeden, hakka batıl karıştırmaya devam edenler. Çünkü onlar, Kur’an da her şeyden nice örnekleri anlayasınız diye sıraladık, açıkladık diyen Rahmana inatla, Kur’an da her şey yoktur diyerek, beşerin, velilerin rivayetlerine inananlar. Çünkü onlar, Allah ın sakın velilerin ardına düşmeyin, güvenilecek yardım istenecek, şefaat istenecek veliniz yalnız benim dediği halde, Rabbin sözlerini görmezden gelerek veliler edinenler, onlardan şefaat bekleyenler. Elbette bu yanlışta ısrarla inat edenleri Rabbim, asla doğruya yönlendirmeyecektir.

Bakara 59. ayette, bakın zalimlerin neler yaptığını söylüyor.
(Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler.)

Şükürler olsun Rabbime, bakın ne kadar güzel örnekler veriyor. Buradan da çok net anlaşılıyor ki, İsra suresi 82. ayette bahsedilen ZALİMLER, iman ettiğini söyledikleri halde, Allah ın ayetlerine, başka sözler karıştırıp, bunlarda Allah katındandır diyerek, ayetlerin anlamlarını değiştirenler olduğu anlaşılıyor. Sanki HAŞA Rabbim yazmayı unutmuşta, birileri akıl etmişçesine, siz bu ayetin nüzul sebebini biliyor musunuz diyerek, Rabbin hiç bahsetmediği anlamlar ayetlere verilmiyor mu?

Hâlbuki Rahman ne demişti, HAK GELDİ, BATIL YOK OLDU. Buradan da anlaşılıyor ki, Allah ın bahsettiği zalimler, hakka batıl karıştıranlar olduğu apaçık ortaya çıkıyor.

Zalimler konusunu daha iyi anlayabilmek için bir örnek daha vermek istiyorum. Bakara 229. ayetinde Allah, bir konuda açıklama yapıyor ve sınırlamalar getiriyor. Daha sonrada ayetin sonunda çok dikkat çekici bir uyarıda bulunuyor ve bakın ne diyor.
(Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.)

İşte yaptığımız büyük yanlışlara, çok dikkat çekici bir örnek. Demek ki Allah ın sınırları var. Peki, bu sınırlar nedir ve nerede belirtilmiştir? Elbette sizleri sorumlu tutuyorum dediği Kur’an da, Rabbin apaçık sınırları belirlenmiştir.

Eğer bizler bu sınırları yeterli görmeyip, kendimizce genişletmeye, sınırı aşmaya kalkarda, Kur’an da her şey yazmaz, özet bilgiler vardır der, dine ilaveler yaparsak, Allah ın koyduğu sınırları aşarsak, demek ki Rabbin katında ZALİMLERDEN olacağımız kaçınılmaz olacaktır.

Allah hakka batıl karıştırmayın diye ayetinde bizleri uyarıyor da, sakın emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin diyorsa, lütfen haddimizi aşarak, Allah ın koymuş olduğu sınırları zorlayıp, kendimizi ZALİMLER arasına sokmayalım.

Zalimlerden olmak istemeyen, Allah emretmediği halde, bunlarda Allah katındandır asla dememelidir. Çünkü Rabbin bahsetmediği, açıklama getirmediği konuları, bunlarda İslam ın, dinin emridir dersek, Yaradan a iftira atmış oluruz. Bunu yapanlara da bakın Allah ne diyor?
Ali İmran 94: Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.

Bizler elimizde, imtihan olduğumuz FURKAN apaçık dururken, nefislerimizin esiri olmaktan kurtulamadığımız için, beşerin öğretisi, baskısı altında öyle kalmışız ki, bize öğretilenleri Kur’an da göremediğimiz de, bakın demek ki her şey Kur’an da yazmıyormuş, deme cehaletini gösteriyoruz. Bu hatamızın en büyük nedeni, Kur’an ile aramıza edindiğimiz velileri sokmaktır.Bunu yaptığımız içinde, Rabbin neleri emrettiğinin elbette farkında olamayız.

Ayetin sonunda bahsedilen, Kur’an zalimlerin zararını artırır sözünden ne anlamalıyız, burası çok önemli. Zalimler hakka batıl karıştırdıkları ve Allah ın ayetlerinin anlamlarını değiştirip, beşerin hurafelerine delil aradıkları için, zalimlerin zararları, kaybı da, arttıkça artacaktır diyor Allah.

Allah ile kulun arasına hiç kimse giremez. Yaradan elçisine seslenerek, yarattığım kulum ile beni baş başa bırak diyor. Tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer diyerek, bu gerçeği Kur’an çok güzel anlatmıştır. Tabi anlayana, anlamak isteyene.

Kur’an bizlerin niyetine göre sorularımıza cevap verir. Hiçbir art niyet beslemeden, Allah ın ne emrettiğini anlamak amacıyla Kur’an a bakarsanız, tüm gerçekleri Rabbim gösterecektir. Yok, eğer hurafe itikatlarımıza delil aramak adına, Kur’an ın bir kelimesinin ardına anlamlar yükleyerek delil arama çabası içindeysek, zalimlerden olduğumuz içinde, Rabbim böyle insanın zararını artırdıkça arttıracak, gerçekleri asla görmesine izin vermeyecektir.

Bizler Kur’an ı yeterli görmeyip, onun özet bil içerdiğini, onda her bilginin olmadığını söylemekten de hiç çekinmemişiz. Kur’an ı herkesin anlayamayacağı bir kitap ilan ederek, beşerin kitaplarını tercih etmişiz. Hatta daha da ileri gidip, beşerin bazı kitapları için, Kur’an ayetlerinin ayetidir bu kitaplar, demekte sakınca bile görmemişiz.

Ne yazık ki bu acı gerçek, bu zalimce davranışımızın olacağı, 1400 yıl önce Rabbin bizlere gönderdiği rehberinde bile yazıyor. Peygamberimizin mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar diyeceği, bizlerin hiç umurunda bile olmamış. Bu uyarıyı kendi üstüne alan bile çıkmamış.

Bizler inatla Kur’an açık değil, herkes anlayamaz, her konuda açıklama yoktur dedikçe, Rabbimizde adeta gözümüze sokarcasına, bu fikre sakın inanmayın, Zalimlerden olursunuz DERCESİNE, BAKIN NE DİYOR.

Kehf 54: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.

Ne diyelim, Rabbin gerçeklerini, gönül gözleriyle gören gözlere, duyan kulaklara, hisseden gönüllere ne mutlu. Duymak, görmek ve hissetmek isteyen Rabbin HAK, EN SAĞLAM sözlerine sarılır. Çünkü peygamberimizde bunu yapmış, Rabbin hükümlerine tek bir kelime dahi ilave yapmamıştı. Çünkü Yaradan, elçisinin bazı sözleri bizlere atfederek, bunlarda Allah katındadır deseydi, ona ne yapardık diyor biliyor musunuz hakka 44. ayetinde?
(Mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.)

Değerli din kardeşlerim. Lütfen dikkatle düşünelim. Bu ihtarı, bu tembihi almış Allah ın elçisi, Allah ın Kur’an da hükmetmediği, açıklık getirmediği bir konuda, bunlarda Allah katındandır diyerek, dine ilaveler yapar mıydı? Yorum ve karar sizlerin.

Dilerim Rabbimden, zalimlerden olmayan, Allah ın rehberine sıkı sıkı sarılan, hakka batıl karıştırmayıp, Allah ın sağlam sözlerine iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz. Allah aklını kullanmayan kullarımı, pislik içinde bırakırım diyorsa, gelin dostlar aklımızı kullanarak, Rabbin en sağlam sözlerine iman edelim. Yoksa bizleri Allah ile aldatanların şerrinden, zalimliğinden asla kurtulamayız.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
31 Ekim 2012       Mesaj #16
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Hucurat suresi 14. ayet
Kur’an ayetleri gerçekten çok düşündürücü ve ibret vericidir, elbette aklını kullanana, ibret alana. Çünkü Allah onlarca ayetinde, bizleri düşünmeye ve aklımızı kullanmaya yöneltmektedir.

Sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, Hucurat suresi 14. ayet olacaktır. Gerçekten bu ayet, Kur an ışığında düşünene, büyük dersler verdiği gibi, günümüzde yaptığımız yanlışlara da işaret etmektedir. Önce ayeti yazalım, daha sonra Kur’an ışığında, üzerinde birlikte düşünelim.

Hucurat 14: Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

Yukarıda yazdığım ayette geçen, Bedevi Arapların Kur’an da geçen özelliğini de, önce sizlere hatırlatmak istiyorum. Bakın Tevbe suresi 97. ayetinde Rabbim, bu Araplardan nasıl söz ediyor.
Tevbe 97: Bedevi Araplar, küfür ve iki yüzlülükçe daha yaman ve Allah'ın, Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamağa daha müsaittirler. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Çok dikkat çekici bir özelliklerinden bahsediliyor, Bedevi Arapların. Küfür ve iki yüzlülükte daha yaman olduğunu söyledikten sonra, daha da düşündürücü bir özelliklerinden bahsediyor. Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamağa daha müsait olduklarını söylüyor.

İşte üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken, asıl konu burası sanırım. Bedevi Araplar dikkat ediniz, Hucurat 14. ayette biz iman ettik demişlerdi. Yani onlarda bu dini kabul ettiklerini söylüyorlar. Ama inat ettikleri bir konu var. Oda Elçisine indirilen, KUR’AN ın sınırlarına itirazları var. Demek ki Kur’an ın çizdiği bir sınır var. Bu sınırı aşanı Allah gerçek iman etmiş saymıyor.

Bu sözleri birde günümüzde yaptığımız yanlışlarla, Allahın kitabının sınırlarını, kendi nefsimizce nasıl aştığımızı karşılaştırdığımızda, sanırım o devrin Bedevi Araplarına çok fazla söyleyecek söz dahi, belki de bulamayız.

Şimdi Hucurat suresi 14. ayeti, bu inanç doğrultusunda anlamaya çalışalım. Kur’an ın sınırlarını tanımak sözünden ne anlamalıyız? Önce bunu tespit etmeliyiz. Bedevi Araplar iman ettiklerini söylüyorlar, ama atalarından gelen birçok inançtan da vazgeçmek istemiyorlar bu anlaşılıyor.

Hatırlayınız bu ve buna benzer toplumların, Kur’an ı yeterli görmeyen ve atalarının inançlarından vazgeçmeyen tavırlarına karşılık Allah, bakın nasıl ayetler indirmişti?

Araf sur.185. ayet: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar.

Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.

Hucurat suresi 14. ayetinde bedevi Araplar, inatla Kur’an ı yeterli görmedikleri gibi, onun sınırlarının dışına da çıkmayı istemekteydiler. Hâlbuki Allah birçok ayetinde elçisine, kullarıma Kur’an ile hükmet emrini vermiş, onun dışına çıkamayacağına dair birçok hükmü de indirmiştir. Onun içindir ki Allah, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye, kesin hükmünü de vermiştir.

Allah Bedevi Arapların, iman ettik sözünü yeterli bulmuyor. Çünkü iman etmek, sözle değil kalple gönülden yapılması gerektiğini belirtiyor. Allah iman ettik sözünü yeterli görmeyip, Müslüman olduk yani boyun eğdik denmesini istiyor. İşte asıl üzerinde düşünmemiz gereken, bir başka noktada burası sanırım.

Peki, neye boyun eğilmesini istiyor Allah? Ya da Bedevi Arapların yaptığı yanlış neler de, siz iman etmediniz diyor Rabbim? Bedevilerin Kur’an ın sınırlarını zorlayarak, onun dışına çıkması ne anlama geliyor? Sanırım ayetin anlatmak istediği önemli konuda burası.

İman ettik diyen Bedevi Araplar, ne yazık ki kendilerini yalnız Kur’an a verip, onun hükümlerine kendilerini teslim etmedikleri içindir ki, imanları kalplerine yerleşememiş ve onun nuruyla nurlanamamışlardı. Çünkü hakka batıl karıştırıyorlardı da ondan. Rahman siz iman ettik diyorsunuz, ama aslında iman etmediniz diyordu onlara.

Ayetin devamında; Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez diyerek, Allah ın resulüne indirdiği kitaba itaat edilmesini ve bu kitabın sınırlarını tanımalarını istiyor. Çünkü sınırları çizen, belirleyen yalnız Allah tır. Peygamberimizde yalnız Kur’an ı tebliğ edip, eskiden gelen atalarının hurafe inançlarından, onları vazgeçirmeye çalışıyordu. Direnmede bu konu üzerinde oluyor, onlara da atalarının hurafe itikatlarına, inanmaya devam etmek istiyorlardı.

Bu ayet bizlerin günümüzde yaptığı, çok büyük yanlışlara dikkatimizi çekiyor. Peygamberimiz devrinde, Kur’an ın sınırlarını zorlayanlara Rabbin ikazı neyse, bugünde Kur’an ın sınırlarını aşanlara, onun sınırlarını genişletip, ilaveler eklemeler yaparak, atalarının inançlarını yaşamakta diretip, bunlarda Allah katındandır diyenleri, dün Allah nasıl ikaz ediyorsa, bugünde aynı uyarıların geçerli olduğunu unutmamalıyız.

İman ettim demekle, iman edilmiş olmadığını, gerçek iman edenin Kur’an ın sınırlarını aşmaması, yalnız Kur’an a boyun eğmesi gerektiğini, Allah bizlere çok açık anlatıyor.

Dilerim Rabbimden, sözde iman ettik diyenlerden değil, Müslüman olduk dedikten sonra, Kur’an ın hükümlerini tebliğ alıp, boyun eğdik diyenlerden oluruz. Yine dilerim Kur’an ın sınırlarını bilen, onun sınırlarını zorlamayan, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
8 Kasım 2012       Mesaj #17
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Kur'an ın Emrettiği, Namaz, Oruç ve Zekatın Özünü, Amacını Doğru Anlamak
Kur’an ı doğru anlamak istiyorsak, önce onunla bizzat tanışmamız ve anlama çabasında olmamız gerekir. Eğer onu anlayarak okumayıp, Rabbin önerdiği gibi ayetler üzerinde düşünmüyorsak, Kur’an ı da asla doğru anlamamız, inancımızı doğru yaşamamız mümkün olmayacaktır.

Belki birilerinden, Kur’an hakkında çok şeyler öğrenebiliriz, ama doğruluğundan asla emin olamayız. Emin olabilmek içinde, önce kendimiz mutlaka Kur’an ile buluşmalı ve onu anlamak adına çaba harcamalıyız. Çaba harcamadan, kendimizden bir uğraş vermeden, imtihanımız da başarılı olacağımızı da düşünmemeliyiz.

Birileri siz Kur’an dan anlayamazsınız diyorsa, bunu söyleyenlerin bizlerden gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir, bunu da unutmayalım.

Eğer birileri siz Kur’an ı anlayamazsınız, onu veli insanlar ancak anlayabilir diyorlarsa, şunu unutmayınız ki, bunu söyleyenlerin Kur’an dan gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dedikten sonra, asla kullarının anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonrada ondan sorumlu tutmaz.

Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, acaba Allah ın Kur’an da bolca bahsettiği, bizlere önerdiği, namaz, oruç, zekât gibi ibadetler, bizlerin Allah a borcumudur? Çünkü günümüzde namaz her Müslüman ın Allah a borcudur denir. Gerçekten Yaradan ın bizlere Kur’an da zikrettiği, ibadetleri Allah a borcumuzu ödemek için mi yapıyoruz? Ya da onun için mi yapmalıyız? Bu önemli konuyu, gelin birlikte Kur’an ışığında düşünelim, anlamaya çalışalım.

Namaz
Önce namazı ele alalım. Eğer namaz bizlerin Allah a borcumuz olsaydı, borç alacak ilişkisini Yaradan la kurmamız gerekirdi ki, sanırım bu borcu bizlerin ödemesi çok zor olurdu. Borç alacak ilişkisi, aynı değerde kişiler arasında olur. Yaradan la biz aciz kullarının arasında, sizce böyle bir alış veriş olabilir mi?

Borç alacak ilişkisi ile Allah a yaklaşırsak, onun yüceliğine, eşi benzeri olmayan makamına, saygısızlık yapmış olmaz mıyız?

Namazı Kur’an da bolca zikreden Allah, bu yolu bizlere neden öneriyor olabilir. Namazla ulaşılmak istenen amaç, fayda nedir? Önce bunu gerçek anlamda doğru öğrenmeliyiz ki, namazın faydasını görebilelim.

Dikkat ederseniz, Kur’an namazdan bahsederken, bu yolla Yaradan ile bir bağ kurulacağını ve bu irtibat sayesinde, Allah tan yardım istenebileceği örneğini verir.

Bakara 45: Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.

Demek ki namazın asıl amacı, Allah ile diyalog kurmak, ondan yardım istemekmiş. Eğer namazın asıl amacını anlayamayıp, Allah a borcumuzu ödüyoruz fikrinden yola çıkarsak, namazın asıl amacını anlamamış oluruz. Allah ın bizlerin namaz kılmasına ihtiyacı yoktur.

Namaz, Yaradan la kulunun bir olduğu andır. Namaz, Allah ın huzurunda saygıyla boyun eğip, tüm benliğimizle ona teslim olduğumuz andır. Namaz riyadan, her türlü kötülükten, kinden, nefretten uzak kalabilmenin yoludur.

Namaz, Yaradan a açılan bir kapıdır. O kapının da anahtarı yalnız ve yalnız Kur’an da gizlenmiştir. Onu bulmak isteyen, aklını kullanmalıdır. Aklını kullanmayan, birilerine koşulsuz teslim olan, asla Yaradan a açılan kapıdan geçemez. İşte tüm bu gerçeklerin farkında olan, ancak namazın faydasını görebilecek, o anahtara sahip olacaktır. Başaramayan ise, nefsini aldatmaktan öteye gidemeyecektir.

Düşünerek Kur’an ı okuyan bir Müslüman, geçmiş namazların kılınmasından, Allah ın bahsetmediğini görecektir. Böyle bir sorumluluktan Kur’an bahsetmez. Allah geçmişe değil, yaşadığımız o ana ve geleceğimize yön verir. Çünkü geçmiş yaşanmıştır, ancak geçmişten dersler, ibretler alarak geleceğimize yön verebiliriz. Eğer namaz, Allah a borcumuz olsaydı, geçmiş kılmadığımız namazlarımızın, da kılınmasını isterdi bizlerden. Ama böyle bir emri Kur’an da yoktur.

Peki, geçmiş namazlar konusunda ne söyleyebiliriz? Geçmiş kılmadığımız namazlarımızın, bizler için büyük bir kayıp olduğunu söyleyebiliriz. Yaradan ile bağlantı kurmadığımız, onun huzuruna durmaktan uzak, onun nurundan, önerilerinden kopuk yaşadığımız, bizler için kayıp günlerimiz diyebiliriz.

Geçmişte kılmadığımız namazlarımızı bugün kılarak, yaptığımız yanlışlarımızı düzeltebilir miyiz? Elbette hayır. Yaptığımız her şeyin hesabını vereceğiz. Bugün kılacağımız namazlarımızla belki, geçmişte yaptığımız hataların affı için dua edebiliriz.

Buradan da anlaşılıyor ki, bizlerin kıldığı namaza Rabbin ihtiyacı yok, tam tersine bizlerin ihtiyacı vardır. Çünkü namazla bizler Allah a yaklaşır, onun nuru ile nurlanır, gönül gözlerimizi onun ışığıyla aydınlatırız. Onu hatırlarız, onu zikrederiz, tespih ederiz ve hayatımıza onun önerileri ile yön veririz. Doğru, güzel yaşamanın tadını, nefsimizde hissederiz. Bakın Allah namaz konusunda ne diyor.

Bakara 277: İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.

Dikkat ederseniz Allah, namaz kılanların, yani Allah ile irtibat kuranların, mükâfatlandırılacağını söylüyor. Peki, neden mükâfat verileceğini söylüyor, bolca namaz kılanların mı mükâfatlandırılacağını söylüyor? Lütfen bu ayete dikkat edelim. İman edip, iyi işler yapmaları halinde. Yoksa ben iman ettim, bol bolda namaz kılıyorum demekle değil. Buradan da anlıyoruz ki, gerçek anlamda kılacağımız namaz, bizleri doğruya, güzele yaklaştıracaktır. Tabi elimizde, Allah ın rehberi olmak şartıyla. Onun çizdiği yoldan yürüyerek, onun kelamını ciddiye alıp, onda her şey yazmaz, her açıklama, detay yoktur demeden Kur’an a yaklaşarak, Allah ın hoşnutluğunu kazanabiliriz.

Allah birçok ayetinde, üstünde durduğu bir konu vardır. İyilik, güzellik, barış ve hayırda yarışmak. Hatta cennetinin en güzel makamını hayırda ve barışta yarışanlar için ayırdığı örneğini verir. Dikkat ediniz namazı çok kılan, orucu tam tutan demiyor. Önemli olan sonucu alabilmektir. Namaz, oruç bizleri iyiliğe güzele, doğruya, hayra, barışa ulaştırmanın yol ve yöntemleridir.

Bu yolu, yöntemi doğru kullanmıyorsak, işin özüne inmeden görüntüye, gösterişe önem veriyorsak, istenilen amaca da ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Bu durumda mükâfat beklemek elbette doğru olamaz. Tüm bunları, doğru bir toplum yaratmak için Allah ister bizlerden. Namazında asıl amacı budur. Allah ı unutmadan, onun rızasının, hoşnutluğunun verdiği mutlulukla, insanlık adına yararlı işiler yaparak yarışmaktır asıl amaç.

Eğer Müslüman olduğunu söyleyen bir toplum, barıştan, yardımlaşmadan, iyilikten uzak bir toplum olarak yaşıyorsa, bu toplum NAMAZIN özünde isteneni kavrayamamış, şekilsel boyutta namazı yaşayarak, boşa zamanlarını harcıyorlar demektir. Sanırım İslam toplumunun büyük bir çoğunluğu, bu gerçeği kavrayamamış görünüyor.


Oruç
Gelelim oruç tutma konusuna. Oruç tutmamız da Yaradan a bir borcumuz olmayıp, tam tersine bizlerin hayatında, sağlıklı yaşamanın çok önemli bir yoludur. Eğer Allah a borcumuz mantığıyla bakarsak, oruç tutamayanların borcunu ödemediği çıkar ki, bu düşünce ve fikir yanlıştır. Allah bizlerin ne namazına, nede oruç tutmamıza ihtiyacı yoktur. Çünkü onun eşsizliği, yüceliğinin hesabını dahi bizler yapamayız.

Allah oruçtan bahsederken, bizlerin korunması adına orucun farz kılındığını söyler. Oruç tutmamızın, bizler için çok hayırlı olacağı uyarısını da yapar. Demek ki orucun emredilmesinin asıl nedeni, bizlerin sağlıklı bedene ve ruha sahip olabilmesi amacını taşıyor.

Yine oruç konusunda açıklama yapan Allah, bulunduğumuz oruç ayında tutamadığımız günleri de, daha sonra fırsatını bulduğumuz, sağlığımıza kavuştuğumuz en kısa zamanda tutmamızı ister. Hiç tutamayanlarında, fakiri doyurmaları yolunu gösterir. Dikkat ediniz geçmiş yıllarda tutulmayan oruçlar konusundan da hiç bahsetmez Kur’an. Çünkü geçmiş artık geçmişte kalmıştır. Geçmiş yıllarımızı, oruçla değerlendirmediysek, sağlıklı olmanın yolunu kaçırmışız demektir diyebiliriz. Elbette buda bizlerin, bedenimiz ve ruhumuz için büyük bir kayıptır. Bunu yapmakla, Yaradan ın bizlere verdiği emanetini, doğru kullanmadığımızı söyleyebiliriz.


Zekat
Zekât konusunda Allah, çok dikkat çekici bir örnek verir.
Bakara 245: Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin de, Allah da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin! Allah (rızkı) kısar da, açar da. Hep O'na döndürüleceksiniz.

Ayetin güzelliğine bakar mısınız lütfen. Allah fakire, maddi imkânı olmayana zekât vermeyi, kendisine borç verme olarak kabul ediyor. Elbette bunu yapan, karşılığını Allah tan görecektir. Allah zekât konusuna Kur’an da çok önem verir ve derki. Zekât sizlerin malınızın, paranızın bereketidir. Zekât verilen bir toplumda, toplumsal barışın sağlanacağı, insanların daha huzurlu ve mutlu yaşaması arzu edilmektedir.

Dikkat etmemiz gereken bir konuda, Kur’an da en çok zikredilen, Rabbin bizlere önerdiği, namaz kılmayana, oruç tutmayana ve zekâtını vermeyenlere karşı bir yaptırımdan, cezadan söz etmemesidir. Çünkü dinde zorlama olmadığını ve herkesin yaptıklarının karşılığını alacağını, bu Dünyada imtihanda olduğumuzu söyler. Fakat bu ibadetlerin yapılması ile bizlerin Allah ın istediği yoldan gideceğimiz örneklerini verir ve bizleri teşvik eder.

Açıkça Allah bizleri, bu Dünyada özgür bıraktığını söylerken, yapılan her şeyin bir karşılığı olacağının da dikkatini çeker. Emredilen ibadetlerin yapılmadığında, bu Dünyada beşeri kanunlarla bir ceza verilmesinden bahsetmez. Çünkü emrettiği ibadetlerin, yerine getirilmemesinin muhatabı, Allah ın bizzat kendisidir. Cezayı da mükâfatı da Allah yalnız ben veririm der.Toplumun huzurunu, düzenini sağlamak adına koyduğu kuralların uygulanmasında, elbette beşeri cezalar konmuştur. Örneğin toplumda fuhşun, hırsızlığın çoğalmaması için konmuş olan kurallar gibi.

Duaların karşılık bulmasını istiyorsak, söz dinleyen, Allah ın önerileri ile yaşayan bir kul olmalıyız.

Bizler önce namaz kılın emriyle, Allah ın bizlere neler anlatmaya çalıştığını, doğru anlamalıyız. Toplum olarak bu emri acaba doğru anlayabildik mi? İşte kendimize sormamız gereken çok önemli bir soru. İslam Ülkelerinde bolca kılınan namazları, yapılan duaları düşünün lütfen. Görünen manzara adaletten uzak bir toplum, savaş, yokluk, acı ve keder. İşte namazı Allah ın kriterlerine göre kılmazsak, elbette ondan faydada görmemiz de mümkün olmayacaktır. Allah ın istediği gibi yaşanmıyorsa, dualarında karşılık bulması beklenemez.

Rabbin bir başka ayetinde söylediği gibi, iman ettim demekle gerçek iman etmiş nasıl olunmuyor da, Yalnız Rabbin buyruklarına, batıl karıştırmadan teslim olunması, boyun eğilmesi gerekiyorsa, Allah ın önerdiği şekliyle, namazını gereği gibi kılmayanlarda, NAMAZIN faydasını görmeleri mümkün olmayacaktır.

Allah her şeyden nice örnekler verdik diyorsa Kur’an da, namazını göstermelik kılanlar içinde elbette bir uyarısı var. Maun suresinde Allah, namazını kılan bir toplumdan söz ederek bakın ne diyor.
(Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır.)

Demek ki öyle Müslümanlar var ki, namazlarını borcumuzu ödeyelim, borçtan kurtulalım ya da gösteriş olsun diye kılıyor. Ciddiye almama konusuna gelince. Allah namazlarımızı huşu içinde kılmamızı, kendisinden yardım istememizi söyler. Eğer emredilen namaz, Allah ın istediği kalitede, yöntemle yapılmıyorsa, ona ciddiyetle yapılmıyor deriz. Ne yazık ki bizler, namazlarımızı Rabbin istediği ölçüde, değerde yapamıyoruz.

Peki, bizler namazımızı nasıl kılıyoruz? Anlamını dahi bilmeden ayetleri okuyarak, namaz kıldığımızı zannediyoruz.Anlamını bilmeden okuduğumuz içinde, Yaradan la huşu içinde onun huzurunda olamıyoruz. Yaradan la doğru yöntemle irtibat kuramadığımız için, boşa geçiriyoruz zamanımızı. Böyle namaz kıldığımız için, aklımıza öyle şeyler geliyor ki, bununda suçunu şeytana atıyoruz ve bakın şeytan vesvese veriyor diyoruz. Kendimizde hiç suç aramıyoruz bile.

Bizler Allah ın rehberi ile bulaşmadığımız için, birilerinden İslam ı öğrenmenin yolunu seçiyoruz. İşte o birileri de, dini kendi nefislerinde evirip çevirip ilavelerle topluma sunduğu için, ne yazık ki Rabbin gerçeklerinden habersiz yaşıyoruz.

Namazda gösteriş konusu, günümüzde ne yazık ki en çok kullanılan yöntemdir. Birileri camide beni görsün düşüncesiyle, namazımızı kılıyorsak, elbette o namazdan fayda görmemiz de düşünülemez.

Allah hüküm vermediği halde, Camide namaz kılmanın sevabının, kat kat daha fazla olduğunu söyleyerek, ne yazık ki camileri siyasete alet etmişler ve topluma istedikleri gibi yön vermenin, kendi çıkarları doğrultuda kullanmanın merkezi yapmışlardır.

Allah ın bizlere emrettiği tüm ibadetlerin, bizlere faydası olması adına emredildiğini unutmamalıyız. Bu emirlere uyan, uymayan, ya da gevşek davranan, Allah ın önerdiği yolda yürüme çabaları, azmi nispetinde fayda sağlayacaklardır.

Rabbin önerilerine kulaklarını açıp, gönülden uyanlara ne mutlu. Dilerim Rabbimden, namazını gereği gibi kılıp, orucunu tutan, zekâtını gönülden veren, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
29 Kasım 2012       Mesaj #18
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Maun Suresi
Maun suresini dikkatle okuyup, eğer üzerinde düşünürsek, yaptığımız yanlışlarında, daha çok farkında olacağımıza inanıyorum.
Maun suresinde Yaradan, bizlere öyle şeyler anlatıyor ki, bir bütün değerleri, parça parça edip, içinden işimize gelenleri seçtiğimizde, asla amaca ulaşamayacağımızı, daha da önemlisi yapılan tüm uğraşların, ibadetlerin boşa gideceğini bizlere anlatıyor.
Gelin önce sureyi okuyalım, daha sonrada üzerinde düşünmeye çalışalım.

Mâ’ûn Suresi
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Dini yalanlayanı gördün mü?
2. İşte o, öksüzü iter, kakar.
3. Yoksulu doyurmaya ön ayak olmaz.
4. Vay haline o namaz kılanların ki,
5. Kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler.
6. Gösteriş yaparlar onlar,
7. Ve yardımlığı sakınırlar.

Surenin ilk ayetinde dini yalanlayanı gördün mü sözlerinden, önce ne anlamalıyız onu düşünelim. Bu sözlerden iman etmeyenlerden bahsediliyor diye anlarsak, daha sonra ki ayetlerle ters düşeriz.Çünkü İnanmayan bir insan zaten ne yoksulu doyurur, zekât verir nede namaz kılar.

Demek ki ilk ayette, öyle bir insanlardan bahsediyor ki Allah, İman ettiğini söylediği halde imanının, inancının kurallarını yerine getirmekte titizlik göstermeyenlerden bahsediyor. Bunlar kendi hurafe itikat ve çıkarları doğrultusunda hareket eden, ayetlerden istediğinialıp, işine gelmeyenleri almayan, anlamlarını değiştirip gerçeği yalanlayan, Allahın ayetlerinde geçen kelimelerle oynayan, farklı anlamlar vererek bütündensapan, kişilerden bahsediliyor.

Müslüman olduğunu söylediği halde, kendiamaçları için her şeyi mubah kılarak, imanın, inancın çok önemli kurallarını görmezden gelenler kimsesiz, öksüz insanlara acımaz, yardım etmezler diyor. Kendisi bolluk içinde olduğu halde, yoksulu doyurmak için çaba da göstermeyeceğini, zekâtı da gereği gibi yerine getirmeyip, gösteriş için kullanırlar diyor.

Bu insanların kıldıkları namazdan gereken hayır, faydayı göremeyeceğini, çünkü bir bütünden, Kur’an dan saparak, inançlarını yaşadıklarını, onun için de namazın vereceği nurdan, hikmetten istifade etmelerinin mümkün olmadığını, çünkü namazın gerçek değerini bilmediklerini anlatıyor.

Namaz kıldığını zanneden, dinin gerektirdiği özden, Kur’an ın verdiği hükümlerden uzaklaşan kişilerin, kıldıkları namazı da, gösteriş için kılacağından bahsediyor.

İşte Kur’an, işte onun nur saçan ayetleri. Ama bizler Kur’an ı anlamadan okumanın yarışlarını yaparken, birileri bizi öyle Allah ile aldatıyor ki, sanırım bunun farkına mahşer günü varacağız. Tabi iş işten geçmiş olacak.

Düşünebiliyor musunuz birileri çıkıyor, din ve iman adına söylemlerde bulunuyor, daha sonrada amaca ulaşmak için her şey mubahtır diyerek, Allah ın koyduğu değişmez kuralları istediği zaman esnetip, kaldırıp, daha sonra tekrar getirebiliyor. İşte Maun suresi bizlere bu ve buna benzer olaylara sapanların kılacakları namazların, ne durumda olduğundan bahsediyor, örneklerini veriyor. Tabi anlayana, anlamak isteyene.

Yaradan bizlere öyle bir inanç, düzen oluşturmaya çalışıyor ki, bu düzende doğruluk, dürüstlük, eşitlik, adalet,özgürlük asla kısıtlanamaz, geçici dahi olsa, kişilere göre esnetilemez, kaldırılamaz.

Eğer birileri amaca ulaşmak için, yalan söylemek mubahtır diyor da, bizler birilerinin amacına ulaşması için yalan söyleyebiliyorsak, o yalanın nerelere varacağını, hangi günahsız canları yakacağını, haksızlıklara sebep olacağını asla bilemeyiz, hesap dahi edemeyiz. Bununda hesabını Allah a veremeyiz.

İşte maun suresi bizleri, bir bütündenayrıldığımızda, ne kadar büyük yanılgılar içinde olacağımızı anlatmaya çalışıyor. Bir bütünü sağlam ve sağlıklı oluşturmak için, tüm parçalarının yerliyerinde olması gerekir. Bir ev yaparken, eksikkoyacağımız bir malzemenin, bizlere nelere mal olacağını çok iyi biliriz. Bunun içindir ki Yaradan da bizleri uyarıyor ve bütünden, yani Kur’an ın önerdiği kurallardan asla şaşmadan, onların bir kısmını görmezden gelmeden, bir bütün olarak yaşamamızı emrediyor.

Sizlere vereceğim örneği, lütfen Maun suresi ekseninde dikkatle düşününüz. Allah Kur’an ayetlerinin, tümüne iman etmediğimiz sürece gerçek iman etmiş olmayacağımızı söyler bizlere. Hatta ayetlerin bir kısmına iman ediyor, bir kısmına inanmıyor musunuz diye debizlerin dikkatimizi çeker.

Peki, bizler ne yapıyoruz, Kur’an ın tüm ayetlerine iman edip ve tamamının bugün geçerli olduğunu mu söylüyoruz? Ne yazık ki hayır. İslam toplumunun büyük bir kısmı, Kur’an ayetlerinin bir bölümünün bugün hükmü olmadığını, bazı ayetlerin NESİH edildiğini, yani hükmünün kalktığını söyler ve buna da inanılır. Bunlara da delil olarak, bazı rivayet hadisleri gösterirler. Yani işin acı olanı, rivayetler Kur’an ayetlerini bugün hükümsüz kılar, nesih eder, ama bizler bunun bile farkında değiliz. Çünkü din ve iman konusunu bizler araştırmayıp, Kur’an ı anlayarak hiç okumayıp, ona müracaat bizzat etmeyip, inancımızın kurallarını başkalarına bırakmışız daondan.

Demek ki bizlerin genel çoğunluğu, bugün Kur’an ın tümüne iman etmiş olduğumuzu söyleyemez. Eğer bir kısım ayetlerin bugün, hükmünün olmadığına inandırılmış isek, gerçek iman edenlerden olamayacağımızı Rahman apaçık söylüyor. İşte bunun içindir ki Kur’an ın gerçek nurundan da fayda sağlayamıyoruz. Çünkü Allah bütünden sapan, bazı ayetlerin hükümsüz olduğunu söyleyerek dine iftira atan, yalan söyleyerek iman eden bir inancın, itikadın bizlere fayda sağlamayacağını, yapılan ibadetlerin gerçek faydasını göremeyeceğimizi anlatıyor ayetinde. Hatta hakka batıl karıştırmayın diyerek, bizleri Kur’an ın çevresinde toplanmamızı ister.

Bugün bizler kıldığımız namazlarımızın,tuttuğumuz orucumuzun, verdiğimiz zekâtımızın gerçek karşılığını bulamıyorsak,bir yerlerde bir yanlış yaptığımızı düşünmeliyiz. Yaradan namaz kılan bir topluma hitaben, VAY HALİNE O NAMAZ KILANLARIN diyorsa,Allah ın bu sözlerle neyi kast ettiğini çok iyi düşünmeliyiz.

Allah Cuma yani toplantı namazı hariç, diğer vakit namazlarımızı camide ya da mescitlerde toplu kılınmasından bahsetmez. Kur’an da. Namazın vakti girdiğinde kılınmasını ister Allah. Çünkü namaz, Allahile kulu arasındaki iletişimdir. Yaradan ile kurduğumuz samimi diyalogun kapısı namazdır. Bunu da istediğimiz her yerde yapabiliriz. Fakat bizler namazı öyle gösteriş haline getirmişiz ki toplum olarak, birde Allah hüküm vermediği halde, camide toplu kılınan namazın başka yerde kılınan namazdan, kat kat sevap olduğunu da topluma anlatarak, namazı iyice toplum arasında gösteriş vesilesi yapmışız.

Duyarsınız, birbirlerine adeta gösteriş yaparcasına, camide göremiyoruz sizi ne zamandır, nerelerdesin sözleri, adeta toplum arasında bir sınıf yaratmış, övünç ve gurur vesilesi yapılmaktadır. Bizler namazlarımızı toplumsal bir kariyer edinmek için kılar da, bunu şahsi amaçlarımıza alet edersek, kılacağımız o namazlarımızdan fayda göremeyeceğimiz açıktır. Bizler namazın önce anlamını, faydasını, yol ve yöntemini çok iyikavramalıyız.

Yaradan bizlerin hayır yaparken, zekâtlarımızı verirken bile, elimizden geldiğince gizli yapmamızı önerir. Ama biz bu yolu hiç benimsemeyiz genel çoğunluk olarak. Çünkü nefislerimizi gereği gibi eğitmedikte ondan. Namaz kılarken, zekât verirken herkesin görmesini, duymasını isteriz adeta. Peki, bunun nedeni ne olabilir sizce? Allah ın emirlerini, önerilerini ilk elden öğrenmeyip, ona müracaat etmeden, rivayetleri dinleştirmemiz bunun en büyük sebebidir.

İslam inancı bir bütündür, onunda kuralları Allah ın rehberi Kur’an da apaçık belirtilmiştir. Onun kurallarının bir tanesini bile görmezden gelenlerin, ayetleri nefsimize uydurarak yaşamanın sonucunu, Maun suresi çok güzel açıklamıştır. Bizler Kur’an ayetlerini kendimize uydurmak yerine, kendimiz Kur’an ın bütününe uymanın yolunu bulmalıyız. Bulamadığımız sürece de, doğru yolu bulmamız asla mümkün olmayacaktır.

Kur’an ı rivayetlerden aldığımız bilgilerle anlamak yerine, yine Kur’an ın diğer ayetlerinden yararlanarak anlamanın yolunu seçmeliyiz. Çünkü Kur’an, kendisini anlatan, açıklayan eşi benzeri olmayan bir rehberdir.

Eğer bizler halaKur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır. Kur’an ı herkes anlayamaz veli insanlar anlar. İslam ı doğru anlamak ve yaşamak için fıkıh kitaplarına müracaat etmeliyiz diyor da, toplumu Kur’an dan uzaklaştırıyorsak, sanırım kıldığımız namazlarında faydasını nefsimizde, ruhumuzda, bedenimizde görmemiz mümkün olmayacaktır.

Bu sureden dersler alarak, bütünden ayrılmayana, Kur’an ı bir bütün alarak yaşayarak, namazlarını gösterişten uzak yerine getirene ne mutlu. Dilerim Rabbimden cümlemiz, bu gerçeklerin farkında olan, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
9 Ağustos 2013       Mesaj #19
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Bizler inancımızı yaşarken, acaba akıl ve Kur’an ekseninde mi yaşıyoruz? Yoksa Kur’an ve rivayetler doğrultusunda mı?

Bu soruma vereceğiniz cevap çok önemli. Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına gitmeyin hesabını sorarım, aklını da kullanmayanı pislik içinde bırakırım diyorsa, sizce bu sorumun cevabı çok açık değil midir?

Benim yazdığım yazılarıma cevap veren bazı kardeşlerim, sen peygamberimizi devre dışı bırakmak istiyorsun, hadis ve sünnet düşmanısın ithamında bulunuyorlar bana.

Hatta bir din kardeşim şöyle cevap vermiş. Atadan ne görmüş ne öğrenmişsek onu yapıyoruz yeni yeni din icat etmeyin. Doğrusu üzerinde düşünmemiz gereken bir cevap. Peygamberimiz Kur’an ı tebliğ etmek istediğinde,o günkü ehli kitabın itirazı da, aynen bu şekildeydi. Atalarımızdan öğrendiklerimizden, bizlerin vazgeçmemizi mi istiyorsun, diye itiraz ediyorlardı.

Önce şunu belirtmeliyim ki, hiç kimse Allah ın resulünü devre dışı bırakamaz. Daha doğrusu, hiçbir aklı başında Müslüman buna cesaret edemez. Ama akıllı bir Müslüman, peygamberimizin hadisinde bizleri uyardığı gibi, benim adıma yalanlar uydurmayın ve bunlara inanmayın, yoksa sonunuz cehennem olur, uyarısını dikkate alır ve bu konuda titiz davranır. Çünkü peygamberimiz bizleri her zaman Kur’an a yönlendirmiş, zaten Allah elçisine, yalnız ve yalnız Kur’an ile hükmet görevi vermiştir.

Gelelim bizlere ulaşan rivayet hadislere. Ben hiçbir yazımda hadislerin tamamını inkâr edelim, bizlere hiçbir faydası yoktur demedim ve bunu söylemek akla ve Kur’an a da uymaz.

Benim söylediğim,rivayetler konusunda her zaman dikkatli olalım, her güzel örnekten, bilgiden faydalanalım, ama mutlaka Kur’an ın onayını alalım dedim. Bugün okullar da okuduğumuz, geçmiş tarihi bilgilerin bir kısmı, kesin bilgi değildir. Kalıntılardan ve bazı bulgulardan yola çıkarak, yapılan değerlendirmelerdir. Ama bizleri bilgi sahibi yapar o dönem hakkında. Yeni bir kanıt, yazıt bulunduğunda, eski bilgiyi siler, yenisini kabul ederiz. Bunda hiçbir sakınca da olmaz.

Peki iman ve inanç konusunda da aynı yolu kullanabilir miyiz? İşte bu çok önemli. Kur’an bu konuda ne söylüyor? Allah çok açık ve nethükmünü vermiş ve bakın ne diyor Rabbimiz.

İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın(eminolmadığın) şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondansorumludur.

Sizlere sormak istiyorum. Rabbimiz emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin diye hüküm veriyorsa, nasıl olurda hiç düşünmeden, araştırmadan her peygamberimizin sözü diye rivayet ettikleri bilgiyi kabul ederiz. Unutmayalım ki rivayet, kesin emin olunmayan bilgi, yani söylenti demektir.

Değerli din kardeşlerim, işte ben Rabbin bu ayetlerini tebliğ almış ve iman etmiş bir Müslüman olarak, hem Rabbimizin hem de peygamberimizin uyarısını dikkate alıyor ve bu konuda elimden geldiğince titiz davranıyorum. Buna Allah şahittir.

Gelelim peygamberimizin sözleri diye nakledilen, rivayet hadislere. Elbette içinde peygamberimizin söyleme ihtimali yüksek olan, birçok rivayet hadisler var. Tüm bunlardan faydalanmalı ve dersler çıkartmalıyız. Çünkü Allah elçisini bizlere örnek göstermiştir. Ama şunu unutmamalıyız, hiçbir rivayet bilgi dine hüküm koyamaz, Allah ın vermediği bir hükmü veremez. Çünkü Allah elçisine verdiği görev ve sorumluluk, Kur’an da çok açık belirtilmiştir.

Bugün İslam âleminde büyük bir kesim, rivayet hadisler olmasaydı bizler Kur’an ı anlayamazdık, Kur’an kapalı kalırdı deme cesaretini göstermektedirler. Hadislerin günümüze birçoğunun, sağlıklı ulaşmadığını söylediğimizde verdikleri cevap düşündürücüdür.

(Hadislerin bize sağlıklı ulaşmadığını iddia eden kimseler, hâşâ Kur'an ın da bize sağlıklı ulaşmadığını iddia etmektedirler aslında.)

Ne yazık ki bu tür örneklerle toplum, İslam ın özünden saptırılmakta, Kur’an dan uzaklaştırılmaktadır. Allah Kur’an ı ben koruyorum diye hükmünü bizlere vermiştir. Bizler Allah korumasında olan bir kitap ile beşerin birbirinden çok farklı rivayetlerini de, aynı seviyede düşünerek, hâşâ Kur’an değerini vermemiz, ne akla ne mantığa, nede Kur’an a asla uymaz. Bu bir şirktir unutmayalım.

Rivayetlerinde Allah korumasında olduğunu söyleyenlere sormak isterim, acaba hangi mezhebin topladığı hadisler Allah koruma altında. Çünkü aynı konuda, ama birbirine taban tabana zıt, o kadar hadis rivayet ediliyor ki, doğrusu bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiği, biraz düşünen tarafından anlaşılacaktır.

Ramazan dolayısıyla dini konularda, birçok sohbetler yapılıyor. Özellikle bir konu işleniyor ve deniyor ki, rivayet hadisler olmasaydı, Kur’anı bizler anlayamazdık. Televizyonlarda ve internet sitelerinde bu konu ile ilgili çok dikkat çekici sözler söyleniyor. Bir kısmını sizlerle paylaşmak ve sizlerin üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. Allah Yunus suresi 100. ayetinde, Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir diyorsa, Rabbin bu hükmünü lütfen unutmayalım.

Allah Kur’an ayetlerinin açık olduğunu ve her şeyden nice örneklerle izah edildiğini söyler bizlere. Bu konuda düşüncesini söyleyen bir din kardeşimiz ise, bakın bu konuyu nasıl anladığını anlatıyor.

(Kur’an apaçıktır ama hangi meselelerde apaçıktır. Apaçıktır ama her meselede öyle değil. Kitapta açık olan inanç esaslarıdır. Kitapta namaz bile anlatılmıyor nasıl açık olabilir.

Kur’anı kerim namazı, orucu, zekâtı haccı anlatmaz. Bud urumda nasıl açık oluyor. Bazı konularda açıktır. Her konuda açık değildir. Kur’anı, ayetleri anlayabilmek için, sünnete, peygamberimizin hadislerine mutlaka ihtiyaç vardır.

Allah namaz kılın der, Kur’an a göre nasıl kılacağız? Kur’an ruku edin diyor bu eğilme nasıl bir eğilme. Kaç rekât kılınacak. Zekât verin nasıl vereceğiz. Hangi maldan ne kadar. Yılda kaç defa. Tüm bu bilgileri sünnetten öğreniyoruz.

Allah her şeyi kitabına koymadı. Peygambere müracaat edelimdiye. Eğer her şey kitapta olsaydı, kitap koskoca bir kitap olurdu. Peygamberimizin hadisleri koca koca ciltler halinde.

Peygamberimiz 23 yıl konuşmuş. Sahabenin aklında kalanlar söylenmiş daha sonra bunlar yazılmış. Akılda kalıp yazdırılanlar bile, ciltler dolusu kitaplar yapmış.

Kur’an da her şey olsa, koskoca kitap olur, kimse onu okumazdı. Onun için ana konuları kuranda anlatır, gerisini peygamberden öğrenin der. Çünkü peygambere itaati emrediyor.

Niye emrediyor. Her şey Kur’an daysa, neden peygambere itaati emretsin. Demek ki her şey kuranda yok.)


Sizlere naklettiğim bu fikir üzerinde, şimdi birlikte düşünelim. Düşünmek istemeyene sözüm meclisten dışarı. Allah Kur’an ın açık oluşu ve her konuda bilgi verildiğini söyler bizlere. Sizlere anlayasınız diye örnekler, kıssadan hisselerle izah ettik ki doğruyu bulasınız şeklinde yol gösterir. Fakat kardeşimiz Kur’an ın her konuda açık olmadığını, Kur’an ın tam tersini kanıtlamak için verdiği örnekler, aslında düşündürücüdür.

Bu kardeşimiz eğer Kur’an madem açık ve her konuda detay var, neden bugün bizlerin kıldığımız namaz konusunda detay yok. Kaç rekât kılacağımız bile yazmıyor. Oruç, hac konusunda gerekli detaylar yok. Zekât konusunda da, ne kadar zekât vereceğimiz, hangi maldan ne kadar? Yılda kaç kez vereceğimiz bilgileri yazmıyor Kur’an da diyor.

Tabiî ki yanılıyor, bu kardeşimiz büyük yanılgıda, Çünkü Allah bu konularda da gereken her bilgiyi veriyor. Ama bizlere Kur’an dışından öğretilenleri, Kur’an da göremediğimizde yaptığımız hata, rivayetleri Kur’an ın önüne geçirerek, bakın bu bilgiler Kur’an da yok diyebiliyoruz.

Allah namaz kılın, zekât verin diyorsa, onun gereken kısmı kadarını mutlaka Kur’an da vermiştir. Yoksa nasıl rehber olur bizler için? Hani bizlere rehber olsun diye göndermişti Kur’an ı? Lütfen bunu unutmayalım veKur’an a karşı takındığımız tavrın farkında olalım. Ne kadar zekât vereceğimizi bilemezdik, diyen kardeşimize, bakara suresi 219. ayeti hatırlatırım.
(Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. Deki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size ayetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.)

Allah ın bu kadar açık seçik emrettiği, zekâtı anlamak istemeyen, yeterli bulmayanlara, elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Allah olmayana yılda bir değil, gönül rızanızla ihtiyaçtan arta kalanı fakirle, olmayanlarla paylaş emrini anlamak istemeyenler, yılda bir fakiri hatırlayanlara ne söylesek anlamayacaktır.

Allah her şeyi kitabına koymadı, çünkü peygamberine müracaat etsin diye, şeklinde savunma yapmış din kardeşimiz. Acaba Allah her şeyi Kur’anda yazmayıp, elçisinin de Kur’an ın vermediği hükümleri versin, demiş olabilir mi?

Yaradan Maide suresi 45. ayetinde, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir diyorsa, bu fikre doğrudur diyebilir miyiz? Kehf suresi 56. ayetinde Allah, biz elçileri yalnız, müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz diyorsa, sizce elçilerin yetki ve sorumluluklarını Rabbimiz açıkça belirtmemiş mi?

Enbiya suresi 10. ayetinde, And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır demesi, bizleri hiç düşündürmüyor mu?

Sizce aşağıdaki ayetler, sorumuza cevap vermiyor mu?

Zühruf 43:
Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesizsen doğru bir yol üzeresin.

Araf 3:
Rabbinizden size indirilene uyunuz! O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyiniz! Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.
Muhammet 2: Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır

Bakara 5: İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, Allah ın bizlerin yalnız Kur’an a sarılmamızı emrediyor. Çok daha dikkat çekici örnek verip bakın ne diyor?
(Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.)

Hak olan peygamberimize indirilen Kur’an olduğu ve buna iman edenlerin Allah katında makbul olduğu, sizce çok açık anlatılmıyor mu? Bakara suresi 5. ayette, Allah kurtuluşa erenlerin kimler olduğunu söylüyor, lütfen dikkatle düşünelim.
(Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.)

Ama bizlere Kur’an da her şey yoktur. Ana konular vardır,bunların detaylarını elçim sizlere öğretecek diye öğretmediler mi?

Bu konuda şunlar söyleniyordu hatırlayalım.
(Allah her şeyi kitabına koymadı. Peygambere müracaat edelim diye.)

Şimdide bu konu üzerinde düşünelim. Hadislerin toplanması veyazılması konusunda açıklama yapan kardeşimiz, şunları söylemişti, tekrar hatırlayalım.
(Sahabenin aklında kalanlar söylenmiş daha sonra bunlary azılmış. Akılda kalıp yazdırılanlar bile, ciltler dolusu kitaplar yapmış.)

Bu satırları okuduğunuzda, aklınıza geleni çok iyi biliyorum. Demek ki peygamberimiz kendisi bizzat hadisleri yazdırmamış. Ölümünden çok sonra toplanmaya, yazılmaya başlanmış.

Şu soruyu hemen kendimize soralım. Peki, neden kendi sağlığında peygamberimiz yazdırmamış. Madem peygamberimizin rivayet hadisleri olmasaydı Kur’an anlaşılmazdı ve kapalı kalırdı, peygamberimiz bunu akıl edemedi de, yıllar sonra mı birilerinin aklına gelerek kaleme alındı.

Değerli dostlar, ne söylediğimizin farkında mıyız? Sahabelerin yıllar sonra aklında kalanlar ile ve yüzlerce yıl sonra rivayetler yoluyla nakledilen bilgilerle mi Kur’anı en doğru anlarız sizce? Ya sahabelerin aklında kalmayan bilgiler varsa? Sizce Allah ve elçisi, bizlerin Kur’an ı bu yöntemle anlamamızı ister mi?

Gelelim peygambere itaat konusuna. Eğer bizler kelimelerden medet umarak, hurafe inançlarımıza kanıt ararsak, Kur’an ın yüzlerce ayetine de iman etmemiş oluruz, bunu unutmayalım.

Allah elçisine itaat etmemizi emreder. Çünkü elçisine verdiği tembih, topluma yalnız Kur’an ile hükmet görevidir. Hatta hiçbir ilave yapamayacağını da açıklar.

Hakka 44…47: Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şahdamarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.

Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.

Rad 40: Ya onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak da bize düşer.

Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.

Allah elçisine bu ve buna benzer, birçok ayetle görev ve sorumluluğunu bildirmiş ve topluma yalnız Kur’an ile hükmetme görevi vermiştir. Daha sonrada bizlere hitaben, sizlere gönderdiğim elçime uyun emrini vermiştir. İşte elçiye uymanın anlamı budur. Kur’an a harfiyen uyan, elçiye de uymuş demektir. Yoksa peygamberimiz Kur’an dışından bir bilgi verecek değildir. Bu zaten Allah tarafından yasaklanmıştır.

Eğer bizler Kur’anı, peygamberimizin rivayet hadisleri olmasa anlayamayacak olsaydık, peygamberimiz bizzat kendisi bu bilgileri yazdırır bizlere ulaştırırdı, lütfen bunu unutmayalım. Bakın peygamberimiz bu konuda neler söylüyor.
(Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin." Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 EbuDavud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42)

(4106 - el-Muttalib İbnu Abdillah İbni Hantab radıyallahuanh anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit Hz. Muaviye radıyallahu anhüma'nın yanına girmişti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz.Muaviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını emretti. Zeydmüdahalede bulunarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hadislerinden hiç birşey yazmamamızı emretmişti" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazılanı derhal imha etti." Ebu Davud, İlm 3, 3647).

(Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 )

Yazdığım hadislerde elbette bir rivayettir, bu sözleri peygamberimizin söyleme ihtimali olan sözler olarak bakmalıyız, çünkü Kur’an ın emrettikleri de aynı doğrultudadır.

Bir örnek daha vermek istiyorum. Peygamberimiz veda hutbesinde, yaklaşık yüz bin kişiye hitap ettiği söylenir. Bu kadar kalabalık bir toplumun karşısında yapılan konuşma bile, günümüze 6–7 değişik şekilde ulaşmıştır. Bir de bir kişinin duyduğunu söyleyip, nakledilen bir konu acaba günümüze nasıl ulaşır, yorumunu sizlere bırakıyorum.

Peygamberimizin veda hutbesinde, dikkat çeken bir sözünü, günümüze nasıl farklı ulaştığının örneğini vermek istiyorum.
—Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

—Mü’minler!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır.

—Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim.


Ne dersiniz, acaba bunlar içinden hangisi doğru olabilir? Sizce bu bilgilerle mi Kur’anı anlamalıyız, yoksa...... ? Evet, o yoksanın cevabını bulabiliyorsak, sanırım Allah ın istediği kul olabilmişiz demektir.

Değerli din kardeşlerim. Rabbimiz ben Kur’an da hiçbir eksik bırakmadım diyor ve aşağıdaki hükmü veriyorsa, sizce Kur’an ın dışından da peygamberimiz dine hüküm koymuştur ve bizler de sorumluyuz diyebilir miyiz?

Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür VE SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ.

Ne dersiniz, bunca sözü boşuna söyledik değil mi dostlar. Allah apaçık bizleri Kur’an dan hesaba çekecek ve ondan sorumlu tutacaksa, acaba bu hükmünden sonra, Kur’an ın hiç bahsetmediği rivayetlerin koyduğu hükümlerden de, hesap sorar mı? Namaz, zekât, oruç ve hac gibi çok önemli ibadetlerde gereken detayı, bilgiyi Kur’an da vermemiş olabilir mi? Karar sizlerin.

Bu hafta Cuma hutbesinde, hoca efendi bir konuyu anlatırken şöyle söyledi.
(Gerçek bir Müslüman, şüphe duyduğu bir şeyi asla yapmaz.Çünkü o şüphe onu HARAM a götürür. Yapacağı bir işten şüphe duyduğu halde, onu yapmaktan çekinmeyen ise, HARAM bataklığına sürüklenir.)

Bu sözler çok güzel ve doğru sözler olduğundan, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü Allah ın hüküm vermediği, açıklamadığı konuların konuşulmasını Rabbimiz HARAM kıldığını Kur’an da söyler bizlere. Bu bilgiler ışığında da sizlerin hadisler konusunu düşünmenizi öneririm.

Hadis konusu çok dikkatli olmamız, iyi araştırıp öyle yararlanmamız, ya da reddetmemiz gereken çok önemli bir konudur. Yaradan Hükmüme hiç kimseyi ortak etmem diyorsa, lütfen bilmeden peygamberimizi, Rabbimizin dine hüküm koyan ortağı yapmayalım. Yoksa bunun hesabını veremeyiz.

Peygamberimiz Ehli kitaba ve ümmi topluma, Kur’an ı tebliğ etmeye çalışırken, bir kısmı atalarının itikadından vazgeçmek istemedikleri ve Kur’an ın yanında, atalarının inançlarına da devam etmek istemişlerdi. Bu isteklerine bakın Rabbimiz nası lkarşılık veriyor.

Casiye 6: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?

Ankebut 51: Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.

Sanırım yazımın tamamının çok güzel bir özeti bu iki ayet.Tabi anlayana anlamak isteyene. Bir de gönül gözleri, açık olana elbette. Bakın Rabbimiz ne diyor Kur’an ın yanında, atalarının itikatlarına devam etmek isteyenlere.
—Allah’tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?

—Kendilerine okunan kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?


Ne dersiniz bu ayetlerden, bugün bizler çok ama çok dersler almamız gerekmez mi. Cahiliye devrinin o büyük hatalarını, bizler bugünyapmıyor muyuz? İslam ı doğru yaşamak için, Kur’an tek başına yeterli değildir diyenlere, bu ayetleri hatırlatırım. Lütfen şunu da unutmayalım. Peygamberimiz yalnız Kur’ ana uymuş ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetmiştir. Bu emri veren Kur’an ın bizzat kendisidir.

Yorum ve karar sizlerin. Hesabın görüleceği O çetin gün çok uzaklarda değil, bir nefes alışı kadar bizlere yakın. Lütfen unutmayalım ve Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılalım. Sanı ve emin olmadığımız bilgilerin ardı sıra gitmeyelim.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
27 Ağustos 2013       Mesaj #20
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Maide Suresi 116-117. Ayetler
Kur’an öyle eşsiz bir nurdur ki, ondan aydınlanmak isteyen, ancak ona müracaat ederse nurundan nasiplenir. Allah bizlere anlatmak istediği çok önemli konuları, kıssadan hisse almamız için, bazı olayları bizlerin ders alabilmemiz adına Kur’an da anlatır, örnekler verir.

Kur’an ın yarısından fazlası, geçmişte yaşanan olaylardan örnekler ve ibretler ya da daha yaşanmamış, ama yaptığımız yanlışlara dikkat çeken, uyarılarla doludur. Bu şekilde dersler almamızı, yanlışları görmemizi ister Rabbimiz.

Bizler bu kıssadan hisselerden, gereken dersleri alır mıyız? Hiç sanmıyorum, çünkü birileri bizlerin Kur’an ile bağlarını kesmiş, adeta Kur’an ı kendi tekellerine almışlardır. Sen anlayamazsın, Kur’an ı herkes anlayamaz diyerek, ne yazık ki Allah ın nurundan uzaklaştırılmışız.

İslam dininde ruhban sınıfı yoktur diyenler, öyle bir ruhban sınıfı yaratmışlardır ki, bugün Hıristiyan ve Yahudilerin bile önüne geçmişlerdir. Sizlere çok dikkat çekici ama üstünde hiç durmadığımız örnek bir ayetten bahsetmek ve sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum.

Allah Maide suresi 116 ve 117. ayetlerde, daha yaşanmamış ama hesabın görüleceği o çetin günde, peygamberlerin şahit olarak çağrıldığı gün, Hz. İsa ile Allah ın karşılıklı bir konuşmasını, bizlerin dersler alması için, bugünden bakın nasıl anlatıyor Kur’an da? Tabi bunu niçin anlatıyor ve şimdiden neden Kur’an da bizlere bildiriyor, lütfen bunu dikkatle düşünelim.

Maide 116: İşte o zaman Allah; “Ey Meryem oğlu İsa! Beni ve anamı, Allah'tanbaşka iki ilah edinin dedin mi?” diye sorduğu zaman İsa şöyle cevap verecek: “Hâşâ! Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım sen muhakkak bilirdin! Sen benim içimdeki her şeyi bilirsin, hâlbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin!”

Dikkat ettiyseniz, konuşma mahşer günü olacak. Hz. İsa nın, kendi ümmetine şahit olarak çağrıldığı zaman. Peki ne diyor Rabbimiz Hz. İsa ya? Bugün Hıristiyanların yaptığı en büyük yanlışa dikkat çekiyor ve sen mi söyledin annenin ve kendinin Allah ın yanında Tanrı/İlah olduğunu? Bugün Hz. İsa nın Allah ın oğlu olduğu söylenerek, böylece Hz. İsa nın da Tanrı vasıflarında olduğuna inanılmaktadır.

Lütfen dikkatle düşünelim, bu konuşma mahşer günü, Hz. İsa nın kendi ümmetinin huzurunda geçecek. Allah ın bu sorusu karşısında Hz. İsa nın vereceği cevap üzerinde düşünelim. Bakın ne diyordu.
(Hâşâ! Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunusöylemiş olsaydım sen muhakkak bilirdin!)

Mahşer günü bu cevabı verecek olan, Hz. İsa nın ümmetinin durumunu düşünelim şimdide. Acaba bu cevabı duyan Hıristiyanların hali ne olur? Bunu hayal bile edemiyorum doğrusu.

Şöyle düşünebilirsiniz, Allah Hz. İsa nın vereceği cevabı bildiği halde, neden bu soruyu soruyor ve bugün Kur’an da yer alıp bizlere anlatılıyor? Tabi bu soruya verilecek birçok cevap vardır. Hıristiyanların, Yahudilerin bu yanlış inançlarını kendilerine hatırlatmak için diyebiliriz. Çünkü Yahudilerde, ayn hatayı yapıyorlardı.

Peki, biz Müslümanların bu ayetten, çıkartacağımız ders yok mu? İşimize gelmediğinde nefis ne yazık ki yüzlerce ayetin üstünü örtüveriyor. Gelin bu ayetin devamındaki ayete birlikte bakalım. Acaba bu iki ayetten, kıssadan hisse kendimize neler çıkartabiliriz.

Maide 117: “Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. ‘Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde kontrolcü idim. Beni vefat ettirince, artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkı ile görensin.”

Bakın Hz. İsa mahşer günü, daha neler söylüyor Rabbimize.
(Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. ‘Benim de rabbim, sizin derabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim.)

Bu sözleri duyduğunuzda, sizlere Kur’an ın başka ayetlerinden hatırlatma yaptı mı? Ne diyordu Allah peygamberimize, SANA İNDİRDİĞİMLE ONLARA HÜKMET. Demek ki bütün peygamberlere, aynı görevi vermiş Allah. Hz. İsa da ben onlara, ancak bana emrettiğini, yani bana indirdiğini söyledim diyor.

Sanırım bu sözleri okuduktan sonra da, aklınıza bizlere öğretilen bazı bilgiler geldi. Ne öğretmişiler di bazı rivayetler yoluyla? Allah elçisine Kur’an ayetlerinden başka dine ilave yapma, hüküm koyma, helal-haram yapma yetkisi de vermiştir. Çünkü Kur’an da her şey yazmaz demediler mi?

Hz. İsa ile Allah ın konuşmasından yola çıkarak, bizler de şöyle düşünelim. Bugün Kur’an ın hükmü olmadığı halde, bunlarda peygamberimizin dine ilaveleridir, hükümleridir diye önümüze sürdükleri, ciltlerce dolusu bilgilere, dine yapılan ilaveleri, Kur’an süzgecinden geçirmeden inanırsak, acaba mahşer günü peygamberimizin şahitliğinde, Rabbimiz elçisine buna benzer bir soru sorsa ve şöyle derse, acaba halimiz ne olur?

Ey Resulüm, ben sana kullarıma yalnız Kur’an ile hükmet, onları yalnız Kur’an ile uyar, ben hükmüme hiç kimseyi ortak etmem, kullarımı Kur’an dan sorumlu tutuyorum dediğim halde, sen mi söyledin bunlarda Allah katındandır, bunlardan da sorumlusunuz diye derse, acaba peygamberimizin Rabbimizin bu sorusuna cevabı ne olabilir sizce?

Lütfen bu konuyu çok dikkatli bir şekilde düşünelim. Düşünmeden iman edersek, inanın çok üzülürüz.

Aynı ayette Hz. İsa bir başka şeyi de özellikle emrettiğini söylüyor ümmetine. Lütfen bu konu üzerinde de dikkatle düşünelim.
(Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim.)

Sanırım bu sözleri de duyduğunuzda, yine bugün bizlerin yaptığı yanlışlar geldi aklınıza eminim. Yaşadığımız İslam ın içinde, din ve iman adına güvenilecek ardı sıra gidilecek, edindiğimiz velilere/dostlara öyle kul oluyoruz ki, Allahın ikazlarını duyan işiten yok. Eğer Allah ın yanında veliler/dostlar edinir de, Allah tan başka iman adına velilerin/dostların ardı sıra giderseniz, Allah ın yanında da edindiğiniz velilere, önderlere kulluk yapmış olursunuz.

Bakın Rahman bu konuda bizleri nasıl uyarıyor.
Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?

Araf 3: “Rabbinizin katından size indirilene uyun; O'ndan başka önderlerin/velilerin ardından gitmeyin. Ne kadar az tutuyorsunuz aklınızda, bu (öğüdü).

Bakara 107: Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Kehf 102: Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler/dostlar edineceklerini mi sandılar. Biz cehennemi bir konuk evi olarak inkârcılar için hazırladık.

Hz. İsa ile Allah ın, mahşer günü karşılıklı konuşacak olmasından, alacağımız çok büyük dersler vardır. Yahudi ve Hıristiyanlar ister ders alır, ister almaz. Ama bizlerin ders alacağı çok şeyler anlatıyor, bu kısadan hissede.

Bizler Kur’an dan habersiz, Allah ın berisinden edindiğimiz veliler, şeyhler, kendimizce belirlediğimiz Allah ın hiçbir kanıt indirmediği Allah dostları adını verdiklerimize de Kulluk etmeye kalkarsak, mahşer günü hesabın görüleceği o günün sonunda, gireceğimiz yerin neresi olduğunu Allah çok güzel anlatıyor.

Din ve iman adına Allah dan başka güveneceğimiz kimsenin olmadığını, Secde 4. ayet çok güzel izah ediyor. Allah ın indirdiği bilgilere uyun, onun dışında dostlar edinerek, onlara inanmayın diye sıkı sıkı tembih eden Rabbimizin sözlerini duyalım. Duymayan sonucuna katlanacaktır, bunu da hatırlatırım.

Allah ın bunca ayetlerini duymazlıktan gelerek, velisi- şeyhi olmayan cennete gidemez, İslam ı doğru yaşayamaz diyenler, Allah ın tabiriyle inkârcılar topluluğuna katılmış olacağını unutmamalıdırlar.

Kur’an ın dinin anası olan, muhkem ayetlerini, herkes çaba gösterdiği ölçüde, kapasitesi nispetinde anlar. Önce bu gerçeğin altını çizelim. Daha sonra da bizlere düşen, Kur’an ı daha iyi anlayabilmek için her kitaptan, ilim adamlarından araştırmalı ve imtihanımızda en iyi safta yerimizi almaya, çaba göstermeliyiz.

Bizlerin bizzat ilk müracaatı Kur’an olduğu için, aldatılma riskimizi çok aza indirmiş olacağız.

Değerli din kardeşlerim. Amacım sizleri Kur’an a davet etmek ve ayetler üzerinde düşünmenize vesile olmaktır. Buna Rabbimiz şahittir. Lütfen hurafeden ve sanıdan uzak, Allah ın kitabını anlayarak, bilerek ve düşünerek okuyalım. Üzerinde bir öğrenci misali dersimize çalışalım, araştıralım. Çünkü Rabbimiz bizleri Kur’an dan imtihan edeceğini apaçık bildirmiştir.

Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye hüküm verdiyse, O kitap tabizlerin sorumlu olduğu kısımlar, anlaşılması zor asla olmaz. Allah adaletlidir, bağışlayıcıdır, affedicidir. Kur’an sizler için rehberdir diyor da, Kur’an ın ipine sarılın diyorsa, lütfen emin olmadığımız bilgilere değil, Kur’an ın ipine sarılalım.

Şunu asla unutmayalım. Din ve iman adına güveneceğimiz dayanacağımız, Allah ın dışındakilerden bize, ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Bu uyarıyı Secde suresi 4. ayette yapan Rahmanı, lütfen dikkate alalım. Yoksa çok ama çok üzülürüz.

İslam ı anlamak ve yaşamak adına, bu güne kadar Allah ın kitabının önüne, KUL kitaplarını alarak anlamaya çalıştık. Ama sonuç ortada, dinde bölünmüş ve birbirine düşman olan bir İslam toplumu.

Gelin şimdi de, Allah ın kitabını ön plana alarak, ondan yararlanmanın yollarını arayalım. Bakın o zaman her şeyin, nasıl çok daha farklı olduğunu göreceksiniz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK


Benzer Konular

2 Ağustos 2012 / ThinkerBeLL Kur'an-ı Kerim
28 Kasım 2010 / tekask Kur'an-ı Kerim
27 Mayıs 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış
16 Mayıs 2011 / ThinkerBeLL Kur'an-ı Kerim