Arama

Menkıbeler (Dini Hikaye, Öyküler) - Sayfa 12

Güncelleme: 16 Mayıs 2014 Gösterim: 391.085 Cevap: 177
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
21 Kasım 2007       Mesaj #111
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
DELİ KİME DENİR BİLİYOMUSUNUZ?

Allah dostlarindan Bayazid-i Bestami hazretleri bir gün timarhanenin önünden
Sponsorlu Bağlantılar
geçiyordu. Hakimlerden birisi de tokmakla havanda bir seyler dövüyordu.
Bayazid-i Bestami hazretleri:
"-Ne yapiyorsun Hekimbasi?
-Delilere ilaç hazirliyorum.
-Benim hastaligima da ilaç olur mu?
-Hastaligin nedir?

Günah hastaligi. Bir ilaç biliyorsan tarif et.

-Hayir, ben günah hastaliginin ilacini bilmiyorum"
O sirada parmakligin arkasindan bir deli Bayazid-i Bestami'ye seslendi:
"-Gel baba gel senin hastaliginin ilacini ben biliyorum.
-Söyle bakalim seni dinliyorum.

-On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istigfar yapragi al. Bunlari kalb
havanina koy. Tevhid tokmagi ile döv. Insaf eleginden geçer. Göz yaslariyla
yogur. Ask firininda pisir. O macundan her gün bes kasik al. Senin
hastaligindan eser kalmaz"

Bayazid-i Bestami bunlari dinledi. Içini çekti ve:

"Hey gidi dünya hey! Seni deli diye timarhanenin parmakliklari arkasina
koyanlar utansin!" dedi.




Şeyh Ve Mürid

Mürid, görmeden bağlandığı şeyhini görmek için can atıyordu. Nihayet bir fırsatmı bulup hazırlandı ve şeyhin köyüne doğru yola çıktı.
Üç günlük zahmetli bir yolculuktan sonra şeyhinin kö­yüne vardı.
Evi öğrendi ve avluya geldiğinde önce hasretle eğildi, toprağı öptü; sonra da kalbi çarpa çarpa kapıyı çaldı.
Asık suratlı bir kadın kapıyı açtı ve "Ne istiyorsun?" diye sertçe sordu. Mürid,
"Efendi Hazretlerim ziyarete gelmiştim. Üç gündür bu anın özlemiyle yollardayım. Ne olur lütfedip beni kabul ederler mi?" dedi.
Şeyhin karısı kızgın bir şekilde,
"Efendin evde yok. O bunaktan ne umuyorsunuz da ge­liyorsunuz, bilmem. Bu kadar yol onu görmek için tepilir mi? Zındığın teki o. Çektiğin zahmete yazık..," dedi.
Ve daha bir sürü sövüp sayarak kapıyı müridin yüzüne çarptı.
Mürid, neye uğradığını şaşırdı. Tepesinden buz gibi bir su dökülmüşçesine, donakalmış bir vaziyette bekledi bir süre. Bütün ümitleri, hayalleri alt üst oldu. Sonra da boz­guna uğramış bir halde başı önde döndü, şeyhinin kapı­sından.
Yolda rastladığı bir ihtiyara şeyhinden söz etti ve nere­de olabileceğini sordu. O da şeyhinin ormana odun getir­meye gittiğini ve o saatlerde dönmek üzere olduğunu söy­leyip yolu gösterdi. Mürid ormanın yolunu tuttu. Hem git­ti, hem düşündü:
"Şeyhim böyle bir kadınla nasıl beraber duruyor?"
Nihayet orman yolunda, gerçekten Allah'ın veli bir kulu olan şeyhini gördü. Hem de odunları bir arslana yüklemiş, kendisi de üstüne oturmuş gelirken. Hayretinden ağzı açık kaldı. Ne söyleyeceğini bilemedi.
Şeyh, müridinin karşılaştığı durumu tahmin etmiş ve-sarsılan güvenini tamir etmek için ona bu kerameti göster­mişti. Ayrıca şeyh, herkese ders olacak şu sözleri söyledi müridine:
"Ey oğlum! Ben sabredip o kadının yükünü çekmesey-dim, bu erkek arslan beni üzerinde taşıyıp yükümü çeker miydi?"
Mürid, biraz önceki düşüncelerinden dolayı mahcubi­yet duydu ve yüzü kızardı. "Âlimlerin yanında dilini, mürşitlerin yanında da kalbini kontrol altında tut" sözünün ne kadar doğru bir söz olduğu geldi aklına.
Ve kerametine şahit olduğu mürşidinden feyz almış ve teslimiyeti artmış bir şekilde memleketine dönen müridi, o günden sonra kendi hanımının huysuzluklarına karşı da­ha sabırlı olacağına dair kendi kendine söz verdi.

Gerçekçi ol imkansızı iste...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2007       Mesaj #112
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Birgün ashab Peygamberimiz (s.a.v)'den Hz. Ali'yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali'yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu:

Sponsorlu Bağlantılar
- Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:

- Yine iyilik ederiz.

- Yine kötülük yapsa?

- Biz yine iyilik ederiz?

- Yine kötülük yapsa?

Ashab cevab vermedi, başlarını öne eğdiler. Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti.

Bu sırada Hz. Ali o meclise geldi. Rasulullah Hz. Ali'ye sordu:

- Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?

- Yine iyilik ederdim.

- Yine kötülük yapsa?

- Yine iyilik yapardım.

Hz. Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da "yine iyilik ederdim" diye cevap verdi. Ashab,

- Ya Rasulallah, Ali'yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler.

Kaynak: İsmail ÖZCAN - Kıssadan Hissel
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
22 Kasım 2007       Mesaj #113
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
mumsemavy0

Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek:
- Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi.
Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona:
- Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam:
- Olmaz dedi. Allah Resûlü:
- Öyle ise bana hediye et onları, dedi. Adam bu teklife de:
- Olmaz dedi. Allah Resûlü son bir teklifte bulundu:
- Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de:
- Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı:
- Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, senden daha cimrî bir kimseyi görmedim.
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
27 Aralık 2007       Mesaj #114
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
1’den önce sayı var mı?
Allahü teâlâyı inkâr eden zeki bir dehri [ateist] vardı. Hıristiyan din adamları bu dehriye cevap veremeyince, sana ancak İslam âlimleri cevap verebilir diyerek onu Basra’ya gönderirler. Basra’ya gelip, dünyada bana cevap verebilecek bir âlim bulamadım der. Herkese meydan okur.

Hammad hazretleri (hele önce bizim çocuklarla tartış, gerekirse âlimlerle görüşürsün) der, onun karşısına genç yaştaki Numan bin Sabit’i [imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerini] çıkarır. Dehri, çocuk denilecek yaştaki bir gençle tartışmayı gururuna yediremez. Kürsüye yumruk vurur, “Hani nerede, o meşhur âlimleriniz” der.

Genç Numan bin Sabit onu, onun silahı ile vurur. “Ne o der, demek benden korkmaya başladın?” Dehri bu söze tahammül edemeyerek ilk sorusunu sorar:
- Var olan şeyin başlangıcı ve sonu olmaması mümkün mü?
- Mümkündür.

- Nasıl olur?
- Sayıları bilirsin birden önce hangi sayı vardır?

- Bir şey yoktur.
- Mecazi bir olanın önünde bir şey olmayınca, hakiki bir olanın önünde ne olabilir?

- Peki hakiki olanın yönü ne tarafadır?
- Mumun ışığı ne taraftadır?

- Bir tarafta denemez.
- Mecazi ışık için böyle denirse ebedi nur olan için ne denebilir?

- Her var olanın bir yeri olması gerekmez mi?
- Mahluklar için öyledir.

- İlah kâinatta ise, bir yerde görünmesi gerekmez mi?
- Yaratan ile yaratılan mukayese edilmez ama sütte yağı görebiliyor musun?

- Görülmez.
- Sütte yağ olduğu bir gerçek iken, göremiyoruz diye nasıl inkâr edilir? Ben de sana bir soru sorayım: Senin aklın var mı?

- Elbette var.
- Var olan şey görünür dedin. Aklın varsa gösterebilir misin?

- Peki O, şu anda ne yapmaktadır?
- Sen bütün soruları kürsüden sordun. Biraz da ben kürsüden cevap vereyim.

- Peki geç kürsüye.

İmam-ı a’zam olacak bu genç, kürsüye çıkıp, “Allahü teâlâ şu anda, senin gibi imansız bir dehriyi kürsüden indiriyor ve benim gibi bir muvahhidi kürsüye çıkarıyor” der ve ardından Rahman suresinin (Öyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edebilirsiniz?) mealindeki 28. âyetini okur. Kalabalık hep bir ağızdan istiğfara başlar. Bu arada dehri çoktan uzaklaşıp gitmiştir.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Ocak 2008       Mesaj #115
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Hadim-ül harameyn deYavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethetmiş ve hilafet 1516 yılında Abbasilerden Osmanlılara geçmişti. Cuma günü Ümeyye Camiinde Cuma namazı kılınırken, imam Hutbede halifenin ismini zikredip (Hakim-ül harameynişşerifeyn = Mekke ve Medine'nin hükümdarı) dedi. Yavuz hemen oturduğu yerden ayağa kalkarak, (İmam efendi, Hakim-ül harameyn deme, Hadim-ül harameyn = Mekke ve Medine’ye hizmet eden de) dedi.

yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
6 Ocak 2008       Mesaj #116
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında
>okuduktan sonra vatanına ateist
>olarak geri döner. Üç sorusuna hiç
>kimse cevap veremediğinden dolayı
>canı gayet sıkıntılıdır.
> Ebeveyni oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük
>ilim sahibi olan köyün hocasına
>***ürürler. Hoca ve delikanlının arasında
>geçen dialog şöyle devam eder.
>
> Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma
>cevap verebilecek misin?
>Hoca: Allah'ın bir
>kuluyum ve Onun izniyle sorularına cevap
>verebileceğim.
>
>Delikanlı: Emin misin? Proferserler bile cevap veremedi bana.
>Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım
>Delikanlı: 3 sorum var
>1. Allah yaşıyor mu? öyle ise,şeklini bana göster

>2. Takdir (kader) nedir?
>3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa
>neden cehenneme yollanıyor,
>cehennemde ateş dolu değil mi?
> Ateş ateşi nasıl yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?
>
>Bu arada, aniden bizim hocamız
>delikanlının başı üzerinde bir saksı kırar.
>
> Delikanlı canı yana yana sorar; Neden sinirlendin ki?
>Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim üç
>soruna bir cevabım der.
>Delikanlı: Hiç birşey anlamadım.
>Hoca: Nasıl hissetin kendini saksıyı
>başında kırınca
> Delikanlı: Tabii ki, fena bir acı hissettim.
>Hoca: Yani, acının varlığına inanıyor musun?
> Delikanlı:
> Evet
>Hoca: Bana bu acının şeklini göster ozaman!
>Delikanlı:Gösteremem.
>Hoca: Bu benim ilk cevabım. Herkes
>Allah'ın varlığını hisseder ama
> Allah'ı göremez.

>Hoca: Dün gece rüyanda benim
>başında saksı kırdığımı gördün mü?
>Delikanlı:Hayır.
>Hoca: Bugün böyle birşey ile
>karşılaşacağını hiç düşündün mü?
>aklındangeçti mi?
> Delikanlı:Hayır
>Hoca: Bu işte takdir dir (kader)
>Hoca: Biz neyden yaratıldık?
>topraktan yaratılmış değil miyiz?
>Delikanlı: Evet böyle denir.
>Hoca: E o zaman ? Saksıda topraktan
>yapılmadı mı? Allah isterse ateşten
> yaratılan şeytanı ateşin içinde
>cezalandıramaz mı?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ocak 2008       Mesaj #117
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Annenin İhtiyacı Var
Ebû'l-Haseni'l-Harkânî (k.s) hazretleri şöyle anlatır:
İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ'ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ'ya ibâdet kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine:
- Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi.
- Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü.

Rüyasında bir ses ona:
- Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç:
- Ben Allah Teâlâ'ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi.

Ses ona:
- Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat, kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi.
EDEBALİ - avatarı
EDEBALİ
Ziyaretçi
28 Şubat 2008       Mesaj #118
EDEBALİ - avatarı
Ziyaretçi
Bir bayram günü Peygamber Efendimizin torunları Hz. Hasan'la Hüseyin'in elbise istediği rivayet edilir. Peygamber Efendimiz yoksul… Damadı Hz. Ali ve kızı Hz. Fatıma fakir. Hz. Cebrail'in bile gözünü yaşartan güzide torunların bu isteği, iki tane bembeyaz kumaştan elbiseyi Peygamber Efendimize hediye etmesiyle neticelenir. Ama çocuklar pek memnun kalmazlar ve "keşke renkli olsaydı" diye ağlamaya başlarlar.

Torunları Hasan ve Hüseyin’in elbisenin rengini beğenmemesi üzerine Peygamberimiz Hz. Cebrail'e bakar. Hz. Cebrail, Efendimiz'e, "su atın üzerine Efendim, çocuklar hangi rengi istiyorsa o renge bürünsün" der. Efendimiz elbiselerin üzerine biraz su serptiğinde Hz. Hasan'ın elbisesi sarıya, Hz Hüseyin'in elbisesi kırmızıya dönüşür. Hz. Cebrail ağlamaya başlar. Peygamber Efendimiz bunun üzerine, "Çocuklar memnun kaldılar. Niye ağlıyorsun ki?" der. Hz. Cebrail, "Ne acı ki, Hz. Hasan ileride zehirlenerek vefat edecek. Hz. Hüseyin al kanlarla öbür âleme yürüyecek". Bu renkler onun rengidir.

Taberani'nin Mu'cemu'l-Evsat'ta belirttiğine göre, Enes bin Malik (R.A)'dan şöyle rivayet edilmiştir: Bir gün Hz. Cebrail alışılmışın dışında bir saatte Hz. Peygamber (S.A.V)'e geldiğinde yüzünün rengi iyi değildir. Hz. Peygamber kendisine: "Niye yüzünün renginin uçuk olduğunu" sorduğunda Hz. Cebrail şöyle der; “Cehennem ateşinin, kabir azabının her şeyden ağır olduğunu bilen kimsenin bunlardan emin olmadıkça (yani oraya girmeyeceği garanti olmadıkça) yüzü gülmemelidir" der.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) Cebrail'e: "Ey Cebrail! Bana cehennemi anlat" der. Cebrail yüreklere korku salan müthiş şeylerden bahseder. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Bu kadar yeter, daha anlatma! Nerdeyse kalbim parçalanıp öleceğim" der ve ağlamaya başlar.

Fakat Cebrail'e bakınca onun da ağladığını görür. Bunun üzerine, "Ey Cebrail! Allah katındaki mevkiine ve derecene rağmen sende mi ağlıyorsun?" der. Hz. Cebrail şöyle cevap verir: "Neden ağlamayayım ki? Kim bilir belki de benim de başıma Şeytan’ın başına gelen şeyler gelebilir. Zira (başlangıçta) o da meleklerdendi. Kim bilir Harut ile Marut'un uğradığı akıbete ben de uğrayabilirim." Cebrail’in bu sözleri üzerine ikisi beraber ağlamaya devam ederler. Nihayet kendilerine şöyle bir ses gelir: "Ey Muhammed ve Ey Cebrail! Allah sizleri kendine asi gelmekten emin kıldı."
EDEBALİ - avatarı
EDEBALİ
Ziyaretçi
28 Şubat 2008       Mesaj #119
EDEBALİ - avatarı
Ziyaretçi
Leyla'nin Aşkindan Bir gün bir derviş namaz kılıyordu...

Önünden mecnunun geçtiğini gördü...

Derviş namaz kılarken önünden geçmenin ne kadar günah olduğunu biliyordu...

Bu yüzden hemen mecnunun yanına gitti...

Biraz sert çıkıştı...

-Sen niye namaz kılarken önümden geçtin bilmiyormusun günahını?

Mecnun gayet sakin bir şekilde şöyle manidar bir cevap verir:

-Kardeşim hakkını helal et.özür dilerim...
kusura bakma ben leylanın aşkından seni görmemiştim.peki ama sen namazda iken mevlanın aşkından beni nasıl gördün...!!!
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
28 Şubat 2008       Mesaj #120
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Terbiye Yaratilisa Baglidir

Eski iran hükümdarlarından biri vezirine oğlunun hocasından yakınıyordu:

- Ben istiyorum ki oğlum ilim öğrensin, benim yerime iyi bir hükümdar olsun, o ise devamlı müzikle, sesle, sazla meşgul Demek ki hocası buna iyi bir yön veremiyor

Vezir aynı görüşte değildi:

- Hükümdarım hocanın elinde mucize yok Çocuğun kabiliyeti neye ise hocası ancak onda ilerlemesine, olgunlaşmasına yardım edebilir İnsanın tabiatı değiştirilemez Terbiye yaratılışa tabidir

Hükümdar aksi görüşteydi Terbiye ile yaratılışa yön verebileceğini iddia ediyordu Bunu kanıtlamak için bir akşam sarayında bir eğlence düzenledi Bu eğlence sırasında eğitilmiş kedilerin bir gösterisi de yer aldı Bu kediler, sırtlarında, bir tabak içinde yanan mumları taşıyorlar ve onları

düşünmüyorlardı Hükümdar vezire bu kedileri göstererek:

- Görüyorsunuz, terbiyenin nelere gücü yetiyor, dedi

Vezir karşılık vermedi Olumlu, olumsuz bir şey söylemedi Yeni bir eğlence gecesini bekledi Bir başka gecede düzenlenen eğlenceye gelirken yanında gizlice bir kaç tane fare getirdi Kediler gösteriye başladığı zaman bu fareleri kedilerin ortasına doğru salıverdi Fareleri gören kediler sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine takıldılar Mumlar, tabaklar hepsi bir yana yuvarlandı Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuştu Ortalık bir anda ana-baba gününe döndü Tam bu esnada vezir padişaha yanaşıp iddiasını kanıtlamanın gururuyla şöyle dedi:

- Gördünüz mü padişahım terbiye yaratılışa tabidir
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
2 Ekim 2006 / Misafir Din/İlahiyat
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar