Arama

Ebu Bekir El-Razi

Güncelleme: 22 Aralık 2015 Gösterim: 36.251 Cevap: 4
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
1 Mart 2011       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ebu Bekir El-Razi (865 - 925)
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar
El-Razi olarak bilinen Ebu Bekir Muhammed Bin Zekeriya, 865 yılında İran'da Rey kentinde dünyaya gelmiştir. Gençlik yıllarında müzik, matematik, astronomi, kimya, felsefe ve tıp bilimleri ile ilgilenmiştir. Hekimliğe karşı duyduğu ilgi sonucu tıp eğitimine yönelmiştir.
Hekimliği sırasında halk arasında ünü ve çalışkanlığı ile ön plana geçen El-Razi, Rey kenti hastanesi başhekimliği görevini üstlenmiştir. Bu dönem içerisinde gerek hekimlik pratiği, gerekse tıp eğitimi üzerine çalışmaları sonucu dönemin en ünlü hastanelerinden olan Bağdat Hastanesi'ne başhekim olarak atanmış ve yaşamının büyük bir bölümünü bu kentte geçirmiştir. Hayatının sonuna doğru Rey kentine geri dönen Razi, 925 yılında bu şehirde hayata gözlerini yummuştur.
Çalışmalarının büyük bir kısmı tıp üzerine olan El-Razi'nin en ünlü eseri "El Hevi (Liber Continens)"dir. Bu eser, hastalıkların teşhis ve tedavisi üzerine yazılmış döneminin en geniş medikal ansiklopedisidir. Antik Yunan ve İslam tıbbının önemli medikal bilgileri ve El-Razi'nin kendi çalışmaları bu eserde derlenmiştir.
El Razi'nin en önemli çalışması ise çiçek ve suçiçeği hastalıkları üzerine yazdığı incelemesidir. "Liber de Pestilentia" adlı eserinde her iki hastalığı da detaylı şekilde tanımlamış ve bu iki hastalığın ayırıcı tanısını yapmıştır. El Razi'nin eserleri birçok yabancı dile çevrilmiş ve 18. yüzyıla kadarbirçok tıp fakültesinde okutulmuştur. 1970 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından çiçek ve suçiçeği hastalıkları üzerine olan özgün çalışmaları sebebiyle şükranla anılmıştır.

Asıl adı Muhammed bin Zekeriya olan Ebu Bekir el Razi Rey kentinde İS 864 yılında doğmuş ve yine aynı kentte İS 925 yılında ölmüştür. Fizik, felsefe, tıp, kimya alanlarında eserler vermiştir.
Türk kökenli olan Ebu Bekir el Razi doğduğu şehir olan Rey'de felsefe, matematik, doğa bilimleri ve astronomi eğitimi yaptıktan sonra Bağdat ve başka İslam şehirlerinde öğrenimini tamamladı. Daha sonradan da Tıp öğrenimi gördü. Rey ve Bağdat hastanelerinde başhekim olarak çalışan Razi'nin eserlerinin hemen hemen hepsi Latinceye çevrilmiştir. Tıp alanında yazdığı el-Havi adlı ansiklopedi 17. yüzyıla kadar en önemli başvuru kaynağı olmuştur.
Ebu Bekir el Razi'nin önemi İslam dünyası içinde ilk defa doğa felsefesini savunan kişi olmasıdır. İS 750 yılından sonra Türk ve Pers kültürlerinin katılmasıyla kozmopolit bir hal alan İslam her alanda ilerleme kaydetmeye başlanmıştır. Bu dönemde birçok İslam şehrinde büyük kütüphaneler kurulmuştur. Bunlar aynı zamanda araştırma merkezleriydi. Antik çağa ait birçok kitabın çevirileri yapılmıştır. Antik çağda Thales'le başlayıp gelişen doğa felsefesinin İskenderiye kütüphanesinin yakılmasıyla kesintiye uğramasından sonra İslam uygarlığı içinde tekrar doğuşu Ebu Bekir el Razi ile olmuştur. Bunun yanı sıra Aristoteles ve idealizm felsefesinin takipçisi Farabi'yi ve idealizm ve doğa felsefesini birleştirmeye çalışan İbni Sina'yı önemli isimler arasında sayabiliriz. Ebu Bekir el Razi İslam içindeki önemli akımlarla çatışmaya girmiş ve İslam uygarlığı içinde Thales benzeri bir gelenek kuramamıştır. Daha sonraları Moğol istilası ve Haçlı seferlerinin sonucu olarak bu gelişme durmuştur. Bilhassa Moğol istilası bu elde edilen gelişmelere büyük darbe vurmuştur. Sadece Sivas kütüphanesinin yakılmasında 250.000 kitap yok olmuştur.
Bu dönemde İslam uygarlığının en önemli başarısı Budistlerden aldıkları rakamlarla antik dönem eserlerden elde ettikleri geometriyi sentezleyerek analitik geometri ve cebiri geliştirmeleridir. İspanya'daki Endülüs uygarlığı aracılığıyla bilhassa İbni Rüşd ve diğer bilim adamlarının eserlerinin Latinceye çevrilmesi Bertrand Russell'ın deyimiyle Avrupa uygarlığının doğuşu olmuştur.


Derlemedir.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Biyografi Konusu: Ebu Bekir El-Razi nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
1 Mart 2011       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ebubekir El-Razi (865 - 925)

Sponsorlu Bağlantılar
Batıda Rhases, Latinlerde ise Albubator diye bilinen Ebubekir Muhammed İbn-i Zekeriya El-Razi büyük hekim ve kimyacı olup ilk kez çiçek ve kızamık hastalıklarının tedavisini sağlayıp kimyayı tıbba uygulamıştır.
El-Razi tıp dışında din bilimi, felsefe, matematik, astronomi ve “doğa bilimleri” konularında da yazmıştır. “Doğa bilimleri” o zamanlar madde, uzay, zaman, hareket, beslenme, büyüme, çürüme, meteoroloji, optik ve simyayı kapsıyordu. El-Razi’nin simya konusundaki çalışmaları, yüzyılımızın ilk yarısında ortaya çıkarılabilmiş ve O’nun “Simya Sanatı’nın Kitabı” adlı eseri bir Hintli prensin kütüphanesinde bulunmuştur. Bu kitap kısmen Cabirle aynı kaynaklara dayanıyorsa da el-Razi’nin bu yapıtı, maddeleri daha iyi sınıflandırması, kimyasal süreç ve aygıtları daha açık tanımlaması bakımından daha göz doldurucudur.
El-Razi sodyum karbonat (soda) ile potasyum karbonat (potas) arasındaki farkı ortaya koymuş, klorür asiti ile nitrat asitinin elde edilmesi için reçeteler vermiş, “damıtılmış şap suyu” (ruh el-zac) adını verdiği sülfat asitini bulmuş, karıncaları damıtarak formik asiti (karınca asiti) ilk kez elde etmiştir. Bunların yanısıra kostik sodayı (NaOH) ve gliserini de bulmuştur.
El-Razi yapay yollardan elde ettiği ilaçları insanlara vermeden önce, hayvanlar üzerinde dikkatle denerdi. İşte böylece civa bileşiklerinden bazılarının ilaç olarak kullanılması mümkün oldu. Afyon ve esrardan, gene hayvanlar üzerindeki denemelerinde anestezi için yararlanırdı. O’nun bulmuş olduğu ilaçlardan birinin Fransa’daki adı “Blanc-Rhasis”dir (Razi Beyazı). El-Razi kimyasal ilaçlara başvurmadan önce, doğrudan doğruya bitkileri doğal halleriyle kullanırdı. Genç hekimlere, beslenmeyi düzenlemek yoluyla tedavi yapılabilecek durumlarda ilaç vermekten kaçınılmasını ve basit ilaçların yettiği yerlerde karışım ilaçların verilmemesini öğütlemiştir.
El-Razi ilk gerçek kimyacılardan biriydi. Yöntemli bir şekilde hazırlanmış deneylerle kimyayı bütün gizemsel sapkınlıklardan, altın yapma iddiasında bulunan simyacılardan, şarlatanlıklardan arındırmış, ona doğa bilimleri arasında, elementler ve onların bileşimleriyle uğraşan bir bilim kimliğini kazandırmıştır.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
1 Mart 2011       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ebu Bekir El-Razi (865 - 925)

Asıl adı Muhammed bin Zekeriya olan Ebu Bekir El-Razi Rey kentinde MS 865 yılında doğmuş ve yine aynı kentte MS 925 yılında ölmüştür. İslam tarihinde hekim-filozof tipinin en başarılı temsilcilerinden biri olan Razi fizik, felsefe, tıp, kimya alanlarında eserler vermiştir.

Batılıların “Rhazes” dedikleri bu ünlü hekim gençlik döneminde felsefe ve edebiyatla ilgilenen, şiir yazan, ud çalıp şarkı söyleyen, sakalı bıyığı çıktıktan sonra “ Artık musiki ile uğraşmak yakışık olmaz” diyerek bundan vazgeçen ilginç bir şahsiyettir.
Hipokrat ve Galen’den sonra tıp ilmine yaptığı önemli katkılardan dolayı “Arapların Galen” unvanıyla anılır.
Hayatını kuyumculukla kazanırken bu meslek onda kimyaya karşı merak uyandırmış, kurduğu laboratuarda kimya deneyleri yaparken ortaya çıkan gaz ve buharlar sebebiyle gözleri rahatsızlanmış, bu hastalığı hayatı boyunca sürmüştür. Biruni’ye göre Razi’nin kimyadan sonra tıbba yönelmesinin asıl sebebi gözlerindeki rahatsızlıktır.

Razi’nin kimlerden tahsil gördüğüne dair yeterli bilgi yoktur. Ancak felsefe sahasında Fihrist Balhi’ nin fikirlerini kendisine maletmiş olmalıdır.
Ebu Bekir er-Razi, tahsil için çıktığı uzun seyahati esnasında Horasan bölgesindeki ilim ve kültür merkezlerinde bulunmuş; hekimlikte şöhrete kavuştuktan sonra Halife Muktefi-Billah’ın daveti üzerine otuz yaşlarındayken Bağdat’a gitmiştir. Rey’de hastane başhekimi olduğu ve Bağdat’ta da aynı görevi üstlendiği bilinmektedir. Devrin hastane başhekimi olduğu ve Bağdat’ta da aynı görevi üstlendiği bilinmektedir. Devrin en büyük tabibi olmak şöhreti onu bir saraydan diğerine sevk etmiştir.
Otobiyografi mahiyetindeki es-Siretü’l-felsefiyye’sinde 20.000 varaktan fazla yazı yazdığını belirtir. Öyle ki onu anlatanlar ya bir kitabı istinsah ederken ya bunları müsvedde yaparken gördüklerini söylerler.

“Sen filozof olamazsın.”
diyenlere karşı ülkesinde hiç kimsenin tıp alanında kendisini geçemediğini, filozof adına yakışmayacak hiçbir davranışta bulunmadığını, fizik ve matematik disiplinleriyle ilgili 200’e yakın eser yazdığını belirtip,
“Ulaştığım bu bilgi düzeyi filozof adını almama yetmiyorsa keşke bileydim, çağımızda bu isme layık olan kim var?”
diyerek kendisini savunmuştur.
Razi, dönemin hoşgörü ortamında gelişen dini ve felsefi düşünce hareketleri arasında Eflatun felsefesinden esinlenerek deist dünya görüşünü temellendirmeye çalışan bir filozof olarak bilinir.
Razi, felsefesinin çok büyük görüş farklılıklarını barındırdığının bir göstergesidir. Belirli insanların muhatap kabul ettiği ve dolayısıyla diğer zamanlardaki başka insanları dışarı tuttuğu için Tanrı’nın adaletiyle çeliştiğini gerekçe göstererek vahyi imkânsız görmektedir.
Allahın verdiği akıl gücü ve adalet duygusunun insanlar arasında düzeni sağlayacağı ve mutlu bir hayat gerçekleştireceğini, bunun için dine ve bir peygamberin rehberliğine gerek olmadığını savunan cüretkâr görüşleri sebebiyle gerek çağdaşları gerekse sonraki dönem filozof ve kelamcıları tarafından eleştirilmiş ve eserlerine reddiyelere yazılmıştır. Bununla birlikte felsefi akideleri en çok Şii çevrelerde yankı bulmuştur.
Hayatının sonlarına doğru gözlerine katarakt inen Razi 925 yılında Rey’de vefat etmiştir.

Felsefesi
Düşünce tarihinde bir filozof için temel sorun “bir” ile “ çok” ya da ezeli olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi makul bir sistem halinde temellendirmektir. Razi, Tanrı-varlık arasındaki ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını “Beş ezeli ilke (el- kudemaü’l-hamse)” adını verdiği sistem ile açıklamaktadır. Bu beş ezeli ilke;

  • Tanrı (yaratıcı ya da el-bari),
  • Nefs (külli nefis),
  • Zaman (dehr),
  • Mekân
  • Madde (heyula)
’dir. Başlangıçta bu beş varlık aynı anda mevcuttu ve bu hareket söz konusu değildi. Nefs, maddeyle birlikte olmaya yönelik aşırı arzusuna yenik düşmüş ve böylece hareket başlamış, ancak bu düzensiz bir şekilde olmuştur. Tanrı merhamet sahibi olduğundan Nefs’e ve âleme merhamet etmiştir. Nefs’e aklı bahşederek ona kendi hatasını anlama ve düzensiz hareketi düzenleme imkânı sağlamıştır. O dünyadaki kötülüğün Tanrı’dan değil Nefs’in maddeyle kurduğu ilişkiden kaynaklandığı söyler. Razi’ye göre bu dünyanın kirinden, pasından arınmayı sağlayacak olan din değil felsefedir.
Razi Kindi’nin benimsediği gibi yoktan ve zaman içinde yaratmayı hiçbir şekilde kabul etmemektedir.
Razi metafiziğin omurgasını oluşturan bu beş ezeli ilke ve onun bu yöndeki görüşlerini sergilediği el-İlmü’lilahi adlı çalışması, İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri olan ve üzerine en fazla reddiye yazılan eserlerdendir. Filozofa yapılan itirazlar Allah’tan başka ezeli varlık kabul ettiği, sistemin kendi içinde çelişkiler barındırdığı ve bu sistemin orijinal olmayıp Sokrat öncesi filozoflarından ya da Harranlı Sabiilerden veya Maniheistlerden alınmış olduğu şeklindendir. İsmaili yazarların onunla tartışma halinde olması dikkate değer. İsmaililerin Razi’nin takındığı tutuma karşı hücumlarının bağlıca konuları şunlardır: zaman, tabiat, ruh ve peygamberlik. Karşı çıkışları her şeyden önce Razi’nin felsefesinin en belirleyici savını, beş ebedi ilkenin benimsenişini hedef alır. Razi, uyumuş ruhları uyandırılma görevinin filozoflara ait olduğunu söylerken, İsmaililer ise bu ruhların uyarılması görevinin filozofların gücü üzerinde olduğu cevabını verirler.
El-İlmü’l-ilahi adlı eserinde yapılan alıntıları ve özet metinleri Paul Kraus tarafından Resa’il felsefiye başlığı altında yayımlanmıştır (Kahire 1939).

Tabiat Felsefesi

Tabiattaki her çeşit oluşum, gelişim ve değişimi teorik düzeyde temellendirmeye çalışan ve tabiiyyun (natüralistler) olarak bilinen bu felsefe akımının kurucusu Razi’dir. Deist bir filozof olan Razi aynı zamanda koyu bir rasyonalisttir. Çalışmalarında gözlem, deney ve tümevarım yöntemini başarıyla uygulamıştır. Razi yapısı gereği maddenin dinamik olarak hareket etme gücüne sahip olduğunu savunmuş ve bu konudaki düşüncelerini İnneli’l-cismi hareke min zatih ve inne’l-hareke mebde’ün tabi’iyye adlı eserinde temellendirmeye çalışmıştır. Ayrıca tabiat ve tabiat olaylarının yorumu üzerine otuz iki eser kaleme almış, fakat bunlar güzümüze ulaşmamıştır.

Ahlakı

Kindi’den sonra Razi’den dini telakkinin dışına çıkarak ahlakı bir felsefe problemi tarzında ele almıştır. Bu konudaki temel kitabı et-Tıbbü’r-ruhani’dir. Razi, ruh sağlığının belli ahlak ilkelerine sadakatle kazanılacağını savunur. Ayrıca filozof, “Alamatü’l-ikbal ve’d-devle” isimli risalesinde karizmatik bir liderde bulunması gereken ahlaki ve psikolojik özellikleri on madde halinde sıralamıştır. Hekimlik ahlakıyla ilgili tespit ve tavsiyeleri içeren Ahlaku’t-tabib isimli risalesi is günümüze ulaşmıştır ve kendi alanında ilk eser sayılmaktadır.
Razi’nin referansları filozofların üstadı ve en büyüğü diye nitelediği Eflatun ile Galen ( Calinus ) ve onun Kita fi’l-Ahlak’ının muhtasarıdır. Son dönem Stoa ahlak felsefesinin temsilcilerinden olan Galen’in bu eseri vasıtasıyla Stoacı görüşler İslam toplumunda yankı bulmuştur. Ayrıca onun kaynakları arasında Kindi’nin el- Hile li-def’il-ahzan ile Razi’nin içinde yaşadığı toplumun ahlak konusundaki değer yargılarını da saymak gerekir.

Razi yirmi kısa bölümden oluşan et-Tıbü’r-ruhani’nin ilk bölümünde yaratıcının insana lütfettiği en büyük ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirterek bu konuda rasyonel bir yöntem izleyeceğinin işaretlerini verir. İnsanı hayvanlardan üstün kılan en önemli güç akıldır; varlığı akıl sayesinde tanır, bilim ve sanatı akılla yapar, Allah’ı da akılla buluruz. Şu halde davranışlarımızda akla uygun olduğu ölçüde ahlaki sayılır. Aklın işlevini yapmasına en büyük engel ise nefsanî arzulardır. Duygular ve arzular aklı mahkûm durumuna düşürebilir. Aklın önündeki engelleri aşabilmek için Allah insana hayvanlarda bulunmayan ve irade denilen bir yetenek vermiştir. Şu halde insanın ahlaki bir kimlik kazanabilmesi için eğitime ve irade egzersizine ihtiyacı vardır. Ancak filozof iradeyle ilgili görüşlerinde oldukça kötümserdir. Ona göre çoğunlukla insanlar akıl ve iradeleriyle değil tutku ve ihtiraslarıyla hareket ederler. Hâlbuki mutluluğa giden yol akıl, bilgi ve güçlü bir iradeden geçer. Razi’ye göre kendine hâkim olabilen iradeli insan tipini erdemli filozof oluşturur ki bu ideal filozof tipinin ahlak felsefesinin kurucusu Sokrat olduğuna şüphe yoktur.
Razi, aklın işlevini tam olarak yapmasına ve insanın mutluluğuna engel saydığı için hazcılığı eleştirir. Ona göre normalin dışına çıkmak elemi, normal hale dönüş ise hazzı meydana getirir. Burada vurgulanmak istene husus, sıkıntı ve zahmetlere katlanarak elde edilen maddi hazların çok kısa sürdüğü gerçeğidir. Çünkü vücut doyum noktasına ulaşınca yani tabii hale dönüşünce artık haz duymaz. Razi haz-elem ilişkisini şu örnekle açıklar: Serin gölgede oturan biri oradan ayrılıp kızgın güneş altında yürürken elem duyar, önceki yerine dönünce haz ve huzur bulur. Fakat vücudu kısa sürede ortama alışınca yani tabii hale dönünce arttık haz almamaya başlar. Razi’ye göre bu durum bütün maddi hazlar için geçerlidir.
Hazcılığı eleştirirken Eflatun gibi Razi de aşkı bir tür ruhi hastalık sayar; âşıkları şehvet düşkünü, nefsani arzuların kulu kölesi olmakla suçlar ve hayvanlardan daha aşağı düzeyde olduklarını söyler.
Razi hazzın mahiyetiyle ilgili Kitabül’l-Lezze adlı günümüze ulaşmayan bir eser yazmış ve bu çalışması da kültür çevrelerince hayli tepkilere yol açmış üzerine reddiyelere yazılmıştır.


Din Anlayışı

Yaratıcı bir Tanrıya inandığı halde peygamberliği ve dini kabul etmeyen Razi’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhaninin aracılığıyla gerek kalmadan kendi yolunu kendisi bulabilir. Allah’ın insanlar arasından peygamber veya ruhani bir şahsiyeti üstün niteliklere donatarak imtiyazlı kılması ve insanlara mürşit olarak göndermesi O’nun hikmet, adalet ve merhametiyle bağdaşmayan bir durumdur. İnsanlar akıl ve diğer nitelikleri açısından eşit yaratılmıştır, üstün niteliklerle donatılmış imtiyazlı birinin varlığı bu eşitliği bozar. Ayrıca filozof tarih boyunca devam eden savaşların din farklılığından ileri geldiğini, dolayısıyla insanlığı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan peygamberlerin insanlığın felaketini hazırladığını ileri sürmektedir. Bu düşünceleri nedeniyle hiçbir dini olguyu eleştirmekten çekinmez. Ayrıca mucizenin kehanetten, Kur’andaki icazın sanat dğeri yüksek bir şiirden farklı olmadığını söyler. Kısaca Razi ‘ye göre Yüce Allah’a en yakın olan kul en bilgin, en adil, en merhametli ve en şefkatli olandır. Bütün filozoflar,” Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesidir” sözüyle bunu anlatmak istemiştir (es-Siretü’l-felsefiyye).

Tıbbı
Horasan bölgesindeki çeşitli merkezlerde Yunan, Hint, İran ve İslam tıbbı üzerinde araştırmalar yapmış ve Helenistik çağın en ünlü hekimi Galen’den beri hiçbir tabibin ulaşmadığı tıp bilgisine sahip olmuştu. Rey’de bimaristan başhekimliğine getirilmiş devamında hem saray hekimliği hem de devlet işlerinde danışman olarak önemli görevler üstlenmiştir. Bimaristan-ı Adudi adıyla anılacak olan hastanenin başhekimlik sınavını yüz hekim arasından kazanmışitır. Hizmeti muntazan bir şekilde nöbetleşe yürütebilmek için hastaneye dâhiliye, hariciye, nöroloji, ortopedi ve göz hekimlerinden oluşan yirmi dört kişilik uzman kadrosu ilave etmiştir. Razi geliştirdiği çok ileri bir yöntemle kliniklerde hastaları önce asistanla, sonra başasistanlara muayene ettirir, onların teşhiste güçlük çektikleri bir vaka olursa kendisi müdahele ederdi. Hastanelerde muayene, teşhis, ilaçların etkileri ve vakanın bütün seyri deftere geçilirdi. Ayrıca o tıp tarihinde kimyayı tıbbın hizmetinde kullanan ilk hekim olarak bilinmektedir. Cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kz hayvan bağırsağını kullanan, ilk göz ameliyatını yapan ve yine ilk kez alkolü tıpta kullanan tabip olduğu da söylenir. Klinik tıbbın üstadı kabul edilen Razi, kendisine çok şey borçlu olduğunu söylediği Galen’i eleştirmek üzere kaleme aldığı Kitabü’ş-Şükuk’ün girişinde tıp ve felsefede kanıtlanmış bilgi dışında hiçbir otoriteye güvenilemeyeceğini söyler. Tabiat ilimlerinde uyguladığı görülmektedir. Muayene sırasında hastanın yaşını, beslenmesini, geçirdiği rahatsızlıkları, şikâyetinin ne olduğunu ve ne zaman başladğını sormakta, koyduğu teşhisleriyle birlikte bütün bulguları kayda geçirmekteydi. Bu alandaki zengin bikrimi sayıları on beş yılda vücuda getirdiği tıp ansiklopedisi mahiyetindeki el- Havi adlı kitabında görmek mümkündür. Kızamık ve çiçek hastalılarının teşhisi doğru koyan ilk hekim olan RAzi bu konuda el-Cüderi ve’l-hasbe adlı bir eser yazmıştır. Ahlaku’t-tabib adlı eserinde hekim- hasta ilişkisinde uyulmöası gereken kuralları hatırlatarak,” Tıpta kehanet olmaz, hekim her şeyi bilemez, hasta denek olarak kullanılamaz, hekim hasta ile doğrudan diyalog kurmalı” şeklinde tavsiyelerde bulunur.

Kimyası

Razi deneyleri esnasında gliserin, soda, sirke asidi, alkol, kükürt asit ve nitrik asit gibi kimyasal maddeleri bulmuş olması sebebiyle kimyayı teoriden pratiğe geçirdiği için bu ilmin kurucularından kabul edilmiştir. Ayrıca değersiz madenleri birtakım işlemlere tabi tutmak suretiyle, onlardan değerli maddeler elde etmenin mümkün olduğuna inanan Razi’ye ilk karşı çıkan Kindi olmuştur. Kindi bu konuda iki eser yazarak madenlerin asli nitelikleri değiştirmenin mümkün olmadığını, bunu yapmaya kalkışanların halkı aldattığını söyleri buna karşı er-Red’ale’l-kindi fi reddihi ‘ale’l-kimya adıyla bir risale kaleme alarak Kindi’nin görüşlerini çürütmeye çalışmıştır. Ancak Razi’nin uzun yıllar kimya deneyleriyle uğraştığı halde iksir dediği o sihirli maddeyi bulamamış olması Kindi’nin haklı olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Eserleri
Razi’nin ölümünden iki yıl önce yazdığı risalede o güne kadar 200’e yakın eser kaleme aldığını belirtmiştir. Buna göre tıp alanında elli atı, tabiat ilimlerinde otuz iki, mantıkta yedi, matematik ve astronomide on, felsefede on yedi, metafizikte altı ilahiyatta on dört, kimyada yirmi iki, küfriyatla ilgili iki, çeşitli konularda on iki kitap yazmış olup bunlardan günümüze ulaşanların çoğu tıpla ilgilidir.




*****
Kaynak

* Adamson, Peter Taylor, Richard C. ; çev: Cüneyt Kaya, İstanbul, 2008
* Corbin, Henry; çev, Hüseyin Hatemi, c.1, İletişim Yay, İstanbul, 2004
* DİA
* İA
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
20 Temmuz 2012       Mesaj #4
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Ebu Bekir El-Razi (841 Rey-926, ?)
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

İranlı filozof ve bilgin. Önceleri müzikle ilgilendi. Bağdat'a giderek tıp öğrenimi gördü. Rey ve Bağdat hastanelerinde başhekimlik yaptı. Doğu ülkelerine geziye çıktı. Samani Sarayı'nda Hippokrates ve Gelenos üzerine çalıştı, Pithagoras ve Thales üzerine de incelemelerde bulundu. Doğacı filozofların (eski dilde Tabiiyun) görüşlerini benimsedi. Felsefe dışında fizik ve kimyayla da ilgilendi. Ölümünden sonra birçok İslâm ve Avrupa filozofunu etkiledi. Başlıca yapıtları şunlardır: "El-İlm-ül-İlahi" (Tanrı Bilgisi), "Kitab fi't-Tıbbi'r-Ruhâni" (Manevî Hekimlik Kitabı), "El-Havi" (Kuşatan).
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
22 Aralık 2015       Mesaj #5
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
RÂZÎ, Ebû Bekir
MsXLab.org

Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî (ö. 313/925)

Ünlü hekim ve filozof.

İslâm tarihinde hekim-filozof tipinin en başarılı temsilcisi olup Bîrûnî’nin tesbitine göre 251 (865) yılında Rey’de doğdu (Fihrist-i Kitâbhâ-yi Râzî, s. 4). Hayatıyla ilgili fazla bilgi yoktur. Batılılar’ın Rhazes dedikleri bu ünlü hekim gençlik döneminde felsefe ve edebiyatla ilgilenen, şiir yazan, ud çalıp şarkı söyleyen, sakalı bıyığı çıktıktan sonra, “Artık mûsiki ile uğraşmak yakışık almaz” diyerek bundan vazgeçen ilginç bir şahsiyettir (İbn Cülcül, s. 77; İbn Hallikân, V, 158). Hipokrat ve Câlînûs’tan (Galen) sonra tıp ilmine yaptığı önemli katkılardan dolayı “Araplar’ın Galeni” unvanıyla anılır. Hayatını kuyumculukla kazanırken bu meslek onda kimyaya karşı merak uyandırmış, kurduğu laboratuvarda kimya deneyleri yaparken ortaya çıkan gaz ve buharlar sebebiyle gözleri rahatsızlanmış, bu rahatsızlığı hayatı boyunca sürmüştür (Beyhakī, s. 8). Bîrûnî’ye göre Râzî’nin kimyadan sonra tıbba yönelmesinin asıl sebebi gözlerindeki rahatsızlıktır (Fihrist-i Kitâbhâ-yi Râzî, s. 4). Bazı klasik yazarlar Râzî’nin otuzundan sonra (İbn Ebû Usaybia, s. 415), bazıları da kırkından sonra (İbn Hallikân, V, 159) tıp tahsiline başladığını söylüyorlarsa da bu alanda zengin bir literatür oluşturan eserlerine bakıldığında bunların ileri yaşta tıbba merak sarmış birinin başaracağı türden olmadığı görülür.

İslâm medeniyetinin altın çağında yaşamış olan bu müstesna zekânın kimlerden tahsil gördüğüne dair yeterli bilgi yoktur. Bazıları onu hekim Ali b. Rabben et-Taberî’nin öğrencisi olarak gösterirse de bu yanlıştır; çünkü Ali b. Rabben, Râzî doğmadan dört yıl önce ölmüştür. İbnü’n-Nedîm, Râzî’nin felsefeye ve kadîm ilimlere hakkıyla vâkıf gezgin bir felsefeci olan Belhî’den okuduğunu, hatta hocasının yazdıklarını kendine mal ettiğini iddia etmekte, fakat Belhî’nin kimliği hakkında yeterli bilgi vermemektedir (el-Fihrist, s. 357). Bu kişi o dönemin hekim ve filozoflarından olan, uzun seyahatleri esnasında Bağdat’a giderek filozof Kindî’nin ders halkasına katılan Ebû Zeyd el-Belhî olabilir. Râzî’den on beş yaş büyük olan ve ondan dokuz yıl sonra vefat eden Belhî’nin nezle olması üzerine Râzî, “Ebû Zeyd el-Belhî’nin nezle olmasının sebebi ilkbaharda kokladığı güldür” başlığıyla bir makale yazmıştı (İbn Ebû Usaybia, s. 425). Bu olay iki filozof arasındaki ilişkinin derecesini göstermesi bakımından önemlidir. Klasik kaynaklarda bulunmayan farklı bir bilgiye Hücvîrî’de rastlanmaktadır. Hücvîrî’ye göre Hallâc lakabıyla anılan iki şahıs bulunmakta, bunlardan biri meşhur sûfî Hüseyin b. Mansûr el-Hallâc, diğeri de Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî’nin hocası olan Bağdatlı mülhid Hasan b. Mansûr el-Hallâc’dır. İşin gerçeğini bilmeyenler bunların aynı kişi olduğunu sanırlar (Keşfü’l-maĥcûb, s. 362). Herhalde Hücvîrî, sûfî Hallâc’ı savunmak amacıyla ona isnat edilen zındıkça fikirlerin aslında Râzî’nin hocasına ait olduğunu, Râzî de zındıklıkla suçlandığına göre bu iddianın kabul göreceğini düşünmüştür.

Ebû Bekir er-Râzî, tahsil için çıktığı uzun seyahati esnasında Horasan bölgesindeki ilim ve kültür merkezlerinde bulundu; hekimlikte şöhrete kavuştuktan sonra Halife Müktefî-Billâh’ın daveti üzerine otuz küsur yaşlarındayken Bağdat’a gitti (İbn Ebû Usaybia, s. 414; Kemâl es-Sâmerrâî, I, 501). Otobiyografi mahiyetindeki es-Sîretü’l-felsefiyye’sinde (s. 102) kendinden şöyle söz etmektedir: “Beni tanıyanlar bilir ki ilme karşı olan sevgim, tutkum ve bu yoldaki çalışmalarım gençliğimden beri aralıksız devam etmektedir. Okumadığım bir kitap, karşılaşmadığım bir ilim adamı bulunsa büyük bir zarara uğramam söz konusu olsa bile her şeyi bir kenara bırakıp mutlaka o kitabı okurum ve o âlimi tanırım. Bu alandaki sabırlı çalışmalarım neticesinde bir yıl zarfında müsvedde olarak 20.000 varaktan fazla yazı yazdım.” Onu anlatanlar, sepet gibi kocaman bir kafası olan bu şahsı ya bir kitabı istinsah ederken ya müsvedde yaparken ya da bunları temize çekerken gördüklerini söylerler (İbnü’n-Nedîm, s. 357). Başta tıp ve felsefe olmak üzere çağının geometri dışındaki bütün ilimlerinde eser veren, antik ve Helenistik dönemde ve kendi çağdaşları arasında önde gelen birçok bilgin, düşünür ve ilâhiyatçı ile hesaplaşan Râzî onları eleştirmiş, kendini eleştirenlere karşı reddiyeler yazmış, cesur, hür fikirli ve üretken bir filozoftur. “Hayatın Sokrat’ınkine benzemediği için sen filozof olamazsın” diyenlere karşı ülkesinde hiç kimsenin tıp alanında kendisini geçemediğini, filozof adına yakışmayacak hiçbir davranışta bulunmadığını, fizik ve metafizik disiplinleriyle ilgili 200’e yakın eser yazdığını belirtip, “Ulaştığım bu bilgi düzeyi filozof adını almama yetmiyorsa keşke bilseydim, çağımızda bu isme lâyık olan kim var?” diyerek kendisini savunmuştur (es-Sîretü’l-felsefiyye, s. 110). Hayatının sonlarına doğru gözlerine katarakt inen Râzî Rey’de vefat etti. Râzî, dönemin hoşgörü ortamında gelişen dinî ve felsefî düşünce hareketleri arasında Eflâtun felsefesinden esinlenerek deist dünya görüşünü temellendirmeye çalışan bir filozof olarak bilinir. Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusunun insanlar arasında düzeni sağlayacağını ve mutlu bir hayat gerçekleştireceğini, bunun için dine ve bir peygamberin rehberliğine gerek olmadığını savunan cüretkâr görüşleri sebebiyle gerek çağdaşları gerekse sonraki dönem filozof ve kelâmcıları tarafından şiddetle eleştirilmiştir (Ebû Hâtim er-Râzî, s. 1-2). Literatürde kendisinden genellikle mülhid ve zındık diye söz edilir. Din hakkında inkârcı görüşleri yanında âlemin yaratılışı ve kozmik varlığın oluşumuna yönelik geliştirdiği sistemin içerdiği çelişkiler yüzünden bir gelenek kuramamış, bilim dünyası onu daha çok tıp alanındaki başarılarıyla tanımıştır.

Felsefe. Râzî’nin mantık, metafizik ve fizikle ilgili eserleri günümüze ulaşmamıştır. Fakat temel felsefî görüşlerini yansıtan el-Ǿİlmü’l-ilâhî adlı eserinden yapılan iktibasları ve özet metinleri Sünnî, Şiî-İsmâilî ve Zâhirî kelâmcıları ile bazı filozofların eserlerinde bulunmaktadır. Bunlar Paul Kraus tarafından Resâǿil felsefiyye başlığı altında filozofun dört eseriyle birlikte yayımlanmıştır (Kahire 1939). Çeşitli dönemlerde yaşamış farklı görüşlere sahip müelliflerin aktardığı ikinci derecede kaynak niteliğindeki bu metinlerde yer alan bilgiler birbirini destekler nitelikte olduğundan güvenilir sayılabilir. Düşünce tarihinde bir filozof için en temel sorun “bir” ile çok ya da ezelî olanla sonradan olan, değişmeyenle değişen varlık arasındaki ilişkiyi mâkul bir sistem halinde temellendirmektir. Râzî, Tanrı-varlık ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını beş ezelî ilke (el-kudemâü’l-hamse) adını verdiği bir sistemle açıklamaktadır. Yaratıcı (el-bârî), nefis (küllî nefis), heyûlâ (şekilsiz ilk madde), halâ (boşluk, mutlak mekân) ve dehr (mutlak zaman) olarak belirlediği bu ilkelerin beşi de ezelî olmakla birlikte aralarında derece ve mahiyet farkı bulunmaktadır. Bunlardan yaratıcı ile nefis aktif, heyûlâ pasif, halâ ve dehr ise ne aktif ne de pasiftir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

1 Mart 2011 / Misafir Cevaplanmış
21 Eylül 2009 / Daisy-BT Edebiyat tr
25 Haziran 2015 / _Yağmur_ Edebiyat tr
8 Temmuz 2011 / ThinkerBeLL Dinler Tarihi
8 Haziran 2009 / Kral_Aslan Rüya Tabirleri