Arama

Canlılar Dünyası (Canlıların Sınıflandırılması)

Güncelleme: 2 Ocak 2018 Gösterim: 100.793 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Canlı


varlıkların, benzerliklerine, daha doğrusu olası akrabalıklarına dayanılarak aşamalı gruplar halinde sınıflandırılması, türlerin yaşama tarzına dayalı çeşitli sınıflandırmaları büsbütün ortadan kaldırmaz.

Beslenme


Yalnız klorofilli türler (yeşil bitkiler) ve dokularında canlı yeşil suyosu- nu hücreleri barındıran nadir hayvanlar (hidra, convoluta) fotofrof olabilirler, yani salt "mineral" maddelerle beslenmek ve hiçbir başka canlının yaşamadığı ve daha önce de yaşamamış olduğu bir yerde yaşamak için güneş enerjisinden yararlanabilirler. Bazı kimyotrof bakteriler, özellikle çok derin hidromineral kaynaklarda yaşayanlar, ekzotermik tepkimeler yaratarak kendibesleklik kazanabilirler. Çürükçüldürler, toprak bakterileri, dışkılardaki fauna ve flora ve kadavralar heterojen ayrıştırıcılar grubunu oluştururlar.

Avcılar ya da fagotroflar, parçalayıp yemek için başka türlere saldıran hayvanlardır. Bunlar avlarının niteliğine göre etçiller (kaplan), böcekçiller (kertenkele), bitkiciller, meyveciller, otçullar,taneciller, vb. ya da mikrofajlar, yani minicik avları yiyenler (balinanın durumu), hematofajlar, yani kan emenler vb. diye adlandırılırlar. Asalaklar ve ortakyaşarlar başka türden bir canlının üstünde ya da içinde yaşar, orada barınak ve besin bulur, duruma göre ona kötülük ya da iyilik ederler. Besinsel bağımlılık virüslerle doruğuna ulaşır; onlar ancak yaşamakta olan bir hücrenin içinde çoğalabilirler.

Solunum


Nadir anaerobi bakteriler oksijensiz yapabilir ya da hiç oksijen istemezler. Hemen hemen canlıların tümü aerobidirler, ama kimisi oksijeni suda erimiş olarak alır, kimisi, suda yaşasa bile havayla solunur (fok, balina) ya da tam bir ikiyaşayışlıdır (bazı yengeçler). Yeşil bitkiler solunum yapar, ama ışıkta, muhtaç oldukları oksijeni kendileri üretirler.

Karmaşıklık derecesi


1. Hücrealtı kademe: bir hücreden daha küçük ve daha basit olan virüslerin ve virüsümsülerin durumu.
2. Prokaryot hücre kademesi: bakteri, mikroplazma ve rıketsiya gibi, hiçbir zarın, çekirdeği sitoplazmadan ayırmadığı ve başka hücrelerde bulunan bir kısım orga- nitlerin bulunmadığı hücrelerin durumu.
3. Çekirdekli hücre kademesi: bir tek hücreden oluşmakla birlikte çokhücreli bir canlı kadar karmaşık yapılı olan klorofilli ya da klorofilsiz protistlerin durumu.
4. Çokhücrelilik kademesi: tam anlamında hayvanların ve bitkilerin durumu. Bu canlılar bünyelerinde değişik tipte birçok hücreler, dokular ve organlar taşır; organizmalarının en büyük bölümü (beden) ölür, ama özgül hücreleri tohum olur, aynı türden yeni bir canlıyı oluşturmak üzere ikişer ikişer birleşerek tek bir hücre (yumurta ya da zigot) meydana getirir. Omne ovum ex ovo: (her yumurta bir yumurtadan doğar) üreme çevrimi, ne kadar kısa olursa olsun, daima birhücreli bir devreyi içerir.

Çokhücrelilerin en mükemmellerinde bir kan ya da özsu dolaşımı vardır (triploblastik hayvanlar, damarlı bitkiler). Hayvanlar için en son aşama değişmez bir iç ortama sahip olmak (sıcakkanlılar: memeliler, kuşlar), bitkiler için tohumların varlığıdır.

Sınıflandırma Nedir?
Sınıflandırmanın Gereği
Doğada çevremizde gördüğümüz tüm canlıları, ister istemez, farkında olsak da olmasak da sınıflandırırız. Örneğin; bitkiler ve hayvanlar, ağaçlar ve çalılar, kaya-taş-kum gibi ayırımlar bile bir tür sınıflandırmadır.
Sınıflandırmanın esas amacı, yeryüzünde bulunan canlıları, akrabalık ilişkilerine göre gruplandırmak ve bu sayede de düzenli bir sistem içinde çalışılmasını kolaylaştırmaktır. Bu amaca hizmet veren bilim dalı ise "Sistematik" veya "Taksonomi" olarak bilinir. Günümüzdeki sınıflandırmanın mantığında asıl dayanak, akrabalık dereceleridir. Ancak buna ek olarak vücut simetrisi, vücut boşluklarının tipi, embriyo evresinde görülen segmentasyon tipi, embriyonik gelişim evreleri, ortak kökenden gelen üyeler (kol, bacak, kanat gibi), iskelet tipi ve şekli, sindirim sisteminin tipi, larva durumları ve eşeysel özellikler gibi başka karakterlerden de yararlanılır.
Canlılar aleminde geçerli olan esas taksonomik gruplar büyükten küçüğe doğru şu şekildedir:
Regnum (alem), Divisio (bölüm), Phylum (şube), Classis (sınıf), Ordo (takım), Familia (aile/familya), Genus (cins) ve Species (tür).

Sınıflandırmanın Tarihçesi
Sınıflandırmanın temeli Aristo'ya (M.Ö.384-322) kadar uzanır. Aristo, canlıları "Bitkiler" ve "Hayvanlar" olmak üzere iki aleme ayırmıştı. Daha sonra Ernst Haeckel (1834-1919) tarafından, "Protista" adı verilen ve bütün mikroskobik canlıları içeren üçüncü bir alem olması önerilmişti. Taksonomiyi ciddi anlamda ilk defa ele alan bilim adamı ise Carl von Linneaus'dur (1707-1778). Ancak Linneaus tarafından yapılan sınıflandırma, akrabalık dereceleri konusunda çok fazla bilgi vermemesi nedeniyle "suni sınıflandırma" olarak isimlendirilmiştir.
Taksonominin modern şeklini alması, Herbert Copeland ve Robert Whittaker isimli araştırıcıların çalışmaları sonucunda gerçekleşmiştir. Copeland tarafından önerilen sınıflandırmada, Haeckel'in sınıflandırmasına ek olarak bir de "Bakteriler" alemi yer alıyordu. Copeland'in fikirlerini biraz daha geliştiren Whittaker ise, "Fungi" adı altında beşinci bir alemi sınıflandırmaya kattı.
1990 yılında ise Carl Woese isimli araştırıcı tarafından, Whittaker'ın sınıflandırması elden geçirildi ve canlılar Bacteria, Archaea ve Eucarya olmak üzere 3 "domain" altında toplandı.
* Robert Whittaker'ın sınıflandırması
* Carl Woese'in sınıflandırması
Carl Woese'in çalışmaları ve fikirleri ışığında, Margulis ve Schwartz tarafından canlıların sınıflandırılmasına son bir şekil verilmiş ve aşağıdaki tablo oluşturulmuştur:
Ad:  siniflandirma.jpg
Gösterim: 4645
Boyut:  12.5 KB


Robert Whittaker'ın Sınıflandırması
Robert Whittaker tarafından yapılan sınıflandırmaya göre canlılar, öncelikli olarak hücre yapıları ve beslenme tipleri ile sindirim şekilleri göz önüne alınarak, 5 alem altında toplanır:
Ad:  whittaker.jpg
Gösterim: 2561
Boyut:  8.5 KB
1. Monera (Bakteriler): Zar ile çevrili gerçek organelleri bulunmayan hücrelere sahip olan bu canlılara örnek olarak, bakterileri ve mavi-yeşil algleri verebiliriz. Kitin yapıda bir hücre duvarı ve halkasal yapıda basit bir genetik materyal taşıyan bu canlılarda, amitotik hücre bölünmesi ile çoğalma görülür. Bu grup günümüzde, "Eubacteria" ve "Archaea" olmak üzere iki alt alemde incelenmektedir.
2. Protista (Protoctista): Bu alemden itibaren, hücre organellerinin her biri zar ile çevrilmiş haldedir. Bu alem üyelerinden bazılarında görülen kloroplastlar, bitkilerde bulunan kloroplastların aksine, prokaryot hücreden köken almıştır. Bu alem altında sınıflanan bir veya çok hücreli canlılarda, doku farklılaşması görülmez.

3. Fungi (Mantarlar): Mikroskobik mantarları ve besin olarak tükettiğimiz şapkalı mantarları kapsayan bu alemin üyeleri, saprofit (çürükçül) canlılardır. Sindirim enzimleri ile hücre dışı sindirim yapılır. Hücre duvarları, ağırlıklı olarak selüloz yerine kitin yapıdadır.

4. Plantae: Bitkiler aleminin üyeleri, çoğunun hücrelerinde kloroplast bulunan, ototrof (kendibeslek) canlılardır. Bu canlıların kloroplastları, ökaryot kökenlidir. Hücre duvarları selüloz yapıdadır. Klorofil taşımayan ve fotosentez yapmayan bitki türleri de bulunmaktadır.

5. Animalia: Hayvanlar alemine giren canlılarda ise hücre duvarı ve kloroplastlar bulunmaz. Besin, sindirildikten sonra hücre içerisinde alınır. Heterotrof (ardıbeslek) olan bu canlılar, beslenme şekillerine göre ayrıca otçul, etçil, hepçil, böcekçil, vs olarak gruplandırılırlar.

Carl Woese'in Sınıflandırması
Carl Woese tarafından 1990 yılında yapılan ve canlıları hücre yapılarına göre öncelikli olarak 3 gruba ayıran sistemde, "Domain" adı verilen yeni bir taksonomi birimi kullanılmıştır. Alemden daha yüksek kabul edilen bu birim temeline göre canlılar, "Bacteria"- "Archaea" ve "Eucarya" gruplarında toplanır.
Woese, genel olarak çalışmalarını ribozomal RNA üzerinde yürütmüş ve RNA yapısına göre akrabalık derecelerini ortaya koymayı hedeflemiştir. Morfolojik olarak da yürüttüğü çalışmalarının sonucu ise, ribozomal RNA çalışmasından biraz daha farklı bir sonuç vermiş ve sonuçta iki farklı akrabalık ilişkisi ortaya çıkmıştır.
Morfolojiye göre: Ad:  woese1.jpg
Gösterim: 1979
Boyut:  4.6 KB

rRNA'ya göre:Ad:  woese2.jpg
Gösterim: 2096
Boyut:  4.7 KB


BAKINIZ Canlıların Ortak Özellikleri
Son düzenleyen Safi; 2 Ocak 2018 02:20
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Eylül 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Canlılar Dünyası


Doğadaki bütün varlıklar canlı­lar ve cansızlar olarak iki büyük gruba ayrılır. İnsanlar, kedi ve köpekler, böcekler, balık­lar, çiçekler, eğreltiotları ve ağaçlar, durgun sularda yaşayan ve mikroskopsuz görüleme­yecek kadar küçük olan yaratıklar, hatta bunlardan da küçük olan hastalık yapıcı mik­ropların hepsi birer canlıdır. Binlerce deği­şik türü olan bütün bu canlıların taş, toprak, hava, su gibi doğal maddelerden insanın yaptığı en karmaşık makinelere kadar bütün cansız varlıklardan ayırt edilmelerini sağlayan bazı ortak özellikleri vardır. Canlılar doğar, büyür, çevrelerindeki değişikliklere tepki gös­terir, ürer ve ölür. İşte canlılar ile cansızlar arasındaki temel fark budur.

Çevreye Tepki Gösterme


Canlıların çevrelerindeki bütün olaylara ve değişikliklere tepki göstermelerinde en büyük rolü duyuları oynar. İnsan, köpek, fil gibi memelilerde beş temel duyu vardır; bunlar görme, koklama, dokunma, tatma ve işitme duyularıdır. Örneğin bir köpek adını işittiğin­de dönüp bakar ya da kuyruğunu sallar. Bir bebek acı bir ilacın tadını aldığında yüzünü buruşturur. Hayvanat bahçesindeki bir fil elinizdeki çöreği görünce hortumunu uzatır. Parlak ışıkta gözbebeğinin büzülmesi, bacak bacak üstüne atmış bir insanın dizinin hemen altına vurulduğunda ayağının birdenbire ileri fırlaması da duyuların birer tepkisidir.

Daha basit yapılı canlıların duyuları bu kadar gelişmiş olmadığı için tepkileri de daha değişiktir. Örneğin bir solucana yüksek sesle bağırıp sıçramasını beklemek boşunadır, çün­kü solucanın kulağı yoktur. Ama ona doku­nursanız ya da karanlıkta üzerine ışık tutarsa­nız hemen büzülür.
Bitkilerin tepkileri genellikle çok daha ya­vaştır. Hemen her bitkinin kökü aşağıya, toprağın derinliklerindeki suya doğru, dalları ve sürgünleri ise yukarıya, yani ışığa doğru uzanır. Çiçeklerin çoğu geceleri bütün taçyap-raklarını kapatır. Bezelyenin ya da üzüm asmasının sülük denen sarılıcı uzantıları yakı­nındaki bir dala ya da sırığa değdiğinde bu desteğe dolanarak sarılır. Bataklıklarda yeti­şen güneşgülünün yapraklarındaki yapışkan tüycüklere bir böcek değdiği anda, bu tüycük-ler hemen üstüne kapanarak böceği hapseder.

Oysa cansız bir varlık, örneğin bir taş parçası dokunma, ışık ya da ses gibi dış etkilere hiçbir tepki göstermez. Bir çekiç vuruşuyla taşı parçalayıp biçimini değiştirebi­lirsiniz; ama taş bu vuruşun ardından, canlıla­rın yaptığı gibi, dışarıdan gelecek yeni bir etkiyle yeniden değişmek üzere bir daha eski biçimine dönemez.
Cansız varlıklar arasında, canlıların göster­diği tepkilere çok benzer şeyler yapabilen tek örnek belki de makinelerdir. Örneğin bir otomobilin marşına basıldığında motoru çalı­şır ve debriyaj pedalı ile vites kolu devreye sokulduğunda otomobil harekete geçer. Bazı makineler bir fabrikanın işleyişini otomatik olarak denetleyebilir; bir bilgisayar kendisine sunulan herhangi bir sorunu inceleyerek en uygun çözümü bulabilir. Bu açıdan bakıldı­ğında, bütün canlıların ortak özelliği olan tepki verme yetisi canlı ve cansız varlıkları birbirinden kesin olarak ayırmaya yeterli de­ğildir. Canlıların öbür yaşamsal etkinliklerini de göz önünde bulundurmak gerekir.

Büyüme ve Üreme


Bütün canlılar büyür, yani yaşama ilk başladı­ğı andakinden daha büyük boyutlara ulaşır. Büyümenin yolu, canlının dışarıdan bazı mad­deleri alıp, bunları kendi dokularının bir parçası haline getirmesidir. Hayvanlar büyü­melerini sağlayan besin maddelerini yedikleri öbür hayvanların ya da bitkilerin dokuların­dan karşılarlar. Bitkiler ise havadan karbon dioksit, topraktan su ve çeşitli mineralleri alıp fotosentez denen bir süreçle kendi dokularını oluşturabilirler.
Bazı canlılarda, örneğin memelilerde genç­lik döneminin belirli bir aşamasında büyüme durur. Ama saç, tırnak gibi bazı dokuların büyümesi ve bir kazada zarar gören vücut bölümlerinin kendi kendini onararak yenile­me yeteneği yaşam boyu sürer. Örneğin derideki bir yara kapanır, kırılan kemikler yeniden birbirine kaynar. Buna karşılık yen­geç ve istiridye gibi bazı hayvanlar yaşadıkları sürece yavaş yavaş büyürler; bitkilerde ise büyüme hiçbir zaman durmaz. Birçok bitki de kışın yalnızca kökünü toprakta bırakarak ölür; ama baharda yeni gövde ve yapraklarla donanır.

Canlıları cansızlardan ayıran en önemli özelliklerden biri de üremedir. Her canlı kendisine benzeyen yeni ve ayrı bireylerin dünyaya gelmesini sağlayabilir. Oysa cansız varlıklar hiçbir zaman üreyemez ve hiçbir canlı cansız bir varlıktan türeyemez.
Birçok bitki, toprağa düştüğü zaman koşul­lar elverişliyse yeni bir bitki halinde gelişebi­len tohumlarla ürer. Mantar gibi bazı canlılar ise spor denen üreme hücreleriyle çoğalır. Hayvanların çoğu bir yumurtadan gelişir ve ana babasına benzeyerek büyür. Bakteriler ve öbür tekhücreli canlılarda üreme olayı çok daha basittir. Bunların çoğu belli bir boyuta erişinceye kadar büyüdükten sonra ikiye bö­lünür; yeni hücreler de yeterince büyüyünce yeniden bölünür. Tekhücrelilerin çok az bir bölümü ile çokhücrelilerden bazı hayvanlar, özellikle mercanlar, denizanaları ve hidralar tomurcuklanmayla ürer. Bu hayvanlarda vü­cudun bir yerinden, tıpkı bir bitkinin tomur­cuk vermesi gibi bir hücre yumrusu büyür ve bu tomurcuktan yeni bir birey gelişir.

Canlıların Sınıflandırılması


Yeryüzünde henüz varlığı bilinmeyen birçok küçük canlının yaşadığı kesindir. Bazı canlılar da daha yeryüzünde insanın belirmesinden çok önceki çağlarda yaşamış, bazen hiçbir iz-(fosil) bırakmadan soyu tükenerek yok olup gitmiştir. Ama bugün için bilinen bütün canlı­lar bilim adamlarınca adlandırılıp sınıflandı­rılmıştır. Milyonlarca türün ortak özellikleri­ne ve akrabalık ilişkilerine göre sınıflandırıl­ması, birçok bilim adamını yüzyıllarca uğraş­tıran çok güç bir çalışmadır. Bu çalışmaların başlangıcından bu yana birçok canlı türü keşfedilmiş ya da türlerin sınıflandırmadaki yerini değiştiren yeni özellikleri açığa çıkmış, bu nedenle ilk sınıflandırmalardan bugüne çok şey değişmiştir. Günümüzde bile bütün bilim adamları tek bir sınıflandırma üzerinde görüş birliğine varmış değildir. Gene de, başlıca canlı gruplarını ve her gruptan birkaç örneği veren aşağıdaki sınıflandırma en be­nimsenmiş sistemlerden biri sayılır.
Yeryüzündeki bütün canlılar dört büyük âleme ayrılabilir:
  1. Monera
  2. Protisia
  3. Bitkiler
  4. Hay­vanlar

1. Monera âlemi


bakterileri ve mavi-yeşil suyosunlarını içerir. Bakteriler genellikle küre, çomak ya da spiral biçiminde olan tekhücreli canlılardır. Pek çoğu hücre bölünmesiyle, bir bölümü de tomur­cuklanmayla ya da sporlarla çoğalır. Bazı türleri verem, difteri, boğmaca, zatürree ve menenjit gibi bulaşıcı hastalıklara yol açar. Mavi-yeşil suyosunları bitkiler gibi fotosentez yapabilir, ama fotosentez için gerekli olan klorofil pigmenti bitkilerde ya da öbür suyosunlarında olduğu gibi kloroplast denen özel bir organcığın içinde değil­dir. Çünkü bu canlılarda da, bakterilerde de hücrenin içinde organel denen özel işlevli organ-cıklar ve zarla çevrili gerçek bir çekirdek bulunmaz. Bu yüzden bakteriler ile mavi-yeşil suyosun­ları. daha doğrusu bu en basit canlıları içeren Monera âlemi bütün öbür canlılardan ayrılarak prokaryat (Prokaryotae) denen ayrı bir üstâlemde toplanmıştır. Zarla çevrili bir çekirdeği ve organelleri olan daha gelişmiş tekhücreliler ile bütün çokhücreli canlılar ise, öbür üç âlemi kapsayan ökaryot (Eukaryotae) üstâlemindendir.

2. Protista âlemi


mavi-yeşil suyosunları dışındaki bütün suyosunlarını, mantarları, likenleri ve tek­hücreli hayvanları içerir. Yalnız ya da koloniler halinde, bağımsız ya da asalak yaşayan ökaryotik tekhücrelilerden başlayıp bitki ve hayvanlara ben­zeyen en ilkel çokhücrelilere kadar uzanan bu âlem, canlıların sınıflandırılmasında en tartışmalı gruplardan biridir. Örneğin bu gruptaki suyosunla­rını, mantarları ve likenleri birçok uzman bitki olarak kabul eder. Bazı sınıflandırmalarda ise, çok karmaşık bir grup olan mantarların çokhücreli ve gelişmiş örnekleri ayrı bir âlemde toplanır; tekhüc­reli ve ilkel türleri ise Protista âlemi içinde ayrı bir altâlem olarak sınıflandırılır. Suyosunları ya da öbür adıyla algler, bitkiler gibi fotosentez yapabilen, ama bitkiler gibi gerçek kök, gövde ve yaprakları olmayan, hücre bölünmesiyle ya da sporlarla çoğalan canlılardır. Tatlı ve tuzlu sularda, ağaçların gövdelerinde, nemli ve kurak topraklarda yaşayabilen bu canlıların çoğu tekhüc­reli ve ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçüktür. Oysa bazıları, özellikle denizlerde yaşa­yan türleri 100 metreye kadar boylanabilir ve yaprak biçimindeki görünümleriyle bitkilere çok benzer. Ökaryotik suyosunlarının, renklerine göre yeşil, esmer, kırmızı, sarı-yeşil ve altın suyosunları olarak adlandırılan birçok grubu vardır.

Mantarlar da en az suyosunları kadar çeşitlilik gösteren çok karmaşık bir gruptur. Bu canlıların biçim ve boyutları, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük, ilkel mantarlardan orman ve çayır­larda yetişen bildiğimiz şapkalımantarlara kadar değişir. Klorofili olmayan ve genellikle asalak ya da çürükçül yaşayan mantarların bir bölümü bitki­lerde pas, yanıklık, sürme, külleme ve mıldiyö gibi çeşitli hastalıklara, insanların asalağı olan türleri ise pamukçuk ve saçkıran hastalığına yol açar. Buna karşılık şapkahmantarların zehirsiz türleri çok sevilen bir yiyecektir. Ayrıca bayatlamış ek­mek ve peynirlerin ya da öbür yiyeceklerin üzerin­de çoğalarak sarımsı yeşil bir küf katmanı oluştu­ran küf mantarları ile bira ve ekmek mayası da bu gruptandır. Likenler mikroskobik suyosunları ile mantarların birleşmesinden oluşan ortakyaşar canlılardır. Özellikle nemli ormanlarda toprağın üstünü, ağaç­ların gövdesini, kayaların ve taşların yüzeyini bir örtü gibi kaplayan likenler, bu işbirliğinin verdiği güçle, kurak çöllerden kutupların buzlu toprakları­na kadar her yerde yaşamını sürdürebilir.

Tekhücreli hayvanlar (Protozoa)

, bitkilerle ortak özellikleri olan suyosunları, mantarlar ve likenlere karşılık, Protista âleminin hayvanlara yakın olan tek grubudur. Üstün yapılı gerçek hayvanlardan ayrılıp bu âlemin üyeleri arasına katılmaları olduk­ça eski tarihlere rastladığı halde, bu basit yapılı canlılar bugün bile tekhücreli hayvanlar adıyla anılır ve bazı sınıflandırmalarda hâlâ hayvanlar âleminde gösterilir. Genellikle durgun, tatlı su birikintilerinde yaşayan bu küçük canlıların en bilinen örnekleri amip, terliksi hayvan, kamçılı hayvan ve sıtma asalağıdır.

3. Bitkiler


asalak yaşayan bir-iki örnek dışında, bütün bitkilerde klorofil denen yeşil bir pigment bulunur. Bu pigmentin ve güneş ışığının yardımıyla bitkiler karbon dioksit, su ve mineralleri fotosentezle besin maddelerine dönüştürebilirler.
Bitkiler âleminin başlıca grupları şunlardır:
  • Karayosunları, gerçek bitkilerin en basit üyeleri olan ciğeryosunları ile yaprakyosunlarını içerir.
  • Atkuyrukları, kibritotlan ve eğreltiotlan gö­rece daha gelişmiş bitkilerdir ama bunlar da karayosunları gibi spor denen üreme hücrele­riyle eşeysiz olarak çoğalır.
  • Eğreltiotu (Kibritotu), bu gruptaki bitkilerden çoğunun soyu eski jeolojik çağlarda tükendiği için, günümüze kadar ulaşamamış olan türler yalnız fosilleriyle tanınır.
  • Tohumlu bitkiler eşeyli üremeyle çoğalan, en gelişmiş bitki grubudur. Bu bitkilerde erkek ve dişi organların üreme hücrelerinin birleşme­siyle oluşan tohum, gelişmesi için elverişli toprak, nem ve sıcaklık koşullarına kavuştuğu anda çimlenerek yeni bir bitkiye dönüşür. Çam, ardıç, köknar gibi iğneyapraklıların tohu­mu meyvenin (kozalakların) içinde gizli değil­dir; bu yüzden bu bitkilere açıktohumlular denir. Kapalı tohumlularda ise meyvenin etli bölümü tohumu ya da tohumları içinde barındı­rır; bütün meyve ağaçlarını ve bahçelerdeki süs bitkilerini içeren bu grubun bir adı da çiçekli bitkilerdir.

4. Hayvanlar


bitkiler gibi kendi besinlerini üretemedikleri için başka canlıları yiyerek beslenmek
zorunda olan, buna karşılık bitkilerden farklı olarak hareket edebilen canlılardır; bütün hayvanlar âlemi içinde yalnızca süngerler ve mercanlar bitkiler gibi bir yere bağlı olarak yaşar. Tekhücreli hayvanları bu gruptan saymayan hemen hemen bütün sınıflandırmalarda hayvanlar âlemi ya da üstün yapılı hayvanlar iki altâleme ayrılır:
  • Parazoa altâlemi yalnızca süngerleri, yani çokhücreli hayvanların en basit yapılı üyelerini içerir (Sünger).
  • Metazoa altâlemi ise geri kalan bütün üstün yapılı hayvanları içeren çok kalabalık bir grup­tur. Aşağıda, bu grubun yalnızca çok bilinen başlıca bölümleri alınmıştır:
    • Knitliler ya da selentereler: Genellikle yakı­cı kapsülleri olan ve yaşamlarının hiç değilse bir bölümünü bir yere bağlı olarak geçiren mercanlar, denizanaları ve denizşakayıkları bu gruptandır (Denizanasi; Denizşakayıkı).
    • Yassısolucanlar: Bu bölüm, tenyalar (şerit­ler) ve karaciğer kelebekleri gibi hastalık yapı­cı asalak solucanlar ile akarsu yataklarındaki taşların altında yaşayan zararsız küçük solu­canları içerir.
    • İpliksolucanlar: Bu hayvanların bir bölümü toprağın altında, bir bölümü de genellikle hay­vanların, bazen insanların bağırsağında asalak yaşar.
    • Halkahsolucanlar: Bu grubun en tanınmış üyeleri yersolucanları, denizsolucanları ve sü­lüklerdir (Solucan; Sülük).
    • Eklembacaklılar: Hayvanlar âleminin bu en kalabalık grubu yengeç, karides, ıstakoz gibi su hayvanları ile tespihböceği gibi bazı kara hayvanlarını içeren kabuklular; böcekler; örümcek, kene, akar ve akrep gibi örümce­ğimsiler; kırkayak ve çıyan gibi çokayaklılar sınıflarına ayrılır (Eklembacaklılar).
    • Yumuşakçalar: Bu bölümdeki hayvanların bir bölümünde, örneğin salyangoz, istiridye ve midyelerde, yumuşak ve savunmasız gövdele­rini koruyan bir kabuk vardır. Oysa ahtapot, mürekkepbalığı ve kalamar gibi yumuşakça­larda böyle bir kabuk bulunmaz (Yumu­şakçalar).
    • Derisidikenliler: Gövdeleri sert ve dikenli bir kabukla örtülü olan bu hayvanların en ta­nınmış üyeleri denizkestaneleri ile denizyıldızlarıdır (Derİsİdikenlİler).
    • Omurgalılar: Buraya kadar sayılan hayvan­ların hepsi omurgasızdır. Omurgalı hayvanlar ise balıkları, amfibyumları (kara ve su kurba­ğaları, sirenler, semenderler), sürüngenleri (kelerler, kertenkeleler, timsahlar, yılanlar, kaplumbağalar), kuşları ve memelileri kapsar. Fareler, kediler, köpekler, filler ve insan me­meliler grubundandır.
  • Virüsler bazı bilim adamlarınca bakteriler ve mavi-yeşil suyosunlarıyla birlikte prokaryotlardan sayılırsa da, uzmanların birçoğu bu canlıla­rın sınıflandırmadaki hiçbir gruba uymayacağı kanısındadır. Son derece küçük olan ve ancak elektron mikroskobuyla görülebilen virüsler, hayvanların, bitkilerin ya da bakterilerin hücre­lerine girip yerleşmedikçe yaşamını sürdüremez ve üreyemez. Bazı virüsler insanda kızamık, grip, kabakulak, çocuk felci ve kuduz, köpek­lerde gençlik hastalığı, sığırlarda da şap hastalı­ğı gibi bulaşıcı ve ağır hastalıklara yol açar.

Yaşam Nasıl Başladı?


Başlangıçta yeryüzü bugünkünden çok fark­lıydı. 4,5 milyar yıl önce Dünyamız uzay boş­luğunda bir kaya ve toz bulutu halinde döner­ken neler olup bittiğini tam bilemiyoruz, ama büyük olasılıkla yeryüzünde yaşam şöyle baş­ladı: Binlerce yıl korkunç fırtınalar patladı, yağ­murlar yağdı, sürekli şimşekler çaktı ve ya­nardağlardan çıkan zehirli gazlar atmosferde yoğunlaştı. Bu koşullar altında Dünya'da her­hangi bir canlının yaşaması olanaksızdı.
Zamanla Dünya'nın yüzeyi soğuyup katıla­şınca, biriken yağmur suları yeryüzündeki çu­kurlarda toplanarak ilk denizleri oluşturdu. Havanın ve kayaların bileşiminde bulunan ya da çakan şimşeklerle havadaki gazların etkile­şiminden doğan çeşitli kimyasal maddeler de­nizlere karıştı. Ama o zamanlar Dünya'nın at­mosferi bugünkü gibi oksijen ve azottan de­ğil, metan, amonyak, karbon dioksit gibi ze­hirli gazlardan oluşuyordu.

Zaman geçtikçe denizlerdeki kimyasal maddeler giderek yoğunlaştı ve "ilk çorba" denen bir pelteye dönüştü. Bu karışım ılık su­da çalkalandıkça peltedeki bazı kimyasal maddeler, büyük olasılıkla da şimşek enerjisi­nin etkisiyle havadaki gazların tepkimesinden doğan aminoasitler ile nükleik asitler bir rast­lantı sonucunda bir araya geldi. Bu maddeler, yaşamın ve canlı hücrenin temel molekülleri olan proteinler ile DNA'nın (deoksiribonükleik asit) yapıtaşlarıdır.

Yaşamın özü olan bu maddelerin karşılaş­ması yalnızca şansa kalmış bir rastlantıydı. Belki de o ana kadar milyonlarca yıl boyunca, bu başlangıcın anahtarı olmayan sayısız mad­de birbiriyle karşılaşmıştı. Ama sonunda öyle bir an geldi ki, bir nükleik asit zinciri aynı yapıdaki başka bir zincire eklendi ve ikisinin birleşmesinden çok daha kararlı bir yapı doğ­du. Aminoasitler de bu zincirlerin çevresini kuşatarak, nükleik asitleri sıvıdaki öbür kim­yasal maddelerin etkisinden korudu. En so­nunda iki zincir birbirinden ayrıldığında, her zincir çevrede yüzen başka bir nükleik aside eklenerek yeni bir zincir oluşturdu. Böylece bir nükleik asit çiftinden iki yeni çift ortaya çıktı; sonra bu yeni çiftler de ayrıldığında her birinden ikişer çift oluştu. Aminoasitler her seferinde yeni çiftlerin çevresini sardı ve yal­nızca yeni nükleik asitlere geçit verip öbür kim­yasal maddeleri uzaklaştırdı. Bu arada fos-folipit denen kimyasal maddeler suda kabar­cıklar halinde yüzerken, gene bir rastlantı so­nucunda, nükleik asitler ile aminoasitlerin çevresini bir "zar" gibi kapladı. Böylece ilk "canlı" doğmuş ve üremeye başlamıştı.
Bu oluşum sürüp giderken yer yer bazı de­ğişiklikler oluyordu. Bazen fazla gelen amino­asitler üst üste biniyor, bazen de zincire deği­şik bir nükleik asit katılıyordu. Sonunda ya­şam farklılaşmaya başlamıştı. Binlerce, 10 binlerce yıl sonra bu ilk okyanusların ılık sula­rında ilk canlılar türedi, üreyerek çoğaldı ve evrim geçirerek yeni canlılara dönüştü.

Canlıların Yaşam Süresi


En uzun ömürlü canlılardan biri kıyı sekoya­larıdır. ABD'nin California eyaletindeki bu dev ağaçlardan bazıları 4.000 yaşındadır. Bu­na karşılık bakterilerin çoğu yaşamaya başla­dığı andan 20 ya da 40 dakika sonra döl ver­meye başlar.
Bütün öbür canlıların yaşam süresi bu iki uç nokta arasında yer alır. Örneğin bahçe bitki­lerinin çoğu ilkbahardan sonbahara, yani beş ya da sekiz ay kadar yaşar. Çalıların ömrü genellikle 10-12 yıl kadardır.
Balıklar arasında en uzun ömürlülerinden biri 70 yıl kadar yaşayabilen turnabalığıdır; sazanın ömrü de 15-20 yılı bulur. Canlıların yaşam süresi ile boyutları arasında bir bağlantı olduğu söylenemez. Örneğin bazı kaplum­bağalar 100 yıl kadar yaşarken dev gibi bali­nalar doğduktan 12 yıl sonra erişkin boyutla­rına ulaşır; fillerin ise 60 yıldan çok yaşadığı ender görülür. Buna karşılık insan, yalnızca birkaç örneği olsa bile, 100 yıldan çok yaşadı­ğı bilinen tek memelidir.

İnsan Ömrü
Her canlı türünün aşağı yukarı belirli bir ya­şam süresi vardır. Örneğin hiçbir sağlık soru­nu olmayan bir insan 100 yıl, hatta daha fazla yaşayabilir. Ama bu yaşa ulaşabilen insanla­rın sayısı pek azdır. Bir bölümü hastalık ya da kaza nedeniyle genç yaşta ölürken, birçoğu da 80 yaşını aştığında bazı önemli organları, özellikle kalbi aksamaya başladığı için 100 ya­şına ulaşamaz.
Yeryüzündeki ya da belirli bir ülkedeki bü­tün ölümlerin hangi yaşlarda olduğunu sapta­yarak insanlar için bir ortalama ömür ya da ortalama yaşam süresi hesaplanabilir. Bu süre kadınlarda genellikle erkeklere oranla daha uzundur.

Hastalıklardan korunma ve tedavi yöntem­lerinin gelişmesinden önceki çağlarda ortala­ma insan ömrü oldukça kısaydı. Örneğin 1891-1900 yılları arasında çeşitli Avrupa ülke­lerinde doğan erkek bebekler için öngörülen ortalama ömür 44, kızlar için 48 yıldı. Ortala­manın bu kadar düşmesinde en büyük etken bebek ve çocuk ölümleri oranının çok yüksçk olmasıydı. 1930-32 yıllarında erkek bebekler için öngörülen ortalama ömür 58 yıla, kızlar­da 63 yıla yükseldi. Bugün bu beklenti erkek bebeklerde 70, kızlarda 76 yılın üstündedir. Bir ülkede yaşayanların ortalama ömrü, o ül­kedeki sağlık, beslenme ve konut sorunlarının ne dereceye kadar çözülmüş olduğunun gös­tergelerinden biridir.
MsXLabs.org & Temel Britannica
Son düzenleyen Safi; 25 Aralık 2017 01:21
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
15 Mart 2009       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

CANLILARIN SINIFLANDIRILMASI

Canlıları benzer özelliklerine göre gruplara ayırmaya sınıflandırma denir. Sınıflandırmayı inceleyen bilim dalına ise Biyosistematik denir.

1. Ampirik (Yapay) Sınıflandırma
Canlıları dış görünüşleri ve yaşadıkları ortama bakarak sınıflandırmaktır. Bu tür sınıflandırma günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir. Dayandığı temel analog (görevdeş) organlar ve şekil benzerliğidir.
Analog Organ : Kökenleri farklı görevleri aynı olan organlardır. Örneğin; yarasanın kanadı ile böceğin kanadı analog organlardır. Böyle organlara görevdeş organlar da denir.

2. Doğal (Filogenetik) Sınıflandırma
Canlılarda doku ve organların köken bağıntılarına bakılarak yapılan sınıflandırmadır. Anatomik benzerlik akrabalık dereceleri protein yapıları gibi birçok özellik dikkate alınarak sınıflandırma yapılır. Dayandığı temel homolog (kökendeş) organlar ve kalıtsal benzerliktir.
Homolog Organ : Kökenleri (orjin) aynı görevleri farklı olan organlardır. Böyle organlara yapıdaş organlar da denir.

A. CANLILARIN İSİMLENDİRİLMESİ


İlk kez Linne tarafından yapılmıştır. Sistematikte temel birim olarak tür kabul edilmiş ve her türe iki kelimeden oluşan (binominal) bir isim verilmiştir.
Türlerin akraba veya benzer olduğunu birinci kelimelerin aynı olması ifade eder.

B. SİSTEMATİK BİRİMLER
Filogenetik sınıflandırmada canlılar yedi (7) ana kategoriye ayrılır; Bu kategoriler ve aralarındaki değişmeler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
Tür : Sistematiğin temel birimi olarak kabul edilir. Yapı ve görev bakımından birbirine benzer organ sistemlerine sahip çiftleştiklerinde kısır olmayan döller meydana getirebilen ortak bir kökene sahip canlılar topluluğudur.
Birbirine çok yakın Tür’lerin oluşturduğu daha büyük gruba ise cins denir. Benzer Cins’ler Aile’yi benzer Aile’ler Takım’ı benzer Takım’lar Sınıf’ı benzer Sınıf’lar Şubeyi ve Şube’ler Alem’i oluştururlar.

C. MONERA ALEMİ
Canlı organizmaların en küçükleri ve yapısal organizasyon bakımından en basit olanları bu alemde yer alır. Virüsler bu alemde incelenen ve hücresel yapıda olmayan organizmalardır. Bakteriler ve mavi-yeşil algler ise en küçük hücreler olup prokaryot (basit çekirdekli) özellikte olmalarından dolayı bu aleme konulmuştur.

1. Bakteriler
Çekirdekleri ve zarla çevrili organelleri bulunmadığı için “prokaryot” hücre yapısındadırlar. Klorofil ve oksijenli solunum enzimleri gibi moleküller hücre zarından sitoplazmaya uzanan kıvrımlar üzerinde veya sitoplazmada serbest olarak bulunur.
DNA molekülü bir tane olup etrafında zar yoktur. Bazı bakterilerde normal DNA dan çok daha küçük yapılarda vardır.
Üremeyle ilgisi olmayan bu yapılara plazmitler denir. Plazmitler antibiyotik ve diğer bazı kimyasal maddelere karşı kazanılan direncin diğer hücrelere taşınmasını sağlar.
Bütün bakteri hücrelerinde zar çeper ribozom DNA RNA ve çeşitli enzim sistemleri bulunur. Bazı türlerde bu yapılara ek olarak bazı özel görevli oluşumlar bulunabilir.
Hücre zarının sitoplazmaya doğru kıvrımlaşmasıyla oluşan mezozomlar oksijenli solunum enzimlerini bulundurur. Mitokondrinin işlevini gerçekleştirir. Aynı şekilde oluşmuş tilakoit zarı üzerinde ise klorofil molekülleri bulunur ve kloroplastın işlevini üstlenir.
Hücre zarından dışarıya doğru uzanan sil ve kamçı şeklindeki tüpçükler ise hareketi ve korunmayı sağlar. Çok az türde üçüncü bir hücre örtüsü vardır. Kapsül denilen bu yapı olumsuz şartlara dayanma gücünü artırır. Bunun için kapsüllü bakteriler genellikle patojen (hastalık yapıcı) özelliktedir.
Bakterilerdeki hücre çeperi protein yağ ve karbonhidrattan yapılmış olup selüloz içermez. Bakteriye şekil verir ve onu korur.
Ribozomları çok sayıda olup ökaryot hücrelerdekinden daha küçüktür.

a. Bakterilerin Gruplandırılması
Mikroskoplarla incelenen bakteriler değişik özellikleri bakımından araştırılmış ve dört özelliğe göre gruplandırılmıştır.
Gram boyasıyla boyanarak mikroskopta mavi-mor renkli görünenlere gram pozitif bakteriler denir. Gram negatifler ise bu boyayla boyanmazlar. Bu farklılık çeper yapılarının özelliğinden kaynaklanır.

b. Bakterilerin Solunumları
Bazı bakteriler sadece fermantasyon (anaerobik solunum) yapabilirler ancak oksijenli ortamlarda gelişemezler. Bunlara zorunlu anaerob denir.
Bazı bakteriler ise sadece oksijenli ortamlarda gelişebilirler. Bunlara zorunlu aerob denir. Bakterilerin bir kısmı ise geçici aerob veya geçici anaerob olup gerektiğinde her iki solunumu da yapabilirler. Böyle bakterilere “fakültatif” bakteriler denir.

c. Bakterilerin Beslenmesi
Bakterilerin az sayıda türü ototrof olarak beslenir. Kendileri için gerekli organik besinleri inorganik bileşiklerden senaaalerler. Bunların bir kısmı klorofilli olup ışık enerjisini kullanırlar. (Fotosentetik bakteriler). Bir kısmı ise klorofilsiz olup inorganik bileşikleri oksitlemekle kazandıkları kimyasal enerjiyi kullanır (kemosentetik bakteriler).
Bakterilerin çoğunluğu heterotrof olarak beslenir. Gerekli olan glikoz amino asit vitamin gibi organik maddeleri dışarıdan hazır almak zorundadırlar.
Bunların çoğu çürükçül(saprofit) olup organik artıkları ayrıştırarak beslenir. Bu olay sayesinde doğadaki madde döngüsüne katkı yaparlar.
Bir kısım bakteri ise diğer canlılar üzerinde parazit yaşayarak beslenir.

d. Bakterilerde Üreme
Bütün bakteriler bölünerek çok hızlı çoğalabilirler.
Bakterilerde zarlı bir çekirdek olmadığından ve kromozom sadece bir tane olduğundan bölünme tam bir mitoz değildir. Bu tür hücre bölünmesine gizli mitoz denir.
Bazı bakteri türleri bölünerek (eşeysiz) üremenin yanında eşeyli üremeyi de gerçekleştirebilirler. Bu üremede gamet oluşumu ve döllenme görülmez.
Kalıtsal yapısı farklı iki hücre aralarında bir köprü oluşturarak gen aktarımı yaparlar. Sonuçta her iki atadan da farklı bir hücre (rekombinant bakteri) oluşur. Bu çeşit üremeye konjugasyon (kavuşma) denir. Konjugasyon sonucunda kalıtsal çeşitlilik sağlanır.

Bazı bakteriler olumsuz ortam şartlarını endospor oluşturarak atlatırlar. Bakteri parçalansa ve ölse bile endospor ortam şartlarına dayanır. Şartlar normalleştiğinde gelişen endospor normal bakteriyi oluşturur.

Endosporlar bakteriye göre daha küçük az sitoplazmalı kalın çeperli ve aaaabolizması çok yavaştır. Bazı sporlar 120 °C de 15 dakika kalırsa ancak ölebilmektedir.

2. Mavi – Yeşil Algler
Hücre yapısı bakımından bakterilere çok benzerler. Zarlı çekirdekleri ve zarlı organelleri yoktur. Hepsinde sitoplazmaya dağılmış klorofil pigmentleri vardır. Fotosentetik bakterilerden farkları sitoplazmalarında fikosiyanin denilen mavi renk maddesi içermeleridir. Genellikle denizlerde tatlı sularda verimli topraklarda yaşarlar. Hepsi fotosentetik olup suyu ayrıştırdıkları için ortama oksijen verirler.

Çoğu havanın serbest azotunu bağlayarak toprakta azotlu bileşiklerin artmasını sağlarlar. Bunun için bitki gelişmesine yardımcı olurlar. Bölünerek ve sporlarla çoğalırlar. Tek tek veya koloni halinde yaşarlar.

3. Hücresel Olmayan Canlılar Virüsler
Canlı olarak kabul edildiklerinden “en küçük oranizmalar” olarak adlandırılabilirler. Ancak elektron mikroskobuyla görülebilirler.
Virüsler; çoğalabilirler kendilerine özgü nükleik asit içerirler özel bir protein kılıfa sahiptirler ve içine girecekleri hücrenin zarını eritecek enzimlere sahiptirler. Bu özellikleri onları cansızlardan ayırır. Hücresel yapıda olmamaları enzim sistemlerinin bulunmaması sitoplazmalarının olmaması organellerinin yokluğu ve dış ortamda kristal halde bulunmaları ise virüsleri diğer canlılardan ayıran özelliklerdendir. Özellikle kristal halde bulunmak cansızların özelliğidir.
Virüsler ancak konak hücre içinde aktivite gösterebilirler. Bunun için “zorunlu hücre içi parazitleri” denir. Kendilerini çoğaltmak için konak hücrenin maddelerini harcarlar ve onun enzimlerini kullanırlar.

Virüsler DNA veya RNA dan yalnız birisine sahiptirler. Bu kalıtsal yapıya genom denir.
Bazıları bitki hücrelerinde bazıları hayvansal hücrelerde bazıları ise bakterilerde çoğalabilirler.
Bakteriyofajlar ve hayvansal virüslerin çoğu “DNA virüsleri” adını alır. Bitkisel virüsler ve bazı hayvansal virüslere ise “RNA virüsleri” denir.

Virüsler hacim olarak büyümezler ve bölünerek çoğalmazlar. Enzim sistemleri olmadığı için solunum protein senaaai beslenme boşaltım gibi hayatsal olayların hiçbirini gerçekleştiremezler.
Virüsler girdikleri hücrede yönetimi ele geçirirler ve hücrenin materyallerini kullanarak kendilerini çoğaltırlar. Sonuçta hücrenin parçalanmasına (lizis) neden olurlar.

Bazı virüsler girdiği hücreyi öldürmez ancak onun hızlı ve düzensiz olarak bölünmesine neden olur. Böylece kanserleşme ortaya çıkar.
Bir virüs tarafından enfekte olmuş hücre ve doku bazı savunma meddeleri üretir. İnterferon denilen bu maddeler yeni bir virüs enfeksiyonunu engeller.

D. PROSTİSTA ALEMİ
Bu alemin üyeleri ökaryot yapılı bir hücrelilerdir. Nemli topraklardan diğer canlıların vücutlarına küçük su birikintilerinden okyanuslara kadar çok geniş ortamlara yayılmıştır. Tatlı sularda yaşayanlarında kontraktil koaaaaar bulunur.

1. Protozoa (Hayvansal Protistler)
Protista aleminin daha çok hayvansal özellikteki türleri kapsar. Hepsi bir hücrelidir.

a. Silliler (Kirpikliler)
Hareketi sağlayan yapı hücre yüzeyini kaplamış olan sillerdir. Hücre zarı kalınlaşıp sertleşerek pelikula adını alır. Hepsi heterotroftur. Besinlerini pinositoz ve difüzyonla alırlar. Bölünerek eşeysiz üreyebildikleri gibi birçok türü konjugasyonla eşeyli üremeyi de gerçekleştirir. En gelişmiş ve tanınmış örneği Paramesyum (terliksi hayvan) dur.
Paramesyum da iki çekirdek bulunmakta olup küçüğü üremeyi büyüğü beslenme ve aaaabolizmayı düzenler.

b. Kamçılılar
Hareketi sağlayan yapıları kamçılarıdır. Hücreleri çepersizdir. Bazıları kloroplastlı olup fotosenaaa yaparlar. Örnek; Öglena. Ancak bunlar karanlıkta kaldıklarında heterotrof olarak beslenirler.
Öglenada ışığı karşı duyarlı göz noktası bulunur. Depo maddesi nişastaya çok benzer. Bazı kamçılılar insanda ve hayvanlarda parazit olup bazı hastalıklara neden olur. Örnek : Tripanosoma adlı çeşidi kan emici bir sinekle insana taşınır ve uyku hastalığına neden olur.

c. Kök Ayaklılar
Belirgin bir hücre şekilleri yoktur. Hücre zarının uzantılarıyla geçici (yalancı) ayaklar oluştururlar. Bunlar hem hareketi hem de besin almayı (fagositozu) sağlar. En tanınmış örnek amiptir. Amip’lerin bazıları insanda parazit yaşayarak amipli dizanteriye neden olur. Bazıları ise ağız boşluğunda ve kalın bağırsakta zararsız (kommensal) olarak yaşar. Sularda yaşayan bazıları ise kabuk oluşturur.

d. Sporlular
Hepsi insanda omurgalı ve omurgasız hayvanlarda parazit olarak yaşar. Hücre yapıları diğer protistlerden daha küçük ve daha basittir. Besinlerini sindirilmiş olarak alırlar. Spor oluşturarak çok hızlı üremeyi sağladıkları gibi; zaman zaman gamet oluşturarak eşeyli üremeyi de sağlarlar. Hareket organelleri ve kontraktil koaaaaarı yoktur. Örnek: Plazmodyum malaria türü insanda sıtmaya neden olur. Anofel türü sivrisineklerle taşınır.

2. Cıvık Mantarlar
Hücre çeperlerinin olmaması yönüyle gerçek mantarlardan (Fungi aleminden) ayrılırlar. Belirgin bir hücre şekilleri olmayıp amipler gibi hareket ederler.
Hepsi çok çekirdeklidirler. Çoğu zaman koloniler oluştururlar.

Nemli ortamlarda yaşar ve saprofit olarak beslenirler. Sporla ürerler. Sporları sert bir çeperle örtülüdür. Bazı türleri diğer canlılarda parazittir. Depo karbonhidratları glikojendir.

3. Bir Hücreli Algler
Hepsi çeperli kloroplastlı ve fotosentetiktir. Depo karbonhidratları nişastadır.
Sularda ıslak ve nemli yerlerde yaşarlar. Çoğu kamçılı olup yer değiştirebilir. Bazıları kolonileri meydana getirirler. Örnek: volvox pandorina vs.

E. MANTARLAR (FUNGİ) ALEMİ
Hücreleri çeperli olduğu için gerçek mantarlar diye de adlandırılır. Hepsi ökaryot hücrelidirler. Genellikle çok hücreli olarak yaşayan klorofil içermedikleri için hazır besin tüketen canlılardır. Depo karbonhidratları glikojendir. Bazıları çok çekirdeklidir.

Spor oluşturarak eşeysiz üremeyi sağladıkları gibi çoğu eşeyli üremeyi de gerçekleştirir. Bazıları ise tomurcuklanır (mayalar). Köksüleriyle (rizoit) kendilerini bir yere bağladıklarından yer değiştiremezler. Bir çoğu bitkilerde ve hayvanlarda parazit yaşayarak hastalıklara neden olur. Genel beslenme biçimleri saprofitliktir. Bu sayede organik artıkların parçalanmasına ve madde döngüsüne katkı yaparlar.
Mantarlar; küfler mayalar paslar ve şapkalı mantarlar olarak gruplandırılabilir.

F. HAYVANLAR ALEMİ
Hepsi çok hücrelidir. Çok azı mikroskobik (tenyalar su pireleri) çoğu ise makroskobiktir. Hepsi heterotrof olarak beslenir. Hücrelerinde çeper ve plastitler yoktur. Sentrozomları bulunmakta olup depo karbonhidratları glikojendir.

Çoğunlukla bir yere bağlı olmadıklarından ve kasları bulunduğundan yer değiştirebilirler. Süngerler hariç tutulursa hepsinin sinir sistemi vardır. Çoğu ayrı eşeyli olarak ürer. Eşeysiz üreme yapabilen türleri azınlıktadır.

Omurgalı Hayvanlar
Baştan (merkezi sinir sisteminden) çıkan sinirler vücuda sırt tarafından ve omurga iskeleti içinden dağılır. Dolaşımları kapalıdır. Kandaki oksijen bağlayıcı pigmentler alyuvarlarda bulunur. Duyu organları gelişmiş yapıdadır. Amfiyoksüs gibi ilkel kordalılarda kıkırdak veya kemik bulunmaz. Hepsi ayrı eşeylidir.

a. Balıklar
Solungaç solunumu yaparlar. Üyeleri yüzgeç şeklindedir. Denizlerde ve tatlı sularda yaşar dış döllenme ve gelişme yaparlar. Vücutları zaman zaman dökülebilen pullarla örtülüdür. Değişken ısılı (soğuk kanlı) hayvanlardır.
Bazılarının iskeleti sadece kıkırdaktan oluşur (köpek balıkları gibi). Çoğunluğu kemikli balıklara ait türler oluşturur.

b. Amfibiler (Kurbağalar)
Dış döllenme ve gelişme yaptıklarından suya bağımlıdırlar. Bazılarının erginleri karalarda da yaşayabilirler. Bunun için bu gruba amfibi (iki yaşayışlılar) denir.
Değişken ısılıdırlar. Başkalaşım (aaaamorfoz) geçirirler. Larva evresinde balıklar gibi yaşarlar. Ergin evrede kuyruklu olanlarına semender denir.

c. Sürüngenler
Solunum organları akciğerlerdir. İç döllenme ve dış gelişme yaparlar. Derileri kuru ve pulludur. Pullar kaynaşmış olup dökülmezler.

Vücut ısıları değişkendir. Sıcak ve kurak ortamları severler. Yılanlar kertenkeleler timsahlar ve kaplumbağalar olmak üzere dört takıma ayrılırlar.

d. Kuşlar
Sıcak kanlı (sabit ısılı) hayvanlardır. Üremeleri ve gelişmeleri sürüngenler gibidir. Vücutları tüylerle örtülüdür ve deride yağ bezleri vardır. Dişleri yoktur.

Akciğerlerinde büyük hava keseleri bulunur. Gaga ve pençe gibi yapıları yaşadıkları ortama ve beslenme biçimine uyumludur. Kivi ördek tavuk pelikan ve şekilde gösterilenler değişik örneklerdendir.

e. Memeliler
Kuşlar gibi sabit ısılıdırlar. Vücut kıllarla örtülüdür. Deride yağ ve ter bezleri vardır. Dişleri gelişmiştir. Yavrularını sütle beslerler. İç döllenme ve iç gelişme yaparlar. Çoğu doğurur. Soluk alıp vermede etkili kaslı bir diyaframları ve kulak kepçeleri vardır.

Çoğunda olgunlaşmış alyuvarlar çekirdeksizdir. Balina yunus fok deve zürafa koyun tavşan fare sığır ve daha bir çok cins plasentalı memeliler grubundandır. Kanguru ve koala gibi cinsler keseli memeliler grubuna girer. En az türü bulunan memeli grubu ise gagalı memelilerdir. Örnek; Ornitorenk (Platipus).

G. BİTKİLER ALEMİ
Hepsi çok hücreli hücre yapıları ise ökaryottur. Hücreleri çeperli çeperin esas maddesi ise selülozdur. Klorofil molekülleri kloroplastlar içinde kümelenmiştir. Kloroplasttan başka kromoplast ve lökoplast gibi renk pigmentleri de vardır. Depo karbonhidratları nişastadır.

Yeşil bitkilerin hepsi ototrof olup ışık enerjisini kimyasal enerjiye çevirirler. Çoğunluğu toprağa bağlı olduğundan yer değiştiremezler.

1. Sporlu (Çiçeksiz) Bitkiler
Üreme ve gelişmelerinde çiçek ve tohum oluşturamazlar. Spor oluşturarak eşeysiz üremeyi gamet oluşturarak eşeyli üremeyi gerçekleştirirler. Bu iki üreme çeşidi birbirinin devamı şeklindedir ve olaya döl almaşı denir. Üreme bakımından suya bağımlıdırlar. İletim demetlerinin (damarların) bulunup bulunmamasına göre iki gruba ayrılırlar.

a. Damarsız Sporlu Bitkiler
Yaprak kök ve gövdeleri yoktur veya çok basittir. Çok hücreli “algler (yeşil su yosunları)” bu grubun en basit yapılı üyeleridir. Bunlar denizlerde tatlı sularda ve nemli yerlerde yaşayabilirler.

b. Damarlı Sporlu Bitkiler
Vücut yapısı bakımından daha gelişmiş olduklarından ve karalarda yaşamaya uyum sağladıklarından madde taşınmasına ihtiyaçları vardır. Bunu damarlarla gerçekleştirirler.
Kök gövde ve yaprakları bulunmakta ancak tohumlu bitkilerden biraz daha basittir. En önemli grupları eğreltiler at kuyrukları ve kibrit otlarıdır.

2. Tohumlu (Çiçekli) Bitkiler
Hepsi damarlı olup kök gövde ve yaprakları gelişmiştir. Üreme hücreleri (polen yumurta) çiçeklerde oluşur. Eşeyli üremelerini tohum oluşturarak gerçekleştirirler. Doku ve organları iyi gelişmiş olup kök gövde ve yaprakları belirgindir. Tohumun meyve tarafından örtülüp örtülmemesine göre iki alt bölüme ayrılır.

a. Açık Tohumlu (Kozalaklı) Bitkiler
Tohumlarındaki çenek sayısı çok değişken olup tohumları örten bir meyve veya örtü yoktur. Bu grubun bitkileri genellikle iğne yapraklı veya pul yapraklı olup hepsi çok yıllık çalı ve ağaçlardır.
Hemen hepsi kışın yaprığını dökmez ve düzenli kambiyum halkaları sayesinde enine kalınlaşma gösterirler. En önemli cinsleri; çam sedir köknar mazı ardıç servi ladin porsuk sikas ve ginkgo olarak sıralanabilir.

b. Kapalı Tohumlu Bitkiler
Tohumlar meyve tarafından örtülmüştür. Çiçeklerinde çanak ve taç yapraklar da vardır. Meyve tohumun yayılmasına yardımcı olur. Tohumlardaki çenek sayısına göre iki alt gruba ayrılır.

Tek Çenekliler : Tohumda bir tane çenek vardır. Damarlanma genellikle paralel tiptedir. Çoğu tek yıllık otsu bitki çok azı (palmiye ve muz gibi) ise çok yıllık bitkilerdir. En önemli örnekler; zambak soğan lale tahılgiller muz palmiye kuşkonmaz ve orkide olarak sıralanabilir.

Çift Çenekliler : Tohumlarında iki tane çenek bulunur. Yapraklar çok değişken şekilli ve ağsı damarlıdır. Kökler çoğunda kazık tiptedir. Otsu türlerde basit kambiyum odunsu ve çok yıllık olanlarında ise gelişmiş kambiyum halkaları vardır. Enine kalınlaşma görülür ve iletim demetleri düzenli dizilmiştir.

Erkek ve dişi organlar genellikle aynı çiçekte bulunmakta olup bazı gruplarda farklı çiçeklerde bulunabilir. Etrafımızda gördüğümüz otsu ve odunsu bitkilerin çoğu bu gruptandır. Kabakgiller baklagiller toplu çiçekliler turpgiller gülgiller en önemli familyalardır.

Örnek Soru :
Canlıların bilimsel olarak adlandırılmasında kullanılan yönteme göre;
I. Capra domesticus
II. Felis domesticus
III. Canis lupus
IV. Felis leo
olarak adlandırılan canlıların cins ve tür adlarına bakarak hangilerinin birbirleriyle diğerlerinden daha yakın akraba olduğu düşünülebilir?

A) I ve II B) I ve III C) II ve III D) II ve IV E) III ve IV

(1992 - ÖSS)
Cevap D
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 0 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 25 Aralık 2017 02:03
Quo vadis?
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
15 Nisan 2011       Mesaj #4
ener - avatarı
Ziyaretçi
Canlılar
Yeryüzünde yaklaşık iki milyar yıldan beri yaşamakta olan varlıkların tümü. İlk canlıların sularda görüldüğü, bugün kesin olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte ilk canlı maddenin nasıl meydana geldiği üzerinde tartışmalar sürmektedir. Kimileri ilk canlı maddenin kendiliğinden ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir. Yeni araştırmalar ışığında bugün, bu görüş geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır. Günümüzde yaygın olarak benimsenen bir görüşe göreyse, ilk canlı maddenin oluşumu oldukça uzun bir zaman almıştır. Bugün artık var olmayan, yeryüzünün ilk dönemlerindeki ortam koşulları içinde, ilkin kimi basit organik moleküller oluşmuş, daha sonra bunlar dış ortamın çeşitli etkileri altında daha büyük organik molekülleri oluşturmuşlardır.

Bu ilk canlı maddelerin oluşumunda o dönemde dünyada yoğun olarak bulunan ultraviyole ışınları, yüksek enerji taşıyan bileşikler önemli roller oynamışlardır. Daha sonra bu basit yapılı organik moleküllerden, canlı maddenin temelini oluşturan dezoksiribonükleik asit (DNA) molekülleri meydana gelmiştir. DNA molekülleri kendi benzerini üretme yeteneğindedirler. Böylece yeryüzünde ilk olarak hayatın başladığını söyleyebiliriz. İlk organizmalar da bu DNA moleküllerinin birleşmesinden oluşmuş ve hemen hemen kesin olan bir görüşe göre çevrelerindeki organik moleküllerle beslenerek gelişmişlerdir. Yine de, bugün yaşamın devamı için gerekli olan cansız maddeden organik besin yapma yeteneği, ilk canlıların ortaya çıkışından 1 milyar yıl kadar sonra görülmüştür. Bunlar klorofil pigmentleridir ve bunları taşıyan organizmaları da bitkilerin ilk ataları olarak kabul etmek gerekir. Canlılar âlemi uzun yıllar bitkiler ve hayvanlar âlemi olmak üzere ikiye ayrılarak sınıflandırılmıştır. Son zamanlarda ise canlılar "Protistler" (Protista), "Bitkiler" ve "Hayvanlar" olmak üzere üç âleme ayrılmaktadır.

Protistler, genellikle birhücreli canlılardır. Bununla birlikte birden fazla hücreden meydana gelmiş organizmaları kapsayan kimi filumlar da Protista âlemine alınmıştır. Bunun nedeni bu organizmaların çokhücreli değil, hücre topluluklarından ya da çokhücreli çekirdekli hücrelerden oluşmuş kabul edilmeleridir. Virüsler, bakteriler, algler, cıvıkmantarlar, birhücreli hayvanlar, Protista âlemindendir. Bitkiler âlemine esmer ve kırmızı algler, mantarlar, likenler, karayosunları, eğreltiler, tohumlu bitkiler girer. Hayvanlar âlemindeyse, süngerler, selentereler ve bütün gelişmiş hayvanları kapsayan (omurgalılar, eklembacaklılar gibi) sölomlular bulunur.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 25 Aralık 2017 02:03
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
23 Mayıs 2014       Mesaj #5
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Canlılar Nasıl Sınıflandırılır?


MsXLabs.org

Yeryüzünde milyonlarca canlı vardır. Bunların her birini incelemek çok zordur. Benzer özellikte olan canlıları bir grupta toplamak onları incelememizi kolaylaştırır. Bu nedenle canlılarbenzerlik vefarklılıkları dikkate alınarak sınıflandırılmıştır.

Sınıflandırma yapılırken;
  • Dış görünüşleri,
  • İç yapıları,
  • Hareket, beslenme ve çoğalma özellikleri göz önünde bulundurulmuştur.
Canlılar aşağıdaki şekilde sınıflandırılmıştır:
  • Bitkiler
  • Hayvanlar
  • Mantarlar
  • Mikroskobik Canlılar
1. Bitkiler
İnsan ve hayvanların en önemli besin kaynağı olan bitkilerin yaşam alanları çok geniştir. Kara ve su ortamlarında, çöllerde birçok bitki çeşidi vardır.
Nilüfer, kamış ve sazlar su ortamında yaşarken kaktüs çöllerde yaşar. Elma, gelincik, papatya, çam, eğrelti otu, çim, domates, salatalık, kabak, patlıcan vb. bitkiler ise kara ortamlarında yaşar.
Bir yerin iklimi, o yerde yetişen bitki çeşitliliğinde etkilidir. Örneğin, yurdumuzda farklı iklim türlerinin etkili olması nedeniyle çok çeşitli bitkiler yetişir. Çay bitkisi yalnızca Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yetişirken Akdeniz Bölgesi'nde yetişen turunçgiller iç bölgelerde yetişmez.
Bitkiler yapısal özelliklerine göre çiçeksiz bitkiler ve çiçekli bitkiler olarak sınıflandırılmıştır.

- Çiçeksiz Bitkiler -

Çiçekleri olmayan bu bitkiler ağaç diplerinde, nemli toprak yüzeylerinde, batakl>klarda ve sularda yaşar.
Karayosunları, çoğunlukla az güneş alan, nemli ağaç gövdeleri veya kaya yüzeylerinde görülen çiçeksiz bir bitkidir. Kökleri, su ve besin taşıyan yapıları yoktur.
Ciğer otu da nemli toprak ve ağaç gövdelerinde yaşayan çiçeksiz bitkilerdendir. Suyun toprak içinde korunmasını sağlar.
Eğrelti otu, atkuyruğu ve kibrit otları daha gelişmiş çiçeksiz bitkilerdir. Kara yosunlarından farklı olarak kök gelişmiştir. Yaprak ve gövdeleri olduğu için su ve besin taşıyan yapılara sahiptirler. Ormanlarda, nehir ve göl kıyılarında yaşarlar.

- Çiçekli Bitkiler -

Çevremizi ve doğayı güzelleştiren sebze ve meyveleri elde ettiğimiz en gelişmiş bitkilerdir.
Çiçekli bitkilerin kök, gövde, yaprak ve çiçek gibi yapıları vardır. Bitkinin yaşamsal faaliyetlerini yürütebilmesi için bu yapıların her birinin ayrı bir görevi vardır.

2. Hayvanlar
Hayvanlar yaşama ortamlarına, vücut yapılarına, beslenme ve üreme şekillerine göre birçok şekilde gruplandırılabilir.
Bilim adamları, hayvanları omurgalı ve omurgasız hayvanlar olarak iki grupta incelerler. Vücudumuzun dik durmasını sağlayan ve vücudumuza şekil veren yapınıniskelet olduğunu biliyoruz. Omurga, iskeletin temel kısımlarından biridir, iskeletin diğer temel kısımları omurgaya bağlanır. Omurgasız hayvanlarda omurga yoktur.

- Omurgalı Hayvanlar -

Memeliler, omurgalı hayvanların en gelişmiş grubudur. Doğurarak çoğalır, yavrularını sütle beslerler. Akciğer solunumu yaparlar. Çoğunluğu karada yaşarlar, inek, fil, zürafa, at, deve, geyik otla; kurt, aslan, kaplan, çakal etle; fare, ayı hem etle hem de otla beslenen memeli hayvanlardır. Yunus, fok ve balina suda yaşayan memelilerdir.
Uçmalarına rağmen vücutları kılla kaplı olan yarasalar da memeli hayvanlar grubunda incelenir.
Genellikle memelilerin vücutları kıllarla iplidir.

Kuşlar, vücutları tüylerle kaplıdır. Ağız yerine gagaları vardır. Uçmalarını sağlayan kanatları vardır. Ancak tavuk, hindi, 'devekuşu ve penguen gibi kuşların kanatları olduğu hâlde uçamazlar. Yumurta ile çoğalır, yumurtadan çıkan yavrularının beslenme ve korunmasını sağlarlar. Sularda beslenen kuşların gagaları geniş yapılı, ayakları perdelidir. Tohumla beslenen kuşların gagaları daha 'küçüktür.

Sürüngenler, Ayakları köreldiği için sürüngenler adı verilmiştir. Yılanların hiç yokken kaplumbağa, timsah vekertenkeleler de küçük ayaklar vardır. Vücutları sert pullarla kaplıdır. Yumurta ile çoğalır, akciğer solunumu yaparlar.
Zehirli türleri bulunan yılanlar diğer hayvanlarla beslenirler. Nehir ve göllerde yaşayan timsahlar, balık, kuş ve zebra, keçi gibi memelilerle beslenirler. Kertenkeleler yapışkan dilleriyle böcekleri avlayarak beslenirler.
Vücutları sert pullarla çevrili olan kaplumbağaların karada yaşayanları otçuldur. Suda yaşayanlar ise küçük hayvanlarla beslenir.

Kurbağalar, hem karada hem suda yaşarlar. Vücutları nemli ve kaygandır. Akarsu ve göl kenarlarında sinek ve böcekleri yapışkan dilleriyle avlayarak beslenirler. Yumurtayla çoğalan kurbağaların
yumurtadan çıkan yavruları balığa benzer. Solungaçlarıyla solunum yapan yavruların büyüdükçe akciğerleri gelişir, ayakları çıkar. Kuyruk ve solungaçları kaybolarak ergin kurbağa olurlar. Ergin kurbağalar akciğer ve deri solunumu yaparlar.

Balıklar, suda yaşar, solungaçlarıyla solunum yaparlar. Sudaki çözünmüş oksijeni solurlar. Kuyrukları ve yüzgeçleriyle hareket ederler. Sudaki küçük canlılar ile küçük balıkları ve bazı su bitkilerini yiyerek beslenirler. Köpek balığı, hamsi, alabalık, palamut, kefal gibi değişik adlarla anılan çok çeşidi vardır.

- Omurgasız Hayvanlar -

Karada ve suda yaşayan birçok omurgasız hayvan vardır. Vücutları sert bir örtüyle kaplıdır.

Karada yaşayanlar; çekirge, kelebek, arı, sinek, pire gibi omurgasızlar, eklemli bacakları ile hareket eder. Bunlar karada yaşar.
Akrep, kırkayak,çıyan, solucan, salyangoz da karada yaşayan omurgasızlardandır.

Suda yaşayanlar; denizanası, midye, mercan, ahtapot, yengeç, sünger, ıstakoz, denizyıldızı suda yaşayan omurgasız hayvanlardandır. Yengeç, ıstakoz, midye gibi omurgasızların sert kabukları vardır.

Süngerlerin delikli vücutları vardır. Süngerler temizlik işlerinde ve ilaç yapımında kullanılır.

3. Mantarlar
Mantarların birçok çeşidi vardır. Ağaç altlarında gördüklerimizşapkalı mantarlardır. Sebze ve meyvelerde çok sık rastladığımızküf de bir mantar türüdür.
Mantarlarnemli yerlerde, çoğunlukla ormanlarda, çeşitliyiyeceklerin (ekmek gibi), meyve ve sebzelerin üzerinde yaşar.

Şapkalı mantar; ormanlarda, bahçelerde bulunur. Sap ve şapka olmak üzere iki kısımdan oluşur. İnce, ipliksi bir yapıya sahiptir. Sapın toprakla birleştiği yerden besinleri alır.

Küf mantarları; uzun süre açıkta bırakılan yiyecekler üzerinde hızla çoğalarak bir örtü oluştururlar. Küflü yiyeceklerin tadı ve kokusu değişir. Bu yiyecekleri yememeliyiz. Peynir küfünden penisilin adı verilen ilaç yapılır.


Maya mantarları; hamurun mayalanması ve peynir yapımında rol oynayan mantarlardır.

Bir miktar hamur mayasını ılık su ve şekerle karıştırdığımızda maya kabarmaya başlar. Çünkü şekeri besin olarak kullanan mantarlarhızla çoğalır. Bu sırada gaz kabarcıkları çıkar.
Maya mantarları uygun sıcaklık ve besin olan ortamlarda canlılık özelliği gösteri.Maya kuru iken yaşamsal faaliyetlerini sürdüremez.

Hastalık yapan mantarlar; bebeklerin ağzında pamukçuk denilen hastalığın nedeni bir mantardır.El ve ayaklarda kaşıntı ile başlayıp çatlaklara ve kanamalara neden olanmantar hastalığına mantarlar sebep olur. Saçkıran hastalığında da mantarlar rol oynar.


Not: İnsanlar gerekli besin (gübre) ve nemi sağlayarak şapkalı mantar üretirler. Bunlara kültür mantarı denir. Son yıllarda ülkemizde kültür mantarı üretiminde büyük bir artış vardır.

4. Mikroskobik Canlılar
Gözle görülmeyecek kadar küçüktürler. Yalnızca mikroskopta görülebilirler. Mantarlar gibi zararlı olanlarının yanında yararlı olanları da vardır.
Mikroskobik canlılar hava, su vetoprak gibi doğal ortamlarda, insan ve hayvan vücutlarında, besinlerde yaniuygun sıcaklık vebesin olan her ortamda yaşarlar.
Canlı vücutları sıcaklık ve besin açısından mikroskobik canlılar için yaşamaya elverişli yerlerdir.
Besinler de mikroskobik canlıların üremesi için uygun ortamlardır. Dışarıda bırakılan yiyeceklerde çoğalan mikroskobik canlılar besinlerin bozulmasına neden olur. Bu besinlerin kokuları ve görünümleri de bozuktur.
Deniz, göl ve okyanuslarda yaşayan bazı mikroskobik canlılar suyu oksijen bakımından zenginleştirir. Ayrıca buralarda yaşayan diğer canlılar için önemli bir besin kaynağı olur.
Son düzenleyen Safi; 1 Ocak 2018 23:19
theMira

Benzer Konular

23 Mayıs 2014 / Lonewolf! Cevaplanmış
8 Nisan 2010 / ortak Soru-Cevap
30 Kasım 2009 / Alvarez Ocean Sanat
30 Mart 2016 / _KleopatrA_ Fizik