Arama

Küresel Isınma Nedir? Küresel Isınma Hakkında - Sayfa 4

Güncelleme: 3 Haziran 2014 Gösterim: 189.440 Cevap: 45
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #31
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Küresel ısınma nedir?
İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. İklim sisteminde vazgeçilmez bir yere sahip olan sera gazları, güneş ve yer radyasyonunu tutarak, atmosferin ısınmasında başlıca etkendirler. Sera gazlarının bulunmaması durumunda yeryüzünün sıcaklığının bugüne göre 30oC daha soğuk olacağı hesaplanmıştır. Son yıllarda atmosferde çeşitli insan aktivitelerinden kaynaklanan nedenlerle karbondioksit, metan, ozon ve di azot monoksit gibi gazlardan oluşan sera gazları, yeryüzü sıcaklığında belirgin artmalara sebep oluyor. Sera etkisinin artması, troposferin ısınmasında, stratosferin de soğumasında en önemli etken olarak gösteriliyor.

Sponsorlu Bağlantılar
Dünya sıcaklığı değişiyor
Küresel ısınmanın etkisi, hava sıcaklıklarının dünyanın her yerinde artması biçiminde olmayacak. Sıcaklığın artış oranı, orta enlemlerde ve ekvatorda, kutuplardakinden daha farklı olacak. Örneğin ekvatorda, bu artışın, dünya ortalamasının çok altında olacağı tahmin ediliyor. Aslında bu ısınma, dünya iklim sisteminde köklü değişimlere ve aşırılıklara yol açacak. Öyle ki, dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınlar gibi hava olaylarının şiddeti ve sıklığı artarken, bazı bölgelerde de uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme olayları etkili olabilecek. Bunun yanında, sıcaklık artışının kışları, yazlara göre birkaç derece fazla olması bekleniyor. Benzer bir durum, geceyle gündüz arasında da görülecek. Gece sıcaklarındaki artış, gündüz sıcaklıklarındaki artıştan fazla olacak. Bu durumda karalar, geceleri eskisi kadar soğumaya fırsat bulamayacak. Yazla kış, geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkının azalması, bütün dünyadaki rüzgâr çeşitlerini etkileyecek; fırtınaların yoğunluğu, gücü ve rotaları değişecek.
Yağış dönemleri, miktar ve türlerinin değişmesiyle artan sıcaklık, daha çok buharlaşmaya ve buna bağlı olarak da daha çok bulut oluşmasına yol açacak. Kısaca söylemek gerekirse, dünyanın iklimi daha sıcak, daha nemli ve bol yağışlı olacak.

Yeni yağış düzeni
Küresel ısınmanın önemli etkilerinden olan iklim kuşaklarının kayması sonucu, yağmur kuşağı kuzeye doğru genişleyecek. Ancak bu genişleme sonunda yağışlar her bölgede artmayıp, belli bölgelerde yoğunlaşacak. Güney Avrupa'daki yaz yağmurları azalırken, Amerika, Avrupa ve Asya'nın 55 Kuzey enleminin yukarılarında kar yağışı artacak. Daha güneyde kar yağışı azalırken, yağmurlarda bir artış olacak; karın toprakta kalma süresi azalacak. Şiddetli yağmurlar daha sık yağacak ve daha çok su bırakacak.
Sağanak yağışların artışı, yüzey nemliliğini ve bitki örtüsünü etkileyecek. Bunun sonucunda suyun toprakta süzülmesi azalacak, seller artacak. Yeni yağış düzeni, ekilebilecek alanların kuzeye doğru genişlemesine yol açacak. Dağlardaki buzullar ve kar örtüsünün azalmasından dolayı, hidrolojik sistemler ve toprak yapısı çok etkilenecek.

İnsan da tehlikede
Küresel ısınma, kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve diğer bazı hastalıklara sebep olacak. Sürekli sıcak hava, seller, fırtınalar gibi hava olayları, psikolojik rahatsızlıklar, hastalıklara ve ölümlere yol açacak. Yeni alanlara yayılan böcekler ve diğer hastalık taşıyıcılar, bulaşıcı hastalıkların çoğalmasına neden olacak. Hava sıcaklığının artması ve su kaynaklarındaki azalma, kolera tipi hastalıkları yaygınlaştıracak. Üretimdeki bölgesel azalmalar sonucu, açlık ve kötü beslenmede artışlar görülecek. Böcek yumurtalarının ölmesini sağlayan gece ve kış soğuklarının hafiflemesi, önemli bir sorun olacak. Kimi bölgelerde şiddetli kuraklık dönemlerinin ardından gelecek aşırı yağışlar, virüs mutasyonlarının artmasına, buna bağlı olarak da sıtma gibi hastalıkların yayılmasına neden olacak. Öte yandan tarım bitkilerinde görülen hastalıklarda da sıcaklıkla birlikte artış gözlenecek.
Buzulların erimesi ve sıcaklık artışı, okyanuslardaki suları genleştirip, denizlerin seviyesini yükseltecek. Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyılardaki toprak kaybının yanı sıra, kıyılara yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesine neden olacak. Artan buharlaşma yüzünden göl ve ırmaklarda meydana gelecek su kaybı, 21. yüzyılın en önemli meselelerinden biri olacak. Tatlı su kaynaklarının kalitesinde, tuzlu su karışımı nedeniyle azalma olacak.
Tarım, turizm ve diğer ekonomik aktiviteler bu durumdan olumsuz etkilenecek; gelişmekte olan birçok ülkede yerli halkın beslenme ve yakıt kaynakları yok olacak. Yüksek deniz seviyesi, yüksek gel-git, kuvvetli dalga ve tsunami gibi riskli doğa olaylarına sebep olacak. Deniz seviyesindeki yükselmesiyle düz alanlar seller altında kalarak, kıyılardaki üretim alanları zarar görecek. Bunun sonucu milyonlarca insan kıyı alanları ve küçük adalardan göç edecek. Kurak bölgelerdeki çiftçiler daha çok sulama yapıp, daha fazla tarım ilâcı kullanacaklarından, bu bölgelerde tarımsal etkinliklerin maliyeti artacak. Gelişmekte olan ülkelerin kurak ve yarı kurak alanları, bazı kıyı alanları, deltalar ve küçük ada gibi bölgeleri tehlike altında kalacak. Kırsal alanlarda doğal kaynakların verimliliğindeki gerileme sonucu, kırsal alandan kente göç hızlanacak.

Küresel İklim Sisteminin Korunması Çabalarının Tarihsel Gelişimi
Toplumun ilgisini son 20 yıl içinde çekmeye başlayan artan sera etkisi ve küresel ısınma konusu, bilim adamları tarafından yaklaşık yüz yıldır bilinmekte ve incelenmekteydi. Atmosferdeki karbondioksit (CO2) birikiminin değişmesine bağlı olarak iklimin değişebilme olasılığı, ilk kez 1896 yılında Nobel ödülü sahibi İsveçli S. Arrhenius (1896) tarafından öngörülmüştür. Ama aradan yıllar geçmesine rağmen, atmosferde artan CO2 birikiminin yol açabileceği olumsuz etkiler konusundaki uluslar arası ilk ciddi adımın atılması için 1979 yılına kadar beklenilmiştir. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO)'nün öncülüğünde 1979 yılında düzenlenen Birinci Dünya İklim Konferansı'nda konunun önemi dünya ülkelerinin dikkatine sunulmuş ve özetle şunlar ortaya konmuştur. Toplumun, ana enerji kaynağı olarak fosil yakıtlara olan uzun süreli bağımlılığının ve ormansızlaşmanın gelecekte de sürmesi durumunda, atmosferdeki karbondioksit birikimi büyük ölçüde artabilecek gibi görünmektedir. İklim süreçlerini anlayabilmemizi sağlayan bugünkü bilgilerimiz, CO2 birikimindeki bu artışın küresel iklimde önemli ve olasılıkla da uzun süreli değişikliklere yol açabileceğini göstermektedir. İnsan etkinlikleriyle atmosfere eklenen CO2 nin, atmosferden insan etkinlikleriyle uzaklaştırılması yavaş gelişen bir süreçtir ve bu yüzden artan CO2 birikiminin iklimsel sonuçları da uzun bir süre etkili olmaktadır..
Bu konferansı izleyen uluslararası etkinlikler, artmakta olan CO2 nin, küresel iklim sistemi ve bölgesel iklimler ile atmosfer-okyanus-biyosfer ortak sistemi içerisindeki karbon döngüsü üzerindeki etkilerini ve bu etkilerin sosyoekonomik sonuçlarını araştırmak gerektiğini pekiştirmiştir. Çok sayıda bilim adamının katıldığı çalışma toplantıları, seminerler ve sempozyumlar, yalnızca 1979'daki düşünceleri kuvvetlendirmekle kalmamış, küresel ısınmanın ortaya çıkardığı tehdit konusunda dünyada örneği çok az görülen bilimsel bir uzlaşma ortamı oluşturmuştur.

1985 ve 1987 yıllarında Villaca da (Avusturya) ve 1988’de Toronto’da düzenlenen toplantılar, dikkatleri ilk kez iklim değişikliği karşısında siyasal seçenekler geliştirilmesi konusu üzerinde toplamıştır. Villaca 1985 Toplantısı, Karbondioksit ve Öteki Sera Gazlarının İklim Değişimleri Üzerindeki Rolünü ve Etkilerini Değerlendirme Uluslararası Konferansı. başlığını taşımaktaydı. 1988 yılında düzenlenen Değişen Atmosfer konulu Toronto Konferansında, uluslararası bir hedef olarak, küresel CO2 emisyonlarının (salınımlarının) 2005 yılına kadar %20 azaltılması ve protokollerle geliştirilecek olan bir çerçeve iklim sözleşmesinin hazırlanması önerilmiştir.
Aralık 1988'de Malta'nın girişimiyle, BM Genel Kurulu .İnsanoğlunun Bugünkü ve Gelecek Kuşakları için Küresel İklimin Korunması. konulu 43/53 sayılı kararı kabul etmiştir. Kararda, küresel iklim insanoğlunun ortak mirası, iklim değişikliği ortak sorunu olarak nitelendirilmiştir. Kasım 1989'da, Hollanda'nın Noordwijk şehrinde Atmosferik ve Klimatik Değişiklik konulu bir Bakanlar Konferansı düzenlenmiştir. Bu toplantıda, ABD, Japonya ve eski Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerin çoğu, CO2 emisyonlarının %20 oranında azaltılmasını destekledikleri halde, azaltmaya ilişkin özel bir hedef ya da takvim belirlenememiştir.

Küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda küresel bir anlaşmaya yönelik sondan bir önceki adım, 29 Ekim-7 Kasım 1990 tarihlerinde Cenevre'de yapılan İkinci Dünya İklim Konferansıdır. Dünya Meteoroloji Örgütü'nün (WMO) öncülüğünde düzenlenen Konferansta, ana konusu iklim değişikliği ve sera gazları olan İkinci Dünya İklim Konferansı Bakanlar Deklarasyonu, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 137 ülke tarafından onaylanmıştır. Hem Konferans sonuç bildirisi, hem de Bakanlar Deklarasyonu, BM Çevre ve Kalkınma Konferansında (UNCED) imzaya açılmak üzere, bir iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi görüşmelerine ivedilikle başlanması açısından tarihsel bir önem taşımaktaydı. Bu belgelerde, sera gazlarının atmosferdeki birikimlerinin azaltılmasını sağlayacak önlemler savunulmuştur. Dahası, konuyla ilgili belirsizliklerin, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en aza indirmek için gerekli olan eylemlerin geciktirilmesi amacıyla kullanılmaması gerektiği vurgulanmıştır.

Sera Etkisi Nedir?
Uzun dönemde, yeryüzünün, güneşten aldığı enerji kadar enerjiyi uzaya vermesi gerekir. Güneş enerjisi yeryüzüne kısa dalga boyu radyasyon olarak ulaşır. Gelen radyasyonun bir bölümü, yeryüzünün yüzeyi ve atmosfer tarafından geri yansıtılır. Ama bunun büyük bölümü, atmosferden geçerek yeryüzünü ısıtır. Yeryüzü bu enerjiden, uzun dalga boyu, kızılötesi radyasyonla kurtulur.
Gezegenimizin yüzeyi tarafından yukarıya salınan kızılötesi radyasyonun büyük bölümü atmosferdeki su buharı, karbondioksit ve doğal olarak oluşan diğer “sera gazları” tarafından emilir. Bu gazlar enerjinin, yeryüzünden geldiği gibi doğrudan uzaya geçmesini engeller. Birbiriyle etkileşimli birçok süreç (radyasyon, hava akımları, buharlaşma, bulut oluşumu ve yağmur dahil) enerjiyi atmosferin daha üst tabakalarına taşır ve enerji oradan uzaya aktarılır. Bu daha yavaş ve dolaylı süreç bizim için bir şanstır; çünkü yeryüzünün yüzeyi enerjiyi uzaya hiç engelsiz gönderebilseydi, o zaman yeryüzü soğuk ve yaşamsız bir yer, Mars gibi çıplak ve ıssız bir gezegen olurdu.
Atmosferdeki gazların gelen güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerküre’nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç sera etkisi olarak adlandırılmaktadır.

Sera Gazları
Doğal sera gazları (su buharı (H2O), CO2, CH2, N2O ve ozon (O3)) ile endüstriyel üretim sonucunda ortaya çıkan florlu bileşikler, atmosferdeki sera etkisini düzenleyen temel maddelerdir.
UNFCCC Sözleşmesi, 1987 tarihli Birleşmiş Milletler Ozon Tabakasının Korunması Sözleşmesi Montreal Protokolü ile kontrol altına alınamayan bütün sera gazlarını içermektedir.
Buna karşılık Kyoto Protokolü aşağıda belirtilen sera gazlarıyla ilgilidir:
- Karbon dioksit (CO2)
- Metan (CH4)
- Nitrik oksit (N2O)
- Hidroflorokarbon (HFC)
- Hidrokarbur perflor (PFC)
- Kükürt heksaflorit (SF6)
- Su buharı ( H2O)
Atmosferdeki karbon dioksit ve diğer sera gazlarının ulaştığı birikim düzeyi, sanayi devriminden bu yana hızla yükselmiştir. Atmosferdeki sera gazı birikimlerinin artmasına en başta fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma ve diğer insan etkinlikleri yol açmış; ekonomik büyümeyle nüfus artışı bu süreci daha da hızlandırmıştır.

Gazların Çeşitli Sektörlere Göre Atmosfere Yayılımıyla İlgili Oranlar
  • Sanayi %22
  • Yapılaşma %20
  • Tarım (özellikle çiftlik hayvanlarının sıvı atıkları ve metan yayılması) %19
  • Soğutucu gazlar %0,5
  • Enerji %11
  • Atıklar ve diğerleri %2
Sera gazlarının bu günkü sevide sabit tutulması mümkün olsa dahi dünyamız ısınmaya devam edecektir. Zira okyanusların atmosfer değişikliklerini izlemesi daha uzun zaman almaktadır

Sera gazı emisyonunu etkileyen faktörler
  • Fosil yakıtlar
    • Karbon içeriği, kalori değeri gibi yakıt özellikleri
    • Madenin tipi ve yeri
    • Yakıtın çıkarılma yöntemi
    • Doğal gaz için boru hattı kayıpları
    • Dönüşüm verimliliği
    • Yakıt temini, tesisin kurulması ve sökülmesi için kullanılan elektriğin elde edildiği yakıt cinsi
  • Hidrolik
    • Tipi (akarsu veya rezervuar)
    • Tesis yeri (tropik bölge, kuzey iklimi)
    • Baraj inşaatı için kullanılan enerji
    • İnşaat malzemelerinin (beton, çelik...) üretiminden kaynaklanan emisyonlar
  • Rüzgar
    • Bileşenlerin üretimi ve inşaat sırasında kullanılan enerji
    • Tesisin yeri (iç bölge ya da kıyı bölge)
    • Verim ya da kapasite faktörü (bölgedeki rüzgar durumu)
  • Güneş
    • Pil üretiminde kullanılan silikonun miktarı ve niteliği
    • Teknolojinin tipi (amorf, kristal malzeme)
    • Üretim için kullanılan elektriğin elde edildiği yakıt cinsi
    • Yıllık verim ya da tesis ömrü (düşük kapasite faktöründen dolayı rüzgar ve güneş enerjisinin kW başına emisyon miktarı düşüktür ancak kWsaat başına emisyon miktarı yüksektir)
  • Biyokütle
    • Yakıt özelliği (nem içeriği, kalori değeri)
    • Yakıt hazırlamada kullanılan enerji (büyütme, hasat, taşıma)
    • Tesis teknolojisi
  • Nükleer
    • Yakıtın çıkarılması, dönüştürülmesi, zenginleştirilmesi ve tesisin inşaası ile sökülmesi sırasında kullanılan enerji
    • Yakıt zenginleştirme için gerekli olan enerji (gaz difüzyon teknolojisi yakıtın zenginleştirilmesi aşamasında enerji yoğun bir işlemdir ve santrifüj işlemine göre 10 kat daha fazla sera gazına sebep olur. Lazer teknolojisi ise santrifüj işlemine göre daha az emisyona sebep olur.)
    • Yakıtın yeniden işlenmesi ve geri dönüştürülmesi seçeneği yakıtın tek sefer kullanılmasına göre enerji üretim zincirinde %10-15 daha az sera gazı emisyonuna sebep olur.
Küresel İklimde Gözlenen Değişimler
Atmosferdeki birikimleri artmaya devam eden sera gazları nedeniyle kuvvetlenen sera etkisinin oluşturduğu küresel ısınma, özellikle 1980'li yıllardan sonra daha da belirginleşmiş ve 1990'lı yıllarda en yüksek değerlerine ulaşmıştır (Şekil 2). 1998 yılı, hem kuzey ve güney yarımküreler için hem de küresel olarak hesaplanan yıllık ortalama yüzey sıcaklıkları dikkate alındığında, güvenilir aletli gözlemlerin başladığı 1860 yılından beri yaşanan en sıcak yıl olmuştur. Başka sözlerle, küresel ısınma 1998 yılında, hem küresel hem de yarımküresel olarak yeni bir yüksek sıcaklık rekoru daha kırmıştır. 1961-1990 klimatolojik normali ile karşılaştırıldığında, ki bu dönemin kendisi de sıcak bir devreye karşılık gelmektedir, 1998'de yerkürenin yıllık ortalama yüzey sıcaklığının normalden 0,57°C daha sıcak olduğu hesaplanmıştır (WMO, 1999). Bundan önceki en sıcak yıl ise, 1997 idi.
1990-1997 döneminde (bazı yıllarda kesintiye uğramakla birlikte) etkili olan ısrarlı El Niño (sıcak) olayı, tropikal orta ve doğu Pasifik Okyanusunda deniz yüzeyi sıcaklıklarının normalden 2-5 °C daha yüksek olmasına neden olmuştur. 1998'de ise, küresel iklim sistemi Güneyli Sağınımın hem sıcak (El Niño) hem de soğuk (La Niña) uç olaylarından etkilenmiştir. Buna karşın, El Niño olayı, bundan önceki küresel rekor yılı olan 1997'de olduğu gibi, 1998'de de küresel rekor ısınmaya katkıda bulunan ana etmen olarak kabul edilmektedir (WMO, 1999).
Gerçekte, küresel ortalama yüzey sıcaklığında gözlenen ısınma eğilimi, dünya üzerinde eşit bir coğrafi dağılış göstermemiştir; bölgesel farklılıklar belirgindir. Uzun süreli ısınma eğilimi, 40°K ve 70°K enlemleri arasındaki anakaralarda en fazladır. Buna karşılık, Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde ve içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı Doğu Akdeniz ve Karadeniz havzalarında, özellikle son 25-30 yıllık dönemde, ortalama yüzey sıcaklıklarında bir soğuma eğilimi egemen olmuştur.Atlas Okyanusu’nun kuzeyi ile Doğu Akdeniz ve Karadeniz havzalarında gözlenen bu bölgesel soğumanın, esas olarak bu bölgeler üzerindeki sınırlar ötesi kaynaklı sülfat aerosolü (uçucu küçük parçacık) birikimindeki artışla, kısmen de kentsel ve bölgesel hava kalitesinin bozulmasıyla ilişkili olabileceği düşünülebilir. Bu bölgeler üzerindeki uçucu parçacık yoğunluğunun 21. yüzyılda da süreceği, ancak uzun vadede artan sera etkisinin sıcaklıklar üzerindeki pozitif katkısının uçucu parçacık negatif katkısını bastıracağı öngörülmektedir (UKMO, 1995). Bu yüzden, Türkiye ile bu bölgelerin de gelecek yüzyılda ısınacağı, ama bu ısınmanın öteki bölgelere göre daha az olacağı beklenmektedir.
Bunun dışında, son 35-40 yıllık dönemde çoğunlukla dünyanın büyük kentlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de, özellikle hava kirliliğinin, hızlı nüfus artışının ve yoğun bir yapılaşmanın yaşandığı büyük kentlerde, genel olarak gece sıcaklıklarında bir ısınma, gündüz sıcaklıklarında bir soğuma ve günlük sıcaklık genişliğinde ise bir azalma eğilimi gözlenmektedir. Bu eğilimler, özellikle bulutluluğun az olduğu sıcak ve kurak yaz mevsiminde belirgindir. Yağışlar, genel olarak Kuzey Yarımküre’nin yüksek enlemlerindeki kara alanlarında, özellikle de soğuk mevsimde bir artış gösterirken, 1960’lı yıllardan sonra Afrika’dan Endonezya’ya uzanan subtropikal ve tropikal kuşaklar üzerinde bir azalma eğilimi gösterdi. Bu değişiklikler, akarsularda, göl seviyelerinde ve toprak neminde de gözlendi.
Subtropikal kuşakta ve özellikle Afrika’nın Sahel bölgesinde 1960’lı yıllarda başlayan şiddetli kuraklıklar, on binlerce insanın göç etmesine ve milyonlarca hayvanın ölümüne neden oldu. Subtropikal kuşak yağışlarındaki ani azalma, 1970’li yıllarla birlikte Doğu Akdeniz Havzası’nda ve Türkiye’de de etkili olmaya başladı. Yağışlardaki önemli azalma eğilimleri ve kuraklık olayları, kış mevsiminde daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Kuraklık olaylarının en şiddetli ve geniş yayılımlı olanları, 1973, 1977, 1989 ve 1990 yıllarında oluşmuştur . Genel olarak Doğu Akdeniz Havzası’nın ve Türkiye’nin yıllık ve özellikle kış yağışlarında, 1970'li yılların başı ile 1990'lı yılların ortası arasında gözlenen önemli azalma eğilimleri, bu bölgede etkili olan cephesel orta enlem ve Akdeniz alçak basınçlarının frekanslarında özellikle kış mevsiminde gözlenen azalma ile yer ve üst atmosfer seviyelerindeki yüksek basınç koşullarında gözlenen artışlarla bağlantılı olabilir. Öte yandan,özellikle karasal yağış rejimine sahip bazı istasyonların ilkbahar ve yaz yağışlarında, yazın daha belirgin olmak üzere, bir artış eğilimi gözlenmektedir.
Gel-git ve su seviyesi ölçüm kayıtlarına göre, küresel ortalama deniz seviyesi 19.yüzyılın sonundan günümüze kadar geçen yüzyıl süresince yaklaşık 10-25 cm kadar yükselmiştir (IPCC, 1996). Deniz seviyesi yükselmesinin belirlenmesinde karşılaşılan ana belirsizlik, düşey yönlü yerkabuğu hareketlerinin gel-git ölçerleriyle yapılan deniz seviyesi ölçümlerinin üzerindeki etkisidir. Uzun süreli düşey arazi hareketlerinin etkileri giderildiğinde, okyanus sularının hacminin artmakta olduğu ve deniz seviyesinde yukarıda verilen oranlar arasında bir artışa yol açtığı bulunmuştur. Küresel deniz seviyesindeki bu yükselmenin önemli bir bölümünün, küresel ortalama sıcaklıkta aynı dönemde gözlenen artışla ilişkili olduğu öngörülmektedir.

Dünyanın İklimi Gerçekten Değişiyor mu?
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), hazırladığı Üçüncü Değerlendirme Raporu’nda “son 50 yıl içinde gözlenen ısınmanın büyük ölçüde insan etkinliklerine bağlanabileceğini gösteren yeni ve daha güçlü kanıtlar elde edildiğini” doğrulamıştır. Gelecekteki eğilimlerin tahmini sürecindeki belirsizlikler hata paylarını artırsa bile, IPCC önümüzdeki 100 yıl içinde yüzey sıcaklıklarında küresel ortalama olarak 1.4 ile 5.8°C arasında artış olacağını öngörmektedir.

EK 1 VE EK 2 LİSTELERİNDE YER ALAN ÜLKELERİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ

Madde 4:

EK 1:
Ülkelerinin taahhütleri
  • Sera gazı emisyonları sınırlandırılacak,yutak ve hazneleri korunacak, ulusal politikalar benimsenecek, uygun önlemler alınacak (2000 yılına kadar).
  • Sözleşmenin kendisi açısından yürürlüğe girmesinden 6 ay sonra ve periyodik olarak politika ve önlemler hakkında ayrıntılı bilgi verecekler. (Emisyonların 1990 yılı seviyesine çekilmesi ile ilgili olarak)
  • Sera gazı emisyonları ve yutaklarla uzaklaştırılmaları konusundaki hesaplamalar mümkün olan en iyi bilimsel bilgiye dayandırılacak.
  • Sözleşmenin amacının yerine getirilmesi için geliştirilmiş ilgili ekonomik ve idari birimlere eşgüdüm sağlanması.
  • Montreal protokolü ile denetlenmeyen,insan kaynaklı sera gazlarının daha yüksek seviyelere ulaşmasına yol açan faaliyetleri teşvik edici politikalar ve uygulamaları teşhis edilerek,dönemsel olarak gözden geçirilmesi.
EK 2: Ülkelerin taahhütleri
  • Gelişmekte olan ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirmeleri için ek mali imkanları sağlayacaklar.
  • İklim değişikliğinin zararlı etkilerine en fazla açık gelişme yolundaki ülkelere yapacakları masraflar konusunda yardım edilecek.
  • Gelişmekte olan ülkelere çevre ile uyumlu teknolojiler,bilgi transferi;bunlara erişilmesini sağlamak için teşvik,kolaylık,finansman tedbirlerini sağlayacaklardır.
3. Tüm taraf ülkeler (Ek 1 dahil) özgün ulusal ve bölgesel kalkınma önceliklerini, hedeflerini, koşullarını dikkate alarak;
  • Sera gazı emisyon envanterlerini; yutak absorbasyon envanterlerini; hazırlayacak, güncelleştirecektir.
  • İklim değişikliğini azaltacak ulusal ve bölgesel programlarını hazırlayacak önlemleri oluşturacak,uygulayacak ve yayınlayacaktır.
  • Enerji,ulaştırma,sanayi,tarım,ormancılık ve atık yönetimi sektörlerinde sera gazı emisyon kontrolü için emisyonları azaltan,önleyen,işlemlerin teşvik geliştirilmesinde teknoloji transferinde işbirliği.
  • Tüm sera gazı yutak ve haznelerinin korunması ve takviyesi için işbirliği.
  • İklim değişikliği etkilerine uyum hazırlığı için işbirliği yapacaklardır.
  • İklim değişikliği mülahazaları ülkelerin kendi sosyal,ekonomik ve çevresel politikaları ve eylemleri çerçevesinde dikkate alınacak.
  • Veri arşivlerinin geliştirilmesi desteklenerek işbirliği yapacaklardır.
  • İklim sistemi,iklim değişikliği ve stratejiler hakkındaki bilgilerin alışverişini sağlayacak.
  • İklim değişikliği konusunda öğretim,eğitim ve kamu bilinci oluşturulması,hükümet dışı kuruluşların da bu işleme katılmasını teşvik için işbirliği yapacaklardır.

Madde 5: Araştırma ve Sistematik Gözlem
1 - Araştırma, veri toplama ve sistematik gözlem faaliyetlerinin tanımlanmasını, yönetilmesini, değerlendirilmesini amaçlayan uluslararası ve hükümetler arası programları, şebekeleri destekleyecek ve geliştireceklerdir.
2 - Gelişme yolundaki ülkelerin sistematik gözlem ve ulusal düzeydeki bilimsel ve teknik araştırma kapasiteleri ve kabiliyetlerini güçlendirilmesine matuf çalışmalar desteklenecektir.
3 - Gelişmekte ulan ülkelerin yukarıda atıfta bulunan çabalarına katılmaları amacıyla kapasite ve kabiliyetlerini geliştirmeleri için işbirliği yapılacaktır.

Madde 6: Öğretim, Eğitim ve Kamunun Bilinçlendirilmesi
1 - Taraf ülkeler ulusal yasa ve yönetmeliklerine, kapasitelerine göre eğitim ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi için alt bölge ve bölge düzeyinde çalışmalar yapacaklardır. Eğitim ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi materyallerinin geliştirilmesi ve değişimini sağlayacaklardır. Ulusal kurumların güçlendirilmesi için, gelişmekte olan ülkelerin uzmanlarının eğitimi için programlar geliştirilecektir.

Madde 12: Uygulama ile ilgili Bilgi İletişimi
1 - Taraflar, tarat ülkeler konferansına sera gazı emisyonlarının ve yutaklar tarafından emilen miktarların envanterlerini, alınması öngörülen önlemlerin tanımını vereceklerdir
2 - Ek 1 ülkeleri, 4. Madde 2 (a) ve 2 (b) paragrafları altındaki taahhütlerini uygulamak için benimsediği politika ve önlemlerin tanımını, 2000 yılma kadar bu politikaların sera gazı emisyonları ve yutaklarca emilen emisyonlar üzerindeki etkilerinin tahminlerini vereceklerdir.
3 - Ek 1 ve Ek 2 ülkeleri, Sözleşmenin 4. Maddesi 3, 4, ve 5. Paragrafları uyarınca aldığı önlemlerin ayrıntılarını vermek durumundadır.
4 - Ek 1 ülkeleri, Sözleşmenin kendileri için yürürlüğe girdiği tarihten sonraki 6 ay içinde ilk bildirimlerini (İst national communication) sunmak durumundadır.

Madde 15: Sözleşme de Değişiklikler
Herhangi bir taraf. Sözleşmede değişiklik yapılmasını önerebilir.

Madde 17: Sözleşmenin Protokolleri
Sadece Sözleşmeye taraf olanlar bir Protokole taraf olabilirler.

Madde 22: Onay, Kabul, Uygum Bulma veya Katılma
Sözleşme, imzaya kapatıldığı günün ertesi gününden itibaren katılma açıktır. Onay, kabul, uygun bulma ve katılma belgeleri Depozitöre tevdi edilecektir.

Madde 23: Yürürlüğe giriş
Sözleşme, bir ülke için onay, kabul, uygun bulma veya katılım belgesini sunduktan sonraki 90. Günde o ülke için yürürlüğe girer.

Madde 24: Çekinceler
Bu sözleşmeye çekince koyulamaz.
Son düzenleyen ThinkerBeLL; 24 Ağustos 2012 11:40
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #32
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
İklim daha hızlı bozulacak
Atlas Okyanusu'nun karbondioksit soğurması son 10 yılda yarı yarıya azaldı. Bu, dünyanın daha hızlı ısınabileceği ve iklimin daha da kötü boyutlarda bozulabileceği anlamına geliyor.
Sponsorlu Bağlantılar
İklimin karbondioksit salımı nedeniyle bozulması ve atmosferin giderek ısınmasına ilişkin en somut verilerden biri Kuzey Atlas Okyanusu'ndan geldi.
İngiltere'nin East Anglia Üniversitesi'nden Dr. Ute Schuster ile Prof. Dr. Andrew Watson'un "Journal of Geophysical Research"e açıkladıklarına göre, Kuzey Atlas Okyanusu'nun karbondioksit soğurması son 10 yılda yarı yarıya azaldı.
Reuters ajansına konuşan Dr. Shuster, "Atlas Okyanusu'nda karbondioksit emilimindeki azalmada tespitimiz devasa, beklenmedik sonuçtur" dedi.
Araştırma, yük gemilerine konulan ölçüm cihazları dahil 1995 ile 2005 yılları arasında 90 bin kez yinelenen ölçümlerle yapıldı.
Bilimadamları, Anglia Üniversitesi'nden çıkan bu sonuçtan, zaten sera etkisi altında olan dünyanın daha da hızlı ısınabileceği ve iklimin daha da kötü boyutlarda bozulabileceği anlamının çıktığını belirtiyor.
İklim ve doğa bilimlerinde çalışanlar, Büyük Okyanus, Hint Okyanusu, güney kesimi denizlerinin de giderek daha az karbondiksit emdiği sonucunun aşikar olduğunu bildiriyor.
Doğada kutup buzlarının ve buzulların hızla erimesi, yakında gelecek felaketin en bariz işaretleri olarak görülüyor.
ABD, Çin ve Hindistan'ın hiç yanaşmaması, devletler arasında karbondioksit salımını düşürme sözleşmesi olan Kyoto Protokolü'nü hemen hemen hiç durumuna sokuyor.
1997 yılında oluşturulan Kyoto Protokolü, 1992'de imzalanan çerçeve anlaşmada belirlenen ilkelere dayanıyor.
Sanayileşmiş ülkeler, 1990'daki salım oranlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5 oranında azaltmayı taahhüt etmiş oluyorlar.
Bu da bazı bilimadamlarınca "mütevazı" çizginin ötesinde son derece yetersiz bulunuyor.

VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
27 Kasım 2007       Mesaj #33
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
Küresel Isınma
Neler yapabiliriz?

Pek çok ülke, çevreye son derece zararlı olmasına karşın, özellikle kömür gibi fosil yakıtları kullanmaktadır.Kyoto protokolü sera gazı emisyonlarını azaltmaları için OECD ülkelerine çağrıda bulunmaktadır. Kyoto'da 2008-12 yılları arasında toplam sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesinin %5.4 altına çekilmesi hedeflenmiştir. ürünleri seçin.WF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını WF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda sorumluluk almaya davet ediyor. Kampanya kapsamında, kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar ve nükleer enerji yerine su, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kullanılması teşvik ediliyor.
Ulusal enerji stratejileri en az 30 yıllık bir süreyi öngörür şekilde hazırlanmalıdır. Diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesine ve güvenli kullanımına yönelik politikalar belirlenilmelidir. Ulusal enerji politikasının oluşumuna sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın katılması sağlanmalıdır.
Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmak koşuluyla, yerel ölçekte rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmalıdır.
Tarım, amonyak ve metan gibi değişik emisyonların atmosfere karışmasına neden olmaktadır. Avrupa amonyak emisyonunun %90'ı çiftlik hayvanları ve kimyasal gübrelerden kaynaklanmaktadır. Kimyasal gübre kullanımı, bir sera gazı olan azotdioksit emisyonunu da artırır. Azot ve fosfor içeren gübrelerin kullanımı azaltılmalıdır.

Biz neler yapabiliriz?

  • Enerji dostu ampuller kullanılmalı.
  • Televizyonlar bekleme konumunda bırakılmamalı.
  • Doğru ışıklandırma kullanılmalı.
  • Klima yerine vantilatör kullanılmalı.
  • Evler ısı kaybına karşı yalıtılmalı.
  • Eşyalar, radyatörleri kapatmayacak şekilde yerleştirilmeli.

Su kaynaklarının kıtlığı da bir başka önemli sorun. Ancak, alınabilecek önlemler de yok değil.

  • Diş fırçalama, bulaşık yıkama, traş esnasında musluk açık bırakılmamalı.
  • Daha az su tüketen yeni teknoloji klozetler kullanılmalı.
  • Klozetlere asılan temizleme maddeleri kullanılmamalı.
  • Çamaşır suyu tüketimi en aza indirilmeli.
  • Akan tesisatlar onarılmalı.
  • Hortumla sulama ve yıkama yapılmamalı.
  • Suyu, kireç ve bakterilerden arındıran filtreler kullanılmalı.

Çevre örgütleri, tüketicileri ulaşım sektörü konusunda da uyarıyor.

Bu sektör, yenilenemeyen enerji kaynaklarının baş tüketicisi ve sektörde kullanılan gazların emisyonları, hava kirliliğine, iklim değişikliklerine neden oluyor.
  • Toplu taşıma araçları tercih edilmeli.
  • Kısa mesafelere arabayla gitmek yerine, yürümeli.
  • Kurşunsuz benzin tüketen araçlar tercih edilmeli.
  • Aracın taşıma kapasitesi aşılmamalı.
  • Uzun duraklamalarda aracın kontağı kapatılmalı.

Çevre örgütleri, tüketicilere geri dönüşümü bir yaşam tarzı olarak benimsemelerini, alışveriş sırasında aşırı tüketimden kaçmalarını öğütlüyor.
Tüketicilerin özenli davranması gereken en önemli konuların başındaysa ambalaj tüketimi geliyor. Zira plastik ambalajların doğada kaybolma süresi bin yılı buluyor.

  • Tüketiciler, uzun ömürlü ürünlere yönelmeli.
  • Geri dönüştürülemeyen ambalajlarda satılan ürünler alınmamalı.
  • Başta PVC olmak üzere, plastik ambalajlardan kaçınmalı.
  • Şişe ve kavanoz gibi cam ürünler tercih edilmeli.
  • Plastik poşet ve yiyecek kapları gibi ürünler yeniden kullanılmalı.
  • Alışverişlerde plastik poşet kullanılmamalı.
  • Cam malzemeler, organik çöplerle birlikte atılmamalı.

Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelen bilgisayarların yarattığı kirlilik de azımsanacak gibi değil.

  • Elektrik tüketimi daha düşük modeller alınmalı.
  • Yazıcıdan kağıt çıktısı alınması asgariye indirilmeli.
  • Bilgisayarlar bekleme konumunda bırakılmamalı.
  • Kullanılmayan bilgisayarlar atılmamalı.
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
30 Kasım 2007       Mesaj #34
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
Amerika Atmosferi "Özgürleştiremiyor"
17-02-2005
Modern dünyanın en ciddi problemlerinden olan küresel ısınma ile ilgili Kyoto Protokolü, 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girdi. Protokolün amacı, seragazı salınımlarını, 1990 düzeyinin yüzde 5.2 altına çekmek ancak atmosfere salınan seragazının yaklaşık yüzde 25’inden sorumlu olan Amerika Birleşik Devletleri, protokolü tanımıyor. Gerekçesi ise ekonomisinde meydana geleceğini iddia ettiği 400 milyar dolarlık kayıp. Protokolü reddeden bir diğer ülke de Avustralya. İmza atmasına karşın pek çok Avrupa ülkesinin protokolün yükümlülüklerini yerine getirip getirmeyeceği ise tartışma konusu.
Ahmet Görmez
Japonya’nın Kyoto kentine 1997 yılında imzalanan Kyoto Protokolü, gelişmiş ülkelerin seragazı salınımlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 düzeyinin yüzde 5.2 altına çekilmesini hedefliyor. Özellikle kömür, petrol gibi karbon temelli yakıtların yoğun kullanımı ile özellikle kozmetik sektöründe çok kullanılan kloroflorokarbon, atmosferdeki karbondioksit oranında ciddi artışa sebep oluyor. Bu artış, yeryüzünden sekerek atmosferi terk etmesi gereken güneş ışınlarının bir bölümünün daha atmosferde hapsolmasına yol açıyor. Sera Etkisi ya da Green House Effect olarak anılan bu olay sonucunda küresel ısınma oluşmuş oluyor.

Felakete 1,2 Derece Kaldı
Sanayi Devrimi’nden bu yana dünyanın ortalama sıcaklığı 0,8 derece arttı. Bu artışın 2 dereceyi geçmesi halinde gezegeni, geri dönüşü mümkün olmayan çevresel felaketler bekliyor.
Avrupa Komisyonu’na göre; Avrupa Birliği, ABD, Kanada, Rusya, Japonya, Çin ve Hindistan, dünya atmosferine yönelik seragazı salınımlarından sorumlu tutuluyor. ABD tek başına, sera etkisi yaratan gazların %25’inin atmosfere salınımına neden oluyor.

Al Gore İmzaladı, George Bush Çekildi
Bilimadamlarının bu uyarıları, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) için herhangi bir anlam ifade etmiyor. ABD, Bill Clinton döneminde, dönemin başkan yardımcısı Al Gore tarafından imzaladığı Kyoto Protokolü’nden, George W. Bush’un iktidara gelmesi ile çekildi. Bush’un bu kararında Kömür ve Petrol devi şirketlerden aldığı ciddi maddi desteğin olduğu iddia ediliyor.
George Bush’un ve diplomatları ise, “küresel ısınma ile ilgili teorilerin henüz tam olarak kanıtlanamadığı” gerekçesiyle Kyoto Protokolü’ne taraf olmadıklarını belirtiyor. George Bush 14 Şubat 2002’de, Küresel Isınma ile ilgili konuşmasında şu cümleleri sarf etmişti: “Kyoto Protokolü, Birleşik Devletler ekonomisinde derin ve ani kısıtlamalara neden olacak ve ekonomiyi keyfi bir hedef haline getirecektir. O (Protokol), Ekonomimizde 400 milyar dolara kadar çıkabilecek bir kayıp yaratacak ve 4.9 milyon insanın işsiz kalmasına yol açacaktır… Birleşik Devletler Başkanı olarak, Amerikan halkının ve işçilerinin refahını korumakla yükümlüyüm. Sağlam temelleri olmayan uluslar arası bir tehlike için milyonlarca vatandaşımı işinden çıkaramam”. Bush’un bu görüşüne en büyük destek ise, Competetive Enterprise Institude’dan geliyor. Enstitü’nün, Kyoto Protokolünün yürürlüğe girmesi ile ilgili yaptığı açıklamada: “İklim değişikliği konusunda bu hafta yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, dünyanın pek çok sanayileşmiş ülkesinin akılsız bir eylemini temsil ediyor. O (protokol), küresel ısınmanın hafifletilmesi konusunda herhangi bir atmayacağı gibi, dünyayı ekonomik bir felakete sürüklemektedir. O, yanlış bir soruna, yanlış bir zamanda yanlış bir çözümdür” ifadeleri dikkat çekiyor.
Başkanların bu açıklamasına karşın, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi, Kyoto protokolünün imzalanması gerektiğini savunuyor.

Sorun Sadece ABD Değil
Kyoto Protokolünün 1997 yılında imzalanmasına kadar 2005 yılı başına kadar işlevsellik kazanamamasının nedeni, 1990 yılındaki toplam karbondioksit emisyonunun en az yüzde 55’inden sorumlu olan sanayileşmiş ülkelerin anlaşmaya taraf olması zorunluluğu. 2004 yılı sonunda Rusya’nın da protokole taraf olmasıyla anlaşma işlevsellik kazandı.
Ancak protokole tam olarak uyulup uyulmayacağı büyük tartışma konusu. AB ülkelerinin tamamının protokolü tanımasına rağmen, 1994 yılından bugüne seragazi salınımlarında meydana gelen ciddi artış ve bu artışın büyük bir bölümünde sorumluların gelişmiş ve zengin ülkeler olması, Kyoto Protokolü’nün sadece kağıt üzerinde kalma tehlikesine yol açıyor.

Türkiye’nin Henüz Bir Yükümlüğü Yok
Türkiye’nin henüz Kyoto Protokolü kapsamında herhangi bir yükümlülüğü bulunmuyor ancak 15 Şubat 2005 tarihinde, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Greenpeace Akdeniz ve Eurosolar Türkiye imzasıyla yayınlanan basın bildirisinde, Türkiye’nin, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 24 Mayıs 2004 tarihinde taraf olduğu hatırlatılıyor ve Türkiye'nin;
- Seragazı envanteri ile orta ve uzun vadeli seragazı öngörüm çalışmalarının başlatması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının arttırması,
- Enerji verimliliği çalışmalarının ilerletmesi,
- Toplu taşımacılık sistemlerinin yaygınlaştırması,
- Sürdürülebilir atik yönetiminin yasama geçirmesi ve
- Ormanlaştırma çalışmalarının hızlandırması gerektiğini yönünde çağrıda bulunuyor. Aynı açıklamada, Bu çalışmalar doğrultusunda, Türkiye’nin Kyoto Protokolü ve 2012 sonrasındaki yükümlülüklerinin de belirlenebileceği ifade ediliyor.



İlgili siteler:
BM İklim Değişikliği Çerçeve sözleşmesi (UNFCC)
WWF Türkiye, Doğal Hayatı Koruma Vakfı
Çevre ve Orman Bakanlığı, Sera etkisi ve Küresel Isınma
Eurosolar, Avrupa Yenilenebilir Enerjiler Birliği Türkiye Bölümü
Greenpeace Türkiye
Competetive Enterprise Institude
George Bush’un Küresel Isınma ile İlgili Konuşması


Bu doküman, ilef.net | Akıl Defteri | Özel Haber | Amerika Atmosferi "Özgürleştiremiyor" adresinden alınmıştır.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
19 Şubat 2008       Mesaj #35
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
KÜRESEL ISINMAYA DİKKAT ÇEKMEK İÇİN KÜRESEL EYLEM
Küresel ısınmaya dikkati çekmek amacıyla 29 Mart'ta dünyanın 24 metropolü bir saat süreyle ışıklarını söndürecek.Avustralya'nın en büyük kenti Sidney'de geçen yıl başlatılan "Earth Hour" (Yeryüzü için bir saat) adlı girişimin organizatörü Andy Ridley, bu yerel eylemin büyük ses getirdiğini ve bu yıl 23 dünya kentinin daha buna katılmak istediğini belirtti.

a.a


*****
TÜRKİYE SERA GAZI SALIMINDA DÜNYA REKORTMENLERİNDEN
İSTANBUL - Zülal Yılmaz - Açık Toplum Enstitüsü'nün hazırladığı ''Karbondioksit Salımları Araştırması'' raporunda, Türkiye'nin, küresel ısınmaya sebep olan sera gazı salımında 1990-2004 yılları arasında yüzde 74,4 artışla dünya rekortmenlerinden biri olarak kabul edildiği bildirildi.
Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü'nden Doç. Dr. Gürkan Kumbaroğlu ile Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi'nden Doç. Dr. Yıldız Arıkan'ın hazırladığı raporda, Türkiye'nin, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Ek 1 (Sanayileşmiş Ülkeler) listesinde yer alan 41 ülke içinde karbondioksit ve diğer gaz salımları oranı açısından açık farkla birinci geldiği belirtildi.
Türkiye'nin, kişi başına salımlar açısından en alt sıralarda olmasına rağmen, nihai enerji tüketimi başına sera gazı salımlarında AB içinde 1. sırada yer alan Belçika ile aynı değere sahip olduğu belirtilen raporda, verimsiz altyapının yanı sıra ülkenin kömür, doğal gaz ve petrol gibi en büyük küresel ısınma etkenlerine büyük bağımlılık içinde olduğuna dikkat çekildi. Türkiye'de rüzgar, güneş, hidrolik ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına rağbet edilmediği ileri sürülen raporda, termik santrallerin Türkiye'nin toplam karbondioksit salımında yüzde 20 payla 3. sırada yer aldığına işaret edildi.

a.a.


*****
BM İKLİM TOPLANTISINDA ÇALIŞMA TAKVİMİNDE UZLAŞMA
BANGKOK - BM himayesinde Tayland'ın başkenti Bangkok'ta düzenlenen, küresel ısınmayla dünya ölçeğinde mücadele toplantısında, 2009 sonundan önce yeni bir anlaşmaya varılması için hırslı bir çalışma takvimi yürütülmesi konusunda 160'dan fazla ülke uzlaşma sağladı.
Bangkok'taki toplantıya katılan ülkelerin delegeleri, üzerinde uzlaştıkları çalışma takvimiyle bu yıl içinde ormanların yok olması veya iklim değişikliğiyle mücadelenin finansmanı gibi çeşitli konularda üç toplantı daha düzenlenmesini kararlaştırdılar.
Küresel ısınmaya etki eden sera gazları salımının azaltılması yolunda 2009 sonundan önce bir anlaşmaya varılması amacıyla çalışma takvimi üzerinde uzlaşan ülkeler, 2009 yılı içinde de dört ayrı toplantı düzenlenmesi konusunda görüş birliğine vardılar.
İklim toplantılarının bu yıl 6 hafta sürmesine karşılık 2009 yılındaki toplantıların 8 hafta sürmesini kararlaştıran delegeler, 2012'de ilk yükümlülükleri sona erecek Kyoto sözleşmesinin yerine alacak yeni bir anlaşmaya varmanın esas hedef olduğunu vuruladılar.

a.a.


*****
"KÜRESEL ISINMA İÇİN ADIMLAR HEMEN ATILMALI"
İSTANBUL
- Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) International Genel Müdürü James Leape, global ısı artışını 2 derecede tutabilmenin tek yolunun, gerekli adımları hemen atmak olduğunu belirterek, "Dünyada bu konuda bilinçlenme artıyor ancak, ne kadar acil olduğunu tam olarak kavramış değiliz'' dedi.
Leape, Capital ve Ekonomist dergileri ile AvivaSA Emeklilik ve Hayat işbirliğinde düzenlenen "CEO Forum Toplantısında" küresel ısınmanın etkileri konusunda bir konuşma yaptı.
Küresel ısınmanın etkilerinin artık birebir hissedildiğini kaydeden Leape,küresel ısınmanın etkilerinin ne olacağı uzun yıllardan beri dile getirilmesine rağmen bu sürecin aslında beklenilenden daha hızlı gerçekleştiğine dikkati çekti. Leape, artık fırtınaların, kasırgaların sıklaştığını, Kuzey ve Güney Kutbunda ciddi miktarda erime meydana geldiğine ve Grönland'daki buzulların tamamen erimesi durumunda denizin 7 metre yükseleceğine işaret etti. Leape, "Bu belki yakın bir tehlike değil ama siz eğer İstanbul'da yaşıyorsanız bundan etkileneceksiniz" diye konuştu.
Leape, yıllık ısı artışının 2 dereceden fazla artmamasının sağlanması gerektiğini vurgulayarak, 2 derece aşıldığında, açlık, susuzluk, hastalık gibi pek çok olayın gerçekleşeceğini belirtti. Liape, bu yüzden 2 derece eşiğinin önemli olduğunu belirterek, "Global ısı artışını 2 derecede tutabilmenin tek yolu gerekli adımları hemen atmamız olabilir. Dünyada bu konuda bilinçlenme artıyor, ancak ne kadar acil olduğunu tam olarak kavramış değiliz. Eğer 10 yıl gecikirsek iki kat oranında emisyonları azaltmamız gerekecek" şeklinde konuştu.
Leape, küresel ısınmanın etkilerini en aza indirebilmek için orman kayıplarının önüne geçilmesi, daha az kömür kullanılması, güneş enerjisi ve yakıt pili kullanımının artırılması gerektiğini anlattı.

a.a.


*****
ÇÖLLEŞME DÜNYA EKOSİSTEMİNİ TEHDİT EDİYOR
ANKARA - Özgür Çoban - BM tarafından çevreyle ilgili yapılan çeşitli araştırmalar, dünyada çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olan 110 ülke bulunduğunu ortaya koydu.
BM, BM Çevre Programı (UNEP) aracılığıyla çevreye ilişkin çeşitli araştırmalar yaptı.
Araştırmaların sonuçlarına göre, dünyanın önemli bir bölümünün çölleşme tehdidi altında olması nedeniyle bir an önce ciddi tedbirler alınması gerekiyor.
Çölleşme, yılda 42 milyar doları bulan yıllık maliyetinin yanı sıra açlık, yoksulluk ve göç ile de insanoğlunu tehdit ediyor.
Merkezi ABD'de bulunan Worldwatch Institue, her yıl toprağın üst tabakasının 24 milyar tonunun kaybedildiğini ileri sürdü.
Araştırmalar, son 20 yıl içinde ABD'deki bütün ekili alanı kaplayacak kadar toprağın kaybolup gittiğini ortaya koydu.
Bu kriz, dünya üzerindeki karaların üçte birinden daha fazlasını kaplayan kurak alanlarda ortaya çıkarken, çölleşme, toprak tabakasının hassas, bitki tabakasının ince ve iklimin son derece sert olduğu bölgelerde kendini hissettiriyor.
Araştırmaların sonuçları, çölleşme nedeniyle yaşanan manevi kayıpların bedelinin daha ağır ve 1 milyardan fazla insanın yaşamının tehlikede olduğunu gösterdi.
Kuraklığın çölleşmeyi başlattığı ve daha da kötüleşmesine neden olduğunu vurgulayan araştırmalarda, yanlış tarım uygulamalarının toprağı tükettiği belirtildi.

TÜRKİYE'NİN DURUMU
Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğünde görevli Şube Müdürü Erdoğan Özevren, ''İklimsel verilere göre, ülkemizde Iğdır ve Konya ovaları ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi kuraklık ve çölleşmeye en hassas bölgeler olarak ortaya çıkmaktadır. Unutulmamalıdır ki ülkemizde erozyon olması sebebiyle ülke topraklarının tamamına yakını tehdit altındadır'' dedi.

a.a.
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
19 Mayıs 2008       Mesaj #36
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
23.11.2006

Fındık ve çay Karadeniz'i terk edecek
Küresel ısınma, birçok tarım ürününün, bitkinin neslini tüketmek üzere!..
Araştırmaların sonucu pek de iç açıcı değil: Önlem alınmazsa Türkiye 2040'ta çöl olacak! Küresel ısınma, birçok tarım ürününün, bitkinin ve deniz canlısının neslinin tükenmesine yol açacak.
NASA'nın (Amerikan Ulusal Hava ve Uzay Ajansı) yaptığı bir araştırmaya göre, erozyonun şiddetlenerek devam etmesi ve etkili tedbirler alınmaması halinde, Türkiye'nin büyük bir bölümü 2040 yılında çöl olacak.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin 2000 yılı sonlarında açıkladığı rapor ise ülkemizin yer aldığı Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinde kuraklık artışı ve tarımsal verimde düşüş öngörmekte, küresel ısınmanın zararlı etkilerini en önce ve en şiddetli biçimde yaşayabileceğimize dikkat çekmekte. Aynı şekilde çölleşmeyle mücadele eylem planı verilerine göre düzenlenen Dünya Çölleşme Haritası'nda Anadolu, çölleşme tehlikesi derecesi "yüksek" ve "çok yüksek" sınıfına sokulmakta.
Türkiye'nin çölleşmesi, özellikle ülke tarımını büyük ölçüde etkileyecek. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık da, "Küresel ısınmanın denizlerimiz ve tarımımız üzerine etkileri" konusunda çeşitli kaynakları inceleyerek yaptığı araştırmasında, Türkiye'de yaşanacak olumsuzlukları özetledi. Atalık'ın araştırmasında dikkat çeken başlıklar şöyle:

Hamsi tehlikede
Atmosferde olduğu gibi denizlerimizde de sıcaklık yükseliyor. Denizlerimizde daha sıcak sulardan gelen ve damak tadımıza uymayan balıklar görülmeye başlandı. Serin olan Marmara ve Karadeniz gibi kuzey denizlerimizde sardalye, kupes ve salpa gibi nispeten sıcağı seven balıklara rastlanmakta. Sıcaklık artışıyla başta hamsi olmak üzere mevcut balıklarımız üreme sorunu yaşayacaklarından, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelecek.
İç sularımızda meydana gelecek zayıflama, akarsu ve göllerimizdeki canlı yaşamını da etkileyecek. Bakteri ve hastalıklardaki çoğalma, hem denizlerimizdeki, hem de iç sularımızdaki balık yetiştiriciliğini tehlikeye sokacak.

Kaplumbağalar gelemeyecek
Buzulların erimesi sonucu denizlerde görülecek yükselmeler, özellikle Türkiye'deki sahil kumullarını üreme alanı olarak kullanan deniz kaplumbağalarının, gelecek nesilleri üzerinde büyük olumsuzluklar yaratacak. Kumulların sular altında kalması nedeniyle denizkaplumbağaları gelemeyecek.

Bitki türleri azalacak
Deniz seviyelerindeki yükselme sahillerde erozyon etkisi yaratacak. Bu da bitki türleri ve topraklar üzerinde olumsuz bir etkiye neden olacak. Türkiye 13 bin bitki türüne ev sahipliği yapması nedeniyle zengin bir biyo- çeşitliliğe sahip. Bunun özellikle tarım ve tıp alanında önemi çok büyük. Küresel ısınmanın etkisiyle Türkiye, zengin biyoçeşitliliğini kaybedecek. Bitkiler ısınmanın etkisiyle kuzeye doğru hareketlenecek, göç yolları üzerinde kimyasallar kullanılarak tarım yapılan büyük tarlalarla ya da kentlerle karşılaşan bitki türleri bunları aşamayacaklarından dolayı yok olacak.

Harran Ovası'na dikkat!
Su kaynaklarındaki zayıflamaya karşın bugünkü miktarlarda ürün alabilmek için sulamada kullanılan su miktarını artırmak gerekiyor ki, artan nüfusumuzun su ihtiyacı da göz önüne alındığında bu olanaksız. Ayrıca sıcak iklimde suyun yanlış kullanımı çölleşmeye yol açmakta. GAP bölgesinde özellikle en yaygın sulamaya açılan Harran Ovası'nda bu sorun belirgin şekilde görülmeye başlanmış durumda. GAP topraklarının ilerideki en önemli sorunu tuzluluk olacak. Bir zamanlar "verimli ay" olarak tanımlanan Mezopotamya bölgesindeki toprakların yüzde 80'inin tuzlanarak elden çıktığı unutulmamalı.

En hızlı çölleşen yerler
Tarım toprakları üzerinde hızlı kentleşme ve sanayileşme yaşanan Bursa, Sakarya ovaları, Çukurova, İzmir, Manisa, Kocaeli ve İstanbul, Türkiye'nin en hızlı çölleşen yöreleri. Küresel ısınmanın etkisine girildiğinde, bu ovaları ve tarım arazilerini çok arayacağız.

Su ihtiyacı artıyor
Küresel ısınma nedeniyle şu anki üretimi yapabilmek için yapılan hesaplamalara göre yüzde 40 daha fazla sulama yapılması gerekmekte. Ancak su kaynaklarımızın zayıflamaya başlaması, nüfusun artması ve sıcaklıktaki artışla daha fazla içme ve kullanma suyuna ihtiyaç olması bunun mümkün kılmayacak. Türkiye'de bitkisel üretim miktarı yaşanacak kuraklıkla birlikte azalacak.

Pamuk kuzeye göçecek
Tarım ürünlerinde önemli değişimler yaşanacak. Şu anda Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde yaygın olarak yetiştirilen pamuk, meydana gelecek sıcaklık artışıyla muhtemelen Karadeniz ve Marmara bölgelerimize doğru hareket edecek. Ancak yağışların kısa periyotta ve birden meydana geleceği düşünülürse, sık sık sel yaşanacağı da kaçınılmaz bir doğa olayı olacak. Yağıştaki bu olumsuzluklar özellikle pamuk üretimini kötü etkileyecek. Bölgesel olarak uygun olsa da sert rüzgâr, yağış ve buna bağlı yaşanacak seller, ülkemizde pamuk üretimini önemli ölçüde sınırlandıracak.

Kuzeye gidecek!
Türkiye'deki tarımsal ürün ihracatı içinde fındık önemli bir yer tutuyor. 2005'te 8 milyar dolarlık tarım ürün ihracatının 2 milyar dolarlık kısmını tek başına sağlamış. Ülkemizdeki sıcaklık artışına bağlı olarak fındık da muhtemelen daha kuzeye göç edecek. Böylece Türkiye fındık üretimindeki tekel konumunu kaybedecek. Özel iklim koşullarına ihtiyaç gösteren ve ülkemizde fındıktan da daha dar bir şeritte yetiştirilebilen çay da ülkemize getirildiği Batum ve daha da kuzeye hareket edecek tarım ürünlerimiz arasında yer alacak.

Şekerimiz düşecek
Şekerpancarı şeker üretimimiz açısından stratejik öneme sahip bir ürün. Türkiye'nin hemen her bölgesinde sulu arazilerde yetiştirilmekte. Sıcaklık, sulama, tuzlanma ve en önemlisi de su kaynaklarımızın zayıflayacağı ihtimali göz önünde bulundurulduğunda Türkiye'nin gelecekte şekerpancarı üretiminin de yetersizleşeceğinden söz edilebilir.
Genellikle düz arazilerde sebze üretimi yapılması nedeniyle ülkemizde yaşanan ve artarak yaşanacak olan sel felaketleri de üretime olumsuz etki yapacak.

Gıdada dışa bağımlı olacağız
Sığır, koyun ve keçi olarak hayvan varlığımız 1980'de 80 milyon baş iken günümüzde artan nüfusumuza karşın yarı yarıya azalarak 40 milyon başa düşmüş. Bununla bağlantılı olarak et tüketimimiz de gelişmiş ülkelerin altında. Küresel ısınma hayvanlarımızın et ve süt verimini de kötü etkileyecek, yetersiz beslenmeyi daha da artıracak. Ülkemizde hayvansal protein açığı baklagillerle kapatılmakta. Gerek baklagiller gerekse petrolden sonra alımına en fazla döviz ödediğimiz yağlı tohumlu bitkiler de sulu tarım alanlarında yetiştirilebildiğinden küresel ısınma baklagil ve yağlı tohumlu bitkiler üretimimizi de olumsuz yönde etkileyecek. Özetle gıdada dışa bağımlı hale geleceğiz.

Hastalıklar ve zararlılar artacak
İklimde görülecek sıcaklık artışı ile hastalık ve zararlılarda artış görülecek ve tarımsal üretimde daha fazla zirai mücadele ilacı kullanmak gerekecek. Bu da toprak ve su kaynakları üzerinde kirlenmelere yol açacak.

Yalıları su basabilir
İTÜ Uçak ve Uzay Fakültesi Meteroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Şen, deniz seviyesinin yükselmesiyle birlikte özellikle kıyılarda bulunan bazı ünlü yalıların da bundan etkileneceğini belirterek, "Su seviyesinin yükselmesiyle birlikte özellikle Boğaz kesiminde yer alan su seviyesine yakın bazı tarihi yalıların en az birinci katları sular altında kalacak" dedi.
Şen, Anadolu'nun kurak ve sıcak bir iklime girmesiyle tarımda büyük değişimler yaşanacağını, özellikle Karadeniz'de bağcılığın giderek önem kazanacağını söyledi.

Japonların büyük projesi
Japonların Türkiye ile büyük bir projeye başlayacaklarını anlatan Şen, "Japonlar küresel ısınma sonucunda Türkiye'nin tarımında 100 yıl sonra ne gibi değişiklikler olacağını araştırmak üzere görüşmelere başladılar. Çukurova'da araştırma yaptılar. İklim değişimi sonucu Türkiye'den ileride ne gibi tarım ürünlerini alabileceklerine dair geniş kapsamlı büyük bir proje bu" dedi.

Neler yapılabilir?
İnsanlarımıza su kaynaklarını kirletmeden kullanmaları bilinci yerleştirilmeli.
Tarımda suyun kullanımı, çölleşmenin önüne geçilebilmesi açısından kontrol altında tutulmalı.
Denizlerimizdeki ve iç sularımızdaki balık popülasyonlarımızın durumu yakından izlenmeli, bu konuyla ilgili Ar-Ge bütçeleri ve çalışmaları artırılmalı.
Bitkisel ve hayvansal üretim materyallerinin kuraklığa adaptasyonu üzerinde önemle durulmalı.
Zirai mücadele ilaçlarının kullanımı yakından izlenmeli. 8 Kasım 2006 tarihinde yayımlanan 9. İlerleme Raporu'nda da belirtildiği üzere ülkemizde 2000 ilaç bayisi ilkokul mezunu.
Küresel ısınmanın olumsuz etkilerinden en fazla etkilenecek Akdeniz kuşağında yer alan ülkemizin bu tehlikeyi en hafif şekilde atlatabilmesi açısından tarımımız, denizlerimiz, su kaynaklarımız ve topraklarımızın yönetimini tek elde toplayacak bir genel müdürlük zaman kaybetmeden kurulmalı ve çalışmalarına derhal başlamalı.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
9 Kasım 2008       Mesaj #37
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Bu kaya küresel ısınmaya çare olabilir
NEW YORK - İklim değişikliğine yol açan önemli gazlardan karbondioksidi, küresel ısınmayı yavaşlatacak miktarlarda emebilecek bir kaya türü keşfedildi.
''Proceedings of the Natural Academy of Sciences'' adlı bilimsel derginin 11 Kasımda yayımlanacak yeni sayısında yer alan makaleye göre, bu kaya türüne daha çok Umman'da rastlanıyor.
Karbondioksit gazı, ''peridotite'' türü kaya ile temas ettiğinde tepkimeye girerek katı hale dönüşüyor, kalsiyum karbonat'ı oluşturuyor.
New York Coumbia Üniversitesi'ne bağlı Lamont-Doherty Gözlem Evi'nden Jeolog Peter Kelemen ve Jeokimyacı Juerg Matter'ın açıklamalarına göre, insanoğlunun faaliyetlerinden ötürü her yıl 30 milyar ton karbondioksit üretiliyor ve atmosfere bırakılıyor. Bu karbondioksidin yılda 2 milyar tonu yer altı mineralleri tarafından emiliyor. Bu kaya türü doğru kullanıldığında ise yeraltı minerallerinin zaten yaptığı bu emme süreci 1 milyon kata kadar arttırılabilecek.
Peridotite adlı kaya türü, yer kabuğunun hemen altında yer alan manto tabakasındaki en yaygın kayalarından biri. Bu kaya, yeryüzünde de bulunuyor. Yeryüzünde en çok da Umman'da rastlanıyor.
Bu kayanın yer altından çıkarılarak, karbondioksit salımı yapan fabrikalara veya diğer tesislere taşınması ve buralarda gazın emilerek dönüştürülmesi için kullanılması imkanı var. Ancak bunun çok pahalı bir işlem olacağı belirtiliyor.
İki bilim adamı, sıcak su yardımıyla karbondioksidin Umman'daki kayalık bölgeye enjekte edilebileceğini, böylece yılda 4-5 milyar ton karbondioksidin yeryüzünden kaldırılabileceğini belirtiyorlar.

SENTETİK AĞAÇLAR
Makalede, yine Columbia Üniversitesinden Klaus Lackner'ın geliştirdiği ''sentetik ağaçlar'' yoluyla, atmosfere salınan karbondioksidin emilebileceği, Umman'daki bu özel kayalık bölgeyle suni ağaçlar birlikte kullanılınca, küresel ısınmaya yol açan karbondioksidin atmosferdeki miktarının dengelenebileceği belirtildi.
Bu kaya türünün daha az miktarlarda da olsa, Adriyatik kıyıları ve Kaliforniya kıyılarında, Pasifik adalarından Papua Yeni Gine ve Kalidonya'da da bulunduğu kaydedildi.


AA
GAZETEPORT
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
17 Aralık 2008       Mesaj #38
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Uydudan Gelen Korkunç Veri
Küresel ısınma her gün yeni doğal felaketlere yol açıyor. Ama uydudan geçen bu veriler çok daha ürkütücü.
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA) yeni uydu verilerine göre, Grönland, Antarktika ve Alaska'da 2003'ten bu yana 2 trilyon tondan fazla buzul erdi.
Bilim adamlarının küresel ısınmaya ilişkin son veriler olarak nitelediği bulguların, NASA'nın GRACE uydusunun ölçümlerine dayandığı belirtildi.
NASA'da görevli jeofizik uzmanı Scott Luthcke, uydunun buz ölçüm verilerine göre son beş yıl içindeki kara buzulları kaybının yarısından fazlasının Grönland'da meydana geldiğini kaydetti.
Luthcke, Grönland'daki buzulların 2008 yazındaki verilerinin henüz tamamlanmadığını ancak bu yılki buz kaybının, hala çok önemli olmakla birlikte 2007'deki kadar ağır çıkmayacağını söyledi.
Alaska'daki durumun daha iyi olduğunu ifade eden Lutchke, 2005'deki büyük azalmanın ardından kara buzullarının 2008'de, kışın yoğun kar yağışı nedeniyle biraz arttığını belirtti. Luthcke, Alaska'nın NASA uydusunun ölçümlere başladığı 2003'ten bu yana 400 milyar ton kara buzulunu kaybettiğini ifade etti.
Bilim adamları iklim değişikliğine ilişkin değerlendirmelerinde genel bir eğilime karar vermek için genellikle birkaç yıla bakıyor.
NASA'dan bilim adamlarının son bulguları perşembe günü San Francisco'da düzenlenecek Amerikan Jeofizik Birliği konferansında sunmayı planladığı bildirildi.



Kaynak
snackbloot - avatarı
snackbloot
Ziyaretçi
20 Aralık 2010       Mesaj #39
snackbloot - avatarı
Ziyaretçi
İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor.
Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor.40998989dd2 Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor. Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilimadamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor.
Bilimadamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde farkedilebilir etkileri olduğu görüşünde.

Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor.

Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
2007’nin de dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabileceği öngörüsü var.

Peki bu sıcaklık artışı yani küresel ısınma nelere yol açıyor, hayatımızı nasıl etkiliyor?

Dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden, okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissediliyor.
Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor.Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde yüzde 10’luk bir azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptandı.
Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor.
Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor.
İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor.

Küresel ısınma insan sağlığını da doğrudan etkiliyor

Bilimadamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde.
Biz neler yapabiliriz ? sorusunun cevabı, Neler yapabiliriz ? başlıklı içeriğimizde. Ayrıca Yapmamız Gerekenler başlığına da bakabilirsiniz.


Küresel Isınmanın Nedenleri:
Hava koşullarının uzun bir zaman kesiti içinde ortalama durumu iklim olarak tanımlanır. Dünya son bir milyar yıl içinde yaklaşık ikiyüzelli milyon yıl süren sıcak dönemler ve bunların ardından gelen dört büyük soğuk dönem geçirmiştir. Dünya yaklaşık elli milyon yıl önce soğuk bir döneme daha girmiş, bu dönemde yüzbin yılda bir on bin yıl süreyle görülen sıcak dönemlerin haricinde soğuma eğilimi göstermiştir. Şu an bu sıcak dönemlerden biri yaşanmaktadır. Dört bin yıl önce başlayan sıcaklık düşüşleri sonucunda Dünya’nın soğuma eğiliminin artması beklenmekteydi fakat bu artış son yüzelli yıldır gerçekleşmemiştir.
Güneş gibi doğal etkenlerle büyüyen bu artışın nedeni, özellikle son dönemlerde, büyük ölçüde insan kaynaklı olan sera etkisiyle oluşan küresel ısınmadır.


Doğal Nedenler


Güneşin Etkisi:

ESA bilim adamlarından Paal Brekke; iklim bilimcilerinin uzun süredir Güneş beneklerinin 11 yıllık döngüsel hareketini ve Güneş’in yüzyıllık süreçler içinde parlaklık değişimini incelediklerini belirtmiştir. Bunun sonucunda Güneş’in manyetik alanı ve protonlar ile elektronlar biçiminde ortaya çıkan güneş rüzgarının, Güneş sisteminde kozmik ışımalara karşı bir kalkan görevinde olduğu açıklanmaktadır. Güneş’in değişken aktivitesiyle zayıflayabilen bu kalkan, kozmik ışımaları geçirmektedir. Kozmik ışımaların fazla olması bulutlanmayı arttırmakta, Güneş’ten gelen radyasyon oranını değiştirerek küresel sıcaklık artışına neden olmaktadır.
Güneş’ten gelen ultraviyole ışınım aynı zamanda kimyasal reaksiyonların oluştuğu (ve dolayısıyla atmosferin tamamını etkileyen) ozon tabakası üzerinde değişikliğe yol açacaktır.

Dünya’nın Presizyon Hareketi:

1930 yılında Sırp bilim adamı Milutin MİLANKOVİÇ Dünya’nın Güneş çevresindeki yörüngesinin her doksanbeş bin yılda biraz daha basıklaştığını göstermiştir. Bunun dışında her kırkbir bin yılda Dünya’nın ekseninde doğrusal bir kayma ve her yirmi üç bin yılda dairesel bir sapma bulunduğunu belirtmiştir. Günümüz bilim adamlarının bir çoğu Dünya’nın bu hareketlerinden dolayı zaman zaman soğuk dönemler yaşadığını ve bu soğuk dönemler içindeyse yüz bin yıllık periyotlarda on bin yıl süreyle sıcak dönemler geçirdiğini bildirmektedir. Bu da Dünya’nın doğal ısınmasının bir nedenini oluşturmaktadır.

El Nino’nun Etkisi:

“Güney salınımı sıcak olayı” olararak tanımlanabilecek El Niño hareketi, 1990-1998 yıllarında tropikal doğu Pasifik Okyanusu’nda deniz yüzeyi sıcaklıklarının normalden 2-5º daha yüksek olmasına neden olmuştur. Özellikle 1997 ve 1998 yıllarındaki rekor düzeyde yüzey sıcaklıklarının oluşmasında, 1997-1998 kuvvetli El Niño olaylarının etkisinin önemli olduğu kabul edilmektedir. 1998′deki çok kuvvetli El Niño bu yılın küresel rekor ısınmasına katkıda bulunan ana etmen olarak değerlendirilebilir.


Yapay nedenler


Fosil Yakıtlar:

Kömür, petrol ve doğalgaz dünyanın bugünkü enerji ihtiyacının yaklaşık u’lik bölümünü sağlamaktadır. Yapılarında karbon ve hidrojen elementlerini bulunduran bu fosil yakıtlar, uzun süreçler içerisinde oluşmakta fakat çok çabuk tüketilmektedir. Dünyanın belirli bölgelerinde toplanmış bu yakıtların günümüz teknolojisiyle ¾’ünün yarısının çıkarılması imkansız; diğer yarısının ise çıkarılması teknik olarak çok pahalıdır. Bu da fosil yakıtları yenilenemeyen ve sınırlı yakıtlar sınıfına sokmaktadır.

Sera gazları:


Sera Gazları Oluşumu:

Güneş’ten gelen ışınların bir bölümü ozon tabakası ve atmosferdeki gazlar tarafından soğurulur. Bir kısmı litosferden, bir kısmı ise bulutlardan geriye yansır. Yeryüzüne ulaşan ışınlar geriye dönerken atmosferdeki su buharı ve diğer gazlar tarafından tutularak Dünya’yı ısıtmakta olduğundan yüzey ve troposfer, olması gerekenden daha sıcak olur. Bu olay, Güneş ışınlarıyla ısınan ama içindeki ısıyı dışarıya bırakmayan seraları andırır; bu nedenle de doğal sera etkisi olarak adlandırılır

Sera etkisinin önemi:

Sera etkisi doğal olarak oluşmakta ve iklim üzerinde önemli rol oynamaktadır. Endüstri devrimi ile birlikte, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, insan aktivitesi sera gazlarının miktarını her geçen yıl arttırarak yüksek oranlara ulaştırmıştır.
Bu etkinin yokluğunda Dünya’nın ortalama sıcaklığının -18ºC olacağı belirtilmektedir. Ancak yaşamsal etkisi olan sera gazlarının miktarının normalin üzerine çıkması ve bu artışın sürmesi de Dünya’nın iklimsel dengelerinin bozulmasına neden olmaktadır.
Bu doğal etkiyi arttıran karbondioksit, metan, su buharı, azotoksit ve kloroflorokarbonlar sera gazları olarak adlandırılmaktadır. Ozon tabakasının incelmesi de başka bir etkendir.

Sera Gazları: Karbondioksit (CO2)

Dünya’nın ısınmasında önemli bir rolü olan CO2, Güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşması sırasında bu ışınlara karşı geçirgendir. Böylece yeryüzüne çarpıp yansıdıklarında onları soğurur.
CO2′in atmosferdeki kosantrasyonu 18. ve 19. yüzyıllarda 280-290 ppm arasında iken fosil yakıtların kullanılması sonucunda günümüzde yaklaşık 350 ppm’e kadar çıkmıştır. Yapılan ölçümlere göre atmosferdeki CO2 miktarı 1958′den itibaren %9 artmış ve günümüzdeki artış miktarı yıllık 1 ppm olarak hesaplanmıştır.
Dünyada enerji kullanımı sürekli arttığından, kullanılmakta olan teknoloji kısa dönemde değişse bile, karbondioksit artışının durdurulması olası görülmemektedir.

Sera Gazları
: Metan (CH4)

Oranı binlerce yıldan beri değişmemiş olan metan gazı, son birkaç yüzyılda iki katına çıkmış ve 1950′den beri de her yıl %1 artmıştır. Yapılan son ölçümlerde ise metan seviyesinin 1,7 ppm’e vardığı görülmüştür. Bu değişiklik CO2 seviyesindeki artışa göre az olsa da, metanın CO2′den 21 kat daha kalıcı olması nedeniyle en az CO2 kadar dünyamızı etkilemektedir.
Amerika ve birçok batı ülkesinde çöplüklerin büyük yer kaplaması sorun yaratmaktadır. Organik çöplerden pek çoğu ayrışarak büyük miktarda metan salgılamakta, bu gaz da özellikle iyi havalandırması olmayan ve kontrol altında tutulmayan eski çöplüklerde patlamalara ve içten yanmalara neden olmaktadır. Daha da önemlisi atmosfere salınan metan oranı artmakta ve bunun sonucu olarak da sera etkisi tehlikeli boyutlara varmaktadır.

Sera Gazları
: Azotoksit ve Su Buharı

Azot ve oksijen 250ºC sıcaklıkta kimyasal reaksiyona giren azotoksitleri meydana getirir. Azotoksit, tarımsal ve endüstriyel etkinlikler ve katı atıklar ile fosil yakıtların yanması sırasında oluşur. Arabaların egzosundan da çıkmakta olan bu gaz, çevre kirlenmesine neden olmaktadır.
Sera etkisine yol açan gazlardan en önemlilerinden biri de su buharıdır. Fakat troposferdeki yoğunluğunda etkili olan insan kaynakları değil iklim sistemidir. Küresel ısınmayla artan su buharı iklim değişimlerine yol açacaktır.

Sera Gazları
: Kloroflorokarbonlar (CFCs)

CFC’ler klorin, flüorin, karbon ve çoğunlukla da hidrojenin karışımından oluşur. Bu gazların çoğunluğu 1950′lerin ürünü olup günümüzde buzdolaplarında, klimalarda, spreylerde, yangın söndürücülerde ve plastik üretiminde kullanılmaktadır. Bilimadamları bu gazların ozonu yok ederek önemli iklim ve hava değişikliklerine neden olduklarını kanıtlamışlardır. Bu gazlar; DDT, Dioksin, Cıva, Kurşun, Vinilklorid, PCB’ler, Kükürtdioksit, Sodyumnitrat ve Polimerler’dir.

Sera Gazları
: Kloroflorokarbonlar (CFCs)

1
- DDT: 1940-1950 yılları arasında dünya çapında tarım alanlarındaki böcekleri zehirlemek için kullanılmıştır. Kimyasal adı ‘diklorodifeniltrikloroetan’dır. Klorin içeren bu gazın insan dahil diğer canlılar için de öldürücü olduğu fark edildikten sonra üretimden kaldırılmıştır.
2
- Dioksin: 100′ün üstünde çeşidi vardır. Bitkilerin ve böceklerin tahribatı için kullanılır. Çoğu çeşidi çok tehlikelidir; kansere ve daha birçok hastalığa neden olmaktadır.
3
- Cıva: Cıvanın en önemli özelliği diğer elementler gibi çözünmemesidir. 1950-1960 yılları arasında etkisini önemli ölçüde göstermiş, Japonya’da birkaç yüz balıkçının ölümüne neden olmuştur. Bir ara kozmetik ürünlerinde kullanılmışsa da daha sonra son derece zehirli olduğu anlaşılıp vazgeçilmiştir.
4
- Kurşun: Günümüzde kalemlerin içinde grafit olarak kullanılmaktadır. Vücudun içine girdiği takdirde çok zehirleyicidir; sinir sistemini çökertip beyne hasar verir.
5
- Vinilklorid: PVC yani ‘polyvinyl chloride’ elde etmek için kullanılan bir gaz karışımıdır. Solunduğunda toksik etkilidir.
6
- PCB’ler: PCB, İngilizce bir terim olan ‘polychlorinated biphenyls’ ten gelmektedir. Bu endüstriyel kimyasal toksik ilk olarak 1929′da kullanılmaya başlanmış ve 100′ün üstünde çeşidi olduğu tespit edilmiştir. Bunlar büyük santrallerdeki elektrik transformatörlerinin yalıtımında, birçok elektrikli ev aletlerinde aynı zamanda boya ve yapıştırıcıların esneklik kazanmasında kullanılmaktadır. Bunun yanında kansere yol açtığı bilinmektedir.
7
- Sodyumnitrat: Füme edilmiş balık, et ve diğer bazı yiyecekleri korumak için kullanılan bir çeşit tuzdur. Vücuda girdiğinde kansere yol açtığı bilinmektedir.
8
- Kükürtdioksit (SO2): Bu gaz sülfürün, yağın, çeşitli doğal gazların ve kömürle petrol gibi fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkar. Kükürtdioksit ve azotoksidin birbiriyle reaksiyonu sonucunda asit yağmurlarını oluşturan sülfürürik asit (H2SO4) oluşur.
9
- Polimerler: Doğal ve sentetik çeşitleri bulunmaktadır. Doğal olanları protein ve nişasta içerirler. Sentetik olanlarıysa plastik ürünlerinde ve el yapımı kumaşlarda bulunup naylon, teflon, polyester, spandeks, stirofoam gibi adlar alırlar.

Sera Gazları
: Ozon

Ozon tabakasının incelmesi “Küresel Isınma”yı dolaylı yoldan arttırmaktadır. USNAS’ın 1979′da yayınladığı raporda, ozon tabakasında %5 – arasında bir azalma olduğu gözlemlendiği öne sürülmüştür.
Oysa bundan bir yıl önce Kasım 1978′de uzaya fırlatılan Nimbus-7 uydusundan alınan verilere göre toplam atmosferik ozon seviyesi 1979-1991 yılları arasında orta enlemlerde %3-%5, yukarı enlemlerde %6 ila %8 arasında azalmıştır (Gleason 1993). 1992 yılında Antartika’daki Ozon seviyesi ise 1979′daki seviyenin P’sine inmiştir. 1950 ve 60′lı yıllardaki ozon kalınlığı da 1990′lı yıllardan sonra 1/3′üne kadar inmiştir. “The National Research Council”ın 1982 Mart raporuna göre CFC salınımı bu şekilde devam ederse 21. yy’nin sonunda stratosferdeki ozon miktarı %5 ile arasında bir değerde azalacaktır.

Sera Gazlarının Bilinen ve Olası Etkileri:

Dünyanın sıcaklığı sanayi devriminden bu yana 0,45ºC artmıştır. Bunun esas nedeni fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan CO2 ve diğer sera gazlarıdır. Artan nüfus ve büyüyen ekonominin enerji gereksinimleri de fazlalaşmaktadır. Bu gereksinimin karşılanması ise fosil yakıt tüketiminin artmasına ve atmosferdeki CO2 miktarının büyük ölçüde çoğalmasına neden olmaktadır. Sıcaklık artışının olası etkileri teoriler biçiminde incelenmektedir.

Şehirlerin Isı Adası Etkisi:

Güneşli ve sıcak günlerde, yoğun nüfuslu ve yüksek binaların sıklıkla görüldüğü kentsel bölgelerin çevrelerine göre daha sıcak olmaları, şehirlerin ısı adası etkisini oluşturur. Bu asfaltlanmış alanlar,bitki topluluklarının köreltilmiş olduğu bölgeler ve siyah yüzeyler “ısı adası etkisi”nin başlıca nedenleridir.
Kentleşmiş alanlarda hava dolaşımının yapılaşmanın artışıyla engellenmesi ve doğal iklim ortamının bozulması yerel bir ısınmaya yol açar. Bu tür yerel ısınmalar da küresel ısınmayı arttırıcı etkidedir.
Şehir planlamasında ve bina yapımında güneş ile yapı arasındaki ilişkinin iyi ayarlanması ısı adası etkisini engelleyecektir.
Örnek Şehirler: Detroit (USA), Los Angeles (USA) ,Hong Kong (ÇİN)…

Smog:

Havaya salınan fazla miktardaki gazlar, atmosferdeki havayı yoğunlaştırır, gaz tabakasını kalınlaştırır. Bu yüzden gelen güneş ışınları daha fazla emilir, daha az yansıtılır ve yapay bir sera etkisi oluşur. Gazlar, özellikle büyük şehirlerde, Hava Yoğunluğu (Smog) oluşturarak etkili olmaktadır.
Smog oluşumunun bulunduğu yerleşim yerlerinde yaşayan insanlarda
- Akciğer ağrıları
- Hırıltı
- Öksürük
- Baş ağrısı
- Akciğer iltihapları görülür.

Sera Gazlarının Bilinen ve Olası Etkileri:

  • Kuraklık ve seller: Sera etkisi çeşitli iklim değişikliklerine yol açacaktır. Önlem alınmadığı takdirde bazı doğa olaylarının olumsuz etkileri çok büyük boyutlara ulaşacaktır.
  • Güç üretiminde azalma: Elektrik güç santrallerinin tamamı suya ihtiyaç duymaktadır. Sıcak geçen yıllarda elektrik istemi artacak fakat su miktarının azalmasından dolayı elektrik üretimi düşecektir. Bu da devlet ve halklara ekonomik sıkıntılar yaşatacak, çeşitli sorunlara neden olacaktır.
  • Nehir ulaşımında problemler: Sıcaklık artışına bağlı olarak nehir sularının alçalması, suyolu ticaretine engel oluşturup ulaşım giderlerini arttırmaktadır.
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
2 Şubat 2011       Mesaj #40
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye
"2010 en sıcak yıl oldu"
Amerikan Ulusal İklim Bilgi Merkezi İngilizcesiyle National Climate Data Center'dan alınan bilgilere göre, 1880'den bu yana tutulan veriler içinde 2010 yılı en sıcak yıl oldu.

289599hlarge0795784
2000'den bu yana her yıl, kayıtlara en sıcak 15 yıldan biri olarak geçiyor. Ulusal İklim Bilgi Merkezi Bilimsel Daire Başkanı David Eastering, 2010 yılında yeryüzü sıcaklığının, 20.yüzyıl ortalamasından 0.62 derece yüksek olduğunu söyleyerek, bu sonuçların karbon emisyonlarıyla gezegen ısısının arttığını ve sera gazlarının iklime olan etkilerini göstermeyi sürdürdüğünü vurguladı.

Eastering, "Küresel ısınmayı tek bir hava olayına indirgemek mümkün değil ancak, sürekli artan sıcaklık, sıcak hava dalgaları, kuraklık ve seller gibi olağandışı hava olaylarının görülmesi olasılığını yükseltiyor” dedi. Öte yandan İklim Etkisi Araştırma Enstitüsü iklim bilimadamlarından Vladimir Petoukhov ise iklim değişikliklerinin 2010'da Avrupa ve ABD'nin bazı bölgelerinde görülen soğuk kışlarla paradoksal bir yanının olabileceğini de kaydetti. Sıcaklık artışlarının, kutup bölgelerinde deniz buzlarının küçülmesi, bölgenin ısınmasına ve kuzey yarıkürede kış dönemi boyunca daha aşağı enlemlere soğuk hava göndermesi anlamına geldiğini belirten Petoukhov, "Bazı uzak deniz buzlarının erimesinin kendisine bir etkisinin olmayacağını düşünen her kim varsa yanılıyor" diyor.

Kaynak: Ntvmsnbc

Benzer Konular

21 Mayıs 2014 / *Emrecan* Soru-Cevap
5 Mart 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
23 Eylül 2013 / ThinkerBeLL Genel Galeri
9 Mart 2007 / asla_asla_deme Taslak Konular
15 Aralık 2015 / Safi X-Sözlük