İLKEL DİNLER. "İlkel" sözcüğü, çoğu zaman "basit" hatta "kaba " anlamında kullanılırsa da aslında ilk yi da eski anlamına gelir. İlkel dinler dendiğinde de söz konusu olan, Müslümanlık, Budacılık ve benzerleri gibi kurumlaşmış dinlerden çok önce ortaya çıkmış olan eski dinlerdir. Daha sonra ortaya çıkan dinler gibi ilkel dinler de insanların dünyaya ve yaşama ilişkin temel düşüncelerini, doğal ve toplumsal olaylara getirdikleri açıklamaları içerir.
İlk dinlerin günümüzden 200 bin yıl önce, belki daha da eski bi|r zamanda ortaya çıktığı sanılmaktadır. Yazının bulunmasından on binlerce yıl önce yaşaimış insanların ne düşündüklerini ve ne yaptıklarını kesin olarak bilmemize olanak yoktur. Ama çeşitli kanıtlara dayanarak güçlü varsayımlarda bulunabiliriz. Örneğin arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgulardan eski insanların çakmaktaşlarını yontarak ok ve mızrak uçları yaptıklarını, bu ilkel silahlarla yabanıl hayvanları avladıklarını ve yaşamlarını bkı yolla sürdürdüklerini öğreniyoruz. Bunun iidışında balık tuttuklarını, deniz kabukluları^ kabuklu yemişler, meyve ve sebze topladıklarını da biliyoruz.
Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen ilk insanlar yiyecekleri, giyecekleri ve barınakları konusunda tam anlamıyla doğaya bağımlıydılar. Çünkü yiyeceklerini;! doğadan elde ediyor, hayvan postu giyiyorjve mağaralarda yaşıyorlardı. Bu yüzden Fransa'da Lascaux, İspanya'da Altamira mağaralarında bulunan ve bilinen ilk sanat yapıtları olarak kabul edilen duvar resimlerinin çoğunlukla yabanıl hayvanları ve bunları avlayan insanları konu alması şaşırtıcı değildir. Bu mağaralarda geyik ya da ayı gibi hayvanları taklit etmek amacıyla hayvan maskesi takmış insan resimleri de vardır . Afrika, Asya ve Avustralya ile Güney ve Kuzey Amerika'da da benzer kaya resimleri bulunmuştur. Tıpkı kaya üzerine çizilen resimler gibi ilkel dinler de insanla, insanın yaşamak için bağımlı olduğu hayvan ve bitkiler dünyası arasındaki ilişkiye yönelikti. Bunu destekleyen bir başka kanıt da dünyada hâlâ var olan ve atalarımız gibi avcılıkla ve yabanıl bitkileri toplayarak geçinen toplulukların, çeşitli hayvanların, bitkilerin hatta cansız nesnelerin soyundan geldiklerine inanmalarıdır .
İlk dinlerde dünyanın ya da evrenin oluşumu oldukça karmaşık bir biçimde algılanmıştı. Bugün bile Sibirya'da, Kuzey ve Güney Amerika'da, Avustralya'da, Büyük Okyanus' taki adalarda avcılık ve toplayıcılıkla geçinen, temelde evreni hâlâ eski insanlar gibi algılayan, küçük insan toplulukları yaşamaktadır. Onlara göre, evren üç ayrı kattan oluşur: Gök, yer ve yeraltı. Gök ve yeraltı, tıpatıp gerçek insanlara ve hayvanlara benzeyen görünmez ruhları barındırır. Bu üç kat hem aşağıya, hem de yukarıya uzanan ve bazen dev bir ağaç olarak düşünülen bir kanal ya da yolla birbirine bağlanır. Katlar arasındaki tehlikeli yolculuğu ancak şaman denen olağanüstü güce sahip din adamları gerçekleştirebilir
İlk din adamları olan samanların ruhlarla konuşabildiğine ve yandaşları için onlardan yardım sağlayabildiğine inanılırdı. Taş Devri mağara resimlerinde hayvan maskesi takmış ya da hayvan postuna bürünmüş olarak gösterilen insanlar, belki de yabanıl hayvan sürülerini doğaüstü yollarla etkileyerek daha kolay avlanmalarını ya da tuzağa düşmelerini sağlamaya çalışan samanlardı. Kötü ruhları kovmakta etkili olan samanların ayrıca başka dünyalardaki görünmez hayvanların yardımıyla hastalıkları da iyileştirdiğine inanılırdı.
Gerek ilkel, gerek daha sonra ortaya çıkan tektanrılı dinlerin temel özelliği, elle tutulup gözle görülebilen şeyleri "madde" ve elle tutulup gözle görülemeyenleri "ruh" biçiminde ikiye ayırmasıdır. Bir başka temel özellik de, kutsal sayılan yüce varlıklarla ya da Tanrı'yla sıradan insanların iletişimini sağlayan din görevlilerinin bulunmasıdır. İlkel dinlerde bazısı yardımsever, bazısı da tehlikeli ve korkunç bir hayvan görünümündeki ruhların varlığına inanılırdı. Dinsel kaynakların araştırılmasından çıkan sonuçlara göre yılan, hayvanlar arasında en çok korkulanı ve tapılanıy-dı. İlkel dinlerde kutsal sayılan hayvanlara Sibirya ve Kuzey Amerika'da ayı, Orta ve Güney Amerika'da kaplan, Hindistan'da kobra, Avustralya ve Orta Afrika'da gökkuşağı renklerine bürünmüş düşsel bir yılan örnek verilebilir.
Çoktanrılı ilkel dinlerde tüm canlıların ve cansız nesnelerin içinde bir ruh (can) bulunduğuna inanılırdı. Buna animizm denir. Animizme günümüzde Afrika'nın bazı bölgelerinde, Avustralya Yerlileri arasında ve Polinezya'da rastlanır.
Afrika ve Asya'daki pek çok toplumda rastlanan "atalara tapınma" da ilkel bir dinsel inançtır. Atalara tapınmada, yaşayanlarla aynı soydan gelen ya da öyle olduğu kabul edilen ölülerin ruhlarına saygı gösterilir, yardım istenir ve onlardan korkulur. Bazı topluluklarda ata ruhlarının tanrılaştırıldığı da görülür. Atalara tapınma Mısır, Çin ve Japonya'da çok yaygındı.
Birden fazla ruh ya da tanrı ve tanrıça tanıyan dinlerde bu ruhlardan ya da tanrılardan bazıları öbürlerine üstün tutulurdu. İlkel dinlerde Dünya'ya üstün bir ruh gözüyle bakıldığını ve yaratıcı bir ana tanrıça olarak tapıldığını gösteren kanıtlar bulunmaktadır. Değişik zamanlarda Dünya'ya, Güneş'e, Ay'a, ayrıca çeşitli gezegenlere ve yıldızlara tapıldı. Güneş, Ay ya da benzer yaratıcı ruhların, dünyayı nasıl yarattığını dile getiren öyküler uyduruldu. Bu yaratılış efsaneleri daha sonra ilkel dinlerin bir parçası haline geldi (bak. Efsane ve Mitler). Büyük bir bölümü kabile toplumlarında hâlâ anlatılan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bu efsaneler dünyanın oluşumuna ve işleyişine ilişkin açıklamalar getirir.
Çoktanrılı dinlerin ve inanışların bazılarında, öbürlerinden üstün olduğuna inanılan iann, tanrıça ya da ruh genellikle soyut bir kavramdır ve kişileşt)irilmez. Her şeye gücü yeten doğaüstü bir varlık olduğuna inanılan ve çoğunlukla "Gök "Tanrı" adıyla bilinen bu güç daha sonra tektafirılı dinlerdeki Tann'ya dönüşmüştür.
Yaşamak için doğaya bütünüyle bağımlı olan ilk insanlar için mevsimlerin değişmesi büyük önem taşıyordu. Çünkü mevsim değişiklikleri bütün hayvanların hareketlerini ve çoğalmalarını, bitkilerin de büyümelerini ve ürün vermelerini etkiliyordu. İnsanlar, Güneş'in öğlenleri göktet bulunduğu yerin mevsimlere bağlı olarak değiştiğini ve Ayin aylık evrelerinin, zamanın yıllık akışının hesaplanmasında kullanılabileceğini fark ettiler. Ayları ve haftanın günlerini gösteren modern takvimlerin hazırlanmasından çok önce böyle bir takvimden yararlanılırdı. İlkel dinlerde yılın başlıca dönüm »noktaları, özellikle kış ortası ve yaz ortası, büyük şenlik ve törenlerle kutlanırdı. O çağlarda, ruhların, tanrıların ve tanrıçaların görünmeyen dünyasına çok önem verilirdi. Değişmiş biçimleriyle şenlik geleneği bugün de sürdürülmektedir.
İlk dinlerin günümüzden 200 bin yıl önce, belki daha da eski bi|r zamanda ortaya çıktığı sanılmaktadır. Yazının bulunmasından on binlerce yıl önce yaşaimış insanların ne düşündüklerini ve ne yaptıklarını kesin olarak bilmemize olanak yoktur. Ama çeşitli kanıtlara dayanarak güçlü varsayımlarda bulunabiliriz. Örneğin arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgulardan eski insanların çakmaktaşlarını yontarak ok ve mızrak uçları yaptıklarını, bu ilkel silahlarla yabanıl hayvanları avladıklarını ve yaşamlarını bkı yolla sürdürdüklerini öğreniyoruz. Bunun iidışında balık tuttuklarını, deniz kabukluları^ kabuklu yemişler, meyve ve sebze topladıklarını da biliyoruz.
Sponsorlu Bağlantılar
İlk dinlerde dünyanın ya da evrenin oluşumu oldukça karmaşık bir biçimde algılanmıştı. Bugün bile Sibirya'da, Kuzey ve Güney Amerika'da, Avustralya'da, Büyük Okyanus' taki adalarda avcılık ve toplayıcılıkla geçinen, temelde evreni hâlâ eski insanlar gibi algılayan, küçük insan toplulukları yaşamaktadır. Onlara göre, evren üç ayrı kattan oluşur: Gök, yer ve yeraltı. Gök ve yeraltı, tıpatıp gerçek insanlara ve hayvanlara benzeyen görünmez ruhları barındırır. Bu üç kat hem aşağıya, hem de yukarıya uzanan ve bazen dev bir ağaç olarak düşünülen bir kanal ya da yolla birbirine bağlanır. Katlar arasındaki tehlikeli yolculuğu ancak şaman denen olağanüstü güce sahip din adamları gerçekleştirebilir
İlk din adamları olan samanların ruhlarla konuşabildiğine ve yandaşları için onlardan yardım sağlayabildiğine inanılırdı. Taş Devri mağara resimlerinde hayvan maskesi takmış ya da hayvan postuna bürünmüş olarak gösterilen insanlar, belki de yabanıl hayvan sürülerini doğaüstü yollarla etkileyerek daha kolay avlanmalarını ya da tuzağa düşmelerini sağlamaya çalışan samanlardı. Kötü ruhları kovmakta etkili olan samanların ayrıca başka dünyalardaki görünmez hayvanların yardımıyla hastalıkları da iyileştirdiğine inanılırdı.
Gerek ilkel, gerek daha sonra ortaya çıkan tektanrılı dinlerin temel özelliği, elle tutulup gözle görülebilen şeyleri "madde" ve elle tutulup gözle görülemeyenleri "ruh" biçiminde ikiye ayırmasıdır. Bir başka temel özellik de, kutsal sayılan yüce varlıklarla ya da Tanrı'yla sıradan insanların iletişimini sağlayan din görevlilerinin bulunmasıdır. İlkel dinlerde bazısı yardımsever, bazısı da tehlikeli ve korkunç bir hayvan görünümündeki ruhların varlığına inanılırdı. Dinsel kaynakların araştırılmasından çıkan sonuçlara göre yılan, hayvanlar arasında en çok korkulanı ve tapılanıy-dı. İlkel dinlerde kutsal sayılan hayvanlara Sibirya ve Kuzey Amerika'da ayı, Orta ve Güney Amerika'da kaplan, Hindistan'da kobra, Avustralya ve Orta Afrika'da gökkuşağı renklerine bürünmüş düşsel bir yılan örnek verilebilir.
Çoktanrılı ilkel dinlerde tüm canlıların ve cansız nesnelerin içinde bir ruh (can) bulunduğuna inanılırdı. Buna animizm denir. Animizme günümüzde Afrika'nın bazı bölgelerinde, Avustralya Yerlileri arasında ve Polinezya'da rastlanır.
Afrika ve Asya'daki pek çok toplumda rastlanan "atalara tapınma" da ilkel bir dinsel inançtır. Atalara tapınmada, yaşayanlarla aynı soydan gelen ya da öyle olduğu kabul edilen ölülerin ruhlarına saygı gösterilir, yardım istenir ve onlardan korkulur. Bazı topluluklarda ata ruhlarının tanrılaştırıldığı da görülür. Atalara tapınma Mısır, Çin ve Japonya'da çok yaygındı.
Birden fazla ruh ya da tanrı ve tanrıça tanıyan dinlerde bu ruhlardan ya da tanrılardan bazıları öbürlerine üstün tutulurdu. İlkel dinlerde Dünya'ya üstün bir ruh gözüyle bakıldığını ve yaratıcı bir ana tanrıça olarak tapıldığını gösteren kanıtlar bulunmaktadır. Değişik zamanlarda Dünya'ya, Güneş'e, Ay'a, ayrıca çeşitli gezegenlere ve yıldızlara tapıldı. Güneş, Ay ya da benzer yaratıcı ruhların, dünyayı nasıl yarattığını dile getiren öyküler uyduruldu. Bu yaratılış efsaneleri daha sonra ilkel dinlerin bir parçası haline geldi (bak. Efsane ve Mitler). Büyük bir bölümü kabile toplumlarında hâlâ anlatılan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bu efsaneler dünyanın oluşumuna ve işleyişine ilişkin açıklamalar getirir.
Çoktanrılı dinlerin ve inanışların bazılarında, öbürlerinden üstün olduğuna inanılan iann, tanrıça ya da ruh genellikle soyut bir kavramdır ve kişileşt)irilmez. Her şeye gücü yeten doğaüstü bir varlık olduğuna inanılan ve çoğunlukla "Gök "Tanrı" adıyla bilinen bu güç daha sonra tektafirılı dinlerdeki Tann'ya dönüşmüştür.
Yaşamak için doğaya bütünüyle bağımlı olan ilk insanlar için mevsimlerin değişmesi büyük önem taşıyordu. Çünkü mevsim değişiklikleri bütün hayvanların hareketlerini ve çoğalmalarını, bitkilerin de büyümelerini ve ürün vermelerini etkiliyordu. İnsanlar, Güneş'in öğlenleri göktet bulunduğu yerin mevsimlere bağlı olarak değiştiğini ve Ayin aylık evrelerinin, zamanın yıllık akışının hesaplanmasında kullanılabileceğini fark ettiler. Ayları ve haftanın günlerini gösteren modern takvimlerin hazırlanmasından çok önce böyle bir takvimden yararlanılırdı. İlkel dinlerde yılın başlıca dönüm »noktaları, özellikle kış ortası ve yaz ortası, büyük şenlik ve törenlerle kutlanırdı. O çağlarda, ruhların, tanrıların ve tanrıçaların görünmeyen dünyasına çok önem verilirdi. Değişmiş biçimleriyle şenlik geleneği bugün de sürdürülmektedir.
MsxLabs & TemelBritannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....