Arama

Sabahattin Ali

Güncelleme: 12 Eylül 2015 Gösterim: 30.992 Cevap: 5
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
11 Eylül 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Sabahattin Ali (1907–1948)
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Ad:  sabahattin_ali.jpeg
Gösterim: 1262
Boyut:  117.1 KB

Sabahattin Ali öykü ve roman yazarı olarak yapıtlarında toplum so­runlarını tüm çıplaklığıyla yansıtan ve cumhu­riyetin ilk yıllarında filizlenen Gerçekçilik Akımı'nın öncülerinden sayılan bir yazarımızdır. Ağaların, jandarmanın ve zaman za­man yöneticilerin baskısı altında ezilen yoksul köylüleri, sıradan insanları, halktan kopuk memur ve aydınları konu alır. Yapıtla­rında insan sevgisi egemendir.

Sabahattin Ali, o dönemlerde Osmanlı Devleti sınırlarının içinde bulunan Gümülcine'nin Eğridere köyünde doğdu. Babası yüz­başı Ali Selahattin Bey döneminin önde gelen düşün ve sanat adamlarından Prens Sabaheddin ile Tevfik Fikret'in yakın dostuydu. İlköğrenimini, babasının görevi gereği sık sık yer değiştirmesi nedeniyle çeşitli kentlerde yaptı. I. Dünya Savaşı süresince bulunduğu Çanak­kale'de yaşadıkları kişiliğinde derin izler bı­rakmıştı. Aile daha sonra Edremit'e göç etti. Emekli olan babasının aylık alamaması nedeniyle aile zor günler yaşamaktaydı. İlkokulu burada bitiren Sabahattin Ali, Balıkesir Öğ­retmen Okulu'nda başladığı öğrenimini 1927'da İstanbul Öğretmen Okulu"nda bitir­di. Bir yıl Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak 1928'de gittiği Alman­ya'da iki yıl eğitim gördü. Ülkeye döndükten sonra Aydın ve Konya ortaokullarında Al­manca öğretmenliği yaptı. Bu sırada öyküleri Resimli Ay dergisinde yayımlanmaya başla­mıştı.
Konya'da öğretmenliği sırasında bir dost toplantısında okuduğu, Atatürk'ü yeren bir şiirinin ihbar edilmesi üzerine 1932'de bir yıl hapse mahkûm edildi. Konya ve Sinop ceza­evlerinde yattı. Cezasının bitmesine daha birkaç ay varken cumhuriyetin 10. yılı nede­niyle 1933'te çıkarılan af yasasıyla serbest bırakıldı. Yeniden öğretmenlik yapmak için bakanlığa başvurduğunda kendisinden yöne­tim karşıtı görüşlerini değiştirmesi istendi. Bunun üzerine 1934'te Atatürk'ü öven "Be­nim Aşkım" adlı şiirini yayımlayınca bir yıl sonra Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü'nde işe başladı. Daha sonra Ankara II. Ortaokulu'nda ve Devlet Konservatuarı’nda öğretmenlik yaptı. 1945'te, kendisine karşı Milliyetçi-Turancı kesimden yöneltilen eleşti­riler üzerine bakanlık emrine alındı. Bunun üzerine görevden ayrılarak İstanbul'a gitti ve gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Yeni Dünya, Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa, Merhum Paşa ve Akbaba dergilerini çıkardı. Marko Paşa'da yayımlanan bir yazısı nedeniyle üç ay hapis yattı. Daha sonra bir kamyon satın alarak 1948'de taşımacılığa başladı. Bu arada Zincirli Hürriyet dergisinde yazmayı sürdürü­yordu. Sürekli izlenmekten ve baskı altında tutulmaktan duyduğu tedirginlik nedeniyle Bulgaristan'a geçmek isterken kendisine kıla­vuzluk eden kişi tarafından öldürüldü.
Sabahattin Ali'nin gelişmesinde savaşlar ve siyasal dalgalanmalar içinde geçirdiği çocuk­luğunun, sanata ve düşünce dünyasına açık olan babasının önemli bir yeri vardı. Duyarlı, atak ve coşkulu kişiliği özellikle ilk öykü ve şiirlerinde kendini gösterir. Duygu yüklü ilk şiir ve öyküleri 1926'da Balıkesir'de yayımla­nan dergilerde basıldı. Daha sonra Yedi
Meşale, Güneş, Servet-i Fünun dergilerin­de yazmayı sürdürdü. Hece ölçüsüyle yazdı­ğı ve halk şairlerinden etkilendiği bu şiirle­rini 1934'te Dağlar ve Rüzgâr adlı kitapta topladı.
Şiirleri ilgi görmesine karşın, Sabahattin Ali öykü ve roman alanını seçti. Yazdıkları arasında toplumsal konulu öyküler ağırlık taşır. Değirmen (1935) adlı yapıtında topladı­ğı ilk öykülerinin büyük bölümü romantik öykülerdir. Öykülerde kişileri toplumsal so­runların içinde yansıtmış, insana özgü durum­ları çarpıtmadan ve abartmadan gerçeğe uy­gun olarak vermiştir. Yazarın, kendine özgü kimliği ile belirginleşen öykücülüğünün 1936'da yayımlanan ikinci kitabı Kağnı ve bir yıl sonra yayımladığı Ses ile başladığını söyle­yebiliriz. Bu kitaplarındaki öykülerin konula­rını Konya ve Orta Anadolu kentlerindeki öğretmenlik günlerinin anıları ile hapishane­de gözlemledikleri oluşturur. 1943'te yayımla­dığı üçüncü kitabı Yeni Dünya'daki öykülerin tümü gözlem ve yaşantılara dayanır. Öyküle­rinin kahramanları her gün rastladığımız, konuştuğumuz kişilerdir. Sabahattin Ali onla­rın durumlarını öykülerken bizi toplumun yapısını düşünmeye, irdelemeye ve araştırma­ya yöneltir. Ölümünden bir yıl önce yayımla­dığı Sırça Köşk'teki (1947) öykülerinde çarpı­cı bir biçimde eleştirici Toplumsal Gerçekçilik görülür. Kişilerin dış özelliklerini kesin çizgi­lerle verirken doğa betimlemelerinde özgün benzetmeler yapar. Sabahattin Ali'nin Kuyu­caklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940) ve Kürk Mantolu Madonna (1943) adlı üç romanı vardır. Bunlardan sonuncusu uzun öykü olarak kabul edilir.
Sabahattin Ali Türk edebiyatında köyü ve köylüyü belli bir bakış açısı altında inceleyen ilk yazardır. Ondan önce de Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Sadri Ertem gibi, Anadolu insanını konu alan yazarlar vardı. Ama bunların tümü yapıtlarının mer­kezine aydın kişiyi yerleştirmiş ve aydın-halk karşıtlığını sergilemiştir. Sabahattin Ali'nin yapıtlarının merkezinde ise köy ve köylü vardır. Onların toplumsal ve ekonomik du­rumlarını, doğayla mücadelelerini, devlete, aydınlara ye yöneticilere duydukları güvensiz­likleri, ürünlerini satmakta çektikleri güçlük­leri anlatır. Sayılan çok olmamakla birlikte, bazı öykülerinde işçileri de konu almıştır. Kötü çalışma koşullarının, ücretlerin düşüklü­ğünün, işçi-işveren ilişkilerinin irdelendiği bu öyküler köy ve köylüyle ilişkili öyküler kadar ayrıntılı değildir.
Orta sınıftan kişileri de öykülerine konu alan yazar, aydınlan da olumlu ve olumsuz yanlarıyla, tedirginlikleriyle ya da düzene uyum sağlamanın verdiği rahatlık içindeki yaşayışlarıyla anlatır. Yapıtlarında aydınlara eleştirel bir yaklaşımı vardır. Bunlar köylü ve işçiyi hiçbir zaman anlamayan, Anadolu insa­nının karşısına yönetici olarak çıkan olumsuz kişilerdir. Yazar Türk aydınının halktan ko­pukluğunu, halkla ilişkilerindeki içtenlikten yoksunluklarını alaycı bir dille eleştirir. Ay­dınlarla birlikte yöneticilerin durumlarını da sergiler. Yöneticilerin halktan kopuk oluşlarını, kendi çıkarlarını gözeterek zenginlerin yanında yer alışlarını anlatır. Sabahattin Ali bu yaklaşımları belirli toplumsal koşulları gö­zeterek ortaya koyar. Böylece yazarın eleşti­rel tavrı dönemin yönetim biçimini hedef alır. Gördüklerini ve duyduklarını yönetime ters düşecek biçimde dile getirdiği için birçok so­runla karşılaşmıştır.
Yazdıklarının halk tarafından okunmasını amaçlayan Sabahattin Ali öykü ve romanlarında yalın bir dil ve anlatım kullanmıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Biyografi Konusu: Sabahattin Ali nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
18 Nisan 2010       Mesaj #2
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
SABAHATTİN ALİ’NİN HAYATI, ESERLERİ / KİTAPLARI, EDEBİ KİŞİLİĞİ (YAZARLARIN VE ŞAİRLERİN HAYATI)

25 Şubat 1907'de bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Gümülcine kazası Eğridere köyünde doğdu. Öğrenimini Balıkesir ve 1927'de İstanbul Muallim Mektebi'nde yaptı. Yozgat’ta öğretmenliğe başladı. Maarif Vekaleti'nin açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya eğitime gitti. Postdam ve Berlin’de öğrenim gördü. Yurda dönüşünde Aydın'daki bir ortaokulda Almanca öğretmenliğine atandı. Bu görevdeyken okulda "yıkıcı propaganda" yapmak suçlamasıyla 3 ay tutuklu kaldı. Konya'ya atandı. 1932'de okuduğu bir şiirde Mustafa Kemal'i eleştirdiği suçlamasıyla yine gözaltına alındı. Sinop ve Konya cezaevlerinde bir yıl yattı. Cumhuriyetin 10. Yılı nedeniyle çıkan aftan yararlanarak salıverildi.
Sponsorlu Bağlantılar

Maarif Vekaleti Talim Terbiye Dairesi'nde, Neşriyat Müdürlüğü'nde çalıştı. Ankara'da Almanca öğretmenliği, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda çevirmenlik, öğretmenlik, dramaturgluk yaptı. 1945'te bakanlık emrine alındı. 1946'da işsiz kaldığı dönemde Aziz Nesin'le(bilgi yelpazesi) birlikte "Marko Paşa" dergisini çıkarmaya başladı. Yayın yoluyla hakaret suçlamasıyla 3 ay hapse mahkum edildi. Serbest kalınca bir kamyon alarak taşımacılığa başladı. Sürekli izlenmekten, yargılanmaktan tedirgin olduğu için yurtdışına kaçmaya karar verdi. Kırklareli üzerinden Bulgaristan'a geçmek istedi. 2 Nisan 1948’de yurt dışında çıkmak için anlaştığı, kendisine kılavuzluk yapan Ali Ertekin tarafından, Bulgaristan sınırı yakınlarında Sazara köyü civarındaki ormanda öldürüldüğü iddia edildi. Mezarının nerede olduğu kesin belli değil.

Yazmaya Balıkesir'de yayınlanan "Çağlayan" dergisinde 1925'te yayınlanan şiirleriyle başladı (Bazı kaynaklara göre "Irmak" dergisinde). Yedi Meşale, Resimli Ay, Varlık gibi dergilerde yayınlanan şiirleri, öyküleri, yazılarıyla tanındı. Cumhuriyet döneminin ilk yılarındaki gerçekçi edebiyat akımının öncüsü oldu. İlk toplumsal gerçekçi öyküleri "Resimli Ay" dergisinde yayınlandı. Şiirler, hikâyeler, romanlar yazdı, çeviriler yaptı. Asıl ününü öykü ve romanlarıyla kazandı. Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırdı. Konularını toplumsal eşitsizliklerden aldı.

Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirdi. Aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirdi. 1937'de yayınlanan "Kuyucaklı Yusuf" romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir. Öykülerinde, tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlatır. İnsanın zavallılığını ve gücünü aynı sarsılmaz üslupla, zaman zaman masalsı ve destansı bir biçimde yansıtmayı başardı.


Eserleri

Şiir:
Dağlar ve Rüzgâr (1934)
Değirmen Dağlar ve Rüzgâr (1965)
Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Öteki Şiirler (1988) tüm şiirleri

Roman:
Kuyucaklı Yusuf (1837-1988)
İçimizdeki Şeytan (1940-1982)
Kürk Mantolu Madonna (1943-1988)

Öykü:
Değirmen (1935)
Kağnı (1936-1983)
Ses (1927-1972)
Yeni Dünya (1943-1982)
Sırça Köşk (1980)

Oyun:
Esirler (tefrika 1936, basım 1966)

Sağlığında yayımlanmış dokuz kitabına, Varlık dergisinde tefrika edilen Esirler (1936) oyunu da eklenince on kitabı, yedi ciltlik bir külliyat halinde Varlık Yayınları arasında tekrar basıldı (1965/1966). Bütün Eserleri önce Bilgi, sonra Cem Yayınevi’nde yeniden basıldı.

Yazar üzerine incelemeler arasında; Kemal Sülker’in Sabahattin Ali Dosyası (1968), Asım Bezirci’nin Sabahattin Ali / Hayatı, Hikâyeleri, Romanları (1974), Kemal Bayram’ın Sabahattin Ali Olayı (1978), Filiz Ali Laslo ile Atilla Özkırımlı’nın Sabahattin Ali (1979), Reşit M. Ertüzün’ün Sabahattin Ali Olayının Gerçeği (1985), Filiz Ali’nin "Filiz Hiç Üzülmesin" (1996), Ramazan Korkmaz’ın Sabahattin Ali (YKY 1997) adlı kitapları ve Almanya’da yayımlanan Elisabeth Siedel’in Sabahattin Ali Mystiker und Sozialist adlı çalışması sayılabilir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
24 Temmuz 2012       Mesaj #3
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Sabahattin Ali (1907 Eğridere/Gümülcine-1948 Kırklareli dolayları)
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi &Vikipedi, özgür ansiklopedi

sabahattin ali

Öykü, roman yazarı. Ortaöğrenimini Balıkesir ve İstanbul muallim mekteplerinde tamamladı (1926). Yozgat Ortaokulu'ndaki öğretmenliği sırasında Avrupa sınavlarında başarı göstererek Maarif Vekâleti hesabına Almanya'ya gönderildi (1928). İki yıl Potsdam ve Berlin'de okudu. Dönüşünde Aydın ve Konya ortaokullarında (1930-1932) Almanca öğretmenliği yaptı. Dönemin yöneticilerini hicveden basılmamış bir şiirinden ötürü bir yıl hüküm giydi. Konya ve Sinop cezaevlerinde (1932-1933) yatıp çıktıktan sonra bağışlanarak Ankara Ortaokulu ve Devlet Konservatuvarı Almanca öğretmenliğine atandı (1934-1944). Son görevinden bakanlık emrine alınınca İstanbul'da, Aziz Nesin ile birlikte, Markopaşa dergisini yayımladı. Dergide çıkan bir yazısından ötürü üç ay hapis cezası giydi. Bir süre nakliyecilik yaparak yaşamını sürdürdü. Bulgaristan sınırının Kırklareli dolaylarında öldürüldü. Irmak (Balıkesir, 1925-1926), Yedi Meşale (1928), Varlık (1934) dergilerinde çıkan ilk şiir ve öyküleriyle tanındı. Aydabir, Ağaç, Projektör, Oluş, Yedigün, Resimli Herşey (1935-1938), Yurt ve Dünya, Adımlar (1942-1943) dergilerinde yazdı. 1936-1943 yıllarında sürekli olarak çıkardığı öykü kitapları ve romanlarıyla dönemin ilgiyle izlenen sanatçıları arasına katıldı. Özellikle "Kağnı"da topladığı öykülerinde gözlemci gücü beliren Sabahattin Ali, kişiler, olay, sonuç bağlantılarını ustaca ortaya koyan, etkili betimleme gücüyle geleneksel anlatım biçimlerine zenginlikler katan bir kimlik kazandı. Daha çok, Anadolu ilçe ve köylerinden getirdiği konuları, son yazdıklarına kadar, bu genel özellikleriyle işlerken toplumsal gerçekçi akımın en etkili öykücüsü olarak kabul edildi.

Edebi kişiliği
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926). Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" Resimli Ay'da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930). Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz".
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir. Sabahattin Ali Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir. 1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.
Sabahattin Ali'nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazmıştır: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü ve roman yazmıştır. 'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.
Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.


Yapıtları:
  • "Dağlar ve Rüzgâr" (şiirler, 1934),
  • "Değirmen" (öyküler, 1935),
  • "Kağnı" (öyküler, 1936),
  • "Ses" (öyküler, 1937),
  • "Kuyucaklı Yusuf" (roman, 1937),
  • "İçimizdeki Şeytan" (roman, 1940),
  • "Kürk Mantolu Madonna" (roman, 1943),
  • "Yeni Dünya" (öyküler, 1943),
  • "Sırça Köşk" (masallar, öyküler, 1947).
Eserleri

Şiir

Dağlar ve Rüzgâr (1934 - Yeni Eklerle 1943). Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler'le birlikte (1937) Bütün şiirleri.(YKY)

Bestelenen Şiirleri

  • Hapishane Şarkısı V (Aldırma Gönül - Kerem Güney, Edip Akbayram)
  • Eşkiya Dünyaya (Zülfü Livaneli)
  • Leylim Ley (Zülfü Livaneli)
  • Hapishane Şarkısı I (Göklerde Kartal Gibiydim / Nazlı Yarim - Deniz Akyürek)
  • Hapishane Şarkısı III (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)
  • Hapishane Şarkısı 2 (Bir Yürek Kaldı Avucumunda) (Grup Çağrı) [3]
  • Çocuklar Gibi (Sezen Aksu)
  • Kız Kaçıran (Ahmet Kaya)
  • Kara Yazı (Ahmet Kaya)
  • Melankoli (Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
  • Eskisi Gibi (Ben Yine Sana Vurgunum - Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
  • Dağlar (Benim Meskenim Dağlardır Sadık Gürbüz- Dağlardır DağlarSezen Aksu)
  • Göklerde Kartal Gibiydim- Grup Çağrı, Volkan Konak,Ahmet Kaya
Öyküleri
  • Değirmen(1935)
  • Kağnı (1936)
  • Hanende Melek (1937)
  • Ses (1937)
  • Kağnı - Ses (1943 - İki Kitap Birlikte)
  • Yeni Dünya (1943)
  • Sırça Köşk (1947).
  • Kamyon
  • Bütün Öyküleri 1 (aralık 1997 -üç kitap birlikte Değirmen-Kağnı-Ses)
  • Bir Orman Hikayesi
Oyun
  • Zanaatkarlar (1936)
Romanları
  • Kuyucaklı Yusuf (1937)
  • İçimizdeki Şeytan (1940)
  • Kürk Mantolu Madonna (1942)
Derlemeler
  • Markopaşa Yazıları ve Ötekiler (1998)
  • Çakıcı'nın İlk kurşunu (2002)
  • Mahkemelerde (2004)
  • Hep Genç Kalacağım (2008)
Çevirileri
  • Tarihte Garip Vakalar, Max Memmerich (1941)
  • Antigone, Sofokles (1942)
  • Minna Von Barnhelm, Lessing (1943)
  • Üç Romantik Hikaye, H. Von Kleist - A.V. Chamisso - E.T.A. Hoffmann (1944)
  • Fontamara, Ignazio Silone (1944)
  • Gyges Ve Yüzüğü, Fr. Hebbel (1944)
Sen sadece aynasin...
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
27 Şubat 2013       Mesaj #4
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Sabahattin Ali

Sabahattin Ali'nin talihsizliklerle örülü yaşamı, gizemli yönleri hala tam aydınlatılamamış trajik ölümü, sanatçı ruhunun tutkulu derinlikleri ile ülke gerçeklikleri karşısındaki toplumsal bilinci arasında kimi zaman kurabildiği uyumlu denge, kimi zaman da bireyin iç dünyasına eğilen şikayetçi, karamsar ve melanko¬lik bir ruhun patlamaları şeklinde kendini gösteren iç derinliği, onu modern edebiyatımızın kolayca etiketlendirilemeyecek ön¬cü yazarlarından biri olarak, çeşitli yönleriyle bugün yeniden, yeni bir edebiyat merceği altında incelenmeye değer kılmaktadır. Şimdiye dek çoğunlukla, oldukça kaba ve şematik bir yaklaşımla, hep Sait Faik ile birlikte, Türk öykü edebiyatının iki karşıt eğiliminin temsilcileri olarak tanınmış ve tanıtılmıştır. Bu yaklaşım Sait Faik'i "bireyci", Sabahattin Ali'yi "toplumcu" eti-ketleriyle özetlemekte; pek tabii ki her ikisi de gerçek ve güçlü edebiyatçı kimlikleriyle, bu sığ değerlendirmeyi çok aşmakta, hatta yapıtlarından çıkarılabilecek pek çok örnekle neredeyse geçersiz ve anlamsız kılmaktadırlar.
Çağdaş öykü edebiyatımızın 50'li yıllardan bu yana ürün veren ustalarını da, birini Sabahattin Ali'nin, diğerini Sait Faik'in temsil ettiği iki farklı -neredeyse karşıt- çizgi üzerinde görme ve öyle değerlendirme eğilimi de, aynı sığ yaklaşımın bir sonucu olarak görülebilir. Kuşkusuz, edebiyatı edebiyat dışı alanların hizmetinde, ikincil bir "misyon" olarak kabul eden böylesi önyargılı bir yaklaşımla, yalnızca Sabahattin Ali ile Sait Faik değil, hiçbir gerçek yazar gereği gibi değerlendirilemez.
Romanlarından çok öyküleriyle tanınmış olan Sabahattin Ali adına, ailesi tarafından 1980'li yılların başında kurulmuş olan ödül kurumu ne yazık ki uzun ömürlü olamadı. Seçici kurul üyelerinden biri olarak katılımcıların ürünlerini değer-lendirme fırsatı bulduğum bu ödül, öykü dalının yanı sıra inceleme ve eleştiri dalında da özendirici olabilseydi, belki bugün bu değerli yazarımızı bize yeni bir ışık altında gösterecek ilginç çalışmalar derlenebilecekti. Kültür ve sanat alanlarında 80'li yıl-larda başlayan ve giderek tırmanan vurdumduymazlık, Türk edebiyat ortamından bu olanağı da esirgedi. Eserlerinin yeniden yayımlanması, yeni bir okur kuşağı için Sabahattin Ali'nin yeniden keşfedilmesi olanağını yaratabilirse, bu edebiyatımız için gerçek bir kazanç olacaktır.
Kürk Mantolu Madonna (1943); Kuyucaklı Yusuf (1937) ve İçi¬mizdeki Şeytan (1940) ile birlikte, Sabahattin Ali'nin roman türün¬deki eserlerindendir. Belki kendisinin de yaptığı gibi- Kürk Mantolu Madonna'ya uzun hikâye (novella) demek daha doğru olur. Ama kurgu ve yapı olarak hikâyelerinden farklı olan bu eser, roman ya da uzun hikaye, Sabahattin Ali'nin yüzeysel ola¬rak "toplumcu yazar" etiketiyle özetlenmesinin temelsizliğini gösteren güçlü bir örnektir. Evet, o dünyaya ve hayata bakışı ile olsun, yaşamının çileli macerasını belirleyen yazgısı ile olsun, elbette toplumcudur. Eserlerinde bu bilincin yansımalarına el¬bette rastlanmaktadır. Ama yazar olarak, yaşadığı ve edebi eği¬limler üzerinde etkisini sürdürdüğü dönemin, sınırları kalın çizgilerle belirlenmiş bir akımı içerisine hapsedilmesi ve orada tutulması, edebi kişiliğine karşı haksızlık olacaktır.
Roman, İkinci Dünya Savaşı'nı önceleyen yıllarda yaşanmış tutkulu ve marazi bir aşkı eksen almakta, atmosferi ve yarattığı etki ile, on dokuzuncu yüzyıl Rus anlatı edebiyatının özellikle de Dostoyevski ve Gogol’un çağrışımlarını taşımaktadır. Yazarın Berlin'de geçirdiği iki yıllık (1928-30) öğrencilik döneminin esinlenmiş olabileceği bu uzun öykünün ilk çeyreğinde, yeni bir işe giren bir küçük memurun; kendini, memuriyet yaşamının küçük ve dar dünyasını ve karşılaştığı hiç de ilginç biri gibi görünmeyen bir başka küçük memuru Raif efendiyi tanıttığı neredeyse bütünden bağımsız gibi görünen bölüm yer almakta. Daha ilk satırlarda, bu anlatıcının, hiç de sık rastlanmayan özellikleriyle Türk romanının çok özgün bir karakteri olan Raif efendiyi okura: "Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam, Raif efendinin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna rağmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek isteyen bakışları gözlerimin önünde canlanıyor. Hâlbuki o hiç de fevkala¬de bir adam değildi. Hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlar¬dan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördü¬ğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: 'Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?'" cümle¬leriyle tanıtıyor. İlk 60 sayfalık bölümde, anlatıcının kendisinin de, tamı tamına böyle biri olduğu izlenimini ediniyoruz.
Romanın esas gövdesini oluşturan ikinci bölüm ise, bir Rus öyküsünden fırlamışa benzeyen ve o öykülerdeki anlaşılmaz hummalı hastalıklardan biriyle ölüm döşeğine sürüklenen Raif efendinin siyah kaplı bir deftere döktüğü thikâyesi. 20 Haziran 1933 tarihini atarak başladığı bu defterde Raif efendi, on yıl öncesine dönerek, Berlin'de bir resim galerisinde rastladığı bir kürk mantolu kadın portresinin ruhunda ateşlediği tutkuyu ve o portrenin ressamı ve modeli olan gizemli kadınla yaşadıklarını hikâye ediyor.
Yazarı da etkilemiş olduğunu düşünebileceğimiz esin kay¬nağına ilişkin bir ipucunu Raif efendinin defterindeki şu satır¬larda bulabiliriz sanıyorum: "Üzerimde en çok tesir yapanlar Rus muharrirleriydi. Turgenyef'in koskocaman hikâyelerini bir defada sonuna kadar okuduğum oluyordu. Hele bunlardan bir tanesi günlerce sarsmıştı. Klara Miliç ismindeki bu hikâyenin kahramanı olan kız, oldukça saf bir talebeye âşık oluyor, fakat buna dair hiç kimseye bir şey söylemeden, böyle bir aptalı sevmenin hicabıyla, müthiş iptilasının kurbanı olup gidiyordu. Bu kızı nedense kendime pek yakın bulmuştum. İçinden geçenleri söyleyememek, en kuvvetli, en derin, en güzel taraflarını müthiş bir kıskançlık ve itimatsızlıkla saklamak cihetinden onu kendime benzetiyordum."
Süslerden uzak, yalın, ama yine de anlatının özünü yansıt¬maya çok elverişli görünen şiirli bir dille, sürükleyici bir 'tahki¬ye' ile kaleme alınmış olan bu defter, Türk anlatı edebiyatının küçük ve zarif bir mücevheri gibidir. İlk basımı 1943 yılında yapılmış olan bu kitabı, altmış yıl sonrasının okuruna sunarken, dilinde ve anlatımında bir sadeleştirmeye gitmek gibi bir edebiyat barbarlığından kaçman yayınevini, edebiyata, yazara ve okura saygısından ötürü kutlamak isterim. Genç okurların da, gerçek edebiyat zevkini ancak, Halit Ziyalardan Sabahattin Ali’lere, onlardan günümüze uzanan, Cumhuriyet dönemi ede¬biyatımızın dil zenginliği ve lezzeti taşıyan bu yapıtlarını "aslın¬dan" okumakla tadabileceklerinin bilincinde olmaları, dünden bugüne düşen ışığın kaynaklarına ilgi göstermeleri kendi ka-zançları olacaktır.


kaynak: Kürk mantolu Madonna kitabındaki önsöz...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
plum - avatarı
plum
Ziyaretçi
27 Şubat 2013       Mesaj #5
plum - avatarı
Ziyaretçi
Sabahattin Ali
MsXLabs.org



25 Şubat 1907 tarihinde Gümülcine / İğridere'de doğdu. İlköğrenimini Üsküdar, Çanakkale ve Edremit'te yaptı (1921). Balıkesir Muallim Mektebi'ni bitirdi (1927). Aynı yıl Yozgat Cumhuriyet İlkolulu'na öğretmen oldu. Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla 1928'de Almanya'ya gitti. 1930 yılı mart ayında yurda döndü. Aydın ve Konya'da öğretmenlik yaptı. Resimli Ay dergisinde öykülerini yayınlamaya başladı.

Atatürk'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı (1932). Bir yıla hüküm giydi. Konya ve Sinop hapishanelerinde yattı. 1933 yılında memuriyet kaydı silindi. Cumhuriyet'in onuncu yıl dönümünde çıkarılan afla hapisten çıktı (29 Ekim 1933). Yeniden memur olabilmesi için bağlılığını ispatlaması istendi. Bu amaçla 15 Ocak 1934 tarihli Varlık dergisinde (13. Sayı) "Benim Aşkım" başlıklı, Atatürk'e övgü şiiri yayınladı. Karşılığında MEB Talim Terbiye Dairesi Mümeyyizliği'ne atandı (30 Eylül 1934). 1937'deki askerliğini takiben, önce Ankara Musiki Muallim Mektebi Türkçe öğretmenliğine, ardından çevirmen, öğretmen ve dramaturg olarak çalışacağı Devlet Konservatuarı'na atandı (1938).

1945'de Yeni Dünya gazetesinin, 1946'da Marko Paşa'nın neşrine katıldı. Marko Paşa'daki yazıları yüzünden çeşitli kovuşturmalara uğradı. Bunlardan birinden yedi ay hüküm giydi. 1948'de Zincirli Hürriyet'teki bir yazısından dolayı yine hakkında kovuşturma açıldı. Nakliyeciliğe başladı. 1 Nisan 1948 tarihinde yurt dışına kaçma girişimi sırasında öldürüldü. Cesedi öldürülüşünden iki buçuk ay sonra (16 Haziran 1948) bulundu.

ESERLERİ:

Hikaye Kitapları:
  • Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk.
Romanları:
  • Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna.
Şiir:
  • Dağlar ve Rüzgar
Oyun:
  • Esirler

kaynak


Son düzenleyen Safi; 12 Eylül 2015 00:34
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
12 Eylül 2015       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  sabahattin_1_middle.jpg
Gösterim: 928
Boyut:  160.7 KB

SABAHATTİN ALİ
, soyadı Alı, türk yazar (Gümülcine, Yunanistan, 1908 - KIrklareli 1948). Babası subaydı; ordudan ayrıldıktan sonra bir ara ticaretle uğraştı. S. Ali'nin çocukluğunun bir bölümü ve ilk gençliği Edremit’te geçti. Balıkesir Darülmuallimin’deki öğrenimini (1922-1926) İstanbul’da, Muallim mektebi’nde tamamladı (1927). Milli eğitim bakanlığı’nın sınavını kazanarak gittiği Almanya’da iki yıl okudu (1928-1930), yurda dönünce Gazi eğitim enstitüsü’nün sınavıyla ortaokul almanca öğretmeni oldu (1930). Aydın ortaokulu’ndaki görevi sırasında ihbar üzerine komünizm propagandası yapmakla suçlanarak yargılandı ve aklandı. Bu dönemde Aydın cezaevi’nde tanıdığı Kuyu- Sabahattin Ali caklı Yusuf, aynı adı taşıyan romanına esin kaynağı oldu. Konya'da öğretmenliği sırasında siyasal yönetime yönelik bir taşlaması yüzünden tutuklandı; Konya ve Sinop cezaevlerinde on ay yattıktan sonra Cumhuriyetin 10. yıldönümü dolayısıyla çıkan aftan yararlandı. Milli eğitim bakanlığı yayın müdürlüğû'nde, Talim ve terbiye dairesi'nde çalıştı. Musiki muallim mektebi’nde türkçe öğretmenliği, Devlet konservatuvarı'nda Cari Ebert’in yanında asistanlık, dramaturgluk yaptı, içimizdeki şeytan (1940) romanında ırkçılığı yermesi, roman kişileri arasında Nihal Atsız ve arkadaşlarının benzerleri bulunması, eleştirdiği kesimde sert tepkiler yarattı. Nihal Atsız’ın içimizdeki şeytanlar (1940) broşürü ve “Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na açık mektup” (1944) adlı yazısı üzerine açtığı davada Atsız mahkûm oldu; S. Ali ise bakanlık emrine alındı ve görevinden ayrıldı (1945). A. Nesin ve R. İlgaz’la bir gülmece gazetesi olan haftalık Markopaşa' yı (1946), bu gazete kapatılınca türlü adlarla (Malumpaşa, Bizimpaşa vb.) benzerlerini yayımladı. Siyasal yönetimi eleştiren, toplumsal düzenin bozuk yanlarını sergileyen yazıları yüzünden birkaç kez hapis yattı. Açılan kovuşturmalar dolayısıyla gizlice yurtdışına çıkmaya çalışırken öldürüldü. Bu cinayetin kimin tarafından nasıl işlendiği karanlıkta kaldı.
Halk edebiyatından esinlenen, köy-kasaba gerçeklerini, hapishane gözlemlerini dile getiren şiirleri Dağlar ve rüzgâr (1934) kitabındadır. Öykülerinde genellikle köy ve kasaba insanlarının yaşama güçlüklerini, gurbetçileri, hapishaneye düşenleri, işçilerin ağır çalışma koşullarını, işsizliği, sağlık sorununu, korumasız çocukları, ezilen kadınları, çoğu zaman birer dramla sonuçlanan aşkları gerçekçi bir dille anlattı. Toplumsal eleştiride yer yer gülmece öğesinden yararlandı: Değirmen (1935) , Kağnı (1936), Ses (1937), Yeni dünya (1943), Sırça köşk (1947). En ünlü romanı Kuyucakh Yusuf (1937) köy çevresini konu edinen çağdaş gerçekçi yazarlar kuşağını besleyen kaynaklardan biri oldu. (KÖY EDEBİYATI.) Bu romanda yakından tanıdığı Edremit ve çevresini, 1903 -1915 yıllarındaki toplumsal yaşamı yansıttı. OsmanlI imparatorluğu’nun son döneminde gücünü yitirmiş devlet örgütünü, eşrafın baskısını, bir halk adamının olayların zorlamasıyla başkaldırıp eşkıyalığa yönelmesini konu edindi. İkinci Dünya savaşı eşiğinde aydınların dünyasını, üniversite ve basın çevresini, siyasal ve toplumsal çekişmeleri içimizdeki şeytan (1940) romanında anlattı. Yurtdışındaki gözlem ve izlenimlerinin beslediği Kürk mantolu madonna'Ğa ise duygulu bir aşk serüveni çevresinde kadın haklarını ele aldı. Yazarın anısına Yeni adımlar dergisinin düzenlediği öykü yarışması 1973-1975 yıllarında sürdürüldü. Kızı F. A. Laslo ile yapıtlarını yayımlayan Cem yayınevi’nin daha önce yayımlanmamış öykü kitaplarına verilmek üzere kurduğu Sabahattin Ali hikâye yarışması ödülleri 1981-1985 yıllarında verildi.

Kaynak: Büyük Larousse

Benzer Konular

9 Ağustos 2015 / BARIŞ Edebiyat tr
28 Eylül 2011 / Daisy-BT Edebiyat tr
24 Kasım 2006 / BARIŞ Müzik tr
23 Ekim 2013 / ThinkerBeLL Edebiyat tr