Arama

Türkçe Dilbilgisi

Güncelleme: 11 Temmuz 2016 Gösterim: 34.445 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Türkçe Dilbilgisi

Ad:  tdb.jpg
Gösterim: 545
Boyut:  56.9 KB
1. BÖLÜM: SÖZCÜK
SÖZCÜĞÜN ANLAMI
- Kavram
Sponsorlu Bağlantılar
- Anlam
- Temel Anlam
- Yan Anlam
- Sözcüğün Yan Anlam Kazanma Yolları (Aktarmalar)
- Deyiş Aktarmaları
İnsan Organ Adlarının ve Özelliklerinin Doğaya Aktarılması
Doğa Adlarının ve Özelliklerinin İnsana Aktarılması
Duyular Arasındaki Aktarmalar
Somutlaştırma
- Ad Aktarması
Dolaylama
- Eylemlerin Yan Anlam Kazanması
- Sözün Anlamı
İkilemeler
Sözcük Öbekleri
Söz Mecazı
Deyim
Atasözü
Özdeyiş (Vecize)
- Tümcenin Anlamı
SÖZCÜĞÜN GÖREVİ
- Sözcüğün Tümcedeki Görevi
- Yüklem
Yüklemin Özellikleri
- Özne
Öznenin Özellikleri
- İyelik Ekleri
- Ad Tamamlaması
Belirtili Ad Tamlaması
Belirtisiz Ad Tamlaması
- Özne-Yüklem Uyumu
Tekillik-Çoğulluk Bakımından
Kişi Bakımından
- Tümleç
- Dolaylı Tümleç
1.Yaklaşma (yönelme) durumu
2.Bulunma (kalma) durumu
3.Ayrılma (uzaklaşma) durumu
- Belirteç (Zarf) Tümleci
- Nesne (Doğrudan Tümleç)
Geçişli Eylem
Belirtili Nesne
Belirtisiz Nesne
- Tümcenin Öğeleri (Özet)
- Sözcüğün Dilsel Görevi
- Sıfat (Önad)
Sıfatların Genel Özellikleri
Sıfat (Önad) Tamlaması
İyelik Öbeği
- Belirteç (Zarf)
Eylemi Belirten Belirteçler
Sıfatı Belirten Belirteçler
Belirteci Belirten Belirteçler
- Adıl (Zamir)
Kişi Adılları (Şahıs Zamirleri)
a) Asıl kişi adılları
b) Dönüşlü kişi adılı: KENDİ
Gösterme Adılları (İşaret Zamirleri)
Soru Adılları
Soru belirteçleri (soru zarfları)
Belirsizlik Adılları (Belgisiz Zamirler)
- Sayı Sıfatları
SÖZCÜĞÜN GÖREVİ VE ANLAMI
- İle
Bağlaç
İlgeç (Edat)
- İçin
- Gibi
İlgeç Göreviyle
Ad ve Adıl Olarak
- Kadar
- Başka
Sıfat Göreviyle
Ad ve Adıl olarak
İlgeç Göreviyle
- Doğru
Sıfat Göreviyle
Ad olarak (Ad Türünden)
Belirteç Göreviyle
İlgeç Göreviyle
- Karşı
Ad olarak (Ad Türünden)
Sıfat Göreviyle
İlgeç Göreviyle
Belirteç Göreviyle
- Ama (fakat, amma, lakin, ne ki, ne var ki, buna karşılık)
Bağlaç Göreviyle
İlgeç Göreviyle
- Ancak
Belirteç (Zarf) Göreviyle
Bağlaç Göreviyle (Ama'nın işlevlerinde kullanılır)
- Yalnız
Ad Olarak
Sıfat Göreviyle
Belirteç Göreviyle
Bağlaç Göreviyle (Ama'nın işlevlerinde kullanılır)
- Da (De)
İlgeç Göreviyle
Bağlaç Göreviyle
- Mı (mi, mu, mü)
İlgeç Göreviyle
Bağlaç Göreviyle
- Ki
Bağlaç Göreviyle
İlgeç Göreviyle
- Daha
Ad Olarak
Sıfat Göreviyle
Asıl Belirteç Göreviyle
Sıfatı Belirten Belirteç Göreviyle
Belirteci Belirten Belirteç Göreviyle
- Çok
Ad Olarak
Sıfat Göreviyle
Asıl Belirteç Göreviyle
Sıfatı Belirten Belirteç Göreviyle
Belirteci Belirten Belirteç Göreviyle
- Pek
Ad Olarak
Sıfat Göreviyle
Asıl Belirteç Göreviyle
Sıfatı Belirten Belirteç Göreviyle
Belirteci Belirten Belirteç Göreviyle
SÖZCÜĞÜN YAPISI
- Basit (Yalın) Sözcük
- Kök
- Kökün Özellikleri
  • Kök, Tek Hecelidir
  • Kök, Sözcüğün Başındadır
  • Kök, Ek Alınca Ses Değişimine Uğramaz
  • Kök, Ad ve Eylem Kök Olarak İkiye Ayrılır
Eylem Kökü Tek Başına Kullanılamaz
  • - Yansıma Sözcük
  • - Türemiş Sözcük
  • - Yapım Eki
  • - Gövde
  • - Türkçede Kimi Yapım ve Çekim Eklerinin Özellikleri
  • - Belli Başlı Çekim Ekleri
  • - Ad Durum Ekleri
Yönelme Durumu
Bulunma Durumu
Ayrılma Durumu
Belirtme Durumu
- İyelik Ekleri
- İlgi Ekleri
- Aitlik Ekleri
- Çoğul Ekleri
- Küçültme Ekleri
Eşitlik Durumu
  • - Gibilik ve Benzerlik Ekleri
  • - Eylem Çekim Ekleri
  • - Belli Başlı Yapım Ekleri
  • - Sözcüklere Değişik Görevler Yükleyen Ekler
  • - Bileşik Sözcük
  • - Bileşik Adlar
  • - Oluşumlarına Göre Bileşik Sözcükler
Anlam kayması yoluyla oluşanlar
Ses değişmesi yoluyla oluşanlar
Tür kayması yoluyla oluşanlar
- Yapılarına Göre Bileşik Sözcükler
Belirtisiz ad tamlaması biçiminde yapılanlar
Sıfat tamlaması biçiminde yapılanlar
Tümce biçiminde yapılanlar
- Bileşik Eylemler
A) Ad + Yardımcı Eylemden Oluşan Bileşik Eylemler
  • Yardımcı eylem
  • Ses (hece) düşmesi
  • Ses türemesi (ikizlenme)
B) Eylem + Yardımcı Eylemden Oluşan Bileşik Eylemler
  • Bileşik Eylemler
  • Yeterlik
  • Yan anlamları
  • Olumsuzu
  • Tezlik
  • Olumsuzu
  • Sürerlik
  • Yaklaşma
2. BÖLÜM: YAZIM KURALLARI
SÖZCÜĞÜN YAPISI
- Ses Bilgisi (Fonetik)
- Ünlüler
1) Dilin durumuna göre
Büyük Ünlü (Kalınlık-İncelik) Uyumu (BÜU)
2) Dudakların durumuna göre
3) Alt çenenin durumuna göre
Küçük Ünlü (Düzlük-Yuvarlaklık) Uyumu (KÜU)
- Ünsüzler
Ünsüz Benzeşmesi
Ünsüz Değişmesi (Yumuşama)
- Büyük Harflerin Kullanılışı
- Noktalama İmleri
- Nokta (.)
- Virgül (,)
- Noktalı Virgül ( ; )
- İki Nokta ( : )
- Üç Nokta (...)
- Soru İmi (?)
- Ünlem İmi (!)
- Kısa Çizgi (-)
- Tırnak İmi (" ")
- Ayraç (Parantez) [()]
3. BÖLÜM: TÜMCE (CÜMLE)
TÜMCENİN BİÇİMİ
- Eylem Tümcesi (Fiil Cümlesi)
- Eylem Kökü ya da Gövdesi
Yapılarına göre
Zamanlarına göre
Anlamlarına göre
- Bildirme Kipleri (Haber Kipleri)
Zaman Ekleri
Görülen geçmiş zaman
Öğrenilen geçmiş zaman
Şimdiki zaman
Gelecek zaman
Geniş zaman
- Tasarlama Kipleri (Dilek Kipleri)
Biçim ekleri
Kişi Ekleri (Şahıs Ekleri)
Eylem Kiplerinde Anlam Kayması
- Ad Tümcesi (İsim Cümlesi)
- Ekeylem (Ek-Fiil)
Görülen Geçmiş Zaman
Öğrenilen Geçmiş Zaman
Koşul
- Ad Tümcelerinin Genel Özellikleri
Yüklem
Özne
Nesne
Dolaylı tümleç
Belirteç (zarf) tümleci
- Ad ve Eylem Tümcelerinde Olumsuzluk
Eylem Tümcelerinde Olumsuzluk
Ad Tümcelerinde Olumsuzluk
Ad ve Eylem Tümcelerinde Olumsuzluk
"Değil" sözcüğü
"Ne... ne..." bağlacı
TÜMCENİN YAPISI
- Yalın (Basit) Tümce
- Bileşik Tümce
- Eylemsi (Fiilimsi)
- Eylemsilerle Kurulan Bileşik Tümceler
Adeylem (Eylemlik / Infinitive)
Özne
Nesne
Dolaylı tümleç
Sıfateylem (Ortaç / Partisiple)
Belirteçeylem (Zarf-Fiil / Ulaç / Gerindium)
- Koşullu Bileşik Tümceler
- İç İçe Bileşik Tümceler
- Bağlı (Sıralı) Tümce
Ortak özne
Ortak nesne
Ortak dolaylı tümleç
Ortak yüklem
Yüklemdeki eklerin ortaklığı
- "Ki" ile Bağlanan Tümcelerde Kimi Özellikler
"Ki" Bağlacı
"Ki" İlgeci
ÖZNE YÜKLEM İLİŞKİSİ (ÇATI)
Geçişli Eylem
Geçişsiz Eylem
Durum Bildiren Eylemler
Oluş Bildiren Eylemler
- Dönüşlü Özne
- Edilgen Özne (Sözde Özne)
- Belirsiz Özne
Kendi Kendine Olma
- İsteş Özne
Karşılıklı Yapma
Birlikte Yapma
Öznenin Değişerek Yeni Bir Nitelik Kazanması
Bir Durumdan Başka Bir Duruma Kendi Kendine Geçiş
- Oldurgan Özne
- Ettirgen Özne
4. BÖLÜM: DOĞRU VE İYİ ANLATIM
DOĞRU VE İYİ ANLATIM
- Açıklık
- Açıklığı Engelleyen Etkenler
- Sözcüklerin Yanlış Kullanıloması
1. Doğu Kökenli (Arapça, Farsça...) Sözcükler
2. Batı Kökenli (İngilizce, Fransızca...) Sözcükler
3. Türkçe Sözcükler
a) Birbiriyle karıştırılan sözcükler
b) Yinelemeler
c) Kalıplaşmış sözlerin yanlış kullanılması
ç) Sözcüklerin özensiz kullanılması
d) Çelişkili (tutarsız) anlatım
e) Dolambaçlı anlatım
- Sözcüklerin Yanlış Yerde Kullanılması
Sıfatların Yanlış Yerde Kullanılması
Belirteçlerin Yanlış Yerde Kullanılması
Sıfat-Belirteç Karışıklığı
Yanlış Yerde Kullanılan Öteki Sözcükler
Virgülle Düzeltilebilecek Durumlar
- Dilbilgisi Bozuklukları
Özne Yanlışları
Nesne Yanlışları
Dolaylı Tümleç Yanlışları
Yüklem Yanlışları
Yüklemdeki Eklerin Yanlışlığı
- Tamlama Yanlışları
Sıfat Tamlaması Yanlışları
Ad Tamlaması Yanlışları
Ortak Tamlayan / Tamlanan Yanlışları
Tamlayan ya da Tamlanan Eksikiği
Tamlayan ya da Tamlanandaki Ekin Eksikliği
Ad ve Sıfat Tamlamalarının Birleştirilmesi
- Karşılaştırma Yanlışları
- Mantık Yanlışları
- Adılların Özensiz Kullanılması
- Özne-Yüklem Uyumu
- Özne-Yüklem İlişkisi
- Duruluk
- Duruluğu Engelleyen Etkenler
Sıfatların Gereksiz Kullanılması
Belirteçlerin Gereksiz Kullanılması
İlgeç ve Bağlaçların Gereksiz Kullanılması
Adılların Gereksiz Kullanılması
Eşanlamlı Sözcük Kullanımı
Yardımcı Eylemlerin Gereksiz Kullanılması
Eylemsilerin Gereksiz Kullanılması
Özne-Yüklem İlişkisinin (Çatı Özellikleri) Gereksiz Kullanılması
Eklerin Gereksiz Kullanılması
- Yalınlık
- Yalınlığı Engelleyen Etkenler
- Çözümlemeler

Feyza Hepçilingirler - Öğretenlere ve Öğrenenlere Türkçe Dilbilgisi

BAKINIZ
Türkçe Nedir?
Türk Dilleri Ailesi
Türkçe - Türkiye Türkçesi
Türk Dilinin Gelişim Tarihi
Türk Yazı Dilinin Tarihî Gelişmesi

Türk Dil Kurumu Nedir?
Son düzenleyen Safi; 11 Temmuz 2016 21:54
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Temmuz 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1. Bölüm
Sözcük

Sözcüğün Anlamı


Sponsorlu Bağlantılar
İletişimde tek tek sözcüklerin mi, tümcenin mi daha önemli olduğu çok tartışılmıştır. Bütünden (tümceden) parçaya (sözcüğe) gidiş de tutulabilecek bir yolken, en küçükten, sözcükten başlayarak tümceye giden bir yöntemi; yani bir anlamda tümevarım yöntemini izleyeceğiz biz. Hem hepimizin konuşmaya sözcüklerden başladığını dikkate alarak hem de kimi zaman tek sözcükle bile meramımızı anlatabildiğimizi düşünerek, sözcüğü öne alıyor ve önce sözcüğün anlamı üzerinde durmayı öneriyorum.
Kaç çeşit anlam vardır, diye sıralamak kolaydır da anlamın tanımını yapmak zordur. Biz de anlamın var olmasını sağlayan şeyle, kavramla işe başlayalım ve kavram nedir, diye soralım önce. Bunu sorarken, her kavrama/her anlama bir sözcük düştüğü hesabıyla hareket edeceğimizi anımsatmış olayım.

Kavram

Bir sözcüğün, o dili bilenlerin beyninde oluşturduğu tasarım ve çağrışımlardır. Ne demek? Türkçe bilen biri ağaç sözcüğünü duyduğunda gözünü kapatsa beyninde bir ağaç canlanmaz mı? Tasarımdan işte bunu kastediyorum. Beynimize kazınmış görüntüler... Bunlar, daha annemizin babamızın elinden tutup "Bu ne? Bu ne?" diye kafalarını şişirmeye başladığımız zamanlarda kaydedilmiş oraya. Anne ya da babamız: "Bak, oğlum / kızım! Bu, ağaç." dediğinde beyin, ağaç sözcüğüyle kodlayarak bir kayıt yapmış. Bir tür sesli kodlama ve görüntülü kayıt. O yüzden ağaç sözcüğünü duyan ve elbette Türkçe bilen herkesin kafasında bir ağaç tasarımı oluşur. Henüz okula bile gitmeyen çocukların ağaç, ev, kedi vb. çizebilmeleri bu sayede oluyor. Burada "Tıpkı bilgisayar gibi." diyeceğim; beyne ayıp olacak. En gelişmiş bilgisayarlar bile insan beyninin kapasitesine erişememiştir. Buraya bir "henüz" diye ekleyeyim mi diye düşündüm bir an. Hayır, henüz ulaşamamış değildir, hiçbir zaman da ulaşamayacak; çünkü bilindiği gibi bilgisayar zaten insan beyni örnek alınarak yapılmıştır. Bilgisayarları en çok kendi beynimizin kapasitesine çıkarabiliriz. Siz bakmayın birtakım bilimkurgu filmlerinde insanların emrini dinlemeyen bilgisayarlara, başına buyruk robotlara falan. ("Onlar kâğıt!" derlerdi ya eskiden çocuklara, filme kapılıp gidince. Tıpkı öyle.) Onlar film. Bizi bu yolla korkutmaya çalışan bir insanın beyninden çıkma hepsi. Öyleyse beynimizde tasarımlar var zaten. Bizim anımsamadığımız bir dönemde oraya kaydedilmiş durumda. Peki, çağrışım ne? Çağrışım da bir sözcüğün bize anımsattıkları. Herhangi bir sözcük duyduğumuzda aklımıza onunla uzaktan yakından ilgili pek çok başka şey gelir ya, onlar işte. Bizim, "ağaç" sözcüğünü duyan kişimizin, "dal, yaprak, meyve, gölge, orman..." pek çok şeyi anımsaması... Bir sözcüğün anlamını bu sayede biliriz. Zihnimizde daha önceden yapılmış kayıtları vardır, o kayda bağlı, ona akraba kayıtlar... Sözcüğü duyduğumuzda tümünü birden anımsarız. Öyleyse nedir anlam?

Anlam

Tasarım ve çağrışımların toplamıdır.
Felsefenin temel konularından biri olmuştur insanoğlunun nasıl öğrendiği. Yüzlerce yıl filozoflar bunu tartışmışlar. İnsan doğduğunda bir şeyler biliyor ve yeryüzü serüveni boyunca bunları anımsayıp öğrendiğini mi sanıyor; yoksa beynimiz boş bir levha halinde mi doğduğumuzda? Bilim el attıktan ve kesin sonuca ulaştırdıktan sonra felsefenin konusu olmaktan çıkar ya pek çok şey, "epistemoloji (bilgi kuramı)" için de böyle olmuş bu. Bilim, öğrenmenin beyinde DNA iplikçikleriyle oluşturulan bağlantılarla olduğunu bulduktan sonra felsefe bırakmış bu konunun peşini. Beyindeki bu faaliyet insanın gözlerine, bakışlarına bile yansır gerçekten, öğretmenseniz iyi bilirsiniz. Dersi dinleyen öğrencilere şöyle bir baktığınızda kimin anladığını kimin anlamadığını bakışlarından çıkarırsınız. Birtakım şeyleri sürekli ezberleyenlerin gözlerine baktığınızda da görebilirsiniz bu dediğimi. Çoğu bön bön bakar, gözlerinde trene bakan bir ineğinkinden daha fazla ışıltı, daha fazla parlaklık bulunmaz. Oysa öğrenmekte olan insanın gözleri ışıl ışıldır. Almakta olduğu bilgiyi eskileriyle ilişkilendirmiş ve yerli yerine oturtmuştur. Ezber ise bu söylediğimden tümüyle farklıdır. Ezber, bir bilgiyi hiçbir yere dayamadan beyinde tutmaya çalışmaktır; anlama ise o bilgiyi öncekilerle bağlantılandırmak. Dişçi bile, takma bir dişi sağındaki solundaki dişlere bağlar; yapıştırdığı yerde tek başına duramayacağını bilir. Sözü uzattım, kesiyorum. Biz yine sözcüğün anlamına dönelim.
Bir beyinde bir sözcükle ilgili kayıt yoksa o beyinden o sözcüğün anlamıyla ilgili bir tanım, bir bilgi çıkmaz. Sözgelimi ben şimdi size "mip" nedir, diye sorsam; sorduğum anda bir bilgisayarın "enter" tuşuna basılmış gibi zihniniz o zamana dek yapılmış tüm kayıtları gözden geçirecek ve böyle bir kayda rastlanmadığını size bildirecek. Üstelik bu işi, dünyanın en hızlı bilgisayarını hasedinden çatlatacak bir hızla yapacak. Öyle bir kayıt yok. Demek ki bu sözcüğün anlamını bilmiyorsunuz. Bilseniz çok şaşardım zaten; çünkü şimdi, yazarken uydurdum bu "sözcük"ü. Böyle bir sözcük yok. Ama mip yerine ev deseydim hemen bir ev resmi belirecekti gözünüzde ve evle ilgili "aile, yuva, eşya" vb. çağrışımlar. Bu sözcüğün anlamını da bunlardan çıkaracaktınız. Zihninizdeki tasarım ve çağrışımı birleştirip "içinde insanların yaşadığı yapı" diye anlamını söyleyiverecektiniz.

Şimdi de soyut ve somut anlamlı sözcüklerin ne olduğuna bakalım. Biliyorum, hepimizin zihninde "elimizle tutup gözümüzle gördüğümüz" diye bir ezber var. Bir sözcüğün somut anlamlı olup olmadığını anlamak için her seferinde gidip o varlığı ellememiz gerekmez. Beynimizde tasarım ve çağrışım yaptıran her kavram somut, bu kavramın karşılığı olan anlam da somut anlamdır. Biraz daha "somut" söylemeye çalışayım. Beş duyu organımızın herhangi biriyle algıladığımız bütün kavramlar somuttur. Sözgelimi "ses" sözcüğünü düşünün. Elimizle tutup gözümüzle görmüyoruz diye somut olmadığını mı düşüneceğiz? Olur mu? Fizikte başlı başına bir alandır, bir konudur ses. Fizikte (metafizik sözcüğünü ve kavram alanını da anımsayarak) somut olanın ta kendisidir. Ben burada "limon" örneğini vermekten çok hoşlanırım. Özellikle de ballandırırım. Tahtaya "limon" yazıp tasarımını, çağrışımını belirledikten sonra "Bakın," derim öğrencilere. "Elimde limon falan yok. Oysa üç-beş tane limonu bir güzel yıkadıktan sonra, üstünde su damlacıklarıyla bir tabağa koyup buraya getirebilirdim ve gözünüzün önünde cırt diye kesip suyunu, birilerinize yalatarak eksiliğini gösterebilirdim size. Öyle yapmadığım halde ağzınız sulandı, değil mi?" Gerçekten de ben böyle ballandırarak (pardon, sulandırarak) anlattığımda, ben dahil, hepimizin ağzı sulanır. Ben de fırsat eğitimi yaratıp "Gördünüz mü?" derim. "Yalnızca sözcüğü duydunuz. Duyduğunuz anda beyninize uyarı gitti. Biliyor muydu beyniniz bu sözcüğü? Biliyordu. O kadar iyi biliyordu ki yalnız size anımsatmakla kalmadı; salgı bezlerinize kadar ulaştı bilgi; salgı bezleriniz su koyverdi." Böylece anlamın öyle uzaklarda bir yerlerde olmadığını, kafamızın içinde tarafımızdan aranmayı beklediğini söylemiş olurum onlara.


Öğrencilerimiz hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bu sözcükleri tahtada görmeye pek alışık değildirler; o yüzden dikkat kesilirler. Amacım bu fırsattan yararlanıp Türkçenin güzelliğini, zenginliğini göstermektir onlara; ama aşkı ve sevgiyi özellikle karşılaştırırım. En katışıksız sevginin anne sevgisi olduğunu, annelerinin nasıl da üstlerine titrediğini anlattıktan sonra aşka geçer, kimi gazete haberlerini anımsatırım. Adam sevgilisini 37 yerinden bıçaklıyor. "Niye yaptın?" diyorlar. "Âşıktım abi." diyor. Hani sevgi, korur gözetirdi! Aşk öldürüyor. Dahası, aşkın, öldürmenin bağışlanabilir nedeni olduğu düşünülüyor. "Öğrenmekte olduğunuz Batı dillerini düşünün," diyorum. "Aşk ve sevgi çoğunda aynı sözcükle ifade ediliyor. Oysa bunlar aynı kavramlar değil. Gördünüz mü Türkçenin zenginliğini?"
Bu arada, bizim, sevgilisini 37 yerinden bıçaklayan hayali âşığı anlatırken bir fırsat daha yaratıp simge (sembol) ile tasarım arasındaki farka da değinirim. "Aşk tasarım yapıyor mu?" diye sorup "Hayır!" yanıtını aldıktan sonra birkaç kişi mutlaka sağa sola çizilen kalp resimlerini anımsar. Onların aklına gelmezse ben getiririm. "Hani parklardaki banklara, ağaçlara kazınan kalpler vardır. Onlar ne peki?"

Bizim hayali âşığa bir kez daha iş düşer. Daha âşık olmamış, âşık olacağı kişiyi arama dönemindedir. Hıdrellez gelmiştir. Hızır ile İlyas senede bir gün ya deniz kıyısında ya bir su kenarında buluşacaklardır. Hızır karadakilerin yardımına koşmakta olduğu için karadan, İlyas denizdekileri koruduğu için denizden gelecektir. İnsanlar da onların buluşma yerleri olacağını varsaydıkları yerlere, deniz kıyılarına, su kenarlarına koşmakta, "Biri görmezse öteki görür, dileğimi gerçekleştirir." diyerek kavuşmak istedikleri şeyleri çizmektedirler çakıl taşlarıyla. Ev isteyen ev resmi çizer kumların üstüne, araba isteyen araba resmi. Peki bizim âşık adayımız ne çizecek? O yaşa gelmiş, adam gibi bir aşk yaşamamış. Nasıl anlatacak doğru dürüst bir aşk yaşamak istediğini? O da bir kalp resmi yapıyor. Çünkü başka türlü anlatamıyor. Tasarımı olsa istediği şeyin, onu çizecek; ama tasarımı yok. işte o yüzden bir simge buluyor o şeye, simgeyle anlatıyor. Demek ki neymiş? Hiçbir duyu organıyla algılayamadığımız kavramın anlamı soyuttur. Peki, temel anlam, mecaz anlam, gerçek anlam falan gibi sözler dolaşıyor ortalıkta. Onlar nedir?

Temel Anlam (Gerçek Anlam)


Bir sözcüğün tek başına olduğu zamanki anlamı, ilk anlamıdır.
Bu "ilk" sözcüğünden, aklımıza ilk gelen anlam da anlaşılabilir, sözlükteki sıralamada " 1" numarayla gösterilmiş olan anlam da. İkisi de doğrudur. Merak eden, hatta etmeyen de (çünkü sözlük karıştırmak güzeldir, çok zevklidir) sözlüğe baksın. Anlamlar numaralanmıştır ve "1" numaralı anlam, daima temel anlamdır. Tanımın aklımıza ilk gelen bölümü de açıklama gerektirir. Herkesin aklına ilk o anlam niye gelsin? Ayrıca kimi sözcüklerin yan anlamları temel anlamlarından daha yaygın kullanılmaktadır. Bu ölçüte pek güvenemeyiz; ama, tek başına olduğu zamanki ölçütüne güvenebiliriz. Tek tek anımsadığımız sözcüklerin çoğunda temel anlam gelir aklımıza ilk.
Temel anlam somut da olabilir soyut da. Türkçede genellikle sözcükler somut anlamlıdır. Soyut anlamlı sözcüğümüz az olduğu için, temel anlamı somut sözcüklere soyut anlam yükleyerek (ki biraz sonra anlatacağım bu konuyu) karşılarız soyut kavramları. Bir halkın diline bakarak yaşamı nasıl algıladığı anlaşılabilir. Türkçeyi anadili olarak benimseyenler, dünyayı somut olarak algılamaktan hoşlananların soyundan gelmekte demek.

Yan Anlam


Bir sözcüğün, başka sözcüklerle ilişkisi sayesinde kazandığı anlamların tümüdür. Sözcüğün dilin içinde, kullanımda kazandığı anlamlardır bunlar. Hiçbir sözcük tek basınayken yan anlam kazanmaz. Yan anlamlar da somut ve soyut olabilir. Temel anlamı somut olan sözcüklerin ilk sıralardaki anlamları somut, sonrakiler soyut olur genellikle. Anlam, suya atılan bir taşın yarattığı halkalar gibi genişler. Taşın ilk değdiği nokta temel anlamdır. Bu anlam somutsa taşa en yakın halka, temel anlama da en yakın somut anlamdır. Merkezdeki temel anlamdan uzaklaşıldıkça anlam da soyutlaşır.


"Yem" sözcüğünü ele alalım şimdi. Temel anlamı nedir? Türk Dil Kurumu'nun 1983 baskılı Türkçe Sözlük'ünden bakarak yazıyorum:
Yem: 1. Hayvan yiyeceği. 2. Kuş ve balık tutmak için tuzağa bırakılan ya da oltaya takılan yiyecek ya da yiyecek görüntüsündeki nesne. 3. mec. Birini aldatabilmek için hazırlanmış düzen; kullanılan kimse ya da şey.
Fark etmişsinizdir, mecaz anlam diye ayrı bir başlık koymuyorum; çünkü onun da yan anlam kapsamında, yan anlamlardan biri sayılması gerektiğini düşünüyorum.
Burada "eşseslilik" ("sesteşlik") konusuna da biraz girelim. "Sesteş" sözcüklerle temel anlam-yan anlam ilişkisi karıştırılmamalı. Sesteş (adı üstünde) ortak seslerden kurulu sözcükler demek. Bu sözcükler arasında anlam ilişkisi aranmaz. Aransa da bulunmaz. Zaten aynı ya da yakın anlam söz konusu olsaydı bunların adı "sesteş" değil, "anlamdaş" olurdu. "Yüz" sözcüğünü düşünelim şimdi, ikisi ad (isim), ikisi eylem (fiil) olmak üzere dört ayrı "yüz" sözcüğü var.
Yüz (1): Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100.
Yüz (2): Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat.
Yüz (3): Kol, bacak, yüzgeç gibi organların özel hareketleriyle su yüzeyinde ya da su içinde ilerlemek, durmak.
Yüz (4): Derisini çıkarmak, derisini soymak.
Bu sözcüklerin yukarıya aldığım anlamları temel anlam. 3. ve 4. "yüz" sözcüklerinin yanına koyduğum çizgi, bunların eylem kökü olduğunu göstermek üzere, bundan sonra da kullanacağımız bir işaret. Şimdiden alışmakta yarar var. Bu "yüz"ler, temel anlamlarına bağlı olarak yan anlam da kazanır mı? Elbette. İlki terim (matematik terimi, öyle ya!) olduğu için, terimlerle ilgili de bir bilgi sıkıştıralım bu araya. Terim, bilindiği gibi, bir bilim, sanat, meslek dalıyla ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan sözcüktür. O yüzden terimler pek fazla yan anlam kazanmaz. Pek fazla, dedim; çünkü kazananları da vardır ve açıkçası özel bir alanda kullanılmak üzere sunulan sözcükler sınırlarını o alanın dışına taşırdıklarında dili zenginleştirir. Bu söylediğime örnek olarak "açı" sözcüğüne bakalım. Terim olmasının yanı sıra... "benim açımdan...", "bakış açısı"kullanımlarındaki gibi, "görüş, bakım, yön" gibi yan anlamlar kazanmıştır ve ne iyi etmiştir, öteki "yüz" sözcüklerinin temel anlamlarına bağlı olarak kazandıkları yan anlamları hepimiz biliyoruz. Ben yine de birini ele alıp açıklayayım. İkinci "yüz" sözcüğü, önce "suyun yüzü, yapının yüzü, yastığın yüzü, yorganın yüzü" gibi somut anlamlar kazandıktan sonra "Adam, yüzsüzün biri." tümcesindeki gibi soyut bir anlam kazanıyor. Öteki "yüz" sözcükleri için de durum bu. Demek her biri bağımsız birer sözcük.

Tek şanssızlıkları y, ü, z sesleriyle ifade edilmiş olmaları. Birine "yüz", ötekine "züy" denseydi de olurdu; ama denmemiş. Sesteşlik yalnız Türkçede değil, bütün dillerde vardır. Hiçbir dil için yoksulluk işareti sayılmadığı gibi Türkçe için de sayılmamalıdır.

Yukarıda terimlerle ilgili olarak söylediklerim, terim olmayan sözcükler için elbet bütünüyle geçerlidir. Yine de önce şu soruyu sormakta yarar var: Sözcüklerin yan anlam kazanması dil açısından olumlu mudur, olumsuz mu? Bunu sorup sınıflarda öğrencileri birbirine düşürmeyi çok severim. Birbiriyle çelişen yanıtlar verilebilir bu soruya. Bir sözcüğün pek çok yan anlamının bulunması, o sözcüğün anlam yönünden şişmesine, giderek kendi anlamını bile netlikle karşılayamamasına yol açabilir. Ancak, şu da düşünülmeli. Dünyada o kadar çok kavram var ki bu kavramların tümünü ayrı sözcüklerle karşılamaya kalksaydık milyonlarca değil, milyarlarca, belki trilyonlarca sözcüğümüz olurdu. Bu sözcükleri öğrenmeye ömrümüz yetmezdi. Ardımızdan, "Tam dili sökmek üzereydi, rahmetli oldu." denecek durumlara düşerdik. Bir dilin zenginliğini sözcük sayısıyla ölçme alışkanlığını biliyorsunuz. Doğru mu bu? "Türkçe, İngilizce kadar zengin bir dil değildir; çünkü İngilizcedeki sözcük sayısı şu kadar, Türkçedeki ise bu kadar." diye karşılaştırma yapanları çok duymuşuzdur. Ben sinir olurum böylelerine. Sanırsınız ki Türkçedeki bütün sözcükleri biliyorlar; ama bildikleri bu sözcükler anlatmak istedikleri derin anlamları iletmelerine yetmiyor. Besbelli hiç sözlük karıştırmamışlar, akıllarına takılan bir sözcük için sözlüğe baktıklarında bilmedikleri onlarca, yüzlerce sözcükle karşılaşmamışlar. Önemli olan, dilin çok sayıda sözcüğe sahip olması değil, bütün anlamları karşılayacak olanağa sahip olup olmadığıdır. Eğer Türkçe, söylendiği gibi yoksul bir dil olsaydı dünyanın en zengin dili olduğu söylenen İngilizceyle yazılmış kitapların hiçbiri Türkçeye çevrilemezdi. Bu dediğim, "Türkçeyi zenginleştirmekten vazgeçelim." anlamına gelmiyor elbette. Ama dilimizle ilgili aşağılık kompleksinden kurtulalım. Türkçe sağlam bir dildir. O kadar sağlamdır ki yüzyıllarca yüzüne bakmadığımız halde yok olup gitmemiş, aramayı akıl ettiğimizde onu bıraktığımız sağlamlıkta bulabilmişiz. Osmanlı dönemini kastediyorum bunları söylerken. 600 yıl kısa bir süre sayılmaz, değil mi? Düşünülürse Fransa'da romantizm akımı 40-50 yıl sürmüştür ve bu süre yalnız Avrupa'da değil, dünyada birçok şeyin eskisi gibi olmayacak kadar değişmesine yetmiştir. Biz bütün Osmanlı dönemi boyunca Türkçenin yüzüne bakmamışız; yazıdan, edebiyattan uzak tutup konuşma diline indirgemişiz onu; ama yanıldığımızı anladığımızda dipdiri bulmuşuz bıraktığımız yerde. Halk ozanlarının, halk hikayecilerinin desteğiyle elbette. Okuryazar takımının dışladığı Türkçeyi halk, dilinden hiç düşürmemiş o yüzyıllar süren unutkanlık süresince. Toparlıyorum: Sözcükler sayılarının çokluğuyla zenginleştirmez dili, yüklendikleri yan anlamların çokluğuyla zenginleştirir. O zaman Türkçeyle ilgili soruyu şöyle soralım: Türkçe, sözcüklere yan anlam kazandırılma ölçütüne göre zengin bir dil midir? Değildir; çünkü usta şair ve yazarların üstlenmesi gereken yan anlam kazandırma işi, Türkçede halka bırakılmıştır. Halk elinden geleni yapmıştır; ama anlamı tek sözcükle karşılayamadığı durumlarda daha çok deyim uydurma yolunu seçmiştir.

Son düzenleyen Safi; 3 Temmuz 2016 23:12
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
19 Haziran 2011       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Dil Bilgisi ve Türkçe Dil Bilgisi Hakkında


Bir dili doğuş, gelişme, yapılış özellikleri vb. gibi tüm yönleriyle inceleyen ve bağlı olduğu kuralları ortaya koyan bilim.

Dilbilgisi, sesten cümleye kadar tüm dilbirliklerini yapı, anlam ve görev bakımından inceler. Dilbilgisi, çeşitlerine göre bazı gruplara ayrılır: Bütün dillerdeki ortak ilkeleri ortaya koyan kısmına "genel dilbilgisi", dil olaylarının aslını ve dilin tarihî durumunu araştıranına "tarihî dilbilgisi", diller ve lehçeler arasındaki benzerlikleri inceleyerek bu diller ve lehçeler arasında ilgi kuranına "karşılaştırmalı dilbilgisi" denir.

Dilbilgisi, en eski bilimlerdendir. Grekçeden Lâtinceye ve oradan da diğer dillere yayılmıştır. En eski dilbilgisi bilginlerinin İ.Ö. 4. yüzyılda Hintliler olduğu bilinir. Ancak Batı'da dilbilgisinin kurucusu olarak Aristoteles kabul edilir. İlk dilbilgisi kitabını yazan ise İ.Ö. 1. yüzyılda "Dilbilgisi Sanatı" adlı yapıtıyla filolog Dionisos'tur. Daha sonra Romalı Donatus'un (İ.S. 4. yüzyıl) yazdığı dilbilgisi kitabı yıllarca Batı'da kaynak kitap olmuştur.

Türkçenin ilk dilbilgisi kitabı olarak Kaşgarlı Mahmut'un (11. yüzyıl), bugün elimizde bulunmayan "Kitâbu Cevâhirü'n-nahv" adlı yapıtı gösterilmektedir. Türkçe yazılmış ilk dilbilgisi kitabı Bergamalı Kadri'nin "Müyessiretü'l-Ulûm" (1559) adlı yapıtıdır. Yapıtta örnekler Türkçedir, fakat dil kuralları Arapçanın kurallarına uydurulmuştur. Tanzimat döneminde başta Ahmet Cevdet (1851) ve Fuat paşaların (1865) kitaplarında Osmanlıcanın yapısı gözönünde tutulmuştur. Meşrutiyet'ten (1908) sonra, Hüseyin Cahit'in "Sarf ve Nahiv" adlı eserinin dilbilgisi konusunda önemli bir yeri vardır. Bu kitapta Fransızca dilbilgisinin etkisi görülür.

Cumhuriyet döneminin ilk esaslı dilbilgisi kitabı, İbrahim Necmi Dilmen'in "Türkçe Gramer" (1939) adlı yapıtıdır. 1940'tan sonra pek çok Türkçe dilbilgisi kitapları yazılmıştır.

Bunlardan önemli olanları:
  • Tahsin Banguoğlu'nun "Ana Hatlarıyla Türk Grameri" (1940),
  • Tahir Nejat Gencan'ın "Dilbilgisi" (1950-1954)
  • ve Muharrem Ergin'in "Türkçe Dil Bilgisi"dir (1958).
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 3 Temmuz 2016 23:13

Benzer Konular

17 Mayıs 2007 / ekaraot Sosyal Ağlar
30 Temmuz 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
20 Ocak 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap