Edebiyat-ı cedide (yeni edebiyat)
topluluğunun kurulmasını, tanzimat edebiyatı şair ve yazarı Recaizade Mahmut Ekrem (1867-1915) hazırlamıştır.
Haşan Asaf adlı genç şairin, bir şiirinde "abes" ile "muktebes" sözcüklerinin kafiye olarak kullanılması eski edebiyat yanlılarınca eleştirilmiş; arap yazısında ayrı ayrı birer harf olan ve sesleri benzese de yazılışları benzemeyen "se" ve “sin” harflerinin kafiyeli sayılamayacağı yazılmıştı Genç şair, Recaizade tarafından ileriye sürülen "katiye göz için değil, kulak içindir" görüşüne dayanarak kendini savununca, bu kez eski edebiyat yanlılarıyla Recaizade arasında şiddetli bir tartışma başlamış (ABES MUKTEBES TARTIŞMASI); Recaizade, yanıtlarının bir kısmını Servet-i fünun dergisinde yayımlamıştı. Servet-i fünun, Recaizade'nin Mektebi mûlkiye'den öğrencisi olan Ahmet İhsan (Tokgöz, 1868-1942) tarafından 1891 yılından beri çıkarılan bir magazindi. Recaizade, bunun bir edebi yat dergisi yapılmasını önerdi, kendisinin Mekteb-ı sultani'den (Galatasaray lisesi) öğrencisi olan Tevfik Fikret de derginin edebiyat bölümü başyazarlığına getirildi (şubat 1896, sayı 256).
O sırada "Mektep" ve başka dergilerde yazan ve Recaizade yanlısı olan başka gençlerin de Servet-i fünun çevresinde toplanmasıyla, "Edebiyat-ı cedide" topluluğu oluştu. Abdülhamit sansürünce Servet-i fünun kapatılınca (ekim 1901, sayı 553) topluluk dağıldı; sanatçılar, çalışmalarını, daha sonraki ikinci meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde bağımsız -***** yürüttüler. Bunların altı yıl süren toplu çalışmaları, türk edebiyatında önemli bir aşama meydana getirmiştir. "Edebiyat ı cedide" topluluğunu oluşturan sanatçılar şunlardır:
Şairler: Tevfik Fikret, Cenap Şahadettin, Hüseyin Siret(izsever), Hüseyin Suat (Yalçın), A. Nadir (Ali Ekrem Bolayır), Süleyman Nesip (Süleyman Paşazade Sami). İbrahim Cehdi (Süleyman Nazif), H. Nazım (Ahmet Reşit), Faik Âli (Ozansoy), Celal Sahir (Erozan).
Nesir yazarları Halit Ziya (Uşaklıgil), Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Safveti Ziya, Ahmet Şuayip.
Edebiyat-ı cedide’nin başlıca özellikleri şu noktalarda toplanabilir:
Edebiyat-ı cedide sanatçıları, batı uygarlığına, özellikle Fransa’ya hayranlık göstermişler, Türkiye’nin avrupalılaşma yoluyla yükseleceğine inanmışlar, orada "sanat, fen (bilim)” ne buldularsa Türkiye’ye aktarmaya çalışmışlar; laik düşünce yolunu benimsemişler, hep din dışı yazılar yazmışlardır.
Devlet ve siyaset konularına değinmek, “vatan, hürriyet, istiklal, inkılap, ihtilal vb." gibi sözcük ve kavramları kullanmak yasak olduğu için, Tanzimat dönemi sanat çitarinin tersine, toplumsal sorunları İşleme olanağı bulunamamış; ancak aşk, özlem, acıma vb. gibi bireysel temalar üzerinde durulmuştur. Bunun sonucu olarak da, transız edebiyatından öğrendikleri "sanat sanat içindir" görüşünü benimsemişlerdir, (Edebiyat ı cedide sanatçıları bu yüzden, daha sonraki dönemlerde, memleketi yansıtmamak ve ulusal olmamakla suçlanmışlardır.)
Yine tanzimat sanatçılarının tersine olarak, halka seslenmek düşünülmemiş, "havassa mahsus" (seçkin kişilere özgü) bir edebiyat meydana getirilmiştir; kendilerinin de söylediği gibi, “Servet-i tunun edebiyatı umuma, avâma (halktan kişilere) mahsus değildir" (Hüseyin Cahit).
Bu düşünüşün sonucu olarak, dil konusunda da tanzimat sanatçılarından daha geri bir anlayışla, konuşma dilinden büsbütün uzaklaşılmış, yazı dilinde o zamana kadar kullanılan yabancı sözcüklerden başka, arap ve fars sözlükleri karıştırılarak, türkçede kullanılmayan birtakım sözcükler (nahctr (av], şegaf [çılgınca sevgi], tîrâje [gökkuşağı] vb.) bulunup çıkarılmış; arapça sözcüklerden arap dilinin kuralıyla birtakım yeni sözcükler türetilmiş (müşemmes [güneşli], mükevkeb [yıldızlı] vb ); batı edebiyatından alınan yeni kavramlar fars dilinin kurallarıyla kurulmuş birtakım yeni sıfat ve isim tamlamaları (sâât-i semen-fâm [yasemin renkli saatler), lerze-ı rûşen [parlak titreyiş], havt-i siyâh [kaıa korku], zulmet-i beyzâ [beyaz karanlık], karha-i hayât [yaşam yarası], ınkisâr-ı hayâl [hayal kırıklığı] vb.) ve yeni bileşik sıfatlar (lehî-bahl [boş talihli], şikeste-renk [kırık renkli], zekâ-şiken [zekâ kıran] vb) ile karşılanmış; ayrıca, fransızcada göl» len birtakım deyim ve söyleyişler de (el sıkmak, dest i izdivacını taleb etmek vb.) türkçeye aktarılmıştır.
Düzyazıda, sözdizimi ve anlatım biçimlerinde de o zamana değin görülmemiş, alışılmamış birtakım yenilikler yapılmış, fransızcanın sözdizimi türk diline uydurulmaya çalışılmıştır. Halit Ziya’nın Mai ve siyah adlı romanıyla başlayan bu yeni anlatım ve sözdiziminde, cümle sonlarının aynı fiil kipiyle bitmesinden doğan birör- nekliği önlemek için, turkçenin klasik cümle yapısındaki "özne + nesne + yüklem" sırası zaman zaman değiştirilmiş; kimi zaman fiil (yüklem), cümlenin sonundan alınarak ortaya getirilmiş (Baba, dedim, dişlerin ne kadar beyaz): fiillerden önce gelmesi gereken tamamlayıcı öğeler kimi zaman fiilin sonuna getirilmiş (Bu aşk ölecek, lâkin etrafına musibetler serperek); kimi zaman fiillerin değişik kipleri kullanılmış (İsterseniz sizinle anne kız meseleyi halledelim. Bakınız size ne teklif ediyorum: BeNûl buradan gidecek. . .): ayrıca fiilsiz cümleler (Tenha, karanlık sokaklar.. Soğuk rüzgârlarla karışık bir yağmur..) ve isim cümleleri (Eylül, malum a, hüzün ve matem ayıdır) kurulmuş; kimi zaman cümleler yarım bırakılmış (O zaten bir oyuncaktı; parmağınızın ucuyla dokunsanız...): kimi zaman, cümle içine, iki çizgi arasında ek bir cümle sokulmuş (... O kürklü - kim bilir nasıl ısıtır- lâcivert çuhanın sayesinde mevhum bir hararetle ısınarak beklerdi): kimi zaman araya bir evet sözcüğü katılarak cümle pekiştirilmek istenmiştir!'... Buradan gidecek, evet,buradan gidecek)
Bütün bu yenilikler, geleneğe bağlı kişilerce iyi karşılanmamış, şiveye aykırı ve çetrefil bulunmuş; Ahmet Mithat, "Dekadanlar" başlıklı makalesiyle, Edebiyat ı ce- dide’cilerin özellikle dildeki tutumlarını eleştirmiş, geleneğe bağlı kişiler bu yazıdan sonra saldırıyı daha da yoğunlaştırmış, "yeşil rüya", "mavi hülya" gibi sözleri dillerine dolamış, "lerze-ı rûşen" (parlak titreyiş), "berf-i zerrin" (altın kar) gibi tamlamaların fransızcadan çeviri ve çalıntı olduğunu ileriye sürmüş, "dekadan, tek atan, top atan vb." gibi sözlerle İşi alaya kadar vardırmalardır.
Edebiyat ı cedide sanatçıları çoklukla şiir, mensur şiir, hikâye, roman, fıkra, makale, biyografi, yaşlılık yıllarında da anı türlerinde yazmışlar; Abdülhamit’in ciddi tiyatroyu yasaklaması yüzünden, oyun türünde yapıt vermemişler, ancak ikinci meşturıyet’ten sonra birkaç piyes denemesine girişmişlerdir.
—Şiir: Edebiyat-ı cedide, şiirin konusunu genişletmiş; günlük yaşayışta rastlanan herhangi bir olay (sözgelimi, bir balıkçı teknesinin batması), herhangi bir gözlem (sözgelimi, yerdeki ayak izleri), hatta herhangi bir nesneyi (bir bisiklet, bir firkete) dahi şiir malzemesi olarak kullanmıştır, Tanzimat edebiyatında ancak klasisizm ve romantizm akımlarının etkileri görüldüğü halde, Edebiyat-ı cedide’ciler parnas ve sembolizm akımlarını da tanımış, onlardan da yararlanmışlardır.
Doğa tasvirleri de bireysel açıdan, öznel bir tutumla işlenmiştir.
Divan şiirinin temel kurallarından biri olan, anlamın ve cümlenin bir beyitte tamamlanması, her beytin başlı başına bir bütün sayılması, beyitler arasında anlam birliği aranmaması geleneği kesinlikle bırakılarak, bütün dizeler arasında bir anlam bağı bulunmasına, divan şiirindeki "parça güzelliği” anlayışı yerine, şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce çevresinde gelişmesine, yani "konu birliği"ne ve "bütün güzelliği”ne önem verilmiştir.
Yalnız aruz vezni kullanılmış, tanzimat sanatçılarının tersine olarak, hece vezni hiçbir zaman ciddiye alınmamıştır.(Hece vezniyle yalnız çocuk şiirleri yazılmıştır.)
Kafiyenin, göz için değil kulak için olduğu .kesinlikle kabul edilmiş ve uygulanmıştır.
Divan edebiyatı nazım biçimleri büsbütün bırakılıp batı şiirinde görülen sone, terza-rima gibi klasik biçimlerle, yine batı edebiyatında görülen serbest müstezatlarla, ya da büsbütün serbest biçimlerle yazılmıştır.
Konu ile vezinler arasında bir ahenk ilgisi aranmış (Tevfik Fikret, Yağmur), gerektiğinde aynı şiir içinde çeşitli vezinler ve nazım biçimleri kullanılmıştır (Cenap Şahabettin, Elhân-ı şitâ).
Vezin zoruyla sözcüklerin doğal söylenişlerinin bozulmamasına elden geldiğince çaba gösterilmiş; doğal söyleyişi daha da gerçekleştirmek için, Tevfik Fikret ve ona uyanlarca, zaman zaman şiir; düzyazıya yaklaştırılmıştır.
—Hikâye ve roman: Fransız realist ve natüralist yazarların yapıtları örnek tutulmuş; bunun sonucu olarak, hep yaşamda görülen, ya da görülmesi olanağı bulunan olay ve kişiler anlatılmıştır. Teknik iyice gelişmiştir; gereksiz tasvirler yapılarak, ya da konu dışı bilgiler verilerek olayın akışı durdurulmamıştır.
Çevre tasvirleri yapıtı süslemek için değil. kahramanların kişiliklerinin oluşumunu anlatabilmek için yapılmıştır. Yazar, yapıtta kendi kişiliğini gizlemiştir.
Abdülhamit II döneminde ülke içinde gezi özgürlüğü olmadığından, yazarlar taşrayı tanıma olanağı bulamamış, olaylar genellikle İstanbul'da geçirilmiştir. Olay kişileri, çoğu zaman aydınlardır; küçük hikâyelerde halk tabakasından kimseler de ele alınmıştır.
Tanzimat edebiatı romanında görülen cariye, odalık, halayık, düşkün kadın tipleri yerine, erkekle eşit haklara sahip, özgür, kişilikli kadın tipleri işlenmiştir.
Şiirde olduğu gibi, hikâye ve romanda da. aydın kişinin bireysel bunalımları, aşırı duygusallığı, yaşamda aradığını bulamamaktan doğan kırgınlığı, küskünlüğü, karamsarlığı, mutlu dünyalar hayal etmesi üzerinde durulmuştur, kimi roman ve hikâye adları dahi bunu yansıtmaktadır (Mai ve siyah, Kırık hayatlar, Hayal içinde, Hayal-ı muhayyel, Lâne-i münkesir vb.).
—Mensur şiir, eleştiri, biyografi, gezi yazısı: Şairane anlatıma da elverişli olan "mensur şiir" türü, türk edebiyatına ilk kez Edebiyat ı cedide sanatçıları (Halit Ziya, Mehmet Rauf) tarafından getirilmiş; daha sonraki dönemlerde epey yaygınlaşmıştır. Bu dönemde, Edebiyat-ı cedide akımına saldıranlara karşı Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret, Flüseyin Cahit (Kavgalarım) vb. "Musâhabe-i edebiyye", "Hayatı matbûât” gibi başlıklar altında birtakım deneme ve eleştiri yazıları yayımlamışlar; inceleme ve biyografi alanında Halit Ziya, Mehmet Rauf ve Ahmet Şuayip.bazı fransız romancı ve eleştirmenleri üzerine (Alphonse Daudet, Paul Bourget, Flaubert, Taine) yazılar kaleme almışlar; gezi yazısı alanında Cenap Şahabettin, Hicaz’a doktorlukla giderken edindiği yol izlenimlerini mektup biçiminde yazmıştır (Hac yolunda).
Kaynak: Büyük Larousse