Arama

Şiir Nedir?

Güncelleme: 2 Haziran 2017 Gösterim: 45.442 Cevap: 14
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Şubat 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  şiir ..jpg
Gösterim: 3462
Boyut:  31.4 KB

Şiir

, dilin anlam, ses ve ritim öğelerini belli düzen içinde kullanarak, bir olayı ya da bir duygusal ve düşünsel deneyimi yoğunlaşmış ve sıradanlıktan uzaklaşmış bir biçimde ifade etme sanatı. Şiirde dil yalnızca bir iletişim aracı olmakla kalmaz, başlı başına bir amaca da dönüşür.

Sponsorlu Bağlantılar

Tanımı ve kapsamı

. Şiirin hem genel ve kapsayıcı, hem de anlamlı bir tanımını yapmak kolay değildir. Şiirle her türlü genel tanım ve kural arasında bir karşıtlık değilse bile, bir gerilim vardır: Her başarılı şiir, dilin ve insan davranışlarının bazı genel kurallarının çarpıtılması, dönüştürülmesi, kısaca “özelleştirilmesiyle” elde edilir. Ama bu özelleştirme, her zaman kişiselleştirme anlamına gelmeyebilir. Büyük şiirlerde her zaman bir kişilerüstü sesin Varlığı duyulur.Her hangi bir bireyin değil, dilin kendi sesi işitilmektedir.

Şiir, daha basit olarak, dize kurma sanatı ya da dizelerden oluşmuş herhangi bir yazı olarak da tanımlanabilir. Buna karşı çıkan bazı şair ve kuramcılara göre, dize şiiri değil manzumeyi tanımlayan özelliktir. Bu görüşü savunanlara göre, şiirle manzume arasında bir farklılık vardır. Her manzum yazı şiir olmadığı gibi, her şiir de manzum biçimde yazılmamıştır; düzyazı şiirler de vardır. Şiiri manzumeden ayıran, yarattığı duygusal ve düşünsel yaşantının yoğunluğu ve keskinliğidir: Cemal Süreya’nın dediği gibi, şiir “dünyadan daha gerçek bir dünya, hatta gerçekten daha gerçek bir gerçek” yaratır, yaratmalıdır.

Romantik dünya görüşünün izdüşümü olan bu yaklaşıma karşı, bazı şair ve kuramcılar da dizenin şiirde “asli” bir rol oynadığı görüşünde diretmişlerdir. Yapısalcı yöntemden etkilenmiş bu yazarlara göre, sıradan bir gazete haberinin cümlelerinin kırılarak dize biçiminde yazılması bile, bu sıradan sözlere bir duygusal ya da düşünsel “titreşim”, kazandıracaktır. Bu, yalnızca dizenin her cümleye bir ritim kazandırmasıyla da ilgili değildir. Asıl önemli olan, insanların dizeli yazıları şiir olarak kabul etmiş olması ve kendilerine sunulan metni farklı bir duygusal hazırlık ile okumalarıdır. Gene de şiirle gündelik dil ve şiirle düzyazı arasındaki ilişkiler 20. yüzyılın bütün önemli şairlerini uğraştırmıştır. Şiirin bugün bile geçerli olan bir tanımına göre, şiirsel dille gündelik konuşma dili arasında çok kesin bir ayrım vardır: Birtakım sözdizim kuralları, benzetme ya da eğretileme gibi söz sanatlarının sıkça ve bilinçli olarak kullanılması, belli bir “şiirsel” ses tonu ya da bir “yüksek” söyleyiş şiir dilini gündelik dilden ayıran özelliklerdir. Ama bu, klasik modernizm öncesi şiirin tanımıdır.

Modern dönemde, özellikle de 1910’larda Fransa’da Apollinaire ile başlayan L’esprit nouveau (Yeni Ruh) anlayışının etkisiyle, şiiri düzyazıdan kesin olarak ayıran, önceden tanımlanmış bir söz sanatları listesine indirgeyen anlayıştan uzaklaşılmıştır. Bu yalnızca Apollinaire gibi yenilikçilere özgü bir tutum da değildir. İngiltere’ de T. S. Eliot gibi siyasal ve felsefi açıdan muhafazakâr bir çizginin savunucusu olan bir şair bile, şiirin gündelik dilden beslenmesi gerektiğini, ancak bu besinle kendini yenileyebileceğini öne sürmüştür.

Klasikçilikle yenilikçiliğin kesişme noktalarından birini oluşturan Fransız şair Paul Valery ise, “şiirin gündelik konuşma dilinin içinde özel bir bölge olduğunu” söyleyerek aradaki yakınlık kadar farklılığa da dikkat çekmiştir. Valery’ye göre, şiirle düzyazı arasındaki farklılık, yürümekle dans etmek arasındaki farklılığa benzer. Yürüme eyleminde insanın bacakları ve gövdesi, kendi dışındaki bir amaca hizmet eder; bir yerden bir başka yere gitmenin aracı durumundadır. Oysa dansta yapılan hareketlerin kendi dışında bir amacı yoktur, amacı kendisidir. Düzyazıda da dil bir mesajı iletmenin aracıdır; mesaj verildikten sonra sözcüklerin önemi kalmaz. Oysa şiirde dikkat, sözcüklerin işaret ettiği mesaj üzerinde değil, sözcüklerin kendisi üzerinde yoğunlaşır. Şiirde mesaj dilin kendisinden ayrılmaz. Filozof J. -P. Sartre da Qu,estce que la litterature’de (1947; Edebiyat Nedir?, 1967), Valery’nin izinden giderek, düzyazı dilinin “saydam, geçirgen”, şiir dilinin ise “mat, ışık geçirmez” olduğunu, yani kendi dışını gösterme amacı taşımadığını belirtir. Bir başka deyişle, şiirde “neyin” söylendiğinden çok, “nasıl” söylendiği önemlidir.

Ne var ki, bu düşünceler şiirle manzume arasındaki farkı yeterince aydınlatmaz. Düzyazıda da benzer ayrımlar yapılabileceğini savunanlar vardır. Gene yapısalcı yöntemi uygulayan bazı eleştirmenlere göre, şiirle manzume arasındaki ayrım ne kadar gereksizse, düzyazıyı yalnızca saydam bir iletişim aracı saymak da o kadar yanlış ve gereksizdir. Roland Barthes ve Gerard Genette gibi Fransız eleştirmenler, düzyazı türlerinde, masal, öykü ve romanda ve genel olarak bütün anlatılarda bilinçli ya da bilinçsiz olarak kullanılan söz sanatlarını çözümlemek için karmaşık yöntemler geliştirmişlerdir. Bunlara göre, şiir de, düzyazı anlatı da kurmacanın alanı içindedir: Gerçeğin (ister olaylar ve nesneler gibi dış gerçeğin, isterse duygular ve düşünceler gibi iç gerçeğin) kendisini değil, belirli edebi uzlaşımlara göre dönüştürülmüş, kurulmuş bir biçimini verirler.

Ama bu yaklaşım gene de şiirle anlatının niçin ayrı edebi türler olduğu sorusuna bir açıklık getirmez. ABD’li şair Robert Frost, şiiri her türlü düzyazı anlatıdan ayırmak için şöyle bir formül öne sürmüştür: Bir şiiri bir dilden bir başka dile çevirmeyi deneyin; çevrilemeyen, çevrilemeden kalan şey neyse, o şiirdir. Gerçekten de,
örneğin Turgut Uyar’ın

Herşey akıp gider, bir katı hüzün kalır
Her zaman geceleyin kalır o, bazan gündüzün kalır.


dizelerinin bütün anlam ve çağrışım yükünü, ses değerini başka bir dile çevirmek zordur, hatta olanaksızdır. Çevrilemeyecek olan şey, dizelerin içerdiği karamsarlık değildir; karamsarlık gibi görece “modern” bir duygunun, Anadolu halk şiirinden süzülüp gelmiş bir ses ve ritim geleneği içinde verilmesidir; karamsarlığın, bu geleneğin gür, canlı, huzurlu çağrışımlarıyla yarattığı karşıtlık ve buradan doğan bileşik etkidir. Aynı duyguları, hatta aynı etkiyi başka bir dilde yeniden kurmak mümkündür, ama artık orada başka bir şiir olacaktır. Bu da şiirin, öteki edebiyat türlerinden farklı olarak, yerel ya da ulusal gelenekle çok sıkı bir bağ içinde olduğunu gösterir.

20. yüzyılın gelecekçilik, dadacılık ve gerçeküstücülük gibi yıkıcı, yenilikçi akımları bile başarılı yapıtlarını, yadsıdıkları gelenekle yarattıkları karşıtlığa borçludurlar. O gelenek olmaksızın, getirdikleri yeni ses ve anlam değerlerinin farklılığını, yeniliğini algılamak da olanaksızdır. Bu bir bakıma, şiirin sözlü kökenleriyle bağlarını hâlâ tümüyle koparmamış olmasıyla açıklanabilir. Sözlü edebiyat geleneklerinin ve insanlığın en eski dinsel ve dindışı yazılı metinlerinin incelenmesi, şiirin başlangıçta, ilk tarımsal toplulukların kuruluşunda toprağın ve emeğin verimini artırmak için başvurulan büyülerin dili olduğunu düşündürmektedir.

Zamanla şiirin bu yararcı işlevi ortadan kalkmış, ama şiirsel sözün büyülü dokusu, işlevsellikten de kurtulduğu için, daha da yoğunlaşarak süregelmiştir. Ailen Tate ve R. P. Blackmur gibi, Yeni Eleştiri akımına bağlı ABD’li eleştirmenler şiiri düzyazıdan, iyi şiiri kötü şiirden, düzyazı içindeki “şiirsel” ifadeleri de “düz” ya da “anlatısal” ifadelerden ayırmak için, birbirine yakın iki değerlendirme ölçütü geliştirmişlerdir: “Gerilim” ve “jest”. Tate’e göre, şiirsel söz, belli bir gerilim taşımasıyla “düz” sözden ayrılır. Bu gerilimin kaynağında da, romantik şair Coleridge’in Biographia Literaria'da (1817; Edebi Yaşamöyküsü) ortaya koyduğu, “en çok sayıda karşıtlığın ya da farklılığın tek bir ifade içinde toplanması” yatar.
Şiirsel söz, birbirine karşıt ya da farklı duyguları, düşünceleri ya da tutumları “gergin bir denge” içinde bir arada tutabildiği ve tek bir anlama indergemediği için şiirseldir. Blackmur ise, şiirsellikte sözün bir “jest” haline geldiğini, dile getirilen mesaj ya da duygunun ötesinde sözün bir “davranış”ın maddeselliğine büründüğünü söyleyerek benzer bir görüşü savunmuştur.

Ad:  yunus-emre.jpg
Gösterim: 1003
Boyut:  71.7 KB
Bütün bu yaklaşımlar, şiirde düşünceyle açıklanamayacak bir duyusal ya da maddi öğe olduğu yolundaki romantik kuramın uzantılarıdır. Bu romantik yaklaşımın karşısında, şiirle düzyazı arasındaki farklılığın düşünceyle ya da bazı nesnel yöntemlerle saptanabilir olduğunu savunan ve yapısal dilbilimden yararlanan Roman Jakobson gibi araştırmacıların görüşleri yer almaktadır. Jakobson’a göre, şiirle düzyazı arasındaki farklılık iki söz sanatı arasındaki farklılığa indirgenebilir. Şiirin ana ilkesi, eğretileme (metafor), düzyazımınki ise düz- değişmecedir (metonimi). Eğretileme, tek bir an içinde, birbirinin yerini tutabilen, birbirinin alternatifi olan nesne ve imgeler arasında kurulan ilişkidir; bu benzetme ya da “yerine koyma’ların yarattığı çağrışım zinciridir.

Örneğin Cahit Külebi’nin
Sivasa giderken bir vadi var derin,
Ben hep gece geçtim ordan,
Bir su gibi dibinden ekinlerin.

dizelerinde, geceleyin yolculuk yapan kişinin yalnızlığıyla tarlaya gece verilen suyun sessizliği ve görünmezliği arasında bir eğretileme ilişkisi vardır. Bu ilişkiden, suyun geçiciliğine, insan yaşamının kalıcı olmayışına, suyun ekinleri hem besleyip hem de fazla verilirse çürütebilecek bir şey olduğuna ve insanın da içinden geçtiği dünya ile böyle ikircikli bir ilişkisi bulunduğuna kadar uzanan bir dizi çağrışım gelişmektedir. Buna karşılık, bir romandan alınmış “Düşes akşamüstü saat beşte arabasını hazırlattı” cümlesinin yarattığı, düşesin yanında çalışan halktan kişilerle ilişkisi, her gün aynı saatte atlı arabasında Paris ormanlarında gezinme alışkanlığı gibi çağrışımlar, tek bir an içinde birbirinin yerini tutabilecek nesneleri değil, mekânsal ve zamansal bir düzlem içinde yan yana gelerek birbirini tamamlayan nesne ve olayları içermektedir. Jakobson’a göre düzdeğişmece, yatay bir düzlem üzerinde art arda ya da yan yana gelen bu tür nesne ve olayları birbirine eklediği, zaman içinde gelişen bir diziden oluştuğu için, öykü anlatımına uygun bir söz sanatıdır. Öykünün kişi, atmosfer ve olay örgüsü gibi öğeleri arasında düzdeğişmeceye dayalı bir ilişki vardır. Oysa eğretileme, farklı olguların tek bir an içindeki benzeşme ya da koşutluğunu ve giderek bütün varlıkların birliğini çağrıştırdığı için şiire özgüdür.

Jakobson sözlerin çeşitli “işlevlerini” sıralarken, “şiirsel işlev”den de söz eder. Bu bir cümle ya da sözün, kendi ses düzenine, söyleniş biçimine, sözdizimine ve anlam farklılaşmalarına dikkat çekmesidir. Sartre’ın şiir dilinin “matlığı, maddeselliği” dediği şey de budur. Ama Jakobson Sartre’dan farklı olarak, şiirsel işlevin yalnızca şiirde değil, başka sözel etkinliklerde, hatta günlük, sıradan konuşmalarda bile ortaya çıkabileceğini söyler; şiirin ayırıcı özelliği, orada bu işlevin asli, egemen işlev oluşudur; öteki söylem türlerindeyse şiirsel işlev ikincil, yardımcı bir işlevdir. Jakobson’a göre, şiirsel işlevin en belirgin gerçekleşme yolu, dilin eğretilemeye dayalı boyutunun anlatısal ya da düzdeğişmeceye dayanan boyutu üzerinde egemenlik kurması, düzdeğişmeceye de simgesel bir hava kazandırmasıdır. Şiir, bir cümle içinde birbirini tamamlamak üzere yan yana, uç uca gelmiş öğeler (sesler ve imgeler) arasındaki benzerlikleri, koşutlukları hissettirerek, yani “tamamlama” ilişkisini bir “yerini tutma, alternatifi olma” ilişkisine dönüştürerek, dilin “kıvamlanmasını”, dikkatin verilen mesajın içeriğinden veriliş biçimine dönmesini sağlar. Örneğin Cemal Süreya’nın

Fazıl Hüsnü diyor ki, ne diyor Fazıl Hüsnü?
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.


biçimindeki dizelerinde bir mesaj verilmek üzereyken iptal edilmiş (Fazıl Hüsnü hiçbir şey söylememiş), böylece dikkat de mesajın boş bıraktığı yer üzerinde toplanmıştır. Burada mesajın Fazıl Hüsnü’nün söylemiş olduğu belirli bir söz değil, söyleyebileceği bütün sözler olduğu görülebilir. “Fazıl Hüsnü”, şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır; ama burada, bir şair kimliği olmanın ötesinde, bir şiir eğretilemesi, şiirin yerine geçen bir işarettir, ikinci dize de bu bağlamda anlam kazanır: Şair, “sevgilisine” seslenirken, onu herhangi bir başka amaç için, örneğin fiziksel ya da manevi varlığına sahip olmak için değil de, yalnızca yazılmış güzel şiirler için sevmiş olmanın yeterli olabileceğini, aşkın da bir şiir eğretilemesi olduğunu, onun gibi amacını kendi içinde taşıdığını söyler gibidir.

Bu, şiirin bir başka özelliğine de işaret eder: Şiirin konusu çoğu zaman şiirdir. Belirli bir şiire anlam ve şiirsel işlev kazandıran dış göndermeler ve referans sistemleri arasında en önemlisi, yaşanmış birtakım olaylar ya da dış, nesnel gerçekler değil, o zamana değin o dilde yazılmış başka şiirlerdir. Her şiir, kendi özgün değerini ve kimliğini, öteki şiirlerle olan varlığından söz edilemez.

1960’lara değin, Türk şiirinde, kendi kendini besleyen ve değişimleri içinde gene de canlı kalan bir gelenek oluşmamıştır. Belki ancak bir tepki ilişkisinden söz edilebilir: Servet-i Fünun, kendi şiirini Tanzimat edebiyatının didaktikliğine karşı bir tepki olarak ortaya koymuş; Yahya Kemal, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin gibi şairlerin aşırı duygusallığına, tarihten kopukluğuna ve toplumsal kaygılarının yüzeyselliğine karşı, şiirin mimari yapısının ve ses düzeninin sağlamlığına önem veren, şiirin öznesini tarih ve kültür içine yerleştiren, kişilerüstü bir deyiş geliştirmiş; Beş Hececiler ve onları izleyenler, tıpkı kendini Osmanlı geçmişinden koparmaya çalışan yeni Cumhuriyet gibi, şiiri sıfırdan başlatmak istemişler ve bunu da başararak oldukça safdil, genellikle de cılız ve derinliksiz ürünler vermişler; Nâzım Hikmet, asıl çatışmanın gelenekçilikle Cumhuriyetçilik arasında değil, Cumhuriyet de içinde olmak üzere bütün bu “eski düzen” ile yeni doğan sosyalizm arasında olduğu düşüncesinden yola çıkarak, şok tekniklerinden yararlanan, yüksek sesle okunacak bir şiir üzerinde çalışmış.

Garip ise, eski “şairane” anlatıma karşı çıkan Nâzım’a koşut bir biçimde, bir tür yeni “halk şiiri” ortaya koymak istemiştir. Ancak İkinci Yeni hareketiyle, 1950’lerin sonundan başlayarak, bütün eski şiirlerden bilinçli olarak beslenmeye çalışan, oradan yeni değerler devşiren bir gelenek kurulabilmiştir.
Türk şiirinin tarihindeki bu kopukluklar, başka bir olguyla da ilişkilidir: Her şiir kuşağı ya da akımı, kendinden önceki bir Türk şiirinden çok, Avrupalı, özellikle de Fransız şairlerden etkilenmişlerdir: Tevfik Fikret’in modeli, Cemal Süreya’ya göre “üçüncü sınıf bir Fransız şairi” olan François Coppee’dir; Yahya Kemal, divan şiiriyle Fransız Pamasçılan arasında bir sentez kurmaya çalışmıştır; Ahmed Haşim, Verlaine ve simgecilerden etkilenmiştir; Nâzım Hikmet’in şiirinin oluşumunda, Rus şair Mayakovski’nin dize anlayışının ve ses özelliklerinin payı büyüktür; Ahmet Hamdi Tanpınar, Baudelaire, Mallarme ve Valery’nin Türkçedeki devamı gibidir; Garipçiler için gerçeküstücüler ile çoğu ironik şiirler yazan Max Jacob, Jacques Prevert ve Jules Supervielle gibi şairler önemlidir; Behçet Necatigil, kendi şiirini Alman şiir geleneğiyle, Mörike, Hölderlin, Rilke, Trakl ve Paul Celan’dan gelen “ruhsal” bir esintiyle geliştirmiş; Cemal Süreya Apollinaire’de, Edip Cansever ise T. S. Eliot ve Yorgo Seferis’in çevirilerinde kendisi için bir açılım bulmuştur.

Türk şiirinde “eski ile yeninin kavgası”, şiirsel duyuşun dolaysızlığı noktasında düğümlenir. Eski şiir, şiirin dışında oluşmuş bir duyumu, bir duyguyu ya da bir düşünceyi, kendi döneminin “şairane” anlatımına uygun olarak şiirleştirirken, yeni şiir bu duyum ya da duyguyu şiirin kendi içinde oluşturmaya yönelir: Birinde şiirden önce bir gerçek vardır, ötekindeyse gerçeği kendisi yaratmayan şey şiir olmaya layık değildir. Bu dönüşüm, esas olarak İkinci Yeni’yle birlikte ortaya çıkmışsa da, Türk şiirinin daha önceki tarihinde de her önemli atılım, bu eksen üzerinde, bu karşıtlık içinde ikinci terimin örneği olan ürünlerle kendini göstermiştir. Örneğin Ahmed Haşim’in şiiri, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin’e oranla daha yeni ve daha kalıcı olmasını, şiirin dışında yer alan bir gerçeği şiirsel dile çevirmeyip gerçeği kendi içinde toplayabilmesinden alır. Şiirsel duyuşun dolaysızlığı, şiirin bir aktarma değil de bir yaratma oluşu, aynı zamanda, şiirin yeniden bir düzyazı cümlesine çevirilemeyeceği anlamına gelir. Duyuş dolaysızlığı, özellikle İkinci Yeni’de belirginleşecek başka bir olgunun, şiirde imgenin anlatıdan bağımsızlaşmasının da kaynağında yatar Bunun örneklerini de Fazıl Hüsnü Dağlarca ile Necip Fazıl Kısakürek gibi çizgi dışı, bağımsız şairlerde ve yer yer Nâzım Hikmet’te görmek mümkündür.

Yeni şiirde, şiirsel gerilim, şiirde anlatılan ya da şiirin arka planını oluşturan öyküden çok, bir aydınlanma anını ifade eden ve çoğu zaman şiirin dokusuna sığmaz gibi görünen özerkleşmiş imgelerle sağlanır. Bu özerkleşme, yalnızca Haşim, Tanpınar, Dranas, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday gibi hermetik (kapalı) şairlerin ya da İkinci Yeni’nin ürünlerine özgü de değildir. Sabri Altmel’in sosyalist şiirindeki “Ey olgun, yaralı görünüş/.../Gözyaşından sonraki gülüş” dizelerinde, 1970’lerin popüler şairi Ahmed Arifin “Ümit, öfkeli ve mahzun/.. ./Dağlara çekilmiş, kar altındadır” dizelerinde ya da 1960 sonrası kuşağı şairlerinden İsmet Özel’in “Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda” dizelerinde de dikkati, anlatılan “öykü”den çekerek söylenen söz üzerinde toplayan bir imge bağımsızlaşması görülür.

Bu gelişim, Türk şiirinin giderek saydamlığını yitirip “kapalılaşmasma”, çetrefilleşmesine, şiir okumanın eğitim ve emek gerektiren bir uğraş haline gelmesine yol açmıştır. Ama, buna karşıt gibi görünen ve bunun etkilerini bir ölçüde “telafi eden” bir başka olgu daha vardır: Yeni Türk şiirinin günlük konuşma diline yaslanması. Bu, Yahya Kemal’den sonra giderek hızlanan ve şiirin sözcük dağarcığının genişlemesini, şiirin bir tür “havalandırmaya çıkarılmasını” sağlayan bir yöneliştir. Ama yerel, hatta semt dilinin kullanılmasının, Garip’te olduğu gibi, şiirsel gerilimin azalmasına yol açabildiği de görülmüştür. Cemal Süreya, Şiirin gündelik dille ve yaşamın sıradan olgularıyla ilişkisini şöyle formüllendirir:

“Herşey şiir olabilir mi? Hayır. Ama şiir herşey olabilir.” Ayrıca bak. divan edebiyatı; nazım; ölçü; prozodi.

Kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Baturalp; 24 Şubat 2017 01:08
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  cemal süreya.jpg
Gösterim: 1514
Boyut:  175.3 KB

Şiir

, neredeyse dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir yazın türüdür. Şiiri tanımlamak için binlerce ifade kullanılmışsa da doğru ve değişmeyecek bir tanıma ulaşmak olanaksız gibi görünmektedir.
Ancak, kendine ait bir dil ya da söylem kullanması, müzik ve sesle yakın ilişki içinde bulunması ve estetik bir etkileme gücünün olması herkes tarafından kabul edilebilecek özelliklerdir.
Sponsorlu Bağlantılar

Şiirin ortaya çıkışı, insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesi ile yaşıttır. İnsan günlük konuşma dilinin yanı sıra özellikle değiştirebileceği ya da yansıtabileceğini düşündüğü doğayı etkilemek için bir büyü dili oluşturmuştu. Bu dilin ritmik özellikleri şiir dilinin öncülü olarak algılanabilir. Platon da şiiri tanımlarken "büyülü söz" ifadesini kullanmıştır.

Çağlar boyunca türküler şiirsel metinler olarak sözlü yazın örnekleri olarak yaşamışlardır. Her kültürün günlük dil kadar sık kullandığı türkülerin sosyolojik boyutu yazınsal boyutundan daha önde görülmüştür. İşlerini yaparken türkü söyleyen insanlar bireysel ya da grupsal gereksinimlerinden dolayı farklı türlerde şiir geliştirmişlerdir. Bu gereksinim sonucu ortaya çıkan türler Yunan kültürü etkisi altında gelişmiştir. Bu bağlamda ilk gelişen türler lirik, epik ve dramatik şiirdir. Bunların dışında pastoral, didaktik ve satirik diye adlandırılan türler de şiirde iç farklılaşmanın diğer örnekleridir.

Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak, insan-doğa ilişkisini düzene koymak, sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin. Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir. Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış, yenilikleri tanıtmaya çalışmış, demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur.

Şair kimdir?


Şair öncelikle bir yazım insanıdır. Şiir yazan ve söyleyen kişidir. İlkçağlardan günümüze kadar toplumun ileri gelenlerinden, bilici ve sözcü olduğu için toplumun kutsadığı, toplumun ortak duygu ve duyarlıklarının kaynağı olarak görülen ilerici ve dönüştürücü bir kişidir. Ortak duyarlıklar ve değerler toplumdan topluma değişeceği için şairlere evrensel özel değerler yüklemek doğru olmayabilir. Yine de şair kendi toplumunda düşünen, güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen bir kişi olarak kabul ve saygı görmüştür.

Şairin toplumdaki işlevi ilkel çağlarda daha keskin çizgilerle belirlenmiş iken günümüzde belirli bir şair rolünden söz etmek daha zordur. Bunun nedeni düşüncenin ve sözün yerini alan yeni değerlerdir diyebiliriz.

Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayan bir kişidir ya da olmalıdır. İzlenimlerini halka aktarırken diğer sanatçılar kadar rahat değildir çünkü ne günlük konuşma dilini kullanabilir ne de düzyazı tekdüzeliğini. Şairin dili diğer tüm yazın türlerinin dilinden üstün ve zahmet vericidir.

Şiir ve dil bilinci


Şiir dili gündelik dilden birçok özelliğiyle ayrıldığı için dil merkezli her türlü yaklaşımın odağında yer almıştır. Sessel ve semantik (anlamsal) düzeylerde konuşma dilinden ayrılır. Şiir olmayan metine anlamı yazarı tarafından yüklenirken şiir kendi anlamını kendi üretir. Şiirde anlamda çok okurun anlamlamasından söz edebiliriz. Roman Jakobson'a göre şiir dilin güzel duyusal işlevindedir.

Şiir dilinin kendine özgü yapısı konuşma dilinden sapmalarla, öne çıkartma ve düzenliliklerle sağlanmaktadır. Gündelik dilden sessel, sözcüksel, sözdizimsel, anlamsal her türlü sapma ile yineleme (uyaklar ve sözcük yinelemeleri) ve koşutluklar şiir dilinin öne çıkartılan özellikleridir. Ancak bu özelliklerin şiirin derin yapısında bir bağlılaşık bulma şartı vardır. Yani yapılan bir öne çıkartma anlama bir etkide bulunmuyorsa sadece yüzeyseldir ve şiirsel bir işlevi yoktur. Bazı sözcük ve dilbilgisi oyunları sadece moda olduğu için kullanıldığında şiire yarardan çok zarar verirler.

Şiiri düzyazıdan ayıran dilsel özelliklerden en önemlisi anlamın düzyazıda çizgisel olması, şiirde ise çizgisel olmayıp dolaylı olmasıdır. Düzyazıda yani şiir olmayan bir metinde anlam hazır olarak vardır ve gösteren-gösterilen ilişkisi açıktır. Şiirde ise gösteren için birden fazla gösterilen olabilir ve her okur farklı gösterileni anlam olarak algılayabilir. Yani belli ve tek bir anlamın varlığından söz etmek zordur.


Şiirin teknik sorunları


a) Şiirde İmge
İmge, şiirde anlama ulaşma yolunu daha etkili ve canlı hale getiren, anlamla başka şeyler arasında ilinti kuran bir zihinde canlandırma biçimidir. Bir bakıma bir hayal yaratmadır. Hayal söz konusu olduğu için seçilen şeyler dünyada varolan bildik cisimler ya da olaylar olmak zorundadır. Şiirin de kullandığı asıl madde insan yaşantısı olduğu için bu yaşantıyı şiirleştirmek işi imgeye düşer. O zaman şair kullandığı sözcüklerle algıların zihindeki bazı resimlerle eşleşmesini sağlar. Bunu başarabilen bir imgeye de biz iyi imge diyebiliriz.

İmgenin şiirde nasıl ve ne kadar kullanılması gerektiği tartışma nedeni olmuştur. Örneğin Garip akımına karşı bir tepki olarak gelişen İkinci Yeni direkt olarak anlatılan günlük yaşantının yerine imgeyi koymuşlardır. İmge bir bakıma anlam yolculuğunun bizde bıraktığı güzel manzaradır.

b) Şiirde Uyak ve Ses
Ne tür şiir yazılırsa yazılsın ses ve uyak şiirin vazgeçilmez öğelerindendir. Günümüz şiirinde halk ve divan şiiri örneklerinde olduğu gibi sistemli bir uyak kullanılmasa da şiire serpiştirilen ve düzenli olmayan ses benzeşmeleri şiiri canlı tutmanın gereğidir. Şiirde kullanılan redif, zengin uyak, tam uyak ve yarım uyak ile içses uyumu şiirin daha kolay akılda kalmasını, akıcılığı sağlar ve bazen verilmek istenen duyguyu yansıtır.

c) Şiirde Anlam
Yıllardır tartışılan bir konudur: Şiirde anlam olmak zorunda mıdır? Ülkemizde bu tartışmayı başlatan İkinci Yeni şiir akımıdır. Şiirin ses, sözcük ve biçem kaygısını anlamın önüne koyan İkinci Yeni'ye şiir çevrelerinden tepkiler gelmiştir. Anlamın rastlantısal olduğu iddiası da yine İkinci Yeni kaynaklıdır.

Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, şiir dilinin özelliklerinden biri şiirde anlamın çizgisel değil dolaylı olmasıdır. Şiirsel bir metnin çok anlamlılığı okurun onu anlamlamasından kaynaklanır. Şiirde, şiir olmayan metinlerin tersine, anlam şair tarafından hazır verilmez ve anlama ulaşma okurdan beklenir. Öyleyse şiir okuma her türlü okumanın üzerindedir ve okurun işbirliğini gerektirir. Bir metne sonsuz sayıda okuma yapılabileceğine göre "şiirde anlam sonsuzdur" gibi bir yargıya da ulaşabiliriz.

d) Şiir ve Toplum
Şiir toplumun sorularını dile getiren bir araç mıdır? Şair bu sorunlar ne derece duyarlı olmalıdır? Şiir ve ideoloji arasındaki ilişki nedir?
Bu sorular günümüzde dahi sıcaklığını koruyan tartışma konularıdır. Şiirin yaşamı yansıtması gerektiği (mimesis) görüşü Gerçekçiliğin temelini oluşturmuş, gerçekliği sorgulamak ve eleştirmek ise Toplumcu Gerçekçilik ile gündeme gelmiştir. Toplumcu gerçekçi tavır edebiyatın sosyalist değerler üzerinde yükselmesi, yapıtlarda halkın sorunlarının dile getirilmesi, sosyalizmin yüceltilmesi gerekliliğini savunur. Kişilerin iç dünyasını yansıtan, bireyciliği öne çıkaran ve burjuva yaşam tarzını yansıtan yapıtlara karşı çıkar. Sanat sadece Marksist etik ve estetik ölçütleriyle değerlendirilir. Sanat sanat için değil, toplum içindir. Şiir de bu yaklaşım içerisinde önemli bir işleve sahiptir. Coşturucudur ve yönlendiricidir.

Bugün şiir dergilerini karıştırdığınızda bu konudaki tartışmalara tanık olabilirsiniz. Artık şiirle devrim yapılamayacağını herkes bilmektedir. Şiire ve şaire ağır görevler yüklemek yanlıştır; çünkü toplumsal olaylara duyarlı davranmak sadece şairlerin değil herkesin görevidir. Şair, bir aydın olarak ne zaman halkın yanında olacağını bilir ve ona göre tavır gösterir. Onun tavrı da topluma bir bakış açısı kazandırması bakımından gereklidir.

e) Şiir ve Çeviri
"Şiir öyle ayrı bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez; hatta yazılmış göründüğü dile bile." diyor Jean Cocteau. Şiiri başka dillere çevirmenin doğru olup olmadığı tartışılan önemli konulardan biridir. Anlamlamanın okur merkezli olması, bir dildeki ses ve biçemin diğer dilde yakalanmasının çok zor olması, dillerin sözcüklerinin her zaman birbirini karşılayamıyor olması şiir çevirisini zorlaştıran etkenlerdir. Ancak şiirin çevrilememesi durumunda da farklı ülkelerden şairleri tanımak ve okumak olanaksız bir duruma gelmektedir. O zaman şiir çevirisinde çeviren kişinin elinden gelenin en iyisini yapması ve şiirin havasını en yüksek düzeyde koruması gerekmektedir. Ancak bu çeviri, ne kadar başarılı olursa olsun, çevirmenin anlamlaması ev yeniden yaratması etkisinde olacaktır. Bu yüzden, bazı şiirlerin altında "çeviren" ifadesi yerine "Türkçe söyleyen" ya da "yeniden söyleyen" ifadelerine rastlarız. Şiirleri kadar çevirileri ile ünlenmiş şairler de vardır. Onlar kendi şiirlerindeki yaratıcılığı yeniden yaratma işlemine başarıyla taşıyabilmişlerdir.

Şiir üzerine sözler


  • *İçinizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız. (Shelley)
  • *Şairin kullandığı sözcüklerde insanlar için çeşitli anlamlar vardır; herkes beğendiğini seçer. (Tagore)
  • *Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır. (Baudelaire)
  • *Şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir. (Aragon)
  • *Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü. (Cocteau)
  • *Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir. Şiir, insanı insana yaklaştıran şeydir. (Sait Faik)
  • *Şiirin konuları hiç eksik olmayacaktır; çünkü dünya o kadar büyük, o kadar zengin, yaşam o kadar değişik manzaralı ki... Hiçbir gerçek konu yoktur ki şair onu gereği gibi işlemesini bildiği andan itibaren şiirden yoksun olsun. (Goethe)
  • *Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir. (Valéry)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 25 Nisan 2017 11:10
maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #3
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  atila ilhan.jpg
Gösterim: 1835
Boyut:  208.7 KB
Şiir anlayışı anlatmaz. Tarifi olmadığı için şiir anlatılmaz da ondan…
Yaşadığımı şiirlerimde en yoğun yönleriyle, en kesin sandığım biçimlerde, en kısa olduğuna inandığım ölçülerle verdim, veriyorum vereceğim.
Sanki asılacakmışım… Ölecekmişim… Son sözü söyle demişler gibicesine… Ben hep böyle yazmaya çalıştım, irili ufaklı, ne yazdımsa…

__ En çok hangi kitabınızı hangi şiirinizi seversiniz? diye sormuyorlar mı!?

En çok hangi asılışımı sevdiğimi söyleyemem ki… Açıkçası; bütün asılışlarımı, ölümlerimi seviyorum demek geliyor içimden…


Özdemir Asaf

Şiir nedir? diye sorarlar. Şiir göklerde ucan nazenin bir balon değil; o balon çoktan patladı. Benim için şiir akil ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yalnız yüzde 10 u bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin islemeyen yüzde 90 ını harekete geçirmektir.


Şiir, yasamı çekip çeviren bir ilke.Şiir bir terlemedir. Güneş sözlerle ve böyle eriyip gider. Dünya gibi tıpkı; döndükçe terleye terleye. Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan azgınlıktır. O kadar çok sevmek ve azmak lazımdır ki ask için, hiç bir boğa seni tutamasın, hiç bir
toreador sana kırmızı sal göstermesin. Evet, aşk, kendine mahsus bir boğa güresidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir
.

Can Yücel

Matematiksel Felsefe Işığında Şiire Farklı Bir Açı


I.
Şiirin dili matematikseldir.
Matematiksel düşünce ışığında şiirin evrensel değeri vardır. Şiir zaman ve ötesi unsurlar taşıdığı ölçüde şiir olur.
İmge çözümün bir aksiyoma tik unsurudur belki basit bir ayrıntısı.Esas olan şiire giden en kısa yoldur.(Şiirin ekonomisinden pek anlamam)
Herkesin, kavrayacağı, dünyayı anlama ve dönüştürme çabasında,dilini geliştireceği unsurlar taşımalıdır(ayaklanacağını ;z kesin)
Şiirimizin durumunu incelediğimizde dönemsel olarak ortaya konulan mani festik anlayışların,geçici birer duygu ve olgular taşıdığıdır. Hiç bir manifesto ve türevcikleri matematiksel gerçeklik oluşturamaz. Doğanın ve insanın tabiatına aykırı olur PEŞİNDE KOŞMAK. Demek ki şiirde anlayış geliştirmek küçük topluluklarla kurulamıyor.Her bir bireyin şiirsel özü vardır.(Bir takım şairlerin tekelinde mi yoksa)
Biraz daha detaylandırırsak; Şiire emek veren tüm şairler içten ve kutsidir. Ancak dönemsel baktığımızda şiirleri günümüze yansımış, hafızalara kazınmış şiirlerin ve şairlerin hiç mi matematiksel bir değerlendirilmesi yapılmıyor.Hangi şiir badireleri atlatıp yumuşak bir tını olarak hala yüreğimizde yaşıyor.
Ayrı ayrı dönemleri değerlendirirsek şiirlerinin hala ezberinde toplumun.

a)Yunus,Pir Sultan,Karacaoğlan….
b)Fuzuli,Baki,Nedim….
c)Neyzen Tevfik,Nazım Hikmet,Orhan Veli,Necip Fazıl…
d)Ahmet Arif,…

II.
Şiirin ölçüsü matematikseldir.
Görsel,işitsel ve imgesel bütünlük ancak matematiksel varyasyonların bütünlüğünde aranır.Matematiksel gerçeklik bu dünyaya ait olduğu kadar zaman ötesidir,uzamı şiir.
Matematiksel öğe ve bütünlük taşımayan imge yığınları martıların intihar ettiği çöplüklerdir.(Ne diyordu emre Kalp şiir mi).Nedense son dönem liberasyonu açlığa itmiştir şairi.

III.
Şiirin sesi matematikseldir.
…..yeryüzü ayaklanıyordu şiirin nesnel gerçekliğinde. Şiir doğanın uyanışına anarşist bir ruh katmıştı,tıpkı asal sayıların düşündeki devrim….(Evolation da diyebilir kimileri)

IV.
Şiirin kurgusu matematikseldir.
Matematiksel algılama süreci zayıf olan şairin,dünyayı değiştirme ve dönüştürme çabası olamaz.

V.
Hayat matematiktir
Son düzenleyen perlina; 23 Şubat 2017 13:47
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
23 Eylül 2007       Mesaj #4
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
şiir mevzun ve mukaffalı söz derler di tanzimatçı namık kemal şimdi ise serbest şiir etkisiyle şiirde biçimi ifade eden vezin ve kafiye önemsenmemektedir.buraya kadarki kısım şiirin teorisidir ama şiir soyut lolduğu için herkes istediği tanımı yapmış çünkü şiiri akılla tanımlamak güç ancak eğilimler akımlarla olurki o da çağdan çağa değişir. n.kemalin tanımı değiştiği gibi..
yimake - avatarı
yimake
Ziyaretçi
4 Mart 2008       Mesaj #5
yimake - avatarı
Ziyaretçi
Şiir, neredeyse dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir yazın türüdür. Şiiri tanımlamak için binlerce ifade kullanılmışsa da doğru ve değişmeyecek bir tanıma ulaşmak olanaksız gibi görünmektedir.

Ancak, kendine ait bir dil ya da söylem kullanması, müzik ve sesle yakın ilişki içinde bulunması ve estetik bir etkileme gücünün olması herkes tarafından kabul edilebilecek özelliklerdir.

Şiirin ortaya çıkışı, insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesi ile yaşıttır. İnsan günlük konuşma dilinin yanı sıra özellikle değiştirebileceği ya da yansıtabileceğini düşündüğü doğayı etkilemek için bir büyü dili oluşturmuştu. Bu dilin ritmik özellikleri şiir dilinin öncülü olarak algılanabilir. Platon da şiiri tanımlarken "büyülü söz" ifadesini kullanmıştır.

Çağlar boyunca türküler şiirsel metinler olarak sözlü yazın örnekleri olarak yaşamışlardır. Her kültürün günlük dil kadar sık kullandığı türkülerin sosyolojik boyutu yazınsal boyutundan daha önde görülmüştür. İşlerini yaparken türkü söyleyen insanlar bireysel ya da grupsal gereksinimlerinden dolayı farklı türlerde şiir geliştirmişlerdir. Bu gereksinim sonucu ortaya çıkan türler Yunan kültürü etkisi altında gelişmiştir. Bu bağlamda ilk gelişen türler lirik, epik ve dramatik şiirdir. Bunların dışında pastoral, didaktik ve satirik diye adlandırılan türler de şiirde iç farklılaşmanın diğer örnekleridir.

Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak, insan-doğa ilişkisini düzene koymak, sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin. Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir. Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış, yenilikleri tanıtmaya çalışmış, demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur.
Son düzenleyen perlina; 23 Şubat 2017 10:53
SiyahLALE - avatarı
SiyahLALE
Ziyaretçi
29 Ekim 2008       Mesaj #6
SiyahLALE - avatarı
Ziyaretçi

Şiir


isim, edebiyat Arapça
1 . Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk:
"Halk şiirinden, divan şiirinden değil, şiir mefhumundan, sadece şiirden bahsedeceğim."- N. Ataç.
2 . mecaz Düş gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey:
"Burada herkes kendi gönlünden olduğu kadar bu tabiatın içinden gelen bir şiiri dinler."- A. Ş. Hisar.
Atasözü, deyim ve birleşik fiiller
Şiir gibi, Şiir düzmek

Birleşik Sözler
şiir dinletisi, şiir defteri, mensur şiir, lirik şiir, şiir kitabı, saz şiiri

Son düzenleyen perlina; 23 Şubat 2017 15:01
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
15 Kasım 2008       Mesaj #7
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

1- Şiirde Ahenk Öğeleri

Alıntıdaki Ek 62114

Şiirdeki ahenk unsurlarından biri de rediftir. Redifin ne olduğunu, redif ile kafiye arasındaki farkları daha önce vurgulamıştık. Redifleri kafiye zannederek şiir yazanları eleştirip onları acemilikle suçlamıştık.

Edebiyatımızda redifi ahenk öğesi olarak kabul etmeyen, rediflerden olabildiğince kaçınan şairler de olmuştur. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar böyle bir anlayışa sahiptir. Ona göre rediften yararlanmak zayıf şairlerin işidir, kulağa hoş gelecek kafiye bulamayanların başvurduğu bir yoldur. Fakat gelmiş geçmiş şairlerimizin yüzde doksan dokuz diyebileceğimiz ezici çoğunluğu redifi benimsemiş, ahenk öğesi olarak kullanmayı bilmişlerdir.

Redif tek harften oluşacağı gibi dizelerin hemen hemen tümü rediften ibaret de olabilir. Köroğlu'dan aldığım "Bizim yaylanın uşağı / Belinde Aydın kuşağı" dizelerinin sonundaki "-ı" ekleri tek sesten ibaret rediftir. Nedim'den aldığım aşağıdaki dizelerde kafiyeler, redifin baskısıyla ezilmiş, ikinci plana itilmiştir:

Safa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim
Vefa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim

Bu beyitte "safa ve vefa" sözcüklerindeki "fa" hecesi kafiye, diğer sözcükler rediftir.

Biz dünyaya veda ettik
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun

Yukarıdaki dörtlük Yunus Emre'ye aittir. Dörtlüğün 1. ve 3. dizelerinde kafiye yoktur; 2. ve 4. dizelerde ise "kal- ve kıl- fiil köklerindeki 'l' ünsüzü yarım kafiye -anlara selam olsun" ek ve sözcükleri rediftir. Bu dörtlüğe ahenk katan öğe hiç şüphesiz ki bu güzel rediflerdir.

Gül yüzünde göreli zülf-i semensay gönül
Vay gönül vay bu gönül vay gönül eyvay gönül

Divan edebiyatı şairlerinden birine ait yukarıdaki dizelere "gönül" redifinin kattığı ahengi ve güzelliği anlatmaya gerek yok sanırım.

O gül endam bir al şale bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün
Bu beyitteki redifler de ustaca bulunmuş, şiire ahenk katan öğelerden biri haline gelmiştir.

Halk şairleri kafiye konusunda daima rahat olmuşlardır. Öyle ki Divan şairleri asla yarım kafiye kullanmamışlar, kafiyelerinin en az iki sesten oluşmasına dikkat etmişlerdir. Halk şairleri ise tek sesten ibaret kafiyelerle yetinmişlerdir. Hatta en usta Halk şairleri bile bazı dörtlüklerinde kafiye kullanmamış, rediflerle yetinmiştir. Mesela Karacaoğlan'dan aldığım aşağıdaki dörtlük böyledir:

Aradılar bir tenhada buldular
Yaslandılar şivgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim ala dağlı kar iken

Bu dörtlükte kullanılan "buldular, kırdılar, verdiler" sözcüklerindeki "-dular, -dılar, -diler" ekleri rediftir; "bul-, kır-, ver-" köklerindeki "r" yarım kafiyedir ama ilkdizedeki fiil kökünde kafiye yoktur. Yine Karacaoğlan meşhur bir semaisinden bir dörtlük:

Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi

Bu dörtlüğün 2. ve 4. dizelerinde kullanılan "göz ve kaş" isim kökleri kafiyeli değildir. "-lerin kara değil mi" ek ve sözcükleri rediftir. Kısaca bu dörtlükte kafiye yoktur, şiire ahenk katan öğe rediflerdir. Bu şiir ve şairi için "Kafiye kullanmamış, redifleri kafiye gibi kullanmış; kötü şiir, kötü şair." demek mümkün müdür?

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Ustaca kullanılmış redifler şiire en az ölçü ve kafiye kadar ahenk katar.

2- robotun konuşmasında vurgu ve ahenk olmadığı için akıcılık yönünden tutuk kalır.
3-kafiyeli ve ses ahengi şiiri kolay ezberlenebilir kılar
4-çünkü tören geçitlerinde belli bir düzen,uyum ve ahenk söz konusudur

********************************

2-ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTM)
Ahenk:
Ahenk kelimesi uyum anlamına gelmektedir. Edebiyatta ise kelimelerin birbiriyle ses ve anlam bakımından etkileyici bir bütün olması anlamındadır.
Şiirde ahenk; ustaca kullanılan ses akışı, söyleyiş, ritm, ölçü ve her türlü ses benzerliğiyle sağlanır. Şiirde ahengi sağlamak için ölçü, uyak, vurgu, tonlama gibi değişik unsurlar kullanılır.
Şiirde ahengi sağlayan unsurları şöyle sıralayabiliriz:

1) Vurgu: Bir kelimede hecelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı, daha kuvvetli söylenmesidir. Vurgu hem kelimenin anlamını güçlendiren hem de şiiri ahenkli kılan bir unsurdur. Vurgulama ve tonlama şiirin ahengini ve etki gücünü bir kat daha artırır.
Ör:
Gök sa toprak sarı, çıplak ağaçlar sa
Arkada zincirlenen Toros Dağları

2) Tonlama: Anlatılmak istenen duygu veya düşüncenin daha etkili ifade edilebilmesi için ses tonunu değiştirerek okumaya tonlama denir. Böylece acıma, üzüntü, özlem, hayranlık, sevgi gibi duygular belirginlik kazanır.
Ör:
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan,
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
İşte ritim, ortak ölçü ve mısra sonlarındaki ses benzerlikleri ile oluşturulan bir müzikalitedir.
Şiirdeki ahenk öğeleri iç içedir. Tema, dil, söyleyiş ve ses ahengi oluşturur. Bundan başka vezin, kafiye, redif, iç kafiye, aliterasyon ve asonans ses benzerlikleri de söyleyişe şiirsellik katan öğeler durumundadır.

3) Ölçü: Ahengi sağlamak şiire belli bir düzen vermek için şiirlerde çeşitli ölçüler kullanılır. Türk edebiyatında hece ve aruz ölçüsü olmak üzere iki çeşit ölçü kullanılmıştır.

a) Hece ölçüsü: Şiirdeki tüm dizelerin hecelerinin sayısının eşit olması esasına dayanır.
* Hece ölçüsü Türklerin bulduğu bir ölçüdür.
* Bilinen en eski Türk şiirlerinde de bu ölçü kullanılmıştır.
* 7’li, 8’li, 11’li hece ölçüsü kalıpları en çok kullanılan kalıplardır.
Durak: Ölçü kalıpları içerisindeki durma yeridir. Hece ölçüsünde duraklar sözcükleri bölmez.

b) Aruz ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin açıklık kapalılık esasına bağlı olan bir ölçü sistemidir. Sonu ünlü ile biten heceler ‘’açık’’, sonu ünsüzle biten heceler de ‘’kapalı’’ hece olarak adlandırılır. Ayrıca uzun ünlülü heceler ile dize sonundaki heceler daima kapalı kabul edilir.

* Aruz ölçüsünde duraklar sözcükleri bölebilir.

O be nim mil / le ti min yıl / dı zı dır par / la ya cak
. . - - . . - - . . - - . . -
Fe i la tün Fe i la tün Fe i la tün Fe i tün

*Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir.Ulama kapalı heceyi açık yapar.

c) Serbest Ölçü: Herhangi bir sisteme bağlı olmayan ölçüdür.19.yüzyıl sonlarından itibaren edebiyatımıza girmiştir.

4) Uyak (Kafiye) ve Redif:

Uyak: Dize sonlarında bulunan ve görevleri farklı olan ses veya ek benzerlikleridir.
Redif: Mısra sonlarında bulunan aynı görevdeki ses, ek ve kelime tekrarlarıdır.

Her yalana kanmışım kafiye:’’an’’
Her söze inanmışım redif: ‘’mışım’’
Ben artık sevgiden de
Bıkmışım, usanmışım

Uyak Çeşitleri

a)Yarım Uyak: Sadece bir ünsüzün benzeşmesiyle oluşan kafiyeye yarım uyak denir.

Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun

b)Tam Uyak:Biri ünlü biri ünsüz olmak üzere iki sesin benzerliğiyle oluşan uyağa tam uyak denir.

Ben gideyim yol gitsin,ben gideyim yol gitsin;

İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler
Tak,tak ayak sesimi aç köpekler işitsin
Yolumda bir tak olsun zulmetten taş kemerler

c)Zengin Uyak: En az üç sesin benzerliğiyle oluşan uyağa zengin uyak denir.
Bir idamlık Ali vardı,asıl
Kaydını düştüler,mühür basıl
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.

d)Cinaslı Uyak:Aynı seslerden oluşan ;fakat farklı anlamları karşılayan kelimelerle yapılan uyağa cinaslı uyak denir. Cinas bir kelimenin tekrarı değildir. Aynı kelimenin aynı anlamla tekrar etmesine redif denir.

Ör: ‘’Kalem böyle çalınmıştır yazıma
Yazım kışa uymaz kışım yazıma’’

Bu beyitteki ‘’yazıma’’ sözcüklerinin yazımı aynıdır; ancak birinci dizede kaderime anlamında ikinci dizede ise yaz mevsimi anlamında kullanıldığından cinaslı uyaktır.

NOT:Yazımları ve anlamları aynı olan iki sözcük redif;yazımları aynı ancak anlamları farklı olan iki sözcük cinaslı kafiye oluşturur.

NOT: Uzun okunan ünlüler iki ses değerinde kabul edilir.

Uyak Düzeni(Şeması) ve Çeşitleri

Şiirler uyaklanış bakımından üçe ayrılır.

a) Düz uyak:Uyaklı kelimeler aaxa veya aaab şeklinde sıralanmışsa buna düz uyak denir.

Hiç anılmaz olmuş atalar adı
Beşikte bırakmış ana evladı
Kırılmış yetimin kolu kanadı
Zulüm pençesinden aman kalmamış

b) Çapraz uyak: Uyaklı kelimeler abab şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.

Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında
Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum
Yolumun karanlığa saplanan noktasında
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum
Necip Fazıl Kısakürek

c) Sarma uyak: Uyaklı kelimeler abba şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.

En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü
Titrek elleriyle gererken yayı
Her yandan bir merak sardı alayı
Ok uçtu,hedefin kalbine düştü

d) Mani tipi uyak: Mani tipindeki şiirlerde kullanılan uyak türüdür. aaxa şeklinde uyaklanır.Tek dörtlük için geçerlidir.

Dağlarda kar kalmadı
Gözlerde fer kalmadı
Daha yazacak idim
Kağıtta yer kalmadı
5) Aliterasyon ve Asonans:

Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünsüzün tekrarlanmasından oluşan ahenge aliterasyon denir.

Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünlünün tekrarlanmasıyla oluşan ahenge asonans denir.

senin kalbiden sürgün oldum ilkin
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği

“ ü harfi ile asonans , s harfi ile aliterasyon yapılmıştır.
Son düzenleyen perlina; 2 Haziran 2017 13:51
Quo vadis?
TUZCUAY - avatarı
TUZCUAY
Ziyaretçi
13 Kasım 2009       Mesaj #8
TUZCUAY - avatarı
Ziyaretçi

ŞİİR BİLGİSİ


Şiir:1
Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır.
Şiir:2
Duygu, düşünce ve hayallerimizin uyumlu, ölçülü, ve sanatlı bir şekilde anlatılmasına şiir denir.

Şair:
Şiir yazan kişiye şair denir.

Dize (Mısra):
Şiirde her bir satıra dize (mısra) denir.

Dörtlük (Kıta):
Dört dizelik kümelere kıta (dörtlük) denir. İki dizeden oluşan kümelere de beyit denir.

Nakarat:
Bir şiirde her kıtadan sonra tekrarlanan dize ya da bölümlere nakarat denir?

Şiir Bilgisi
Ad:  can-yucel.jpg
Gösterim: 1213
Boyut:  116.4 KB

Şiir
Şair
Dize
Dörtlük
Marş
Nakarat

Ölçü
Hece ölçüsü
Aruz ölçüsü
Serbest şiir

Redif
Kafiye

Kafiye türleri
Yarım kafiye
Tam kafiye
Zengin kafiye
Cinaslı kafiye

Kafiye şeması
Düz kafiye
Çapraz kafiye
Sarma kafiye

Şiir türleri
Lirik şiir
Epik şiir
Didaktik şiir
Pastoral
Satirik şiir

Söz sanatları
Kişileştirme
Benzetme
Abartma

ÖLÇÜ (VEZİN):

Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.

Hece Ölçüsü:
Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.

Örnek:
Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11’li hece ölçüsü
Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11
Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11
Koşarsın pencereden pencereye 11

Örnek:
Giderim-/yolum yaya 3+4=7’li hece ölçüsü
Cemâlin-/benzer aya
Eridim-/hayal oldum
Günleri-/saya saya

Aruz Ölçüsü:
Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.

Serbest Ölçü:
Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.

Örnek:
Tabutunuz
Pırıl pırıl çivileri ve talaş kokuyor
Demek taze ölülerdensiniz hemşehrim

Kan akıtılmadan
Kesildi damarlarınızın sıcaklığı
Söyleyin kim yokladı
Bir ateş salmaya içinizi

Şimdi doya doya seyredin gövdenizi
Kalabalıklardan eli mızraklılardan
Otomobillerden nüfus patlamasından
Ve o koca denizlerin kirlenip ağrımasından

REDİF

Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.

Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban.
(Ercişli Emrah)

Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
(F. Nafiz Çamlıbel)

KAFİYE (UYAK)
Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir.

Örnek:
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü?
(M. Akif ERSOY)

KAFİYE ÇEŞİTLERİ
1)Yarım Kafiye:
Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.

Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa)

Örnek-2
İstedim kendimi bu göle at
Elimi uzatıp yavruyu tut

Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni

2)Tam Kafiye:
İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
(Y. Kemal Beyatlı)

Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.
(Y. Kemal Beyatlı)

Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.

3)Zengin Kafiye:
Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk
(F. Nafiz Çamlıbel)

Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere…
(Orhan Seyfi Orhon)

Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi

4)Cinaslı Kafiye:
Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.

Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya

Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken

KAFİYE ŞEMASI
Ad:  özdemir asaf.jpg
Gösterim: 1490
Boyut:  50.7 KB

Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.

1.Düz Kafiye Şeması:

a----------
a----------
a----------
b----------

b---------
b---------
b---------
c---------

c---------
c---------

a---------
a---------
b---------
b--------- olmalı.

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine-------a
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,----a
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti-------b
Bir tatlı intizara çevirmiş sükuneti-------------b

2.Çapraz Kafiye Şeması:
a-------
b-------
a-------
b-------

c-------
d-------
c-------
d------- olmalı.

Hayran olarak bakarsınız da----------a
Hülyanızı fetheder bu hali-------------b
Beş yüz sene sonra karşınızda--------a
İstanbul fethinin hayali--------------- b

3.Sarma Kafiye Şeması:
a---------
b---------
b---------
a---------

c---------
d---------
c---------
d-------- olmalı.

İhtiyar, elini bağrına soktu,------a
Dedi ki: “İstanbul muhasarası---b
Başlarken aldığım gaza yarası---b
İçinden çektiğim bu oktu.-------a

4- Mani Tipi Kafiye Şeması
a-------
a-------
b-------
a-------

Tren gelir öterek----------a
Kömürünü dökerek-------a
Ben anamdan ayrıldım-----b
Gözüm yaşım dökerek-----a

ŞİİR TÜRLERİ
Lirik Şiir
Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir. Okurun duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda “lir” denen sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır.

Örnek-1
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları
( İlhan BERK)

Örnek-2
Kara dutum, çatal karam ,çingenem
Nar tanem , nur tanem , bir tanem,
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın oğulum
Günahımsın vebalimsin .
Dili mercan , dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum,
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum ,çatal karam çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem? (B.RAHMİ EYÜBOĞLU)

Epik Şiir
Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik konuları işlenir. Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Daha çok, uzun olarak söylenir. Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır.

Örnek-1
Durduk , süngü takmış kafir ayakta
Bizde süngü yok
Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden
Dehşetten daha çok
Durduk , süngüsü düşmanın pırıl pırıl ,
Önümüze çıktı bir gündüz,bir gece
Korku değil haşa
Bir büyük düşünce . ( F.Hüsnü DAĞLARCA)

Örnek-2
Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız Kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın,dağlar bizimdir.
Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koçyiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. (DADALOĞLU)

Didaktik Şiir
Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Manzum hikâyeler ve fabllar da bu gruba girer.

Örnek-1
KARGA İLE TİLKİ
Bir dala konmuştu karga cenapları;
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı;
Ona nağme yapmaya başladı:
"Ooooo! Karga cenapları, merhaba!
"Ne kadar güzelsiniz; ne kadar şirinsiniz
"Gözüm kör olsun yalanım varsa
"Tüyleriniz gibiyse sesiniz
"Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın."
Keyfinden aklı başından gitti bay karganın;
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını düşürdü nevâlesini.
Tilki kapıp onu dedi ki: "Efendiciğim,
Size küçük bir ders vereceğim;
Alıklar olmasa iş kalmaz açık gözlere;
Böyle bir ders de değer sanırım bir peynire"
Karga şaşkın, mahcup biraz da geç ama,
Yemin etti gayrı faka basmayacağına. (Çev: Orhan Veli)

Örnek-2
Şunlar ki çoktur malları
Gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek imiş
Anında yoktur yenleri ( Yunus EMRE )

Pastoral Şiir
Doğa şiirlerini, çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir. Doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur.

Örnek-1
Avludan geçtiğini gördü gelinin
Suya gidiyordu öğle güneşinde
Ardında bebesi yalınayak
Geride Karabaş
Tozlu yoldan
Söğütlerin oradaki çeşmeye
Yalağında bulutlar yıkanan çeşmeye
(Oktay RIFAT)

Örnek-2
Gümüş bir dumanla kapandı her yer
Yer ve gök bu akşam yayla dumanı
Sürüler , çeşmeler , sarı çiçekler
Beyaz kar, yeşil çam, yayla dumanı ( Ömer Bedrettin UŞAKLI)

Satirik Şiir
Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi verilir.

Örnek- 1
Elin kapısında karavaş olan
Burnu sümüklü, gözü yaş olan
Bayramdan bayrama traş olan
Berbere gelir de dükkan beğenmez.

Örnek-2
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim

SÖZ SANATLARI
Teşbih (Benzetme) :
Anlatımı güçlendirmek amacıyla,aralarında ortak nitelik bulunan iki varlık ya da kavramdan, ortak nitelik yönünden güçlü olandan zayıf olana benzetilmesidir.

Benzetmenin dört öğesi vardır :
1. Benzeyen ( B ) : Özellikçe zayıf olan
2. Kendisine Benzetilen ( KB ) : Özellikçe güçlü olan
3. Benzetme Yönü ( BY ) : Aktarılan özellik
4. Benzetme Edatı ( BE ) : gibi,kadar,sanki...
Bunlardan ilk ikisi benzetmenin asıl öğeleridir.
Benzetme yönü ve benzetme edatı yardımcı öğelerdir.Yardımcı öğeler kullanılmadan da benzetme gerçekleştirilebilir.

Örnekler
Cennet /gibi / güzel / vatan = KB /BE /BY /B
Bir benzetmede bu dört öğe her zaman bir arada bulunmayabilir.
Cennet vatan = KB B

Teyzem melek gibi iyiydi.
Babam aslan kadar güçlüydü.
Yılan gibi kıvrılan yollar.

Teşhis (Kişileştirme)
İnsana ait özelliklerin insan dışı varlıklara mal edilmesiyle gerçekleştirilen edebi sanattır.

Örnekler
Besbelli her saat artar kederi
Belki de yüreği yara dağların.

İnsana ait 'yüreği yaralı' ve 'kederli' olmak dağlara verilmiştir.

*Bir yağmur başlar ya inceden ince
Bak o zaman topraktaki sevince.
'sevinmek' özelliği toprağa verilmiştir.

*Renkler başkalaştı gün ortasında
Koyu bir karanlık öptü denizi.
'öpmek' özelliği karanlığa mal edilmiştir.

* "Bir bulut gezer yayla yayla Anadolu'yu
Bir baştan başa selâm götürür.
'selâm götürmek' özelliği buluta verilmiştir.

* Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik
İşte yakalandık,kelepçelendik.
Şair,kendisine dik dik baktıklarını söyleyerek 'aynaları' kişileştirmiştir.

Mübalağa (Abartma) :
Bir özelliğin ya da durumun olduğundan daha çok gösterilmesidir.
Abartmanın oluşması için, söz konusu özelliğin, mantığın sınırlarını zorlayacak biçimde büyütülmesi gerekir. Böylece mecaz da oluşur.

Örnekler
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer"

Bu dizelerde "atalarının gökten inerek, şehit olan askerlerin alnını öpmesi " istenmektedir. Şair bunun gerçekleşmesinin olanaksız ol duğunu bildiği halde sözün etkisini artırmak için abartmaya gitmiştir.

Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat Arş'a kanatlandık o hızla
Akıncıların atları öyle hızlı koşmaktadır ki hızlarını alamazlar ve binicileriyle yerden yedi kat Arş'a yükselirler.Burada olmayacak bir durumun anlatımı vardır.
Son düzenleyen perlina; 23 Şubat 2017 12:35
HANDSOME - avatarı
HANDSOME
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
21 Ocak 2012       Mesaj #9
HANDSOME - avatarı
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
Ad:  Beklenen Necip Fazıl Kısakürek.jpg
Gösterim: 1108
Boyut:  96.7 KB

1 ANLA:


Öncelikle okuduğun şiirdeki her kelimeyi ve şiirin bütününü tereddütsüz bir şekilde anlamalısın Bütünü itibariyle neyi anlattığını anlamadığın veya içinde anlamadığın kelime ve kavramlar olan bir şiiri okurken o şiir ile tam olarak bütünleşemezsin Bu durum ise sen farkında olmadan dinleyici üzerindeki tesirini zayıflatır.

2 EZBERLE:


Kâğıda bakarak okunan şey (sen ne kadar gayret etsen de) şiir olmaktan çıkar Çünkü bir şiiri kâğıda bakarak okuduğun zaman dinleyici üzerinde etkili olabilmek için yapman gereken ve bazılarını aşağıda sıralayacağım birçok zarureti yerine getiremez hale girersin Onun için dinleyici üzerinde etkili olması istenen şiir mutlaka ezberden okunmalıdır.

3 TEKRARLA:


Toplum önünde ezberden okuman gereken şiirin ezber işini tamamlamış olsan bile onu sık sık ezberinde tekrarla Bu mutlaka sesli bir şekilde olmak zorunda değil Bir dinlenme anında yatakta hatta topluluk içerisinde yalnız kaldığın zamanlarda bile bu iş zihin yoluyla yapılabilir (çünkü ben bunu hep yaparım) Bu tekrarlarla artık o şiirin kelimeleri senin ağzına otomatik olarak gelsin ki ayrıca bir düşünme ve hatırlama gayretine gerek kalmasın Böylelikle sen dinleyici üzerinde tesirli olabilmek için yapman gereken diğer işlere daha fazla dikkat edebilirsin.


4 İNAN-İNANDIR:


Önce okuyacağın şiirde söylenenlere kendin inan ve içinde inanmadığın şeyler söylenen şiiri asla okuma Okusan da bunun dinleyici üzerinde tam bir etki yaratmayacağını bil Sonra bu inancını dinleyiciye aktarmak yani onu da buna inandırmak zorunda olduğunu unutma Unutma ki şiir insanoğlunun en güçlü anlatım yoludur ve bu yol ile ulaşılan anlatım gücünün ikna edemeyeceği insan yoktur.

5 ACELE ETME:


Şiirini yapabildiğin en yavaş hız temposuyla oku Asla aceleye getirme Dinleyicinin ondaki anlamı duyguyu ritmi ve senin okumandaki güzelliği hazmetmesine imkân ver Unutma her insanın algılama gücü aynı düzeyde değildir Sen okuma hızını en alt algılama düzeyindeki insanın söylediğin her şeyi tam olarak anlayacağı bir seviyede tut Bırak daha hızlı anlayanlar da bunun tadını çıkarsınlar.


6 RAHAT OL:


Sen şiir okurken dinleyici sana tabidir Bunun keyfini yaşa Rahat ol Şiir okumak üzere öne çıktığın ortamda artık herkes ve her şey sana tabidir Yani kontrol sendedir ve bu konuda hiç kimsenin yapabileceği hiçbir şey yoktur Şiir okurken ne kadar rahat olursan dinleyiciyi etkilemek için yapman gereken diğer işlerde de o kadar başarılı olursun.

7 SES TONUNU AYARLA:


Öncelikle her şiirin bütünü itibariyle kendine ait/kendine uygun bir ses tonu vardır Bir kahramanlık şiirini okuduğun ses tonuyla bir aşk veya tabiat şiiri okuyamazsın Onun için şiirin bütünü itibariyle ses tonun konuyla uyumlu olmalı Ayrıca aynı şiirin içerisinde de söylenen şeylerdeki anlam farklılıklarına göre bazı ses tonu ayarlamaları gerekebilir Bu ayarlamalar dinleyicinin dikkatini tazelemesine vesile olur.

8 KELİMELERİ DOĞRU TELAFFUZ ET:


Şiirdeki her kelimeyi ve özellikle yazılışı birbirine benzeyen kelimeleri oradaki anlamına uygun bir şekilde telaffuz etmelisin Mesela "Gün akşam oldu hâlâ gelmedi" mısrasının "hâlâ" kelimesindeki iki "a" harfini olması gerektiği gibi ince ve uzun değil de kalın ve kısa bir sesle telaffuz edersen belki sadece senin merak etmen gereken bir konuda "enişte"yi de (yani hala’nın kocasını da) meraka salmış olursun!


9 BEDEN DİLİNİ KULLAN:


Okuduğun şiirin seyrindeki anlama göre bazı yerlerde yüzünün alacağı bir şekil veya vücudunun bütünüyle yapacağın bir hareket yahut sadece bir el hareketi söylediğin şeyin anlamını daha da güçlendirebilir Şiirin bu türden jest ve mimiklerle desteklenmesi gereken yerlerini önceden belirle ve o bölümleri gereken hareket davranış ve haller ile güçlendirmeyi ihmal etme.


10 DİNLEYİCİYİ GÖZLE:


Dinleyicinin yüz ve beden ifadelerine dikkat et Dinleyicinin senden aldığı bir tesir ve bu tesirin oluşturduğu bir enerji vardır O enerji ise aslında sana ait ve senin yarattığın senin verdiğin bir enerjidir Öyleyse salonda bu enerjiyi almış ve taşımakta olan dinleyicileri iyi gözlemle Onlarla göz teması kurarak o enerjiden beslen Bazı dinleyicilerin duygu katsayısı yüksektir ve onlar bu duygu halini oturdukları yerde seninle birlikte yaşar ve bunu her halleriyle belli ederler Onlara daha fazla hitap ederek dinleyiciden alacağın enerjiyi azamiye çıkarma konusunda kendine küçük bir torpil yapmanın hiçbir mahzuru yoktur.

11 NOKTALAMA İŞARETLERİNİN GEREĞİNİ YAP:


Şairler genellikle imlâdan noktalama işaretlerinden daha çok kelimelerin ruhu ile alakalıdırlar Onlar için en doğru kelimeyi kavramı tanımlamayı veya tasviri en doğru yerde ve en çarpıcı şekilde en güzel söz uyumu ile söylemek noktalar ve virgüllerden daha önemlidir Dolayısıyla eğer şair şiirinin bir yerinde (nokta virgül ünlem üç nokta vb) herhangi bir noktalama işareti kullanmışa bunun bir anlamı ve amacı var demektir Şaire saygı duy ve o noktalama işaretinin gereğini yap Şairin o noktada yaratmak istediği duyguyu dinleyiciye aktarmada daha yüksek bir başarı elde edeceksin.

12 ŞİİRDEKİ BESTELENMEMİŞ MÜZİĞİ İCRA ET:


Her şiirin ve özellikle de iyi şiirin mutlaka kendine has bir ritmi ve müziği vardır Şiirin onu düz yazıdan farklı kılan (ve hesaba-kitaba gelmeyen bir kalıba konulamayan) en önemli özelliği budur Şiiri okurken işte o ritmi ve müziği yakalamalı ve icra etmelisin Dinleyicinin "şiir dinlemekte olduğu" duygusu senin sesinden yansıyan bu ritim ve müzik ile zirveye çıkar.

Son düzenleyen perlina; 23 Şubat 2017 12:50
Adam Olmak; Cinsiyet Meselesi DeğiL.! Şahsiyet Meselesidir!..
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
9 Eylül 2012       Mesaj #10
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Şiir

Ad:  nazım hikmet.jpg
Gösterim: 2139
Boyut:  65.9 KB

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Dünyanın İlk Aşk Şiiri
Damadım, kalbimin sevgilisi.
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.
Aslan, kalbimin kıymetlisi
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.
Yatak odasında bal doludur.
Güzelliğinle zevklenelim.
Aslan seni okşayayım.
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.
Damadım benden zevk aldın.
Annem söyle sana güzel şeyler verecektir.
Babam, sana hediyeler verecektir.
Sen beni sevdiğin için.
Lütfet bana okşayışlarını.
Benim Tanrım, benim koruyucum.
Tanrı Ellil’in kalbini memnun eden Şusin’im.
Lütfet bana okşayışlarını…
En eski edebiyat türüdür. Değişik sanat anlayışlarına bağlı olarak çeşitli tanımları yapılmış, şiirin tanımlanamayacağı da öne sürülmüştür. Yine de genelde, şiirin ritme ve imgeye dayanan, kendine özgü dili ve söyleyiş özelliğiyle estetik etkilenmeler yaratıcı bir söz sanatı olduğunda birleşilmektedir. Türkçede şiir karşılığı koşuk, yır, özün gibi sözcükler önerilmişse de hiçbiri yaygınlaşamamıştır. Bugün koşuk, nazım karşılığı kullanılmaktadır. Ayrıca nazımla şiiri birbirine karıştırmamak gerekir. Birincisi yalnızca bir anlatım yoludur. Geçmişte şiirin uyak, ölçü, nazım biçimleri gibi biçimsel özelliklerden ayrı düşünülmeyişi şiirle nazmın eşanlamlı sayılmasına yol açmış, giderek şiir "mevzun ve mukaffa (ölçülü ve uyaklı) bir söz sanatı" olarak tanımlanmıştır. Günümüzde bu anlayış aşılmıştır. Araştırmacılar edebiyatın şiirle başladığında birleşmektedirler. Buna göre ilk şiirler müzik ve dansla iç içedir.

İlkel duaların sesçil ve ritimli, eğretileme ve ses yinelemelerinden yararlanan bir yapıda oluşları bunun kanıtıdır. Ayrıca kültür tarihinin her döneminde rastlanan iş türküleri de belli bir ezgiye ve ritme dayanmaktadır. Zamanla dans bir yana bırakılmış, türkü ortaya çıkmıştır. Bu aşamada şiirin biçimini müzik belirlemiştir. Şiirin müzikten ayrıldığı aşamada ise ezgiden bağımsız, yalınlaştırılmış bir ritim düzeni biçimi oluşmuştur. Son aşama, ritim düzeninden kopulması ve iç bütünlüğü olan bir öykü anlatılmasıdır. Düzyazıya geçiş bu aşamada gerçekleşmiştir. Eski Yunan'da şiir lirik, epik ve dramatik olmak üzere üç çeşite ayrılmıştır. Duygusal şiirler lirik, savaş ve kahramanlık şiirleri epik, eylemi kişilerle canlandıran şiirlerse dramatik olarak nitelenmiştir. Ayrıca doğa güzelliklerini konu edinen şiirlere pastoral, öğretici şiirlere didaktik, yergi şiirlerine de satirik denilmiştir.
Son düzenleyen perlina; 23 Şubat 2017 12:48
theMira

Benzer Konular

24 Şubat 2017 / Ziyaretçi Cevaplanmış
26 Şubat 2017 / Ziyaretçi Cevaplanmış
23 Kasım 2009 / Misafir Soru-Cevap
22 Mart 2016 / darkkis79 Soru-Cevap