Arama

Fizik Bilimi

Güncelleme: 24 Temmuz 2016 Gösterim: 89.636 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Fizik

Ad:  fizik1.jpg
Gösterim: 12025
Boyut:  31.1 KB

Fizik ile kimya yakın bilimler ol­masına rağmen inceledikleri olaylar bakımından birbirinden ayrılırlar. Fizik, maddenin yapısında değişiklik meydana getirmeyen geçici olayla­rı; kimya ise maddenin yapısında değişiklik meydana getiren devam­lı olayları inceler.
Sponsorlu Bağlantılar

Fizik, kendisini ilgilendiren olay­ları şu altı temel ünite altında ince­ler.
  • Cisimlerin hareket ve denge şartlarını inceleyen, kuvvet ve enerji üzerine ölçmeler yapan; Mekanik
  • Cisimlerin sıcaklıkla değişen özelliklerini ısı ve sıcaklık arasındaki bağlantıları, ısı enerjisini inceleyen; Isı
  • İşitme duygumuza etki eden fizik olaylarını inceleyen; Ses
  • Görme duygumuza etki eden, ışıklı olayları inceleyen; Işık bilgisi (optik)
  • Mıknatıs ve elektriklenmiş ci­simlerin özelliklerini, elektrik akımı­nın etkilerini inceleyen; Elektrik
  • Atomun bünyesi, ışık ile elek­trik, ısı ile elektrik arasındaki bağın­tıları, radyoaktiflik olaylarını, madde ve ışınlar arasındaki bağıntıları ince­leyen; Atom fiziği

Fizik Olayları Nasıl İnceler?


İnsanlar, yüzyıllar boyunca etraf­larında geçen tabiat olayları karşı­sında duydukları tecessüs netice­sinde zihinlerinde beliren "Neden", "Niçin?" sorularına aradıkları cevap­ları, geleneklerde veya dini otorite­lerin fikirlerinde buldular. Bu cevap­lar onları tatmin etmese dahi, gele­neklere ve otorite saydıkları kimse­lerin fikirlerine itiraz etmeyi düşün­mediklerinden onları aynen kabul et­tiler.

Mesela, cisimlerin düşmesi hak­kında eski Yunan Filozofu Aristo'ya sorulan "ağır cisimler mi, yoksa hafif cisimler mi daha hızlı düşerler?" sorusuna, yanılmazlığı mutlak sayı­lan filozof "ağır cisimler" diye cevap verdiği için, yüzyıllarca bu fikir ka­bul edildi. Fakat ilk defa İtalyan bil­gini Galileo (Galile, 1564–1642) "boş­lukta bütün cisimler aynı hızla düşerler" diye Aristo'nun fikrine iti­raz ettiği zaman, kimse ona inanma­dı. Çünkü büyük filozof Aristo yanılmazdı.

Galileo İtalya'da Pisa (Piza)'daki eğik kulede deneyler yaparak hafif bir cisimle ağır bir cismin aynı hızla düştüklerini gösterince sağduyusahipleri Galileo'ya hak verdiler. Fa­kat birçokları gözleriyle gördükleri gerçek karcısında bile "Bu olamaz, Aristo yanılmaz" diyerek uzaklaştı­lar. Fakat Aristo'nun, aksini söylemesine rağmen gerçek ortaya çıktı ve böylece Galileo olayları gözlem ve deneylerle inceleyen yeni bilimsel bir metodun kurucusu oldu.
İşte deneysel bir bilim olan fizik­te de, olayları incelerken evvela o olaylar hakkında gözlemler yapılır, bu olaylar üzerine etki eden çeşitli etmenler incelenir, bu etmenlerin olaylar üzerine yaptıkları etkileri arasında matematiksel bağlantılar araş­tırılır ve bundansonra da bu fizik ola­yı kanun veya prensiplere bağlanır.

Fizik (Yunanca φυσικός (physikos) doğal, φύσις (doğa) Doğa) enerji ve maddenin etkileşimini inceleyen bilim dalıdır. Enerjinin evreninin tarihindeki birincil rolü, her maddenin, özelliklerini açığa vurmak ve dönüşümlere katılmak için enerjiyle etkileşimde bulunması ve madde en temel bileşenlerine ayrışırken enerjinin en önemli öğe olması nedeniyle fizik, genellikle temel bilimlerin anası olarak bilinir. Madde ve madde bileşenlerini inceleyen, aynı zamanda bunların etkileşimlerini açıklamaya çalışan bir bilim dalıdır. Fizik genellikle cansız varlıklarla uğraşan, fakat çok zaman canlılarla ilgilenen bilimlere de yardımcı olan bir bilim kolu olarakta anılır. Fizik kelimesi yunanca Doğa anlamına gelen terimlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yakın zamana kadar fiziğe Doğa felsefesi gözüyle bakılmıştır. Astronomi, Kimya, Biyoloji, Jeoloji, v.s. de birer doğa bilimi olmalarına rağmen, fiziğin en temel doğa bilimi ve aynı zamanda bu doğa bilimlerinin en önemli yardımcıları olduğu gerçektir. Diğer taraftan Tıp, Mühendislik, v.s. gibi uygulamalı bilimlerde çok kullanılan ve bazılarının temelini oluşturan fizik, ilk bakışta hiç ilgisi olmadığı düşünülen arkeoloji, psikoloji, tarih, vb. konularında da önemli bir yardımcıdır. Ancak konusu bakımından fiziğe en yakın, hatta fizikle içiçe olan bilim öncelikle kimyadır. O halde fizik hemen hemen tüm bilimlerin gelişmesine yardımcı olmakta ve birçok konuda onlarla iş birliği yapmaktadır. Bu işbirliğinden şüphesiz fizikten yararlanmakta ve gelişmektedir. Fiziğin en yakın yardımcısı ise matematiktir. Matematik bilimi kısaca fiziğin dilidir. Temel doğa bilimi olan fizik, evrenin sırlarını, madde yapısını ve bunların arasındaki etkileşimlerini açıklamaya çalışırken fiziğin başılıca iki metodu vardır:
  • Gözlem
  • Deney
Doğa olaylarının çeşitli duyu organlarını etkilemeleri sonucu fizikte çeşitli kolların gelişmesi sağlanmıştır. Bu sebeble görme duyusunu uyandıran ışıkla beraber fiziğin bir kolu olan optik gelişmiştir. Aynı şekilde işitme ile akustik, sıcak soğuk duygusu ile termodinamik, vb. fizik konuları ortaya çıkmıştır. Bunların yanı sıra elektromagnetima gibi doğrudan duyu organlarını etkilemeyen kollarıda gelişmiştir. Fiziğin 19. yüzyılın sonuna kadar geçirdiği aşamalarda geçirdiği aşamalarda her ne kadar mekanik temel ise de, birbirinden bağımsız olarak incelenen Fizik konuları kalsik fizik altında toplanabilir. 20. yüzyılın başından itibaren klasik fizik kurallarından daha değişik, ancak çok daha mantıklı ve mükemmmel sonuçlar elde edilmiştir. Bu tür modellerle olayı açıklayan Fizik kolları ise Modern Fizik adı altında toplanmıştır. Fizik eğitimi bugünde gerçeğe çok yakın sonuçlar veren Klasik Fizikle başlamaktadır.

Fizik değişimin incelenmesi demektir. Fiziğin çoğu alanı, durağan (statik) olanla değil, devinenle (dinamik olanla) ilgilenir. Fiziğin amacı evrendeki "gözlenebilir" niceliklerin (enerji, momentum, açısal momentum, spin vs.) "nasıl" değiştiğini anlamaktır. "Niye" değiştiğini sorgulamak çoğunlukla felsefenin metafizik dalı veya teoloji'nin işidir.
Fiziğin evinimi anlatmak için, temel fizik kuramlarının formulasyonunda kullandığı temel araçlar Diferansiyel denklemler ve İntegro-diferansiyal denklemler olarak sıralanabilir. Hatta çoğu temel fizik kuramı sadece diferensiyal denklemler kullanarak formule edilmiştir. (örn. Newton yasaları, Maxwell denklemleri, Einstein denklemleri, Kuantum Fiziği ya da Schrödinger denklemi, Dirac denklemi).

Fizik araştırmalarının türleri


Fizik araştırmaları genellikle
  • Kuramsal fizik
  • Deneysel fizik
olarak ikiye ayrılır. Bu iki alandaki araştırmalar ise,
  • Temel
  • Uygulamalı
araştırmalar şeklinde ayrılır.
Kuramsal fizik, evrenin yasalarını deneysel fiziğin gözlemlerini kullanarak açıklamaya çalışır. Deneysel fizik, önerilen kuramlardan hangisinin doğru olduğuna karar vermek için tasarlanan deneyleri gerçekleştirir. Deneysel fizik sıklıkla, hiçbir kuramı olmayan yepyeni doğa olayları da keşfeder: Elektromanyetizma ve Radyoaktivite bu şekilde keşfedilmiştir. Fiziğin yeni alanları çoğunlukla deneylerde gözlenen çelişkili ya da açıklanamayan fenomenlere yanıt olarak geliştirilir. Fiziğin yeni alanları bazen, deneysel olarak doğrulanmadan önce, tamamiyle kuramsal olarak ortaya atılır (örneğin Görelilik kuramı ya da son zamanda önerilen yeni kuramlardan M-Kuramı gibi).

Kuantum mekaniğinin ve Temel araştırmalar, yasaların pratikteki anlaşılabilirliği üzerinde yoğunlaşırken, uygulamalı fizik, adının da belirttiği gibi, varolan bilgiyi karmaşık sistemleri çözümlemek üzere pratik hayatta, ekonomide ya da başka fizik araştırmalarında kullanmaya gayret eder. Hem temel araştırmaların hem de uygulamalı araştırmaların kuramsal ve deneysel yönleri bulunur. Örneğin uygulamalı fiziğin çok verimli bir alanı Katı hal fiziğidir. Bu alanda araştırmacılar, elektromanyetizmanın temel yasalarına dayanarak, katı cisimleri oluşturan atomların davranışlarını çözümlemeye çalışır.
Fizik araştırmalarındaki gelenek ve kültür kuramsal araştırmaları özelleşme/uzmanlaşma olarak kabul etmesi nedeniyle diğer bilimlerden ayrılır. Biyoloji ve Kimya'da da kuramsal araştırmacılar bulunmasına karşın en başarılı kuramsal araştırmacılar aynı zamanda deneysel araştırmacı olmuştur ve bu bilimlerde salt kuramsal araştırmacılara karşı (bazen aleni olarak) büyük ön yargılar bulunur.

Fizik araştırma alanları

  • Hızlandırıcılar fiziği
  • Akustik
  • Astrofizik
  • Atom
  • Molekül ve optik fiziği
  • Bilgisayar fiziği,
  • Katı hal fiziği (ya da Yoğun madde fiziği)
  • Kozmoloji
  • Sirogenik
  • Sıvı hal fiziği
  • Sıvıların dinamiği
  • İstatistik fizik
  • Polimer fiziği,
  • Optik
  • Malzeme fiziği
  • Nükleer fizik
  • Plazma fiziği
  • Parçacık fiziği (ya da yüksek enerji fiziği)
  • Araç dinamiği
İlgili alanlar
  • Astronomi
  • Biyofizik
  • Elektronik Mühendislik
  • Jeofizik Malzeme bilimi
  • Matematiksel fizik
  • Tıbbi fizik
  • Fiziksel kimya
  • Hesap fiziği
Ana kuramlar
  • Fizik kuramları
  • Klasik mekanik
  • Termodinamik
  • İstatiksel mekanik
  • Elektromanyetik
  • Özel görecelik
  • Genel görecelik
  • Kuantum mekaniği
  • Kuantum alanı kuramı
  • Standart model
  • Sıvıların dinamiği
şeklide sıralanabilir.

Önerilen kuramlar
  • Herşeyin kuramı,
  • Büyük birleştirici kuram,
  • M-kuramı,
  • Sarmal kuramı,
  • Döngüsel kuantum yer çekimi,
  • Proses fiziği
  • Birleşik alan kuramı
bazı önerilen kuramlar arasındadır.

Fizik kavramları

  • Madde
  • Antimadde
  • Temel parçacık
  • Bozon Fermiyon
  • Simetri
  • Hareket
  • Korunum yasası (fizik)
  • Kütle
  • Enerji
  • Momentum
  • Açısal momentum
  • Spin
  • Zaman
  • Uzay
  • Boyut
  • Uzayzaman
  • Uzunluk
  • Hız
  • Kuvvet
  • Tork
  • Dalga
  • Dalga fonksiyonu
  • Kuantum içiçeliği
  • Harmonik salınıcı
  • Manyetizma
  • Elektrik
  • Elektromanyetik ışın
  • Sıcaklık
  • Entropi
  • Fiziksel bilgi
  • Vakum enerjisi
  • Sıfır noktası enerjisi
  • Faz geçileri
  • Kritik fenomenler
  • Kendi kendini örgütleme
  • Ani simetri bozulması
  • Süper iletkenlik
  • Süper akışkanlık
  • Kuantum fazı geçişleri

Temel kuvvetler/alanlar

  • Kütleçekim kuvveti
  • Elektromanyetizma
  • Zayıf nükleer kuvvet
  • Güçlü nükleer kuvvet

Fizik yöntemleri

  • Bilimsel yöntem
  • Fiziksel nicelik
  • Ölçüm
  • Ölçüm aletleri
  • Birim çözümleme
  • İstatistik
  • Ölçeklendirme

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Temmuz 2016 15:25
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
16 Ekim 2008       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

fizik


gözlenebilir evrenin temel bileşenleri arasındaki etkileşmelere ve maddenin yapısına ilişkin temel sorunlarla ilgilenen bilim. Fizik sözcüğü, Eski Yunancada “doğa” anlamına gelen physis’ten türemiştir. Uzun süre doğa felsefesi olarak anılan fizik, doğanın makroskopik ve mikroskopik tüm görünümlerini inceleme konusu olarak seçmiştir. Fiziğin amacı, farklı olayları olanaklı en genel yollarla toparlayıp matematik diliyle verilmiş duyarlı ifadelerle açıklayan doğa yasalarını ya da kapsayıcı ilkeleri ortaya çıkarmaktır. Bilimsel bilginin gelişmesiyle fiziğin içeriği sürekli değişmekteyse de, gözlenebilir temel fiziksel olayların açıklanmasına yönelik hedefi değişmemiştir. Kimyasal fizik, astrofizik, jeofizik, biyofizik gibi komşu alanlar, fiziğin ilke ve tekniklerinin uygulanmasıyla doğmuştur.
Sponsorlu Bağlantılar
Ad:  fizik2.jpg
Gösterim: 18462
Boyut:  30.1 KB

Kesinlikle denetlenen koşullar altında, olayların duyarlıklı nicel ifadelerle gözlenmesi olan deney ve birleştirilmiş kavramsal bir taslağın matematik terimlerle kurulması olan kuram, fiziğin gelişmesinde temel ve tamamlayıcı bir rol oynarlar. Tüm fiziksel soruşturmalar önünde sonunda uzay ve zamandaki maddeyi içeren olguların incelenmesine indirgenebilir; ölçülebilir fiziksel nicelikler de uzunluk, zaman ve kütlenin temel birimleri cinsinden ifade edilebilir.

Fiziğin belki de son amacı, doğanın temel bileşenlerinin özelliklerini ve bunların karşılıklı etkileşmelerini tek bir plan içinde toplayarak, bu plandan makroskopik olaylar ile parçacık yığışımlarının tüm özelliklerini çıkarsayabilmektir. Çağdaş fiziğin önünde, böyle büyük bir şema için yapılan araştırmalar bulunmaktadır. Sonuca henüz ulaşılmamışsa da, bugün temel kabul edilen fizik yasalarının sayısı oldukça azaltılabilmiştir.

FİZİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ.


Doğa olaylarının sorgulanmaya başlaması, yani fiziğin doğuşu, ilk uygarlıkların ortaya çıkmasıyla birlikte oldu. Mezopotamya’da IÖ 3000’lerde, Sümer ve Akad uygarlıklarında su değirmenleri kullanılıyor, ağır heykeller dikiliyor, piramitler yapılıyor, zaman, uzaklık ve hız ölçümleri gerçekleştirilebiliyordu. İÖ 2500’den sonra Mısır’daki uygarlıklar da, pratik kaygıları ağır basan mühendislik sorunlarının çözümünde fizik kurallarından yararlanmışlardı.

Ama bu pratik gereksinmelerden doğan tekniklerin ortak temellerini oluşturan ilkelerin aranışı, İÖ 6. ve 5. yüzyıllarda Ege kıyılarında yaşayan filozofların soyutlamalarla doğayı sorgulama yöntemlerinde ortaya çıktı: Bu dünya, kaostan nasıl doğdu? Çokluğun ve çeşitliliğin kökenleri nedir? Hareket ve değişim nasıl hesaplanabilir? Bazı temel kabullerden mantıksal olarak sistematik fizik kuramları çıkarsamanın ilk örneği, Thales’in (İÖ 6. yy) suyu tüm varlıkların temel maddesi saymasıdır. Tha- les, iki temel kuvvet olarak, büzülmeye yol açan merkezcil kuvvet ile genişlemeye yol açan merkezkaç kuvveti tanımladı.
Antik Çağ filozoflarından Herakleitos (İÖ y. 540 - y. 480), bütün nesnelerin sürekli hareket halinde olduğunu ve toplam madde miktarının sabit olduğunu öne sürerken, Empedokles (İÖ y. 490 - 430), evrenin toprak, hava, ateş ve su dörtlüsünden oluştuğu görüşünü ortaya attı. Atom kavramının babası ise Anaksagoras (İÖ y. 500 - y. 428) oldu. Anaksagoras, tüm maddenin, “yaşamın tohumları” olarak adlandırdığı atomlardan oluştuğunu, bunların sürekli hareket ettiğini, havanın bir ağırlığı olduğunu belirtti. Demokritos (İÖ y. 460 - y. 370), atom kuramına “zorunluluk” ilkesini katarken, Leukippos (İÖ 5. yy) ve Epikuros (İÖ 341- 270) atomcu okulun izleyicileri oldular.

Platon’un öğrencisi Aristoteles, atom görüşünü yadsıyarak nicel madde kuramı yerine oldukça yalınkat ve nitel bir yaklaşımı yeğledi. Aristoteles, ilkel maddeyi sıcak ve soğuk, ıslak ve kuru gibi niteliklere indirgedi. Dirençli bir ortamda bir cismin hareketinin, harekete yol açan kuvvetle orantılı, ortamın direnciyle ters orantılı olduğunu belirleyerek bu bağıntıyı boşluğun varoluşuna karşı bir kanıt olarak kullandı. Aristoteles’in fiziği tüm ortaçağı etkiledi ve hatta Aquino’lu Tommaso tarafından Hıristiyan skolastiğinde kullanıldı.

Syrakusa’lı Arkhimedes (İÖ y. 290/280 - y. 212/211), İskenderiyeli Heron (ü. İS 62), Ktesibios (ü. İÖ y. 270) gibi araştırıcılar ise deneysel araştırmalarıyla hidrostatik, mekanik gibi fizik dallarına önemli katkılarda bulundular.
İlkçağ filozoflarından Aristoteles’in düşünceleri, ortaçağdaki dünya görüşlerinin tümü üzerinde etkinliğini sürdürdü. Bilimin, felsefe ve dinin etkilerinden sıyrılıp kendine özgü bir araştırma disiplinine dönüşmesi eski çağdan hemen hemen 2 bin yıl sonra başladı. Rönesans’ın ve Reform hareketinin etkileriyle “niçin” sorusunun yerine “nasıl” sorusunun geçmesi, 16. yüzyıl içinde gündeme geldi.

Galilei’nin mekaniğe katkıları, Koperni- kusçuluğun savunulmasıyla doğrudan ilişkiliydi. Düşen cisimlerin hızlanmalarıyla ilgilenen Galilei, serbest düşme yasasını, yani düşmede alınan yolun cismin kütlesiyle değil, geçen sürenin karesiyle orantılı olduğunu ortaya çıkardı. Bunu, eylemsizlik ilkesiyle birleştirerek, bir merminin yörüngesinin paraboli biçiminde olacağını belirledi. 17. yüzyılda Rene Descartes, özellikle madde kavramı üzerinde durarak doğadaki tüm olayları maddeye ve harekete indirgeyen mekanikçi felsefeyi kurdu. Ayrıca çarpma ve dairesel hareket üzerine çalışmalar da yaptı.

17. yüzyılın sonunda Isaac Newton, Philosophiae naturalis principia mathematica (1687; Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri) adlı yapıtında, mekaniğin temel sorunlarını çözen üç yasasını yayımladı. Bu yüzyılda hızla gelişen bir fizik dalı da optikti. Roger Bacon gibi 13. yüzyıl bilginlerinin yapıtlarını tarayan Kepler, teleskopların matematiksel incelemesini yaptı, mercekler için bir geometri kuramı geliştirdi, ışığın kırılma özelliğini açıkladı. Newton’ın beyaz ışığın bileşik ışık olduğunu ortaya çıkardığı renk kuramı ve ışığın parçacık özellikli olduğunu belirten korpüskül kuramı ile Huygens’in dalga özellikli ışık kuramı optiğe en önemli katkılar oldu. Böyle, Torricelli, Pascal, Von Guericke gibi bilginler, gazların basınç ve hacim ilişkilerine nicel yasalar getirdiler.

18. ve 19. yüzyıllar bilimsel çalışmaların altın çağı olarak nitelenir. Değişen sosyoekonomik yapı var olan kuramlar içinde doğa biliminin en büyük atılımı yaparak bağımsız bir kurum halinde gelişmesine olanak sağladı.
Elektriğe ilişkin çalışmalar, Leyden şişesinde yük birikimi sağlanmasından sonra deneysel araştırma alanına kaydı. 1733’te du Fay ve Nollet, “reçinemsi” ve “camsı” olarak adlandırdıkları iki tür elektriklik olduğunu buldular, 1787’de de Coulomb, elektrostatiğin temel yasalarını yayımladı. Galvanik ve voltaik elektriğin bulunuşuyla elektrik üreteçlerinin doğuşu, bu alandaki araştırmaların hızla gelişmesini sağladı. 1819’da 0rsted, elektrik akımına eşlik eden magnetik etkiyi buldu, 1827’de Ampere elektrodinamiğin yasalarını geliştirdi. 1831’de ise Faraday elektromagnetik indüksiyonu ortaya çıkardı. 1855’ten başlayarak J. C. Maxwell’in çalışmalarıyla klasik elek- tromagnetizma kuramı ortaya çıktı.

Sanayi devriminin bilim üzerindeki en açık etkisi, ısının mekanik işe dönüştürülmesine yönelik çabalardır. Carnot, Clausius, Kelvin, Helmholtz gibi bilginler, termodinamik bilim dalının gelişmesinde önemli katkılarda bulundular. Maxwell ve Boltzmann gazların kinetik kuramını geliştirerek, maddenin atom yapısının tanımlanmasına yönelik çok önemli bir adım attılar. Işığın özellikleri ve esirin varlığına ilişkin olarak 19. yüzyıl sonunda gerçekleştirilen araştırmalar ise 20. yüzyılın devrimci kuramlarına temel oluşturdu.

20. yüzyılda fiziğin yapısını temelinden sarsan iki kuram, Max Planck’ın 1900’de öne sürdüğü kuvantum kuramı ile Albert Einstein’m 1905’te yayımladığı görelilik kuramıdır. Atomun, çekirdeğin ve temel parçacıkların bulunması, plazma fiziği ve elektroniğin hızla gelişmesi gibi deneysel ve uygulamalı atılımlar, kuramsal ve deneysel bilgilerin olağanüstü artmasının yanı sıra, fiziğin çeşitli alanlarında gerçekleştirilen eşgüdümlü araştırmalarla sağlanmaktadır.

FİZİĞİN DALLARI.


Mekanik.


Cisimlerin hareketleri ve etkileşmelerinin temel fizik ilkeleriyle kavranmasına yönelik olarak incelenmesi mekaniğin kapsamına girer. Bu anlamda tüm fizik, mekanik olarak görülebilir. Klasik mekanik ya da Newton mekaniği, atomlarla karşılaştırıldığında, oldukça büyük cisimlerle ve ışık hızından çok daha düşük hızlarla ilgilidir.
Klasik mekanik içinde, kinematik yalnızca bir parçacığın hareketinin tanımlanmasıyla ilgilenirken, dinamik parçacığın hareketi ile buna etkiyen kuvvet arasındaki bağıntıları inceler. Statik, denge konumundaki nesnelerle ilgilenir. Esneklik, biçimi bozulabilen katiların mekaniğidir. Hidrostatik ve hidrodinamik ise sırasıyla durgun ve hareketli akışkanlan araştırır.
Klasik mekaniğin temellerini, Isaac Newton’ın üç hareket yasası oluşturur. Birinci yasa, bir cismin, bir etki altında kalmadığı sürece düz bir çizgi boyunca sabit hızla hareket edeceğini öngörür. İkinci yasa, bir cisme etkiyen net kuvvetle cismin momen- tumunun değişim hızı arasındaki bağıntıyı verir. Etki-tepki yasası olarak bilinen üçüncü yasa, eşit büyüklükte ama zıt yönlü kuvvetlerin etkisiyle çarpışan iki cisim söz konusu olduğunda, gene eşit büyüklükte ve zıt yönlü kuvvetlerin ortaya çıkacağını belirtir.
Kütleçekimi, momentum, açısal momentum, enerji ve korunum yasaları mekaniğin belli oaşlı kavramları olarak sayılabilir.

Termodinamik ve ısı.


Termodinamik, fiziksel olayların oluşum koşullarını ve ara etkileşimlerini, enerji ve entropi değişimleriyle inceleyen bilim dalıdır. Dört temel yasa üzerine kuruludur ve tümdengelim yöntemiyle çeşitli sonuçlara ulaşır. Birinci yasa, yalıtılmış bir sistem içindeki tüm değişimler sonunda enerji içeriğinin sabit kalacağını ortaya koyan, enerjinin korunumu yasasıdır; ikinci yasa, yalıtılmış bir sistemde entropinin sürekli olarak artacağını belirtir; üçüncü yasa, mutlak sıfır sıcaklığında yetkin kristallerin entropisinin sıfır olacağını ortaya koyar. Sonuncusu, sıfırına yasa olarak bilinen bir aksiyomdur; buna göre, üçüncü bir sistemle ayrı ayrı ısıl dengede olan iki sistem, birbiriyle de ısıl dengededir.

Özellikle Maxwell ve Boltzmann’ın katkılarıyla geliştirilen istatistiksel mekanik, çok sayıdaki parçacıkların toplu davranışlarını olasılık yasalarına dayanarak açıklayan bir yöntem kullanır. İstatistiksel mekaniğe göre bir sistemin düzensizlik derecesi, sistemin entropisinin bir fonksiyonudur. Isı olarak aktarılan enerji, düzensiz hallerde bulunan parçacıkların enerjisidir. Sıcaklık ise, enerjinin parçacıklar arasında nasıl paylaşıldığının nicel bir ölçüsüdür.

Elektrik ve magnetizma.


İlkin farklı olaylar olarak görülen, sonra elektromagnetizma adı altında birleştirilen bu bilim dalı, elektrik yükü özelliği taşıyan parçacıkların etkileşmelerini inceler. Yüklü parçacıklar durgun olduklarında bir elektrik kuvvetiyle etkileşirler. Hareketli olduklarında ise buna ek olarak magnetik kuvvet ortaya çıkar.
Elektromagnetizmada alan kavramı önemli rol oynar. Elektrik yüklü bir parçacığın, kendisini çevreleyen uzaydaki tüm bölgelerde bir elektrik alanı yarattığı ve bu alan içinde bulunan bir başka yüklü parçacığın buna bir elektriksel kuvvetle karşılık vereceği düşünülür. Klasik elektromagnetizmanın tümü, 19. yüzyılda J. C. MaxweH’in ortaya koyduğu dört denklemle özetlenebilir. Bu bağıntılar, yüklü parçacıklar arasındaki etkileşmeleri kapsar.

Optik.


Işık elektromagnetik dalgalardan oluştuğundan, ışığın yayılmasını inceleyen optiğin konusu, uygulamalı elektromagnetizma olarak görülebilir. Bununla birlikte, bu fizik dalını, ışık ışınlarının yalnızca izlediği yollarla ilgilenen geometrik optik ve ışığın ayırt edici dalga olaylarını inceleyen fiziksel optik olarak iki bölüme ayırmak, alışılmış bir sınıflandırmadır.
Temel dalga olayı, uzayda bir noktada karşılaşan iki dalganın birleşerek farklı bir bileşke dalga vermesi olan girişimdir. Benzer bir olay da, çok sayıda dalga kaynağının yol açtığı girişim olarak bilinen kınnımdır. Işığın dalga özellikleri, interferometre ve kırınım ağı gibi düzeneklerle araştırılır.

Atom fiziği.


Klasik mekanik ve klasik elektromagnetizma, atom fiziğindeki problemlere uygulandığında kökten yanlışlıklara yol açmaktadır. Atomlar, çok küçük Güneş sistemleri olarak düşünülemez. Atomun yapısı, ancak kuvantum mekaniği temelinde kavranabilir. Daha ince ayrıntılar ise, görelilik kuvantum mekaniğini gerektirir.
Atomlar çok küçük olduğundan, bunların özellikleri ancak dolaylı deney teknikleriyle anlaşılabilir. Bunların başında, maddenin saldığı ya da soğurduğu elektromagnetik ışınımların ölçülmesi ve yorumlanmasıyla uğraşan spektroskop gelir. Tüm kimyasal elementler, özgün dalgaboylarmda ışınımlar veren tayflar gösterir. Dalga mekaniği kullanılarak ve elektron kütlesi ve yükü, ışık hızı, Planck sabiti gibi bazı atom sabitlerinin yardımıyla belirtici dalgaboyları ve atomun enerjileri hesaplanabilir.
Katı hal fiziği. Yoğun haldeki maddelerin, elektriksel, magnetik, optik ve esneklik özelliklerini araştıran katı hal fiziği, öncelikli olarak kristallerle ilgilenir; bunun nedeni, bu maddelerin basit geometrik düzenlenişlerinin, kuvantum kuramının çok cisimli sistemlere uygulanmasında kuramsal kolaylıklar sağlamasıdır.

Nükleer fizik.


Atomdan yaklaşık on bin kez küçük olan atom çekirdeğinin yapısını ve kararsız çekirdeklerin ışımalarını araştıran bilim dalı nükleer fiziktir. Kararsız radyoaktif çekirdekler, alfa parçacığı, beta parçacığı, kütlesiz nötrinolar, pozitronlar gibi parçacıklar da salarlar (bak. radyoaktiflik). Çekirdek özellikleri, saçılım deneyleriyle saptanır. Çok yüksek hızlara çıkarılan yüksek enerjili parçacıklarla bombalanan (dövülen) hedef çekirdeklerin bu çarpışmalardan sonraki dönüşümleri, çekirdek tepkimeleri olarak adlandırılır. Çekirdek bölünmesi ve çekirdek kaynaşması yeni elementlerin oluşmasına yol açan tepkimelerdir.

Parçacık fiziği.


Çağdaş fiziğin en yoğun ilgi alanı, temel parçacıklar üzerine yapılan araştırmalardır. Parçacık fiziği ya da yüksek enerji fiziği olarak bilinen bu dal çok sayıdaki temel parçacık arasındaki ilişkilerin aydınlatılmasıyla uğraşır. Kararlı elektron ve protondan, 1(P23 saniyelik ömrü olan çok kararsızlarına kadar geniş çeşitlilik gösteren bu parçacıklar, kabarcık odası gibi düzenekler aracılığıyla incelenir.
Çağdaş fiziğin kuramsal temellerini, kuvantum ve görelilik kuramları oluşturmaktadır. Fiziğin çeşitli dallarının konuları, deneysel yöntemleri ve kuramsal teknikleri ne kadar farklı olsa da, bu iki kuramın uyarlamalarına, birçok araştırma alanında rastlanmaktadır. Kuvantum mekaniği, elektromagnetik ışınımın sürekli dalgalardan değil, enerji ve momentumlan, frekansları ile orantılı olan parçacığa benzer fotonlar- dan oluştuğunu ileri sürer. Klasik mekanik, bir olası değerler aralığında sürekli değişebilen fiziksel niceliklerle belirlenirken, kuvantum kuramının belirleyici özelliği kesikli (ayrık) değerler taşıması ve içkin olarak belirsizlik ılkesine yer vermesidir.
A. Einstem’ın ortaya koyduğu görelilik kuramı iki temel postula üzerine kurulmuştur:
1) Bir ışık kaynağına göre hareket durumları ne olursa olsun tüm gözlemciler, ışık hızı için aynı değeri ölçerler.
2) Tüm eylemsiz koordinat sistemlerinde fizik yasaları aynıdır. Birinci postuladaki ışık hızının değişmezliği, deneysel olarak kanıtlanmıştır. İkinci postula ise, klasik mekanik için de geçerlidir.

FİZİĞİN KAVRAM VE İLKELERİ.


Fizik biliminin yapısına temel oluşturan üç düşünce ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir:
Korunum yasaları ve bakışım. Fizikteki korunum yasaları, yalıtılmış bir fiziksel sistemdeki kimi ölçülebilir niceliklerin zaman içinde değişmeyeceği kuralını koyar. Korunum yasalarının varlığı, doğanın bakışım yasalarıyla, yani uzaysal ve zamansal koordinatların döndürme, ötelenme, yansıma gibi çeşitli bakışım işlemleriyle değişmezliği kuralıyla doğrudan ilişkilidir.
En yaygın korunum yasası, maddeyle ilgili olanıdır. Yasa, bilimsel olarak ilk kez 18. yüzyıl sonunda Fransız kimyacı A. Lavoisier tarafından ifade edildi. Buna göre, evrendeki madde toplamı değişmez, yani madde ne yaratılabilir ne de yok edilebilir. Enerjinin korunumu yasası, 19. yüzılda matematik formülasyonuna kavuştu. Bu yasa da, evrendeki toplam enerji niceliğinin sabit kaldığını bildirir. Einstein’ın kütle ile enerjinin eşdeğerliğini veren denkleminden sonra iki yasa birleştirilmiştir.
Newton mekaniğinde, bir sistemin üzerine bir dış kuvvet etkimediği durumlarda toplam doğrusal momentumun sabit olduğunu belirleyen bir korunum yasası vardır. Bu yasa, geometrik uzayın ötelenme bakışımıyla ilişkilidir. Benzer olarak, boş uzayın her bölgesinin birbiriyle özdeş olduğunun kabulü, tam bir döngüsel bakışım bulunduğu anlamını taşır. Bu da, bir cismin kütlesine ve açısal hızına ilişkin olan ve açısal momentum denilen fiziksel niceliğin korunumu yasasıyla ilgilidir.

Temel parçacıklar düzeyinde kuvantum mekaniği ve özel görelilik kuramı önem kazanmaktadır. Korunumun yasaları ve bunlara ilişkin bakışımlar da birincil rollerde bulunur. Kuvantum kuramı, kristaller, atomlar, çekirdekler ve temel parçacıklar gibi görece daha basit sistemlere uygulanır. Bunlarda dinamik ve içkin bakışımları gözlemek daha kolaydır. Kuvantum mekaniğinin ortaya koyduğu bakışımlardan biri uzamsal bakışımdır (p bakışımı). Uzay evirtim işlemcisine (operatör) parite (eşlem) işlemcisi denir. Bir parçacığın üç boyutlu koordinat sistemindeki durumunu belirleyen dalga denkleminde x, y ve z yerine —x, -y ve —z değerleri konduğunda dalga fonksiyonu değişmiyorsa, paritesi +1, değişiyorsa -1 kabul edilir. Paritenin korunumu yasası doğanın sağ vida ya da sol vida referans sistemleri arasında bir ayrım yapmayacağını öngörür. Zamansal bakışım (T bakışımı), hareketin zaman içinde geri döndürülüşüyle ilgilidir. Fizik yasalarının bir hareketin oluşumuna izin verdiği kabul edilirse ters hareket de izinli olmalıdır.

Zamanın tersinirliği şöyle anlatılabilir:
Bir sistemin hareketi, özgül koordinat ve hızlarla belirtilen durumlar dizisi olarak betimlendiğinde, tüm hareket doğrultuları, yani tüm hızlar, karşıt değerleriyle değiştirilirse sistem ters doğrultuda gene aynı durumlardan geçer. Geriye oynatılan bir sinema filminde herhangi bir resmin gene görülmesi bu bakışıma örnek olabilir. Uzay ve zamanın evirtim bakışımları yük eşlenimi adı verilen bir başka bakışımla birleşmiştir. Yük eşlenimi, her yüklü temel parçacığın karşıt parçacık olarak adlandırılan zıt yüklü bir eşleniği olacağını öngörür. Karşıt elektron ya da pozitron, karşıt proton, karşıt nötron, karşıt hidrojen gibi parçacıkların varlığı deneysel olarak kanıtlanmıştır.
Bu bakışımların birleştirildiği CPT bakışımı gibi değişmezlikler, ayrı ayrı yük ve parite korunumlarının söz konusu olmadığı zayıf etkileşimler durumunda geçerli olmaktadır. Bunlardan başka iç bakışımlar grubu içinde kimi mutlak, kimi yaklaşık bakışımlar da bulunmaktadır. Kesinlikle korunumlu yükler, izospin bakışımı, SU(3) bakışımı bunlara örnek olarak verilebilir.

Alan kuramı.


Fizikte bir alan, uzay ve zamanda gözlenebilir bir niceliğin sürekli dağılımı olarak tanımlanabilir. Ölçülebilir olması gereken bu gözlenebilir nicelik, bir sıvının rengi, atmosferdeki toz yoğunluğu, Yer’i çevreleyen magnetik alan gibi olaylar
çeşitlemesinden herhangi biri olabilir. Gözlenen nicelik, uzayda değişim gösterip zaman içinde değişmiyorsa statik alandan, aksi halde ise zaman değişimli alandan söz edilir. Bir alanın matematiksel tanımı, onun uzayın bir fonksiyonu olduğu kabulüne dayanır. Alandaki herhangi bir nokta, uzayda öbür noktalara göre konumu cinsinden belirlenir. Ölçülen özellik, doğrultudan bağımsızsa skaler niceliktir, doğrultuya bağlıysa vektördür.

Alanları sınıflandırmanın çeşitli yolları vardır; ama başlangıçta bunları maddesel olan ve maddesel olmayan alanlar olarak ikiye ayırmak gerekir. Maddesel alanlarda gözlenebilir nicelik, bir gazın sıcaklığı, bir sıvının hızı ya da yoğunluğu gibi, maddenin bir özelliğini gösterir. Maddesel olmayan alan ise herhangi maddesel bir özelliği betimlemez; belli koşullar altında uzayın bir noktasında ortaya çıkacak bazı gizli etkileri betimler. Örneğin, elektrik alanı böyledir. “Gözlenebilir” alan, alan fonksiyonuyla verilen ve uzayın x, y, z koordinatlarıyla tanımlanan bir noktasındaki değeri bulunabilen elektrostatik alandır. O noktada gerçekten var olan herhangi bir şey yoktur. Eğer bir elektrik yükü, x, y, z koordinatlarıyla tanımlanan noktaya yerleştirilirse, alan fonksiyonuyla orantılı bir kuvvetin etkisinde kalacaktır. Magnetik alan, kütleçekimi alanı ve olasılık alanları bu türden alanlara örnektir.

Alanlar, gözlenebilir fonksiyonlarının skaler, vektör ya da tensor oluşlarına göre de sınıflandırılabilir. Bir skaler nicelik, büyüklüğü olan, ancak yönü olmayan niceliktir. Kütle, yoğunluk, sıcaklık skaler niceliklerdir. Vektör, uzayda yönlenmiş niceliktir. Kuvvet, elektrik ve magnetik alan şiddetleri vektör niceliklerine örnek verilebilir. Alanın ölçülebilir niceliği yalnızca skaler ya da vektörel niceliklerle ifade edilemiyorsa ve böylesi birçok niceliğin bir arada ele alınması gerekiyorsa bir tensor kurulması gerekir.

Atmosferde herhangi bir noktadaki basınç, gaz molekülleri ile Yer arasındaki kütleçekimi etkisinden doğar. Bir yandan yeryüzüne doğru gaz moleküllerinin hızlanmasına yol açan bu çekim etkisinden, öbür yandan yüklendikleri ısıl enerji yüzünden birbirleriyle çarpışan moleküllerin atmosferin genişlemesini sağlayan etkisinden kaynaklanan iki karşıt eğilim arasında bir kararlı durum oluşur. Böylece atmosfer basıncı, yeryüzünden yüksekliğin azalan bir fonksiyonu olur. Bu durum skaler alanlar için en basit örneklerdendir. Sıcaklık alanı, kütleçekimi alanı, hareketli akışkanların yoğunlukları gibi alanlar da benzer skaler alanlardır.

Elektromagnetik alan fizikteki en önemli vektör alanı sayılabilir. Her ikisi de vektör alanı olan elektrik ve magnetik alanlar, durgun olmadıklarında karakteristik bir biçimde etkileşir.
Tensor alanlarına örnek, bir hidrodinamik sistemdeki basınç alanıdır. Bu durum, akışkan içindeki farklı noktaların farklı sıcaklıklarda olduğu karmaşık hareketler sistemine karşılık olur.

Fiziksel sabitler.


Fiziğin temel kuramlarının formülleştirilmesinde ve bunların gerçek dünyaya uygulanmasında temel fiziksel sabitler denilen kimi değişmez nicelikler ortaya çıkar. Bu temel sabitler arasında ışığın vakumdaki (boşluk) hızı (c), temel yük (e), elektronun kütlesi (me), Planck sabiti (h) ve ince yapı sabiti sayılabilir.
Ad:  TemelFizikselSabitler01.jpg
Gösterim: 6546
Boyut:  107.8 KB
Ad:  TemelFizikselSabitler02.jpg
Gösterim: 6640
Boyut:  172.8 KB
Temel sabitlerin sayısal değerlerinin kesin doğrulukla bilinmesi iki nedenle önem taşır.
Fiziğin temel kuramlarının nicel öngörüleri, kuramlardaki sabitlerin sayısal değerlerine bağlıdır. Ayrıca, bu sabitlerin fiziğin farklı alanlarındaki çeşitli deneylerden sağlanan sayısal değerlerinin dikkatle incelenmesi, fizik kuramlarının doğruluğunu ve genel tutarlığını denetleyebilme olanağını verir.

Temel sabitler,


genellikle milyonda birkaç kısımlık doğrulukla ölçülmüştür. Doğruluk niceliğine yüklenen anlam; kuram ya da deneyin sınırlılığı nedeniyle, herhangi bir niceliğin sayısal değerinin, gerçek değerden ne kadar uzak olduğunu gösteren belirsizliğin bağıl boyutudur. Doğruluk ya da belirsizlik, uygulamada milyonda kısım (ppm) olarak gösterilir.

kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Temmuz 2016 15:26
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
RivaN - avatarı
RivaN
Ziyaretçi
29 Temmuz 2010       Mesaj #3
RivaN - avatarı
Ziyaretçi

FİZİK


a. (fr. physique; lat. physica, yun. physike'den).
1. Deneme ve kuram hazırlama yoluyla, maddenin ve uzay-zamanın temel özelliklerini inceleyen bilim dalı. (Fizik, matematik gibi yalnızca betimleyici değil, ayrıca kurucu ve kuramla deney arasında bütünleştirici bir rol oynar.) [Bk. ansikl. böl. Fiz.]
2. Bir olayın, bu bilim dalı açısından incelenmesi: Atmosfer fiziği.
3. Fizik dersi: Fizikten bütünlemeye kalmak.
4. Bir kimsenin dış görünümü: Düzgün bir fiziği var.
Ad:  fizik3.jpg
Gösterim: 6969
Boyut:  37.0 KB

—Oy. Eğlendirici tizik, çocukları eğlendirmek amacı taşıyan ve bazı gözbağcılar tarafından kullanılan küçük ve basit fizik deneyleri.

—Pedol. Toprak fiziği, toprağın, özellikle hava ve su ile ilişkilerini inceleyen bilim dalı.

—Tıp. Tip fiziği. İyonlaştırıcı ışınlar dışında, fiziksel etkenleri, teşhis, tedavi ve alıştırma amacıyla kullanan tıp dalı. (Bk. ansikl. böl.)

—ANSİKL. Fiz.

Çağdaş fiziğin oluşumu.


Burada, fiziği oluşturan bilim dallarına ayrılmış maddelerde ( ELEKTRİK, ISI, KUVANTUM, MANYETİKLİK, MEKANİK) ayrıntılı olarak incelenmiş tarihsel gelişim üstünde durulmayacak, yalnızca fiziğin evriminin genel çizgileri ele alınacak. Bununla birlikte gelişimine katkıda bulunan araştırmalar ve sonuçları göz önüne alınmadan geçilmeyecek. Nesnelerin yapısı üstündeki birçok felsefi görüş, hatta bu gelişime belli bir etkisi olanlar bNe bir yana bırakılacak; örneğin Antikçağ'da, Aristoteles ya da Demokritos atomculuğunca benimsenmiş dört element öğretisi, Descartes'ın uzamla birlikte maddeyi tanımlaması, XVIII. yy.’da rastlanan katiların ve sıvıların oluşumuna ve hal değişimlerine ilişkin "düşünceler” ele alınmayacak.

Günümüzde en genel anlamıyla fizik, gerek doğal olarak insanın doğrudan karşılaştığı, gerek kendisinin yarattığı, algılanabilir dünyanın cansız nesnelerini ve olaylarını konu edinen bilim dallarından oluşmuş bir bütündür. Ancak fizik, bu nesnelerle olayların en genel ve temel görünümleriyle sınırlıdır. Ayrıca, gittikçe zayıflayan bir ayrıma göre, özgün alanı, cisimlerin birbirine dönüşüm tepkimelerinden oluşan kimya, fiziğin dışında tutulur; buna karşılık, cisimlerin, gerçekte kimyadan kaynaklanan özellikleri, çoğu kez, yanlış olarak fiziksel özellik biçiminde ele alınır.

Bu anlamda ele alındığında, fizik algılanabilir cansız dünyayı konu alan öbür bilim dallarından ayrılır; bunun nedeni fiziğin ele aldığı nesnelerin ve süreçlerin özgünlüğü, olumsallığı ve geniş ölçüde tarihsel niteliğidir. Fizik dışında kalan dallar gök bilimleri. Yer bilimleri ve yaşam bilimleridir. Bununla birlikte bu bilim dalları, gözlemi yapılmamış ya da en azından iyi açıklanamamış temel süreçleri konu aldıkları ölçüde, fiziğe dayanır. Üstelik fizik, bu bilim dallarında, kendi gelişimi sonucu olduğu kadar onların gelişimi nedeniyle de uygulama alanı bulur. Ote yandan fizik, özellikle XIX. yy.'ın ortalarından bu yana, "somut" tekniklerin gelişimine artan ölçülerde katkı sağlamıştır.

Yunanlılarda, özellikle Aristoteles'e göre ve XVII. yy. başına dek fizik terimi, olayların hemen hemen yalnız nitel görünümlerini, varlığını ve maddelerini ele alan, günümüzde doğa felsefesi dediğimiz kavramı belirtiyordu; öte yandan bu olaylar üstünde çağdaş anlamda edinilen deneysel ve matematiksel bilgilerin bir başka öğreti türü olan "matematik bilimleri"nden kaynaklandığı düşünülüyordu. Zaten günümüzde "fizik” dediğimiz kavram, uzun süre “doğa felsefesi" adıyla anıldı. Nitekim, Newton'un Principia mathematica philosophiae naturalis başlıklı yapıtı (1687), gerçekte mekanikle sınırlı, bir temel fizik kitabıdır.

Fiziğin gelişiminin dayandığı temel etkenleri şöyle sıralayabiliriz: özellikle gözlem aygıtlarının ve el aletlerinin bulunuşu, iyileştirilmesi sonucu olayların daha kesin biçimde tanınması; olayların bilinmeyen görünümlerinin anlaşılması; nitel anlayıştan, nicel anlayışa geçerek bulguları matematikleştirme ve matematiksel kuramları geliştirme; dağınık olguları ve yasaları, kesin tanımlara ve ilkelere dayanarak tutarlı bir bütün haline getirme; birbiriyle ilgisi olmadığı, hatta tümüyle farklı nitelik taşıdıkları sanılan olayları birleştirme ya da en azından birbirine yaklaştırma. Mekanik, fiziğin gelişiminde yönlendirici bir rol oynadı; çünkü, bilimsel biçimi ilk önce bu bilim dalı aldı ve algılanabilir dünyanın bütün olaylarını açıklama biçimi öbür bilim dalları için temel olurken, yöntemi de, bilimsel yöntemin modelini oluşturdu. Öbür fizik dalları, özellikle kimya, tam anlamıyla bilim olarak kurulduktan sonra bile, uzun süre özel bir fizik dalı biçiminde görüldü.

Fiziğin tarihi.


Antikçağ'da ve XVII. yy. başına dek, bilinen olaylar yalnızca şunlardı: statik davranış; katı ve sıvı maddelerin devinimi; ışığın yansıması ve kırılması; ısı ve ateş; "katı-sıvı-gaz" hal değişimleri (bu sonuncu olay, XVII. yy.'a dek, belirsiz bir kavram olarak kaldı); akustik ve müzik olayları. Bunlara, Çinliler'in 1100'de pusulayı bulmaları sonucu manyetik olaylar üstünde ilk bilgilerin elde edilmesi, Miletoslu Thales'in İ.O. VI. yy.'da, bir yere sürtülen kuru kehribarın hafif cisimlere uyguladığı çekimi gözlemesiyle ortaya çıkan elektrik olayları da eklenebilir. Ne var ki çok sınırlı bu olaylar, Arkhimedes’in (İ.Ö. III. yy.) statik ve hidrostatiği, ışığın yansıma yasaları ve aynaların etkileri, fiziğin henüz tam bir bilim dalı olmasını sağlayamadı. Bununla birlikte daha sonraki dönemlerde Pierre Le Pölerin de Maricourt'un (XIII. yy.) manyetikllğe ilişkin deneylerinde ve özellikle W. Gilbert'in (1600) De magnete adlı yapıtında, manyetiklik biliminin bir başlangıcı görülebilir.

Fiziğin gerçek gelişimi, XVII. yy.'ın başında başladı.
Kepler, Galilei, Huygens ve Hooke'un çalışmalarından yararlanan Nevvton, Prirıcipia mathematica philosophiae naturalis (1687) adlı yapıtıyla dinamiği kurdu. Bu yapıtta bilgin, maddesel noktalar ve katilar mekaniğini işlemişti. XVIII. yy.'da çok sayıda bilim adamı, özellikle Euler, d’Alembert, Lagrange akışkanlar mekaniğini oluşturarak, dinamiğin uygulamalarını geliştirdi. Hidrostatiğin yasa larını ise XVII. yy.’da Stevin ve Pascal kesinleştirmişti.

Bu ikinci dönemde, XVII. yy.'dan sonra
sıcaklık kavramının çıkışı ve bunun ölçümü sonucu ısıbilim oluşmaya başladı. XVIII. yy. sonunda, Black, Lavoisier ve Laplace’ın çalışmalarıyla sıcaklık kavramı ile ısı miktarı kavramı kesin biçimde birbi rinden ayrıldı. Boşluğun ve atmosfer basıncının varlığını XVII. yy.’da özellikle Pascal açıklarken, Böyle ve Mariotte, gazların sıkışma yasasını buldu. Özellikle kırınım, ince katmanların renk vermesi, çift kırılma, beyaz ışığın prizmayla ayrışması gibi o güne dek kuşku duyulmayan olayların tanınması, optiğin zenginleşmesini sağladı. Bu arada birçok yasa ve kuram geliştirildi; örneğin Kepler XVII. yy. başında geometrik optiği kurdu; Shellius ve Descartes kırılma yasasını buldu; XVII. yy.’ın ikinci yarısında Huygens ışığın dalga kuramını ortaya attı. Bu kuram özellikle Nevvton'un savunduğu ışığın tanecik yapısıyla çelişiyordu; bununla birlikte Nevvton ışığın titreşimi düşüncesine de yer vermişti. Bu çağda, maddenin yapısı konusunda hiçbir bilimsel kuram kurulamadı; bununla birlikte XVIII. yy. sonunda, Romö de l’lsle ve Renö Just Haûy’un geliştirdikleri kristalografiyi belirtmek gerekir. Elektrik ise XVIII. yy.’da, gerçek bir deneysel gelişmeye tanık oldu; ancak bu gelişme, hemen hemen yalnız elektrostatik alanıyla sınırlı kaldı: gittikçe daha güçlü elektrostatik makinelerin yapımı; elektrik kondansatörlerinin (Leiden şişesi) bulunması; atmosfer elektriğinin tanınması (Franklin); artı ve eksi elektrik arasındaki ayrım. XVIII. yy. sonunda, Coulomb zıt yüklerle elektriklenmiş iki cisim arasındaki etkileşimin, cisimlerin birbirine uzaklığının karesiyle ters orantılı olduğunu, dolayısıyla Nevvton yasasına uyduğunu deneylere dayanarak gösterdi.

Bu dönem, iki büyük buluşa tanık oldu: Galilei’nin XVII. yy. başında, yeni bulunan gök dürbününü kullanarak, gök cisimleri ve Yer cisimleri arasındaki yapı özdeşliğini göstermesi; Nevvton'un XVII. yy. sonunda ortaya koyduğu ve cisimlerin Yer üzerine düşmesi ile gök cisimleri arasındaki karşılıklı çekimin aynı yapıda olduğunu, aynı yasaya uyduğunu (aralarındaki uzaklığın karesiyle ters oran(ılı) öne süren evrensel çekim kuramı. Bu kuramın ardından fizik, evrensel bir nitelik kazandı ve gökcisimleri de aynı yasalara uyduğundan Yer olaylarıyla sınırlı kalmaktan çıktı.

XIX. yy.'da fiziksel bilimler özellikle elektrik alanında gerçek bir gelişme gösterdi; yüzyılın başında, OErsted ve Ampöre o zamana dek tamamen farklı olaylar biçiminde düşünülen manyetiklik ve elektrik arasında benzerlik kurdu; elektrik akımı üretilerek (Volta pili), dinamik elektrik elde edildi; elektroliz bulundu; indükleme, elektrik alanı manyetik alan kavramları ortaya çıktı (Faraday); bir elektrik akımıyla ısı üretme yasası kuruldu (Joule); elektromanyetikliğin bireşimi (Maxwell denklemleri, 1864) sağlandı. Elektrik, telgrafa (Morse, 1837), aydınlatmaya (Edison), telefona (Bell, 1876) uygulandı ve elektrik üretmek ya da elektriği mekanik enerjiye dönüştürmek için elektrik motoru yapıldı (Pacinotti, sonra Gramme, 1871-1875).

Maxwell denklemlerinden, elektromanyetik dalga kavramı doğdu ve Hertz deneysel olarak bunun varlığını tanıtladı. 1890'dan sonra Branly, Lodge, Tesla, Popov, Marconi gibi bilim adamlarının çalışmalarıyla, radyoelektrik iletişim doğdu.
Optikte, aydınlatılan yeni olaylar arasında, özellikle ışığın polarmasını (Malus) unutmamak gerekir. Fresnel’in çalışmalarıyla dalga kuramı, yayım kuramının yerini aldı ve enine titreşim kavramı ortaya çıktı; oysa, o güne dek titreşimlerin boyuna geliştiği düşünülüyordu. XIX. yy. bir başka büyük yaklaşıma da tanık oldu: Maxwell, ışığın elektromanyetik yapısını kanıt ladı. 1920’li yıllarda, Röntgen’in 1895'te bulduğu X ışınlarının, elektromanyetik ışımanın özel bir biçimi olduğu tanıtlandı.

Maxwell’in elektromanyetik kuramının yanında, bir başka genel kuram daha gün ışığına çıktı: termodinamik. Isı ve mekanik enerji üretimi arasındaki bağıntıyı (XVIII yy.’ın sonunda geliştiren buhar makinesinde yeterince bilimsel bir biçimde olmasa da başarıyla kullanılmıştı) ilk kez Sadi Carnot (1824) açıkladı; böylece önem kazanan termodinamik, ısının korunumu kavramı bir yana bırakılıp düzeltildi ve özellikle yüzyıl ortasında Clausius ve W. Thomson’un çalışmalarıyla başka olaylara yaygınlaştırılarak genel bir kurama ulaşıldı; bu kurama iki ilke egemendi: enerjinin korunumu (Mayer) ve enerjinin değer- sizleşmesi (artan entropi).

XIX. yy.'da, fiziğin bir başka kazancı da, mekaniğin gazlara uygulanışını sağlayan istatistiksel mekanik (Maxwell, Boltzmann) oldu; böylece oldukça yeni bir düşünce olan olasılık kavramı fiziğe girdi; daha önce XVIII. yy. başında, Daniel Bernoulli ısıyı, maddenin parçacıklarının çalkalanması biçiminde ilk açıklama girişiminde de, bu kavramı kullanmıştı. Bu kuram, termodinamikçilerle çok sert tartışmalara yol açtı; bununla birlikte mikroskobik düzeyde kısmen de olsa termodinamiğin yasalarını açıklama başarısı elde edildi.

XIX. yy. sonunda fizik tarihinde, öncekilerden oldukça farklı bir dönem başla dı: özellikle, o güne dek bilinmeyen temel kavram ve olaylar ortaya kondu; fiziğin temel kavramları gözden geçirildi; maddenin mikroskobik bileşenlerinin varlığını belirten kesin kanıtlar, bunların yapısı ve davranışı açıklandı. Böylece görelilik, kuvantonlar ve kuvantum mekaniği, çekirdek fiziği gibi yeni büyük bilim dalları ortaya çıktı. Einstein’in görelilik kuramı gerçekte iki kuram içerir: özel görelilik ve genel görelilik. 1916'da açıklanan ikinci kuram, Einstein’ın 1905'te temelini attığı birinci kuramı tamamladı ve genişletti. Özel görelilik, mutlak zaman yerine gözlemcinin devini mine bağlı zaman kavramını kullandı; zaman ve uzunluklar arasında bir bağlantı kurdu; kütlenin korunumu ilkesini reddederek, ünlü E = mc2 eşitliğiyle, kütleyi enerjiye bağladı; burada c, ulaşılabilecek en büyük hız, yani ışık hızıdır. Genel görelilik ise kütle, çekim ve uzayı tümüyle yeni bir anlayışla ele aldı ve bu üç kavram arasında bir bağıntı kurdu. Görelilik kuramı, klasik mekaniğin yerini almışsa da, ışık hızından çok düşük hızlarda gelişen sü reçler için klasik mekanik hâlâ geçerliliğini korur.

XIX. yy. başında Mendeleyev, basit cisimlerin özelliklerini atom numaralarına bağlayan yasası gibi temel kimya yasaları ve tayfölçümün gelişimi sonucu atomların ve moleküllerin varlığı belirlenmişti. Ne var ki bilim adamlarının önemli bir bölümü, bu gerçeği kabul etmeyi reddediyordu; ancak XIX, yy. sonunda ve XX. yy. başında, özellikle Brovvn deviniminin açıklanmasıyla kesin olarak benimsendi. Öte yandan, katot ışınları incelenerek (Jean Perrin), elektriği oluşturan öğe, yani elektron bulundu. Planck'ın 1900’de kuvantonları bulmasından sonra Einstein, bir ışık taneciği olan fotonun varlığını kanıt ladı. Dolayısıyla, ışığın dalga ve tanecik yapısına ilişkin iki görüş yeniden karşı karşıya geldi. Bu çelişki ancak, 1924-1926 arasında kuvantum mekaniğinin kurulmasıyla açılabildi; bu kuramı Louis de Broglie, Heisenberg ve Schröndinger geliştirdi, Dirac ve Paulı tamamladı ve özellikle, elektronların kırınımının deneysel olarak gözlemiyle doğrulandı. Kuvantum mekaniği, olasılık yasalarına başvurdu ve bugün bile hâlâ tartışılan belli bir belirlenmezciliğe yol açtı. Kuvantum kuramının gerçek katkısı katilar fiziğinin kurulmasında görüldü; katiların çeşitli niteliklerini (mekanik, elektriksel, manyetik, optik) ve yapılarını açıklayan bu fizik dalı, özellikle, yarıiletkenlere uygulandı. Yarıiletkenlerin elektronik ve bileşim tekniklerinde oynadıkları rol bugün iyi bilinmektedir.

Atomların varlığı ortaya çıktıktan sonra, bunların yapılarını belirleme sorunu gündeme geldi. Kuvantonlara dayanan ilk modeli, 1913’te Bohr hazırladı. Temel olarak, gezegenel bir düzene (bir çekirdek çevresinde dönen elektronlar) dayanan bu model, kuvantum mekaniği ve özel göreliliğin uygulanması sonucu gelişti; bu modele dayanılarak özellikle, tayf çizgilerinin ince yapısı açıklandı. Çekirdeğin yapısı ise, ancak 1930’dan sonra nötronun bulunuşuyla (1930-1932) kesinlik kazandı, işte bu gelişme sonucunda, ilk kez 1896 ile 1898 arasında Henri Becquerel, Pierre ve Marie Curie’nin gözlediği radyoaktiflik bütünüyle anlaşıldı. Böylece çekirdek fiziği doğdu; bu fizik dalı 1939’da, çok ağır atomların parçalanmasını sağladı; dolayısıyla ilk atom bombasının ve daha sonra nükleer reaktörlerin temel süreçleri ortaya çıktı.

Astrofizik, Bethe’nin (1938),nükleer süreçlerin yıldızlarda, özellikle Güneş'te oynadığı temel rolü açıklaması sonucu derin bir değişime uğradı. Daha sonra bu bilim dalı Evren'in, farklılaşmamış bir maddenin patlaması sonucu başladığını öne süren ve gittikçe yandaş kazanan bir kuramla elementlerin oluşum ve dönüşümünün aydınlatılmasına katkıda bulundu, ikinci Dünya savaşı’nın ardından kozmik ışımanın incelenmesi, çok daha ileri bir fizik dalı, yani temel parçacıklar fiziğinin doğmasını sağladı. Bu parçacıkların sayısı, gittikçe daha güçlü hızlandırıcıların yapımıyla arttı; günümüzde bu bilim dalı alanındaki kuramlar evrimini sürdürmektedir.

Fiziğin yöntemi ve felsefesi.


Fiziğin yöntemi özellikle XVII. yy.'ın başından sonra yavaş yavaş oluştu. Bu yöntem temelde "uygulama”dan ve ayrıca felsefi görüşlerden kaynaklandı; felsefi görüşlerin bir kısmı çok genel, bir kısmı da doğayla ilgiliydi; gerçekte, fizik yöntemleri ve felsefe, geçmişte olduğu kadar günümüzde de tek bir kısmı da doğayla ilgiliydi; gerçekte, fizik yöntemleri ve felsefe, geçmişte olduğu kadar günümüzde de tek bir biçim göstermez, tersine oldukça çeşitli ve çoğu kez çelişkili, ama gittikçe birbirini tamamlayıcı ber şekilde birleştirilen biçimler sunar. Uzun süre, önsel ve kuramsal bir tutum, deneysel bilgiye üstünlük kurdu. Daha doğrusu, yunan Antikçağı’nda ve Ortaçağ'da, fiziğin metafizik görüşlerden (özellikle dört element öğretisi) esinlenmiş bir sistem içinde tümleştirilecek, doğrudan algılanabilir birkaç veriyle yetinebileceği sanıldı. Bu kuramsal egemenliğe, XVII. yy. başında Galilei ve Descartes’ta da rastlanır; ama bu fizikçiler Aristoteles'in nitel fiziğiyle çelişen, matemati ğe dayalı bir fizik anlayışı getirdi. Öte yandan aynı çağda, Francis Bacon’ın ön ayak olduğu deneysel bir fizik akımı başladı. Bu iki eğilim XVII. yy.’ın ortasında, özellikle Pascal, Huygens, Hooke, Mariotte ve Nevvton'un çabalarıyla bağdaşma yoluna girdi. Bu dönemde fiziği, açık ilkelerden tümdengelim yoluyla oluşmuş bir bütün biçiminde ele alan akımın yandaşları, bu ilkeleri deneyin denetimine vermeyi benimsediler; oysa olguların üstünlüğünü savunanlar, çoğu kez bu olgulardan çok uzaklaşan, ama deneysel testlerden geçirmeye elverişli sonuçlar doğuracak varsayımlara yer vermeyi benimsediler. Gerçekte, yalnızca Descartes'ın, madde ve devinimine ilişkin varsayımlarını hedef alan, "ben varsayım öne sürmüyorum” biçimindeki ünlü açıklamasına ve çok haklı suçlamasına rağmen, Nevvton da aynı eğilimi benimsemişti.

XVII. yy.’ın başından sonra, günümüzde bile çelişen iki akımın karşı karşıya geldiği görüldü; bunlardan biri “olgucu" akım, ister gözle görünmeyen gerçeklerin varlığı yadsınsın, ister bilimin bunlara ulaşamayacağı açıklansın, yalnızca algılanabilir gerçeklerle yetiniyordu. Daha XVII. yy.'ın ilk yarısında, peder Mersenne’ in öne sürdüğü olguculuk, fiziği anlamsız kurgulardan kurtarıp, eşyanın doğasına yöneltme onurunu kazanmıştı. Ancak, aynı olguculuk, XIX. yy.'da birçok bakımdan fiziğin gelişimini, özellikle, moleküller ve atomlar konusunda gerçeklerin öğrenilmesini geciktirdi. Öte yandan termodinamik ve enerjibilime, üstünlük tanıyarak istatistiksel mekaniğin gelişimine engel olan da olgucu tutum oldu; çünkü bu mekanik o dönemde gözle görülmeyen gerçekleri, yani gaz moleküllerini göz önüne alıyordu. Bu bilimsel olguculuğu, XIX. yy.'da özellikle felsefeci Auguste Comte, bilim adamları Ernst Mach ve Marcellin Berthelot işledi. Ama bu anlayış, daha sonra işlemcilik biçiminde nitelenen sistemli bir olguculuktu ve Einstein’ı, “metafizik" mutlak zaman kavramını yadsıyarak yerine, sıkı sıkıya "olgucu" işlemlerle tanımlanan göreli bir zamanı benimsemeye yöneltti.

Bu iki akımdan biri "olgucu"dur, öbürü ise algılanabilir gerçekleri olduğu kadar gözle görülmeyen gerçekleri de göz önüne alır; her iki akım fizik biliminin tümüne yayılan çelişkili iki fizik anlayışından kaynaklanır. Kimi fizikçiler, bilimin gerçeğe ulaşamayacağını savunuyordu. Nitekim Henri Poincarö'ye göre, bir kuramın ötekine yeğlenmesine yol açan, yalnızca uzlaşmalardı. 30'larda ortaya çıkan ve oldukça derin etkiler bırakan Viyana okuluna göre (Carnap, Franck, Neurath) ise bilim, yalnızca bir dildi; metafiziği tümüyle bilimin dışında tutmak gerekiyordu. Nesne gerçeğine bilimin ulaşamayacağını savunan ve çok sayıda yandaş toplayan güncel akımın itici gücü büyük ölçüde bu düşünce biçimi oldu; bu akıma göre, bilim, deneyle çelişmeyen ve kesin öngörüler yapmaya olanak veren "modeller" kurmakla yetinmelidir. Bu arada, çok sayıda fizikçi de, tamamen gerçekçi bir yaklaşım gösterdi. Örneğin kuvantonlar ve kuvantum mekaniği konusunda Planck, Einstein, Louis de Broglie, daha genel planda bilim felsefecileri Kari Popper ve Mario Bunge sayılabilirler.

XVII. yy.'ın başında fizik, büyük gelişme gösteren, matematiksel aracı kullanmaya başlamıştı Ardından matematiksel fizik hızla gelişti ve yaygınlaştı; nitekim Nevvton mekaniği daha iyi açıklandı ve özellikle hidrodinamik kuramlarına, ısı yayılmasına, esnekliğe, elektromanyetikliğe uygulandı.

Bu genel tutumların yanı sıra fizik yöntemi daha güzel ve ayırtedici nitelikler de gösterir. Bunlardan bir kısmı, XVII. yy. başında, çağdaş bilimin doğuşuyla ortaya çıktı; öbürleri uzun süre içinde işlenerek geliştirildi. Ne var ki fiziğin en büyük atılımları Gaston Bachelard'ın çok iyi açıkladığı gibi hemen her zaman, bilimkuramsal engeller'le karşılaştı. Bu alandaki büyük değişimlere karşı çıkan bu engeller, özellikle XVII. yy. başında Yer'in, Evren'in merkezi olduğu görüşü ve XX. yy. başında Einstein’ın öncülüğünde bir yana bırakılan mutlak zaman kavramıydı; bu görüşlerin yandaşları, kendileri için temel ilke olma niteliğini koruduğu sürece, bunların yadsınabileceği kabul edemiyordu. Buna karşılık, bir yandan ölçme bunun kesinliği ve hataları değerlendirme kaygılarının gündeme gelmesi, öbür yandan, bir kuramı benimsemek ya da bir başka kurama yeğlenmek için sağlaması gereken koşulların belirlenmesi sözkonusu değişimlerin itici gücünü oluşturdu. Bu ikinci sorun, 60'ların başından bu yana oldukça yeni tartışmalara ve derin araştırmalara konu oldu. Kuramların benimsenmesini, özellikle sosyal ve psikolojik davranışlara bağlayan T.S. Kuhn'un ve Kari Popper, İmre Lakatos ve çok daha “dışsalcı" öğrencilerinin çalışmalannı da unutmamak gerekir. Popper, bir kuramı doğrulayan olgular ne denli çok olursa olsun, onun gerçek olduğu sonucunu çıkarmaya yetmeyeceğine ve bir tek çelişkinin kuramı mahkûm edebileceğine dikkat çekti. Öte yandan Popper, fiziğin gerçek “çalışma” koşullarına daha yakın bir kuramın başarıyla birçok testten geçirilip doğrulanabileceğim ve böylece gerçeğe gittikçe daha çok yaklaşacağını öne sürdü. Lakatos ve öğrencileri, daha ayrıntılı çalışmayla ve fiziğin gelişimine katılan çeşitli etkenleri göz önüne alarak, bir "araştırma programı" nın uzun süre yeni olaylarla sürmesinin en azından, bir kuramın geçerliliğinin güvencesi olduğunu göstermeye giriştiler; buna karşılık bir araştırma programının gerilemesi, yeni olayları açıklamada yetersiz kalması, belli istisnalar dışında, kuramın dışlanmasını gerektireceğini öne sürdüler.

Fizik, kuramsal yanında (temel kavramların tanımı, matematiksel gelişmeler) olduğu kadar, deneysel yöntemlerinde de gittikçe daha kesin bir duruma geldiğini de eklemek gerekir. Aynı zamanda, daha gösterişsiz ve daha sakınımlı olma özelliklerini kazanmıştır. Kuşkusuz bu bilim dalı, gittikçe daha geniş, daha akılcı ve uzun süre önüne engeller koyan, tedirginlik doğuran metafizikten kurtulmuş bir bireşimi amaçlar; kaldı ki fizik kendi kendini düzeltmeye ve yeni ufuklara açılmaya hazırdır.

—Tıp. Tıp fiziği. Üç tedavi yöntemi kullanılır:
1. hareket: bir organa işlevini kazandırmak amacıyla tüm biçimleriyle (yardımlı eylem, dirençli eylem, vb.) kullanılan etkin ve edilgen hareketlendirme;
2. fiziksel etmenler: ısı, ışık, soğuk, su (su içinde hareketler: hareketli ya da basit banyo tedavisi), soğuk ya da sıcak hava püskürtmesi;
3. elektroterapi.
ikinci Dünya savaşı’ndan sonra bu yöntemler savaş yaralılarının yaşama uyum sağlaması için kullanılmıştır; günümüzde de trafik kazaları ve sporların yaygınlaşması sonucu tıp fiziği araçlarına gereksinmesi olan sakatlıkların sayısının artması nedeniyle sık sık kullanılmaktadır.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Temmuz 2016 15:27
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
31 Temmuz 2011       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

FİZİK


Fizik biliminin konusu, en genel tanımıyla, maddeyi ve enerjiyi incelemektir. Maddenin katı, sıvı, gaz ve plazma gibi değişik durumla­rı, bütün maddesel varlıkları oluşturan atom ve moleküller, atomların yapısındaki temel parçacıklar ve bu parçacıkları bir arada tutan kuvvetler fiziğin inceleme alanına girer. Bun­ların dışında, ışık, ısı, ses, radyo dalgalan ve bütün öbür enerji biçimleri, enerjinin dönü­şümü ve aktarımı, elektrik, magnetizma, kütleçekim kuvveti ve öbür doğal kuvvetlerin rol oynadığı bütün olgular (fenomenler) fiziğin temel araştırma konularıdır.
Ad:  fizik4.jpg
Gösterim: 6894
Boyut:  44.9 KB

Fizikçiler, deneylerle elde ettikleri bilgiler­den ve matematiksel yöntemlerden yararlana­rak, bu doğa olgularını açıklayabilecek kap­samlı ilkeler ya da yasalar ortaya koyarlar. Bu nedenle, bütün bilimlerde olduğu gibi fizikte de deneylerin iyi tasarlanması, büyük bir titizlikle gerçekleştirilmesi ve bütün koşulla­rın kesinlikle denetim altında tutulması sağ­lıklı sonuçlara varabilmek açısından son dere­ce önemlidir. Deneylerin güvenilir olması için, kullanılan ölçü aletleri olağanüstü duyar­lı, ölçümler çok titiz olmalı, alınan sonuçların doğruluğunu sınamak için gerekli denetleme yöntemlerine başvurulmalı ve elde edilen bütün bilgiler ayrıntılarıyla kaydedilmelidir.

Bazı fizikçiler maddenin ve enerjinin doğa­sını açıklamaya yardımcı olacak bilgileri de­neylerle toplamaya çalışırken, bazıları da doğa olgularını ve deney sonuçlarını gelişmiş matematik yöntemleriyle yorumlamaya uğra­şırlar. Bu "kuramsal" fizikçilerin ortaya attık­ları varsayım (hipotez) ve kuram'larm (teori) geçerliliği yeni deneylerle sınanır. Deney sonuçlarının, olabildiğince çok sayıda doğa olgusunu kapsayacak biçimde genelleştirilme-siyle fizik yasaları denen genel ilkelere varılır.

Fiziğin Gelişmesi


Fizik en eski bilimlerden biridir. Eskiçağlarda deneysel yöntemler bilinmediği için, ilk fizik­çiler daha çok kuramsal çalışmalar yaparlardı. Gene de, yüzyıllar sonra deneylerle varılan gerçeğe çok yakın bazı kuramlar geliştirmiş olmaları şaşırtıcıdır. Örneğin İÖ 5. yüzyılda yaşamış olan Eski Yunanlı düşünürlerden Demokritos ile Leukippos maddenin atomlar­dan oluştuğuna inanıyorlardı. Oysa atom kuramının doğruluğu ancak 19. yüzyılda ka­nıtlanabildi. Uygulamalı fiziğin başlangıcı, yani fizik ilkelerinden mühendislikte ve gün­lük yaşamda yararlanılmaya başlaması da çok eskiçağlara dayanır. Eski Mısırlılar piramitle­rin yapımında önemli fizik ilkelerinden birço­ğunu uygulamışlardı. Kaldıraç ilkesi ve özgül ağırlık gibi çok önemli buluşları olan Eski Yunan bilgini Arşimet (İÖ yaklaşık 287-212) ise ilk deneysel fizikçilerden biridir.

Sonraki yüzyıllarda matematiğin gelişmesi giderek daha karmaşık kuramların doğmasına olanak verirken, bilimsel aygıtların bulunup geliştirilmesi de çok daha duyarlı deneylerin yapılabilmesini sağladı. İtalyan bilgini Galileo Galilei (1564-1642) çok önemli kuramlar ge­liştirdi ve bunları kendi yaptığı deneylerle sınadı. İngiliz bilim adamı Sir Isaac Nevvton (1642-1727) da düşünceleri sağlam gözlemlere dayanan parlak bir kuramcıydı. Böylece Gali­leo ile Nevvton, ısı, ışık, ses, mekanik, elek­trik ve magnetizma gibi konuları kapsayan "geleneksel" ya da "klasik" fiziğin öncüleri oldular.

Atom fiziği, nükleer fizik (çekirdek fiziği), parçacık fiziği ve astrofizik gibi temel dalları içeren "modern" fizik ise 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında doğdu. 1895-1905 yılları arasında gerçekleştirilen ikisi kuramsal, üçü deneysel beş temel çalışma modern fiziğin doğuşunu hazırlayan birer dönüm noktası sayılır. Bu dönüm noktalarından ilk ikisi Alman fizikçi Max Planck'ın (1858-1947) kuvantum kuramı ile Alman asıllı ABD'li fizikçi Albert Einstein'ın (1879-1955) görelilik kura­mının yayımlanmasıdır. Fizikte yeni bir çağ açan üç deneysel çalışma ise İngiliz fizikçi Joseph John Thomson'ın (1856-1940) madde­nin en küçük parçacıklarından biri olan elek­tronu belirlemesi, Alman fizikçi Wilhelm Röntgen'in (1845-1923) X ışınlarını tanımla­ması ve Fransız kimyacı Henri Becquerel'in (1852-1908) radyoaktifliği bulmasıdır.

Fiziğin Dalları


Fizik bilimi, kuramlarına kesinlik ve açıklık getirmek üzere büyük ölçüde matematikten yararlanırken, fizik ilkeleri de başta kimya, astronomi, jeoloji ve biyoloji olmak üzere birçok bilimde uygulama alanı bulmuştur. Kimyanın en önemli dallarından biri olan fiziksel kimya ile fiziğin temel dalları arasında sayılan astrofizik, jeofizik ve biyofizik gibi örtüşmeli alanlar bu uygulamanın ürünleridir.

Mekanik, fiziğin en eski vc en geniş kap­samlı dalıdır. Hareket halindeki cisimlerin davranışlarını ve durağan cisimlerin basınç ya da başka kuvvetler karşısındaki tepkilerini inceleyen mekanik birçok altdala ayrılır. Ci­simlerin hareketi ile kuvvetler arasındaki etkileşimi konu alan dinamik, durağan ya da denge durumundaki cisimleri inceleyen statik, sıvıların ve gazların davranış özelliklerini araştıran akışkanlar mekaniği ile katıların davranışlarını inceleyen katılar mekaniği, akışkanların hareket ilkelerini konu alan hid­rodinamik ile durgun akışkanları inceleven hidrostatik klasik mekaniğin abdallarıdır. Me­kaniğin temel kuramını büyük ölçüde Sir Isaac Nevvton'a borçluyuz. Cisimlerin yere düşmesi, sarkaçların salınımı ve gezegenlerin Güneş çevresindeki dolanından Nevvton'ın mekanik ve evrensel çekim kuramlarıyla açık­lığa kavuşmuştur.

Çok hızlı hareket eden cisimlerin davranış­larını açıklayan görelilik kuramı ile atomun yapısındaki elektron, proton gibi çok küçük parçacıkları ve dalga hareketini inceleyen kuvantum mekaniği, fiziğin bu dalının daha yeni ve çığır açıcı bölümleridir. Optik, elek­trik, atom fiziği ve nükleer fizik konularını anlayabilmek için gerekli temel kavramlar görelilik kuramı ile kuvantum mekaniğinden doğmuştur.

Msxlabs & TemelBritannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Temmuz 2016 15:27
KAPTAN - avatarı
KAPTAN
Ziyaretçi
27 Kasım 2012       Mesaj #5
KAPTAN - avatarı
Ziyaretçi

Fizik


Maddenin ve enerjinin özelliklerini ele alan bilim dalı.
Ad:  fizik.jpg
Gösterim: 11628
Boyut:  14.4 KB

Fizik, evrenin işleyişini belirleyen temel yasaları bulmaya çalışır. 18. yüzyılın sonuna kadar fizik ve kimya, öteki bilimlerle birlikte felsefenin bir parçasını oluşturuyordu. Günümüzde ise mekanik, ısı, ışık, manyetizma ve elektrik gibi başlıca dalları vardır. Çağımızda çekirdek fiziği özel bir önem kazanmıştır.

18. yüzyıldan sonra fizik, klasik ve modern fizik olmak üzere iki dönemden geçti. Klasik fiziğe, dinamiğin prensiplerini formüle ederek İsaac Newton damgasını vurdu. Newton'un yasaları atom ve moleküllerin anlaşılmasıyla birlikte kinetik teorinin doğmasını, böylece ısının gizinin çözülmesini de sağladı. Işığı da inceleyen Newton, kendisinden önceki bilimsel çalışmalarla elde edilen bilgileri olağanüstü bir senteze kavuşturmakla kendisinden sonraki bilimsel incelemeye de hız kazandırdı.

19. yüzyılın başında Faraday, elektrik ve manyetizmayı birbirine bağlı olarak oluşturmayı başardı. Maxwell, Faraday'ın gözlemlerini matematiksel ifadelerle kuramsallaştırdı ve 1860'ta elektromanyetik ışık kuramını ortaya koydu. Bu kuram Hertz'in radyo dalgalarını bulmasına yol açtı (1887). Roentgen, kısa süre sonra gözle görülmeyen başka bir ışınımı, yani x ışınlarını keşfetti (1895). Bunu J.J. Thomson'un ilk kez atomdan küçük bir parçacığı, elektronu bulması izledi. Böylece atomun yapısının sanıldığından çok daha karmaşık olduğu ortaya çıktı. Fotoelektrik olayın keşfi, maddenin yapısına ilişkin bulanıklığı daha da artırdı. Bu bulanıklık, kuvantum teorisinin doğuşuyla ortadan kalktı. Planck'ın 1900'de ışık enerjisinin sürekli dalgalar olarak değil, kuvanta adı verilen bir tür parçacıklar şeklinde yayıldığını ortaya koyması ve 1905'te Einstein'in bu fikri kullanarak fotoelektrik olayı açıklaması, modern fiziğin başlangıcı oldu. Einstein 1905'te görelilik kuramının birinci bölümünü yayımlamakla 20. yüzyıl fizikçilerine, tıpkı 19. yüzyıl fizikçilerine Newton'un açtığı yol benzeri geniş bir alan açtı. Becquerel'in radyoaktifliği bulmasından (1896) kısa bir süre sonra, Rutherford, alfa parçacıklarıyla bombardımana tâbi tuttuğu azot atomlarından oksijen ve protonlar elde ederek atomu parçalamayı başardı (1919).

Böylece nükleer fiziğin (çekirdek fiziği) yolu açılmış oldu. Fermi ve arkadaşları 1942'de ilk nükleer zincirleme tepkimeyi gerçekleştirdiler. Einstein'ın kütle ile enerjinin eşdeğerliği formülasyonu, atom bombasının patlaması sırasında açığa çıkan enerjiyle kanıtlandı. II. Dünya Savaşı sonrasında maddeyi oluşturan temel parçacıkların bulunması ve tanımlanması, fizikçilerin maddenin bilinmeyen yönlerini açıklamalarını giderek kolaylaştırmaktadır.

Fiziğin Diğer Bilim Dallarına Katkısı


Fizik kimya ilişkisi


Fizik bir doğa bilimidir ve evrende her şeyi inceler zaten fizikçilerin en önemli özelliği meraklı olmalarıdır evrendeki her şeyi merak ederler ve incelerler bu yüzden birçok alanla doğrudan ve dolaylı yollardan mutlaka ilişkisi vardır.
Modern fizik olarak adlandırılan göreceli ve kuantum tabanlı fizik anlayışlı temel bilim dalları olan fizik kimya biyolojinin ortak alanlarının gelişmesini sağladı.
maddenin katı sıvı ve gaz hallerini en derin ayrıntısına kadar inceleyen ve termodinamik yasalarını kullanan kimyanın alt alanı fizo kimya modern fizikten fazlası ile etkilendi. maddenin en küçük yapı taşları olan madde taneciği ve kuantum kimyanın ilgi alanına girdi.

Fizik biyoloji ilişkisi


Fiziksel bilimlerin geliştirdiği bilgisayarlar, tıpta da çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. İç organların net ve ayrıntılı olarak görüntülenip incelenmesinde ; kan ve idrar tahlili gibi biyokimyasal analizlerde vb. çalışmalarda bilgisayar kullanımı giderek yaygınlaşmıştır. Böylece daha kısa sürede kesin sonuçlar gidilebilmektedir. Termik kamera denilen vücut ısısına duyarlı kameralarla uzak alanlarda canlı varlıkların bulunup bulunmadığı saptanabilmektedir. Böylece , bilim ve teknolojideki biyoloji biliminde bilgi patlamasına neden oluşmuştur. Ameliyatlarda yaranın dikilmesi ve iyileşmesi önemli bir sorundur. Ayrıca dikiş izi kalmaktadır. Oysa günümüzde çoğu zaman yaraların için lazer ışınlarından yararlanılıyor. Böylece hem yaralar kolay iyileşiyor hem de dikiş izi kalmıyor.

Fizik coğrafya ilişkisi


Coğrafyanın fizik ile ortak yanı olarak yerçekimi, merkez kaç kuvveti, hareket, güç ve enerji konu başlıklarını örnek olarak verebiliriz.

Fizik astronomi ilişkisi


Astronomiye Bu Evrimler Zinciri Açısından Bakarsak, Astronomi; Fizik, Kimya, Jeoloji, Biyoloji Ve Bir Bilim Dili Olan Matematik Ve Geometri Gibi Disiplinleri Bünyesinde Toplayan Bir “bilimsel Disiplinler Topluluğu"dur. Bu Nedenle Fen Bilimlerini Astronomiden Ayrı Düşünmek Mümkün Değildir.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 18 Aralık 2016 23:42
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Temmuz 2016       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Fizik nedir? Ne işe yarar?


Hep merak etmişizdir, yavaş yavaş bu dünyanın içine girelim çok şeyler keşfedeceğiz keşfedecek bişey kaldımı derseniz dün ne bulunmuştu yarın daha iyisini bulucaz buyrun kapı burdan...
Ad:  fizik1.jpg
Gösterim: 7083
Boyut:  14.3 KB

Madde ve madde bileşenlerini inceleyen, aynı zamanda bunların etkileşimlerini açıklamaya çalışan bir bilim dalıdır. Fizik genellikle cansız varlıklarla uğraşan, fakat çok zaman canlılarla ilgilenen bilimlere de yardımcı olan bir bilim kolu olaraktan anılır.

FİZİĞİN TEMELLERİ


(Genelde bilimin,ozelde fizigin dayandigi temeller uzerine bir deneme) Bu kucuk denemede sunlar kisaca gozden gecirilecektir:
  • Tum doga bilimlerinde ve fizikte doganin konumu
  • Fizigin iki temel kavrami olarak uzay ve zaman
  • Fizigin diger onemli temeli olarak neden-sonuc ilkesi
  • Fizigin en temel sureci olarak olcme;gozlem-olcme-deney uclusu
  • Fizigin metodunun temel ozelligi olarak;dogadaki degisimleri degismeyenlerle aciklamak
  • Fizikte diger temel kavramlar olarak korunum ve invaryantlik
  • Pozitif bilimler ve fizigin temeli olarak basitlik ilkesi
  • Fizik-matematik iliskisi
  • Fizik-felsefe iliskisi
  • Fizikteki temel kavramlarin son yuzyildaki degisimi
Fizigin en temelinde hangi kavram ya da ne var?Icinde bulundugumuz zamanda bu soruya cevap vermek oldukca zor.Cunku bina o temeller uzerinde yukselmis durumda.Insanligin dusunce tarihine bakildiginda pozitif bilimler oldukca yeni olarak karsimiza cikar ama buna ragmen oldukca hizli gelismislerdir(yine dusunce tarihine gore).

En basta butun bilimler;kendi disimizda varligi bizden bagimsiz bir olgular dunyasindan yola cikmislardir.Bu olgular dunyasinin en temel ozelligi nesnel ve anlasilabilir olmasidir.20. yy. baslarinda fizikte olusan devrimsel nitelikteki gelismeler;kendi disimizda bizden bagimsiz ve nesnel bir olgusal dunyanin varligi konusundaki goruslerimizi degistirmistir.Bu noktada; nasil ki olgulardan ve olaylardan bagimsiz bir uzay ve zaman dusunulemezse, bizden bagimsiz bir epistemolojik surec de dusunulemez(evreni anlamak adina)Bu bilme surecini bazilari soyle tanimlar:

"Kendimize,disimizdaki nesnelerin icimizdeki hayalet cisimlerini ya da simgelerini yapariz.Oyle ki, resmin mantiksal olarak zorunlu sonuclari,her zaman resmedilen nesnelerin fiziksel olarak zorunlu sonuclaridir."
Hertz

"Bilim,her turlu duzenden yoksun duyu verileri(algilar) ile mantiksal olarak duzenli dusunme arasindaki uygunluk saglama cabasidir."
Einstein

"Bilim,gozlem ve gozleme dayali uslama(akil yurutme) yoluyla once dunyaya iliski olgulari,sonra bu olgulari birbirine baglayan yasalari bulma cabasidir."
Russel 'Religion and Science'
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 24 Temmuz 2016 15:31
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

24 Temmuz 2016 / Misafir Cevaplanmış
16 Şubat 2010 / Daisy-BT Fizik
22 Ekim 2008 / ressam91 Fizik
23 Nisan 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış