Arama

Şiir Nehri -2- [Arşiv] - Sayfa 223

Güncelleme: 18 Ocak 2010 Gösterim: 1.169.336 Cevap: 8.002
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2221
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
efkâr tüneği

Sponsorlu Bağlantılar


gül dokunur içimin aşk ağıtından
yağmasını bilen bulut ağlar yüzüme
ihtilal hasretin pusularında mesafelerin

hangi yalnızlık faslından tutunsam
yazılmaya hazır kâğıda nagehan
fısıltısına düşerim siyahi kederin



öpüşünü susarım hayat çukurunda
veda güceniği telleri kopuk sazımın
üstüne dökülür sokak başı üşümeleri
yol boyunca kaldırım çürüğü gölgelerin

saçlarımın kar örtüsü ak varlığın
sırtımdan akan yorgun yaşımda izin
bir kaç nefeslik kalan iç çekişimde giz
unutuşun gri ülkesinde yağmur resmin



dile dökülmeyenin tenhalığında ovulan sözler
toprağa çömelik dizlerim kan donuğu sirkatinden
ezik yasemin kokusu ucundan sonrası şimdiler
latin inceliğinde itirafından rengi ıslak gecelerin

yaza dursun güvercinler tanrıça kızı defneyi
cebimde gözyaşları sensiz göksel mermerin
yaşanmış öyküsü sevdana yaktığım kibrit çöpleri
yengeç vadisi kader açıklarında sarsıntılı geleceğim

gül dokunur içimin ağıtından, dil değmemiş şiirler
yüzyıl günahlarının koşumundan uzak sevdalı türkülere
kınalı parmaklarımla yazarım bilmediğin sessizliğimi
hasarlı yüreğimin kuytularında kül alfabesiyle




S.Sevinç YILDIZ

vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2222
vain - avatarı
Ziyaretçi
AYNALAR
Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
Sponsorlu Bağlantılar
İste yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karsıma,
Başımın tokmağı indi başıma.

Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!

Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.

Günah, gunah, hasad yerinde demet;
Merhamet, sucumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.

Necip Fazıl Kısakürek

ÇİLE..

Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

Bir bardak su gibi çalkalandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makâni bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu ögrensem asıl?

Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep nokta nokta ruhumu sokmus,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.

Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan mühacir; eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatıi bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerrecigim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmis zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
Içiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırılıtılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!


Necip Fazıl Kısakürek...
Son düzenleyen Blue Blood; 19 Mart 2007 12:41 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2223
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
üleşilenler

(getirdiklerini saymıyorum işidir diye
götürmesine ne hacet üstüne ne vazife
deprem oluvermeliyim bir ucundan diğer ucuna
ıradıkça senden çökmeliyim kıvrımlarının üstüne)


en kolayı bana düştü
en zoru yollara
...


yağmurla mı daha çok söndüm gözlerinle mi
hiç ayıramadım
yüreğinin bulutları hep yüklüydü
sahipsiz bir sevinç alâkasız bir hüzün
ya da içlisinden bir türkü değmeye görsün
yağmaya izin istemezdin mevsimlerden
billur bir damla kesilirdin baştan ayağa
ve ben yangınken seni sevmesinde ne vardı

senden giderken ayrılık kaç kiloysa
tam o kadar çekerdim
özlem benim sırtıma ben yolun...

açlık terbiye mi ceza mı bilemedim
doyduğum anda acıkmak ne büyük lanet
şükür iştahımın peşindeyken edemediğim
marazımı sevdiren şifacı
senin bir yanın nimet diğer yanın bereket
ben sofraların yanaşması
seni sevmesinde ne vardı

en kolayı bana düştü
en zoru yollara
ilaveten
utanmak aşka

Selim PUSAT
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2224
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HAZAN YOLCUSU

Saçların yine solgun
Bağrın elemle dolgun
Nereye yolculuğun
Yeni bir gurbete mi?

Ben de bir kuru yaprak gibi
Seninleyim bak
Zülfüne takılarak
Oldum gönül veremi

Gözlerim dolu melal
Yüzün bir ince hilal
Giderken beni de al
Beraberine e mi?

Kemallettin Kamu
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2225
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
CAM`A AKSEDEN YÜZ



gece sessizliğinde
gözlere
hani derler ya dokunsan...

yok iskelesinde
kanadına yazdı
bir martı özlemi
bin seneyi yitirdi bir gecede
çay bahçesinde ki masa
suskun


sorguladı sahil boyu kaldırımlar
kadın ve adamın
zamana küskün adımlarını

gölgesinden mahrum
bir çınar döker yapraklarını
sokak lambasından
içe düşen kendini arıyor

üşüdü kadının elleri düşen her damlada
ötesi gerisi yok zamanın
karanlık camın ardındaki dağınıklığa
bıraktı hüznü gün..

sarıldı bedenine kol
omuzunu sıkan
bir el titremekte
sıcak değmelerden yoksun
iki dudak
iki göz arası ayrılık
bir veda ki
iki şehir arası


Fulya Çelikbilek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2226
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
11236046768teddddhl9

Yine bir rüzgar aldı içine hapsetti beni
Ellerim kavuşmuyor birbirine
Yüreğimin dili tutuk
Gözler anlatıyor bendeki herşeyi
Ahhhh ölüm gelmeden
Bir anlatabilsem ben de ki BEN i...
Kolay mı bu kadar yaşamak aşkı
Yoksa aşk mı kolay yaşatılmaya alıştı...
Yürekler başka konuşurken
Sözler mi sapıtıyor yolunu
Anlatamadın belki de sen de ki SEN i
Bak gözlerimin içine
ANLADIN MI ŞİMDİ SENİ NE KADAR ÇOK SEVDİĞİMİ...........


Yazar : Emelce
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2227
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Geceyi Vuruyor Sesin

Sunduğum
Portakal çiçeği
Kırlangıç kanadında kırılgan
yetmezdi ömrü
uçarken sığınsa sacağına
bilirdi

her sancı kendi içine
vurulan vurgun
soluksuz bir gece dizlerde

içimde sen
ruhumda başka bir şey
fısıltısı ipek/ ten ipek
yüzüme doku/nsan
su izi

bıraktığın yerde yanan
avucum ayaz
üstümde soğuk yorgan
zaman köz gez

aşk pejmürde
bir tavus kuşu endamı
demini dokur
sus
geceyi vuruyor sesin


Fulya Çelikbilek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2228
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
siir10159

Yağmur ol, derinden ve sessiz yağ üstüme
Serinliğin, bırak işlesin iliklerime
Şarkılar biriksin ayaklarımın gölgesine
Damla damla aksın coşkun denize
Yüreğim yorgun umutlar biriktiriyor
Bir gölge izliyor derinden ve sessiz
Bulutlar ihanet safları kurmuş
Ağıyor yeryüzüne, ıslanıyorum
Aralıksız damlalar vuruyor yüzüme
Kan revan gözlerim suda boğuluyor
Sözler diziliyor boğazıma
Susuyorum derinden ve sessiz
Islıklar karşılıyor dönüşümü
Rüzgârın savurduğu bulutlar gibi
Savruluyorum şehirden şehire
Şehirler, ıslak bir akşamda
Yavru ceylanı bekleyen avcılar gibi
Eller tetikte izleniyorum
Yağmur yağıyor, ıslanıyorum dolu dolu
Bir gölge izliyor derinden ve sessiz
Ağlıyorum, ellerim başımda
Ah deniz, bütün suç senin
Unuttun beni bir sahilde
Bir gölge izliyor derinden ve sessiz
Islak bir yağmur zamanı
Islanıyorum, damlalar vuruyor yüzüme
Kan revan gözlerim suda boğuluyor.

Mahmut Kuru
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2229
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir ruhun sessiz feryadı


...özlemimi yarınlara umutsuzluklara bıraktım...

I

benimki
biraz eski bir dosya
küflenmeye yüz tutmuş
istediği gibi olgunlaşamadan
seneleri geride birakan

hoş kırışıklarımı
beyaz saclarımı
kaldırım taşlarında yürümeyi
denize taş atmayı seviyorum
sadece gecen yıllar nereye gitti
daha hiç bir seyi düzeltmemişken
onu anlamıyorum

bazen dünyanın yükü üzerimdeymiş gibi
kaldıramıyorum
ne kadar kopuk yaşadığımi söyleme
bilmiyorum
yaşiyorum bu yalnızlığı
yorgun
yalnız


II


...Ruhumun özlemiş tarafina ne kadar girebilirki masum bir su damlası hayat...

yaşanan firtınalar
buz içindeki
kristal taneleri
kadar berrak

tünellerde yankıyan
vakitsiz trenin
çığlıkları
hüzünlü ilişkilere
karıştı
egoistce


kaybolan güneşin
gözlere vurulan damgası
bükülen dudakların
sessiz feryadı oldu

ruh
sevmenin
ürkek tadı
gözlerin altına
damlayan
bıkkın yıllardı




Fulya
ispermecet - avatarı
ispermecet
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #2230
ispermecet - avatarı
Ziyaretçi
"Memleketimdem İnsan Manzaraları" nda, Nazım'dan Çanakkale


Mayısın altıncı gecesi yaralandım,
sekiz yerimden.
Yaranın ikisi hala kapanmadı,
teper vakit vakit.

İngilizle karşı karşıyayız,
gayetle yakın,
bizim el bombası onun siperine gider
gelir onunki bizim sipere.
Hücuma kalktık.
Üç adım atmadan yıkıldım yere.
Kasıklarımın üstünü biçmiş
İngiliz’in makinelisi.
Geçti bir zaman.
Başımı kaldırıp baktım:
Gökte yıldızlar.
Bizimkiler çekilmiş geri.
Boyuna ateş eder İngiliz’in siperi.
Kurşunlar vızır vızır geçer
kafamın üzerinden.
Başladım sürünüp gerilemeye.
Toprağı ellerimle iterim,
alnım gavurdan taraf.
Bir yandan sürünürüm bizim sipere doğru,
“Hey Allahım,” derim bir yandan,
“arkamdan yara aldırma bana.”
O saat
başka şey gelmez insanın aklına.
Boyuna sürtünür bana şehitler,
doğrusu ben onlara dokunurum.
Kimisi sırtüstü yatar
açık ağzı kan içinde,
kimi yüzükoyun,
kimi diz çökmüş
elinde mavzer
öylece donup kalmış.
“Hey Allahım,” derim kendi kendime,
“öldüreceksen beni böyle öldürseydin
elimde silah
diz çökmüş,
yüzüm gavura karşı...”
Neyse gayrı sabah oldu.
İyice açıldı ortalık.
Biz de siperin yanına vardık.
Bir mavzer uzattılar.
Yapıştım süngüsüne.
Beni çekip aldılar içeri.
Sonradan hesapladım
üç saatta geçmişim
25 metrelik yeri.
Kaldım siperde bir zaman.
İki büklüm.
Yaralar başladı sızlamaya.
Öğleye doğru beni bir arkadaşın sırtına yüklediler.
Geldik fırka nahiyesine.
Çadırlar.
Kazıklar çakılı içinde çadırların,
samanla doldurulmuş kazıkların arası.
Samanların üzerinde boy boy yaralı yatar.
Ağlayan mı dersin
küfreden mi dinine imanına.
Makasla kestiler benim elbiseyi.
Bir kaput attılar üzerime.
Sargı bezi yok.
Yaralar açık.
Ama Allahtan
kan akmaz
karışıp toprakla kurumuş.

Geçti bir zaman.
Dalmışım.
Koltuklarımdan tutulunca uyanıverdim.
Çadırdan dışarı çıkarıldık.
Vakit akşam
Gün kavuşmuş kavuşacak.
Dışarım serin, içerim sıcak.
Dizilmiş mekkâre arabaları sıra sıra.
Sıhhiyeler atar yaralıları arabalara.
Üst üste,
Boş buğday çuvalı atar gibi.
Bir tek arabada on, onbeş yaralı.
Bağıran mı dersin
belki o dakka ölen mi?
Neyse yola koyulduk.
Arıburnu’nun yolları taşlık.
Arabalar sarsılır.
Bastı karanlık.
Ben sırtüstü yatarım.
Altımda bir insan gövdesi kımıldanır,
Göğsümde bir çift bacak
ama bir tekinin yarısı yok.
Bayır aşağı ineriz.
Gökyüzü tekmil yıldız.
Bir de inceden inceye bir rüzgâr.
Yürür birbiri peşinden arabalar.
Kum iskelesi’ne vardık sabaha karşı.
Bir çadır orda.
Çadırın içinden seslenir biri
(dışarı çıkmadan):
“-Nerelisin?”
“-Filân yerli.”
“-Babanın adı?”
“-Falan.”
“-Senin adın?”
“-Filân.”
Sıra bana geldi.
Dayanılır gibi değil acıya.
Sövdüm ana avrat arabacıya.
Alışmış herif,
“Söv kardeşim” der,
“kalayla bildiğin gibi.”
Kumların üzerine uzatıldık.
Deniz fışır fışır gidip gelir.
Gayrı iyice ışıdı ortalık.
Kumların üzerinde belki bin yaralı var
belki ziyade.
Bekledik ikindi, vaktine kadar.
Bir vapur geldi:
iki bacalı,
deniz renginde.
Küfrede bağıra çağıra
yüklediler bizi vapura.
Vapurun içi mahşer.
Vıcık vıcık kan,
islim,
yağ,
ter.
Beni ambara indirdiler.
Yola koyulmuşuz.
Yedi gün yedi gece.
Kurtlandı yaralarım.
Kaputu açarım.
kara kara başları
beyaz beyaz kurtlar.
Bakarım eğilip,
Hayvancıklar akıllı,
kaçarlar beni görünce,
tekrardan girerler yaraların içine.
Yedi gün yedi gece.
Öldürmeyince öldürmez Allah.
Türkün sağlamdır naturası,
dayanır.
Sirkeci’ye varmışız sekizinci sabah.
Kaptan demiri atmış.
Ve lâkin
“Bu yanda boş yer yok,” diye istememişler bizi.
Akşam ezanı çekmiş demiri kaptan.
Gelmişiz Haydarpaşa önlerine.
Tıbbiye Mektebi hastaneydi o zaman.
Onlar, “Olur,” demişler.
Bir tayfanın sırtında güverteye çıktım.
Biraz topaldı ama tayfa
demir gibi Laz uşağı.
Bismillah deyip baktım dört tarafa:
İstanbul yanar pırıl pırıl.
Ah canım İstanbul.

Neyse hastaneye girdik.
Duvarlar bembeyaz.
Elektrikler donanma gibi.
Malta taşları tertemiz
gıcır gıcır.
Tekerlekli araba hazır.
Beni üstüne yatırdılar.
Rahat.
Allah devlete millete zeval vermesin.
Devlete dua ettim o saat...”


NAZIM HİKMET

Benzer Konular

2 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya