Arama

Çanakkale Hikayeleri - Sayfa 6

Güncelleme: 17 Kasım 2016 Gösterim: 12.180 Cevap: 64
AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
11 Aralık 2006       Mesaj #51
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
MenkıbeLer..

Sponsorlu Bağlantılar
ALİ CENAB TÜRKLER

Ruşen Eşref ( Ünaydın), Karagah-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder:
--------------------------------------------------------------------------------
Bizim mıntıka kumandanı Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek kızar efendim. Daima ateş ettirir onlara ; katiyyen üzerimize sokmaz onun zaten tabiatı böyledir. Bir tayyare geldi miydi,haydi ütün bataryaya ateş ettirir.
--------------------------------------------------------------------------------
Evet efendim; tayyare düştü. Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler bu sükutu( düşüşü) görmüyorlardı. Tayyareciler kendilerini denize attılar. Kendi gemilerini istikametine yüzmeye başladı. Bunu gören bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi için efendim ,ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler. O vakit gemilerde tayyarenin burada düştüğünü anladılar. Onlar da ateş açtılar. Tayyare tahrip edildi. O vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade ihtiyacımız vardı. Çünkü düşmanın o dakikadaki vaziyetini anlamak istiyorduk. Zira düşman Anafartalar'dan çektiği askeri Seddülbahir'e ihraç yapmak istiyor gibi göstertiyordu. Yani açıkçası bunu blöf olarak yapıyordu. Ve gemiler de ( eliyle işaret ederek) bakın işte böyle daima Seddülbahir etrafında bir kavis şeklinde duruyordu.
Mıntıka kumandamız Kaymakam Mahmut Bey bu tayyarecinin neye mal olursa olsun mutlaka kurtarılmasını istiyordu. Tayyareciler en nihayet bir buçuk kilometre kadar sahile yakın geldiler. Tabii sahil mayın döşeli olduğundan kimse giremiyordu.
Düşmanın vaziyetini öğrenmeye şiddetle ihtiyaç vardı. Bu sırada bir düşman tayyaresi düşürülmüş ancak bizimkiler başka taraftan o tarafa hala ateş etmekte idiler. Düşman tayyarecileri hem mayınlı hem de ateş altında ölüm kalım mücadelesi vermekte idiler.
Bu noktada teessüratımı söylüyorum: o iki adam bağırıyordu. Yani ölüyorlardı artık. Ve sahilden hala imdat umuyorlardı. Tabii bir kumandan emir verdiği vakit süngü üzerine top üzerine gidip ölmek vazifemizdir. İşte o vakit mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey " Kim girer?" diye bir sual sordu. Bu İngilizlere sırf acıdığım için düşman olsalar da onları kurtarmak bana bir vazife-i vicdaniye oldu. Yüzmek de bilirim.
- Nerelisiniz efendim?
- Çanakkale'liyim. Bir an evvel girmek için telaşımdan fanilayı da çıkarmamışım. bir fanila bir iç donu kalmıştı. Daldım. O zaman arkadaşım Mülazım Kaşif'de : "Ben de girerim " diye bendenize refakat etti. O çocuk aynı zamanda sınıf arkadaşımdır. Şimdi Rusya'da esir zavallı. Beraber girdik. Muttasıl düşman topları ateş ediyor. Monitörler,karşımızdan eksilmiyor. Tayyareler tepemizde dönüyordu.
Fakat biz tabii pek alçağa düşüyorduk. Sular da biraz dalgalıydı. Ne bizimkilerin nede onların makas atışları bizi kıstıramıyordu. Gülleler hep ötemize berimize düşüyordu. Bize hiç ziyan vermiyordu.
Maateessüf o tayyarecilerden birisi boğuldu. Çünkü bizde takat kalmamıştı. Ötekini kurtardık beyim. Mıntıka kumandanı Mahmut Bey kendisini aldı. Mıntıkasına götürdü. Orada İngilizce mesaj yapıldı. Güzel baktılar sonra Beşinci Orduya teslim edildi.
Giderken İngiliz mıntıka kumandanı Mahmut Bey 'e demiş ki:
"Türkleri şöyle cesurdurlar, böyle alicenaptırlar diye kitaplarda okurdum. Bu defada cephede gördüm. Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim. Bu derecesini bir İngiliz bile yapamaz."


AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
12 Aralık 2006       Mesaj #52
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
MenkıbeLer..

Sponsorlu Bağlantılar
"ANZAKLI ÖMER'İN HİKAYESİ"


1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastahanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
"Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar ( 1957) lisanım pek o kadar iyi değil.newyork'da Medical Center Hospital adlı bir hastahanede görev almıştım. Fakat vazifem kan almak,kan vermek,serum takmak,elektrokardiyoğrafi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine ,tedavisine verilmiyıor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.
Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında tabii kendisi ile ingilizce konuşuyorum.
- Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?
Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki.. pazusunu açtım. Baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim.
- Siz Türk müsünüz?
Kaşlarını yukarıya kaldırarak " Hayır "manasına işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum:
- Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
"Aldırma işte öylesine bir şey dedi. Ben yine ısrarla dedim ki:
- Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı,benim bayrağım...
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
- Siz Türk müsünüz?
- Evet Türk'üm....
İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:
- Yıl 1915. Sen hatırlamasın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de .orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak'tım Avustralya Anzaklarından ...
İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda . birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir." Biz de inandık sözlerine vaadetlerine... Savaşmak isteyenler arasına katıldık.
Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu:
- Bizim yıkayan İngilizler,Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevkediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler o zaman . Mısır'da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış talimi . ondan sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.
Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor,gökyüzünde havai fişekler ,geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman...
Her taaruzunda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil,kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş . bunu nereden anladığımı söyleyeyim.
Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim.
Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:
-Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar,vahşi kimseler olarak tanıttı ya...
Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:
- Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürdüler. Ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı.
Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Böyle asil insanlarla niye ben savaşıyorum ben . Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış"diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam düşündüm durdum günlerce.....
Nihayet bize serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:
- Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek ,sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk...
Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Peşinden nemli gözlerle "Bana adınızı söyler misiniz? Dedi. "Ömer" cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu:
- Peki niçin Ömer ismin, vermişler sana ?
- Babam müslümanların ikinci halifesi isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
- Yahu senin adın müslüman adı mı ?
Ben "Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı baktı,birden doğrulmak istedi. Ban mani olmak istedim. Israr etti.
Ama niye ısrar ediyordu?
İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu soluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
- Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.
- Olsun
Peki doktor beni müslüman eder misin?Müslüman olmak zor mu ?
Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar gelmişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle konuşamadığı için ,soramadığı için konuşamıyormuş..
- Tabii dedim müslüman olmak çok kolay.
Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlatırım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.
Yaşlılık bir yandan,hastalık bir yandan b,ir de yıllardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet'e olan hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşlı gönlü duygulanmıştı. ...Mırıldandı:
- Siz müslümanlar tesbih çekersiniz bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakkı'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim.
Hasta yatağında tesbih çekiyor,biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalamıştı. Müslüman olmuştu.
Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica ettim.
- Beni yalnız bırakma olur mu?
- Ne gibi Ömer amca ?
- Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat!sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.
Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum . hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!"
Dedim ki içinden "Bizim Ömer amca galiba yolcu?"hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:
Sağ elinde tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı,göğsünde imanı ile ,koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.
Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti....
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.
"Ne yalan söyleyeyim,ağladım."

AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
12 Aralık 2006       Mesaj #53
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
MenkıbeLer..

“BEDELİ ÇANAKKALE’DE”


Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi( 1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli( tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden “ maksureli” ettiği gibi , Balkan Harbi sırasında mer’i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır. bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve “ 1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde emiştir.

Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini ( Mehmet Muzaffer’in Destanını ) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor:

****


Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. ( Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’ de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz ’ı aşamayacaklarını anlamışlar , 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.

Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü Çanakkale cephesine giden zabit (subay) adayı Mehmet Muzaffer Bey'in alayının otomobillerine lastik satın almak için bir gecede (1916 yılı baharı) yaptığı sahte 100 liranın ön yüzü. Paranın altında "bedeli Çanakkale'de altın olarak ödenecektir" yazılıdır. Teğmenliğe yükselen bu vatanseverimiz, 1917 yılında Gazze'de şehit düşmüştür.


Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan ’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar “ hiç mesabesindeydi.” Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay ’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunları kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mübayaasına onu memur etti. İcabeden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı,uğraştı,nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı b,r kaymakam Yarbay ’ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazırol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,”Ne alınacak” dedi. “ Oto kamyon lastiği” cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı :

“ bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git ,insanı günaha sokma para mara yok!...

Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin ( bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay ’ın ihtiyacı vardı. Elindeki( Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazımdı...

Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.

Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti:

“ Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip malları alamam . gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin...”

Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti.

“Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler”

yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci ’ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.

Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: “ Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.”Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:

“ Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır.”

Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.

Sahte paraya gelince...

Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi ’nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.

AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
14 Aralık 2006       Mesaj #54
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
MenkıbeLer..

“ BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ”


O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muhar****** en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip

“ Ne var evlat ?” diye sordu.
Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.

“ Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?”
O zaman nefer tok sesiyle “ Üzülmeyin efendim” diye cevap verdi. “ benim gözlerim göreceğini gördü” ( Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve “Ocean” destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.)

Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu.

AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
14 Aralık 2006       Mesaj #55
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
MenkıbeLer..

"SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR"


Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biride Bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu ,İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar,karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastahaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok,sol kolum var. Onunla da pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır.
Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz ,affedeniz muhterem kumandanım.."
AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
21 Ocak 2007       Mesaj #56
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
Çanakkale Savaşı insanlık tarihinin kaydettiği en büyük savaşlardan biridir. 8,5 ay boyunca Boğazın iki yakası adeta bir yeryüzü cehennemine dönüşmüştü. Bu savaşta yarım milyondan fazla asker hayatını kaybetti.

Sadece İngiliz ordusunun kaybı 34.000 askerdi. Bu gün bunların 27.000'inin mezarı vardır. Yani kaybolan İngiliz askerlerinin sayısı 7000 civarındadır. Fakat savaş bittikten sonra hepsi değil, özellikle 267'si arandı durdu...

Tarih: 10 Ağustos 1915
Yer: Çanakkale
Olaya Şahit Olanlar: Yeni Zelandalı Askerler
Olayı Rapor Edenler: istihkam Eri Künye No: 4/165 F. Reichard, istihkam Eri Künye No: l 3/416 R. Nevnes ve Künye Numarası verilmeyen istihkam Eri J.L. Newman
Olayın Alındığı Yer: "Râtselhafte Phanomene" Dergisi Sayı: 64

İngilizler askeri tarihlerinin en büyük yenilgilerinden birine adım adım yaklaşıyorlardı... İngiliz komutanı Sir Hamilton, korkunç bir yenilgiye uğrayacağını sezmiş, savaşı kazanmanın tek şansını, taze kuvvetlerle birlikte yapılacak büyük bir saldırıda görmüştür.

Kraliyet Norfolk Alayı, taze kuvvetlerin bir parçası olarak 29 Temmuz 1915'de İngiltere'de gemilere bindirildiler. Ve Çanakkale'ye doğru yola çıktılar. Savaşta her şey olabilirdi ama Norfolklular, Çanakkale'de başlarına gelecek olayı asla düşünemezlerdi...

Sir Hamilton, Tekke ve Kavaktepeleri'ne bir gece karanlığında ani ve hızlı bir saldırı yapmayı planlamıştı. Bu is için 12 Ağustos gecesi 54. Tümen ilerlemeye başladı. İçlerinde Norfolklular'ın Tugayı da bulunuyordu. Tepelerin yamacına kadar gelecekler ve şafak sökerken saldırmak üzere hazırlanacaklardı. Fakat, gece yürüyüşünün yapılacağı Küçük Anafartalar Ovası denilen yerde, Türk askerlerinin pusuya yattığı zannediliyordu. Bu yüzden Norfolklular'ın bir Tümeni önden giderek yolu açmak amacıyla, l 2 Ağustos öğleden sonra harekete geçti.

Bu öncü Tümen'in ilerleyişi, tam bir bozgunla sonuçlandı. Gelibolu Savaşı'nda İngilizlerin gösterdiği şaşkınlık ve beceriksizliğin tipik bir örneğini verdiler. Öğleden sonra, saat 4'de topçu desteği başlayacaktı ama 45 dakikalık bir gecikme oldu. Haberleşme hatası yüzünden gecikmeyi öğrenemeyen topçu desteği gereksiz yere, saatinden önce ateşe başladı ve boşuna ateş gücünü harcadı.

Savaş alanı hiç incelenmemişti, İngiliz komutanlarının, arazi hakkında bilgileri yoktu. Hedefleri hakkında tam bir karara varamamışlardı. Haritaların çoğu son anda çalakalem çizilmişti ve yarımadanın diğer tarafını gösteriyordu. Ayrıca Türk kuvvetlerinin gücünden de habersizdiler.

163. Tümen, gün ışığında çıplak ovayı geçmeye çalışmanın bariz bir hata olduğunu anladığında, ancak 900 metre kadar ilerleyebilmişti. 4. Norfolk Taburu onların gerisindeydi. Türkler'in direnci, İngilizlerin tahmin ettiğinden çok daha büyüktü. İngiliz Tümeni'nin büyük bir kısmı yoğun makinalı tüfek atışı altında kaldığı için, olduğu yerde çakılmıştı. Ancak sağ tarafta yer alan 5. Norfolk Taburu daha az bir mukavemetle karşılaştığından ilerlemeye devam etti.

Esrarengiz Bulutun İçine Doğru...

İşte, tam bu sırada, 22 kişilik Yeni Zelanda sahra birliğinin gözleri önünde, Norfolk Alayı'nın 4. Taburu'na bağlı askerler, karşılarındaki tepeye doğru yürümeye başladılar. Tepenin üzeri, ekmek somunu şeklinde beyaz bir bulutla kaplıydı, İngiliz askerleri, yavaş yavaş tepeye yaklaştılar ve bulutun içinde gözden kayboldular. Bulut yüzünden askerler görülmüyordu. Son asker de bulutun içine girdikten sonra, beyaz bulut yavaşça havalanmaya başladı ve rüzgarın aksi yönüne doğru hareket etti. Bulutun hareket etmesiyle birlikte tepenin üstü de, görüş alanına açılmıştı. Ama 4. Norfolk Taburu'ndan hiç bir asker tepede görünmüyordu!...

Komutan Hamilton, İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener'e gönderdiği telgrafta, olaya şöyle anlattı: "Savaş sırasında, 163. Tümen her bakımdan üstün olduğu bir anda, çok. garip bir şey meydana geldi... Türkler'in zayıflamakta olan kuvvetlerine karşı, Albay Sir H. Beauchamp, cesur ve kendinden emin bir subay olarak büyük bir gayretle, hızla ilerledi ve savaşın en önemli kısmı böyle başladı. Mücadele iyice kızışmış ve iyice karışmıştı. Albay, 16 subayı ve 250 askeriyle önüne düşmanı katmış, hızla ilerlemesine devam ediyordu... Daha sonra bunlardan hiç bir haber alınamadı. Ormanlık bölgeye hücum ettikten sonra gözden kayboldular ve sesleri de duyulmadı, içlerinden hiç biri geri dönmedi."

267 kişi hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitmişti...

Savaş sonunda bu Tabur kayıp ilan edildi. 1918 yılında Anadolu işgal edildiğinde, İngiltere'nin ilk talebi, bu Tabur'un iadesi olmuştu. Buna karşılık Türkler böyle bir Tabur'un varlığından haberdar olmadıklarını bildirmişlerdi.

Bu Olayın Sonunda Yenilgi Kaçınılmaz Oldu

O gün, öğleden sonra başlayan ilerleyişin başarısızlıkla sonuçlanması, Sir Hamilton'ın savaşı kendi lehine döndürme ümidini de yok etmişti. Böylece, 1915 yılı sonunda Müttefik Kuvvetler, geri çekilerek, büyük bir yenilgiye uğradılar. Gelibolu Savaşı, 8,5 ay sürdü ve 46.000 askerin ölümüyle sonuçlandı. O zamanın savaşları için, bu korkunç bir rakamdı...

50 yıl sonra...

Çanakkale Savaşı'nın bitmesinden 50 yıl sonra, olayın görgü tanıklarından üç Yeni Zelandalı asker ortaya çıktılar ve çok önemli bir açıklama yapmak istediklerini bildirdiler: "Aşağıda anlatılanlar, 12 Ağustos 1915 tarihinde meydana gelmiş garip bir olayın dökümüdür..." sözleriyle başlayan bir rapor sundular. Raporda bu garip olayın ayrıntıları, tüm açıklığıyla anlatılmıştı. Raporlarını: "...Olayın 50. yılında, geç de olsa, aşağıda imzası olan bizler, anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz" sözleriyle bitiriyorlardı...

Olaya Dünya Basını'nda Geniş Bir Şekilde Yer Verildi

Bu savaşta hayatta kalanlar, yaşadıklarını hiç bir zaman unutmadılar. Hatıralarını gelecek kuşaklara anlattılar. Savaşın tarihi yazıldı. Ölenlerin, yaralıların, kaybolanların sayısı tespit edildi.

Şimdi o yılları yaşayan çok az sayıda insan kaldı... O yıllarla ilgili unutulmayan pek çok şey oldu... Fakat tek bir şey, özellikle unutulmadı. O da, Norfolk alayının garip bir şekilde kaybolan askerleriydi...
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Mart 2007       Mesaj #57
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
BURASI ÇANAKKALE 18 MART ŞEHİTLER GÜNÜ ANMA VE
18 MART ŞEHİTLER GÜNÜ ANMA VE ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ’NİN 92. YILDÖNÜMÜ
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
TÜM ETKİNLİKLER

Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıl dönümü törenlerle kutlanıyor.

Cumhuriyet Alanı'nda düzenlenen ilk törende, hükümet adına Devlet Bakanı Beşir Atalay, Türk Silahlı Kuvvetleri adına Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, Çanakkale Valisi Orhan Kırlı ve Belediye Başkanı Ülgür Gökhan ile diğer ilgililer Atatürk Anıtı'na çelenk koydular. Saygı duruşunda bulunulmasının ardından İstiklal Marşı eşliğinde Türk Bayrağı göndere çekildi.


BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİNİN 92. YILDÖNÜMÜ KUTLAMA TÖRENLERİNE KATILDI.

Törenler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve bakanların katılımı ile 18 Mart Stadı'nda yapılıyor. Törende konuşan Başbakan Erdoğan, milli birlik ve beraberlik konusuna değindi.

Çanakkale Zaferinin Türkiye için çok anlamlı olduğunu belirterek, "Tarihte eşine az rastlanan bu büyük mücadalenin kahramanları bize sadece bir vatanı değil daima yükseklerde tutmamız gereken istiklal maşelesini miras bıraktılar.Her 18 Mart günü bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak uğranda ölen varsa vatandır gerçeğine bir kere daha vakıf oluyoruz. Bu topraklarda yaşamanın bu toprakların insanı olmanın şuuruna eriyoruz.Çanakkale destanı en yakın zamanda munasır medeniyet seviyesinin ötelerine ulaşmayı hedef seçmiş olan Türkiye'nin en güçlü ilham kaynağıdır.Cumhuriyetimizin kuruluş ideali olan bu hedefi yakalamayı en öncelikli görevimiz sayıyoruz."

"MEMLEKET HARİTASINA İYİ BAKIN"
Türkiye'nin hızla bu idealine yaklaştığını belirten Erdoğan, toprak bütünyüğü konusuna değinerek şunları söyledi;
"Hepimiz ülkemizi çok seviyoruz şüphesiz.Bütün değerlerimize sadakatla bağlıyız.Bu vatanı savunmak için Konya'dan, Trabzon'dan, İzmir'den, Diyarbakır'dan koşup gelen isimsiz kahramanlar gibi hepimizin kalplerinde Türkiye sevdası yaşıyor.Türkiye'nin birlik ve beraberliğine, kültürüne ve bütün renklerine aşkla bağlıyız.Bu güzel ülkede sadece vatandaş olmadık aynı zamanda dost olduk, aynı zamanda kardeş olduk, arkadaş olduk, yoldaş olduk birbirimizin dayanağı olduk.Aynı Yunus'un aynı Mevlana'nın pervanesi olduk.Bugün tarihin sona erdiğini, bizi milet yapan değerlerin zaafa uğradığını düşünen varsa hala kulaklarda çınlanan 'Çanakkale geçilmez' nidalarına kulak versin.Türkiye'nin büyüklüğüne inanmayanlar gelip şehitlerimizin kabirleri ile çizilmiş bu memleket haritasına iyi baksın.Kimse bir ameliyat sevdasına düşmesin.Bizim öyle bir sıkıntımız yok."

"MİLLETİN BAŞINI YERE EĞDİRMEYECEĞİZ"
Gelecek hedeflerine yaklaşmanın çok az kaldığını söyleyen Erdoğan,"Burada yeniden söz veriyoruz;Bu mukaddes emenate sadakatle, onurla ve şerefle sahip çıkacağız.Milletin başını yere eğdirmeyeceğiz.Birlik ve beraberlik ruhu devam edecektir. Çankakale ruhuna sahip çıkan herkes bu vatanın bu ülkenin evladıdır."diye konuştu

250 bin şehidin yer aldığı şehitliklerde dikilmek üzere 250 bin çiçek yola çıktı.

Bahçelievler Belediyesi, Çanakkale Zaferi'nin 92. yıldönümünde, Çanakkale şehitlerini anmak için gelenlere şehitliklere dikmeleri için 250 bin çiçek gönderdi. 250 bin çiçeği Çanakkale'ye götürecek araç konvoyu, dün gece saat 01:00 sıralarında Bahçelievler Belediyesi önünden yola çıktı. Bahçelievler Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü görevlileri, Çanakkale Şehitler Abidesi ve 57. Alay Şehitliği önünde saat 06:00'dan itibaren 250 bin adet Hercai ve Çuha çiçeğini bugün vatandaşlara dağıtmaya başladı. Çiçek dağıtımlarına bugün diğer şehitliklerde de devam edilecek.

Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu, şehitleri asla unutmadıklarını belirterek şöyle konuştu: "Vatanımızı vatan yapanları, canımızla, kanımızla, toprağımızla, çiçeğimizle unutmadık, unutmayacağız, asla unutturmayacağız. Bu ülkenin gülleri de, laleleri de binbir çeşit çiçekleri de şehitlerimize kurban olsun. Cennet vatanımızı bizlere armağan eden şehitlerimizi minnet ve şükranla yad ediyoruz."

"Çanakkale Muharebesinden Kesitler", Genelkurmay sitesinde
Genelkurmay Başkanlığı, Türk milletinin kaderini değiştiren kahramanlık destanlarından Çanakkale Savaşları'na ait belge ve fotoğrafları internet sitesinde yayımladı. Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıldönümü dolayısıyla hazırlanan "Çanakkale Muharebesinden Kesitler" bölümünde, Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal'den, "gönüllü bombacı" 13 yaşındaki küçük bir çocuğa, 275 kilogramlık gülleyi tek başına sırtlayarak "Ocean" zırhlısını delip geçen Seyit Onbaşıdan, Topçu Onbaşı Müstecip tarafından esir alınan "Turkuvaz" denizaltısına kadar Çanakkale Savaşları'na ışık tutan 28 fotoğraf yer aldı. "Cephe emirleri"nden örneklerin de bulunduğu bölümde, o zamanki rütbesiyle Albay Mustafa Kemal, Mürettep Süvari 4'üncü Alay Komutanlığına gönderdiği 15 Eylel 1915 tarihli yazı da bulunuyor.

MİLİ PARKI 2006 DA 3 MİLYON KİŞİ ZİYARET ETTİ
Çanakkale Zaferi'nin 92. yıldönümü sebebiyle Çanakkale'ye gelen Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, "2002 yılında Milli Parka gelen ziyaretçi sayısı 250 bindi, 2006 yılında bu rakam 3 milyon oldu" dedi.


Helikopterle Gelibolu Yarımadası'nı gezen Bakan Pepe, daha sonra basın mensuplarına Namazgah Tabyası'nı ve 57.Alay Şehitliği'ni gezdirdi. Şehitler Abidesi yanındaki yeni açılacak şehitlikte açıklama yapan Bakan Pepe, "Tarihi Gelibolu Milli Parkı'nın abidedeki temsili şehitliğinin içerisindeyiz. Hemen yanı başımızda abide var. Önünde Şehitler Bahçesi, gül bahçesi var. Burada Genelkurmay'ın kayıtlarında ismi tespit edilmiş tüm şehitlerimizin isimlerinin bulunduğu Temsili Şehitliğimiz var. 2003 yılı 18 Mart'ında Cumhuriyet'in 83. yıldönümü münasebetiyle Türk tarihinde çok şanlı bir sayfa olan 'Çanakkale ruhunu, Çanakkale zaferlerini, Çanakkale'deki şehitlerimizi anmak, burada onları hatıralarını yad etmek, imar etmek' talimatını sayın Başbakan bizlere vermiştir. 3 bakan olarak, Bakan Atalay, Bakan Koç ve bizim içerisinde bulunmuş olduğumuz çalışma grubu, 4 yıl içerisinde Gelibolu Tarihi Milli Parkı'nı bir baştan bir başa, ihmal edilmişliğini, terk edilmişliğini, adeta yeniden tozlarını silkeleyerek olması gereken yere getiriyoruz, imar ediyoruz. 60-70 kilometreden fazla birinci sınıf yol, Şevki Paşa haritasında tespit edilen 28 adet gerçek şehitlik, tabyalar, kaleler, ziyaretçi dinlenme noktaları, seyir terasları, ana tanıtım merkezleri, bir tarih burada yatıyor ve biz o muhteşem tarihin yeterince milletimize tanıtılmasının çalışmasını yapıyoruz. 2002 yılında Milli Parka gelen ziyaretçi sayısı, 250 bindi, 2006'da bu sayı 3 milyon oldu" şeklinde konuştu.

Şehitliği ziyaret eden küçük bir ziyaretçi ve annesiyle sohbet eden Bakan Pepe, "Biz savaşı 1915'te kazandık. İşte bu çocuklarımıza bunları öğretmemiz lazım. Bu vatan bize az fedakarlıkla bırakılmamış" diye konuştu.


Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen, ''Çanakkale Geçilmez 10. Ergin İzci Yürüyüşü'', merkeze bağlı Kumkale beldesindeki Kumkale Şehitliğinden başladı. Milli Eğitim Bakanlığınca organize edilen etkinlik için 27 ilden 232 izci Çanakkale'ye geldi.

İstanbul Deniz otobüsleri (İDO), İstanbul gençlik ve spor müdürlüğü ile İstanbul gençlik hizmetleri daire başkanlığının hazırladığı proje kapsamında, '' Mavi Marmara'' gemisiyle, Bin 80 öğretmen ve öğrenci Çanakkale'ye geldi.

Bu yıl 10.'su gerçekleştirilen "Çanakkale Geçilmez Ergin İzci Yürüyüşü", sabah saatlerinde Kumkale Şehitliği'ne başladı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından törende bir konuşma yapan Vali Yardımcısı Hasan Şenses, her Türk gencinin Çanakkale'yi gezmesi gerektiğini belirterek, "250 bin genç insanımıza mal olan bu toprakların savunması elbette aradan geçen bunca yıla rağmen halen bizde uyandırdığı capcanlı duygular ve düşüncelerle dolu" dedi.
Etkinlikle ilgili açıklamalarda bulunan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Okuliçi Beden Eğitimi ve İzcilik Daire Başkanı İsmail Toksöz ise, yürüyüşe 21 ilden 3 bin 224 izcinin katıldığını belirterek, "Çanakkale'nin değerini ve önemini her Türk genci bilmeli. Gençler birlikten ve beraberlikten ayrılmayın. Bizleri parçalayıp kolay lokma yapmak isteyen güçlere lütfen fırsat vermeyin. Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin. Bu ülkede hepimiz kardeşçe yaşama şansına sahibiz. Merak etmeyin bu ülkenin zenginlikleri hepimize yeter" diye konuştu.

Yapılan konuşmaların ardından 224 izci tek sıra halinde 3 gün sürecek yürüyüşe başladı. Törene Vali Yardımcısı Hasan Şenses'in yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Okuliçi Beden Eğitimi ve İzcilik Daire Başkanı İsmail Toksöz, Şube Müdürü Güner Arslan, Milli Eğitim Şube Müdürü Müslüm Bulut, Kumkale Belediye Başkanı Süleyman Erte ile askeri yetkililer katıldı.

ZAFER KOŞUSU
Çanakkale-Ankara 10. zafer koşusunun startı Cumhuriyet meydanı’nda düzenlenen törenle verildi. Vali Orhan Kırlı, Gelibolu yarımadası’ndan atletler Merve Güven ve Mehmet Yıldız tarafından getirilen Toprak, Su ve Bayrağı öperek teslim aldı ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e iletmek üzere, Çanakkale bölgesi atletleri Bursa Mutay ve Saygın Öztürk’e teslim etti.

ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ’NİN 92. YIL DÖNÜMÜ VE ZAFER HAFTASI ETKİNLİKLERİ ÇİMENLİK KALESİ ASKERİ MÜZE ÖNÜNDE DÜZENLENEN AÇILIŞ TÖRENİYLE BAŞLADI.
TÖRENDE ŞEHİT ASTSUBAY ŞERAFETTİN ŞENGÖREN’İN OĞLU FATİH VE EŞİ GÜLAY ŞENGÖREN’E, VALİ ORHAN KIRLI TARAFINDAN DEVLET ÖVÜNÇ MADALYASI VERİLDİ.

Günün anlam ve önemine dair bir konuşma yapan Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, "Çanakkale Deniz Zaferi hatıralarımızda her zaman canlı tutulması gereken tarihi bir olaydır. Dünyanın en büyük donanma gücü Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'u almak, ülkemizi çökertmek ve parçalamak istemiştir. Bu saldırı dünyanın en haksız ve en zalim saldırısıdır. 18 Mart 1915 günü 29 Şubat'ta başlayan boğazı geçme teşebbüsü Türk deniz kuvvetlerinin ve kara topçularının başarılı savunma hareketiyle bozguna uğratılmıştır. Denizden boğazlarımızı geçemeyen düşman kuvvetleri bu sefer karadan geçmeyi denemiş, 8.5 ay süren çalışmalarına rağmen Seddülbahir, Arıburnu ve Anafartalar'ın dar şeridinde mıhlanıp kalmışlardır. Türkler'in müthiş direnme gücü, Mehmetçik'in kahramanlıklarla dolu bu vatan müdafaası bütün dünyada şaşkınlık ve hayranlığa sebep olmuştur. Vatan savunması, milli hakların korunması en yüce değerlerimizdir. Bu değerler için sonuna kadar savaşılır, gereğinde ölünür ve şehit olunur. Şehit olmayı göze almayan milletler vatanlarını koruyamazlar ve bağımsız ve özgür ülke olma onuruna erişemezler" dedi.


59 bin şehidin geçmişi bilgisayar ortamına aktarıldı. Şehitliği gezen ziyaretçiler, dokunmatik ekranlar sayesinde bir tuşla şehitler hakkında bilgi alabilecek. Kilyekoyu Ana Tanıtım Merkezi içinde yer alan bilgilendirme merkezindeki dokunmatik ekranlı bilgisayar sisteminde bilgi almak için şehidin doğum yeri, ismi ya da lakabının yazılması yeterli. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Müdürü İsmail İşeri, yaklaşık 101 bin civarında tespit edilen şehitlerden 59 bininin bilgilerinin bilgisayar ortamına aktarıldığını, yeni şehit isimlerinin listeye eklenmeye devam ettiğini söyledi. İşeri, şehitlerin gerçek mezarlarının Şevki Paşa haritasından yola çıkılarak tespit edildiğini belirtti. İşeri, arşiv taramaları, şehit yakınları, hastane kayıtları ve Genelkurmay Başkanlığı'nca yayınlanan 'Şehitlerimiz' adlı kitaptan derlenen bilgilerin projenin temelini oluşturduğunu vurguladı. Müdür İşeri, "Proje kapsamında savaş zamanı Osmanlı döneminin vilayetlerinden gelen askerlerin yanı sıra Misak-ı Milli sınırlarımız içerisinde kalan vilayetlerden gelerek şehit düşen askerlerimizin künyeleriyle ilgili bilgiler var. Dokunmatik bilgisayardan ecdadının bilgilerini alanlar şehitlikleri daha bilinçli bir şekilde dolaşmaktadır." dedi.

ÇANAKKALE SAVAŞLARI PROĞRAM
TARİH : SAAT : YER : ETKİNLİK :
ÇELENK SUNMA VE KUTLAMA TÖRENİ :
18.03.2007 09.00 CUMHURİYET MEYDANI * ÇELENKLERİN SUNULMASI
18.30 MORABBİN PARKI MEHTERAN BÖLÜĞÜ GÖSTERİSİ
19.30 KORDON BOYU FENER ALAYI
(Çanakkale Belediye Başkanlığı-ÇOMÜ-
Esnaf Sanatkarlar Odaları Birliği Bşk.)
20.00 YAT LİMANI HAVAİ FİŞEK GÖSTERİSİ
(Çanakkale Belediye Başkanlığı)
20.30 90.YIL GÖSTERİ MERKEZİ BURSA BÖLGE DEVLET SENFONİ ORKESTRASI
VE DEVLET ÇOKSESLİ MÜZİK KOROSU
(İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)

18 MART 2007 GELİBOLU YARIMADASI PROGRAMI
TARİH : SAAT : YER : ETKİNLİK :
18.03.2007 13.00 ECEABAT ŞEHİTLER ABİDESİNE HAREKET
TÖREN :
13.30-14.00 ŞEHİTLER ABİDESİ DAVETLİLERİN YERLERİNİ ALMALARI
14.00-14.05 TÖREN PROGRAMININ TAKDİMİ
14.05-14.15 ÇELENKLERİN SUNULMASI
14.15-14.20 SAYGI DURUŞU, SAYGI ATIŞI VE İSTİKLAL MARŞI
14.20-14.30 GÜNÜN ANLAM VE ÖNEMİNİ BELİRTEN KONUŞMA
14.30-14.45 T.C. DEVLETİ ADINA YAPILACAK KONUŞMA
14.45-14.50ŞEHİTLİK DEFTERİNİN İMZALANMASI
KORDİNE : 2 nci Kolordu Komutanlığı

AÇILIŞ TÖRENİ :
14.50-15.20 ŞEHİTLER ABİDESİ TEMSİLİ TÜRK ŞEHİTLİĞİNİN

AÇILIŞI
* Saygı Duruşu ve Saygı Atışı
* Şehitlik Hakkında Bilgi Arzı
* Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Atilla KOÇ’un Konuşmaları(Emirlerine Maruzdur.)
* Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın
Konuşmaları(Emirlerine Maruzdur.)
* Dua Okunması
* Şehitliğin Gezilmesi
KOORDİNE : Kültür ve Turizm Bakanlığı - Çanakkale Valiliği
2 nci Kolordu Komutanlığı
15.20-15.30ŞEHİTLER ABİDESİNDE YAPILAN DÜZENLEME VE GÜÇLENDİRME ÇALIŞMALARININ İNCELENMESİ
(Sayın Başbakan’ın Emirlerine Maruzdur)
KOORDİNE : Kültür ve Turizm Bakanlığı - Çanakkale Valiliği
15.30-16.00ALÇITEPE GELİBOLU YARIMADASI TARİHİ MİLLİ PARKI
YOLLARININ AÇILIŞI
* Yapılan Yol Çalışmaları Hakkında Bilgi Arzı
* Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman PEPE’nin
Konuşmaları (Emirlerine Maruzdur.)
* Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın
Konuşmaları(Emirlerine Maruzdur.)
* Açılış
KOORDİNE : Çevre ve Orman Bakanlığı - Çanakkale Valiliği
16.00-17.00 NAMAZGAH TABYASI NAMAZGAH TABYASININ AÇILIŞI
* Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı
* Muharebe Mizanseninin İcrası
* Mehteran Bölüğü Gösterisi
* Namazgah Tabyası Hakkında Bilgi Arzı
* Kültür ve Sayın Turizm Bakanı Atilla Konuşmaları
* Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ ın
Konuşmaları
* Tabyanın Açılışı ve Gezilmes
KOORDİNE : Kültür ve Turizm Bakanlığı - Çanakkale Valiliği
2 nci Kolordu Komutanlığı
17.00-17.10KİLYE KOYU HELİKOPTER PİSTİNE İNTİKAL VE UĞURLAMA

Son düzenleyen _Yağmur_; 23 Aralık 2015 16:26
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #58
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİNİN 92. YILDÖNÜMÜ KUTLAMA TÖRENLERİNE KATILDI.

Törenler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve bakanların katılımı ile 18 Mart Stadı'nda yapılıyor. Törende konuşan Başbakan Erdoğan, milli birlik ve beraberlik konusuna değindi.

Çanakkale Zaferinin Türkiye için çok anlamlı olduğunu belirterek, 'Tarihte eşine az rastlanan bu büyük mücadalenin kahramanları bize sadece bir vatanı değil daima yükseklerde tutmamız gereken istiklal maşelesini miras bıraktılar.Her 18 Mart günü bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak uğranda ölen varsa vatandır gerçeğine bir kere daha vakıf oluyoruz. Bu topraklarda yaşamanın bu toprakların insanı olmanın şuuruna eriyoruz.Çanakkale destanı en yakın zamanda munasır medeniyet seviyesinin ötelerine ulaşmayı hedef seçmiş olan Türkiye'nin en güçlü ilham kaynağıdır.Cumhuriyetimizin kuruluş ideali olan bu hedefi yakalamayı en öncelikli görevimiz sayıyoruz.'

'MEMLEKET HARİTASINA İYİ BAKIN'

Türkiye'nin hızla bu idealine yaklaştığını belirten Erdoğan, toprak bütünyüğü konusuna değinerek şunları söyledi;

'Hepimiz ülkemizi çok seviyoruz şüphesiz.Bütün değerlerimize sadakatla bağlıyız.Bu vatanı savunmak için Konya'dan, Trabzon'dan, İzmir'den, Diyarbakır'dan koşup gelen isimsiz kahramanlar gibi hepimizin kalplerinde Türkiye sevdası yaşıyor.Türkiye'nin birlik ve beraberliğine, kültürüne ve bütün renklerine aşkla bağlıyız.Bu güzel ülkede sadece vatandaş olmadık aynı zamanda dost olduk, aynı zamanda kardeş olduk, arkadaş olduk, yoldaş olduk birbirimizin dayanağı olduk.Aynı Yunus'un aynı Mevlana'nın pervanesi olduk.Bugün tarihin sona erdiğini, bizi milet yapan değerlerin zaafa uğradığını düşünen varsa hala kulaklarda çınlanan 'Çanakkale geçilmez' nidalarına kulak versin.Türkiye'nin büyüklüğüne inanmayanlar gelip şehitlerimizin kabirleri ile çizilmiş bu memleket haritasına iyi baksın.Kimse bir ameliyat sevdasına düşmesin.Bizim öyle bir sıkıntımız yok.'

'MİLLETİN BAŞINI YERE EĞDİRMEYECEĞİZ'

Gelecek hedeflerine yaklaşmanın çok az kaldığını söyleyen Erdoğan,'Burada yeniden söz veriyoruz; Bu mukaddes emenate sadakatle, onurla ve şerefle sahip çıkacağız.Milletin başını yere eğdirmeyeceğiz.Birlik ve beraberlik ruhu devam edecektir. Çankakale ruhuna sahip çıkan herkes bu vatanın bu ülkenin evladıdır.'diye konuştu

ŞEHİTLİKLERDEKİ TÖRENLER
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Şehitlerimizin, uğruna can verdiği mukaddes değerlere, bayrağımıza, şu topraklarımıza sıkı sıkıya sarıldıkça, ülke, bu millet başı dik şekilde yürümeye devam edecektir' ' dedi.

Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıl dönümü kutlamaları çerçevesinde Gelibolu Şehitler Abidesi'de tören düzenlendi.

Tören, çelenklerin anıta konulmasının ardından, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları anısına saygı duruşu, saygı atışı ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başladı.

Başbakan Erdoğan, törende yaptığı konuşmasına, Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Çanakkale Deniz Zaferinin İstiklal Savaşı'nda elde edilen zaferin adeta bir 'ön sözü ve başlangıcı' olduğunu söyledi. Erdoğan, Çanakkale'de cereyan eden savaşın, yalnızca Türk Milleti'nin değil, neredeyse bütün insanlığın kaderini tayin eden örnek bir olay olduğunu dile getirerek, 'Anafartalar Komutanı Gazi Mustafa Kemal'in işaret ettiği üzere, ilkemiz 'Yurtta sulh, cihanda sulh'tur. Bu anlayışa sahip çıkıyoruz onun için' dedi.

Türkiye'nin dün olduğu gibi bugün de hem bölgesinde hem de dünyadaki sorunlar için yapıcı ve barışçı temele dayanan çözüm arayışlarını sürdürdüğünü ifade eden Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

'Ebedi istirahatgahları başında şehitlerimize söz veriyoruz; Bizlere aziz bir emanet olarak bıraktıkları bu eşsiz mirası, bu ülkeyi, bu vatanı, bu bayrağı, bu İstiklal Marşı'nı, kendi onurumuz ve kendi şahsiyetimizden daha değerli sayarak ona sahip çıkacağız.

Bugün milyonlarca çocuğumuz, gencimiz, Çanakkale ruhuna sahip çıkıyor. Yıl boyunca, bir yılda şu anda buraları ziyaret eden sayı, 3 milyona yaklaştı. İnanıyorum ki 10 milyonu da aşacak. Bu vatanın evlatları buraları sürekli ziyaret etmek suretiyle geleceğe olan umudunu, aşkını, sevdasını, inancını burada sürekli yenilecektir.

Bu nesillerin hepsi Mehmetçiktir, bu nesillerin hepsi Türk milletinin asil neslidir. Hani Çanakkale Destanı'nda Akif'in ruh portresini çizdiği nesil...

'Aslımın nesli diyordun ya, nesilmiş gerçek, işte çiğnetmedi namusumu çiğnetmedi' diye ifade ettiği nesil.

'Vurulup tertemiz alnında uzanmış yatıyor/ Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor/ Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker/ Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer/ Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? / 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın/ Herc u merc ettiğin edvara da yetmez o kitap/ Seni ancak ebediyetler eder istiap/ Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber/ Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber' diye müjdelediği bir gençlik...

Şehitlerimizin, uğruna can verdiği mukaddes değerlere, bayrağımıza, şu topraklarımıza sıkı sıkıya sarıldıkça, ülke, bu millet başı dik şekilde yürümeye devam edecektir.'

Bu arada vatandaşlar, Başbakan Erdoğan şehitliğe çelenk bırakırken 'Türkiye seninle gurur duyuyor', Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu çelenk bırakırken de 'En büyük asker bizim asker' sloganları attılar.

Daha sonra Erdoğan, beraberindeki bakanlar ve Oramiral Karahanoğlu şehitlikte düzenlenen gül bahçesini gezdiler. Erdoğan, bakanlar ve Oramiral Karahanoğlu daha sonra Şehitler Abidesi'ndeki Temsili Türk Şehitliği'nin açılışını yaptılar.

Burada düzenlenen törende Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptı. Kocatepe Camisi'nin Başimamı İsmail Coşar, Mehmet Akif'in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiiri okudu. Ankara Müftüsü Hakkı Özer de dua okudu.

Erdoğan, temsili şehitlik açılışının ardından Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı yolunun açılışını yaptı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, restore edilen Namazgah Tabyası'nın açılışını yaptı.

Törene, Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra, Devlet Bakanları Beşir Atalay ve Kürşad Tüzmen, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Özak, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe katıldılar.

Törende, saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından Çanakkale Savaşı canlandırıldı. Canlandırmadaki top atışları ve bazı oyuncular arasında geçen diyaloglar, vatandaşlar tarafından sık sık alkışlandı. 'Çanakkale Geçilmez' şarkısı çalındığı sırada, Erdoğan ve törene katılan Bakanlar, alkışlarla eşlik ettiler. Gösteri sırasında bazı bakanların duygulandığı görüldü.

Mehteran Bölüğü'nün gösterisinin ardından Başbakan Erdoğan ve beraberindeki bakanlar, Namazgah Tabyası'nın açılışını yaptı.

Erdoğan yaptığı kısa konuşmada, tabyanın restorasyonunda emeği geçenleri kutlayarak, 'Ülkemize, milletimize tüm insanlığa hayırlı olsun diyerek, kurdeleyi kesiyorum. Ya Allah Bismillah' dedi.

Başbakan Erdoğan ve beraberindekiler, Tabya'yı da gezdiler.

Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca düzenlenen 'Çanakkale Zaferi' konulu resim sergisinin de açılışını yaptı.

Erdoğan, tören bitiminde helikoptere doğru giderken, yoldaki vatandaşlarla da selamlaştı. Bu arada, bir vatandaşın 'Sizi Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyoruz' sözleri üzerine, Erdoğan, 'Sağ olun' dedi.

'Çanakkale Muharebesinden Kesitler', Genelkurmay sitesinde
Genelkurmay Başkanlığı, Türk milletinin kaderini değiştiren kahramanlık destanlarından Çanakkale Savaşları'na ait belge ve fotoğrafları internet sitesinde yayımladı. Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıldönümü dolayısıyla hazırlanan 'Çanakkale Muharebesinden Kesitler' bölümünde, Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal'den, 'gönüllü bombacı' 13 yaşındaki küçük bir çocuğa, 275 kilogramlık gülleyi tek başına sırtlayarak 'Ocean' zırhlısını delip geçen Seyit Onbaşıdan, Topçu Onbaşı Müstecip tarafından esir alınan 'Turkuvaz' denizaltısına kadar Çanakkale Savaşları'na ışık tutan 28 fotoğraf yer aldı. 'Cephe emirleri'nden örneklerin de bulunduğu bölümde, o zamanki rütbesiyle Albay Mustafa Kemal, Mürettep Süvari 4'üncü Alay Komutanlığına gönderdiği 15 Eylel 1915 tarihli yazı da bulunuyor.

MİLİ PARKI 2006 DA 3 MİLYON KİŞİ ZİYARET ETTİ
Çanakkale Zaferi'nin 92. yıldönümü sebebiyle Çanakkale'ye gelen Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, '2002 yılında Milli Parka gelen ziyaretçi sayısı 250 bindi, 2006 yılında bu rakam 3 milyon oldu' dedi.

Helikopterle Gelibolu Yarımadası'nı gezen Bakan Pepe, daha sonra basın mensuplarına Namazgah Tabyası'nı ve 57.Alay Şehitliği'ni gezdirdi. Şehitler Abidesi yanındaki yeni açılacak şehitlikte açıklama yapan Bakan Pepe, 'Tarihi Gelibolu Milli Parkı'nın abidedeki temsili şehitliğinin içerisindeyiz. Hemen yanı başımızda abide var. Önünde Şehitler Bahçesi, gül bahçesi var. Burada Genelkurmay'ın kayıtlarında ismi tespit edilmiş tüm şehitlerimizin isimlerinin bulunduğu Temsili Şehitliğimiz var. 2003 yılı 18 Mart'ında Cumhuriyet'in 83. yıldönümü münasebetiyle Türk tarihinde çok şanlı bir sayfa olan 'Çanakkale ruhunu, Çanakkale zaferlerini, Çanakkale'deki şehitlerimizi anmak, burada onları hatıralarını yad etmek, imar etmek' talimatını sayın Başbakan bizlere vermiştir. 3 bakan olarak, Bakan Atalay, Bakan Koç ve bizim içerisinde bulunmuş olduğumuz çalışma grubu, 4 yıl içerisinde Gelibolu Tarihi Milli Parkı'nı bir baştan bir başa, ihmal edilmişliğini, terk edilmişliğini, adeta yeniden tozlarını silkeleyerek olması gereken yere getiriyoruz, imar ediyoruz. 60-70 kilometreden fazla birinci sınıf yol, Şevki Paşa haritasında tespit edilen 28 adet gerçek şehitlik, tabyalar, kaleler, ziyaretçi dinlenme noktaları, seyir terasları, ana tanıtım merkezleri, bir tarih burada yatıyor ve biz o muhteşem tarihin yeterince milletimize tanıtılmasının çalışmasını yapıyoruz. 2002 yılında Milli Parka gelen ziyaretçi sayısı, 250 bindi, 2006'da bu sayı 3 milyon oldu' şeklinde konuştu.
Şehitliği ziyaret eden küçük bir ziyaretçi ve annesiyle sohbet eden Bakan Pepe, 'Biz savaşı 1915'te kazandık. İşte bu çocuklarımıza bunları öğretmemiz lazım. Bu vatan bize az fedakarlıkla bırakılmamış' diye konuştu.

Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen, ''Çanakkale Geçilmez 10. Ergin İzci Yürüyüşü'', merkeze bağlı Kumkale beldesindeki Kumkale Şehitliğinden başladı. Milli Eğitim Bakanlığınca organize edilen etkinlik için 27 ilden 232 izci Çanakkale'ye geldi.

İstanbul Deniz otobüsleri (İDO) , İstanbul gençlik ve spor müdürlüğü ile İstanbul gençlik hizmetleri daire başkanlığının hazırladığı proje kapsamında, '' Mavi Marmara'' gemisiyle, Bin 80 öğretmen ve öğrenci Çanakkale'ye geldi.

18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen ve 21 ilden 224 izcinin katıldığı yürüyüş.

Bu yıl 10.'su gerçekleştirilen 'Çanakkale Geçilmez Ergin İzci Yürüyüşü', sabah saatlerinde Kumkale Şehitliği'ne başladı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından törende bir konuşma yapan Vali Yardımcısı Hasan Şenses, her Türk gencinin Çanakkale'yi gezmesi gerektiğini belirterek, '250 bin genç insanımıza mal olan bu toprakların savunması elbette aradan geçen bunca yıla rağmen halen bizde uyandırdığı capcanlı duygular ve düşüncelerle dolu' dedi.

Etkinlikle ilgili açıklamalarda bulunan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Okuliçi Beden Eğitimi ve İzcilik Daire Başkanı İsmail Toksöz ise, yürüyüşe 21 ilden 3 bin 224 izcinin katıldığını belirterek, 'Çanakkale'nin değerini ve önemini her Türk genci bilmeli. Gençler birlikten ve beraberlikten ayrılmayın. Bizleri parçalayıp kolay lokma yapmak isteyen güçlere lütfen fırsat vermeyin. Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin. Bu ülkede hepimiz kardeşçe yaşama şansına sahibiz. Merak etmeyin bu ülkenin zenginlikleri hepimize yeter' diye konuştu.

Yapılan konuşmaların ardından 224 izci tek sıra halinde 3 gün sürecek yürüyüşe başladı. Törene Vali Yardımcısı Hasan Şenses'in yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Okuliçi Beden Eğitimi ve İzcilik Daire Başkanı İsmail Toksöz, Şube Müdürü Güner Arslan, Milli Eğitim Şube Müdürü Müslüm Bulut, Kumkale Belediye Başkanı Süleyman Erte ile askeri yetkililer katıldı.

Zehra Çelik
Son düzenleyen _Yağmur_; 23 Aralık 2015 16:27
mechul_adam - avatarı
mechul_adam
Ziyaretçi
18 Mart 2008       Mesaj #59
mechul_adam - avatarı
Ziyaretçi
milletimiz destan yazmışdı siz ne yaptınız.....

unutmadık...unutturmıcazda


Çanakkalede yaşanmış bir olay

O zamandan bu zamana hangi ozelliklerini kaybetti ve ısrarla kaybettirilmeye devam ediyor da bu hale geldi bu millet dusunmek gerek...
Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...
Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir.Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.

"Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım...Arkadaşıma ulaştırın..."

Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:

"Ben...Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım...Kendisini göremedim.Belki ölürüm.Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin"
"Sen merak etme evladım" der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar.

Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de "söyleyin hakkını helal etsin" olur...

Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula.Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır.Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne
kapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz...

PUSULADAKİ NOT:
"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız.Belki ben dönemem.Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim."

Siz bu olayın neresindesiniz?
Türklük davası güdüp de ecdadın ayaklarındaki toz olamayanların, vatan millet sevdasında! olup ülkeyi yiyip-bitirenlerin ve yetim hakkına bile göz dikip; haksızca hak iddia edenlerin gözlerine sokmanız için bu maili tanıdığınız herkese gönderin...
...onlar anlar...
***********************************************************************

Çanakkale'de İnsanlık Dersi

Baştanbaşa bir destandır Çanakkale.. Mehmetçiğin aslanlaştığı aynı zeminde şefkat kahramanı kesildiği.. yokluğun varlığa galebe çaldığı.. imanın zaferinin bayraklaştığı.. toptan bir milletin istikbalini pazara çıkarıp ölüm kalım mücadelesi verdiği yerdir Çanakkale...

Anlatılamayacak kadar çok harikulâde hadisenin vuku bulduğu, ehl-i keşfin işaretiyle, Rasûlüllah’ın da ruhaniyeti ile hazır bulunduğu Çanakkale hakkında pek çok kıymetli eser kaleme alınmıştır. Bu nadide eserleri okurken insan, kimi zaman göz yaşlarıyla, kimi zaman coşan bir gönülle, kimi zaman mahzun ve mükedder, kimi zaman da iftiharla olup bitenleri sanki bir sinema ekranından seyrediyormuş gibi olur ve 80 yıl önceki olayları hayalinde bir kere daha yaşar. Akıl almaz hadiseler, dehşetengîz olaylar zaman zaman insana gayri ihtiyarî “olamaz böyle şey” dedirtir.

Japonların maziden çok iyi ders aldıklarını, Hiroşima ve Nagazaki’nin bir kısmını II. Dünya Harbi sonundaki durumuyla aynen bıraktıklarını, çocuklarını önce modern fabrikaları gezdirip ardından bu iki şehri ve tahribin boyutlarını gezdirip göstererek, “Eğer siz, çalışmaz ve o modern fabrikaları daha da ileri götürmezseniz, birileri gelir yine sizin memleketinizi bu hale çevirir” şeklinde ders verdiklerini okumuştum. Tarihten ders alabilen milletlerin geleceğe daha güvenle bakacakları da bilinen bir gerçektir.

İşte Çanakkale, ders alacak o kadar çok yönü olan bir hadisedir ki, belki de Asr-ı Saadet istisna edilecek olursa bir benzeri görülmemiş bir mücadeledir. Evet o derslerden biri de imanla gerilmiş Mehmetçiğin akıllara durgunluk veren insanlık dersidir. Ateş çemberi içinde mürüvvet sergilemesi, şefkat ve merhamet kanatlarını sonuna kadar yerlere sermesi, aciz ve muhtaçların imdadına koşması eşine az rastlanır bir düzeydedir. Bu minvalde sayısız örneklerinden bir kaçını müsaadenizle arzedeyim...

* * *
Hüseyin isminde bir er yaralanmış ve sargı yerinde tedaviye alınmıştı. Ancak yarası çok ağırdı. Durumunun ümitsiz olduğunu kendisi de hissediyordu. Onu çok seven arkadaşları etrafında pervane gibi dönüyor, son anlarında can dostlarını mutlu etmek için elinden geleni yapıyorlardı. Bu arada hastalara taze ekmek gelmişti. Hemen bir yarım somun da ona uzattılar. Hüseyin somunu aldı, tam ısıracakken birden durakladı; ve yeniden ekmeği başucunda bekleyen Mehmetçiklere uzattı. Onların yemesi için ısrarı üzerine, sahabe ahlakını çağrıştıran şu sözleri söyledi:

“Kardaşlarım!.. Bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Ben nasıl olsa şimdi işe yaramadan öleceğim.. alın, bunu çarpışacak yiğitlere yedirin de ekmek boşa gitmesin...”

* * *
General Guro anlatıyor:

Bir gün, bir taarruz sonrası cepheyi dolaşıyordum, yaralı bir Fransız subayını gördüm ve elini sıkmak istedim. Elimi sıkmadı ve “benim değil, şu Türk subayının elini sıkınız, o olmasaydı ben şimdi ölmüştüm” diyerek ilerde baygın yatan Türk subayını gösterdi. Sebebini sordum, subay şöyle devam etti:

“İkimiz de ağır yaralı idik. O kendi yarasına aldırmadan sargı paketini çıkardı ve benim şaşkın bakışlarım arasında boynumdaki yarayı sardı. Rica ederim, yalvarırım onu kurtarınız.”

General çok meraklanır, acaba bu Mehmetçik neden kendi yarasına bakmamış da, düşmanını tedaviye çalışmış. Merakını yenemeyip işin aslını soruşturur ve şunları öğrenir.

O Fransız subayı yaralanmıştır. Bir kenara çekilir, elini cebine atar ve cebinden cüzdanını çıkarır. Cüzdanın içinden yaşlı bir kadın fotoğrafı çıkarıp, bakar, bakar, sonra öper, yüzüne gözüne sürer... Mehmetçik, onun annesi olduğunu tahmin etmiş ve demiştir ki: “Beni bekleyen ne annem var, ne de babam... Ben ölsem arkamdan ağlayan kimsem olmaz... Ama bu arkadaşın onu bekleyen bir annesi var. Bari o sağlığına ve annesine kavuşsun...”

* * *
Harbin en çok kızıştığı bir hengamda birkaç İngiliz subayı esir alınır. Hemen cephe gerisine götürülür. Yaralı olanlarının tedavisine bakılır.

Mehmetçik yokluklar içinde mücadele vermektedir. Haftada bir etli yemek bulurlarsa bayram ederler, çoğu zaman da bir kuru ekmekle geçiştirirlerdi. Fakat karşı taraf içeceği şaraptan çukulatasına kadar herşeyi tam tekmildi.

Derken yemek vakti sargı yerine taze ekmek getirilir. Mehmetçik, taze ekmeği esir subaylara verirler ve kendileri kuru ekmeğe talim olurlar. İngiliz subaylar, bu işte bir iş var, ekmeği zehirlemiş olmasınlar sakın, diyerek yemeğe yanaşmazlar. Bizim Mehmetçik ne kadar yeyin, dediyselerde anlatamazlar. Nihayet, ingilizce bilen Türk subayı gelir. İşi öğrenir ve sebebini sorar Mehmetçikten. Tam bir Anadolu delikanlısının saffeti içinde şöyle cevap verir:

“Kumandanım, madem bu adamlara bakacağız, yedireceğiz. Bari taze ekmek yesinler, onlar bayat ekmeğe alışık değillerdir. Biz zaten askere gelmeden evvel de köyde bayat ekmek yiyorduk...”

* * *
Çanakkale’de yedi oğlundan dördünü şehid veren Samsun’un Bekdiğin köyünden Ali Çavuş’un hikayesi de çok ilginçtir. Harbin son dönemleridir. Mehmetçik süngüyle hucuma kalkar ve düşmanı geri püskürtür. Geri kaçarken bazı yaralı düşman askerleri de siperlerde kalır daha geri gidemezler. Ali Dayı, düşman askerlerinden iki tane Anzak askerini bu şekilde siperde yaralı bulur. Bunları tutar tedavileri için cephenin arkasına getirir. Orada bir kısım tedavileri ile ilgilenir. Nihayet harp biter. Sekiz ay bu cephede harp eden Ali Dayı, harp bitince bu iki esiri yanında İstanbul’a getirir. Kimse zarar vermesin diye de üzerlerine Türk askeri üniformasını giydirir. Oradan doğru memleketi Samsun’a. Samsun’un Bekdiğin köyüne alır getirir. Köylü bu iki yabancıya kucak açar bunları bağrına basar. Derken iki Avustralyalı 1916 yılında Samsun’da yaşamaya başlarlar. Kendilerine gösterilen tarlayı ekerler, biçerler. Sıcak bir dostluk atmosferi oluşur. Hayat alabildiğine hoş ve huzurlu devam ede dururken, bir gün Ali Dayı bunları melûl mahzun görür. Sebebini sorar. Memleketinden çok uzakta olan bu iki asker, kendi topraklarını ve akrabalarını özlemiştir. Ali Dayı durumu anlar. Hemen ne yapabileceğini düşünür. Nihayet, çareyi hanımının altınlarını istemede bulur. Bu ikisini alır doğru İstanbul’a. Araştırır, soruşturur hemen yakında Avustralya’ya kalkacak bir gemi bulur. Ali Dayı, eşinin altınlarını bozdurur, bu iki Anzak askerinin biletlerini alır, yanlarına azık temin eder ve uğurlar...

* * *
İşte, imanla yoğrulmuş bu şefkat abideleri, haksız yere kimseye kıymamışlar. Hatta, civanmertlikleri sayesinde düşmanları tarafından bile takdir görmüşlerdir. Öyle ya fazilet odur ki, düşman dahi takdir etsin. Şimdilerde bu ruha başta bizim ve daha sonra da bütün insanlığın ne kadar ihtiyacı var. Evet bu yüce duyguları biz nereden aldık ve nasıl kaybettik. Üzerinde uzun uzun durulmaya değer...
Ali Ünsal

***************************************************************************

Anzaklı Ömer’in Hikayesi

1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hastahanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar.. New York'da Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor.Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında.."Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?" dedim. Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:

-"Siz Türk müsünüz?"

-Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasına bir işaret yaptı.

-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?"

-"Aldırma öylesine bir şey işte" dedi. Ben yine ısrarla: "Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım..."

Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde
sordu:

-"Siz Türk müsünüz?"

-"Evet Türk'üm..."

İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:

"Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de.. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındandım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki: 'Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.' Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık.

Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevkediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler geceyi gündüze çeviriyordu.

Her taaruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından
da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Biz karaya cıktık.Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taaruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz.. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipcik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu..Dedim ki kendi kendime:

-'Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar... Veyahut
isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler..' Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim?

Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek pişman oldum.. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest bıraktılar.

Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.."

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum.

Peşinden nemli gözlerle "Bana adınızı söyler misiniz?" dedi. "Ömer" cevabını verdim. Merakla tekrar sordu: "Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?"

-"Babam müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş."

-"Senin adın müslüman adı mı?" Ben -"Evet, müslüman adı" deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: "Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun." -"Olsun" dedim.

-"Peki doktor beni müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"

Şaşırdım, nasıl da birdenbire müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş..

-"Tabii" dedim. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şehadet getiriyor,hem de ağlıyordu.. Mırıldandı: "Siz müslümanlar tesbih çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?"

Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakkı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tesbih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti. -"Beni yalnız bırakma olur mu?" "Ne gibi Ömer amca?" "Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat!.. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor." O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım.

Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gelin!" Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tesbih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şehadet söylettirdim, o şekilde kucağımda teslim-i ruh etti...

Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.

Ne yalan söyleyeyim, ağladım...
mechul_adam - avatarı
mechul_adam
Ziyaretçi
18 Mart 2008       Mesaj #60
mechul_adam - avatarı
Ziyaretçi
Düşmanları bile takdir etmişti
Çanakkale destanımızdan bir demet hatıra sunmak için "ÇANAKKALE Kalbe Gömülü Değerler" isimli kitaptan bir–iki hâtıra nakletmek istiyorum... Yazar H. Hüseyin Maltepe, Kanlısırt mevkiinde siperlerin orta taraflarında yaralı düşen bir Anzak subayını kucağına alarak kendi arkadaşlarına teslim eden bir kahramanımızı anlatıyor. Bu sahne aynı şekilde anıt hâline getirilmiştir. Bu anıtın resmi kitaba da alınmıştır...

Bir İngiliz subayı, iki siper arasında yaralı düşer. Arkadaşlarına "Beni kurtarın!" diye acı acı feryat eder. Fakat arkadaşlarından hiçbirisi siperinden kafasını çıkarmaya cesaret edemezler... Bir müddet sonra onun acı acı inlemesine dayanamayan merhametli insanımız, silahının ucunda dalgalandırdığı beyaz bir mendille yavaşça siperinden çıkar ve yaralıya doğru ilerler. Diğerleri şaşkın; "Bu Türk askeri ne yapmak istiyor?" derler. Türk neferi yaralıya usulca sokulur, onu kucağına alır ve arkadaşlarının bulunduğu siperin önüne gelir ve taşıdığı yaralı subayı incitmeden bırakır. İşte, o anda bu olayı çok yakından izleyen Teğmen Casey, vatanına döndükten sonra Avustralya genel valisi olunca, o zamana kadar Türkler hakkında edindiği bilgilerin yanlış olduğunu çok iyi bildiği için, Türkler aleyhinde yazılı bütün yanlışların düzeltilmesine vesile olur.

Yıllar sonra Genel Vali Casey, Çanakkale'ye gelmiş ve şunları söylemiştir: "25 Nisan 1915 günü Conkbayırı'nda Türkler ve Birleşik Kuvvetler arasında korkunç siper savaşları oluyordu. Siperler arasında 8 veya 10 metre mesafe var. Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz yüzbaşısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor ve 'Kurtarın beni!' diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden kimse çıkıp yardım edemiyordu. Çünkü en küçük bir kıpırdamada yüzlerce kurşun yağıyordu... Bu sırada akıl almaz bir şey oldu. Türk siperlerinden beyaz bir mendil sallandı. Arkasından aslan yapılı bir Türk neferi siperden çıktı. Hepimiz donakaldık. Kimse nefes almıyor ona bakıyordu... Asker, yaralı İngiliz subayını okşar gibi yerden kucakladı. Kolunu omzuna attı ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp, geldiği gibi kendi siperlerine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce, bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu... Biz Çanakkale Yarımadası'ndan Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek, kahraman Türk milletine ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık."

Şiddetli taarruzlar sırasında 15. Alay 9. Bölük'ten Kütahyalı Mustafa Çavuş, gece baskınlarının birisinde yaralanıp bayılmıştı. Arkadaşları onu öldü biliyorlardı. Kendine gelince bir yere gizlendi. Yarası ağırdı. İki gün yerinden kıpırdayamadı. Üçüncü gün matarasındaki suyu da bitmişti. Kanı dinmişti; ama çok bitkindi. Son anlarının geldiğini düşünüyordu. Dudakları kurumuş ve çatlamış ve sonra da bayılmıştı. Bu sırada dudaklarına değen su ile kendine geldi. Bir de baktı bir Anzak askeri kendisine su içiriyordu. Bir müddet sonra o kayboldu. Ertesi gün Mustafa'yı bizimkiler bulup götürdüler ve Kocadere köyünde sargı yerine getirip tedavi ettiler. Mustafa iyileşip arkadaşlarının yanına döndü. Ama o Anzak askerini hiç aklından çıkarmıyordu. Yine bir gün süngü hücumu başladı. Bir Anzak askerinin yaralı düştüğünü gördü. Bu kendisine su verip hayata dönmesine vesile olan askerdi. Herkes siperlerine çekildi; fakat o yaralı asker hâlâ iki siper ortasında yatıyordu. Sıcak bir gün ve gece üstünden geçmesine rağmen o ortadaydı ve kıpırdanıyordu. Mustafa Çavuş daha fazla dayanamadı. Arkadaşlarına "Beni koruyun" diyerek okun yaydan fırladığı gibi siperinden çıktı o yaralıya doğru koştu. Çevik bir hareketle onu kucaklayıp arkadaşlarının bulunduğu siperin önüne koydu. Aynı hızla gerisin geriye siperine doğru koştu. Fakat onun maksadını tam anlayamayan Anzak askerlerinin kurşunlarına hedef oldu. Onun için Mustafa Çavuş şehit oldu. Kahraman Çavuş, inancının verdiği şefkat ve merhametten dolayı içtiği suyun bedelini canıyla ve şereflice ödemişti...

Sırlarla dolu Çanakkale Zaferi'mizi her sene daha derin bir heyecanla kutlamanın yanında yeni nesillere bu destan bütün yönleriyle anlatılmalı, getirilip gezdirilmelidir. Alınacak ibretler yanında, bu lâhûti güzellikten şehitlerimizin bizleri saran ruhaniyetlerinden de istifade etmiş oluruz. Hem unutmayalım, ağaç kökü ile gürler... Bizde böyle muhteşem bir kök var elhamdülillah... Fakat bu hazinenin farkında olmamız lâzımdır...

Benzer Konular

26 Ağustos 2022 / nünü Osmanlı İmparatorluğu
8 Ekim 2015 / kompetankedi Sanat
19 Nisan 2010 / The Unique Eğitim Bilimleri
20 Ocak 2016 / Misafir Soru-Cevap