Arama

Medya Haber - Sayfa 8

Güncelleme: 13 Ekim 2017 Gösterim: 714.617 Cevap: 1.864
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
28 Nisan 2006       Mesaj #71
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
ABD Kongresi'nden AB'ye soykırım mesajı

Sponsorlu Bağlantılar
ABD Kongresi üyeleri Ankara'ya Ermeni soykırımı iddiasını tanıması için çağrı yaparken, bir Kongre üyesi "AB üyeliğine soykırım şartı" çağrısı yapan mektubu imzaya açtıklarını duyurdu


ABD Kongresi üyelerinden Ankara'ya, Ermeni soykırımı iddiasını tanıması ve 1915'te yaşananlar nedeniyle Ermenilerden özür dilemesi çağrısı geldi. Kongre üyeleri, Avrupa Birliği'nin (AB) soykırım tezini kabullenmeyi, Türkiye'ye üyelik şartı olarak dayatmasını isteyen bir mektup kampanyası başlattıklarını da bildirdi.

ABD Temsilciler Meclisi çatısı altında, Ermeni derneklerinin girişimiyle düzenlenen "Soykırımı Anma" toplantısında, 29 Temsilciler Meclisi üyesi ile 3 senatör konuşma yaparak soykırım tezine sahip çıktı ve Türkiye'yi ağır bir dille eleştirdi.


Senatör Robert Menendez, "ABD yönetimi Ermeni soykırımını resmen tanımalıdır. Türkiye'nin müttefikimiz olduğunu iddia edenler şunu bilmeli ki, belki Türkiye müttefik olsa bile, hiçbir müttefik bize yalan politikası dayatmamalı" dedi. Senatör Paul Sarbanes ise soykırım iddiasını tanıyan Avrupa ülkelerini tek tek saydı ve "Başka ülkeler gerçeği konuşabiliyorsa, bizim ülkemiz de konuşabilmeli" diyerek, Amerikan Dışişleri'nin "soykırım" tezini resmen benimsemesini istedi.


'Üyelik şartı olsun'

Temsilciler Meclisi'nden Sue Kelley, "AB, Türkiye'yi üye yapmadan önce soykırımı tanımasını istemeli. Türkiye ve Ermenistan bu sorunu aşıp dost olabilir. Ama (Ankara) özür dilemeden olmaz" derken, temsilci Carolyn Maloney, "AB üyeliğine soykırım şartı" çağrısı yapan bir mektubu Brüksel'e iletilmek üzere imzaya açtıklarını duyurdu.

Temsilciler Meclisi üyesi Steve Rothman, Darfur'da yaşananların Osmanlı'nın Ermenilere yaptıklarına benzediğini savundu. Temsilci Donald Paine de, "Ermenilere karşı soykırım suçunun hesabı verilseydi, belki Naziler Holocaust yapamazdı; Kamboçya, Rwanda, Darfur soykırımları da önlenirdi" dedi.

1915 olaylarını İstanbul ve Doğu Anadolu'da çocukken yaşamış, yaşları 100'e yakın 4 kişi de toplantıya "onur konuğu" olarak katıldı. Toplantıda Ermeni kökenli Amerikalı müzisyenlerden oluşan Grammy ödüllü rock grubu "System of a Down"a da, "halkı bilinçlendirdikleri için" özel ödül verildi.


Türkiye'yi Arap ülkesi sanıyor

Toplantıya katılan Cumhuriyetçi Partili Indiana temsilcisi Michael Sodrel, Türkiye'yi "ılımlı Arap ülkesi" diye nitelendirerek gaf yaptı. Sodrel, Ermeni soykırımının ABD'de resmen tanınması için önemli bir fırsat yakalandığını, zira Washington'ın Türkiye'den Ortadoğu'da beklediği yardımı alamadığını belirtti. ABD'nin, "Türkiye gibi ılımlı Arap ülkelerinden" beklentisi olduğunu belirten Sodrel, "Ama bize yardım etmediler. Dolayısıyla artık ellerinde eskisi kadar çok koz yok. Bu da soykırımı tanımak için olağanüstü bir fırsat yaratıyor" dedi.


Ermeniler Bush'a kızdı

ABD'de Ermeni lobisi, Başkan George W. Bush'un bu yılki 24 Nisan açıklamasında da "soykırım" ifadesini kullanmamasından dolayı hayal kırıklığına uğradıklarını bildirdi.

Radikal Ermeni kuruluşlarını bir araya getiren Amerika Ermeni Ulusal Komitesi'nin (ANCA) yazılı açıklamasında, "200'ü aşkın Kongre üyesinin, konuya ahlaki açıklık getirmesi yönündeki çağrısına karşılık Başkan Bush, yine sözünü tutmayarak, 24 Nisan açıklamasında Ermeni soykırımını soykırım olarak tanımlamadı" denildi.

Bir başka Ermeni kuruluşu olan Amerikan Ermeni Asamblesi'nin (AAA) Yönetim Kurulu Başkanı Hirair Hovnaniyan da açıklamasında, "Halkımızın imha edilmesine yönelik teşebbüsün Bush tarafından soykırım olarak anılmamasından dolayı derin hayal kırıklığı duyduk" dedi.

ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Nisan 2006       Mesaj #72
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Liberaller liberallik ile demokratlık arasındaki farkı anlamakta zorlanıyorlar. Çünkü onların dünyasında liberalizm insanlığın doğasına, yani özüne hitap eden en ileri anlayış. Öyle ki özgürlük, hak ve demokrasi gibi kavramların ‘doğru’ içerikleri hep liberalizmde yatmakta.

Sponsorlu Bağlantılar
Böylece aynı kavramları farklı biçimde algılayan ve kullanan ideolojik yaklaşımlar, liberalizmin insanlık adına mücadele ettiği anlam dünyalarına dönüşebiliyor. Bu açıdan bakıldığında liberalizmin epeyce pozitivist bir temele oturduğunu, tam da bu nedenle sekülarizmin ‘ilerlemeci’ cazibesi altında ezildiğini ve sonuçta niçin Bush gibi insanların ‘demokrasi havariliği’ne dayanan otoriter tahakkümcülüğünü engelleyemediğini anlıyoruz.
Oysa liberalizm de diğer birçok ideoloji gibi belirli bir zihniyete dayanmakta ve ancak o çerçevenin ima ettiği varsayımlarla ayakta durmakta. Aydınlanma’nın ürünü olan relativist zihniyetten beslenen söz konusu kabule göre insanları bilgileri itibarıyla mukayese etmek mümkün değildir, çünkü kimsenin yaşam deneyimi tam olarak bir başkasınınkini kapsayamaz. Dolayısıyla bu bilgilere dayanan bireysel tercih ve taleplerin ‘nesnel’ bir biçimde değerlendirilmesi olanaksızdır. Bu nedenle toplumsal yaşam karşılıklı tavizler sayesinde varılan uzlaşma noktalarını gerektirir. Toplumun yüksek sayıda birey içermesi halinde ise, tek meşru çıkış yolu farklı talep ve tercihlerin sayılarak çoğunluğun isteğinin yerine gelmesidir. Kısacası liberalizm açısından demokrasi, hem anonim hem de toplumsal olduğu için aynı zamanda meşru da olan teknik bir uzlaşı mekanizmasından ibarettir. Sekülarizmden beslenen birey, hak ve özgürlük anlayışı ise, rasyonel ve eşit bireyleri ima ettiği ölçüde söz konusu uzlaşıyı felsefi açıdan mümkün ve meşru kılar...
Ne var ki bu algı biçimi dışımızdaki gerçekliği nasıl bilgiye dönüştürdüğümüz sorusuyla doğrudan bağlantılı. Liberalizmin dayandığı epistemolojik relativizm, tek tek her insanın duyu organları sayesinde gerçekliğin doğru bilgisine ulaşabileceğini ama bu bilginin daima eksik kalacağını ima eder. Dolayısıyla liberal birey gerçekliğe ilişkin eksik bilgi sahibi olduğunu bilse bile, kendi sınırlı bilgisinin sahihliğinden emindir. Tam da bu nedenle diğerleriyle ‘konuşması’ gerekmez... Liberal demokrasinin içsel mantığı tam da bu noktaya dayanır. Aksi halde oy vermenin ‘demokrasi’ olarak algılanması mümkün olmazdı.
Buna karşılık demokratlık epistemolojik relativizmi reddeder. Buna göre insanoğlu hiçbir konuda, hiçbir zaman sahih bilgi sahibi olamaz... Çünkü her şeyden önce insan olmanın getirdiği algı kısıtlamalarını aşamayız. İnsan olarak dışımızdaki gerçekliği hiçbir zaman ne kadar doğru algıladığımızı bilemeyeceğiz ve bu bilgisizliğe mahkum olarak yaşamak zorundayız. Dolayısıyla zihnimizin dış gerçekliği daima bir biçimde çarpıttığını, onu kategorize ettiğini kabul etmek gerekiyor. Burada da bir tür relativizm var ama bu ontolojik bir relativizm... Doğruyu söyleyecek hiçbir kamusal otoritenin olmaması yanında, bireysel kanaatlerin de gerçekliği temsilde doğruluk iddiasında bulunamayacağını söylüyor. Tam da bu nedenle insanlar birbiriyle ‘konuşmak’ ve ortak öznellikler üzerinde fikir birliği üretmek durumundalar. Demokrasi, doğruların ne olduğunu bilmediğimiz ve bu bilgisizliğimizin farkında olduğumuz bir dünyada ‘ötekilerle’ birlikte geçici ortak doğrularımızı arama çabasıdır. Demokratlık bu farklılık sayesinde liberalizmin yapamadığını yapar, toplumsal bir ahlakı mümkün kılar... Otoriterlikle mücadele süreci içerisinde Aydınlanma’nın bu iki damarı uzun süre iç içe algılandı. Bugün bizzat liberalizmin otoriterliğe doğru salınması, artık demokratlığı özgürleştirmenin zamanının geldiğini gösteriyor.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Nisan 2006       Mesaj #73
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın ‘Yeni Terörle Mücadele Kanun Tasarısı, Apo’ya tahliye yolu açıyor.’ iddiası ortalığı karıştırdı. Baykal, marjinal tabela partilerinin çiçeği burnunda lideri değil.

Türk siyasetinin son 30 yılına damgasını vurmuş, başbakan yardımcılığı dâhil birçok önemli görevler üstlenmiş, bugün de anamuhalefet partisinin genel başkanı olan bir kişi. Sözleri de ayaküstü ağızdan kaçırılmış laf kırıntıları değil. Hal böyle olunca CHP liderinin çıkışı Ankara’da bomba etkisi yaptı.
Dersini çalıştığı izlenimi oluşturmak isteyen Baykal, konuşmasında, “Bu düzenleme Öcalan açısından 27 yıllık bir ceza indirimi anlamına gelecektir. 7 yıllık tutukluluk süresi dikkate alındığında, 2 yıl içinde tahliyesi mümkün olacaktır.” tarzında teknik ayrıntılara bile yer veriyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve tasarıyı hazırlayan komisyonla birlikte bağımsız akademisyenler, iddiaların gerçeği yansıtmadığını savunuyor.
Örgüt yöneticilerine bir defaya mahsus verilen pişmanlık hakkından Abdullah Öcalan’ın yararlanmasının teknik olarak imkânsızlığı ortada. Bakan Çiçek’in, “Pişmanlık Yasası’ndaki ifadeye dikkat edecek olursak, suçlu kişi hakkında hükmün verilmemesi, kişinin teslim olması ve örgüt hakkında bilgi vermesi şartları aranmaktadır. Kişi yargılanırken pişman olmamış ve hüküm giymişse aftan söz edilemez.” sözleri bunu gösteriyor. Ayrıca Öcalan’ın mahkûm olduğu TCK’nın eski 125, şimdiki 302. maddesi pişmanlık kapsamı dışında. Örgüt kurma ve üye olma suçunu düzenleyen TCK’nın 221. maddesi zaten bir buçuk yıldır yürürlükte. TMK’ya konulmak istenen madde mevcudu bir yılla sınırlamayı amaçlıyor. Yani genişletme değil, tam tersine daraltma söz konusu.
Teröristbaşının bu maddeden yararlanamayacağı kesin; Baykal, örgüt yöneticilerinin kapsam dışında tutulmasını talep edebilirdi. Bunun artı ve eksileri tartışılabilir. Terörle mücadelenin bir aracı olarak pişmanlık hakkı tanınıyor ve örgütün çözülmesi amaçlanıyorsa yöneticileri kapsam dışında bırakmak hata olabilir. Amaçlanan çözülmeyi sağlamayabilir; ama acı ve duygusallıkla yapılmış bu talep anlaşılabilir. Baykal’ın teknik açıdan mümkün olmayan bir gerekçeyle gerilimi yükseltmesini anlamak zor.
Baykal bunu neden yapıyor? ‘Baykal gerçek kimliğine yani hırçın ve agresif çizgiye döndü’ kolaycı bir açıklama olur. 3 Kasım öncesi ve sonrasında uyumlu muhalefet işaretleri veren CHP, zaman içinde sertleşti. Yaklaşan seçim ve anketlerde partisinin düşüşte görünmesi Baykal’ı kaygılandırıyor olabilir. Bu kaygıların sebep olduğu ifadeler, abartılı ve siyasi amaçlar güden çıkışlar olarak damgalandıkça Baykal’ın sözlerinin etkisi kırılıyor. Hırçın ve siyasi kaygılarını ön planda tutan görüntü Baykal’ın yaptığı/yapacağı haklı eleştiri ve uyarılar arada kaynayacak. Benzetmek gibi olmasın ‘yalancı çoban’ durumuna düşecek, gerçekten yangın çıktığında kimse inanmayacak.
TMK Tasarısı gündeme geldiğinde Baykal’ın ilk tepkisi ‘Yeterli değil; ama yine de destekleyeceğiz.’ şeklindeydi. CHP lideri daha sert düzenlemeler beklediğini saklamıyor. Toplumu, en hassas noktasından, bölücü başının affından yakalayarak kabul edilmesi zor bir TMK için zemin mi hazırlanmak istiyor? Parti için muhalefetin lideri olarak defalarca yenilgiye uğrayan Baykal, hep yanlış stratejilerin kurbanı olmuştu. Erdal İnönü gibi acemi ve karizmatik olmayan rakibini alaşağı edememişti, şimdi her çıkışıyla AK Parti’nin elini güçlendiriyor. Aslında Baykal’a Türk siyasetinin ihtiyacı var; ama bu Baykal’a değil. Birileri Baykal’ı tufaya mı getiriyor?
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
28 Nisan 2006       Mesaj #74
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Öcalan için af olamaz

Medya Haber

Emniyet Sözcüsü İsmail Çalışkan, Öcalan’a af getirilmesine ilişkin, ne emniyetin, ne Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne de parlamentonun böyle bir yasal düzenleme yapmayacağını bildirdi.

Çalışkan, "Hiç kimsenin böyle bir düzenleme yapacağına, yapmak isteyeceğine inanmıyorum. Eğer o madde de öyle bir anlaşılma öyle bir yorumlama oluyorsa, TBMM alt komisyonu çalışma yapıyor. Tamamen teknik bir konu. Böyle bir konuyu hiç kimsenin istemesi tabii ki mümkün değildir" dedi.

İsmail Çalışkan Emniyet Genel Müdürlüğü Dikmen Binası’nda haftalık basın toplantısında TBMM’de görüşülen Terörle Mücadele Yasa Tasarısı Etkin Pişmanlık bölümünün 6’ncı maddesine ilişkin sorulara yanıt verdi. Çalışkan,

emniyetin çalışmalar başladığında Emniyetin görüşlerini tamamını ilettiğini söyleyerek, "Daha önce de düzenleme istendi. Ancak terör örgütü elebaşının affedilmesi, tahliyesine ilişkin bir düzenleme istenmesi mümkün olamaz. Eğer böyle bir anlaşılma varsa yorum varsa teknik konudur. Meclis bu konularda düzenleme yapacaktır" diye konuştu. Emniyetin hiçbir zaman hiçbir terör örgütünün elebaşlarının affedilmesi yada tahliyesine ilişkin talebinin olmadığına dikkat çeken Çalışkan, "Terörle mücadele için ne gerekiyorsa onla ilgili düzenleme yapıldı. Bu hiçbir zaman terör örgütlerinin ele başlarının affedilmesine yönelik bir düzenleme olmadı" dedi.

1 MAYIS

Emniyet Sözcüsü İsmail Çalışkan, "Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de çalışanların isteklerini ve mesajlarını 1 Mayıs vesilesiyle dile getirmeleri en doğal haklarıdır" dedi. Önceki yıllarda meydana gelen endişe kaynağı olan olayların tekrarlanmaması için "gerek güvenlik kuvvetlerine gerekse sivil toplum örgütlerine büyük görevler düşmektedir" diye konuşan Çalışkan, toplantı ve gösterilere katılacak olan vatandaşların güvenliği için her türlü önlemlerin alındığını bildirdi. Çalışkan, şöyle konuştu:

"Unutmamalıyız ki, hiçbir hak ve özgürlük hukuk devleti sınırları içerisinde mutlak ve sınırsız değildir. Hak ve özgürlükleri kullanmak isteyenler yasalarda belirtilen usule uygun ve yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla bu haklarını kullanabilirler." Kutlamalara katılacak sivil toplum örgütlerine önemli görevler düştüğünü vurgulayan Çalışkan, en önemlisinin de "Güvenlik güçleri ile koordinasyon halinde hareket etmek, mülki amirin izin verdiği güzergah içinde faaliyetleri organize etmek, olayları provake edebilecek kişilere müsamaha etmemek ve provokasyonlara karşı katılımcıları uyarmak" olduğunu ifade etti.

Vatandaşların illegal örgütlerin provokasyonlarına gelmemelerini isteyen Çalışkan, "Onların çirkin emellerine alet olmamalarını istiyoruz" dedi. 1 Mayıs’a ilişkin istihbarat çalışmalarının devam ettiğini vurgulayan Çalışkan, terör örgütlerinin bu yönde bombalı saldırı düzenlemeyi amaçladığına ilişkin bir bilginin bulunmadığını söyledi.

*******

MB'sı gerekli tepkiyi verecektir


Medya HaberMerkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, 12 ve 24 aylık enflasyon beklentilerinin hedefin üzerinde seyretmesinin enflasyonda temkinli olunmasını gerektirdiğini söyledi. Enflasyon Raporu’nun ikincisini açıklayan Yılmaz, kira artışlarının yıl genelinde TÜFE üzerinde olumsuz etki yapacağının görüldüğünü belirtti. Petrol fiyatlarının enflasyon hedefine ulaşmada temel riski oluşturduğunu kaydeden Yılmaz “Petrol fiyatları enflasyonu etkilemeye başladığında Merkez Bankası gerekli tepkiyi verecektir” dedi.
Yılın ilk çeyreğinde kira fiyatlarındaki artışın geçen yıl ile aynı seveyide olmasının 2006’nın kalanında da kira fiyatlarının enflasyon üzerinde baskı yapacağını gösterdiğini ifade eden Yılmaz, “Güncel veriler halen yurtiçi talebin güçlü seyrettiğini göstermesine rağmen, yılın ikinci çeyreğinde enflasyondaki düşüşün süreceğini öngörüyoruz” dedi.
Yılmaz, faizlerin düşmesi senaryosu göz önüne alındığında enflasyonun 2006 yılı sonunda 4.8 ile 6.4 aralığında olmasının beklendiğini kaydetti. Merkez Bankası Başkanı, faiz indirim kararının önümüzdeki 1.5 yıllık efnlasyon hedefin bakılarak alındığını kaydetti
Enflasyon hedefinin önündeki riskleri “konut fyatları, petrol fiyatlarındaki artış, global risk iştahı ve uluslararası likidite durumundaki gelişmeler” olarak sıralayan Durmuş Yılmaz, hammadde fiyatlarının enflasyon açısından risk unsuru olmaya devam edeceğini ifade etti.

DALGALI KUR SÜRECEK
Cari açığın finansmanının ve yapısının değiştiğini belirten Yılmaz, “Dalgalı kur nedeniyle ülkeler cari açığı sürdürebilir konuma geldiler. Cari açığı gidermek için kur politikasında değişiklik yapmayı düşünmüyoruz. Dalgalı kur aynen devam edecek” diye konuştu. Yılmaz, cari açığın kısa vadede ekonomik istikrar ve enflasyon hedefi açısından risk oluşturmasının beklenmediğini söyledi.
YTL’nin Y’sinin kaldırılması konusunda aceleci olmadıklarını ifade eden Yılmaz, “Vatandaş bu paraya alışıyor. Aceleye gerek yok. Paradan Y’nin atılması gündemimizde değil” dedi.

******

Tüp geçite Meclis’ten izin çıktı!


Medya HaberMeclis Genel Kurulu, İstanbul Boğazı’na tüp geçit yapılması teklifini kabul etti.
TBMM Genel Kurulu'nda, Ulaştırma Bakanlığı'na; İstanbul Boğazı'na, denizaltı tünel geçişi yapması veya yaptırılması için yetki veren kanun teklifi kabul edildi.
Ulaştırma Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun'da değişiklik yapan kanun, denizlerin iki yakasını denizaltından birbirine bağlayan her türlü ulaşıma ilişkin tüp ve tünel gibi ulaşım altyapı işlerini, yap-işlet-devret modeli de dahil olmak üzere
planlamak, yapmak veya yaptırmak; bunlarla ilgili proje ve şartnameleri hazırlamak, hazırlatmak, incelemek, incelettirmek ve onamak; yapımı tamamlananları ilgili kuruluşlara devretmek; işletme aşamasına ait güvenlik, bakım ve onarım işlerine ilişkin esasları belirlemek ve gerekli önlemleri alma görevini Ulaştırma Bakanlığı'na
veriyor.
“Yetki Gaspı”
Yasanın görüşmeleri sırasında CHP Grubu adına söz alan İzmir Milletvekili Erdal Karademir, Ulaştırma Bakanlığı'nın, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın yetki alanına girerek, ''yetki gaspında'' bulunduğunu savundu.
Teklifin, siparişle, bir projeye dayanarak hazırlandığını öne süren Karademir, İstanbul Büyükşehir Belediyesi projelerinin, ''yangından mal kaçırır gibi'' gündeme getirilmemesi gerektiğini söyledi.
Teklif sahibi AK Parti İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu, İstanbul'da nüfus yoğunluğuna paralel olarak ulaşım sorunu bulunduğunu, bu sorunu çözmenin, zorunluluk haline geldiğini kaydetti.
İstanbul'da her gün 1600-1800 aracın, trafikte ortalama 1.5 saat kaldığına işaret eden Uslu, bunun ekonomik kaybının, yıllık 5 milyar dolar olduğunu vurguladı.
AK Parti İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar da ''İstanbul'da asgari 400 kilometrelik metro ve raylı sistemle ilgili projelerin bitmiş olması lazımdı'' dedi.
AK Parti Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı, İstanbul'un en önemli sorununun ulaşım olduğunu, ANAVATAN Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan da İstanbulluların, trafik sorununu gündelik yaşamın bir çilesi gibi yaşadığını söyledi.
Dallas Gibi
CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen de İstanbul'u kimin yönettiğinin belli olmadığını, Ulaştırma, Bayındırlık ve İskan, Kültür ve Turizm bakanlıklarının, kendilerine göre projeler yaptığını belirterek, ''Dallas gibi'' benzetmesi yaptı.
AK Parti İstanbul Milletvekili Ünal Kacır da İstanbul'un Kerbela'ya döndüğü bir dönemde, Recep Tayyip Erdoğan'ın, İstanbul'un 7 deresinden 7 tepesine su getirdiğini söyledi.
''İSKİ skandalını biliyoruz'' diyen Kacır'ı, TBMM Başkanvekili İsmail Alptekin, ''Görüşmelerin sonuna geldik, germeye gerek yok'' diye uyardı.
Kişisel görüşlerini dile getirmek üzere yeniden söz alan Sevigen ise Erdoğan'ın, hiçbir uluslararası projenin altında imzasının bulunmadığını, ancak altına imza attığı 17 projenin davalık olduğunu söyledi. Sevigen, AK Partililere, ''Var mısınız, hodri meydan. Aslanlar gibi çıkalım, seçime gidelim'' diye çağrıda bulundu.
Teklifin yasalaşmasının ardından TBMM Başkanı Alptekin, grupların anlaşması üzerine, çalışma süresi tamamlanmadan, birleşimi 2 Mayıs Salı günü toplanmak üzere kapattı.

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #75
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
İstanbul'da 1 mayısa hazırlık

Medya Haberİstanbul'da 1 mayıs kutlamalarının yapılacağı Kadıköy'de bazı yollar trafiğe kapatılacak, tramvay ve vapur seferleri durdurulacak.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Kadıköy İskele Meydanı'nda gerçekleştirilecek kutlamalar nedeniyle 1 mayıs günü saat 08.00'den itibaren Kadıköy Numune Hastanesi önünden başlayarak Tıbbiye Caddesi, Tepe Nautilus'tan itibaren Şahap Gürler Caddesi, Taşköprü Caddesi ve Rıhtım Caddesi'nin araç trafiğine kapatılacağını açıkladı.

Yine aynı saatten itibaren Kadıköy İskele Meydanı ve çevresinde tramvay seferlerinin durdurulacak.

Aaat 10.00'dan itibaren Kadıköy ve Haydarpaşa iskelelerine gelecek İstanbul Deniz Otobüsleri Genel Müdürlüğü ile özel işletmelere ait vapur seferlerinin durdurularak, Üsküdar ve Harem iskelelerine yönlendirilecek.


Çevreyi kirletene 22 YTL ceza

Erzurum’un Palandöken ilçesinde zabıta ekipleri, yere tüküren ya da sigara izmariti atanları kamerayla gizlice görüntülüyerek 22 YTL para cezası kesiyor.

Palandöken Belediyesi’ne bağlı zabıta ekipleri, küçük el kamerasıyla ağaç ve elektrik direklerinin arkasına saklanarak, adeta bir maganda avına çıkıyorlar.
Çevreyi kirletenleri suçüstü yapan zabıta ekipleri, zaman zaman vatandaşın tepkisi ile karşılaştı.
Karşısında zabıtayı gören vatandaşlardan bazıları “Yere tükürmenin cezası mı olur” diye tepki gösterirken, bazıları da çevreyi kirletmediğini iddia etti. Daha sonra zabıtanın çektiği görüntüleri izleyen vatandaşlar, çevreyi kirlettiklerini kabul etmek zorunda kaldı.
Yere tükürenler, 5326 Kabahatler Kanunu’na göre kesilen 22 YTL para cezasından kurtulamadı.
‘İSPAT ETMEKTE ZORLANIYORDUK’
Palandöken Belediyesi Zabıta Müdürü Vezir Güneş “Ekiplerimiz her gün beldemizde denetimlere çıkıyor. Daha önceleri ceza kesmek istediğimiz kişiler sorun çıkarıyordu. İspat noktasında sıkıntılar yaşıyorduk. Biz de kameralı sistemi devreye soktuk. Vatandaşlarımızın birçoğu yere tükürmenin çevreyi kirletmenin bir suç olduğundan habersiz” dedi.



Küçük yaşta evliliğe ceza

Medya HaberTrabzon’da 15 yaşından küçük kızla evlenen kişiye 6 yıl 11 ay, evliliğe izin veren kızın babası ve kayınvalidesine 3 yıl 5’er ay hapis cezası verildi.

Trabzon’daki duruşmaya kızını Cemil Tuncel ile zorla evlendirdiği iddiasıyla tutuksuz yargılanan Hakkı Tokgöz katıldı. Cemil Tuncel ile annesi Sevim Tuncel ise duruşmaya katılmadı.
Sanık Tokgöz, ifadesinde, kızını kendi rızasıyla evlendirdiğini öne sürerek beraatını istedi.
Mahkeme heyeti, 15 yaşından küçük kızla evlenen Cemil Tuncel’e, ırza geçme suçundan 6 yıl 11 ay hapis cezası verdi.
Genç kızın babası Hakkı Tokgöz ile kayınvalidesi Sevim Tuncel’i de ırza geçme suçuna yardım etmekten 3 yıl 5’er ay hapisle cezalandırdı.
4 yıl önce Hakkı Tokgöz ile Sevim Tuncel, aralarında anlaşarak çocuklarını evlendirmiş ancak kızın yaşının küçük olması nedeniyle dava açılmıştı.
Mahkemenin genç kızın yaşının belirlenmesini istemesi üzerine verilen raporda, olay tarihinde genç kızın 15 yaşını bitirmediği ortaya çıkmıştı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #76
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Afrika kıtası son yıllarda Çin'in dış politika önceliklerinde neredeyse birinci sıraya yerleşmiş bulunuyor.

Asya'nın yükselen devi, kıtadaki siyasi nüfuzunu, ekonomik varlığını ve şüphesiz enerji bağlantılarını güçlendirmeye çalışıyor, bunlara yeni alanlar açmak için bu kıtada hamle üstüne hamle yapıyor.
Çin lideri Hu Şintao'nun bu haftaki Afrika turu işte bu hamlelerin en sonuncusu. Geçen hafta Amerika'ya çıkarma yapan Şintao, bu hafta da Afrika'ya önemli bir çıkarma gerçekleştirmiş bulunuyor.
Afrika'ya adım atmadan önce enerji devi Suudi Arabistan'da üç gün geçiren Şintao, bu ülkeyle de çok önemli enerji anlaşmalarına varmış durumda. Bu anlaşmaların ilki Suudi-Aramco şirketinin Çin'e 2010 yılına kadar günde 1 milyon varil ham petrol sağlamayı taahhüt etmesi; ikincisi ise yine aynı Suudi şirketinin Çin'in Fujian ve Kuangdao bölgelerinde kurulacak iki rafineri projesine katılacağını açıklaması.
Bunlar şüphesiz Çin'in enerji hamleleri bakımından önemli hamleler; ama esas önemli hamleler ise Şintao'nun Afrika'nın enerji devi Nijerya ile imzaladığı petrol anlaşmaları. Bu anlaşmalar arasında en göze çarpanı ise Çin'in dört önemli petrol sahasında elde ettiği petrol arama imtiyaz ve hakları. Bunlara göre, Çin'in milli petrol şirketi (CNPC) ikisi Nijer Deltası, diğer ikisi de iç kısımlardaki Çad Havzası'nda bulunan alanlarda sondaj yapacak. Bu anlaşmaya ilaveten Çin, günde 110 bin varil ham petrol işleyen Kaduna rafinerisinde kendisine kontrol hakkı veren başka bir anlaşma da yapmış bulunuyor. Çin, bu anlaşmalara karşılık Nijerya'daki altyapı yatırımları için yaklaşık 4 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt ediyor.
Afrika turunun ilk durağı Fas'ta yaptığı çeşitli anlaşmalar ve bu yazıyı yazdığımız gün Kenya'da da yapacağı anlaşmalarla Afrika'daki nüfuz ve varlığını iyice güçlendiren Çin, esasen çoktandır dış enerji yatırım ve şirket ele geçirmelerde Afrika'ya özel bir önem veriyor; zira bugün Afrikalı petrol ülkeleri Çin'in petrol ihtiyacının yaklaşık yüzde 25'ini karşılıyorlar. 2004 yılında yüzde 20 olan Çin'in Afrika kaynaklı petrolü geçen yıl yüzde 25'e çıkmış bulunurken bu oranın önümüzdeki yıllarda daha da artması, 2010 yılında mesela yüzde 45'ler seviyesine çıkması bekleniyor. İşte bu yüzden Çin son yıllarda Afrika'daki ekonomik ve siyasi faaliyetlerini iyice hızlandırmış bulunuyor. Bunun sonucunda bugün Çin, Sudan'dan Çad'a, Libya'dan Nijerya'ya, Cezayir'den Gabon'a, Angola'dan Nijerya'ya kadar birçok Afrika ülkesinde hem petrol sahaları ve hem de çeşitli enerji şirketlerine sahip durumda. Çin, şirketleriyle, Angola'nın çıkardığı petrolün yüzde 25'ini, Sudan'ın çıkardığı petrolün yüzde 60'ını satın alıyor ve özellikle Sudan'daki ekonomik varlığıyla dikkatleri çekiyor. Bugün Sudan, Çin'in Afrika'daki yatırım şampiyonu; ülkede 10 bin civarında Çinli çalışıyor, iş yapıyor.
Çin, Afrika kıtasında enerji yatırımları ile öne çıkarken bu kıtayla olan ticaretini de 2000 yılından bu yana üç kat artırarak bugünkü 30 milyar dolar seviyesine başarıyla yükseltmiş bulunuyor. Çin ayrıca enerji kaynaklarının yanı sıra Afrika'nın muazzam maden potansiyelinden faydalanmayı da hiç ihmal etmiyor. Yaptığı anlaşmalarla bu kıtadan bakır, kobalt gibi değerli madenlerle pamuk ve kereste de ithal ediyor.
Diğer yandan, Çin, enerji ve maden yatırımlarına ilaveten ve bunlara paralel olarak Afrika'nın gelecek kuşaklarını da Çin'deki üniversitelerde eğiterek yatırımların insani boyutunu da ihmal etmiyor. Bugün Çin'de binlerce Afrikalı hem sivil ve hem de askeri eğitim alıyor. Kısacası, Çin, Afrika kıtasında her yönden hamle üstüne hamle yapıyor ve bunları yaparken Amerika başta olmak üzere bazı ülkeleri de çok rahatsız ediyor, çok yönlü bir politikayla bu yüzyılın enerji ve maden rekabetinde öne çıkmaya başlayan Afrika kıtasının birinci stratejik oyuncusu olarak kararlı bir şekilde sahnedeki yerini alıyor.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #77
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’nin gerek siyasetinde gerekse hukuk uygulamasında lâiklik ve onunla bağlantılı sorunlar her zaman hararetli tartışmalara konu olmuştur. Bunun temel nedeni, Cumhuriyet’in modernleşme projesinin ve onunla uyumlu anayasa geleneğinin kendine özgü niteliğidir. Çünkü, “lâiklik”, milliyetçilikle birlikte, bu geleneğin temel taşlarından biridir.

Lâiklik tartışması son günlerde yeniden gündemimize girmiş bulunuyor. Ve tabiî, her zaman olduğu gibi yanlış bir şekilde... “Yanlış” nitelemesini kavramın siyaset ve hukuk teorisindeki olağan anlamını esas alarak kullanıyorum. Yoksa, itiraf etmek gerekir ki, devlet seçkinlerinin ve onlarla aynı doğrultuda düşünen büyük medyanın lâiklikle ilgili kaygıları Cumhuriyet’in resmî geleneğiyle gayet uyumludur.
Söz konusu geleneğin önemli bir özelliği, lâikliği Cumhuriyet’in en karakteristik vasfı olarak görmesidir. Gerçi, bunun kendi başına Batı demokrasilerinin arkasında yatan temel düşünceyle çok da tutarsız olduğu söylenemez. Nitekim, oralarda da lâiklik siyasî örgütlenmenin temel ilkelerinden biridir. Ne var ki, Türkiye’deki resmî yorumun ayırt edici yanı, lâikliği bir özgürlük ve barış ilkesi olarak değil de devletin sivil hayatı kontrol etme aracı olarak görmesidir ki, özgürlükçü Batı demokrasilerinde böyle bir anlayışa yer yoktur.
Konunun farklı yönlerinin hepsini bu kısa yazıda ele almağa elbette imkân yok. Esasen bunu başka vesilelerle kısmen yaptım. Ama anlamlı bir örnekten hareketle, resmî lâiklik yorumunun hür ve medenî bir toplumun gerekleriyle bağdaşmadığını bir kere daha gösterebilirim sanıyorum. Bu örnek Anayasa’nın 24. maddesidir.
Önce bu maddeyle ilgili bir yaygın yanlışın düzeltilmesi gerek. Din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili bu hükümde resmî lâiklik yorumunun etkisi bariz olmakla beraber, teknik açıdan bunu -iddia edildiği gibi- “lâikliğin tanımı” olarak nitelendirmek doğru değildir. Bir kere, 24. madde hükmü Anayasa’nın temel haklarla ilgili bir bölümünde yer almaktadır ve dolayısıyla “laiklik”i değil, başlığında da belirtildiği gibi, “din ve vicdan hürriyeti”ni düzenleme amacıyla sevk edilmiştir. İkincisi, lâiklikle ilgili bir tanım olsa olsa “Cumhuriyetin nitelikleri”ni belirten Anayasa hükmünde yer almak gerekirdi. Normalde amacı bir temel hakkı güvence altına almak olması gereken bir hükümden, o hakkı kategorik olarak kısıtlayacak bir genel ilkeyi türetmeye çalışmak anayasa tekniğiyle bağdaşmaz.
24. madde, laikliği tanımlamıyor...
Şimdi, 24. maddeye daha yakından bakalım. Bu maddenin lâiklik tartışmalarıyla doğrudan doğruya ilgili olan son fıkrası şöyledir: “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
Bu hükmün en fazla dikkati çeken özelliği, din özgürlüğünü başlı başına korunması gereken bir değer olarak görmemesi, fakat ona resmî lâiklik doktrinine hizmet etmesi ölçüsünde araçsal bir değer biçmesidir. Bununla tutarlı olarak, söz konusu hüküm, din özgürlüğüne ve dolayısıyla dindarların sivil ve siyasî özgürlüklerine alışılmadık ölçüde ön yargıyla yaklaşmaktadır. O kadar ki, Anayasa koyucunun aklına, başka hiçbir temel hak için değil de sadece din ve vicdan özgürlüğü için “hakkın kötüye kullanılması” gelmektedir. Oysa, zaten Anayasa’nın 14. maddesi temel hakların “kötüye kullanılması”nı genel olarak yasaklamıştır. Üstelik orada da “lâik Cumhuriyet” özel olarak vurgulanmıştır.
Dikkatle incelendiğinde Anayasa’nın 24. maddesinin son fıkrası gerçekte dindarların kamu alanında dine herhangi bir biçimde atıf yapmalarını ve bu sıfatla kamu hayatına ilişkin olarak herhangi bir iddiada bulunmalarını, kategorik olarak din özgürlüğünün “kötüye kullanılması” veya “din istismarı” saymakta ve bu suretle bir demokraside makul olmayacak genişlikte genel bir yasak getirmektedir.
Ayrıca, söz konusu fıkranın formülasyonu başka bir açıdan da çoğulcu-demokratik anlayışla apaçık bir karşıtlık içindedir. Nitekim, fıkra devletin sadece siyasî ve hukukî düzenini değil, fakat aynı zamanda “sosyal ve ekonomik düzenini” de, üstelik “kısmen de olsa”, din kurallarına dayandırmayı yasaklamaktadır. Bu noktaya sanırım daha önce Kürşat Bumin de dikkat çekmişti. Kimsenin -özellikle de 24. maddeyi “lâikliğin tanımı” olarak görenlerin- aklına, “sosyal ve ekonomik düzen”in devletleştirildiği bir sisteme nasıl demokrasi denebileceğini sormak gelmiyor. Sahi, insanî varoluşun -sosyal ve ekonomik olanı dahil- bütün yönlerini devletin kuşattığı sistemlere totaliter sistemler demiyor muyduk?.. Hem sonra, “hür dünya”da sosyal ve ekonomik hayatın din kurallarından etkilenmediği bir ülke var mıdır?.. Kendi iktisadî iş ve ilişkilerini dinî inancına göre yürütmek isteyenlere hür bir toplumda yer yok mudur?.. Eğer -”kamusal alan”dan geçtik- soyal düzen de devletin ise, o zaman dinî bayramları, din kurallarına göre icra edilen resmî cenaze törenlerini de yasaklamamız gerekmez mi?.. Sonuç olarak, Anayasa’nın 24. maddesinin amacı, ne din ve vicdan özgürlüğünü doğru-dürüst bir güvenceye kavuşturmak ne de doğru-dürüst bir lâiklik tanımı yapmaktır. Bu maddenin işlevi, yabancı bir gözlemcinin de belirttiği gibi, din özgürlüğünü hiçbir çağdaş demokraside örneği görülmeyecek şekilde “dar bir kişisel alana sıkıştırmak”tır. Onun için, lâiklik tartışmalarında ikide bir bu hükme atıf yapanlar, böyle yapmakla tartışmanın biteceğini sanıyorlarsa, sadece kendilerini kandırmış olurlar. Bu tartışmada 24. maddenin nihaî bir hakem değeri olması şöyle dursun, bunun devreye sokulması halinde tartışmanın daha da içinden çıkılmaz hale geleceği kesindir. Nitekim öyle de oluyor.
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
29 Nisan 2006       Mesaj #78
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, iki ülkenin savaş uçakları arasında Ege'de zaman zaman yaşanan it dalaşı olaylarını önleyecek "kırmızı hat"tın kurulmasına hazır olduklarını bildirdi.

NATO dışişleri bakanları toplantısı için bulundukları Sofya'da gerçekleşen Gül-Bakoyannis görüşmesi yaklaşık 45 dakika sürdü. Taraflar, eski Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Molivyatis'in geçen yılki Ankara ziyaretinde karar verilen ve Türk Hava Kuvvetleri'nin Eskişehir ile Yunan Hava Kuvvetleri'nin Larissa üsleri arasında kurulması planlanan kırmızı hattın operasyonel hale geçmesi için hazırlıklarının tamamlandığı konusunda mutabakatlarını birbirine iletti.

Başbakanlar açıklayacak
Kırmızı hattın devreye girmesiyle ilgili açıklamanın, 3-4 Mayıs'ta Selanik'te düzenlenen Güneydoğu Avrupa ülkeleri toplantısı sırasında gerçekleşecek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan-Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis görüşmesi sonrasında yapılması bekleniyor. Böylece, savaş uçaklarının Ege üzerindeki uçuşları sırasında her gün yaşanan krizler ve it dalaşları iki üssün komutanları arasında 24 saat açık olacak "kırmızı hat"la önlenecek.

AB için koşulsuz destek
Bakoyannis, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ülkesinin desteğinin devam edeceğini vurgulayarak, "Ülkemizde iç siyasetten kaynaklanan güçlüklere rağmen AB üyeliğinizi geçmişte koşulsuz destekledik. Şimdi de aynı şekilde buna inanıyoruz ve AB üyeliğinizi istiyoruz" dedi.


Karşılıklı ziyaretler

İki ülkenin başbakan ve dışişleri bakanlarının karşılıklı olarak gerçekleştireceği ziyaretlerin takvimi de görüşmede belirlendi. Erdoğan ile Karamanlis önce 4 Mayıs'ta Selanik'te buluşacak. Bakoyannis, Ankara'da düzenlenecek Yunan haftasını ve Olimpiyat Meşaleleri Sergisi'ni açmak için mayıs ortasında Türkiye'ye gelecek. Gül de uçağa binmesini engelleyen kulak rahatsızlığı geçtiğinde Atina'ya resmi ziyarette bulunacak. Karamanlis'in, 2 yıldır ertelediği resmi Ankara ziyaretini haziranda gerçekleştirmek üzere hazırlıklara başladığı öğrenildi. Ziyaretlerin sıklaştırılmasıyla ilgili soruları yanıtlayan Bakoyannis, "İki taraf yakın işbirliği içinde olmaya kararlı. Bu halklarımızı yakınlaştıracak" dedi.

ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #79
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Şarkıları internette dolaşınca

Kadınların şarkı söylemesinin yasak olduğu İran'da 19 yaşındaki Mahshar'ın şarkılarının internet üzerinden yayınlanması hayatını değiştirdi. Hakkında tutuklanma emri verilen Mahshar ise ölüm korkusuyla Türkiye'ye kaçtı.

Mahshar, "ülkemizde kadınların şarkı söylemesi yasak, kardeşimle hazırladığım müzik CD'si çalındıktan sonra internet üzerinden yayınlandı ve hayatım karardı. Tutuklama emrim çıktı. Bu tür cezaları alan kadınlara ölüm cezası verildiği için korktum ve Türkiye'ye kaçtım" dedi.

Geçtiğimiz aylarda kardeşi ile birlikte besteledikleri sekiz şarkıyı bir albümde toplayarak 'Ye ye ye' ismi veren ve adının CD'nin üzerine DJ Mahshar olarak yazdıran İranlı genç müzisyen, albümündeki şarkılarını kadın günlerinde okumaya başladı.

Ancak Mahshar'ın tek CD'den oluşan şarkılarının çalınmaya başlaması ve internet üzerinden yayınlanması hayatını değiştirdi.

Şarkıların internette büyük ilgi uyandırması ve erkekler tarafından dinlenmesi İran yönetimini kızdırdı. Şarkıların İran halkı tarafından beğenilmesi üzerine, korsan CD'ciler harekete geçti ve genç şarkıcının CD'lerini internet üzerinden indirerek çoğalttı ve piyasaya sürdü.

Muhabirler tutuklandı

İran medyası da genç kızla röportaj yapmak için sırayı girdi. Ancak yapılan haberlerin gazetelerde çıkmasına sinirlenen İran devleti, haberlerde isimleri geçen çok sayıda muhabiri tutukladı ve Mahshar'ın da tutuklanması emrini verdi.

Tutuklanacağını öğrenen Mahshar ise ölüm korkusuyla bir saat içinde anne, baba ve kardeşini bırakarak ölüm korkusuyla geçtiğimiz ay Türkiye'ye kaçtı.

"Ölmek istemiyorum"

Şarkı söylemeyi çok sevdiğini belirten ve gözyaşlarına boğulan İranlı şarkıcı, "geçtiğimiz aylarda kardeşimle hazırladığımız CD beni ülkemden alıkoydu ve ölüm korkusu yaşamama neden oldu" dedi.

19 yaşında olan Mahshar, "şarkılarımın İran halkı tarafından beğenilmesi çok sayıda gazetecinin de dikkatini çekti ve benimle röportaj yaptılar. Bu haberler yayınlandıktan sonra ise muhabirler tutuklandı ve benimde tutuklanma emrim verildi. Tutuklanacağımı bir tanıdığımızdan öğrenir öğrenmez hemen ailemle konuştum ve İran'dan kaçtım. Atatürk'ün ismini çok duyduğum için ve Türkiye'ye vizesiz girilebildiğinden dolayı buraya geldim" diye konuştu.

Anne ve babasının İran'da saygın kişiler olduğunu belirten Mahshar, "babam Tahran'da lüks bir restaurant işletiyordu, annem ise güzellik uzmanıydı. Ancak benim şarkı söylediğim öğrenilince ailem işlerinden oldu. Onları çok özledim. Benim yüzümden başlarına birşey gelecek diye çok korkuyorum" ifadesini kullandı.

Türkiye'nin hangi şehrinde bulunduğunun öğrenilmesini istemeyen Mahshar, "İran Elçiliği benim yaşadığım yeri öğrenir ve beni İran'a götürüp hapis cezası ve ardından da daha önce bu suçu işleyen kadınlara verilen ölüm cezası verilir diye çok korkuyorum ve yaşadığım yeri herkesten saklıyorum"dedi.

Türkiye'nin modern bir ülke olduğunu söyleyen Mahshar, "Türkiye de Müslüman bir ülke, ancak burada kadınlar rahatlıkla şarkı söylüyor. Bizde ise şarkı söyleyen kadınlar tutuklanıyor. Bu yüzden Türkiye'nin bana ve aileme kucak açmasını istiyorum. Müzik hayatıma da burada devam etmek hayalim" şeklinde konuştu.

Bir apartmanın bodrum katında tek başına yaşayan genç şarkıcıya en büyük desteği apartmanda bulunan komşuları veriyor. Genç kızı yalnız bırakmayan komşuları Mahshar'a Türkçe şarkılar da öğretiyor.

Mahshar ise en çok İbrahim Tatlıses'in şarkılarını söylüyor ve Tatlıses ile birlikte düet yapmak istiyor.

ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
29 Nisan 2006       Mesaj #80
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Sinop'ta 'nükleere hayır' mitingi


SİNOP İnceburun’a kurulması planlanan Nükleer Santral, binlerce kişinin katılımıyla protesto edildi. Çeşitli pankart ve dövizlerin asıldığı Uğur Mumcu Meydanı’nda toplanan nükleer karşıtı binlerce kişi, ‘Sinop Çernobil olmayacak’ diye bağırdı. Denize açılan 30 teknede ise protesto sirenleri çalındı. Yapılan konuşmalarda da Nükleer Santrallerin zararları anlatıldı. Ayrıca yerel tiyatrocular meydanda, ‘Nükleer’le evleniyoruz’ adlı oyun sergiledi.

Türkiye’nin ilk Nükleer Santralinin yapılacağı Sinop'ta protesto gösterisi yapıldı. 53 sivil toplum kuruluşu ve meslek odasının oluşturduğu ‘Sinop Nükleer Karşıtı Platformu’ tarafından düzenlenen mitinge, yurdun çeşitli illerinden gelenlerle birlikte 15 bin kişi katıldı. Sabahın erken saatlerinde otobüslerle gelen ve aralarında geniş kitleleri temsil eden çeşitli konfederasyon temsilcilerinin de bulunduğu nükleer karşıtları, pankart ve dövizlerle donatılan Uğur Mumcu Meydanı’na slogan atarak yürüdü. 7’den 70’e her kesimden kişinin bulunduğu meydanda yazılı olan, ‘Nükleer Santral’e Hayır’, ‘Termal onlarınsa, Sinop bizimdir’, ‘Nükleer onların olsun Sinop Bizim’, ‘Nükleer bölge değil, yaşanır bölge istiyoruz’, ‘Ölümü istemiyoruz’, ‘Kanserli nesiller istemiyoruz’, ‘Ferman onlarınsa Sinop bizimdir’, ‘Anneler babalar, çocuklarınızın geleceğini karartmayın’, ‘Nükleere inat yaşasın hayat’, ‘Hiroşimayı, Çernobil’i, Kazım Koyuncu’yu unutmadık’ sloganları atıldı. Türkiye’nin çeşitli illerinden gelenler ayrıca meydanda teneke kutulara tokmakla vurdu, düdükler çaldı. Ayrıca mitinge mızrak ve kalkan kuşanan ‘Don Kişot’ lakaplı Osman Akkuş da katıldı. Miting sırasında da sık sık ‘Nükleer santral istemiyoruz’ sloganları atıldı.

ŞENLİK HAVASINDA GEÇTİ

Yerel müzik grupların türküleriyle şenlik havasına dönüşen mitingin açılış konuşmasını yapan Sinop Nükleer Karşıtı Platformu yürütme kurulu üyesi ve aynı zamanda Sinop Çevre Dostları Derneği Başkanı Hale Oğuz, hükümet yetkililerine selenEREK, “Hayatı siz kurmadınız. Hiçbir nükleer güç yaşam hakkımızı elimizden alamayacaktır. Çernobil’i yaşadık, başka Çernobil istemiyoruz'' diyerek büyük alkış topladı.



YAŞAR TOPÇU'YA PROTESTO

Çeşitli konfederasyon temsilcilerinin konuşmalarından sonra söz alan eski Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu ise miting alanında bulunan bir grup tarafından protesto edildi. Topçu’nun konuşması sırasında protestocu grup sürekli siren çaldı. Bunun üzerine sinirlenen Topcu, ‘Tamam, biraz dinleyin’ diyerek, “Sinop’a Üniversite istiyoruz, Nükleer Sanral değil'' dedi ve kürsüden indi.. CHP Sinop Milletvekili Engin Altay da, Nükleer Santral’ı Sinop’a kurdurtmayacaklarını ve bunun için TBMM'de var güçleriyle çalışacaklarını söyledi.

DENİZDE DE PROTESTO

Konuşmaların ardından saat 13.00’de Sinoplu balıkçılar 30 tekne ile denize açıldı. Çeşitli nükleer karşıtı dövizler taşıyan tekneler, Liman kıyısında tur attı ve çevrede bulunanlar tarafından alkışlandı. Protesto sirenleri çalan teknelerde, ‘Radyasyonlu balıklara hayır’ yazılı dövizler dikkat çekti. Mitingde yerel Sanat Tiyatrosu grubu da, ‘Nükleerle evleniyoruz’ adlı oyun sergiledi.


Son bölümünde Moğollar grubu üyeleri Cahit Berkay, Engin Yörükoğlu, Taner Öngür ve Serhat Ersöz’ün, ‘Birşey yapmalı’, ‘Ölüler altın takar mı’ parçalarını da seslendirdiği miting olaysız sona erdi.

ѕнσω мυѕт gσ ση ツ

Benzer Konular

28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
20 Ekim 2015 / Jumong Genel Mesajlar
24 Ekim 2008 / CrasHofCinneT Bilgisayar
18 Kasım 2010 / ThinkerBeLL X-Sözlük
21 Şubat 2010 / ThinkerBeLL Bilim ww