Arama

Medya Haber - Sayfa 10

Güncelleme: 13 Ekim 2017 Gösterim: 659.480 Cevap: 1.864
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #91
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
korsan

Sponsorlu Bağlantılar

İlk olarak 1998 yılında tespit edilen Çernobil Virüsü, bu gece yarısında itibaren tekrar faaliyete geçecek. Çernobil (Chernobyl) virüsü en çok Microsoft firmasının Windows 95 ve Windows 98 işletim sistemlerinde etkili oluyor.
İnternetten ve bazı bilgisayar oyunları ile yayılan virüs, bulaştığı bilgisayarda harekete geçeceği güne kadar kuluçka dönemine giriyor. Virüs, Çernobil faciasının yıldönümü olan 26 Nisan'da harekete geçiyor ve bilgisayardaki sabit sürücülerin bölüm bilgisini silerek sabit sürücüdeki tüm bilgilerin kaybolmasına ve kullanılamaz hale gelmesine neden oluyor.


Virüs bilgisayarın donanım yapısı izin veriyorsa ana kartın BIOS programını da silerek bilgisayarın tamamıyla çalışamaz hale gelmesini sağlıyor. Bu özelliği ile de dünyanın donanıma zarar veren ilk virüsü olan Çernobil virüsünün üç değişik varyantı bulunuyor.


İnternet analistleri, mevcut güvenlik yazılımlarının yanı sıra bilgisayar tarihinin 26 Nisan'a girmeden önce geçici olarak örneğin 27 Nisan olarak ayarlanmasını öneriyorlar.
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Mayıs 2006       Mesaj #92
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
'Tepkisiz kalmayız'
ABDULLAH GÜL, FRANSIZ MUADİLİNİ ERMENİ TASARILARI KONUSUNDA UYARDI:
Sponsorlu Bağlantılar

Dışişleri Bakanı, Fransa'da Ermeni soykırımı iddialarının inkârına hapis ve para cezası öngören tasarıların yasalaşması durumunda iki ülkenin siyasi ve ekonomik ilişkilerinin büyük zarar göreceğini söyledi



Türkiye, Paris'ten Fransa parlamentosuna gönderilen ve Ermeni soykırım iddialarının inkâr edilmesinin suç sayılarak cezalandırılmasını öngören tasarıların engellenmesini istedi.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Sofya'da perşembe günü görüştüğü Fransa Dışişleri Bakanı Phillipe Douste-Blazy'ye "Böyle fikir özgürlüğü olur mu? Cumhurbaşkanı, Başbakan gelip görüşlerini ifade etse onları tutuklayacak mısınız?" diyerek tasarıların yasalaşması durumunda Türk-Fransız siyasi ve ekonomik ilişkilerinin çok büyük zarar göreceği uyarısında bulunduğu öğrenildi. Fransa parlamentosu, Sosyalist Parti tarafından hazırlanan tasarıları 18 Mayıs'ta ele alacak.



1 yıl hapis, 45 bin euro para

Ermeni soykırımı iddialarının inkârını suç sayarak 1 yıla kadar hapis ve 45 bin euro'ya kadar parayla cezalandırılmasını öngören beş yasa tasarısının Fransa parlamentosuna sevk edilmesinin ardından alarm durumuna geçen Türkiye, Fransa hükümetini en üst düzeyde uyardı. Sofya'da yapılan NATO toplantıları sırasında Douste-Blazy ile bir araya gelen Gül'ün tepkisini "Bu tasarılar Avrupa medeniyetinin temel taşı sayılan 'fikir özgürlüğü' prensibiyle bağdaşmaz. Cumhurbaşkanımız, başbakanımız, siyasetçilerimiz, akademisyenlerimiz gelse ve kendilerine sorulduğunda fikirlerini söyleseler hapse mi atılacaklar yani? Böyle fikir özgürlüğü olmaz" şeklinde dile getirdiği öğrenildi.


Fransa ile her seviyede iyi ilişkilere dikkat çekerek tasarıların gündemden düşürülmesini beklediklerini kaydeden Gül'ün, bu beklentinin karşılanmaması halinde Türkiye'nin tepkisiz kalmayacağını ve ilişkilerin ciddi yara alacağı uyarısında bulunduğu öğrenildi. Gül'ün Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Yusuf Halaçoğlu ve İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek hakkında İsviçreli savcılarca açılan soruşturmaların Türk halkında yarattığı rahatsızlık ve Türk-İsviçre siyasi-ekonomik ilişkilerine vurduğu darbeyi de örnek olarak gösterdiği öğrenildi.

Tasarıların Fransa hükümetinin tutumunu yansıtmadığını kaydeden Douste-Blazy'nin engellenmesi için çaba harcayacakları sözü verdiği öğrenildi.



Boykot gündemde

Fransa hükümetinin tasarılarla ilgili tavrını yakından takip eden Ankara, Fransız firmalarının katılacağı büyük ihalelerde kararını Fransa'nın tutumuna göre belirleyecek. Tasarıların yasalaşması halinde, Fransa öncelikle büyük ilgi gösterdiği nükleer santral ihalesine davet edilmeyecek.

Türkiye kısa süre önce "soykırım" açıklaması yapan Kanada'yı projeye davet etmeme kararı almıştı. Fransa'nın olumsuz karar alması durumunda bankacılık, savunma ve otomotiv başta olmak üzere birçok sektörde Türkiye ve Türk firmalarıyla yürüttüğü olumlu işbirliğinin kesintiye uğraması da kaçınılmaz hale gelecek. Türkiye'nin tepkisinin sadece ekonomi alanıyla sınırlı kalmayıp iki ülke siyasi ilişkilerine de olumsuz yansımaları olması bekleniyor. Ankara'nın, tasarıların yasalaşması halinde Fransa parlamentosunun 2001'de soykırım iddialarını kabulünde yaptığı gibi Paris'teki büyükelçisini geri çekebileceği de ileri sürülüyor.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #93
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Başvuru beklenilenden az

Medya HaberDevlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, kredi kartı borçlarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin uygulamanın dün akşam itibariyle sona erdiğini belirterek, geçici verilere göre borç tutarının yüzde 39'u için başvuru geldiğini açıkladı.
Şener, 652 bin 280 kredi kartında toplam 1 milyar 239 milyon YTL tutarındaki borcun düzenlemeden yararlanma hakkı bulunduğunu hatırlatarak, 4 banka dışındaki bankalara 182 bin 890 kişinin, toplam 475 milyon 885 bin YTL tutarındaki borcunu yeniden yapılandırmak için başvurduğunu söyledi.
Bazı bankalar, alacaklarının tahsilini hukuk bürolarına bıraktıkları için verilerin tamamının henüz toplanamadığını belirten Şener, Halkbank, Asya Kalkınma Bankası, Akbank ve Turkishbank'ın verilerinin söz konusu rakamlara dahil olmadığını kaydetti.
Kredi kartı sayısında yüzde 28, borç tutarında ise yüzde 39 oranında yeniden yapılandırma başvurusu gerçekleştiğini ifade eden Bakan Şener, verilerin tamamlanmasıyla bu oranların yüzde 50'yi rahatlıkla aşmasını beklediğini vurguladı.
Bakan Şener, başvurmayanların sorunlarının ise sistemden değil, kendilerinden kaynaklandığını sözlerine ekledi


Oyak Bank'tan kart borçlularına müjde

Medya HaberOyak Bank kredi kartı borcu bulunan müşterilerine 16 Mayıs'a kadar ek süre tanıdı.

Oyak Bank’tan kart borçlularına yeni süre
Oyak Bank, 1 mayıs’ta dolan, borçlarını taksitlendirmek isteyen takipteki kredi kartı borçluları için başvuru süresini 16 Mayıs’a kadar uzattı.
Oyak Bank’tan yapılan açıklamada, 1 Mart 2006 tarihinde yürürlüğe giren Banka Kartları ve Kredi Kartları Yasası’nın geçici 4’üncü maddesiyle kart borçlarının yeniden yapılandırılarak tasfiyesi için öngörülen 60 günlük başvuru süresinin 1 Mayıs’ta sona erdiği belirtildi.
Oyak Bank’ın daha fazla müşterisinin yasa olanaklarından yararlanabilmesi amacıyla; son başvuru tarihini 16 Mayıs 2006’ya kadar uzattığı belirtildi. Uygulamadan 1 Mart 2006 tarihinden önce kredi kartı ihtarnamesi düzenlenmiş olanlar yararlanabiliyor.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #94
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hükümet, 2005’i ‘Afrika yılı’ ilan ettiğinde birçokları bunu yadırgamıştı. Onlara göre bu, gereksiz enerji harcamaktan başka bir şey değildi. Kara kıtada Türkiye’nin ne gibi bir menfaati olabilirdi?

Onlar, medyanın da yönlendirmesiyle, Afrika’nın sadece açlık, sefalet, AIDS gibi kronik sorunlarla boğuşan bir kıta olduğunu düşünüyordu. Geçmişte büyük savaşlara yol açan ve hâlâ birçok gerilimin altında yatan petrol, inci, altın ve diğer değerli zenginlikleri görmezden geliyorlardı.
Başbakan’ın altyapısı yeterince hazırlanmadan ve uzun süre Ankara dışında kalmasını gerektiren Afrika gezisini, yöntem olarak biz de eleştirmiştik. Bu tür gezilerin, kapsamlı altyapı çalışmasından sonra gerçekleştirilmesi daha isabetli olabilirdi. Ayrıca uluslararası ilişkilerin rekabet alanlarından birine adım atılırken, fincancı katırlarını ürkütmeden gerekli adımları atmak daha uygundu.
Ancak kolaylıkla anlaşılacağı gibi, bu eleştiriler tamamen yöntemle ilgiliydi. Yoksa hükümetin, Afrika’yı Türkiye’nin gündemine taşıması ülkemiz adına sevinilecek bir gelişmeydi. Nitekim şimdiye kadar konuyu yeterince gündemine alamamış birçok sivil toplum kuruluşu, bu girişimin de etkisiyle Afrika’ya açıldı. Akademik dünya, ilk kez Afrika konulu toplantılar yaptı. Mesela Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Omar Konare ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün konuşmacı olarak katıldığı TASAM’ın toplantısı bunlardan biriydi. Dünyaya açılmanın önemini daha 1990’lı yılların başında gören Fethullah Gülen’nin teşvikleriyle Afrika’ya açılan Türk okulları bölgedeki hizmetlerine hız vererek devam ediyor. Aktüel Dergisi’nin tespitine göre şu ana kadar 15 bin Afrikalı öğrenci bu okullarda eğitim görmüş bulunuyor.
Bugünlerde iş dünyası örgütlerinden TUSKON (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) da bölgeye yönelik büyük bir çalışma içinde. Kuruluş, “Türkiye-Afrika Dış Ticaret Köprüsü” konulu bir program düzenlemeye hazırlanıyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın da katkısıyla organize edilen toplantıya, Afrika’nın çeşitli ülkelerinden 20 bakan ile 400 işadamının katılımı ve yüzlerce iş görüşmesinin yapılması planlanıyor.
Bize Afrika’yı yeniden hatırlatan gelişme, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun enerji odaklı son Afrika turu oldu. Bu, Çin liderinin 3 yıl içinde gerçekleştirdiği ikinci Afrika ziyaretiydi. ABD ve Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretlerin hemen ardından Afrika’ya geçen Çin liderinin gezisi, Fas, Nijerya ve Kenya’yı kapsıyordu.
Duraklar içinde kuşkusuz en dikkat çekeni, petrol zengini Nijerya’ydı. Ziyaretten bir hafta önce, Çin’in devlete ait petrol şirketi, Nijerya’nın petrol alanlarında söz sahibi olmasını sağlayacak 2,7 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştı. Petrol ve doğalgaz üretiminin gelecek yıllarda artacağını söyleyen Nijerya, büyüyen Çin ekonomisinin enerji ihtiyacını karşılayacak kilit kaynaklardan biri olarak görülüyor. Nijerya petrolünün en büyük alıcısının ABD olması ve 2020 yılında iki ülkenin de petrol ihtiyacının yüzde 60’tan fazlasını ithal etmek zorunda kalacak olması bu ziyareti ve yapılan anlaşmaları daha da önemli hale getiriyor.
Pekin, Afrika’nın en önemli oyuncularından biri konumundaki Nijerya’ya, enerji karşılığında yatırım ve teknoloji teklif ediyor. Çok sayıda Çinli şirket, bu çerçevede Nijerya’da fabrikalar kuruyor. Ülkenin güneydoğusunda bir serbest ticaret bölgesi kurulması planlanıyor. Ayrıca Nijerya, Çin’den savaş uçağı alıyor. Sorunlu Nijer Deltası’nda kullanmak üzere Çin’den devriye botları almaya çalıştığı konuşuluyor. Bu tür ilişkilerde Çin’in insan hakları gibi sorunları gündeme getirmemesi de avantaj oluyor. Diğer duraklardaki anlaşmaların detayları açıklanmadı; ama Nijerya’da Çin’in 4 milyar dolara imza attığı belirtiliyor. Bu gayretleriyle Çin’in son 5 yılda Afrika ile ticaretini 5 kat artırarak 40 milyar dolara ulaştırdığını ve aynı günlerde Japonya başbakanının da Afrika turunda olduğunu kaydedelim. Öyle görülüyor ki, Asya ve Afrika’da enerji savaşı daha da kızışacak. Bu kapsamda ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Türkiye’ye gelirken yaptığı ‘doğalgazda Rusya ve İran’dan uzak durulması’ uyarısını ve bunun Türkiye’ye getirdiği fırsat ve riskleri de bir başka yazıda ele alalım.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #95
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Öğrenciler Baykal’ı konuşturmadı

Medya HaberCHP lideri Deniz Baykal, güncel siyasi gelişmeleri değerlendirmek üzere çağrıldığı Hacettepe Üniversitesi’nde öğrencilerin protestosu ile karşılaştı. Baykal, tepkiler üzerine konuşmasını yarıda kesti.

Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Topluluğu tarafından düzenlenen bir sempozyuma katılan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, konuşmasını yaparken salon dışında aleyhinde sloganlar atılmaya başlandı.

Aynı anda içeride de bir grup öğrenci Deniz Baykal’ı “Bir saattir konuşuyorsunuz, ama hiç bir şey söylemediniz. Kürt sözcüğünü bile ağzınıza almadınız” sözleriyle eleştirdi. Bunun üzerine Baykal, “artık konuşmanın bir anlamı kalmamıştır. İş şova döküldü” diyerek kürsüyü terketti.
Salon çıkışında da protestolar devam ederken, CHP lideri, yoğun güvenlik önlemleri altında arabasına binerek kampüsten ayrıldı. Baykal, olaylara ilişkin olarak “Bunlar artık herkese yapılan orjinalitesi kalmayan olaylardır. Herkes tebessümle karşılıyor bunları” dedi.

Cumhurbaşkanını halk seçsin


Medya HaberSHP Genel Başkanı Murat Karayalçın, "AKP ve CHP’nin etnik siyaset yaptığını" iddia etti.

Gerd Andres başkanlığındaki Alman Parlamento Heyeti, SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’ı parti genel merkezinde ziyaret etti.

Karayalçın, burada yaptığı konuşmada, partisinin TBMM’de 4 milletvekili ile temsil edildiğini söyledi. Yapılan son kamuoyu anketleri sonuçlarına göre de partisinin oy oranının yüzde 2,7’ye çıktığını belirten Karayalçın, Haziran ayı itibarıyla oylarının yüzde 5 seviyesine yükseleceğini tahmin ettiklerini belirtti.

"AKP ve CHP’nin etnik siyaset yaptığını" iddia eden Karayalçın, "Bir kaç haftada bir insanların etnik kökenleri ile ilgili, inanç kökenleri ile ilgili tartışmalar yarattıklarına üzülerek tanık oluyoruz. İşsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik tartışılmıyor, ’Kürt müsün, Türk müsün, Alevi misin, Sünni misin’ tartışmaları yapılıyor" diye konuştu.

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ

Konuşmasında cumhurbaşkanlığı seçimine de değinen Murat Karayalçın, "Cumhurbaşkanını, AKP’nin seçmesini istemediklerini" söyledi. Karayalçın, Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı’nı, iki turlu olmak üzere halkın seçmesi gerektiğini savundu.

Partisinin, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini ve parti içerisinde bir izleme komitesi oluşturduklarını anlatan Karayalçın, Maastricht kriterleri ile ilgili eleştirileri olduğunu duyduğu Avrupa solu ile de iletişim halinde bulunmak istediklerini kaydetti.

Heyetin KKTC’yi de ziyaret edeceğini hatırlatarak bundan mutluluk duyduğunu ifade eden Karayalçın, Annan Planı’na "o dönem için en iyi çözüm olduğunu düşündükleri için" destek verdiklerini, ancak yaşanan süreçte planın yeniden canlandırılmasının mümkün olmadığını bildirdi.

Adada çözüm için AB’nin, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne baskı yapması gerektiğini savunan Karayalçın, "KKTC halkında AB’nin kendilerini aldattığına yönelik inanç oranının arttığını, bu sebeple de KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a destek oylarının düştüğünü" öne sürdü. Karayalçın, KKTC’ye yönelik izolasyonun da kalkmasını istedi.

'GELİŞMELERİ YERİNDE İZLEMEK İSTEDİK'

Almanya Federal Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Parlamenter Müsteşarı Gerd Andres ise 4 günlük gezilerinin amacının, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yerinde izlemek olduğunu bildirdi.

Hükümet yetkilileri, siyasi parti başkanları ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile görüşeceklerini ifade eden Andres, "AB üyeliği sürecinde önemli bir madde olduğu için KKTC konusuna özel önem verdiklerini" söyledi.

Andres’in heyette bulunan parlamento üyesi Markus Meckel’in Doğu Almanya’nın seçilmiş son dışişleri bakanı olduğunu ve iki Almanya’nın da birleşmesinde önemli katkısı bulunduğunu anımsatarak, "Belki de Meckel, Türkiye’deki solu da birleştirir" şeklindeki sözleri, kahkahalarla karşılandı.


Bu ayaklar senin mi Süleyman?

Medya HaberAKP'li Tosun'dan Demirel'e: Siyasi takiyyenin babası

"Türbanlılar Suudi Arabistan’a gitsin" sözleri nedeniyle AKP’lilerin Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yönelik eleştirileri sertleşerek sürüyor. AKP Tokat Milletvekili Resul Tosun, Demirel’i, "Siyasi takiyyenin babası" diye niteledi.

Tosun Yeni Şafak Gazetesi’ndeki yazısında Demirel’e yönelik yeni eleştirilerde bulundu. Tosun 1960’lı yıllarda babalarının Menderes sevgisiyle onun yolunda olduğuna inandıkları AP’yi desteklediklerini, Demirel’i de "dindarların hamisi" olarak gördüklerini belirtti.

NECİP FAZIL VE ERBAKAN SÖYLEMİŞTİ

"Aynı yıllarda rahmetli üstad Necip Fazıl Büyük Doğu mecmuasında bu zatın babalarımızı kandırdığını yazıyor, hakkında belgeler yayınlıyordu" diyen Tosun, aynı dönemde AP’den milletvekili olup daha sonra istifa eden Hüseyin Abbas’ın da kendilerine, "Demirel’in dindarları nasıl kandırdığını" anlattığını ifade etti. Tosun, daha sonra Necmettin Erbakan’ın da Anadolu’da verdiği konferanslarda "Demirel’in gerçek yüzünü anlattığını, ve ona oy verenleri ikaz ettiğini" belirtti. Demirel’in türbanlılarla ilgili sözlerini görünce bu gerçekleri hatırladığını kaydeden Tosun şöyle yazdı:

BAŞÖRTÜSÜ SORUNUNUN MİMARI

"Sayın Demirel dindarları ikna edecek ve oylarını devşirecek oranda onlardan görünmüş, ama hayatı boyunca bugünkü çizgisini sürdürmüş farklı bir siyasetçidir. Yeri gelmiş Kur’an’ı öpüp başına koymuş, ama milletin anlamayacağı kelimelerle de kendi çizgisini sürdürmüştür. Yeri gelmiş gizlice ziyarete ettiği tarikat şeyhlerinin kahvelerini içerek oylarını devşirmiş, ama opera ve bale toplantılarında özlediği Türkiye’nin bu Türkiye olduğunu haykırarak, bugünkü çizgisinden gerçekte taviz vermemiştir. Sayın Demirel bu yönüyle de siyasi takiyyenin babası olmuştur. Dindarların yanında görünmüş ama asla dindarların düşüncesini paylaşmamıştır. Türkiye’de başörtüsü sorununun da 90’lı yıllarda yaşanan olağanüstü sürecin de baş mimarı sayın Demirel olmuştur. Bu itibarla da sayın Demirel son dönemde gerçek kimliğini daha bariz bir şekilde biraz daha şeffaf olarak sergilemektedir. Evvelki gün ’Başörtülüler Arabistan’a’ derken de gerçek kimliğiyle karşımıza çıkmıştır."

"BU AYAKLAR SENİN Mİ SÜLEYMAN"

Resul Tosun, "Şimdi bu Demirel ’Başörtülüler Arabistan’a’ demesin de ne desin?" diye sorduğu yazısını bir şiirden alıntı yaptığı dizelerin de yer aldığı şu ifadelerle tamamladı:

"Sayın Demirel, Köşk’e çıktığı güne kadar dindarlara şirin görünmüş ama asla onlar gibi düşünmemiş usta bir takiyyecidir. Sayın Demirel’in ’başörtülüler Arabistan’a’ sözünü duyunca şair Ali Akbaş’ın şu dizeleri hatırıma geldi:

’Bu ayaklar senin mi Süleyman/ Bu ayaklar nasıl ayak/ Hadi yorgana sığdı diyelim/Mezara nasıl sığacak?’"


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #96
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kayıp kuzenler boğularak öldürülmüş

Balıkesir'in Savaştepe İlçesi'ne bağlı Karacalar Köyü'nde 45 gün önce kaybolan ve öldürülmüş olarak bulunan 10 yaşındaki Tuğçe Yıldırım ve Büşra Karabacak'ın yakınları, cinayetin aydınlatılmasını bekliyor.

Bursa Adli Tıp Kurumu önünde otopsiyi bekleyen amca Dursun Karabacak, köyde bugüne kadar bir kedinin bile kaybolmadığını belirterek, "Faillerin yakalanmasını istiyoruz" dedi. Otopsideki ilk bulgulara göre, okula giderken kaçırılan 4. sınıf öğrencisi Tuğçe ve kuzeni Büşra'nın boğularak öldürüldüğü bildirildi.

Karacalar Köyü'ne 8 kilometre mesafedeki Çamurlu Köyü sınırlarında bir kanalizasyon büzü içinde poşete sarılmış halde cesetleri bulunan Tuğçe Yıldırım ve Büşra Karabacak'ın yakınları, gün boyu Bursa Adli Tıp Kurumu önünde bekledi. Büşra'nın amcası Dursun Karabacak, olayın sebebi ve oluş şekli hakkında bilgi sahibi olmadıklarını belirterek, "Ölüm sebebiyle ilgili bir şey bilmiyoruz. 45 gün önce kaybolmuştu. kayip kuzen 200

Bir an önce olayın aydınlatılıp faillerin bulunmasını istiyoruz. Bizim köyümüzde bugüne kadar bir kedi bile kaybolmadı. İki çocuğun birden ortadan kaybolması ve cesetlerinin ortaya çıkması bizi çok üzdü. Artık Türkiye'de her şey oluyor" dedi. Yenge Cemile Karabacak ise gözyaşları içerisinde morg önünde bekledi.

Yapılan ilk tespitlere göre, iki küçük çocuğun boğularak öldürüldüğü tahmin ediliyor. Kaçırıldıktan hemen sonra öldürüldüğü sanılan küçük Tuğçe ve Büşra'nın cesetlerinin hayvanlar tarafından parçalanması, kriminal ekiplerinin işini zorlaştırıyor. Küçük kızlardan bir tanesinin çorabı ve diğerinin kolyesinin cesetlerinin üzerinde durduğu öğrenilirken, cesetlerin yanında yaprak parçasının bulunması ise cinayetin bir ağacın altında işlenmiş olabileceği ihtimalini gündeme getirdi.

Otopsiyi gerçkayip kuzen2 200ekleştiren Bursa Cumhuriyet Savcısı ise konuyla ilgili açıklama yapmak istemediğini söyledi. Otopsi ve resmi işlemler bugün tamamlanamadığı için çocukların cenazelerinin yarın alınarak Savaştepe'de toprağa verileceği öğrenildi.

KAYBOLAN İNEĞİNİ ARARKEN ÇOCUKLARIN CESETLERİNİ BULDU

Çocukların cesetlerini bulan köy muhtarı, olayın şokunu hala yaşadığını söyledi. İHA muhabirine konuşan Çamurlu Köyü Muhtarı Murat Kaya, dün akşam kaybolan ineğini ararken cesetleri nasıl bulduğunu anlattı. Cesetleri bulmasının tam bir tesadüf olduğunu kaydeden 32 yaşındaki Muhtar Murat Kaya, "Akşam inek arıyordum, ineği buldum. Eve gelirken inek o tarafa yönlendi, hızlı bir şekilde onun önüne geçerken çocuğun pantolonunun üzerine gittim. Yumuşak bir şeye bastığımı hissettim. İneği çevirirken çocuğun belden üst kısmı, özellikle dişleri ve saç kısmıyla bir ceset olduğunu anladım.

Hemen ineği eve getirdim. Kendim bir an hayal mi görüyorum acaba diye düşündüm. Sonra yanıma bir azamı da aldım, tekrar olay yerine gidip inceledik. Saat 22.00 sıralarıydı, azayı orada bıraktım, kendim İl Jandarma Bölük Komutanı'na haber verdim. El lambasıyla baktım, çocukların sadece önlükleri, ayakkabıları, kafatası vardı. Cesetler daha önce meydanda değilmiş ama vahşi hayvanlar çocukları dışarıya çıkarmış, o şekilde gördük. İlk önce pantolonunu gördüm. Karanlıktı üzerine bastım, yumuşak olunca pantolon olduğu ve ceset olduğu dikkatimi çekti. Çocuğun belden üst kısmını, özellikle de saçlarını, 100 yaşına da gelsem o gördüğümü unutamam. Yüzü simsiyah olmuş, sadece dişleri ve saçları ceset olduğunu belli ediyor. Bir de sol elini yukarıya kalkmış olarak gördüm" diye konuştu.

ANNENİN FERYATLARI YÜREK DAĞLADI

İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Alaattin Katı, bu sabah da yardımcısı Yarbay Seyit Ali Uyanık ile birlikte olay yerindeki incelemelerini sürdürdü. Cesetlerin bulunduğu yere getirilen çocukların babaları olay yerinde fenalık geçirdi. Babaları jandarma komutanı teselli etti. Öte yandan, büyük üzüntü yaşanan olayla ilgili çocuklardan Büşra'nın annesi Hanife Karabacak feryat etti. Ağlayıp ağıtlar yakan acılı anneyi yine jandarma komutanı teselli etti. Jandarma komutanının bunu yapan katilleri mutlaka bulacaklarını söyleyip teselliye çalıştığı anne Hanife Karabacak, sinir krizi geçirdi.

Tuğçe'nin anne ve babası Ayşe-Yüksel Yıldırım'ın yaşadığı evde ise sessizlik hakim. Çocukların cenazeleriyle ilgili kesin ölükayip kuzenm sebeplerinin anlaşılması için gönderildiği Bursa Adli Tıp Kurumu'ndaki incelemelerin sürdüğü bildirildi. Olayla ilgili İHA muhabirine konuşan İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Alaattin Katı, "Olayın bu boyutu çok üzücü, çok kötü. Keşke sağ olarak bulunsalardı. Şu andan itibaren kızlarımızın katillerinin, faillerin bulunması için çalışacağız. Ailelere başsağlığı diliyorum" dedi.

Bu arada, olay yerinde inceleme yapan jandarma kriminal ekipleri, cesetlerin bulunduğu bölgeye yakın yerdeki özel bir otomobile ait olduğu belirlenen lastik izleriyle çevreden delil topladı. Çok sayıda ekibin sevk edildiği olay yerinin çevresinde askerler tarafından arama tarama yapıldı. Olayla ilgili tahkikatın geniş çaplı olarak sürdürüldüğü bildirildienler boğularak öldürülmüş
Son düzenleyen GusinapsE; 7 Mayıs 2006 04:30
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mayıs 2006       Mesaj #97
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AB üyeliğinden sonra işsizlik, enflasyon ve Milli Gelir gibi göstergelerde şıçrama yapan İrlanda'nın Türkiye için model olup olamacağı tartışılıyor.
Uzmanlar, “Genel olarak bu ülkeden alınacak çok ders var.” tespitini yaparken, iki ülke arasındaki farklılıkların da gözardı edilmemesi gerektiğini söylüyor. İrlanda'nın yatırım kararlarını alırken çok isabetli davrandığını belirten Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği Genel Sekreteri Engin Güner, İrlanda modelini 'çağı doğru okuma sonucu akıllıca ortaya konulmuş parlak bir sistem' olarak değerlendiriyor. Fakir bir tarım toplumuna sahip ülkenin halkıyla ve bütün kurumlarıyla tek bir amaca yöneldiğini ve neticede çok başarılı bir konuma yükseldiğini aktaran Güner, “Bizdeki gibi her gün abuk sabuk şeylerle uğraşmamışlar.” diyor. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın danışmanlığını da yapmış olan Güner, “Rahmetli Özal'ın 20 yıl önce Türkiye'ye biçtiği rolü ben bugün İrlanda'nın oynadığını görüyorum. İrlanda, Özal'ın hayalini gerçekleştirdi.” diyor. Güner, Özal'ın her fırsatta 21. yüzyılın bilim ve teknoloji çağı olacağı öngörüsünü yinelediğini söylüyor. Türkiye'nin hâlâ bu konuda treni kaçırmadığına inanan Güner, yabancıların dostane bir yaklaşımla çekilmesi ve ilaç başta olmak üzere teknoloji ağır sektörlere ayrıca teşvikler sağlanması gerektiğini kaydediyor. Yabancı sermayeyi merkezine alan İrlanda kalkınma modelinin Türkiye tarafından aynı şekilde uygulanabilmesinin zor olduğunu savunan Doç. Dr. İbrahim Öztürk'e göre de İrlanda, dünya siyasi yapısı içinde ağırlığı Türkiye'nin aksine oldukça düşük bir ülke. Türkiye'nin sadece Ortadoğu'yla ilgili parametrelerinin bile küresel çapta parametreler olduğunu ifade eden Öztürk, nüfus, jeopolitik konum ve yüzölçümü gibi farklardan dolayı da İrlanda modelinin bire bir Türkiye için uygulanamayacağını savunuyor. Yine de yüksek katma değerli sektörlere yönelik sermaye çekilmesi noktasında Türkiye'nin çıkarması gereken önemli dersler bulunuyor. Öztürk, şimdiye kadar gelenlerin tüketim ve finans gibi yeni teknoloji transferi ya da istihdama katkı sağlamayan sektörlere yöneldiğini anlatarak, bundan sonra yabancıların başta turizm, tarım ve organik tarım olmak üzere daha katma değer yoğun alanlara çekilmesi gerektiğini belirtiyor. Öztürk, ayrıca bazı sektörlerde yabancıların yoğunlaşmasının yerli sanayiyi zayıf bırakacağı endişesini aktarıyor ve sermaye girişlerinin satın almadan ziyade çözüm ortaklığı ve işbirlikleri şeklinde gerçekleşmesinin riskleri azaltacağı tespitinde bulunuyor.
Kalkınma Ajansı’nın sloganı: Bilgi fıtratımızdır
İrlanda, genel kalkınma stratejisini yürütmek için birbiriyle sürekli işbirliği içinde çalışan 10'larca birim kurmuş. Bunların en önemlilerinden biri olan Yatırım ve Kalkınma Ajansı (IDA) ülkeye yabancı yatırımların çekilmesinde düzenleyici bir rol oynuyor. Sloganları olan ‘bilgi bizim fıtratımızdır' ifadesi yatırımcıları davet ederken hangi kriteri göz önüne aldıklarını da gösteriyor. IDA'nın başlıca 3 hedefi bulunuyor. Birincisi yeni yabancı yatırımları teşvik etmek. Düşük maliyete bağımlı çalışan firmalardan ziyade yüksek katma değerli sektörlerde faaliyet gösteren sermayedarları hedefliyorlar. İkinci hedefi ise 30 yılı aşkın bir süre boyunca İrlanda'ya yerleşmiş yabancı firmaların kalıcı olmasını sağlamak. Bu firmalar İrlanda ekonomisinin bel kemiğini oluşturuyor. Üçüncü hedefi ise İrlanda'nın rekabetçi ortamını düzenlemek. Böylece yabancılar altyapıdan iletişime, eğitimden mali politikalara kadar isteklerini IDA aracılığıyla hükümete gösteriyor. IDA'nın üst yöneticisi Barry O'Dowd, en çok ağırlık verdikleri ilaç endüstrisinin oluşturulmasında öncü rol oynadıklarını ifade ediyor. “Sürekli yenileniyor ve yeni iş imkânları sunmaya çalışıyoruz.” diyen O'Dowd, “Şirketler istikrarlı ve güvenli bir ortama gelmek ister, vergiler de avantajlar sunabilir. Ancak işin temeli bu değil. Onlar bize gelip de isteklerde bulunduklarında biz de çözmek için çaba gösteriyoruz.” şeklinde konuşuyor. Kalkınmalarını bilgiye ve teknolojiye dayandıran İrlandalıların bu doğrultuda kurdukları İrlanda Bilim Kurumu (Science Foundation Ireland - SFI) bilimsel araştırmada mükemmellik amacıyla kurulmuş. Bunun da 3 ana yatırım alanı var: İnsan sermayesine, güçlü fikirlere ve işbirliklerine. Kurum, akademi ve sanayiden araştırmacıların birlikte çalıştığı bilim mühendislik ve teknoloji merkezlerine de 25 milyon Euro'ya varan destekler gibi 10 kadar program uyguluyor. SFI'ın Kurumsal İlişkiler Müdürü Mattie McCabe, Ar-Ge için 2,5 milyar Euro ayrıldığını söylüyor. Geçen 10 yıl içinde Ar-Ge yatırımları ile rekabetçiliklerinin arttığını vurgulayan McCabe, amaçlarının 2010'a kadar Ar-Ge harcamalarının bütçedeki payını yüzde 2,5'a çıkarmak olduğunu anlatıyor.
Şirketler devlet desteğiyle gücüne güç katıyor
Yerli firmaların, yabancıların karşısında giderek zayıfladığını gören İrlanda, bu soruna bir çözüm olarak İrlanda Teşebbüs Kurumu’nu (Enterprise Ireland-EI) kurmuş. Ülkenin yerel sanayisini daha da ilerletmek misyonuna yönelik olarak Teşebbüs, Ticaret ve İstihdam Bakanlığı'na bağlı kurum, Teşebbüs Stratejisi adlı bir belge çerçevesinde faaliyet gösteriyor. Bu stratejinin amacı zaten güçlü konumdaki İrlanda kökenli firmaları küresel pazarlarda daha kuvvetli pozisyonlara taşıyabilecek altyapının hazırlanması. Stratejiden sorumlu Bakan Micheal Martin, “İrlanda sanayisinin yenilikçilik ve uluslararasılaşma kriterleri ile daha da gelişmesi benim önceliğim.” diyor. EI'nın İcra Kurulu Direktörü Frank Ryan, “Gelecek araştırma, ticarileştirme ve yüksek katma değerli ürün ve hizmetleri giderek daha yüksek miktarlarda küresel pazarlara ulaştırabilmeye bağlıdır.” diyor. Belge'de rekabette ayakta kalabilmek için gerekli üç koşul bir sacayağı şeklinde tanımlanıyor: Yenilik, sürekli ihracatı hedeflemek ve piyasa bilgisi. EI, kendisine hedef olarak sürekli piyasa araştırmaları ile küresel pazarlardaki gelişmeleri takip etmeyi tespit etmiş. Burada da teknoloji ağır ve hazır gıda gibi bilgi yoğun sektörler amaçlanıyor. En üst düzey teknoloji transfer edecek mekanizmalar kurmak, böylece İrlanda'da kurulu firmaların bu teknolojilere ulaşmasını sağlamak da bir diğer hedef.
İrlanda sistemi büyük bir başarı hikâyesinin hazırlayıcısı olsa da bazı ciddi riskler taşıyor. Uzmanlar en büyük risk olarak yabancı sermayenin yanında yeterince güçlenemeyen yerli sanayiyi gösteriyor. İrlanda bugüne kadar 230 milyar dolarlık yabancı yatırımı ülkeye çekmeyi başarmış. 100 milyar dolarlık ihracatın yüzde 90'ını bu firmalar gerçekleştiriyor. Ancak bizzat devlet tarafından yürütülen araştırmalar 20 yıl içinde bu yatırımların daha düşük maliyetli ülkelere kayabilecekleri öngörüsünde bulunuyor. Ülkede imalatı yapılan ürünlerin neredeyse tamamı İrlanda dışında tasarlanıyor. Yani ülke teknolojik gelişim ve yenilikten ziyade üretimin üssü olmuş durumda. Bu da üretim maliyetleri açısından daha iyi şartlar sunan ülkelere doğru bir yatırım kayması durumunda İrlanda'nın yeniden eski kötü günlerine geri döneceği anlamına geliyor. Zira mevcut gelişmişlik seviyesi sadece zayıf yerel sanayinin taşıyamayacağı kadar ağır. Bunu kendileri de gören İrlandalıların en önemli gündem maddesi Ar-Ge yatırımlarını artırarak teknoloji düzeyini yükseltmek olmuş. İrlanda'nın bir diğer zayıf yönü KOBİ'lerinin azlığı. Bank of Ireland'ın 2005 için yayınladığı verilere göre toplam KOBİ'lerin sadece yüzde 3'ü 50'den fazla kişiye istihdam sağlarken bunlardan ancak yüzde 7'si gelecek bir yıl içinde yurtdışına açılma planına sahip. Sistemde tehlike riski taşıyan bir diğer unsur da İrlandalıların sanayi yerine emlâk ve gayrimenkul yatırımlarına yönelmiş olması. Dublin'de son bir yılda yüzde 20'nin üzerinde kazandıran emlak sektörü bu yılbaşından beri de yüzde 3'lük artış kaydetmiş. Dublin'in merkezine yakın bir mahallede 3 katlı ortalama bir binanın fiyatı 10 ile 15 milyon Euro arasında değişiyor. İrlandalılar milyarlarca Euro'yu da kendi memleketlerinin dışına, başta İngiltere olmak üzere AB ülkelerine emlak yatırımı olarak aktarıyor. Sistemi tehlikeye atacak önemli risklerden biri de gelir dağılımında giderek derinleşen dengesizlik.

Beyin göçü tersine döndü
Geçen yıl İrlanda'ya 1,8 milyar Euro'luk yatırım yapan Wyeth, 1860'ta Amerika'da kurulmuş bir ilaç firması. Dünyanın en büyük 10 ilaç firmasından biri olan Wyeth, niçin İrlanda'yı tercih ettiklerini anlatırken, öncelikle kendilerine sunulan, eksiksiz altyapıya sahip 90 dönümlük araziyi gösteriyor. Wyeth'ın Kurumsal İlişkiler Direktörü Peter Kilkenny, İrlanda'daki değişimi anlatırken ilginç bir ayrıntıya dikkat çekiyor: “Zor zamanlarda yurtdışına gitmiş ve oralarda yüksek kariyer edinmiş İrlandalılar son dönemdeki büyük sıçrama ile birlikte yeniden ülkelerine dönüyor.” Wyeth'ın başkent Dublin'de 2 milyar dolarlık yatırımla inşa ettiği dünyanın en büyük biyoilaç fabrikasındaki çalışanların yarısı 4 yıllık üniversite mezunundan, yüzde 30'u ise daha yüksek derecede eğitim sahibi kişilerden oluşuyor. Wyeth, üniversiteler ile Alzheimer, şizofreni ve depresyon gibi rahatsızlıklar üzerine ortak araştırmalar yürütüyor. İrlanda'ya milyarlarca dolar kaynak transferi yapmış bir diğer ilaç firması, Amerikalı Merck Sharp&Dohme'nin (MSD) Tıp Direktörü Neil Boyle da yatırım kararının alınmasında İrlanda'yı Avrupa'ya açılan en uygun kapı olarak görmelerinin büyük etkisi olduğunu söylüyor. İlaç üretimi için yüksek nitelikli eleman ihtiyacı olduğunu belirten Boyle, İrlanda'da bu ihtiyacın fazlasıyla karşılandığını belirtiyor. MSD 1976'dan beri bu ülkede faaliyet gösteriyor ve dünya çapında pazarladığı 7 ürünü İrlanda'da üretiyor. İrlanda'daki diğer ilaç ve kimya firmaları gibi MSD de, kanunların zorunlu kıldığı şekilde çok duyarlı bir çevre politikası takip ediyor. Örneğin üretimde kullanılan su, fabrikanın yanındaki nehre dökülmeden önce bir arıtma sürecinden geçiyor. Aynı şekilde toplam atıkların içinde yaklaşık yüzde 5'e karşılık gelen zararlı atıklar da önce fabrika içinde kurulu özel tesislerde tasfiye ediliyor, daha sonra da yakılmak üzere İngiltere'ye gönderiliyor.

Amerika’daki İrlandalılar yatırımda öncü Sağlık Bakanlığı Genel Tıp Hizmetleri Bölümü Birinci Şefi Colm Desmond, ilaç sektöründe araştırma ve yenilikçiliği özellikle teşvik ettiklerini söylüyor. Yeni bir ilacın piyasaya girişine izin vermenin çoğu Avrupa ülkesinde uzun bir bürokratik süreci gerektirdiğini kaydeden Desmond, kendilerinin çok kısa sürede bu izni verdiklerini belirtiyor. Desmond, İrlanda'da jenerik diye de bilinen ve fiyatların ucuzlamasında önemli rol oynayan kopya ilaçların pazar payının yüzde 10'lar civarında olduğunu aktarıyor. Türkiye'de ise jenerikler, orijinal ilaçlar ile pazarı yarı yarıya paylaşmış durumda. Desmond, durumun yenilikçiliği teşvik etmenin bir bedeli olduğunu söylüyor. İrlanda iç pazarına ve ihracata yönelik üretilen ilaçların ruhsatlandırılmasından sorumlu İrlanda İlaç Kurumu'nun İcra Kurulu Başkanı Pat O'Mahony ise endüstrinin İrlanda için en büyük önemi taşıdığını vurguluyor. O'Mahony, sektörün sadece yabancı sermaye çekmedeki lider rolü açısından değil, Ar-Ge yatırımlarındaki büyük rolünden dolayı da vazgeçilmez olduğuna işaret ediyor. İrlanda Ecza ve Sağlık Birimi Başkanı Brian Murphy de İrlanda'nın parlak performansında araştırmacı ilaç firmalarının gösterdiği rağbetin büyük rolü olduğunu belirterek, sektöre özel önem verilmesinin bilinçli bir politika olduğunu savunuyor. Murphy, tercih noktasında İrlanda'nın fikrî mülkiyet haklarındaki gelişmiş düzeyinin etkili olduğunu söylüyor. İrlanda Biyosanayi Kurumu Direktörü Marian Byron ise Amerika'da bugün İrlanda kökenli 25 milyon kişi bulunduğunu belirterek, “Geleneksel bağlar kullanıldı ve kökeni İrlanda'ya dayanan bu kitleden de faydalanıldı.” diyor. Brian Murphy, şirketleri kalıcı kılabilmek için devletin sürekli altyapı geliştirmeleri ile meşgul olduğunu aktarıyor.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #98
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
KPDS yarın yapılacak

Medya HaberKamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavı (KPDS) yarın yapılacak.

KPDS'ye, yabancı dil tazminatından yararlanmak isteyen kamu kuruluşlarında çalışanlar, araştırma görevlisi olarak görev alacak lisans programlarının son sınıf öğrencileri ile son sınıftan bir önceki sınıfta okuyan öğrenciler ve yabancı dil bilgisi seviyesini tespit ettirmek isteyen adaylar katılacak.

Ankara ve Lefkoşa'da gerçekleştirilecek sınav, Almanca, Arapça, Bulgarca, Çince, Danca (Danish Dili), Farsça, Fransızca, Hollandaca (Dutch dili), İngilizce, İrlandaca, İspanyolca, İtalyanca, Lehçe, Macarca, Portekizce, Rumence, Rusça, Sırpça ve Yunanca dillerinde yapılacak. Yatırım hizmetlerindeki çalışmaları nedeniyle yabancı dil tazminatından yararlanmak isteyenler ise sadece Almanca, İngilizce ve Fransızca'dan sınava girebilecek.



694 milyon kişi internet kullanıyor

Araştırma grubu ComScore Networks'ün yaptığı bir araştırmaya göre, dünyada 15 yaşından büyük yaklaşık 694 milyon kişi internet kullanıyor.

Grubun Çin ve Hindistan dahil başlıca piyasalardan alınan verilere dayanarak Mart 2006'da yaptığı araştırmaya göre, 152 milyon kadarı ABD'de ve 23,9 milyon kadarı Fransa'da olmak üzere dünyada 694 milyon kişi internet kullanıcısı. Araştırma, bu rakamın 15 yaş üstü dünya nüfusunun yüzde 14'üne karşılık geldiğini de ortaya koydu.

Araştırmada en çok internet kullanıcısının bulunduğu ülkelerin şu dağılımı gösterdiği belirtildi: ABD 152 milyon, Çin 72 milyon, Japonya 52 milyon, Almanya 32 milyon ve İngiltere 30 milyon.

Araştırmaya göre, 24,6 milyon internet kullanıcısıyla Güney Kore listenin altıncı sırasında yer alırken, Fransa'da bu rakam 23,9 milyon, Kanada'da 19 milyon, İtalya'da 16,8 milyon ve Hindistan'da 16,7 milyon olarak belirlendi.

Listenin onbirinci sırasında 13,2 milyon kullanıcıyla Brezilya geliyor. İspanya 12,5 milyon, Hollanda 11 milyon, Rusya 10,8 milyon ve Avustralya 9,7 milyon kullanıcı ile bu ülkeyi takip ediyor.

15 yaşın altındaki internet kullanıcılarının sayısının ve internet kafe ya da cep telefonundan yapılan internet bağlantılarının değerlendirilmediğinin belirtildiği araştırmada, internet başında geçirilen saatler konusunda İsrail'in kullanıcı başına aylık ortalama 57,5 saatle birinci sırada geldiği, bunun ABD'deki ortalamanın iki katı olduğu kaydedildi.

İsrail'i sırasıyla Finlandiya, Güney Kore, Hollanda ve Tayvan'ın izlediği, dünyada en çok kullanılan internet sitelerinin başında Microsoft'un MSN sitesinin geldiği (8,6 milyon kullanıcı), bunu arama motoru Google (495,8 milyon) ve Yahoo'nun (480,2 milyon) takip ettiği belirtildi.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #99
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ana



Turizm sezonuna iyi bir başlangıç yapamayan Türkiye, olumsuzluklardan fazla etkilenmemek için yıllardır turizmde alternatiflerini çeşitlendirmeye çalışıyor.
Yeni yeni keşfettiği ‘kültür turizmi’ndeki potansiyeli harekete geçirmeye yönelik turizm potansiyeli yüksek kültürel ve dinî mekanları tanıtmak için programlar düzenleniyor. Ancak İslam tarihi açısından önemli kültürel ve tarihî mirasa sahip olmasına rağmen Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinde yaşayan 100 milyon seyahat potansiyeli olan Müslüman göz ardı ediliyor. Müslüman ülkelerden gelenlerin toplam turist sayısı içindeki payı yüzde 10’u bile bulmuyor. 14 İslam ülkesinden gelen turist sayısı İngilizlerin bile altında kalıyor. Topkapı Sarayı’ndaki Hz. Muhammed’e ait Kutsal Emanetler’i ziyaret eden yabancıların yüzde 70’ini gayrimüslimler oluşturuyor. Sektör temsilcileri, rakamların Müslümanlara hitap edecek tarzda turizm stratejisi geliştirilmediğini ortaya koyduğuna dikkat çekiyor. Camiler, İslam tarihiyle ilgili müzeler, sahabe türbeleri, Kur’an okuma yarışmaları, Ramazan etkinliklerinin ‘senaryolu tur organizasyonlarıyla’ tanıtılması durumunda Müslüman ülkelerden gelen turist sayısının 2 katına çıkacağı belirtiliyor. Kültür için gelenlerin daha fazla harcama yaptığına dikkat çeken kültür turizmi uzmanı Tugay Toydemir, “Büyük tur operatörleri, önyargılı hareket etmeyip Müslümanlara yönelmeli ve sanatsal, tarihî ve dinî açıdan bilgili rehberlerle bu turist kitlesine hitap etmeli. Böylece her yıl yaşadığımız, ‘acaba bu yıl turist sayısı ve geliri düşer mi?’ endişesi ortadan kalkar.” diyor. Konaklama yerlerinde kıble tespiti ve Kur’an-ı Kerim bulundurulmasına özen gösterilmesinin önemli ayrıntılar olduğuna dikkat çekiliyor.
Dinî ve kültürel yerlerin ziyareti, dünyanın en eski turizm çeşidi olarak görülüyor. Kutsal olarak nitelendirilen yerlere ziyaretlerle başlayan bu turizm dalı zamanla ülkelerin turizm gelirlerine de önemli katkı yapmaya başladı. Turizmin yaz dönemlerinde sahil bölgelerinde görülen canlılıktan ibaret olmasından şikayet eden ve dört mevsimi değerlendirmek isteyen Türkiye, kültür turizminin potansiyelini 90’lı yılların sonlarına doğru keşfetti. Bu dönemde turizm çeşitleri içine kültür turizmi de dahil edildi. Devlet ve sektör temsilcileri, üç büyük dinin buluşma noktası olan Anadolu’da yer alan kültürel ve dinî mekanları tanıtmak için kampanyalar düzenledi. Efes Harabeleri ve Meryem Ana Kilisesi, Trabzon’da Sümela Manastırı, Hatay’daki St. Pierre Kilisesi’ne gelen turist sayısında ciddi artış yaşandı. 2004’te yapılan araştırmaya göre Türkiye’ye kültürel amaçlarla gelen turistlerin sayısı 1 milyon 300 bin kişiydi. Gelenlerin 200 bini dinî vecibesini yerine getirmek amacıyla Türkiye’yi ziyaret etti. Turistlerin milliyetlerine göre dağılımları önemli bir gerçeği ortaya çıkardı. Türkiye’yi kültürel amaçlarla ziyaret edenlerin başında 246 bin ile Almanlar gelirken, Fransa 86 bin, Hollanda 82 binle üçüncü sırada yer aldı. İlk 7 sırada Müslüman ülkelerden turistler yer almazken, dinî amaçlı gelenlerin başında ise 6 bin 294 turist ile Amerikalılar, 4 bin 220 turist ile Almanlar başı çekti. Turistlerin milliyetlerine göre dağılımı da benzer sonuçları ortaya koyuyor. 2003, 2004 ve 2005 rakamlarına bakıldığında Türkiye’ye Müslüman ülkelerden gelenlerin toplam turist sayısındaki payı yüzde 7’lerde kaldı. Örneğin geçen yıl aralarında İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır, Tunus gibi nüfusu fazla olan ülkelerin de yer aldığı 14 Müslüman ülkeden 1 milyon 558 bin turist geldi. Topkapı Sarayı içindeki Peygamber Efendimiz’e ait Kutsal Emanetler, tarihî camiler gibi önemli bir mirasa sahip olan ve kültür turizminin başkenti olarak kabul edilen İstanbul’da da durum farklı değil. İstanbul’a geçen yıl gelen 5,5 milyon turistin sadece 350 bini Müslümanlardan oluşuyor. Şehri aynı yıl ziyaret eden Almanların sayısı ise 700 bin. İstanbul’daki Topkapı Sarayı’nı ziyaret eden 2 milyon ziyaretçiden yaklaşık 1 milyonu yabancıydı. Müzeyi gezen yabancıların yüzde 70’ini gayrimüslimler oluşturdu. Tur operatörleri ve rehberler, İslam tarihi açısından önemli potansiyele sahip olmasına rağmen Türkiye’nin Müslümanlara tanıtılmadığından şikayetçi. Kültür turları düzenleyen Commodore Tur Genel Koordinatörü Tugay Toydemir, Türkiye’nin önyargılı yaklaşmadan Müslüman turistleri de kucaklayacak tanıtım çalışmaları yapılması gerektiğini vurguluyor. 1 milyar İslam âleminin en az yüzde 10’unun seyahat edebilecek durumda olduğunu ifade eden Toydemir, Avrupa’da da ezan sesini duymaya hasret kalmış önemli bir Müslüman kitlesi olduğuna dikkat çekiyor. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) 2007’yi Mevlânâ yılı ilan ettiğine dikkat çeken Toydemir, Türkiye’nin yılın tanıtımı için sadece kendi vatandaşlarına yönelik sempozyumlar düzenlediğini kaydediyor. Suriye’ye kültür turları düzenleyen Nüans Tur’un Pazarlama Müdürü Özer Akpınar, güney komşusunun bu alandaki başarılı çalışmalarından örnek veriyor. Türkiye’den bu ülkeye her yıl 30 bin turist gittiğini ve Emeviye Camii’nin bile çok sayıda turist çektiğini dile getiren Akpınar, Türkiye’nin ise sahip olduğu güzellikleri fırsata çevirememesinden yakınıyor.

‘İslamî bilgisi olan rehberler yetiştirilmeli’ Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kürşat Demirci, dünyanın farklı ülkelerinden çok sayıda yabancının hem ibadetini yapmak hem de yeni kültürler tanımak için Türkiye’ye geldiğine işaret ediyor. Kültürel mirası Müslüman kitlelere tanıtmaya yönelik altyapının eksikliğinden yakınan Demirci, “En büyük sorunumuz kaliteli rehber sayısının az olması. Türkiye’de Müslümanlara anlatılacak o kadar çok kültür öğesi var ki... Ama bunu anlatacak insanların hem tarihî, hem sanatsal hem de dinî bilgiye sahip olması gerekiyor. Bir turist soru sorduğunda açıklamalı bir şekilde cevap verilemiyor. Rehber sorununa bir an önce neşter vurulması şart.” diyor. Demirci, Müslümanlara yönelik farklı şehirleri kapsayan senaryolu tur organizasyonlarının düzenlenmesi durumunda gelecek turistlerin ülkelerine memnun bir şekilde gideceğini, bunun da Türkiye’nin imajına önemli bir katkı yapacağına dikkat çekiyor. İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü Doç. Dr. Ahmet Emre Bilgili, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’da turizm politikalarındaki eksiklikleri gidermek için sektör temsilcileriyle toplantılar düzenlediklerini ifade ediyor. Toplantılarda hem ibadet hem de yeni yerleri keşfetmek amacıyla gelen turistlere yönelik tanıtım eksikliğinden şikayet edildiğini vurgulayan Bilgili, bu eksiklikleri gidermek için envanter çıkarma çalışmalarına hız verecekleri bilgisini aktaryor.

Otellerde ibadet ihtiyacı göz ardı ediliyor Müslümanları Türkiye’ye çekmek için ‘Arap’ önyargısının kırılması gerekiyor.
Avrupa’daki Müslümanların temsilcilerine ulaşılıp Türkiye anlatılmalı.
Tarihî, sanatsal ve dinî bilgisi yeterli rehberlerin yetiştirilmesi çok önemli.
Konaklama tesislerinde kıble yönü gösterilmeli ve seccade bulundurulmalı.
Farklı şehirleri kapsayacak senaryolu tur organizasyonlarına ağırlık verilebilir.
Ramazan etkinlikleri, Kur’an okuma yarışmaları gibi programlar tanıtılmalı.

Müslümanlar için bazı önemli merkezler
İSTANBUL: Peygamber Efendimiz’e ve sahabelere ait kutsal emanetler. Eyüp Sultan Türbesi ve Camii. Sultanahmet ve Süleymaniye camileri.
ŞANLIURFA: Hz. İbrahim’in doğduğu mağara ve Mevlid-i Halil Camii. Balıklıgöl (Halil ür’-Rahman ve Ayn-ı Zeliha Gölü). Hz. Eyyüp Peygamber ve makamı. Hz. Eyyüp, Hz. Elyasa ve Rahime Hatun türbeleri (Eyyüp Nebi köyü-Viranşehir).
KONYA: Mevlana Türbesi ve Dergâhı.
BURSA: Ulucami. Emir Sultan Camii ve Türbesi.
SİVAS: Divriği Ulucami. AĞRI: İshakpaşa Sarayı Camii.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #100
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Eurovision'da Güney Kıbrıs krizi

Medya Haber

Eurovision temsilcimiz Sibel Tüzün'ün, habersiz Güney Kıbrıs ziyaretine Dışişleri Bakanlığı el koydu. Bakanlık, Tüzün'ün, davet ettiği Rum sanatçıya "gelmeyin" dedi.
Eurovision 2006 şarkı yarışmasına, "Süperstar" adlı şarkı ile katılacak olan Sibel Tüzün, tanıtım kampanyasını tek başına yapınca korkulan oldu. Tüzün, geçtiğimiz hafta Güney Kıbrıs'a giderek Rumların resmi televizyon kanalı CyBC'ye çıktı. TRT başta olmak üzere Türkiye, Tüzün'ün, Güney Kıbrıs'ta olduğunu Rum gazete ve televizyonlarında çıkan haberlerden öğrendi. Tüzün'ün ziyareti sırasında Rum sanatçı Annette Artani'yi Türkiye'ye davet etmesi üzerine de Dışişleri Bakanlığı devreye girdi. Bakanlık ve TRT arasında yapılan görüşmeler sonucunda, Artani'nin Türkiye'ye gelmemesi, geldiği takdirde de TRT ekranlarına çıkmaması kararlaştırıldı.
Ancak Tüzün'ün tanıtım kampanyasını yürüten şirketin taahhüdü nedeniyle Artani 29 Nisan'da Türkiye'ye gelecek. Türkiye ile Rum Kesimi arasında devam eden siyasi gerginliğe, Eurovision'da yeni bir gerginlik eklenmesini istemeyen Türkiye, bu ziyaret sırasında TRT ekranlarını Rum sanatçıya kapatacak. Rum sanatçının bazı özel televizyon kanallarında yayına davet edilmesi bekleniyor.
Sözleşme değişecek
TRT yetkilileri, "Bizim hatamız oldu, sözleşmede böyle bir hüküm yoktu. Bundan sonraki sözleşmelerde Türk dış politikasının gereklerine yönelik hükümlere yer vereceğiz. Tüzün, Yunanistan'ın da aralarında olduğu birçok ülkeye gitti. Bu iyi de oldu ama Güney Kıbrıs bir hataydı" dedi.
Masrafları kendi üstlendi Tüzün'ün, TRT ile yaptığı sözleşme gereği tanıtım organizasyon şirketini şarkıcı seçti. Bu çerçevede Tüzün'ün tanıtım kampanyası, aynı zamanda menajeri de olan eşi Levent Candaş'a ait Arinna Yapım tarafından yürütülüyor.
TRT tanıtım kampanyasına herhangi bir bütçe vermiyor. Rum Kesimi'nde yapılan harcamalar dahil bütün tanıtım masrafları Tüzün'ün eşine ait şirket üstleniyor. TRT sadece Eurovision için yapılan harcamaları karşılıyor.

Benzer Konular

28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
20 Ekim 2015 / Jumong Genel Mesajlar
24 Ekim 2008 / CrasHofCinneT Bilgisayar
18 Kasım 2010 / ThinkerBeLL X-Sözlük
21 Şubat 2010 / ThinkerBeLL Bilim ww