Arama

Medya Haber - Sayfa 7

Güncelleme: 13 Ekim 2017 Gösterim: 659.499 Cevap: 1.864
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #61
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
ABD Dışişleri Bakanı Ankara'da

Sponsorlu Bağlantılar
Medya HaberABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, çalışma ziyaretinde bulunmak üzere Ankara'ya geldi.
Esenboğa Havaalanı'nda Dışişleri Bakanlığı ve ABD Büyükelçiliği yetkilileri tarafından karşılanan Rice'a bir buket çiçek verildi.
Rice, havaalanında uçaktan indikten sonra apronda kendisini bekleyen araca binerek, havaalanından ayrıldı.
Konuk dışişleri bakanı Ankara temasları çerçevesinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilecek, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile bir araya gelecek.
Türkiye'yi yaklaşık bir yıl aradan sonra ikinci kez ziyaret eden Rice'ın temaslarında, ikili ilişkilerin yanı sıra İran, Irak, terörle mücadele, Ortadoğu, Hamas'ın Ankara ziyareti, Türkiye'nin AB süreci ve Kıbrıs gibi konuların ele alınması bekleniyor.


KPSS'ye başvurular başlıyor


Medya HaberLisans düzeyindeki adaylara yönelik yapılacak Kamu Personeli Seçme Sınavı’na (KPSS) başvuru süresi, 27 Nisan Perşembe günü başlıyor.

KPSS, 81 il merkezi ve Lefkoşa’da 1-2 Temmuz 2006 tarihlerinde Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nce (ÖSYM) yapılacak. Sınav, cumartesi sabah, cumartesi öğleden sonra, pazar sabah ve pazar öğleden sonra olmak üzere dört oturumda gerçekleştirilecek. Sınavın Genel Yetenek ve Genel Kültür testlerinin uygulanacağı cumartesi sabah oturumuna, tüm adayların girmesi zorunlu olacak. Adaylar, kılavuzu inceleyerek diğer oturumlardan hangilerine katılacaklarına karar verecekler.

2006 yılında yapılacak sınavların sonuçlarının geçerli olacağı sürede 2004-KPSS sonuçları da geçerli olacağı için 2004-KPSS’ye giren ve öğrenim düzeyleri değişmeyen adayların, 2006 yılında yapılacak sınavlara girmelerine gerek olmadığı bildirildi.

BAŞVURULAR

Sınava, lisans mezunları ve lisans programlarından mezun olabilecekler başvurabilecek. Bu nedenle sınav, 2006-KPSS/1 olarak isimlendirildi.

2006-KPSS/1 başvuruları, ÖSYM sınav merkezi yöneticilikleri, ÖSYM büroları ve belirlenen bazı liselerde yapılacak. Başvuru merkezleri ÖSYM’nin internet sitesinden öğrenilebilecek. 2006-KPSS/1’e başvurmak isteyen adaylar, 27 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında başvuru merkezlerinden 2 YTL karşılığında kılavuz satın alacaklar. Bu aşamadan sonraki işlemler, "eski" ve "yeni" adaylar için ayrı ayrı yürütülecek.

ESKİ ADAYLARIN BAŞVURUSU

2004 ve 2005’de yapılan KPSS’den en az birine lisans düzeyinde girmiş adaylar "eski adaylar" olarak, kılavuzu satın aldıktan sonra 27 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında kılavuzun arka sayfasında yer alan banka şubelerinden birine giderek sınav ücretini (girecekleri oturum sayısının 1/2/3/4 olmasına göre 35/45/55/65 YTL) yatıracaklar. Adaylar sınav ücretini yatırdıktan en az 2 iş günü sonra, 01-12 Mayıs tarihleri arasında internet aracılığıyla başvuru işlemlerini bizzat kendileri yapacaklar.

YENİ ADAYLAR RANDEVU İLE BAŞVURACAK

2004 ve 2005 yıllarında yapılan KPSS’ye hiç girmemiş ya da ortaöğretim veya ön lisans düzeyinde girmiş ve şimdi lisans düzeyinde girmek isteyen adaylar "yeni adaylar" olarak, kılavuzu satın aldıkları başvuru merkezinden randevu alacaklar ve 27 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında kılavuzun arka sayfasında yer alan banka şubelerinden birine giderek sınav ücretini (girecekleri oturum sayısının 1/2/3/4 olmasına göre 35/45/55/65 YTL) yatıracaklar. Yeni adaylar sınav ücretini yatırdıktan en az iki iş günü sonra 01-12 Mayıs tarihleri arasında randevu aldıkları başvuru merkezine kılavuzda belirtilen belgelerle birlikte gidecekler ve başvuru hizmet ücreti olarak 3 YTL ödeyecekler.

TÜRKİYE İŞ KURUMU KPSS SONUÇLARINA GÖRE ALACAK

Öte yandan, 2006-KPSS/1 kılavuzunda Türkiye İş Kurumu’nun, 2004-KPSS ve 2006-KPSS/1 sonuçlarının normal, özürlü, eski hükümlü işçi alımında da kullanılacağına ilişkin duyurusu yer alıyor.

Bu arada, ortaöğretim ve ön lisans mezunları ile bu öğrenim düzeylerinden mezun olabilecekler için 17 Eylül 2006’da KPSS yapılacak. 2006-KPSS/2 adıyla yapılacak bu sınav da 81 il merkezi, 70 ilçe merkezi ve Lefkoşa’da tek oturumda gerçekleştirilecek.





MEB'den 23 Nisan açıklaması


Medya HaberMilli Eğitim Bakanlığı'ndan (MEB) yapılan açıklamada, TBMM'deki Öğrenci Meclisi toplantısı ile ilgili, "İbrahim Seyhan'ın geçici divan başkanı olması, onun imam hatip lisesi öğrencisi olmasından değil, meclisin yaşı en büyük üyesi olması nedeniyledir" denildi.
MEB Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği'nden yapılan yazılı açıklamada, son günlerde basın-yayın organlarında 3. Dönem Türkiye Öğrenci Meclisi toplantısı ile ilgili çeşitli haber, yorum ve değerlendirmelerde yanlış anlaşılmalara neden olacak beyanlar yer aldığı belirtilerek, bu nedenle kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi amacıyla açıklama yapılması gereği duyulduğu kaydedildi.
"Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri Projesi"nin 3 yıldan beri uygulandığı kaydedilen açıklamada, proje gereği 3. Dönem Türkiye Öğrenci Meclisi'nin 81 ilden gelen il öğrenci meclis başkanlarının katılımıyla TBMM'de toplandığı ifade edildi.
Açıklamada, "Gerek illerdeki seçimlerde, gerekse TBMM çatısı altında yapılan seçimlerde öğrencilere hiçbir şekilde telkin ve yönlendirme asla olmamıştır" denildi.
Açıklamada şöyle denildi:
"Yaşı en büyük olan Erzurum Öğrenci Meclisi Başkanı İbrahim Seyhan'ın başkanlık kürsüsünden değil, herhangi bir üye sıfatıyla Meclis kürsüsünden söylediği sözlerin beğenilmesi veya eleştirilmesi tabiidir. Ancak buradan hareketle dünya çapında takdir toplayan bu projenin gölgelenmesi, bu konunun Sayın Meclis Başkanı Bülent Arınç'a yönelik bir karalama kampanyasına dönüştürülmesi, hele hele PKK gibi çocukların kullanıldığı yolunda bir iddianın ortaya atılması haksız, mesnetsiz ve iyi niyetle asla bağdaşmayan yaklaşımlardır. Esasen 81 üyenin hangisinin Meclis kürsüsünden ne konuşacağı önceden Sayın Meclis Başkanı ve Sayın Milli Eğitim Bakanı başta olmak üzere TBMM'nin ve MEB'in hiçbir yetkilisi tarafından bilinmemektedir."

Türkiye'de işsizlik artıyor


Medya HaberTürkiye’de işsizlik artmaya devam ediyor. İşsizlik oranı Aralık-Ocak-Şubat dönemini kapsayan üç aylık hareketli ortalamalara göre, Ocak ayı itibarıyla yüzde 11.8 oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Ocak’ta toplam istihdam 20 milyon 834 bin kişiye çıkarken, işgücüne katılma oranı yüzde 46.1’e geriledi. Aynı dönemde işsiz sayısı 2.8 milyona yükseldi. İşsizlik oranı geçen yıl Ocak ayında yüzde 11.5 düzeyindeydi.
TÜİK’e göre, Ocak ayında tarım sektöründe çalışan sayısı 1 milyon 85 bin kişi azalırken, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 1 milyon 104 bin kişi artış kaydetti.
İşsizlik oranı kentsel yerlerde 0.1 puanlık azalışla yüzde 13.7, kırsal yerlerde ise 0.7 puanlık artışla yüzde 8.9 olarak belirlendi.
TARIM DIŞI İŞSİZLİK AZALDI
Türkiye’de tarım dışı işsizlik oranı geçen yılın aynı dönemine göre 0.3 puanlık bir düşüşle yüzde 14.9 olarak gerçekleşti. Bu oran erkeklerde yüzde 13.9’a, kadınlarda yüzde 18.8’e geriledi. Genç nüfusta işsizlik oranı ise yüzde 21.4’ten yüzde 21.9’a yükseldi.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #62
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Guardian, Bush’un savaştan önce Irak’ta kitle imha silahları bulunmadığı yönündeki CIA istihbaratını göz ardı ettiğini yazıyor.

Sponsorlu Bağlantılar
İngiliz gazetesi, haberini eski bir üst düzey CIA yetkilisi olan Tyler Drumheller’ın açıklamalarına dayandırıyor…
CIA, işgalden önce Irak’ın Dışişleri eski bakanı Naci Sabri ile yapılan gizli bir anlaşma sonucunda ülkede kitle imha silahı bulunmadığını öğrenmiş. Bu yöndeki istihbarat, Başkan Yardımcısı Cheney tarafından Bush’a iletilmiş…
Drumheller, “Başlangıçta bu bilgi ile ilgilenir gibi göründüler ama sonra durum değişti” diyor ve devam ediyor:
“Neticede, Beyaz Saray’da savaş hazırlıkları yürüten ekip konuyla ilgilenmediklerini söyledi. Onlara ‘Peki sağladığımız istihbarat?’ dediğimizde ‘Artık bu istihbarat meselesi değil, rejim değişikliği meselesi’ diye cevap verdiler!”
Beyaz Saray Şahinleri ile CIA arasındaki bu diyaloğu pekala fıkra niyetine anlatabilirsiniz…
Bush ve Adamları, Irak Savaşı’na 11 Eylül’ün üzerinden bir hafta bile geçmeden karar vermişlerdi: CIA’in “aksi yöndeki istihbaratı” umurlarında olamazdı!
Beyaz Saray, İngiliz tabloid basının en çürütücü kuralını benimsemişti, bir kere: “Gerçeğin iyi bir hikayeyi bozmasına sakın izin verme!”
***
Beyaz Saray Sineması’nda vizyona girmeyi bekleyen yeni filmin adı Stanley Kubrick’ten esinlenmiş: “Irak’taki KİS Yalanlarını Dert Etmeyi Bırakıp, İran’ı Öpmeye Nasıl Karar Verdim?”
ABD, Tahran’daki elçilik baskınında (1979) rehin alınan vatandaşlarını kurtarmak için giriştiği operasyonu eline yüzüne bulaştırmış, madara olmuştu…
Ardından, ABD’nin “bölgedeki en muteber adamı” Saddam İran’la savaştırılmış; yine sonuç alınamamıştı…
ABD yıllarca İran’la oturup konuşmadı, bile: Eski gözdesi Saddam’ı paketledikten sonra birdenbire İran’la eski hesabını hatırlayıverdi…
İran’ın dünya için nükleer tehdit oluşturduğu palavrası, uluslararası kamuoyuna yedirilmek üzere ‘psikolojik harekat’ fırınlarında pişirilmeye devam ediliyor…
ABD bir yandan “Nükleer İran’a çakmak boynumun borcu!” derken eş zamanlı olarak Hindistan’la nükleer mercimeği fırına veriyor: Dr. Strangelove’ın tik halinde Hitler selamı veren o mekanik eli günümüzde “Dr. Strangedeal” sıfatıyla imzalıyor, bu nükleer anlaşmayı…
Kuzey Kore, kaç defadır “Elimde nükleer silah var” diye bas bas bağırıyor; hiç kimse çıkıp da Kuzey Kore’yi Birleşmiş Milletler’in PFDK’sına sevk edelim!” falan demiyor...
‘Dr. Strangebush’ ise İran’ın nükleer silaha sahip olabilme ihtimalini seviyor!
BM silah denetçilerinin eski lideri Hans Blix “Hiç kimse çıkıp da İran’ın tehdit oluşturduğunu söyleyemez. Eğer gerçekten isterse, İran’ın nükleer silah geliştirmesi için en az birkaç yıl var” diyor…
ABD, gerekirse İran için de BM’de çizgi film oynatabilir. Gerçi, bu defa ellerinde ateşe atacak Colin Powell’ları da yok ama ne fark eder ki! İran’ı vurmak için BM’den olur alamazlarsa bunun da bir kıymeti yok. “BM bize yardımcı olmuyor, onu unutup Irak örneğinde olduğu gibi kendi işimize bakalım” diyeceklerdir… Ya, sonra? Cevabını, Irak’ta KİS bulamayan Hans Blix Amca veriyor: “ABD İran’daki hedeflere füze yağdırmaya başlarsa, eminim İran halkı milliyetçi çatı altında ABD’ye karşı hemen birleşir. Ortadoğu’da hala ABD yanlısı olanlar kaldıysa onlar bile ayaklanır. Irak’takinden çok daha güçlü bir tepki olur!”
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #63
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK TELEVİZYON TARİHİNİN UNUTULMAYAN ANLARIDAN BİRİ



Esra Ceyhan'ın programında da böle anlardan çok yaşanmıştır şöyle ki, yeni piyasaya çıkmış birini konuk etmiştir Esra hanım, sohbet ederler, Esra hanım her zamanki gibi başlar yalakalıklarına, kasetiniz çok güzel olmuş geçen hafta aldım evde arabada her yerde dinliyorum demesi üzerine yeni yetmenin kasetim daha çıkmadı haftaya çıkacak demesi veeee



Müslüm Gürses filminden bir sahne; Müslüm Gürses kadını kollarından tutmuş sarsa sarsa sormaktadır;

Müslüm: Seviyor musun?

Kadın: Hayır!!

Müslüm: Seviyor musun?!!!!

Kadın: Hayırrr!!!!!!

Müslüm: Seviyor muusuunnnnn!!!!!!!!

Kadın: Eveett!!

Müslüm: Yalannnnn!!! (deyip kadına bir tokat atmıştır)

:
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
26 Nisan 2006       Mesaj #64
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Yalova'nın Armutlu ilçesi açıklarında bir yük gemisinin battığı, 2. kaptanın da aralarında bulunduğu 4 kişinin kurtarıldığı bildirildi.
AA muhabirinin Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü'ne (KEGM) bağlı Harem Acil Müdahale İstasyonu'ndan aldığı bilgiye göre, Gemlik'ten Samsun'a 1200 ton gübre taşıyan ''Hacı İbrahim'' adlı yük gemisi, Armutlu açıklarında battı.
Olayda, 2. kaptanın da aralarında bulunduğu 4 kişinin kurtarıldığı, mürettebattan 5 kişinin ise arandığı bildirildi.


KURTULANLARIN KİMLİKLERİ

- Yalova’nın Armutlu açıklarında batan "Hacı İbrahim" adlı yük gemisinden kurtarılan 4 kişinin kimlikleri belirlendi.


AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Gemlik’ten Samsun’a gübre taşırken batan 69 metre uzunluğundaki gemiden 2. kaptan Mustafa Bahar, 2. makinist Emin Savut, aşçı Baki Şentürk ile miço Mehmet Ali Günaydın, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne bağlı ekiplerce kurtarıldı.

2. Kaptan Mustafa Bahar’ın verdiği bilgi doğrultusunda, geminin kaptanı Mehmet Çelik’in de aralarında bulunduğu 5 kişilik mürettebatı bulmak amacıyla çalışmalar aralıksız sürüyor.

İRAN GEMİSİ İHBAR ETTİ

Bu arada, "Hacı İbrahim" adlı geminin battığına dair ihbarın, bölgede bulunan bir İran gemisi tarafından yapıldığı öğrenildi.


İran gemisinin ihbarı üzerine harekete geçerek İstanbul’un 17 mil güneyine giden "Kıyı Emniyeti 10" adlı acil kurtarma botunun, olay yerinde "Hacı İbrahim"e ait tahliye sandalları ile can simitleri bulduğu bildirildi.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Nisan 2006       Mesaj #65
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink ve Türk Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan’ın Ermeni meselesi hakkında iki farklı açıklaması oldu geçen hafta. Dink, Ermenilerin geçmişte İngiliz, Alman, Fransız ve Ruslara güvenmekle büyük hata yaptığını söylüyordu.

Osmanlı’nın son dönemlerinde yüzlerce yıldır birlikte yaşayan iki topluluğu birbirine düşüren Protestan misyonerler ve Ruslar, daha sonra çıkan kargaşada ve Ermeni tehcirinde olayı seyretmişlerdi. Bu devletler kendi devlet çıkarlarına göre davranmış, çıkarları el vermediği bir süreçte de bırakıp gitmişlerdi. O provokasyonlar Türkler ve Ermenilerden yüz binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. İnsanlar evsiz ve yurtsuz kaldılar. Çocuklar yetim, kadınlar dul kaldı. İki kadim dost birbirlerine belki kıyamete kadar düşman oldular. Büyük devletler alacaklarını aldıktan sonra buralardan çekip gitmişti. Ne Ermenilerin hakları kalmıştı geriye ne de gelecekleri.
Bugün maalesef aynı oyun yeniden oynanıyor ve bu oyunu oynayanlar en küçük bir taktik değiştirmeye bile gerek görmüyorlar. Dün Ermeniler için tezgâhlanan oyunun aynısı bugün Kürtler üzerinde oynanıyor. Batılı güçlerin dolduruşlarıyla bir Kürt devleti için çaba gösterenler, yarının hiç hesabını yapmıyor. Bu güçler bu bölgeden gittiklerinde provoke ettikleri bölge güçleriyle baş başa kaldıklarında ne yapacaklar, bunu umursamıyorlar. Ancak yerliler yabancılardan sonrasını da iyi hesap etmek zorunda.
Yine geçen hafta Türk Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan’ın sözleri de üzerinde iyice düşünülmesi gereken sözlerdi. Mutafyan, Ermeni meselesine farklı bir açıdan bakıyor; bu krizin yaşanmasında 19. yüzyıldaki Ermeni siyasi partilerinin ve Ermeni patriklerinin de büyük sorumluluklarının olduğunu dile getiriyordu. Mutafyan bütün suçun Ermenilerde olduğunu söylemiyordu kuşkusuz; ancak Osmanlı devletiyle birlikte Ermenilerin ve büyük devletlerin de sorumlulukları olduğunun altını çiziyordu. Burada benim asıl ilgilendiğim konu Ermeni ileri gelenlerinin hataları. Böyle bir krizin doğmaması için Ermeni patriklerinin üzerine düşen görevleri ifa etmemesi, Ermeni ileri gelenlerinin de gençleri bu oyuna gelmemeleri konusunda yeterince ikaz etmemeleri. Protestan misyonerlerin, Rus ajanların kışkırtmaları konusunda gerekli ikazları yapmayan, önlemler almayan Ermeni ileri gelenlerinin tarihi bir fay kırılmasındaki hatalarını iyi gözlemlemek lazım.
Hrant Dink ve Patrik Mesrob Mutafyan’ın Ermeni meselesi hakkında söyledikleri tarihe yeni bir bakış açısı getirecek cinsten. Ezber bozan bu açıklamalar, bize bu coğrafyanın hâlâ geçmişten çok ciddi dersler çıkarması gerektiğini ikaz ediyor. Burada tarihi bir kez daha yargılamaktan çok, ‘Bugün o olaylardan nasıl bir ders çıkarabiliriz’in üzerinde durmak lazım. 90 yıl önceki olaylar, bu kez Kürtler üzerinden yeniden sahnelenirken o günlere bir kez daha bakmak, hatalardan ders almak lazım. Bu bölgeyle ilgili hesapları olan bölge dışı güçler buradaki etnik yapıları her zaman kışkırttılar. Hesapları bittiğinde ya da bölgeyi terk etmek zorunda kaldıklarında herkes birbiriyle baş başa kaldı.
Türklerle Kürtler herkesten önce bu topraklarda yaşıyorlardı. Aynı inanca, aynı düşünceye sahiptiler. Birbirlerinden kız alıp verdiler. Ve hâlâ bu topraklarda yaşıyorlar ve yarın da burada yaşıyor olacaklar. Üstelik hâlâ akrabalar. Akıl ve insaf sahibi ileri gelenler bu gerçekleri gençlerine daha çok anlatmalı. Özellikle Kürtlerin ileri gelenlerinin de bu tarihi gerçeği iyi anlamaları, daha yapıcı davranmaları gerekli. Kavmiyetçilik hangi millete hayır getirmiş ki Kürtlere de getirsin. Bu coğrafyanın yerlileri, yabancıların sözlerini dinlerken daha dikkatli olmalı. Yeni bir fay kırılması yaşanırsa bunun vebalini ödemek çok zor olur.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Nisan 2006       Mesaj #66
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ulusalcılık ya da milliyetçilik kavramı aidiyet hissi yaratan kültürel bir çerçeve içinde yaşama isteği, hakkı ve bu hakkın ihlaline karşı mücadele biçiminde tezahür ettiği sürece bence ortada bir mesele yok, hatta savunulması, desteklenmesi gereken de bir konu.

Ancak, ulusalcılık ya da milliyetçilik kavramı özünde bir kültürel çerçeve olmasına karşın siyasete konu ya da alet oluyor ise, korumacı, otarşik, içe kapanmacı, rant yaratan ve yarattığı rantı kollayan ve bu haksız gelir kategorisi ile geçinen bir sınıf yaratma güdüsü peşinde koşuyor ise ortada ciddi bir sorun var demek.
Türkiye’nin AB süreci de bu ulusalcılık kavramının çeşitli açılardan irdelenmesini, tartışılmasını gündeme getirdi ve kanımca da bu tartışma ve irdeleme ortamı son derece yararlı oldu ve olmaya devam edecek. Ben de bu yazıda ülkemizdeki gençlerin ve özellikle ilgili yaş grubunun yüzde on beşini temsil eden üniversite gençliğinin son yıllarda artan ulusalcı eğilimlerini AB üyeliğimiz ve istihdam perspektifleri doğrultusunda incelemeye gayret edeceğim.
Ulusalcı çizginin açmazları...
Son üç senedir ülkemizin yaklaşık tüm üniversitelerini ziyaret etme ve buralarda genç öğrencilere AB bütünleşme sürecimiz hakkında konuşmalar yapma ve konuşma sonrasında da tartışma olanakları buldum ve edindiğim genel izlenim gençlerin artan bir biçimde ulusalcı çizgiye ama kültürel bir çerçeveyi öğrenme, muhafaza etme ve geliştirme anlamında değil, içe kapanmacı, yabancı düşmanlığı formatında savunmaya başladıklarını gördüm ve bundan ciddi bir elem duydum. Doğal olarak her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının ülkemizin AB süreci konusunda istediği pozisyonu alması son derece demokratik bir tavır, bu bağlamda bazı gençlerimizin de AB karşıtlığını şiar edinmelerini anlamaya çalışıyorum; ama ben de bu şiarın çıkmaz bir yol olduğunu dile getirme özgürlüğümü sonuna dek savunmak ve kullanmak istiyorum.
Türkiye’nin AB meselesini iktisatçılar aslında çok daha net bir biçimde formüle ediyorlar ve ortaya çıkan manzara kanımca çok iyi irdelenmesi ve özellikle AB karşıtlarının iyi değerlendirmesi gereken bir manzara. Türkiye hâlâ fakir bir ülke, kimse bugünkü kişi başına beş bin dolarlık geliri lütfen yeterli görmesin, on beş yaş altı nüfusumuz tam yirmi milyon yani bizim ülkemizin yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme sürecine ihtiyacı tartışılmayacak kadar büyük.
İşgücü piyasalarına yeni giren gençlere ve mevcut işsizlere düşük büyüme ile istihdam yaratma olanağının olmadığını bilmek için iktisatçı olmaya da pek gerek yok. Ancak, Türkiye ekonomisinin de çok belirgin bir yapısal sorunu mevcut ve bu sorun çerçevesinde yüksek büyüme ithalat talebini bir dizi bize benzer ülkeye oranla çok daha fazla uyarıyor, ekonominin yüksek büyüdüğü senelerde dış ticaret açığı artıyor ve buna bağlı olarak da cari açık tehlikeli sayılabilecek mertebelere yükseliyor.
Bizim ekonomimizde cari açık bazılarının sandığı gibi döviz kuruna değil çok daha fazla büyümeye endeksli bir problem. Türkiye’nin bu yapısal özelliği tek başına dışa bağımlılık olarak da algılanmamalı; örneğin ekonomik yapısı bize pek benzemeyen Fransa’da da yüksek büyüme dış ticaret açığını ve dolayısı ile cari açığı çok hızlı uyarıyor, Almanya’da ise ithalat talebi büyümeye Fransa’da ya da bizde olduğu kadar duyarlı değil. Bizdeki söz konusu yapısal sorunun bir-iki senede çözümü pek olanaklı değil; uzun vade ise zaten konumuz dışı. Tekrar başa döner isek, Türkiye daha zengin olmak ve yurttaşlarına iş yaratmak için hızlı büyümek zorunda, bunun tartışılır bir yanı yok ama hızlı büyüme bizi cari açık meselesi ile baş başa bırakıyor. Diğer bir anlatım ile hızlı büyüme vazgeçilmez bir kader ise esas mesele daima cari açığın finansmanı meselesi olacak, bunu unutmayalım.
Meseleyi cari açığın finansmanı meselesi değil de bizzat cari açığın kendisi olarak görür isek çözüm gayet de kolay, büyümeyi sıfırlarsınız hatta negatife çekerseniz, cari açık meselesi biter hatta muhtemelen aynen 2001 krizinde yani yüzde on küçüldüğümüz sene olduğu gibi cari fazla veririz, cari açık tehlikesi geyiği biter; ama kucağımızda artan fakirlik ve patlayan işsizlik kalır, biz de rahat ederiz. Sorun, tekrar ediyorum, cari açığın sağlıklı finansmanı ve bu yol da süreklilik kazanan bir doğrudan yabancı sermaye yatırımından geçiyor; doğrudan yabancı sermaye yatırımları hem içeride üretimi artıracak hem de döviz girdisi ile cari açık baskısını aşağıya çekecek. Aklı başında, ekonomide sihire, büyüye, mucizeye inanmayan iktisatçılar cari açık meselesini büyütmeden sürdürülebilir büyümeyi muntazam işleyecek bir doğrudan yabancı sermaye girişinde görüyorlar ve kanımca da bu saptamaları çok gerçekçi. Yabancı sermaye de bir ülkeye doğrudan yatırım yapmak için, şayet ücretler elli dolar değil ise, öngörülebilir ve sürdürülebilir bir hukuk sistemi ve kalıcı hukuk güvencesi istiyorlar; bazıları bu hukuk meselesini doğrudan yabancı sermaye için giriş ve çıkış koşullarının tartışılmaz bir biçimde aynılığı olarak tanımlıyorlar ki çok yanlış değil.
Türkiye, AB perspektifini korumalı
Doğrudan yabancı sermaye yatırımcısı ise söz konusu hukuk güvencesini ülkemizin AB sürecinde ve üyeliğinde görüyor; bugüne dek yani 1954’ten (ilk yabancı sermaye teşvik kanunu) 2004 sonuna kadar stok olarak 20 milyar dolar olan yabancı sermaye yatırımının 2005 senesinde bir anda yılda 9 milyar dolara çıkmasını başka türlü açıklamak olanaksız. Yabancı yatırımcının algılaması bu, kızsanız da beğenseniz de bu algılamayı bugünden yarına değiştirmek güç hatta adeta olanaksız.
Gelelim yeniden üç yıldır Anadolu üniversitelerinde tartıştığım AB karşıtı gençlere; bu çocuklar AB perspektifine karşı çıktıkları oranda doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ve böylece de sürdürülebilir bir büyümeye karşı çıktıklarını maalesef şimdilik iyi anlamıyorlar. AB perspektifi kaybolan bir Türkiye ekonomisinde cari açığın sorunsuz ve kalıcı bir biçimde finansmanı olanaksız olacağından bu gençlerin kaderi, şayet Türkiye onların istediği bir yörüngeye yani AB karşıtı bir çizgiye oturur ise, düşük büyüyen bir ülkenin muhtemel potansiyel işsizleri olmak. Tartışmanın taraflarının pozisyonları bana hep ters geldi; elli yaşın üstü yani yavaş yavaş emekliliğe yaklaşan, belirli bir birikim gerçekleştirebilmiş kesim AB diye tutturuyor, yakın gelecekte iş arayacak kesim ise kendini işsiz bırakacak izolasyonist bir sistem peşinde koşuyor. Tekrar ediyorum mesele cari açığın finansmanı meselesi ve bu işin sağlıklı gerçekleşmesi AB’ye endeksli. Yok, cari açık olmasın, diyenler işsizlik konusunu bir kez daha düşünmek zorunda; aynen AB karşıtlarının da işsizlik meselesine nasıl cevap vereceklerinin belli olmadığı gibi.
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
27 Nisan 2006       Mesaj #67
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Türkiye'nin Canberra Büyükelçisi Ersavcı, Avustralya'nın 4 büyük gazetesinde çıkan makalesinde, 'Çanakkale Savaşı'nın dersleri asla unutulmamalı' diye yazdı


never0eb

Türkiye'nin Canberra Büyükelçisi N. Murat Ersavcı, Çanakkale Savaşı'nın 91. yıldönümü dolayısıyla Avustralya'nın toplam tirajları 2 milyon 260 bini bulan 4 büyük gazetesinde yayımlanan bir makale kaleme aldı. "Anzak Günü" öncesinde yayımlanan makalesinde Büyükelçi Ersavcı, dünyanın hiçbir zaman Gelibolu kara savaşından alınan dersi unutmaması gerektiğini vurguladı. Ersavcı, "Bir daha asla" başlıklı yazısında özetle şunları kaydetti:

"1915'te Türkler bir ölüm kalım savaşı verdi. 100 yılı aşkın bir süredir Batılı güçler Türkiye'nin parçalanmasını tartışıyordu. Bu nedenle, Gelibolu'da savaştığımız gibi savaştık. Fakat Gelibolu aynı zamanda, modern bir ulus olarak Türkiye'nin ileride hesaba katılması gereken bir güç olacağını gösteren bir deneyim oldu. Gelibolu'daki mücadele, Avustralya ve Yeni Zelanda'da olduğu gibi bizim de milli bilincimizin doğumuna tanıklık etti.

Türkler, çatışan tüm tarafları yıkıma sürükleyen böyle bir çatışmada yenilmedikleri için böbürlenmiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir yıkımın külleri arasında kuruldu. Geçmişin acılarını geride bırakmak istiyoruz. Bu bakış açısıyla Atatürk, Gelibolu'da düşen tüm askerleri bu vatanın evlatları olarak tanımladı. Bu bakış, yeni ve daha iyi bir dünya kurma isteğinin bir ifadesiydi. Atatürk'ün bu sözleri söylemesinin üzerinden çok zaman geçti ve bazı açılardan daha iyi bir dünya kurabildik ama bazı yönlerden de kuramadık. Gereksiz çatışmalar günümüzde hâlâ sürüyor. Bu yüzden Gelibolu'nun bize öğrettikleri asla unutulmamalı."

ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Nisan 2006       Mesaj #68
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın 23 Nisan manifestosu hâlâ tartışılıyor. Hürriyet’ten Hadi Uluengin, Sabah’tan Ergun Babahan, Radikal’den İsmet Berkan, Hasan Celal Güzel, Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Kürşat Bumin, Mehmet Ocaktan, Bugün’den Nazlı Ilıcak başta olmak üzere pek çok yazar destek verdi Başkan’a. Ancak bazıları da rahatsız oldu.

CHP’nin huzursuzluğunu anlamak mümkün; ancak konuşmadan bazı aydınların rahatsız olmasını izah etmek kolay gözükmüyor. Dilerseniz Başkan’ın konuşma metnini tersinden okuyalım.
Başkan diyor ki: “Türkiye’de darbeler döneminin başlangıcı kabul edilen ve ‘bürokratik iktidarın’ güçlendiği 1960 yılından itibaren Meclis’imizin gücü, yetkisi ve fonksiyonu, hukukî temellere dayanmayan eleştirilerle daraltılmaya çalışılmaktadır.” Başkan’ın bu tespitini savuşturmak istiyorsak diyelim ki: “Hayır bu ülkede ‘bürokratik iktidar’ diye bir şey yoktur, halkın iradesi Meclis’e tam yansır, ‘iktidar-muktedir’ ikilemi hiç yaşanmamıştır, Meclis’in üstünde bir güç yoktur”. Kimi kandırmış oluyoruz böyle söylemekle...
Başkan diyor ki: “Demokratik bir ülkede ‘gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa’ gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder.” İsterseniz şu cümlelerle püskürtelim Başkan’ı: “Biz ‘gizli anayasa’, ‘kırmızı kitap’, ‘derin anayasa’ gibi esrarengiz şeylere bayılırız. Perde arkasındaki birileri ‘iç ve dış düşmanlarımız’ı belirlemeli; bu istihbarî belgeler herkesten saklanmalı; ancak devlet sırrı sayılan bu belgeler bir çete reisinin evinden çıkabilmeli...” N’oldu, manifestoyu berhava edebildik mi şimdi?
Başkan diyor ki: “Yüce Meclis’imiz 84 yıl önce saltanat kurumunu kaldırmıştır. Ancak bugün ülkede bu kez ‘kurumların saltanatı’ hüküm sürmektedir.” Hep beraber itiraz edelim dilerseniz ve diyelim ki: “Zinhar öyle düşünme Sayın Arınç, bu ülkede ‘atanmış’ların ‘seçilmişler’i dövme özgürlüğü, ‘devletin bekası’ için ihdas edilmiş, önemli bir uygulamadır. Bize has demokrasiyi içinize sindiriniz lütfen...” Böyle demekle tehlikeyi atlatmış olduk mu sahiden?!.
Başkan diyor ki: “Millî değerlerimizin sahibi bir kesim, bir grup değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkestir.” İsyan edelim bu tespite ve diyelim ki: “TC vatandaşlığı da ne demek; bazı grupların, bazı kesimlerin önceliği ve yüceliği tartışılamaz. Buna yapılacak itiraz, Türk demokrasisinin genetik yapısına itirazdır...” Böyle demekle aşiret zihniyetinin köklerini olabildiğince besleyelim; devlet geleneği böylece kurusun gitsin. Çözüldü mü şimdi problem? Başkan diyor ki: “Devlet kamusal alanın sahibi değil, koruyucusudur. Bu koruyuculuk; oradaki eşitliği, adil paylaşımı ve hizmetlerin her birey tarafından kullanılmasını sağlamaktır.” Hep beraber çullanalım Başkan’ın üstüne ve sıkıştıralım onu kamusal alan denen zindana ve avazımız çıktığı kadar bağıralım “kamusal alan” denilen şey, özgürlüklerin kısıtlandığı mekânlar değil, bağımsızlığın kalesidir. İyi de, kim yutar bu afyonu? Ortada rencide edilmiş bu kadar insan varken!..
Başkan diyor ki: “Özgürlüklerin genişletilmesinde, yasakların kaldırılmasında, demokratikleşmede temel iki zorunluluk vardır; birincisi Anayasa’ya uygun olarak Meclis’in karar alması. İkincisi ise milletin mutabakatıdır... Dünya üzerinde daha çok demokrasi için, sadece ‘kurumların mutabakatını’ arayan demokratik başka bir ülke yoktur.” Buna da acayip itirazlar yöneltelim ve söylenen sözleri tersinden okuyalım dilerseniz. “Daha çok demokrasi için” lafını çıkaralım cümleden mesela. “Sadece kurumların mutabakatı” sözündeki ‘sadece’ vurgusunu hiç yapılmamış sayalım; hatta “milletin mutabakatı” ile oluşturulan demokratik açılımı da atlayalım ve “böyle demokrasi manifestosu mu olur?” deyip tersyüz edelim bütün söylenenleri... Bir önceki yazımda ‘Başkan’ın söylediklerinin altına her aydın imza atar’ demiştim; hâlâ da öyle düşünüyorum. Dilerseniz söylenenlerin hepsini tersine çevirelim ve imzaya açalım. Eminim onun altına da imza atacak insanlar çıkar. Ve tarih bu farkı sürekli kaydeder...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Nisan 2006       Mesaj #69
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
pkk İstanbul'da, turistik ve ekonomik hedeflere yönelik bombalı saldırı yapma hazırlığındaki 4 PKK militanı 12 kilo 25 gram A4 plastik patlayıcı ile birlikte yakalandı.
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, militanların 1 Mayıs'ta eylem yapacaklarına yönelik bilgilerin gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Geçtiğimiz aylarda düzenlenen terör ekiplerinin düzenlediği operasyonda yakalanan bir militan, Emniyet'teki ifadesinde, Kandil Dağı'nda beraber eğitim aldığı Ahmet Koç'un eylem yapmak üzere İstanbul'a geleceğini söyledi. Alınan bilgi üzerine Milli İstihbarat Teşkilatı(MİT), İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlükleri koordineli çalışma başlattı. Yürütülen istihbarat çalışmasında Ahmet Koç'un aldığı bomba eğitiminin ardından İstanbul'a geldiği belirlendi. Koç'un Küçükçekmece'de kaldığı hücre evine 24 Nisan 2006 günü sabah erken saatlerde operasyon düzenlendi. Polis, Ahmet Koç, Abdullah Çolak, Kasım Kılıç ve Kadir Karagöz'ü yakaladı. Evde yapılan aramada 12 kilo 25 gram A4 plastik patlayıcı, 6 adet elektrikli fünye, 2 adet cep telefonu ve patlayıcı madde düzeneğinde kullanılacak malzemeler, örgütsel doküman ve şifreler, bin 205 ABD Dolar'ı ve 1 adet sahte nüfus cüzdanı ele geçirildi. Ahmet Koç Emniyet'te ifade vermeyi reddederken, Kılıç, Çolak ve Karagöz'ün Koç'a yardım ve yataklık yaptıkları tespit edildi. Koç'un önümüzdeki günlerde turistik ve ekonomik bir hedefe yönelik eylem yapacağı belirlenirken Koç'un iki ay önce İstanbul'a geldiği tespit edildi. Bombanın da bir süre önce İstanbul'a gelen bir militan tarafından Koç'a teslim edildiği tespit edildi. 4 kişi, Emniyet'teki sorgularının ardından İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edildi.
Cerrah yalanladı
Operasyonla ilgili açıklamayı İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Emniyet Müdür Yardımcısı Hakan Aydın Türkeli ve Terörle Mücadele Şube Müdürü Selim Kutkan ile birlikte yaptı. Cerrah, operasyonda yakalanan 4 kişinin 1 Mayıs'ta eylem yapacağı şeklinde bazı basın organlarında çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirterek, yakalanan kişilerin
sorguları sonucu böyle bir hedefleri olmadığını tespit ettiklerini söyledi. Ancak Cerrah, militanların İstanbul'da eylem yapmak amacıyla patlayıcı madde getirdiklerinin belirlendiğini kaydetti. Olayların çözümlenmesinde kamera sisteminin önemini vurgulayan Cerrah,"Alışveriş merkezlerini çalıştıranların işyerlerine kamera sistemi yerleştirmelerini, özel güvenlik teşkilatlarını süratle kurmalarını, küçük iş merkezlerinin dükkanlarının önlerine yerleştirecekleri kameralar ile bize yardımcı olmalarını istiyoruz. Halkımız, apartmanına, sokağına, mahallesine sahip çıksın, şüphelendikleri kişileri polise bildirsin" diye konuştu. Cerrah, bir basın mensubunun "hedeflerinde alışveriş merkezi mi vardı ?" şeklindeki sorusu üzerine de, "Eylemlerinin hedef yerlerini arkadaşlarımız biliyor. Ona göre de tedbirlerimizi alıyoruz. Alışveriş merkezi var demedim. Ama geçmişte yaşadığımız eylemler var. Onların çözülmesinde sıkıntı çektik. Bu yerlerde yeterli kamera sistemi olsa idi, çok kısa sürede çözümlenirdi" diye konuştu. Cerrah, Avrupa'da kamera sisteminin çok yaygın olduğunu, bunun en bariz örneğini de Londra'daki patlamalar sırasında gördüklerini de kaydetti.

1 Mayıs'ta 6 bini aşkın polis görev yapacak İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, 1 Mayıs ile ilgili gerekli tedbirlerin alındığını belirterek, "Kutlamaların Kadıköy, Kartal rıhtım ve Beyoğlu eski Tüyap mevkiinde basın açıklaması şeklinde yapılacak. 5 binin üzerinde polis görev yapacak. İzinleri kaldırdık. 12-12 çalışıyoruz. Ayrıca 1 Mayıs günü görevden çıkacak arkadaşlarımız da beklemeye devam edecekler. Tamamını sayacak olursak 6 binden fazla polisimiz görev alacak'' dedi. İstanbul polisi olarak kutlamaların kanuna uygun olarak yapılmasını arzu ettiklerini belirten Cerrah, kanunsuz kutlamaya da müsaade edilmeyeceğini söyledi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Nisan 2006       Mesaj #70
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ab Terörle Mücadele Kanunu Tasarısı'nın 6. maddesinde yer alan "etkin pişmanlık" fıkrası TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu'ndaki görüşmelere de damgasını vurdu.
Bugünkü toplantıya katılan Milli Savunma Bakanlığı Temsilcisi Hakim Albay İsmail Hakkı Dirik, terörle mücadelenin sağlıklı yürütülmesine engel olacağı gerekçesiyle söz konusu fıkranın metinden çıkarılmasını istedi. Toplantıdan sonra gazetecilerin sorularını cevaplandıran Albay Dirik, etkin pişmanlığın bakanlıkların uzlaştığı metinde bulunmadığını, tasarıya sonradan eklendiğini açıkladı. Dirik, "Bizim ve Jandarma'nın böyle bir talebi olmadı. Biz bunu istemedik." dedi.
Komisyonun CHP'li üyeleri, düzenlemenin bölücü başına af imkanı getirdiğini seslendirdi. CHP'li Onur Öymen, bu konunun tartışılmasının Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne karşı zor durumda bırakacağını belirtti. Öymen, "Böyle bir düzenlemeye ne gerek vardı. Terörle Mücadele Kanunu, güvenlik güçlerine imkan sağlamak için çıkarılıyor. Teröristlere af imkanının burada ne işi var? Yasanın çıkarılış amacıyla çelişiyor." görüşünü dile getirdi. İddialara cevap veren Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü Niyazi Güney, etkin pişmanlık düzenlemesinin halen yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu'nun 220 ve 221'inci maddelerinde uygulandığını ve oradan uyarlama yaptıklarını söyledi. Abdullah Öcalan'ın etkin pişmanlıktan yararlanmasının mümkün olmadığını vurgulayan Güney, düzenlemenin sadece örgüt kurmak, yönetmek ve üye olmak şartlarını taşıyanlara uygulanacağını kaydetti. Niyazi Güney, Öcalan'ın başka suçlardan ceza aldığını belirterek, "Bu adam sadece terörist değil. Vatana ihanet edip ceza almış, bu düzenlemeden yararlanması mümkün değil. Hiçbir şekilde af tehlikesi varit değildir." ifadelerini kullandı. Güney, milletvekillerinin talep etmesi halinde netlik kazandırmak amacıyla tasarıya, "Bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonraki suçları kapsar" biçiminde bir ekleme yapabileceklerini bildirdi. Tali komisyon olarak tasarıyı görüşen AB Uyum Komisyonu, alt komisyon oluşturarak düzenlemenin olgunlaştırılmasına karar verdi. Tasarı önümüzdeki hafta esas komisyon olarak Adalet Komisyonu'nda görüşülecek.

Benzer Konular

28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
20 Ekim 2015 / Jumong Genel Mesajlar
24 Ekim 2008 / CrasHofCinneT Bilgisayar
18 Kasım 2010 / ThinkerBeLL X-Sözlük
21 Şubat 2010 / ThinkerBeLL Bilim ww