Arama

Hayata Dair - Sayfa 83

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 269.061 Cevap: 1.657
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
17 Temmuz 2007       Mesaj #821
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Şerefle bitirilmesi gereken en önemli ve en ağır vazife hayattır bence. İnsanın iznine tabi tutulmaksızın ona bahşedilen bu cevher, acaba kaç kişinin elinde iyi bir sonla bitmiştir? Bu küçücük şeylerden oluşan demet, kaç kişiyi kokladığında mesut, bahtiyar etmiştir? Silgi kullanmadan resim çizme, kalem kullanmadan yazı yazma sanatını kaç kişi, hakkı ile icra edebilmiştir? Ve kaç kişi, özüne ve verdiği sözüne uygun olarak kanatlanmıştır ukbaya?...

Sponsorlu Bağlantılar
Zamanın ve zeminin kayganlaşıp ayakta durmanın gerçekten güçleştiği zamanımızda, hayatını iyi anılarla doldurmuş, merdivenin basamaklarından çıkarken karşılaştıkları insanlara, inerken de karşılaşacağını düşünerek iyi davranmış, onu bir hikaye olarak değerlendirip, uzun olmasından ziyade, iyi ve doğru olması için çırpınmış, herkes hayatın kısalığından şikayet ederken, her anını ilmek ilmek işlemiş, gergef gergef dokumuş, “nimetlerine” kavuşunca fazla sevinmemiş, “mihnetlerine” tutulunca da fazla müteessir olmamış, insana emanet olarak verilen bu değere ihanet etmemiş, mücadelesiz geçen kişilerin hayatının, tabutun tahtası çürümeden esamesinin okunmadığının farkına varmış insanları, iyi örnekler olarak, bulup ortaya çıkarmak, “idol” olarak sunmak herkesin görevi olmalı değil midir?

Aslında değer verilmesi gerekenler varken; değer, başkalarının elinde oyuncak olmuştur. Hayal edilen, özenilen, yakalayabilmek adına canlar feda edilenler, gerçek anlamda olması gerekenler olsaydı; toplum olarak maruz kaldığımız hastalıkların tedavisini de aramayacaktık. Utanmak, saygılı davranmak, kalp kırmamak, herkesi sevmek, özür dilemek, kötü alışkanlıklara bulaşmamış olmak gibi önemli insanların yapabileceği meziyetler, bir bakıyorsunuz, kendilerini toplum mühendisi yerine koymuş ucubeler tarafından alaya alınıyor, küçümseniyor, insanlara olumsuz örnekler olarak sunuluyor. Baş tacı olarak bakılması gerekenler; ayaklar altına alınıyor. Bu ülkenin güzide insanları zenci muamelesine tabi tutuluyor.

Hayatı kaybetmekten daha acı olan; yaşamanın, anlamını kaybetmesi değil midir? Hepimiz daha iyi, mutlu, kalkınmış, çağdaş olarak yaşamak istiyorsak, içimizdeki veya içimize sokulmak istenen kötü düşünceleri yıkmamız gerekmektedir. Bizi tüm renklerimizle, tüm desenlerimizle, tüm değerlerimizle, tüm fikirlerimizle tarihin çöp sepetine atmak isteyenlerin oyunlarını daha ne zaman fark edeceğiz? Evlerimize kadar girmiş olan iletişim araçlarından bize uygun olanlarını seçip, uygun olmayanlarını protesto etmeyi ne zaman öğreneceğiz? Ve kendimizi çağın kilometrelerce önüne taşıyabilecek ilimlerimizi ne zaman çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden öğreneceğiz ve bunu en öncelikli görev olarak bileceğiz? Paranın köleliğine isyan edip, özgürlük bayrağını en önde taşımak için ne zaman yarışacağız? Kurtarıcı beklemenin ham hayal olduğunu, hepimizin ancak birleşerek kurtulabileceğini ne zaman fark edeceğiz? “Birlik her kuvvetin üstünde bir kuvvettir.”, deyip ayrılık ve aykırılık tohumları serpmeye çalışanları ne zaman boğacağız? Geçmişte görüldüğü gibi sömürmeden, ezmeden, yağmalamadan tarih yazmaya aday bir toplum ne zaman olacağız?

Ey yolcu?.. Artık pineklemekten, atalet göstermekten, korkaklıktan, cahillikten kurtulmanın zamanı geçmiyor mu sence? Daha hangi zamanı bekliyorsun? Senin asıl vazifen tüm dünyayı bir gül bahçesine çevirmek değil miydi? Hayatım bitti bitmek üzere; artık: “Çocuklarım yapar.” düşüncesini derhal terk et! Bir eline sevgi, bir eline kardeşlik kılavuzunu al. Emin ol, senin önünde dünyanın en kesif zinde ve derin güçleri bile duramayacaktır.

Aldığımız her nefesin ne kadar önemli olduğu düşünerek attığımız her adım, bize hayatın ne kadar anlamlı oluğunu hissettirecek; ölümden sonraki hayatın inşasını, en ince teferruatına kadar yaptıracak, geçen zamanı sevgiliyle buluşma anı olarak kabul edip bir an önce bitmesi için dualar ettirecektir. Her seste, her nefeste, her renkte, her adımda, her harekette hayatın aktif öznesi olacak olanlar, davranışları ve yaşayışları hayretler içinde gözlenenlerdir. Onlar, hayatı yeniden anlamlandırma gibi ağır bir sorumluluğun altına hiç çekinmeden giren, alnından öpülesi yiğitlerdir...

Yazar Kazancakis, bir ihtiyara: “Neye bakıyorsun?” diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu cevabı verir:

- Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma.

“Hayat bir ağaç gölgesinde bir saatlik uyku gibidir.” hala ne duruyorsun, bak seni bekleyenler var... İpek Tanrıöver...

My Love For You - avatarı
My Love For You
Ziyaretçi
21 Temmuz 2007       Mesaj #822
My Love For You - avatarı
Ziyaretçi
Yaşam zorlukları
Ne den insanlar sahip oldukları değilde
Sponsorlu Bağlantılar
Sahip olmadıkları veya sahip olamayacakları şeyler
Arkasında koşarlar veya hazırkı elindekilerle
Yetinip şükür (dua) etmezler
Neden sizce neden sadece siz değil
Ben ve diğer insanlarada düşünebilen
Varlıklar değimli zamnında her şey giden
Neden insan oğlu sağlıklıyken gülen
Ama hastalanınca geberen
Aklı o zaman başına gelen varlık
Hayat bu insan mutluyken sağlıklıyken
Veya parası pulu derdi devası yerindeyken
Geride kalan lara düşene bile bakmaz
Hazır kı kendi haline dua (şükür ) etmez
Ama her şey yanlış gidince
İyice çırpındıkça batan durumuna gelince nasılda
Dua ya sarılır rabbimizden sağlık diler
Nasıl ama biliyormusunuz hemde nasıl
İişşttee hayat bu insan oğlu her şeyi
Mutluyken değilde mutsuz olunca
Elinde varken değilde kaybedince
Hazırkıyle değilde dahada fazlasını isteme yolunda
Elindekinide kaybedince
Anlıyor kaybettiklerinin sağlıgın
Yaşamanın ve sahip olduklarının değerini
Neden peki hayata iki gözle bakıyorsunuz
isterseniz kapatın bir elinizle bir gözünüzü
birde öyle yaşayın
neden peki iki kulagınızla duymaya çalışıyorsunu
kapatın kulagınızı
neden iki elinizle tutmaya çalışıyorsunuz
bırakın bir kolunuzu
neden iki ayagınızla yürüyorsunuz
kaldırın bir ayagınızı
kaldırında bir de öyle yaşamaya çalışın
öyle bakın bu hayatın tadına tuzuna
sen orda yaşamında eksik siz yaşarken
belki başka yerlerde saydıklarımın
yarından çogu olan insnlarda vardır
o halleri yaşamaya çalışıyorlardır
belki sizin kadar mutlu değildirler ama
en azından hayata dört elle sarılıyor
ve sizin yapamadıklarınızı yapıyorlardır
işte böyleeeeeeee
tüm insanlıga gelenlere geçenlere
geçmeden gidenlere
sadece size değil kendim dahil tüm insanlara
duyrulur buyrulur aklında bulundurulur…!

MUSTAFA AYDIN

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
21 Temmuz 2007       Mesaj #823
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Bir küçük Nilüfer...


Eflatun renkli öylesine başını kaldırmış güneşe doğru, bütün heybeti ve kuvvetiyle duruyor.

Öbek olmuş yaprakların arasından sıyrılmış küçük nilüfer, narin güzelliğiyle süzülüyor, yeşil göl suyunun dinginliğinde.



Baktıkça hayranlığım daha çok artıyor küçük nilüfere. Yeşil bir göl suyunda, kalp şeklini andıran halleriyle yeşil yapraklar

arasından sıyrılmış bir küçük eflatun nilüfer. Güneş ışığı yansıdıkça üzerine gölün, daha parıldıyor nilüferin eflatuni rengi.


Göle yansımış silüetinde bile bir asalet var.



Baktıkça oturduğum yerden nilüfere hayranlığım artıyor. Nasılda gölden bağımsız görünüyor. Ama aslında kuvvetli köklerle

bağlı göle. Ve kökleri olmadan yaşayamaz. Hem istese de yaşayamaz ki! Ama bağımsız duruyor gölden. Sanki bir başına

istediği yerde yaşabilirmiş gibi. Oysa gölden başka yaşabileceği başka hiçbir yer yok!



Çevresi, tanıdıkları, dostları, akrabaları o gölde. Kuvvetli bir şekilde bağlı olduğu kökleri o gölde. Yaşaması için o gölün

suyuyla besleniyor. Gölün dibindeki çamurlarda kökleri. O gölün üzerindeki güneşten alıyor ışığı. Bulutlar izin verdiği

sürece yüzü güneşe dönük.



Bizlerde böyle değil miyiz? Bir küçük nilüfer gibi... Sanıyoruz ki bazen, istediğimiz an istediğimiz yere gidebilir, istediğimiz

şeyi yapabiliriz. Ama yapabildiklerimiz elimizin uzandığı yere kadar. Gidebileceğimiz yer belki de sadece hayallerimizle

sınırlı.

Ne köklerimizden kopup bambaşka bir dünyaya gidebiliriz ne de göründüğümüz gibi özgür olabiliriz.

Bir küçük nilüfer gibiyiz...Gölden bağımsız gibi görünsek de tamamen ayrılmaz köklere göle bağlıyız.
Aysel BAŞOL
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #824
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Otuz beşime bastım geçen hafta...
İlk yarı bitti: Hayat: 1 - Ben: 0!..
Ama belliydi böyle olacağı…
Nicedir başlamıştı belirtiler:
Yolda çocuklar "Amca şu topu atıversene" diye seslendiklerinde kuşkulanmıştım ilkin…
Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü,
Baktım; lise fotoğraflarım sararmış, sınıf arkadaşlarım yaşlanmış.
Eş dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş, seyahat ve aşk yerine...
Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum, içimdeki uçurtmanın ipini çekercesine...
Bizim zamanımızda diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde,
-Hayret daha dün değil miydi benimkisi?-
Yıllar yılı dudak büktüğüm "ölümden sonra hayat" masallarına kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye...
İple çektiğim Haziranlara sırt çevirmişim…
Yaşamın orta sahasına girmişim, irkilmişim...
Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan;
Biri, "Daha ne gördün ki" diyor yüzünde papatyalarla, “Asıl şimdi başlıyor hayat!... Bundan sonrası rahat! "
Lakin "Buydu görüp göreceğin" diye efkarlanıyor öteki... “İkinci yarı geçer hızla, yaşlanırsın zamanla”...
Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak "Sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler.
35'le çoktan tanış olanlarsa "Hayata hoş geldin" pankartlarıyla karşılamadalar...
İlk yarı sadece bir ısınmaymış meğer: Asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı, hayatın... kavganın... aşkın...
Bense şaşkın... devre arası bilançolarındayım.
Son dönemde kim bilir kaç kez eski anıları yaralı ele geçirdim, belleğimin derinliklerinde?..
Kim bilir kaç kez kendime yakalandım, kendimden kaçarken?..
Ve sustum vicdan sorgularında...
Aksisedamla bile dertleşmedim. Meğer ne yaman serüvenmiş hayat? Bazen yediveren gülleri gibi bereketli...
Sanki hayat değil, Körfez Krizi mübarek: Bir koyup, beş alıyorsun...
Yaşıyor, seviyor ve seviliyorsun... Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalık, şaşıp kalıyorsun...
Oysa -herkes bilmezden gelse de- skoru belli oyunun:
30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun, 40'larda anneni ve babanı... Ve 70'lerde kendini...
Şimdi devre arası, yolun yarısı...
Bugüne dek ancak tanıştık hayatla... Ben ona kendimi tanıttım, O bana kendini...
Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı...
Zaferlerim onlar benim, olgunluğumun yapıtaşları...
Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı...
Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım bile aşağı...
Dönmesin diye başım...
Ben istikballe arkadaşım...
Ne var ki her şey yarım...
Hayat da yarım, sevdalar da...
Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin...
İhanetlerin hesabı sorulmadı...
Nazım'ın dediği gibi, "Kopardım portakalı dalından ama, kabuğu soyulmadı, sevdalara doyulmadı..."
"Doydum diyen görmedim ki ben zaten..."
Lakin gel de zamana anlat bunu...
Sahi nedir bu telaş, bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin...
Baktım ikinci yarı kapıda... ve hayatın ceza sahası yakın...
Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını.
Acılar, sancılar bir çekmecede, sevdalar diğerinde...
Bir yerde hüzünler ve korkular, bir üstte sevinçler ve zaferler...
Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi,
Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını...
İlk yarı bilançom o benim: Yangında ilk kurtarılacak... Kazada ilk açılacak...
Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis koyacaklar halime...
"Çok mutlu olmuş, fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler
Ya da,
"Sebepsiz alçalmış... Bile bile vurmuş kendini dağlara!.."
Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin...
Kalanı benimle gelecek...
Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatalarımı...
Reyhanlar saklayacak sırlarımı...
Skoru bir tek Ege'nin suları bilecek...
Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir...
HAYAT: 0 - BEN: 1

Can DÜNDAR
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #825
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
ADA

Bir zamanlar, bütün duyguların
üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve
tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu,
duygulara haber verilmiş.
Bunun üzerine hepsi,
adayı terketmek için
sandallarını hazırlamışlar.
Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş.
Çünkü, mümkün olan en son ana
kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman,
Aşk, yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik,
çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.
Aşk,
"Zenginlik, beni de yanına alır mısın?"
diye sormuş.
Zenginlik,
"Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın
ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki
Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et!"
"Sana yardım edemem Aşk.
Sırılsıklamsın
ve yelkenlimi mahvedebilirsin."
diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış
ve Aşk, yardım istemiş:
"Üzüntü, seninle geleyim..."
"Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki,
yalnız kalmaya ihtiyacım var."

Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş
ama o kadar mutluymuş ki,
Aşk'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş:
"Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk o kadar şanslı ve
mutlu hissetmiş ki kendini
onu yanına alanın kim olduğunu
öğrenmeyi akıl edememiş.

Yeni bir kara parçasına vardıklarında,
Aşk'a yardım eden, yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu
farkeden Aşk, Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?"
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı?
Neden bana yardım etti ki?"
diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar
büyük olduğunu anlayabilir..." ÖZLEM YEKTA..

user online
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #826
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi bir çok küçük şeye bağlı olduğunu
hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yeni yılda düşünün!
Baharda hemen yayılın çimenlerin üzerine...
Acele edin, er veya geç; çimenler yayılacak üzerinize...

Can Dündar
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #827
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Düslerde geziniyor sanarken kendimi yanima biri teyze digeri yasli bi amca yaklasti .. Durup bei izlemisler epey, yüzüm bi gülüo bi asiliomus. Delirdigimi mi sandilar acaba? Sonra birden yanima yaklastilar ve

“Kimsin?
Kendinden bahsedermisin?
Tanit kendini..“
dediler.

Önce sustum.. Durup dururken neden soruyorlardi ki simdi bunu?

“Az hüzün, az hasret..
Biraz sevinc, az biraz umut..
Bazen siir, bazen türkü olurum..“
dedim.

“Gizemlisin yani?“
dediler.

Yine sustum.. Tanimadigim bu iki kisinin sordugu sorulara bi anlam veremiyordum ama cvp vermezsem saygisizlik olur die yanit verdim.

“Gizem bunun neresinde ki?“
dedim.

“Kendini gizemli, sir dolu tanitiyorsun..
Insanlari meraklandirmak hosuna gidiyor herhalde evladim.“
dediler.

Bi yandan da fisir fisir kendi aralarinda konusuyorlardi ama onlari duymam imkansizdi, ben yine düslerdeydim..

“Yoo..“
diyebildim sadece.. SlklLmlstlm bu sorulardan.. Sonra bana yanitim onlari tatmin etmemis gibi bi bakis firlattilar..

“Neden olmadigim gibi tanitayim kendimi? Neden öyle göstereyim ki? Ne Gececek elime?“

Sanirim biraz sert konustum diye pisman oldum onlari kirdim galiba diyerek. Ben böyle kendi kendimi yerken onlar tebessüm ederek;

“Bak yine gizemli konusuyorsun“
dediler.

Ben bu sefer dayanamadim güldüm..

“Gizem?
Sir?
Ne cagristiriyor kn bu kelimeler size?“
dedim.

Ben saskinlik icinde bu muhabbetin nereye gidecegini merak ederken, bu seferde onlar susmustu..

“Peki.. Kimsin?
Neyin nesisin?“
dediler meraklanmis gibi.

Tebessümle..
“Allahin yarattigi bi kulum iste..
Hayallerimin ve dogrularimin pesinden kosan..“
dedim.

“Dogrularin?
Hayallerin?“
dediler ne bunlar der gibi.

Güldüm ben yine..
"Size göre imkansiz, bana göreyse gerceklesecek hayaller..
Size göre yanlis olan, bana göre dogru olan Dogrularim..“
dedim ve gitmek üzere ayaga kalktim..

Oturduklari yerden bana dogru bakarak biraz yüksek sesle;
“Iyi diyorsun hos diyorsunda gitmeden ismini söyleseydin kizim..“
dediler.

Oldugum yerde kipirdamadan durdum bi süre..
Adimi unutmus gibi düsündüm ve neden Sonra,
"Ayse, Fatma,.. Ne fark ederki? Insan insandir, ismin ne önemi var?"
dedim.

“Önemi oldugundan Felan degil, hele söyle sen ismini.“
dediler.

Bi an durakladim, taniyormuydum ben yoksa bu iki tonten seker insani? Ama yok taniyor olsaydim hatirlardim bi yerlerden, hafizam bu kadar kötü olamazdi. Sonra hemen yanit verdim;

“Kor Rengine aldanma Gecenin
Günes dogarken gülümsüyordur
Bu vakit sen Düslerinde tatli bi Hüzün
Ben Bilge..
Bilge Hayattir bildigin Kalbe..“
dedim.

Sustular.. Bi vakit Sonra ikisi birden;
“Hayat bulacagin.. Hayati olacagin dogru (kisiyi) kalbi bulman dilegi Ile..“
dediler.

“Amin.. Sagolun, Cümlemiz buluruz bi gün elbet..“
Dedim ve Hayallerimin - dogrularimin - düslerimin pesinden Kosmaya devam ettim.. Usulca oradan ayrildim SABİHA MERTOĞLU...
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #828
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Kapı çalar...



Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz. Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. İçinizden "Bugün kahvaltıyı bahçede yapalım" diye geçirirsiniz.


Kapı çalar...


Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. "Artık canim sıkılmayacak " deyip keyiflenirsiniz. En çok merak ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız.


Kapı çalar...


Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir. Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer. "Yaşamak ne güzel" dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.


Kapı çalar...


Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz. "Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre." Bu küçük hadise neşelendiriverir ortalığı.


Kapı çalar...


Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. "Oğlum benim" diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı zaptedemezsiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...


Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...


Ve kapı çalmaz...


O gün en büyük misafiriniz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi, şaşırırsınız. "Niye haber vermedi?" diye içinizden geçirirken; "Doğduğundan beri zile basmaktayım" der.


Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez.


Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir...

Can Dündar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #829
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HAYATIN İÇİNDE GEZİNİRKEN UNUTTUKLARIMIZ

Yasamam gereken her şeyi yaşadım. Hani deriz ya şu anda ölsem gam yemem deriz ya.
Sonra birileri çıkar ne kadar kücükmüş hayllerin der sana...
Sevdiğin birini kendine benzetmeye kalkarsan eger, onun kendisi olmasından
korkuyoruz demektir bu.Kendimize benzeterek daha kolay basa cıkabilecegimizi düsündügümüz içindir belki..

Ruh ikizimizi ararız ya hep, her seferinde de yanılırız. Neden mi?
Kendimiz gibi birini ararız a ondan..Oysa hiç kimse kendimiz gibi değildir ki
yeryüzünde...

Zararlı bir seyi yapmak her zaman kötü değildir. Zira onu yapmadıgımızda, ondan cok daha kötü bir seyi yapıp yapmayacagımızı bilemeyiz ki....

İçine düştügü örumcek agında debelenen arı, kendisini kurtarmaya calışan iyi niyetli bir eli sokmaz ki...

Ne tuhaftır bu hayat. Yenilgilerimizin mimarlarını bizden daha zeki olanlarda ararız...

Oysa bizi yenenler, sabırlı, planlı, hayatın anlamını bilmeyen, sevmekten,
kaptırmaktan, herşeyden vazgecemeyen, dogrusu yanlışı birbirine girmiş kişilerdir...

Bu kişilerin aynalardan hep kaçarlar. Cünkü bakarsa maskelerini görürler.
Niye duvara toslamak istesinler ki...

Olan herşeyi koşulları içinde degerlendirirler...Sanki secenekleri yokmuşcasına,
feda ettirirler.Tercih ederler. Ta ki, Her sey olup bittikten yıllar sonra,
şimdiki aklım olsaydı bunu yapmazdım gibisinden hayıflana hayıflana
ömürlerini tamamlarlar...

Ne eşek inatcıdır, ne de kedi nankör. Aslında her iki canlının da dogasını tam bilmediğimiz için kendimiz uyduruyoruz bir çok seyi. İyi geliyor sanırım, secenegin olmayınca...

Yürüyerek gidebilecegimiz bir yere koşarak varmak bir sey kazandırmıyor
çogu zaman bize.

Önemli olan,

OLMAN GEREKEN YERDE TAM ZAMANINDA OLMANDIR....
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #830
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Dostluk, gereğince tanımlanamazlardandır ve ancak, yaşamakla anlaşılır.Bu yüzden dostluk, şiir gibi, aşk gibi anlatılmaz yaşanır.Dahası bir ucu şiire düşer dostluğun bir ucu aşka. Şiiri ve aşkı bilmeyen bilemez dostluğu, dost olmayınca da şiiri ve aşkı. Ucuz arkadaşlıkları dost olmak sananlar, kandan öte can kardeşliği olarak gelen dostlukları anlayamaz.
Okkalı bir yürek taşımayan, o yüreği her dem dağıtıp, toplamayan tadamaz onu.
Çünkü şiirin ve aşkın barınmadığı yerde dostluk barınmaz. Ne dini ne dili ne cinsi ne de kavmiyeti vardır dostluğun. Bir köprü gibi kurulur coğrafyalar arasına. Arzın bir ucunda yanan ateşte, yanar kavrulur öteki ucunda. Ayağa adım olur, dile söz olur, yaraya merhem, omuza dokunuş olur,Yeter iki eli kanda olsa. Dost, saklayandır, sırtlanandır, paylaşandır. Dostluk iki dünyayı tutan bir yemin, sonuna kadar sadakat,
Sonuna kadar kefillik ve şahitliktir. Dostluk gören ve gösteren bir aynadır.Her dostluk dilini kendi kurar, imtihanı ve icazeti kendindendir.Dostluk aynı yerde durmak değildir belki. Daha çok, aynı yöne bakmak, aynı yöne yönelmek ve yürümektir. Bazen yollar dost kılar insanı, bazen dostluklar yola koyar.Dostluk bir yoldur. Gerçek dost yarı yolda koymaz, Nasıl yarı yolda koymazsa gerçek aşklar. Dost istenilmez, olunur. Çünkü her kadının başka bir Leyla oluşu ve farklı bir okla vuruşu gibidir dostluk,Tarifesiz bir mektup gibi gelir. Dostluk belli bir mahremiyetin eritilip aynı kaba dökülmesiyle oluşan,
Ortak bir mahremiyettir. Her mahremiyet gibi dostluk da soruların, kelimelerin ve sözlerin bittiği yerdir, Şiir gibi, aşk gibi.... GÜLCAN ATAKAN..

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri