Arama

Hayata Dair - Sayfa 84

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 269.187 Cevap: 1.657
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #831
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hayatla röportaj yaptığımı gördüm rüyamda.

Sponsorlu Bağlantılar
"Benimle röportaj mı yapmak istiyorsun?" diye sordu Hayat.

"Zamanın var mı?" diye sordum.

Gülümsedi.

"Benim zamanım Sonsuzluk" dedi Hayat. "Ne sorular var yüreğinde?"

"İnsanlarla ilgili en çok neye şaşıyorsun?" diye sordum.

Hayat yanıt verdi.

"Çocukluktan sıkılıp büyümek için acele ediyorlar, sonra yine çocuk olmanın özlemini duyuyorlar. Para kazanmak için sağlıklarını kaybediyorlar, sonra sağlıklarını kazanmak için paralarını kaybediyorlar. Gelecekle ilgili edişelenmaekten şimdiyi unutuyorlar. Sonra da ne şimdiyi ne geleceği yaşayabiliyorlar. Deneyim iyi bir öğretmendir diyorlar ama deneyimin faturasını ödemek istemiyorlar. Hayatlarını kazanmak için eğitim alıyorlar ama yaşam ustası olmayı bilmiyorlar. Bu nedenle de, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar, hiç yaşamamış gibi ölüyorlar."

Hayat elimi tuttu. Bir süre sessiz kaldık.Derin bir nefes aldım. Ona, insanların neleri öğrenmelerini istediğini sordum.

Hayat yanıtladı.

"Hiç kimseyi seni sevmeye zorlayamayacağını, yapabileceğin tek şeyin seni sevmelerine izin vermelerini isterdim. Affetmenin affederek öğrenilebileceğini öğrenmelerini isterdim. Başkalarıyla kendilerini kıyaslamamayı öğrenmelerini isterdim. İki insanın aynı şeye bakıp farklı şeyleri görebileceğini öğrenmelerini isterdim."

"Zengin insanın en çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyaç duyan insan olduğunu öğrenmelerini isterdim. Bir sevecen yüreği derinden yaralamanın bir anda olduğunu; ama iyileştirmenin çok uzun sürdüğünü öğrenmelerini isterdim. Seni seven insanların duygularınmı nasıl ifade edebileceklerini bilmedikleri için seni sevmediklerini sanmak yerine onların sevgisini hissetmeyi öğrenmelerini isterdim."

Hayat derin bir nefes verdi. Hayatın nefesi kelimelere dönüştü.

"Söylediklerimi yüreğine kaydet" dedi. Söylediği cümleyi yüreğime kaydettim.

"Başkalarını affetmek yeterli değil, kendini de affetmeyi öğren".

Yüreğim kuş gibi hafiflemişti.

"Son bir soru daha, Hayat" dedim. "Benden ne istiyorsun?"

Bütün odayı beyaz bir ışık kapladı ve Hayat yanıtladı.

"Senin kendin olmanı istiyorum, yoksa başkası olurdun. Sana bugün ihtiyacım olduğunu bil, yoksa bugün benimle olmazdın. Kendi eşsizliğini ve biricikliğini bil; çünkü ben kendimi tekrar etmeyecek kadar yaratıcı ve zenginim. ve gerçekten tek değerli olanım. Değerimi bil."

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #832
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
kimbilir
ne öyküler yazıldı sana dair,
Sponsorlu Bağlantılar
yüreğin laflaması gibi
kalemden dökülen..
kırmızıya bulandı bazen
kalem ucu,
alev alev akan nehir oldun..
kimi zaman içli bir şarkı..
yetmedi...söyleminle
iç acıtan şiir oldun...
içine işlendin gönüllerin...
yarı dua, yarı beddua oldun dillerde...

baharda ayrı yeşerdin,
doğayla bir olup
yüreğin içinde açtın..
bol çicekli bir tasvirin oldu
gizli gizli büyürken,
tohumların yayıldı her yere..
ertesi bahar yeniden açsın diye
üşenmeden yaralı yüreklerde...

yazları gürültücü bir
akşam gibiydin yalnızlık,
inadına sana isyan eden,
sahte kalabalıkların
ay'la buluştuğu
o koyu mavi geceler içinde...
beklerdin elinde
kırmızı bir şarap kadehiyle
sadık sevgililer gibi...
yüzünde anlayışlı bir ifadeyle...
dudaklarında tanımsız bir tebessümle...
kollarına düşeceğini bile bile...

büyüdükçe insanlar
algılanışın değişti
kimi zaman bir kurtuluş oldun
yara almış, sızlayan yüreklere,
kimi zaman bir kaçış
dinlenme vaadiyle kandırdığın
yorgun düşmüş yüreklere...

üstlerine kokun sindi
sana bulaşmışların..
yüzlerine bakınca anlaşıldı
sana düştüğü
yalnızca insanın... BURCU OCAK..

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
24 Temmuz 2007       Mesaj #833
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
yasamin en tatsiz tarafi sona eris seklidir. suphesiz ki yasami tersten yasamak daha guzel hatta mukemmel olurdu. nasil mi ?




cami'de uyaniyorsunuz. bir tahta sandik icersinde, herkes karsinizda saf durmus, iyiliginize dua ediyor ve tum haklar helal edilmis vaziyette. tabuttan dogruluyorsunuz, yasli, olgun ve agirbasli olarak.


herkes etrafinizda, buyuk bir itibar, iltifatlar, cocuklar torunlar hepsi hazir. arabaniza kurulup evinize gidiyorsunuz. dogar dogmaz devlet size maas bagliyor, aylik veya uc ayda bir maasinizi aliyorsunuz. ne guzel, hazir maas, hazir ev...


altmisli yaslara kadar hersey garanti, huzur icinde yasiyorsunuz. sagliginiz gittikce duzeliyor kaslar gucleniyor, kuvvetleniyorsunuz.


bir gun calismak istiyorsunuz ve ise ilk basladiginiz gun size hosgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altin kol saati veriyor patronunuz.. ve genel mudurluk veya bunun gibi yuksek bir makamdan tecrubeli bir insan olarak ise basliyorsunuz. herkes karsinizda elpence divan.


vucudunuzda da bazi hosa giden hareketler de basliyor gittikce zayifliyor forma giriyorsunuz diger hormonal aktiviteler artiyor, fevkalade...


aman ne guzel gunler basliyor...


derken birgun patron size artik universiteye gitsen daha iyi olur diyor. bu arada babaniz ortaya cikmis, "fazla calistin" diyor "artik eve don, isi birak, okumaya basla, harciligin benden olsun..." keyfe bakar misiniz ?


okudugunuz dersler gittikce kolaylasiyor ekmek elden su golden bir donem basliyor. partiler, diskotekler, kizlarin sayisi artiyor.


derken anne ve babaniz sizi goturup getirmeye basliyor, araba kullanma derdi de yok artik...


Gunun birinde sizi okuldan da aliyorlar, "evde otur, keyfine bak, oyuncalaklarinla oyna" diyorlar... mamaniz agziniza veriliyor, zaman zaman altinizi bile temizliyorlar, hatta bu durum aliskanlik yaratiyor ve hic tuvalet kullanmamaya basliyorsunuz.


derken anneniz bir gun size sut verme kararini aliyor ve baska bir keyifli donem basliyor. mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazir. bir gun karanlik ilik ve sicak bir ortama giriyorsunuz. beslenmek icin agzinizi acmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor

sicacik yumusacik gurultu ve patirsiz bir ortamda yasiyorsunuz. kuculuyor, kuculuyor, ufacik bir hucre halini aliyorsunuz. ve gunun birinde muthis keyifli bir sevismeyle hayatiniz bitiyor...
Son düzenleyen _PaPiLLoN_; 24 Temmuz 2007 19:33 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
24 Temmuz 2007       Mesaj #834
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Yorgunluğunuz, durgunluğunuz, bitkinlik, halsizlik ve isteksizliğinizin, uyku bölünmeleri, çarpıntılar yürek sıkışmalarınızın, sırt-bel-boyun-göğüs ağrılarının, kaşıntı ve egzamalarınızın kaynağını ruhsal elektriğinizdeki kontak atmalarında aramalısınız."

Vücudunuz yetenekli bir enerji dönüşüm merkezidir. Taşıdığınız trilyonlarca hücre, besinlerle aldığınız gücü enerjiye çevirebilen organcıklarla donatılmıştır. Yiyecek ve içeceklerle aldığınız gücü kullanılabilir enerjiye çeviren süreçler, müthiş bir düzen içinde tıkır tıkır işler.

Bu süreçleri etkileyen pek çok faktör var. Yaşınız, cinsiyetiniz, hormonal metabolik yetenekleriniz, genetik mirasınız ve kişisel sağlık hikayeniz bunlardan bazılarıdır.

HAYAT bir enerjidir. İhtiyacı olan enerjiyi beden ve ruhun o müthiş işbirliğinden alır.

Yürümek, koşmak, konuşmak, duymak, uyumak, gülmek, kızmak, yazmak gibi hayata ilişkin pek çok şey bu enerjiyi kullanır.

Ne vücudunuzun bol bol enerji üretmesi, ne de kalorileri yüklenmesi kendinizi canlı ve güçlü hissetmenize yetmez. 'Enerji' ve 'canlılık hissi' arasındaki ilişkiyi sadece kaloriler belirlemez.

Canlılık hissinde, biraz ruh sağlığının ve biraz da duygusallığın yeri olması gerekir.

COŞKUYA ÖNEM VERİN

Enerjik ve canlı kalmayı, eskilerin deyişi ile 'taş gibi olmayı' istiyorsanız, hayatın gücünü sadece yediklerinizde, içtiklerinizde aramayın. 'Hayat çorbası'nın içine birer tutam huzur, coşku, sevinç ve birer parmak keyif, heyecan ve ümit katmaya bakın!

Hayat enerjisinin sadece yedikleriniz, içtiklerinizde gizli olmadığının farkına varmalısınız. Sağlığın 'bedensel ve ruhsal tam bir iyilik hali' olduğunu unutmayıp fiziksel metabolik süreçlere takılıp kalmamalısınız.

Yorgunluğunuz, durgunluğunuz, bitkinlik, halsizlik ve isteksizliğinizin, uyku bölünmeleri, çarpıntılar yürek sıkışmalarınızın, sırt-bel-boyun-göğüs ağrılarının, kaşıntı ve egzamalarınızın kaynağını ruhsal elektriğinizdeki kontak atmalarında aramalısınız. Saydığımız bu ve benzeri sorunlar, çoğu kez bedenden kaynaklanmıyor.

Biraz korku, endişe, üzüntü veya güvensizlik dolu olan tabancayı bir anda patlatıyor.

Eğer ruhsal enerji üretiminizin yeterli olmasını istiyorsanız şu önerileri bir kenara not alabilirsiniz.

ACELECİ OLMAYIN

Yavaşlayın. Sağlıklı bir ruh, bedeni ile yan yana yürüyen, ona gecede gündüzde, korkuda sevgide, tasada, endişede eşlik edendir.

Ruhunuzu bedeninizden ayırmayın, onu koşturup yormayın.

İşe 'yavaşlayarak başlayın'.

Ruhunuzu hayatın doğal hızına, olağan ritmine bırakın. Yemenizi içmenizi, aşık olup sevmenizi, yürümenizi, düşüncelerinizi, mümkün olduğu kadar yavaşlatın.

Acele etmek için çok da acele davranmayın.

Beden ve ruhunuza baş başa kalmaları, konuşup anlaşmaları için zaman bırakın.

Daha yavaş yemeye, dinlenmeye, uyumaya, zamanı uzatıp daha fazla yaşamaya, hayatı daha çok paylaşmaya bakın.

Eğer hayata daha çok değmek, huzur, keşif, neşe eklemek, hayatı geçmemek istiyorsanız birinci adımın hep aynı olduğunu unutmayın.

İşe yavaşlayarak başlayın.

DİRENÇLİ OLUN

Size daha çok sağlık veren şeyin yalnızca pasta, börek, hamburger ve kurabiyelere gösterdiğiniz direnç olduğunu sanmayın.

Kaliteli ve formda bir hayat istiyorsanız direnmeniz gereken çok şey var:

Karamsarlık, korku, endişe, panik, hiddet, kızgınlık, kabalık, kin ve nefreti hayatınıza sokmayın.

KIZIP SİNİRLENMEYİN

Kızmayın, sinirlenmeyin. Her şey, her zaman daha önce hesaplanan, ölçülüp biçilenden farklı boyutlar kazanabilir.

Çevrenizde sizi üzen, bunaltan şeyler bazen yoğunlaşabilir.

Bunları 'çevresel kirlenme' gibi algılayın.

'Huzurlu olmak, içe dönük yaşamda daha önceden örgütlü olmaktır. Kafa karışıklığı, güçlük, çatışma ve karşıtlıklar hep olacaktır.

Marifet, bu durumlarda da sinirlenmemek, kızmamaktır.

İç sükuneti, olabildiğince korumaktır' diyor Vincent Peale. Huzur ve sükunetin ürettiği enerji, temiz ve organik bir enerjidir.

Kızgınlık, öfke, nefret gibi zararlı katkıları ihtiva etmez.

DAHA ÇOK SEVİN

Daha çok hayat enerjisi üretmenin en kolay yolu daha çok sevmektir.

“ Sınırsız, karşılıksız sevmektir “.

Sevgi oktanı en yüksek, fiyatı en ucuz yakıttır.

Bagajınıza daha çok sevgi yükleyin.

BAZEN BOYUN EĞİN

Kabul edin! Gerektiğinde direnmelisiniz. Ama uzun süreli dirençlerin, beyhude karşı gelmelerin, uzamış streslerin adrenalin, kortizon ve ensülin gibi fazlası can yakan hormonları artırdığını bilmelisiniz.

Biraz şans, kader, kısmet ve biraz da ilahi takdir hayatın içinde mutlaka yer almalıdır.

Böyle durumlarda Nehru'dan yararlanın:

'Hayat iskambil oyununa benzer. Elinize gelen kartlar gerçekliği temsil eder.

O kartlarla oyunu nasıl oynadığınız ise özgür iradenizi...'

Elinize iyi kartlar gelmediğinde, mevcut kartlarla yetinin. Bekleyin, kabul edin,

'Bu da geçer' deyin.

Hayat sonsuz bir enerjidir. Bu enerjiyi sürekli olarak üretmek, üretirken tükenmemek, tüketmemektir.

Kirletmemek ve iyi yönetmek gerekiyor. Marifet hayatı uzatmakta değil, hayatı mutlu kılmakta, ona yeni ve farklı hayatlar ekleyip ritmini ve hızını bozmamaktır.

Sevgili Can Dündar çok haklıdır!

İnsanlar şişirilen kasları, silinen kırışıklıkları ile genç kalmıyor.

Genç kalmak, yaşadığıyla övünebilmek, istediğinde başını alıp gidebilmek, istediğinde kaldığı yerden ya da sil baştan başlayabilmektir.

Hayata taraf olmaktır.

Hayatı ıskalamamaktır.

Hayatın içinde kalmaktır.

Hayata her yaşta ve her sabah yeniden başlamaktır...

OSMAN MÜFTÜOĞLU..
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
25 Temmuz 2007       Mesaj #835
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Hayat skor tabelası tutmak değildir.
Kaç arkadaşınız olduğu ya da kaçının sizi arkadaş kabul ettiği değildir.
Bu hafta sonu için planlarınızın olması değildir.
Hafta sonunda yalnız olmanız da değildir.
Şu sıralar sevgiliniz olması değildir.
Geçmişte sevgiliniz olması ya da hayatınıza kaç sevgili girdiği de değildir.
Bugüne kadar hiç sevgilinizin olmaması da değildir.
Sizi kimin öptüğü değildir.
Aileniz ya da onların serveti değildir.
Hangi okula gittiğiniz değildir.
Ne kadar güzel ya da ne kadar çirkin olduğunuz değildir,
giydikleriniz, ayakkabılarınız değildir.
Ne çeşit müzik dinlediğiniz değildir .
Okul notlarınız değildir.
Ne kadar akıllı olduğunuz değildir.
Herkesin size verdiği akıl notu hiç değildir.
Hayat standart testlerle tanımlanan kişiliğiniz de değildir.
Hayat bir kağıda dökülmüş hayat hikâyeniz ve bu hayat hikâyesini
kimin kabul ettiği de değildir.

Ama hayat ;
Kimi sevdiğiniz, kimi incittiğinizdir.
Kimi mutlu, kimi mutsuz ettiğinizdir.
Sizin olanları koruyabilme ya da mahvedebilmenizdir.
Dostluklarınızdır.
Neyi söylediğiniz ve neyi kastettiğinizdir.
Hangi önemli hüküm ve kararları verdiğiniz ve de niçin verdiğinizdir.
İçinizde sevgiyi taşımak, büyütmek ve dağıtmaktır.
Ama en önemlisi, yalnız başına asla gerçekleştiremeyeceğiniz bir şeyi yapmak, hayatınızı, başka insanların kalbine dokundurabilmektir.

Başkalarının kalplerini etkileyecek yolu ancak siz seçersiniz.

Ve hayat bu seçimlerdir zaten.

Hayat silgi kullanmadan resim çizme sanatıdır.

Ve insanlar böyle büyürler... Unutmayın;

Hayata kendimizden ne katarsak, hayattan da onu alırız.
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
25 Temmuz 2007       Mesaj #836
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Kaç bahardir planliyorsun
çiçekli, rüzgarda açilan
etekli bir elbise giymeyi?
Artik ne olursa olsun
bu bahar
esintili biri olmayi.
Tüy gibi hafif, oradan oraya uçusmayi...

Nasilmis, nedenmis meselesini bir mevsimlik tatil edip sokaga çiçek gibi dökülmeyi...

Bilmiyorum, ama senin aklinda
"fena" bir sey var gibi geldi bana.
Bu bahar göster bakalim numarani!
Kaç bahardir planliyorsun
-bu sefer kesinlikle-
erken bir bahar tatiline çikmayi?

Hiçbir seyin sana ait olmadigi,
sabun kokulu bir pansiyon odasinda
biraz kendine bakmayi.
Pansiyondan çikip kimseyle konusmadan,
her seyi ceplerine doldurmus olaraktan,
gün boyu serseri gibi dolanmayi...

Siyah - beyaz bir filmin basrol oyuncusu gibi
uzaklara dalip kahramanca kararlarin sigarasini yakmayi...

Bilmiyorum, ama sanki bu bahar
mühim kararlar verecekmisiz gibi geldi bana.
Sanki bu bahar seçeceksin yolunu.
Peki bahar vakti seçilen yoldan hayir gelir mi?
Ama zaten hayir getirecek yollar
hiç senin gibiler için degildi ki!

Söyle bakayim sen, kaç bahar geçirdin
topraga bulanmadan?
Söyle çok eskidenki gibi çamurdan köfteler,
topraktan pastalar yapmadan.

Sirf yeni bitmis otlar pembe topuklarini gidikladi diye
tek basina gülümsemeden.
Söyle bakayim kaç bahar?

Elini çenene dayayip,
adini bile unutana kadar,
gidip gelen karincalara bakasin var senin.
Senin kendine bakasin var bu bahar,
yaz sicagi bastirmadan.

Biz de biraz anliyorsak bu islerden
-her nev'i serserilikten ve
ihtiyatsiz ömürler bilgisinden- biraz olsun yani,
bu bahari kendine ayir derim.

Bilmiyorum ama kafanin içinin
bir bahar temizligine ihtiyaci var gibi geldi bana.

Iyi olmaz miydi yani, açip basimizi,
çikarsak beynimizi,
yikasak bakir legenlerde.
Sabun tozlariyla, çitileye çitileye.
Söyle fosurdata fosurdata.

Bilmiyorum ama senin ihtiyacin var gibi geldi bana,
bu bahara.
Biraz kendine bakmaya...

SAMET KAYA
Tiglon - avatarı
Tiglon
Ziyaretçi
28 Temmuz 2007       Mesaj #837
Tiglon - avatarı
Ziyaretçi
hayat.devam.ediyor...

Hayat devam ediyor hiç durmadan
Güldürüyor yada ağlatıyor kader aldırmıyor
Aldırmadan geçiyor zaman bitmek nedir bilmeden
Bilmiyor hiçç bir göz ihanet etmeden bakmayı
Yalanlar karışıyor sözlere en güzel aşklar
zehir dolduruyor yüreklere
Bahar güldüremiyor yüzleri genç yaşlarda
bükülüyor boyunlar
Hayat devam ediyor acı sarsada dört bir yanını
Hayat devam ediyor sevdiğim kız olsa da *****
Hayat devam ediyor
En kötü ihtimallere karşı gözlerimde bir umut
yılmadan karşı koyuyor anlamsızca olup biten
olaylara
Anlamsızsın anlamsızca yaptığın ihanet gibi
Hayallerime kattığım umutlarım değilsin artık
Hiç var olmamaış gibi yoksun
Hayat devam ediyor bende takılmışım peşine
herşeye rağmen...
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
28 Temmuz 2007       Mesaj #838
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Zordur köprüleri yakmak... Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir ya*rın heyecanının kanadına tutunarak havalan*mak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü ço*cuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür.

Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağ*rur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyet*lenmesi... Bugüne yenik düşenler, yarını sade*ce hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşar*lar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan ge*milerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar...

Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem... dönüşü yoktur...
Clint Eastwood'un son filmi "Madison Kasabasının Köp*rüleri" çoğumuza bir kez daha ruhumuzun derinliklerinde saklanan o yakılası köprüleri hatırlattı. Hayatı, sohbetsiz sofralara yemek hazırlamaktan ibaret, kendi halinde bir ev kadınının günün birinde kapıyı çalıveren bir yabancıyla ya*şadığı 4 günlük "yasak ilişki", içimizdeki şeytanın kapıları*nı çaldı. 40 yıl kendirli, kendinden bile saklamış bir kadının, 4 gün içinde kendisiyle tanışması ve 40 yıldır ıskaladığı bir mutluluğu bir "yabancı"da yakalaması, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere pek tanıdık bir duygu gibi geldi.

Sinema çıkışında ellerindeki küçük mendilleri gizli gizli göz pınarlarına bastıran hanımlarla, yaşlı gözlerini kara gözlüklerinin ardına saklamaya çalışan beyler, yasak bir

İlişkiye gözyaşlarıyla onay veriyorlardı adeta...

Yolboyu eşler birbirlerini yokladı, ihmal edil*miş heyecanlar çıkarıldı naftalinli sandıklar*dan... Kimi, köprüleri yeniden kurmanın yolla*rını aradı, kimi yakma vaktinin gelip de geçtiği*ni düşünürken...

Lakin zordur köprüleri yakmak...

Meçhul bir istikbal uğruna bugününden vaz*geçmek korkutur insanları... Mazinin hatıraları taze, dostluklar sıcak, kurulu düzen güvenlidir. Nitekim filmin kadın kahramanı da kendi köp*rülerini yakmaktan son anda vazgeçer. Ruhu*nun köprüleri yerine, cesedini ateşe vererek, bir imkansız aşkı, küllerin buluştuğu öbür dünyaya erteler.

Köprüleri yakmak cesaret ister... ama siz kararsızlanırken köprünün karşısından ışıl ışıl yeni bir hayat umudu inatla gülümser insana... Bir elle bugünün yerleşik*liğine tutunurken, öbürüyle yarın macerasına uzanmaya çalışır, arada çırpınır durursunuz.

Belki orayı bilmemek, bilmekten iyidir. Bilip de gidememek en beteridir çünkü...

Sinema çıkışında izleyicilerin düşünce balonlarında köp*rüler sallanıyordu. Eşler yolboyu birlikteliklerinin muhasebesini yaptılar, kimileri işi cesur bir hesaplaşmaya dönüştü*rerek, kimi kaygılarını dillendirmeye çekinerek...

Kimi evlerde eski aşklar tazelendi ve yeni köprüler ku*ruldu, ihmal edilmiş diyaloglardan... Kimi evlerde ise yeni*den sohbetsiz sofralara dönüldü... Rahat oturma odaları*nın kurulu düzenlerine sarılanlar, heyecan dolu bir aşkı beyinlerinde büyüterek kaşıkladılar yemeklerini..

...ve ertelediler, ruhlarının köprülerini kavuracak bir heyecan ateşini; o ateşin ancak cesaretlerini yakacağı güne kadar... CAN DÜNDAR
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Temmuz 2007       Mesaj #839
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda

Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık

Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü

Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını

Ahmet Telli
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
31 Temmuz 2007       Mesaj #840
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir. Sebepsiz yere bazen... Önünü ardını hesaplamadan... Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar...

Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan... Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz.

Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler... Açılır gidersiniz...

Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar, belki hiç yazılmamış satırlar...

Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız.

Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini sürersiniz kuytularda... Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız umulmadık bir köşebaşında...

Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla...

O'nu büyütmekten korkarak...

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri