Arama

Gitmek mi Kolay? Yoksa Kalmak mı? - Sayfa 19

Güncelleme: 29 Mayıs 2012 Gösterim: 255.141 Cevap: 1.073
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
16 Aralık 2006       Mesaj #181
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Gitmekmi Zor Kalmakmı?
Yokluğunda odamın fersiz ışığına sığınıyorum
Sponsorlu Bağlantılar
Lambada titreyen alev ürkütüyor beni
Olumsuzluk çıkmazında ellerim duada
Dönmenin imkânsızlığı günahkâr kılıyor beni

Özlem yürekte çığlıklarda, dilime ulaşmakta
Belkiler bedenimde belde belde yayılmakta
Düşüncelerim beni hasta sayıp yatağa bağlıyor
Yaşanmışlığımız, dönmeni imkânsız kılıyor bende

Bir avuç umut yutuyorum gözü kapalı
Kendimden geçiyorum karanlık göz kapaklarımda
Sabahın boz mavisi ayıltıyor beni
Yokluğun umutlarımı yakarcasına mavilerimi kızıl kılıyor

Bir kar tanesi gibi düşüyor kirpiklerime hayalin
Gitmek mi zor kalmak mı der, ağlar gözlerim hayaline
Ölmek mi zor yaşamak mı diyerek hayalini urgan yapıyorum
Hayalinin ömrünü az kılıyor kar tanesi

Hasretin kızgın çöllerindeyim, adımlarım özlemine gömülüyor
Tek bir umudum kaldı elimde, bir yudum suyla arakam
Çatlamış dudaklarıma dayandı bir yumruk canım
Döneceğinin umudu beni yaşar kılıyor

Kızgın çöllere kar yağar mı sevgili?
Belki de ben bu imkânsızlığa duacıyım
Bir kar tanesine razı oluyorum tüm nefesimi adayarak
Bir kar tanesi yeter miydi sevgili, yangınlarıma?
Bendeki sevdan, böyle delicesine beni ihtimali kılıyor...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
16 Aralık 2006       Mesaj #182
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Suskunluk - Can Dündar

Sponsorlu Bağlantılar


Suskunluğundan tanırım O'nu... Yüzünde her daim nöbete duran ve içindeki depremi maskeleyen gülücüğü bilirim.
O depremin yüreğinde açtığı derin yarıklardan en küçük bir iz yansımasa da yüzüne, aşinayım ketumiyetine...

Bilirim ki, kabil olsa da, ters çıkarılmış bir kazağı düzeltir gibi içten kavrayıp dışa çevirseniz ruhunu, sanki yıllar yılı söylenmeyip saklanmış, dilin ucuna kadar gelip tutulmuş, tam haykırılacakken içe atılmış yüzlerce sözcük, hafızaya kelepçelenmiş binlerce söz, dile getirilmemiş on binlerce itiraz, akıtılmamış onca gözyaşı ilmek ilmek çözülüp saçılıverecektir ortalığa...

Ama o konuşmaz.

Sabırla dinler, sitemsiz kabullenir ve ruhunun derinliklerine gizlediği çekmecelerde özenle saklar içine attıklarını...

Sadece kendisiyle baş başayken açar onları...

Kimi zaman gizli bir günlüktür çıkan çekmeceden... Yazar; ...kimi zaman da sırdaş bir silahtır... Sıkar.

* * *


Niye bazıları ağzına geleni söyleyip rahat uyku uyurken, "içine atan", sessizliğe gömülüp kendi dehlizlerinin karanlığında yapayalnız kâbuslar görmeyi seçmiştir?
Anlatmazlar ki bilesiniz...

Kimi nasıl diyeceğini bilmediğinden, kimi bildiğini de diyemediğinden, kimi dediği halde kıymeti bilinmediğinden, kimi bir kez deyip yanlış bildiğinden, suskunluğun o huzurlu kuytusuna sığınmıştır.

Sesini en çok yükseltenlerin en haklı sayıldığı bir dünyada, sürüye uyup gürültüye katılmaktansa sessizliğe gömülüp haksız sayılmayı tercih ederek tevekkülle içine kapanmıştır. İç kanamaları zaman zaman ağzından kaçırıverse de, dudağının kenarından sızanın "kızılcık şerbeti" olduğuna inandırır herkesi...

Oysa ne kadar gizlemeye çalışsa da, içindeki fırtınanın birilerine fark edileceği umudunu hep korur. Suskunluğunun her şeyi anlattığını sanır. Sanki onca gürültü içinde birileri gözbebeklerini okuyacak ve konuşmayı bilmeyen bir çocuğun derdini anlar gibi, iç dünyasında çağlayan nehrin sesini duyacaktır. Başını sessizce öne eğişinden, sitemkâr imalarından, dargın yalnızlığından derdini anlayacak, şifresini çözüp sessizliğini sese çevirecek birini bekler umarsızca...

Oysa gürültünün çağında, kimselerin vakti yoktur, anlatmayanın derdini anlamaya...
Kimse kimsenin gözbebeğine bakıp konuşmaz; yüreğini dinlemeye yanaşmaz.

Öyle olunca da hepten içine kapanır "içine atan"... Maddi varlığını dibe çeken bu manevi yükün ağırlığıyla yaşamayı öğrenir. Yükünü sırtlayıp, kendi iç sesiyle sohbet ederek yürümeye koyulur. Kendine yazılmış mektuplar, meçhule karalanmış satırlar, sadece yastığının bildiği sırlarla örer kozasını...

Sabah oldu mu, sahte gülümsemesini yüzüne yapıştırıp hayata karışır.

Anlaşılmadıkça artar ketumiyeti... Rahat hesaplaşanlara özenerek erteler hesaplaşmalarını... Geciktirilmiş her sohbet, vazgeçilmiş her itiraf, gösterilmemiş her tepki birbirine yapışıp koca bir ura dönüşür içinde... Sonra kanser gibi sarar bünyesini...

İçindeki yara, yüzünde gülümseyen maskeyi aşağı çekmeye başlar zamanla... Artık ya içindekileri kusacak, ya da hepten susacaktır.

İşte o zaman, "iç" denilen o dipsiz derinlik, o ne atsan dolmaz sanılan kuyu taşar aniden... Yük, taşınmaz olur. Yıllar yılı sabırla bastırılan volkan, ya umulmadık bir tepki, ya katılırcasına bir ağlama nöbeti veya gizlenmiş bir silah olur, gürültüyle patlar.

"İçine atan"ları bilmeyenler, kestiremezler bu ani tepkinin nedenini... Yanlış yerde ve son günlerde ararlar ipucunu... Oysa onca yılın suskunluğuyla kaynaya kaynaya dolmuştur yanardağ... Ve gün gelmiş patlamıştır.

İntiharı, doğumudur "içine atan"ın... İlk kez yüksek sesle konuşmuştur ve çoğu kez, son olur bu...

Artık geride bıraktığı efsane konuşacaktır, kendisi yerine...

* * *

Tanırım O'nu...
Sessizliğin erdem sayıldığı bu özel dünyanın suskunları bilirler birbirlerini...
Çareyi de bilirler.
Gözbebeklerine bakıp ruhunda kaynayan volkanı sezecek ve şefkatle "içeri" sızıp O\'nu yukarı çekecek bir dost elini umutla beklerler.
Beynine ancak o dost eli uzanabilir.
O yoksa yedeği bir kurşundur.

Can DÜNDAR
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #183
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nereye gidersin sevdiğim…
Hatırlamak için harcadığımızdan çok daha fazla çabayı unutmak için harcıyoruz herhalde.
Unutmak…
Çaresizlerin, fırtınalar arasında, bir gün oraya ulaşmanın düşünü kurdukları o acıklı sığınak.Hayatımıza girenleri ya da girmek için kapılarımızı zorlayanları silmek aklımızdan, onlar yokmuş gibi davranıp onlar yokmuş gibi yaşamak.
Geçmişi, o geçmişi yaşayan parçamızla birlikte çıkartıp atmak içimizden, atılan her parçayla birlikte içimizde bir boşluk kalacağını bilerek yapmak bunu.
Ya da yaşanacak birşeyler vaat edenleri, bir gün onları da unutmak zorunda kalacağımızı düşünerek, daha baştan unutmaya çalışmak, geçmiş gibi gelecekten de parçalar ayıklamak.
Geçmişimiz ve geleceğimizle bir kazı yerine çevirmek hayatımızı.
Nasıl bir öğüt vermeliyiz kendimize?
“Unut “ mu demeliyiz?
Sana zevk vermiş olanları ve zevk vaat edenleri unut.
Hiçbir zaman yekpare bir kıta olamayıp birbirine köprülerle bağlı yüzlerce, binlerce küçük adacıktan oluşan hayatın parçalarını birbirine iliştiren köprüleri yakmalı mıyız?
Hafızamızın en çok dönmek istediği, en çok özlediği adacığı mı, köprülerini yıkıp, hayat haritamızdan silmeliyiz?
Geçmişimizde en çok özlediğimiz mi en çok unutmaya çalıştığımız?
En unutulmaz olan mı en unutulmak istenen?
Ya da geleceğimizde en fazla zevk vaat eden mi, köprüsünün başında en uzun oyalanıp gözlerimizi kapayarak, belki ben gözlerimi açana kadar, ışıklarıyla beni çeken o adacık aklımın haritasından silinir diye beklediğimiz?
Hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
Unutabiliyor musunuz bari?
Hayatınıza kazdığınız o çukurların etrafından dolaşıp geçebiliyor musunuz?
Bir zamanlar bütün dünyayı birbirine katan o şarkıyı dinlediğinizde, sorulan sorunun cevabını verebiliyor musunuz:
“Nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken? ”
Nerelere gidiyorsunuz yalnızken yatağınızda? En çok gitmek ve en çok kaçmak isteğiniz yere mi?
Geçmişte en yakınınız olmuş olan”şimdiki yabancıyı” ya da gelecekte en yakınınız olabilecek “şimdilik yabancıyı” hafızanızın derinliklerinden söküp uzak sürgünlere gönderdiğinizde onunla birlikte giden birşeyler olmuyor mu?
Her “unutuş” bir “eksiliş” gibi gelmiyor mu size?
Unuturken eksilmiyor musunuz?
Ve korkmuyor musunuz, sımsıkı kapadığınızı sandığınız o sürgün kapıları bir gün aniden açılıverecek, sürgünleriniz, “nerelere gittiğinizi”hiç söyleyemeyeceğiniz yalnız yataklarınıza gülümseyerek geliverecekler diye?
Ansızın geliveren bir zarftan çıkan Haydar Ergülen’in yanına mavi çarpı atılmış şiirindeki mısralardan haberdar mısınız:
“Gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır”
Acıyor mu gözleriniz, göze alamadığınız yakınlıklardan?
Geçmişe ya da geleceğe doğru uzanan kaç köprü yaktınız bugüne dek; hayatınızın haritasını çizerken kendi ellerinizle, sevgiyle, gülümseyişle, sevişmeyle denizlerinize kondurduğunuz kaç adanın, unutuluşun depremleriyle suların derinliğine battığına tanıklık ettiniz?
Kaç adayı batırmak için kaç deprem yarattınız, bir adanın üstünü kapatsın diye depremlerinizle yükselttiğiniz o dalgalar, o adayla birlikte daha başka neler yuttu sizden?
Yıllar sonra bütün bu depremleri yarattığınız için affedebilecek misiniz kendinizi?
“ ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak”
Acıyor mu gözleriniz?
Gözlerinizi bağışlayacak “öbür” gözleri aramıyor musunuz?
Unutulanlar arasında en zor unutulanı olan o gözleri aramıyor musunuz?
Kim bağışlayacak gözlerinizi, kim bağışlayacak?
Kim bağışlayacak bu unutuşları?
“sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim”
Hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz
Bize zevk verenleri ya da zevk vaat edenleri unutmak, onları aklımızın haritasından silmek için.
Unutuyoruz, her unutuşta biraz daha eksilerek.En hatırlanacak olanları unutmak derin sürgün yaraları açıyor içimizde.
Ve biri soruyor bize şarkılar söyleyerek: ”
“Nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken”
Geçmiş köprüleri yakıyor, geleceğe uzanan köprülerin başında, o gelecek de kaybolsun diye bekliyoruz, geçmişi unuttuğumuz gibi geleceği de unutmaya çalışıyoruz.
Zevk veren ve zevk vaat eden her şeyi unutmak için çabalayıp duruyoruz.
Gözlerimiz unutmaktan ve ayrılıktan acıyor.
“biri hepimizle göz göze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde.”
Bu sessizliği kim bıraktı size?
Gözleriniz birbirine değmiyorsa gecenin iki şehrinde bunun suçu kimde, neden değmiyor gözleriniz?
Neden tek sözcük bile yok o konuşkan gözlerde?
Geçmiş… Olan her şeyi biliyor ve unutmak için kıvranarak unutuyorsunuz.
Gelecek… Olacak her şeyi tahmin ediyor ve kıvranarak unutmaya uğraşıyorsunuz.
İki ucunu birden yıkıyorsunuz köprünüzün.Nereye gider bu köprüler, kendi eksilmişliklerinizden başka?
Ve sen nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken?
“İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin.”
Belki de hatırladıklarımızdan ziyade unuttuklarımızı taşıyoruz şehirlerden şehirlere, ”göze alamadığımız bir şehir” yerine her şehirde, yalnız yatağımıza yattığımızda unuttuklarımıza gidiyoruz.
Hatırlamak için harcadığımızdan daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
Ve bir şehirde unuttuklarımızı her şehirde hatırlıyoruz.
Yekpare bir kıta değil çünkü hayat, adacıklardan oluşmuş dantelli bir harita ve unutmayla hatırlamanın med cezirlerinde, silindiğini sandığımız bir ada birden çıkıveriyor ortaya.Her şehirde çıkıyor.
Unutmaya çalıştıklarınız zevk verdi çünkü, unutmaya çalıştıklarınız zevk vaat etti çünkü size.
Unutmak, yaşanmış ve yaşanacak olanları yok etmek, silmek, haritanızı derin boşluklara koyu lacivert noktalara boyamak ve eksilmek istiyorsunuz.
Unuttukça eksiliyorsunuz.
Eksiliyorsunuz, ama unutabiliyor musunuz?
Gözleriniz acımıyor mu gerçekten?
Gözlerinizi bağışlayabildiniz mi?
Peki şu şarkıyı dinliyor musunuz?
“Nerelere gidersin sevdiğim, yalnızken yatağında? ”
featherAhmet ALTAN
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #184
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Git_melisin
Çıplak ayakla çakılda gezen
Bir çocuk gibi sessiz ve yalın
Büyüyorsun yüreğimde

Şimdi kör kuyularda nazar oldum
Ses veremez oldum
Ağlarım ben her yeni güne
Sen dayanamazsın bilirim

Yıllar var üzerimde
Kederi bilirim, yükünü gamın
Yorgunum ben
Duvarlarda kara lekedir
Yazılır köhnelere adım hüzün
Ben yandım da seni neden yakayım

Zordur be gülüm kurşuna siper olmak
Her sözün ardında yıkılmadan durmak
Sen dayanamazsın bilirim
Kor ateşi tutmaktır,
el ile sevda

Şimdi ayakta duran beden
Güçlü görünmeye çalışan, bir yalandır
Sözünün arkasında durmak için
Dik duruyor sen aldanma

Yağlı ip boynumda kimse görmez
Sandalyemi tekmelemiş ayaklar
Son nefesimde sevdam demişim

Onlar anlamadı sen anla
Ve git
geriye dönüp sakın
bir kere bakma…
smile_b - avatarı
smile_b
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #185
smile_b - avatarı
Ziyaretçi
gitmek benim için cok kolay
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #186
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
vedasız bir gidiş mi bu yoksa ben de anlamadım, affet beni ruhum... tükenmem lazım önce...badisubh siir10122 kuslar
bitirin bu vefasız şarkıyı...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Aralık 2006       Mesaj #187
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
'Gitmeler bana kaldı'

Daha üç adım olmadı çıkalı bu sevdadan
Ayrılığın kokusu hala üzerimde
Avuçlarımda buzdan bir alev
Yüreğimde yepyeni bir ateşkes
Gitmeler bana kaldı yine bu aşktan
Bütün sayfalarım sil baştan
Sonu nereye varacak bilmiyorum
Oysa içimde inadına yanan bir mum
Dokunma ellerime-sönmedim daha
Unutmaktan geliyorum.

Daha dün kirpikleri kadar yakındım ona
Her gece düşlerinde sabahlıyordum
İşte orada köşebaşında bıraktım ellerini
O bana
Ben ona ağlıyordum
Son tetiği gözleri çekti gözlerime
Kanıyor kanıyordum
Ölüler yalan söylemez bilirsin
Deliler gibi seviyordum.

Daha biraz önce
Onu öpen bu dudakları aynalarda parçaladım
Onu okşayan bu elleri bir yangında bıraktım
Ona gülen bu gözleri zindanlara attım
Yüreğim ayazda
Kaç şiirim çığlıklar attı ardından bilemiyorum
Bavullar dolusu hatıraları bir mağaraya taşıdım
Yalnızlığımı bir dağ başına
Kendimi nereye koyacağımı bulamıyorum
Ne olur ayıplama beni
Susmadı daha gözlerim
Ağlamaktan geliyorum.

Zıpkın yemiş balıklar gibiyim
Şimdi bir ıslık bile dağlar yüreğimi
Bir eski şarkı yağmalar bütün uykularımı
Çıkmaz sokaklarda kaldım biliyorum
Başım dönüyor, ben dönüyorum
Acele etme ne olur bekle biraz
Daha yakmadım bütün gemileri
Daha yırtmadım dönüş biletimi
Öyle yorgun öyle bitkin ve öyle sürgün
Unutmaktan geliyorum...
featherAhmet Selçuk İLKAN
Rüya_Güzeli - avatarı
Rüya_Güzeli
Ziyaretçi
21 Aralık 2006       Mesaj #188
Rüya_Güzeli - avatarı
Ziyaretçi
Giden mi kalan mı yalnızdır bilinmez demiştin, gözlerimi gözlerinden ayırmak istemediğim o hüzün dolu ayrılık akşamında...



Bu ayrılık diğer ayrılıklara benzemiyordu. Sen bunu benden önce fark ettin.



Bense, hissettiğim halde görmezden geldim...



Dünyanın neresine, yaşamın hangi ücra köşesine gidersem gideyim, sensizlik bana en dayanılmaz acıları, en çekilmez hüzünleri yaşatacak ve bunları bile bile yaşamak zorunda kaldığım için, senden uzak kalmak uğruna yangına körükle gittiğim için artık alışmıştım bu iç çekişlere, bu sonsuz yalnızlığa, kabus sensizliğe...



Gözlerimin içine bakıyordun, yeni başlayan ve sanki hiç bitmeyecek olan bir özlemle...



İçimdeki fırtınaları dindirmek istiyorum gözlerinde... diye yazmıştın...



O akşam kelimeler, içindekiler, kalbine sığdırmaya uğraştığın onca yoğun duygular, bana söylemek istediğin halde bir türlü söyleyemediğin, gözlerimin içine bakarak o anlamlı bakışlarınla anlatmaya çalıştığın o kaos içinde çırpınan tüm kelimeler artık isyan ediyordu...



Senin ruhundan benim kalbime doğru hücum ediyordu hepsi, ve ben, ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmeyen, baskı altında olan insanların yaptığı gibi kıpırdayamıyor, konuşamıyor, ne olacağını düşünemiyordum...



Adeta kilitlenmiştik o anda, ve biliyorum, ikimizde aynı şeyi düşünüyor ve aklımıza takılan bu zor soruya cevap bulmaya çalışıyorduk...



Giden mi yalnızdır kalan mı?



Bu sorunun cevabını her gün, her an düşündüm sevdiğim...



Senden uzak kaldığım o işkence dolu günlerde, o uykusuz saatlerde, seni düşündüğüm, yüzünü hayal ettiğim zamanlar hep bu soru hançer gibi saplanıyordu yüreğime...



Senden çok uzaktaydım artık, günlerdir konuşmuyorduk...



Seni, benliğini o kadar özlemiştim ki, sanki baktığım her tarafta senin o vazgeçilmez yüzünü, o benliğinin açıkça yansıdığı o eşsiz yüz ifadeni görüyordum...



Ama içimden gelen alışkın olduğum o his, bana yalnız olduğunu ve bana sorduğun o sorunu cevabını senin çoktan bulduğunu, kalanın yalnız olduğunu kabullendiğini ve bedeli ne olursa olsun senin yanında olmamdan başka bir şey istemediğini söylüyordu... Ama bilirsin, içimden gelen o seslere inanmayı sevmem ben...



O hisleri yaşamımda karşılaştığım yapmacık insanlara benzetirim.



Ne olduklarını ve neler yapabileceklerini bilirim, ama asla inanmam ve güvenmem onlara...güvenmek istemem...



Sanki ben istediğim, ben düşündüğüm için iyi görünürler gözüme, ama gerçekle hiçbir alakaları yoktur...



İşte bu yüzden inanmak istemiyordum yalnız kaldığına, acı çektiğine, beni özlediğine ve ne olursa olsun beni bekleyeceğine...



Acı çektirmeyi sevmem ben, bilirsin.



Acı çekmek, yalnız kalmak ve o sessiz yalnızlıklarda içimden ismini sayıklamak, yanımda olman için umutsuzca yalvarmak bana göre...



Beni buna sen alıştırdın, ben yıllardır buna alıştım, acı çekmek artık yandaşım...



Ben bunları yaşarken aynılarını senin de yaşamanı kaldıramam.



Yalnızlığı ben yaşamalıyım, sensizliğin acılarını, isyanlarını ben çekmeliyim, tek başıma...



Sen ne kadar anlamaya çalışsan da, sensizken yaşadıklarımı asla yaşayamazsın, hissedemezsin.



Kalan değil, gidendir yalnız kalan sevdiğim...



Giden yalnızlık için, acı çekmek için, isyan etmek için bırakır gider, kalan aynılarını yaşamak zorunda kalmasın diye...



Yalnızım işte...bunu yaşayacağımı bile bile kalmadım, kalamadım yanında...



Yalnız kalmaya, sensiz olmaya, acı çekmeye ve buna ne kadar dayanabileceğimi görmeye ihtiyacım vardı.



Sensiz kalmak bana çok şey öğretti...



İlk öğrendiğim, son dakikalarımızda bana sorduğun o sorunun cevabı oldu...



Gidendir yalnız kalan sevdiğim...



Yalnız değilsin, biliyorum.



Yalnızım, görüyorsun...



İkinci öğrendiğim şey ise ben burada sensizken, mutsuzken, içimde hayata karşı hiçbir istek, hiçbir beklenti ve yaşama hırsı yokken, senin orda yalnız olmadığını ve seni düşündüğüm, seni yaşadığım kadar beni yaşamadığını çok iyi biliyorum...



Senden uzaklaşmak, sensiz yapıp yapamayacağımı görebilmek, bu korkunç yalnızlığa ne kadar tahammül edebileceğimi görmek içindi seni orda bir başına bırakıp, bu sürgün yaşamda yalnızlığı, sensizliği seçmem...



Bir gün mutlaka döneceğim, biliyorum...



Çünkü bu ölümcül yalnızlığa daha fazla dayanamayacağımın farkına vardım.



Ben burada yalnız olsam da, senin orda yalnız olmadığının ve sırf tek başına olmamak için en olmadık, sana ve ruhuna en yabancı ve bilinmez insanlarla birlikte olduğunun farkındayım.



Bütün bunlarla yüz yüze geleceğini bilerek terk ettim seni ve yola çıktım kendi yalnızlığımla...



Yalnızlığımı yaşadıkça, sensiz olduğumu hissettikçe aklıma sorduğun soru geldi, sorunun cevabını bulmaya çalıştıkça aklıma sen geldin, ve sen aklımda oldukça bu yaşadığım hayat, bu hissettiğim yalnızlık, durmadan duymazdan geldiğim o içimdeki sesler ve yalnız olanın ben olduğumu kabullenişim çığrından çıktı içimdeki fırtınalarda...



Seni, bile bile en olmadık zamanda, çok bildik bir mekanda ve ruhuna en yabancı olan insancıklarla bir başına bırakıp terk ettim...



Döneceğim seni bıraktığım o yerlere, giden ve gittiği gibi geri dönen olacağım, biliyorum...



Oysa biliyorum, kalan değil, gidendir yalnız olan...



Oysa özlediğim, biliyorsun, giden değil kalandır terk eden...



Bir de gör beni, giderken bana yazdığın yazıda, kendi gözünden ve kendi kalbinden:



“Karanlığıma gömerken seni sessiz çığlıklarım vardı içimde...korkularım, yine bana kalan yalnızlığım vardı. Zormuş; bu kadar yakın olupta uzak durmak,bu kadar uzak olupta seninle dolmak...yazmanın en iyi şey olduğunu söylerdin hep bana inan ki o bile durduramıyor içimde sana doğru akan seli...iki düşünüp bir yazıyorum her zamanki gibi öyle alışmışım ki kendimi sınırlandırmaya. gidiyorsun artık çok uzaklara,.varlığını ilk defa bu kadar derinlerde hissedip,kendimi sana açmışken gidiyorsun işte... içimdeki yerini zor fark etti benliğim, yokluğunla daha da yorulacak, belki de darmadağın olacak... gözlerimdir konuşan sadece. isyanlarımı, korkularımı, daralan zamanımı, yalnızlığımı anlattı herkese hiç kimsenin onları hiç kimsenin anlayamayacağını bildiği halde, belki de buydu onu rahatlatan... inan ki içimdeki dünyam, içinde bulunduğum dünyadan daha büyük... en büyük farkları; içimdeki... benim dünyamda herkes olması gereken yerde, hakkettiği gibi...


Gidişini düşünmek bile korkutuyor beni... Tarifi olmayan duygularımla sana uyanıyorum her sabah, Varlığınla çoğalıp yokluğunla eksiliyorum...”
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
21 Aralık 2006       Mesaj #189
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ölmek Kolay Mı Sandın?

bir gün bir yerde senle olacağım
omuzuna yaslandığımda tutamadığım
ve seni sevdiğimi söyleyen gözyaşlarım ile
sen aldırmayacaksın belki de
sonsuz bir sevgi ta şuramda kalbimde
ama sen çoktan bitirmiştin ve gurur denilen
o hain duyguyu sokmuştun koynuna
ve ben benliğim ile yok olmuştu
seni o kadar çok severken sensiz bir hiç olduğunu
düşünen şu beynim artık bitti dercesine
eline aldığı son silahı elim
”çek tetiği” diyen hislerim beni bir anda vurdu
ve acılar bitmişti o an için
ama ama arkamda bıraktığım bir çift gözyaşları
onlar da bir süre sonra unutacaklar
ve onun hatası yapmasaydı delilik diyecekler
bilmezler ki neden yaptığımı
zaten platonik bir aşktı benimkisi
şimdi sonsuza kadar ruhum bedenimden ayrıldı
ve sonsuza kadar senin içinde olacağım sen istemesen bile
ve senin kalbini göreceğim hissettiklerini ben de hissedeceğim
artık yalan ve gerçekler ortada olacak
ne sen benden kaçabileceksin ne de ben bir hata uğruna yaptığım
ölümden geri dönebileceğim
işte seni o kadar çok sevdim ki bir an olsun bırakamam
ve sevmediğimden değil seni kaybetmekten korkarım şimdi
çoktan bitti ve artık seni kaybetmek bile koymayacak bana
ben artık yaşamıyorum ve ben bedensiz ama olmayan sensizlik içindeyim
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Aralık 2006       Mesaj #190
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayrılık saatlerinde perişan
Öpüşmelerde uzattığımız alabildiğine
Yaşlı gözlerden kalbin derinliğine
Bakışlarındı bir ışık halinde uzanan

Tapardım o saatlerde güzelliğine
Sevgiden, mestolmuş, özlemli, hayran
Bütün yüreğinle işte o zaman
Bir daha inanırdım sevildiğine

Son köşeyi dönmek istemezdi ayakların
O an bir hüzün çemberiyle sarılırdı
Saçların, gözlerin, dudakların

Büyürdü gitgide gölgesi uzakların
İçimde bir tel kopar, bir ayna kırılırdı
Ve bana bir ölüm gibi sessizliğin kalırdı
featherÜ.Y.O.

Benzer Konular

2 Ekim 2008 / Sedef 21 Taslak Konular
10 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap
14 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük