
Giderken sen, “Unutma!.. ben seni yeniden toprağa doğ diye bıraktım. Bir gün öyle bir filizlenip, dallanıp, olgunlaşacaksın ki, sen bile şaşıracaksın. Ben hiçbir kimseye böyle özenmedim, çocuğum gibisin ...” diyordun .
Evet papatyam, toprağa attığın filizin, yeniden doğdu, dallandı fakat ne kadar olgunlaştı bilmiyorum. “Kolay olmamalısın” diyordun, “Varsın ulaşılmaz görsünler” diyordun ... Bense kendi halimce acabalar içerisinde, yeniden çizmeye gayret gösterdiğin resmime, alışmaya çabalıyordum, şaşkınlık içerisinde ...
Kuşkusuz hayatıma kattıkların tartışılmaz gerçekler, “Gözlerin, saçların, sözlerin, duruşun, salınışın, ana sıcaklığında ki şefkatin, ya yüreğine ne demeli; bir anda hiç yoktan yere, öfkeyle ortalığı kasıp kavuran, diğer bir yanda, kor ateşler içerisinde yanarken bile, hiç düşünmeden, közlerin içine ellerini daldırıp, yanmacasına ateşleri avuçlayıp, sevgiyi kadife sıcaklığında insanlara sunan bir yürek. Duygusallığın, mantığın, ellerin, ruhun ve sayamadığım pek çok güzel yanların” şimdi düşünüyorum da keşke yanımda olsaydın neyse...
Evet hayatıma kattıkların tartışılmaz gerçekler. Peki ya benden götürdüklerin, hiç bunları düşündün mü? Poyraz eserdi başımın üzerinde, yel gibiydim, uçardım, esti mi alır başımı giderdim, enginlere sığmaz taşardım, fark etmez uzakmış yakınmış, yüreğimi dinler vururdum incemi yollara, sevda ağrı dağının tepesindeymiş, hiç umurumda olmaz, yalınayak tırmanırdım, gün yirmi dört saat derdim, sev sevebildiğin kadar, her saniye, her dakika; milim, milim yaşa sevgiyi, aşkı, hayatı ... her şeye rağmen insanları daha çok sevmeli, biz kardeşiz derdim, insanlığın sorunu benim sorunum yaralara merhem olmalı, çözmeli, anlamalı, korumalı derdim, ayırt etmeden insanları doğru bilirdim, bağışlardım, severdim, yüreğimin sarp yamaçlarında gezer dururdum, bıkmadan tükenmeden, şiirler yazardım, türküler söylerdim, dergahlarda molalar verirdim, dualar ederdim, yahu insanları çok severdim, merhaba derdim, beni anlarlar, benden asla zarar gelmez derdim ... derdimde bazen kızardın .
Ey!.. sevgili; zaman, zaman hasretin yüreğimin baş ucuna bağdaş kurup oturuyor, öylece beni seyre koyuluyor, uzanıyorum tutamıyorum. Seyretme, gel ne diyorsan söyle diyorum, mümkün değil aldırış etmiyor ... Senin hasret yanını hiç sevmedim ...
Şimdi dalkavuk zamanların, pişkin yansımaları ile karşılaşıyorum, çörek otu kokusundan uzak, yamaçlardan akan; şırıl, şırıl mutluluk şarkılarına hasret, tebessüm yüzüme kalleş, bilmek zorunda olanların bile bilmediği mekanlar kardeş, kendi içimde inceme bir yer arıyorum, bulamıyorum ...
Peki şimdi ne olacak? Yeniden filizlensin, yeni baştan oluşsun diye toprağa attığın ince ne yapacak? Kime akacak? Yüreğinin yoksulluğunda hangi limana sığınacak yada hangi karaya vuracak? Offf !.. Sevgili oldu mu şimdi ?...
Bazen anlattıklarına hak vermiyor değilim, haklısın anlayan anlasın ama olmuyor papatyam ... Sadece yüreğimi senin bilmen yetmiyor ki ... Yoksun ki ... Nasıl kaş kırarım, yüz çeviririm? Nasıl on adım uzakta kalırım? Nasıl memleketimde bunca insan haksız yere şehit düşerken, sessiz kalabilirim ki ?.. Ağlayan, iki satır yazıp yüreklerine bir hoş seda duymak isteyen gönüllere off!... diyebilirim ?.. bağışla be sevgili !.. yine sözlerine aldırış edemiyorum, yaşamak bana hep bir gömlek fazla geldi. Üzülme be sevgili !.. yazdıklarıma bakma, bu karamsar adam ne anlatıyor yine deme, biliyorsun ben hayatı hep ajitasyon ederdim, aşkın içinde bile hep keder arardım, maalesef tema ayrılıktan dem vururken, ölümü işlememem, biraz ölüme haksızlık olurdu. Biliyorum, yaşamak her şeye rağmen çok güzel ve şu satırları yazamayacak kadar çok kısa ...
Hasretinde söylediklerini aklımdan hiç çıkarmadım, zaman zaman, sana kızdım, hiddetlendim, uzaklarda oluşuna ağladım, lüzumsuz bir çok laf ettim. Sazların teline, türkülerin rengine, yamaçlardaki geçmişimize daldım, sızım sızım ağladım, merak etme kimse görmedi, görmeyecekte. Bir gün milyonların önünde, seni ne çok sevdiğimi haykırırsam, bil ki, o gün nergiste bir çiğ tanesiyim ...
Az kalsın unutuyordum, hani babamdan yıllar önce, bayram hediyesi olarak hatıra kalan radyom var ya, yadigara kilitli kalmışım bağışla. Şimdi O, pulsuz bir mektup yazıyor sanki kulaklarıma. “Söyle birbirimizi nasıl sevdik, saçları sırma gelincik, gözleri sürme gelincik, suçumuz neydi bizim ? Sevdik, birbirimizi deli sevdik, saçları sırma gelincik, gözleri sürme gelincik, suçumuz neydi bizim ?”
Toprağa attığın incen filizlenmişti, gürbüzleşmişti, dal yaprağa bezenmiş, en güzel çiçeklerini giyinmişti ki !.. Erken gelen yokluğunun fırtınasına kapılıp, doğduğu toprağın mistik diyarında, yağmur kokularıyla harmanlandı gitti ,maalesef üzgünüm .