Arama

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında - Sayfa 5

Güncelleme: 25 Eylül 2013 Gösterim: 255.194 Cevap: 158
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Mart 2006       Mesaj #41
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Peygamber'e Sesleniş

Sponsorlu Bağlantılar
Bir seher vakti uyandım. Yine gama, yine kedere dalmış her yer Efendim.
Yine efkâr, yine âh u zâr almış cihanı. Bir velvele ki, sorma Efendim.
Yine hasret, yine gurbet almış her yanı.
Bütün aşklar, sevgi ve muhabbetler, bütün dertler kıyama kalkmış.
Sana hasret, sana müştak, sana tutkun gönüller kıyama kalkmış
Bir seher uyandım Efendim, sana meczûb âşıklar kıyama kalkmış.
Her varlık âh u zâra durmuş, lâleler, sümbüller, güller kıyama kalkmış.
Kıyam etmiş bülbüller, zikre durmuş gönüller.
Bir seher uyandım Efendim, bülbüle kulak verdim;
Geçmiş günleri, sevda ve aşkları yâd ediyordu.
Sana yazılan na'tları, bestelenen şiirleri hikâye ediyordu.
Ötüyordu dertli dertli. Yine hicrân, yine giryân, yine hazân, yine hüsrandı.
Kâh ağlıyor, kâh inliyor, kâh susuyordu yine.
Hiç böyle ötmemişti, böyle şakımamıştı.
Yakmıştı canı, yıkmıştı c*****, velveleye vermişti cihanı.
Hiç böyle sızlanmamıştı, böyle dertlenmemiş, geçmişe böyle yanmamıştı.
Bu sabah ona kulak verdim Efendim.
Bir sevda dilindeydi, bir aşkı anlatıyordu.
Oturduğu dalı, yaprağı, gövdeyi titretiyordu, öyle ötüyordu.
Hasretten yanıyor, gurbetten ağlıyordu. Sanki bütün sevdalıları ağlatıyordu.
Bu seher başkaydı Efendim, bu sefer başka.
Hazır dili çözülmüşken ona sormak istiyordum;
Bunca velvele, bunca serzeniş kime? Onca kıyamet, onca şikâyet niye?
Bir şeyler fısıldadı, bir şeyler söyledi.
Âh Efendim, beni yüreğimden vurdu.
Kalbim böylesine yanmamıştı, göğsüm böyle daralmamıştı.
Ruhumu inletti, beni dîvâne, muzdarip etti.
Böyle aşk dinlemedim, böyle muhabbet, böyle hasret görmedim.
Seherde ağlattı beni, yine gama, kedere saldı...
Meğer bunca dağlanışı, sızlanışı, bunca âhı, bunca efgânı;
Yıkık gönüller, kırık kalbler, kavrulmuş yürekler adına imiş.
Yanık sinelerin, aşka adanmış türkülerin,
Hasretten lâl kesilmiş dillerin sözcüsü imiş meğer.
Bunca kıyamet Efendim, bunca âh u zâr;
Sana adanmış ruhların, türkülerin, aşk ve sevdaların
Yürek yakıcı bir efgânı, bir efkârıymış Efendim.
Nasıl bilmedim, nasıl uyanmadım, kendimden utandım.
Hissizliğimden, insanlığımdan, aşka olan sessizliğimden utandım.
Soğumuş bir demir kesilmiş bedenimden,
Kurumuş, çölleşmiş hadekamdan, Sana tutkun gönüllerden utandım.
Bir seher vakti uyandım Efendim, her yer meşke boyanmış, her şey sermest olmuş.
Bağbân hayran, bülbül mestâne, kızıllık her yeri sarmış, sanki gülzâre dönmüş.
Günler buruk ve yalnız, öksüz ve yetim kalmış, o kutlu doğumu yâda durmuş.
Bir sessizlik var her yerde Efendim, sanki varlık lâl kesilmiş.
Yine hazân, yine hicran, yine giryân cana düştü. Yine efgân bana düştü.
Gül böylesine kızıl olmamıştı, böyle dertli, gönlü böyle mahzûn olmamıştı.
Her zerresini böyle gam, böyle keder, her yanını kırmızı almamıştı.
Mevsim böylesine yaş dökmemişti ardından, akşam böyle kararmamıştı.
Sabahlar ne kadar inlemiş, gül ne kadar gözyaşı içmiş bilsen Efendim,
Göz ne kadar acı dökmüş. Gam ne keder vermiş, ne canlar yakmış,
Ne hüsranlar yaşatmış bilsen.
Yokluğun ne elem salmış geceye, ne hüzün vermiş sehere, ne dert vermiş.
Kırmızılık bir kez daha giyinmiş, bir kez daha kuşanmış ayrılık güllerinde.
Onlar Sen'i temsil ediyor sözde, Sen'i hatırlatıyor.
Aşkını o sembolize ediyor, teninin kokusunu o takdim ediyor sanki.
Gönül bir teselli bulmak istiyor, ayrılık ateşine bir çare.
Bu hicrana, bu efgâna, bu hüsrâna bir merhem istiyor.
Bir seher vakti Efendim, teselli aradım gülden, bülbülden.
Geceden, gündüzden Sen'i sordum.
Aşktan, ızdıraptan, hasretten bezenmiş bir buket yaptım.
Sabahı Sana delalet, şafağı teselli yaptım.
Hasret ve tutkularıma Efendim, sebeb-i meserret yaptım.
Bir ferman yazmak isterdim her yerde okunsun,
Sana olan aşkları, tutkuları dile getirsin.
Bir çerağ yakmak isterdim, gönüllerde Sen'in sevdanı tutuştursun.
Bir türkü söylemek isterdim, Sen'in adını yüceltsin.
Aşkına adanmış bir beste yazmak, güle, bülbüle onu okutmak
Her dertli gönüle onu ezberletmek isterdim.
Ne çare, sonunda anladım ki Efendim,
'Dertli söylegen olur.' derler amma,
Sevdanı anmak, sevdanı yazmak için,
Erbâb-ı dîl olmak gerek, erbâb-ı gönül.

Fatma ERGENE

Son düzenleyen Blue Blood; 29 Eylül 2006 11:38
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #42
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
PEYGAMBER EFENDİMİZİN(S.A.V)'İN ÇOCUK SEVGİSİ VE ŞEFKATİ
Hazreti Aişe'nin anlattığına göre,bir defasındabedevilerden bir grup Sevgili Peygamberimizin huzuruna gelmişlerdi.Bunlar bir münasebetle Peygamber Efendimize ve huzurda bulunan sahabilere,''Sizler çocuklarınızı öper,severmisiniz?''diye sordular.Peygamber Efendimizden ve huzurda bulunan sahabilerden evet cevabını alınca biraz şaşırdılar ve bu şaşkınlık içinde,''Ama ALLAH'a yemin ederizki,bizler(çocuklarımızı)öpüp okşamayız!''demekten kendilerini alamadılar.Bunun üzerine Rasul-i Ekrem(s.a.s.)''Eğer Allah sizin gönüllerinizden rahmet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim?''Buyurdu.
Sponsorlu Bağlantılar
Böylece, Sevgili Peygamberimiz, çocuklara ilgi ve sevgi beslemenin, Yüce Allah'ın insanlara ihsan ettiği rahmet ve şefkat duygularının eseri olduğunu belirtmiş oluyordu....

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #43
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Msn Rose PEYGAMBERİMİZİN BEDEN YAPISIMsn Rose

Rasul-i Ekrem (s.a.s.)uzuna yakın orta boylu, insanlar arsında hoş ve güzel sayılacak ölçüde irice başlı, bedeninin rengi kırmızımtırak nurani beyaz idi. Burnunun iki kaşının birleştiği tarafı gayet itidal üzere yüksekçe, gözleri siyah, kaşlarının arası az aralık, sakalı sıkça, omuzlarının arası genişçe, omuz başları geniş, elleri ayakları kalınca idi.

Peygamberimiz'in (s.a.s)saçları genellikle kulak yumuşağına kadar uzanmaktaydı, saçını iki yana doğru ayırarak tarardı, saç sakal bakımını ihmal etmez, gerektikçe yapardı;saçlarını bazan Hz. Aişe gibi eşlerine tarattığıda olurdu. Yatarken gözlerine sağlık ve tedavi maksadıyla sürme çeker, sabahleyin yıkardı. İki kürek kemiği arasında Peygamberlik mührü (bir çeşit sembol) olduğunu Ashab-ı Kiram nakletmektedir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #44
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Peygambere Sevgi ve Saygı Görüntüleri

Peygamber'e sevgi ve saygının pekçok biçimi ve görüntüsü vardır. Onu sevgi rehberi edinmek, sünnetine bağlanmak, salât ve selâm duası yapmak, geniş anlamda bütün yakınlarını (ehl-i beytini:mü'minleri) sevmek, bu görüntülerin başlıcalarıdır.


Sevgi Rehberliği



Hz.Muhammed (s.a.), Müslümanların sevgi rehberidir. Neleri ve nasıl seveceğimizi, engin sevgi diliyle şöyle anlatmıştır. "Allahım! Sana olan sevgimiz sebebiyle, seni sevenleri seviyoruz. Sana muhalefet edenleri de, sana olan bağlılığımız sebebiyle düşman biliyoruz." (Tirmizî, daavât, 30) Bu açıklamaya göre, sevginin ve nefretin kaynağında, evrenin yaratıcısı ve yöneticisi, bütün sevgilerin doğduğu ve yöneldiği Yüce Allah yer almaktadır.

Hz.Peygamber'in (s.a.) belirttiği sevgi ilkesine göre seven, sevdiğini ifade etmelidir: "Sizden biri, bir başkasını sevdiğinde, bu sevgisinden onu haberdar etsin." (Ebu Davud, edeb, 113) Bu ilkeden yola çıkan Hz.Peygamber (s.a.), sevdiğini sevdiklerine söyleyerek bizzat uygulamasıyla örnek olmuştur: Medine'ye hicretin ilk günlerinde, çocuklarıyla gelen Ensar'dan bir grup kadın Ebu Eyyub el-Ensârî'nin evi önünden geçerken "Siz, beni seviyor musunuz?" diye seslendi. "Evet, ey Allah'ın rasûlü! Bizler, seni seviyoruz" cevabını verdiler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Allah biliyor ki, ben de sizleri seviyorum. Allah'a yemin ederim ki, ben de sizleri seviyorum. Allah şahittir ki, sizler bana insanların en sevgililerisiniz." (Müslim, fedâilü's-sahâbe, 43) Hatta Hz.Peygamber (s.a.), kendisini Medine'ye davet eden ve orada kendisine büyük bir özveriyle yardımcı olan Ensar sevgisini, iman göstergesi saymıştır: "Ensâr'ı sevmek, iman alâmetidir. Münafıklığın alâmeti ise, Ensâr'a kin ve düşmanlık duymaktır." (Buharî, menâkıbu'l-ensâr, 4) Hz.Peygamber (s.a.), ashâbına çeşitli tavsiyelerde bulunurken daima önce sevgi ifadelerini kullanmış, sonra tavsiyesini belirtmiştir. (Müslim, imâret, 17; Ebu Davud, vitr, 26) Başka pekçok durumda, hep sevgi sözcükleriyle konuşmaya başlamıştır.

Hz.Peygamber (s.a.), sadece insanlara değil, mekânlara olan sevgisini de ifade etmiştir. Mekke'deki 53 yıllık bir hayattan sonra göç ettiği ve kendisine koruyucular (Ensâr) bulduğu şehir olan Medine için şöyle dua etmiştir: "Allahım' Mekke'yi nasıl sevdiysek, Medine'yi de bize öylece, hatta daha çok sevdir." (Buharî, fedâilü'l-medîne, 12) Bir sefer dönüşünde, uzaktan görünen Uhud Dağı için duygularını şöyle ifade etmiştir: "Bu, bizi seven bir dağdır, biz de onu severiz." (Buharî,i'tisâm, 16) Neredeyse, birer canlı gibi kabul ederek, bu mekânlarla bir diyalog içinde olmuştur.



Hz.Peygamber'e İtaat ve Sünnetine Bağlanmak



Yüce Allah, gönderdiği peygamberlere itaat ve bağlılık gösterilmesini emretmiştir: "Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tövbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi." (Nisa, 4/64) "Allah'ın rasulüne itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa, 4/80); "De ki: 'Allah'a ve Peygamber'e itaat edin'. Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkâr edenleri sevmez." (Ali İmrân, 3/32); "Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve rasûlüne uyun. Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O'nun katında toplanacağınızı bilin." (Enfâl, 8/24)

Hz.Muhammed'in (s.a.) sünnetine sarılmak demek, onun yolundan gitmek ve üstün ahlâkın en güzel örneğine bağlanmak demektir.

Hz.Peygamber (s.a.), sünnetini diriltip yaşatanın kendisini sevmiş olacağını, kendisini sevenin Cennet'te kendisiyle birlikte olacağını belirtmiştir. (Tirmizî, ilim, 16) Ne mutlu bu yoldan gidip bu müjdeyi hak edenlere!
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #45
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Peygamber Sevgisinin Sonucu ve Karşılığı

Hz.Peygamber (s.a.) kıyametin ne zaman kopacağını soran birine, ne gibi hazırlığı olduğunu karşı soru olarak sordu. Pek hazırlığı olmadığını, ama Allah ve Rasûlü'nü sevdiğini söyleyince, şu müjdeyi verdi: "Öyleyse sen, sevdiklerinle beraber olacaksın." Peygamberimiz'in ashâb-ı kirâmı, bu müjdeye çok sevinmiştir. (Buharî, fedâilü ashâbi'n-nebî, 6, edeb, 95; Müslim, birr, 161-165) Bu müjde, şartlarına uyduğumuz takdirde, bizim için de gerçekten sevindirici bir müjdedir.



Muhammed'i çok özledim

Bayram Leventoğlu

Muhammed’i çok özledim
Ciğerlerim pare, pare
Şol canımdan çok istedim
Yollar, götür beni yâre

Günüm gecem selâvattır
Ne huzurdur, ne rahattır
İstediğim şefâattır.
Yâr Muhammed, cana çare.

Irmak olsam, yâre aksam
Ravzasına, nasıl baksam
Şol gönlümü, bile yaksam
Kapanmıyor, canda yare.

Ümmetinim, şerefim çok
Gelmelere dermanım yok
Bir hasret ki, saplandı ok
Sırat üzre, düştüm nare.

Derdim elbet, Kabe ve Hac
Muhammed’e aşkım ilaç
Hasretinden düştüm bîlaç
Çöllerdeyim, hem avare.

Hak aşkına ömür versem
Muhammed’i bir kez görsem
Eşiğinde bile ölsem,
Yalvar, yakar, ben bîçare.

Aşk var ise, Sen sebebi
Habibullah, en son nebi
Selindeyim, coştu debi
Şefâat kıl, sitemkâre.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #46
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
SentimentaL adlı kullanıcıdan alıntı

Peygamber Sevgisinin Sonucu ve Karşılığı



Hz.Peygamber (s.a.) kıyametin ne zaman kopacağını soran birine, ne gibi hazırlığı olduğunu karşı soru olarak sordu. Pek hazırlığı olmadığını, ama Allah ve Rasûlü'nü sevdiğini söyleyince, şu müjdeyi verdi: "Öyleyse sen, sevdiklerinle beraber olacaksın." Peygamberimiz'in ashâb-ı kirâmı, bu müjdeye çok sevinmiştir. (Buharî, fedâilü ashâbi'n-nebî, 6, edeb, 95; Müslim, birr, 161-165) Bu müjde, şartlarına uyduğumuz takdirde, bizim için de gerçekten sevindirici bir müjdedir.



.


yalnız arkadaşlar zaten her müslüman zaten peygamberimizi sever ve sünnetine uyar... bu hadisi lütfen yanlış anlamayalım peygamberimizi her seven kişi cennete gidecek diye bi şey yoktur....
biz birer müslüman olarak cennete gitmek istiyorsak islama uygun olarak farz ibadetlerimizi yapmak zorundayız onun dışında tüm yaşantımız sünnete uygun olmalı....
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #47
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Peygambere Dua ve Yakınlarını Sevmek

Peygamber sevgisinin, sevgi rehberliği ve sünnetine bağlanma biçimlerini dünkü yazıda ele aldıktan sonra, salât ve selâm duası ile yakınlarını sevmeyi ele alalım.

Salât ve Selâm Duası

Hz.Peygamber (s.a.), adı Muhammed veya görevi gereği rasûl/Rasûlullah sıfatlarıyla kelime-i şehâdette, ezanda, kâmette, tahiyyât, salli-bârik dualarında ve başka dualarda, her Müslüman tarafından her gün defalarca sevgi ve saygıyla anılmaktadır. Peygamber'e sevgi ve saygının bir gereği de, Yüce Allah'ın emrettiği gibi, ona salât ve selâm getirmektir: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler: Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salât ve selâm getirin." (Ahzâb, 33/56) Bu âyetteki "salât" kelimesi için, genellikle "övmek" anlamı verilirse de, "örnek almak/göstermek" anlamı da verilebilir. Hz.Peygamber'in (s.a.) adı anıldığında, duyulan derin bağlılığı göstermek üzere, sağ ellerini kalplerinin üstüne getirerek salât ve selâm duası yaparlar.


Ey sûret-i hak, kemâl-i mutlak,
Sen nûr-ı vücûdsun muhakkak.


Olsaydın eğer ademde pinhân,
Zulmette kalırdı hayyiz-imkân.


Zâhirde eğerçi sen beşersin,
Bâtında fakat neler nelersin.


Menşûr-i kemâlidir müeyyed,
Sallû sallû alâ Muhammed

(Ahmed Avni Konuk)

(sûret-i hak: hakkın ve hakikatin temsilcisi; nûr-ı vücud: varlığın ışığı; adem: yokluk; pinhân: gizli; hayyiz-imkân: evren; zâhir: görünüş, dış; eğerçi: her ne kadar; bâtın: iç, öz; menşûr-i kemâl: mükemmelliğin örneği; müeyyed: desteklenmiş, pekiştirilmiş)

Salâtu selâmın en kısası, "Allahümme salli alâ Muhammed" biçimindedir. Salli-Bârik, Salât-ı Tefrîciyye ve Salât-ı Münciye gibi türleriyle Salavât-ı Şerîfe'ler ise, daha özel, uzun ve ayrıntılı salâtu selâm dualarıdır. Salâtu selâm dualarını okumaya, Türkçemizde, bağlılığını bildirmek ve göstermek anlamında "salevât/salâtu selâm getirmek" deriz.

Hz.Peygamber (s.a.), kendisine salâtu selâm getirene Allah'ın on defa rahmet edeceğini (Müslim, salât, 70; Ebu Davud, vitr, 26), on günahı bağışlayacağını ve derecesini on kat yükselteceğini (Nesâî, sehv, 55), yanında adı anıldığı halde sevgi cimriliği yaparak salâtu selâm getirmeyenin cimrinin teki olduğunu (Tirmizî, daavât, 101) belirtmiştir.

Hz.Muhammed'i (s.a.) sevgi ve saygı (tazim) ifade eden "Hz.Muhammed, Hz.Peygamber, sevgili peygamberimiz, habîb-i ekrem, rasûl-i ekrem, server-i kâinât:evrenin efendisi, iki cihan güneşi" gibi sözlerle anmak da, salât ve selâmın bir uzantısıdır.

kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #48
kambis - avatarı
Ziyaretçi
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI'nın bu yılki kutlu doğum haftası ile ilgili açıklaması

İlahi vahyin son ve tamamlayıcı halkası İslâm’ın ve onun peygamberi Hz. Muhammed'in insanlığa çağrısını doğru ve etkin bir şekilde tanıtmak, Hz. Peygamber sevgisi etrafında toplumumuza birlik ve beraberlik mesajları sunmak amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından ülkemizde ve yurt dışında 1989 yılından bu yana Kutlu Doğum Haftası programları düzenlenmektedir.
Kutlu Doğum haftası denildiğinde, Hz. Peygamberi anmak, daha da önemlisi onu anlamak, onun temsil ettiği aşkın değerler bütününü tanımak ve hayatımıza ışık tutan bir meşale yapabilmek çabası akla gelir. Kur’an-ı Kerimin evrensel mesajı, Hz. Peygamberin örnek şahsiyeti ve ahlakı bu değerler bütününün temel öğeleridir.
Hz. Peygamberi örnek almak demek tarihe gitmek ve gömülmek değil, O büyük şahsiyeti tanımak ve sevmek, onun insanlığın huzur ve mutluluğu için yaptığı çağrıyı güncelleştirerek hayatımıza yansıtmak, onun ahlakını ve çizgisini davranışlarımızın mihveri ve rehberi yapabilmek demektir.
Bir ölçüde tarihteki kutlama faaliyetlerinin canlandırılması, günümüzle Hz. Peygamber dönemi, Selçuklu, Osmanlı dönemleriyle bir köprü kurulması, geçmişle geleceğin bütünleştirilmesi şeklinde de anlatılabilecek Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri bugün özellikle dinî ve kültürel hayatımızda meydana getirdiği canlılık ile ayrı bir önem arz etmektedir.
İlk yıllardan itibaren toplumun bütün kesimleri tarafından coşku ile kutlanan Kutlu Doğum Haftası, artık ülkemizin beklenen bir kültür faaliyeti, güzel bir geleneği oldu.
Geçim telaşı, gelecek kaygısı, bencillik, mevki ve gücün sanal mutluluğu ya da yoksulluğun yol açtığı umutsuzluk gibi farklı yönlerden hayatımıza giren bir dizi olumsuzluklar karşısında o rahmet peygamberinin mesajına, Onu tanımanın ve sevmenin sağlayacağı güven ortamına hep ihtiyacımız oldu ve olmakta.
Peygamber efendimiz bizler için Kur’anın adeta yaşayan bir örneğidir. Kur’an bizleri onu örnek almaya çağırır. Bizler onun sünneti etrafında toparlanıp bilinç ve kimlik kazandık. O hiç kimseyi ayıplamadı, kötülüğe karşılık vermedi ve nefsi için intikam almadı. Af ve hoşgörü sahibi idi. Etrafındakileri hiç incitmedi. Kendisinden talepte bulunanı geri çevirmedi. Onun hayatında ve öğütlerinde bireysel ve toplumsal hayatımızı aydınlatacak güçlü bir ışık vardır.
O rahmet ve sevgi peygamberiydi. Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek ve merhamet etmek onun sünnetidir. Nitekim Kâinatın Efendisi “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” buyurarak imanı toplumsal barışın temel taşı yaptı. Kendisinden düşmanlarına karşı beddua isteminde bulunanlara onun verdiği cevap, kendisinin bunlar için değil rahmet ve merhamet peygamberi olarak gönderildiği şeklinde olmuştur. Öz bir ifadeyle o, insanı insan yapan erdemlerin, değerlerin odaklandığı bir şahsiyetti. İnsanlık, artık iyi ile doğruyu, güzel ile çirkini onun penceresinden bakarak daha berrak görme şansına sahip oldu.
Hz. Peygamberi örnek almak deyince onu taklit etmeyi ve sünneti belirli şekillere hapsetmeyi değil onu tanımayı ve sevmeyi, getirdiği mesajın özünü kavramayı ve aktüelleştirmeyi, ondan davranışlarımıza yön verecek ilkeleri ve amaçları çıkarabilmeyi anlıyoruz. Onun sünnetinin etkinlik ve dinamizm kazanabilmesi için, tarih bilincinin de devrede olduğu böyle bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Böyle olduğu için de bu sene İzmir’de yapacağımız Kutlu Doğum Haftası sempozyumunda “Din, kültür ve çağdaşlık” konusunu ele almak istedik. İslam dünyası yaklaşık iki yüzyıldan beri bu ana mihver etrafındaki konuları tartışmakta. İslam ve çağdaşlık konusunda bir nebze de olsa kazanılacak zihni durulma, dinin asıllarının yorumlanmasında ve kendi dindarlığımızı inşa etmede bizler için yol gösterici olacaktır.
Yaklaşık iki asırdır Batı ve onun etkisinde kalan kültürlerde dinin sonunun yaklaştığı ve modernite karşısında varlığını sürdüremeyeceği tezi hakim oldu. Genelde ideolojik bir yönelim arzeden bu teze göre, modernleşme ile birlikte hem toplumsal hem de bireysel bilinç düzeyinde din gerileyecek ve zamanla yer küreden tamamen silinecekti. Hatta bunun için tarih öngörüsünde bulunanlar bile oldu. Kimisi 19. yüzyılın, kimisi de 20. yüzyılın sonunu dinin ölüm tarihi ilan etti. Bu öngörü sahipleri bilimin ilerlemesi, teknoloji kullanımının yaygınlaşması, şehirleşme ve rasyonelleşmenin artmasıyla birlikte dinin kaybedenler hanesinde yer alacağını savundular.
Kısacası, onlara göre din ve bir adı da çağdaşlık olan modernite birbiriyle çelişen iki ayrı dünyanın olgularıydı. Birinin varlığı diğerinin yokluğu anlamına gelmekteydi. Din ve Çağdaşlık bir arada bulunması hoş karşılanmayan iki kavramdı. Pozitivist ve materyalist düşünce akımlarının tesirinde kalan ve kendilerini entelektüel kategorisine yerleştirenler Din ve Çağdaşlık kavramlarının yan yana bulunmasına dahi tahammül gösteremediler; dini çağdaşlığın bir düşmanı olarak algıladılar ve sundular. Bunun karşısında belki de bu sunuma bir reaksiyon olarak din hanesinden de aynı şekilde düşünüp Çağdaşlığı dinin karşıtı olarak görenler oldu. Tabii bu durum yıllarca sürecek bir çatışma ortamı doğurdu. Batı’da çok keskin bir şekilde yaşanan ve kilise ile bilim dünyasının arasını kalın çizgilerle ayıran bu ortam maalesef İslam dünyasına da taşındı. Popüler dinî kültürün gelenek adı altında var olan üretimleri bilim ve rasyonellik adına hor görüldü. Müslüman toplumların sosyo-kültürel yapılarını yansıtan çeşitli refleks ve karakteristikleri İslam’a mâl edildi. Böylece İslam modernin, çağdaşlığın ve değişimin karşıtı ya da en azından engelleyicisi olarak görüldü.
Bunun karşılığında Müslüman dünya sosyo-kültürel yapısı gereği kendi kültür dokusuna dayalı bir formül geliştirerek kendi modernliğini üretemedi. Dolayısıyla, modernliği hep ithal etmek zorunda kaldı ve bu da gerek tarihsel süreçte müşahede ettiğimiz, gerekse bugün bizzat yaşadığımız çeşitli problemlere yol açtı.
İslam dünyası yıllarca modernite karşısında tamamen dışlayıcı bir tavır takındı. Moderniteye direndi ve başarısız oldu. Ancak sonunda modernite ile barıştı. Belki boyun eğdi. Oysa başlangıçta moderniteyi tamamıyla reddetmek yerine onu şekillendirici bir tavır takınsaydı, bugün çok daha güçlü bir konumda olurdu.
Fakat artık memnuniyetle ifade edebiliriz ki, bugün İslam dünyasının bir kısmı, özellikle de ülkemiz fizik dünyamızın gerçekliği ile maneviyat dünyamızın ihtiyaç ve derinliğini birleştirdi; aslında probleminin moderniteyle değil, ideolojik veya pozitivist modernizmle olduğunu fark etti. Dolayısıyla bugün artık Müslümanlar belki ideolojik anlam içeren “çağdaşlaşma” ve “çağdaşlaştırma” kavramına karşı çıkabilirler, ama “çağdaşlık” kavramına karşı çıkamazlar. Çünkü “çağdaşlık” kendimizi içinde bulduğumuz ve din adına kayıtsız kalamayacağımız bir olgudur.
Gerek İslam’ın iki temel kaynağı Kur’an ve Sünnet, gerekse sahih dinî gelenek, statikliği savunmak bir tarafa, çağdaşlığın en temel iki öncü kavramı olan değişim ve dinamizmi teşvik eden bir duruş sergilemektedir. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim insanı dinamizme çağırmakta ve bugün “insan hakları”nın en temel unsurlarından sayılan “tercih hakkını” insana tevdi etmekte, hatta bir haktan öte onu insanın boynuna bir borç olarak asmaktadır. Hz. İbrahim’i “putlara tapan babalarının yolu”ndan ayıran, ona rasyonel bir yolculuktan sonra “tevhid” durağını buldurtan işte bu hakkın veya “irade”nin kullanılmasıdır. Ahiret öğretisini, cennet vaadini veya cehennem tehdidini anlamlı kılan şey de zaten insana irade gücünün tevdi edilmesi değil midir?
“Din”, “değişim”, “çağdaşlık” veya “modernlik” üzerine yapılan en önemli hata “modern olanın belirli bir zaman ve coğrafya ile sınırlı olduğunu zannetmekten kaynaklanmaktadır. Oysa çağdaşlık veya modernlik, mesela sadece Batı Avrupa’da veya Kuzey Amerika’da olup bitenle özdeşleş görülemez. Böyle bir özdeşleştirme peşinde olanlar özellikle dindar bir görüntü sergileyen dünyanın diğer bölgelerini hem zaman hem de yaşadıkları sosyolojik evre bağlamında “geri” olarak görmektedirler. Oysa Londra gibi İstanbul da, Paris gibi Tokyo da, Washington gibi Pekin de pekala kendi modernitesini, kendi çağdaşlığını üretebilir. Yukarıda değindiğimiz tarihsel süreçten kaynaklanan olumsuz nedenlerden dolayı belki bugün hala bu üretimin din ile çelişeceği endişesi zihinlere takılabilir. Ancak şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, İslam dünyası artık bu üretimin eşiğinde olduğunun farkındadır ve özellikle Türkiye bunun için gerekli birikime ve irade gücüne sahiptir.
Dinin tarih boyunca en önemli toplumsal belirleyici olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu gerçek çağdaş dünya için de geçerliliğini korumaktadır. Bugün, insan potansiyelini geliştirme adına ortaya çıkan psikoterapi yöntemlerinden, ekolojik sorunlara ve uyuşturucu ile mücadeleye varıncaya kadar belki de tüm dünya toplumları, dinin müdahalesine, katkısına, daha açıkçası “kutsal”a ihtiyaç duymaktadır. Ve İslam çağdaşlık adına bu katkıyı sağlayabilecek, çağdaş dünya için yeni dinî formlar üretebilecek en dinamik dindir.
Kutlu doğum haftasında Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerini anarken, onun üstün şahsiyetini ve güzel ahlakını tanımaya, getirdiği evrensel mesajı anlamaya ve bütün bunları özünde barındırdığı dinamizmi içinde çağımıza taşımaya olan ihtiyacımızı bir kez daha fark ediyoruz.
Toplantımızın bu yönde önemli açılımlar getireceğine olan inancımı ifade eder, bilimsel katkılarını esirgemeyen katılımcılara teşekkür ederken hepinize ayrı ayrı selam ve iyi dileklerimi sunarım.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #49
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Yakınlarını Sevmek: Ehl-i Beyt Sevgisi


Hz.Muhammed'i (s.a.) sevmek, onun evladını, aile halkını, ashâbını ve bütün ona bağlananları sevmek demektir. Bunlara, geniş anlamda "ehl-i beyt" denir. Peygamberimizin veda hutbesinde Müslümanlara bıraktığını söylediği iki önemli şeyden, birisi Kur'an-ı Kerim'dir, öteki ehl-i beytidir. (Müslim, fedâilü's-sahâbe, 36) "Mü'minler, ancak kardeştir." (Hucurât, ) Hz.Peygamber (s.a.) de, şöyle buyurur: "Sizden biri, kendi şahsı için sevdiğini, mü'min kardeşi için de sevip arzu etmedikçe, gerçek mü'min olmaz." (Buharî, iman, 7) Akrabası olan bir aile için de, şunu belirtir: "Filân aile, benim dostlarım ve sevdiklerim değildir. Benim dostlarım, ancak Allah ve sâlih mü'minlerdir. Onlara gelince, ben sadece arada bulunan akrabalık bağını devam ettiriyorum." (Buharî, edeb, 14; Müslim, iman, 366)
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #50
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Peygamber ve dua



Hz. Peygamber'in davasında doğru ve samimi olmasının bir delili de, getirdiği İslam'ın inanç, ibadet ve yasalarına bağlılık açısından insanların başında gelmesidir. Rabbine olan imanı; kudretine, büyüklüğüne, rahmetine, nimetine, kullarını hayır ve şer adına ne yapmışlarsa Kıyamet gününde hesaba çekeceğine olan derin şuuru, onun aklını, kalbini ve vicdanını tamamen doldurmuştu. Bu, her vesileyle dilinden dışarı taşıyordu. Meselâ, her fırsatta Rabbine dua ediyordu. Sabahleyin uykudan kalktığında, yeni günde tadacağı hayat nimetinin değerini anladığını gösteren dualarla Rabbine yalvarıyordu.

Benzer Konular

9 Nisan 2009 / ayşe nur Soru-Cevap
15 Ekim 2018 / Şeb-i Yelda Hz. Muhammed
3 Haziran 2014 / Ziyaretç Soru-Cevap
8 Haziran 2014 / Misafir Cevaplanmış
30 Ağustos 2009 / Misafir Soru-Cevap