Arama

Hayatın içinden Satır Araları - Sayfa 3

Güncelleme: 11 Mart 2018 Gösterim: 85.618 Cevap: 147
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Mart 2007       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
Sponsorlu Bağlantılar
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!

Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... Tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
...Yoldan çıkarma...!

Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
Afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana...!
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.

İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
git işine!
Yoldan çıkarma beni!..

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mart 2007       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HAYAT İÇİNE SAVRULMUŞ milyonlarca tohum var. Kimisi neşe, kimisi bereket, kimisi hüzün. Şimdi sonbahar ya belki de o yüzden sonbaharın diğer adı hüzün. Oysa sonbaharlardaki renk bereketini seviyorum ben, sonra sonbaharın yağmurlarını birde en çok. Bazen yağmuru aratmayan göz yaşlarına şahit oluyor yüreğim, bazen şahit olunan oluyor gözlerim..

Sponsorlu Bağlantılar
Her şey iç içe yaşam içinde. Kötü varsa ancak iyinin olduğunun farkına varıyoruz. Güzellik çirkinin varlığına borçlu makamını nasıl ki zengin fakire borçluysa servetini. Mutluluk ise hüzne borçlu mahiyetini. Tezatsız dengelenemiyoruz dünyada! Siyah yoksa beyaz yok. Kötü yoksa iyi..

O yüzden arada akmalı yaştan gözler ve var olmalı hüzün hayatımızda gerektiği kadar. Kıvamında bir hüzünde gerekli ruhlara mutluluk ve huzurun kıymeti için. Bazen keyifle okunan bir kitabın satır aralarındaki baskı hatası nasıl kaçırsa da kitaba dair iştiyakımızı, satır arası hüzünler asla bozmamalı yaşam anlayışımızı..

Var olan ve başa gelen her şeye tevekkül edebilmek asıl olan.. O öyle bir Rabb’ki gereksiz ve hedefsiz tek bir zerreyi dahi yaratmayan ve bir yerden bir yere sevk etmeyen. O yüzden “Ey Rabbim! Senden ne gelecekse gelsin! Sen ki, rahmetinle de, kahrınla da güzelsin!” diyebilmek tüm kalple..

Beklenmedik satır arası hüzünleri tevekkül ile karşılamak, sabredebilmek. Her şeyi bir hediye hükmünde görebilmek. Bilinçli bir tercih aslında huzur ve mutluluk. Etrafa saçılan her türlü tohum aslında kişinin kendi tercihine bağlı olarak şekil alıyor zannımca. Hüznü dahi sevebiliyorsak eğer belli bir süre sonra mutluluk olarak geri dönüşümünü alabiliyoruz aslında.

O yüzden yaratılmış her şeyi sevmek gerek Yaradan’dan ötürü. O yüzden şefkatle kucaklayabilmek gerek kainattaki tüm zerrecikleri ve tüm yürekleri. Zengin borcunu ödemeli fakire ki, hak etsin iki cihan servetini . Zahmet vermeli biraz rahmete kavuşmak için. Merhamet etmeli kainata, merhamete mahzar olmak için..

Yaşayabilmek gerek her şeye rağmen, yaşata bilmek için . Hüznü de yaşamak gerek, mutluluğun kıymetini daha iyi bilebilmek için Var olmak gerek her şeye rağmen, var kılmak için. Barışık olmak gerek, en başta küskünlüğe mani olmak için.

Satır arası kadar kısa ve dar alanlara sıkıştı artık yaşamlarımız. Yine bu satır aralarında yaşanıyor hüzünlerimiz yada mutluluklarımız.. Satır arası alınan nefesler kadar hayatımız ve satır araları kadar da kısa artık yaşantılarımız. Bu kısacak zaman dilimlerini bereketlendirmek adına hep güzelden ve iyiden yana atsın nabızlarımız..

Bir okuma molasıdır belki satır arası yaşanılan bir hüzün. Kıymetini bilmek lazım, iyinin, hüznün ve güzün..

ASI TATLI CADI - avatarı
ASI TATLI CADI
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #23
ASI TATLI CADI - avatarı
Ziyaretçi
MELEKLER YANIBAŞIMIZDA...

ayseunluer mavi melek

Dünya ya gelmiş ve insanlara yardıma çalışan ne cok melek var biliyormusunuz? Kaçımız onların varlığını hissedebiliyoruz ve kaçımız kendi varlığımızın farkındayız.Çevremizle ne kadar ilgiliyiz?Günlük yaşantımızda markette,metroda,takside,bir köşe başıda veya kaldırımın kenarında kaç tanesi ile karşılaşıyor ama farketmiyoruz.Çevrenizdeki melekleri görmeye çalışın.Hemen yanıbaşınızda pırıl pırıl ışıklar saçan ve size yardıma gelen insan bedenindeki melekleri….Sonsuz sevgilerini …….
Duyarlı ve dikkatli olursanız onların esintilerini ve tatlı kokularını sevgi dolu yürekleri ve sıcacık bakışları, kocaman kanatları ile kucak açmış beklediklerini göreceksiniz. Onları tanımaz ve algılayamassanız kanatlarına ihtiyaç duyduğunuzda yanınızda olsalar bile fark etmez ve bu muhteşem yolculuğu kaçırırsınız.
Mucizeleri beklemeyin sadece izleyin.Şayet bakmak yerine görmeyi seçerseniz mucizelerin her an gerçekleşmekte olduğunu görebilirsiniz.......


Duyarsızlık ve Yardım Etme Psikolojisi




Yıl 1964... Yer New York... Sabahın erken saatleri... Kitty Genovese adlı bir genç bayan bir sokak köşesinde saldırganlar tarafından saldırıya maruz kalıyor. Saldırı yarım saatten fazla devam ediyor. Bu süre zarfında bu bayan saldırganlarla mücadele ediyor ve çığlıklar atıyor, fakat nihayetinde bıçaklanarak katlediliyor. Bu hadiseyi ilginç kılan ne romanlara mevzu olması ne de gündemi meşgul etmesi. İlginç kılan neden şu ki; Kitty’nin komşularından 38’i bu dehşet verici sahneyi pencerelerinden seyretmişlerdi. Fakat ne tuhaftır ki, bu süre zarfında ne yardıma gelen ne de telefonu kaldırıp bir polisi arayan olmuştu. İnsanlardaki bu dehşete düşürücü hareketsizliğin sebebi neydi?

Diyebilirsiniz ki, insanlar sabahın erken vakitlerinde uykulu ve sersemdiler. Ve yine bu vakitlerde insanlar zihinsel yeteneklerini tamamen kullanamıyorlardı. Fakat gün ortasında Eleanor Breadly adlı bir bayan New York 5. Sokakta alışveriş yaparken ayağının takılması sonucu düşmüş ve bacağını kırmıştı. 40 dakika boyunca yerde şok halinde yatmıştı. Bu süre zarfında yüzlerce kişi yanından geçerken durmuş biraz alık alık baktıktan sonra yoluna devam etmiş ve kimse yardım etmemişti.

Neden bu olaylara şahit olanlar yardım edemediler? İnsanlar diğerlerinin acılarına karşı vurdumduymaz mı? Veya felakete çok mu alıştılar ki şiddet ve felaket karşısında soğukkanlı davranabiliyorlar? Ya da buradaki seyirciler bizden şu veya bu yönle farklı mıydı?

Bu soruların hepsine birden ‘hayır’ cevabı verebilirsiniz. İnsanlarda, yardım noktasındaki hareketsizliğin nedenlerinden biri yardım etme isteksizliği olabilir. Belki şehirdeki insanlar, ne kadar korkunç vaziyette olursa olsun yabancıların kaderleriyle alakadar olmuyorlar. Fakat psikolojik araştırmalar gösteriyor ki, yardım etmekteki durgunluğun sebebi insanların durumu anlayış şekillerinden kaynaklanıyor. Kısacası insanlar durumu önemsememiş değillerdi, belki neler yapılması gerektiğini idrak edememişlerdi.

Şimdi, New York 5 Caddede düşen ve ayağını kıran kişiyi hayal edelim. Kendinizin kadının düşüşünden 10 dakika sonra olay yerine geldiğinizi düşünün. Yerde rahatsızlık içinde yatan birisini gördünüz. Daha neler gördünüz? Kadının yanından yürüyerek geçen ve yürürken sadece biraz bakan ve yürümeye devam eden bir çok kimse gördünüz. Durumu nasıl yorumlayacaksınız? Sonuç olarak şu kanıya varacaksınız ki, müdahale etmek uygun değil. Belki durum ciddi değil, belki yerde yatan kişi sarhoş olmuştu, belki sadece rol yapıyordu, yada her şey bir gizli kamera şakasından ibaretti. Bu durumlarda müdahale etmek ise münasip değildir. Bununla birlikte kendinize sorabilirsiniz ki, eğer durum ciddiyse neden bu kadar kişi yardım etmiyor?

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, izleyicinin yardım edip etmemeye karar vermesinde etkili olan 6 aşama var. Eğer kişi bu altı aşamadan geçebilirse ancak o zaman yardım edebiliyor.

Ortalıkta Yanlış Giden Bir Hadise Bulunduğunun Farkına Varılması
İzleyicilerin her hangi bir girişimde bulunmadan önce ortalıkta yanlış giden birşeyler olduğunun farkına varması gerekiyor. Peki bir hadiseyi fark edilebilir kılan etmenler neler? Cevaplardan biri olayın tabiatı olabilir: bazı hadiseler yapısı itibariyle diğerlerinden daha çok dikkati çekiyor. Yapılan bir araştırmada bazı seyirciler bir konfederasyon azasının tökezleyerek merdivenlerden aşağıya düştüğünü görüyorlar. Diğer izleyiciler ise sadece felaket meydana geldikten sonraki duruma şahit oluyorlar (Konfederasyon üyesi dirseklerini ovalıyor veya şuuru tekrar yerine geliyor). Hadisenin vuku bulma esnasındaki canlılık ve hareketlilik hadise bittikten sonraki aşamada ortaya çıkan canlıktan fazla olduğundan daha çok ilgi çekiyor.

Hadise ne kadar fark edilirse izleyicilerin yardım etme oranları da o derece artıyor. İzleyiciler canlı senaryonun yaşandığı anda % 89 oranında yardım ederlerken hadise bittikten sonraki şartlarda ancak % 13 oranında yardım ediyorlar. Kısacası insanlar yanlış bir şeyin olduğunun farkına vardıklarında yardım etme ihtimali artıyor.

Bunun yanında yardım etmeyi etkileyen psikolojik ve sosyal nedenler de var. Mesela, kabul edilir ki kentte yaşayanlar kırsal kesimde yaşayanlardan daha az yardımda bulunurlar. Gerçekten, araştırmalar da bu sonucu doğruluyor. Peki bunun sebepleri neler? Neden şehirdeki insanlar başkalarına yardım noktasında atıl kalıyorlar?

Bir ihtimal şu ki, kent hayatı yanlış giden, yolunda gitmeyen, bir durumun varlığının fark edilmesini zorlaştırıyor. Şehirler daima hareketin, meşguliyetin olduğu, sesle dolu yerlerdir. Bir çok dış uyarıya maruz kalan şehir insanları bu uyarıları kontrol edebilecekleri ve bu uyarılar arasında rahat edilebilecekleri bir seviyeye getirmek için dikkatlerini sadece kendi şahısları için önemli olan koşullarla kısıtlıyorlar ve diğer alakasız uyarıların önünün kesiyorlar. Sonuç olarak başkalarının yardım isteklerinin farkına varamıyorlar.

İnsanların, yanlış bir şeyin olup olmadığını farkına varmasında etkili olan faktörlerden birisi de onların ruh halleridir. Araştırmalar gösteriyor ki, insanlar iyi ruh haline sahip oldukları vakitlerde daha ziyade yardım ediyorlar.

Bir araştırmada öğrencilerin kendilerine verilen ödevlerindeki performanslarının değerlendirilmesi anında, onlarda iyi veya kötü ruh hali oluşturabilecek olumsuz veya olumlu yönde bilgiler veriliyor. Daha sonra bu öğrenciler diğer bir iş ile ilgilenirken aşırı yükünden dolayı kapıyı açmakta zorlanan ve yardıma ihtiyacı olan bir bayan görüyorlar. İyi ruh haline sahip öğrencilerin çoğu bayanın herhangi bir yardım talebinde bulunmamasına rağmen durumu fark ediyorlar ve yardım ediyor. Kötü ruh haline sahip olan öğrenciler ise sadece bayan tarafından dikkatleri çekildikten sonra yardıma geliyorlar.

Ruh halinin diğer insanların yardım ihtiyaçlarına karşı olan duyarlılığı etkilemesi kent ve kırsal kesimdeki yardım etme noktasındaki farklılığın izahında bizlere yardımcı olabilir. Genelde şehirlerde strese yol açabilecek olan ses, kalabalık ve hava kirliliği kırsal kesimlerden çoktur. Bu şartlar insanları stresli olan bir ruh haline soktuğundan, şehir insanları başkalarının yardıma muhtaç olup olmadığına fazla dikkat etmiyorlar.

Fakat insanlar ortada olağandışılığın farkında olsalar da her zaman yardım etmiyorlar. Yardım etmede diğer önemli bir nokta ise durumun ciddi olup olmadığının farkına varmak...

Durumun Ciddi Olup Olmadığının Farkına Varılması
Bir şehir caddesinde yerde şuursuzca yatan birini gören bir kişiyi göz önünde bulunduralım. Bu kişi yerde yatan kişinin hasta veya içkili olup olmadığını nereden bilebilir? Buradaki koşullarda bir belirsizlik var. Buna benzer bir karıştırma Genovese hadisesinin bazı şahitlerinde de görülmüştür. Komşuların bir kısmı, sonraları neler olup bittiğinden emin olmadıklarını belirtmişlerdir. Belki bu bir şakaydı, veya bir sarhoş nöbeti, yada aşıklar arasındaki bir tartışma. Eğer bunlardan biriyse bu durumda müdahalede bulunmak utanmaya vesile olacaktı.

Peki bir durumun ciddi ve acil vaka telakki edilmesini temin eden ipuçları nelerdir? Bu ipuçlarından bir tanesi çığlıklardır. Çığlık atmak seyircilerin durumu fark etmesini sağladığı gibi hadisenin ciddi olduğunu da izleyicilere ihsas eder. Ve çığlıklar insanlara olayın normal olmadığını, kurbanın ciddi yardıma ihtiyacının bulunduğunu ve dış yardıma muhtaç olduğunu ifade eder.

Çığlık atmak veya yardıma ihtiyacın bulunduğunu hissettirecek ipuçları belirtmek izleyicilerin yardım etme olasılığını arttırmaktadır. Yardıma olan ciddi gereksinimini çığlık atarak ifade edenler % 75 oranında yardım alabilirlerken, sessiz bir surette acıya katlanmayı tercih eden kazazedeler ise maalesef acı çekmeye devam etmişlerdir.

Peki durum veya hadisenin acil olup olmadığının belirsiz olduğu zamanlarda izleyiciler nasıl hareket ediyorlar? İnsanların çevrelerinde olup bitenleri anlamlandırmaları gibi temel ihtiyaçları vardır. Kafalarının karıştığı ve durumu yorumlayamadıkları vakitlerde çevrelerindeki insanlara başvururlar. Bu hallerde diğerlerinin davranışları ve fikirlerini doğru ve gerçek olarak kabul etmek ehemmiyetli olur . Genovese hadisesinde de şahitler kendileri gibi bir çok kişinin aynı şeyleri gördüğünü fark etmişlerdi. Caddedeki trajik hadiseyi izlerken yan binalardaki dairelerin açık ışıklarını görmüşlerdi. Herkes durumun acil olup olmadığını anlamak için birbirine bakıyordu. Ve kimse diğerlerinin de kendileri gibi emin olmadıklarını düşünmediklerinden şu sonunca varıyorlardı; “Madem kimse herhangi bir icraatte bulunmuyor, demek ki ortada ciddi bir tehlike yok.”

İnsanlar olayı fark etseler ve ciddi olduğunu ve yardıma ihtiyacın bulunduğunu anlasalar dahi genelde yardım etmekte atıl kalıyorlar. Bu noktada diğer bir nokta devreye giriyor: Sorumluluğun dağılımı.

Sorumluluğun Dağılımı
Daha önce de belirtildiği gibi her izleyicinin aynı şeyi görmesi, hadisenin acil olup olmadığının fark edilmesini zor kılıyor. Vaziyetin acil olduğu anlaşılsa dahi, yine diğerlerinin varlığı müdahaleyi güçleştiriyor. Çünkü sorumluluğun dağılımı gibi bir durum ortaya çıkıyor. Kimse müdahalede bulunmanın ve yardım etmekten kendinin mesul olduğunu düşünmüyor. Herkes diğerlerinin de kendisinin gördüklerini gördüğünü bildiğinden, bunlardan birisinin ya çoktan bir şeyler yapmış olduğunu veya yapacağını düşünüyor. Peki herkes böyle düşününce hangi sonuç ortaya çıkıyor? Maalesef kimse yardım etmiyor.

Bir araştırmada birbirinden bağımsız üç grup oluşturuluyor. Bu üç gruptan ilki iki, ikincisi üç ve üçüncüsü de beş kişiden müteşekkil. Grup elemanları ayrı kabinlerde oturuyorlar ve birbirlerini görmüyorlar. Bu gruplardan farklı zamanlarda bir mevzuyu tartışmaları isteniyor. Tartışma esnasında her gruptan bir kişi çıglık atmaya başlıyor ve sara nöbeti geçiriyor. Sara nöbetinin üç dakika devam ettiği ilk durumda bir tek izleyicinin bulunduğu ilk gruptaki kişi % 85 oranında nöbet bitmeden yardıma gelirlerken, iki izleyicinin bulunduğu ikinci grupta yardım % 62 oranında oluyor. Ve dört izleyicinin bulunduğu son grupta ise yardım oranı % 31’lerde kalıyor. Sara nöbetinin altı dakika devam ettiği ikinci durumda ise birinci grup % 100, ikincisi % 81 ve üçüncüsü % 62 oranında yardım ediyor.

Kısacası insanlar sadece kendilerinin acil durumun farkında olduklarını düşündükleri zaman daha çok yardım ediyorlar. Ve kişinin içinde bulunduğu grubun sayısı arttıkça bu kişinin yardım etme olasılığı da o oranda azalıyor.

Yardım Etmenin Zorluğu Ve Maliyeti
Seyirci etkisi gösteriyor ki, insanlar genellikle yardıma ihtiyaç olduğunun farkına varamıyorlar. Farkına varsalar dahi diğerlerinin harekete geçeceklerini düşündüklerinden yardım etmiyorlar. Fakat öyle bir durum düşünün ki, hadise belirsiz değil ve yardım etme sorumluluğu da dağılmamış. Acaba insanlar bu durumda başkalarına yardım ediyorlar mı?

İnsanların yardım edip etmeyeceklerini belirleyen faktörlerden biri de yardım etmenin zorluk derecesi ve maliyetidir. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, yardım etmenin kişiye açacağı maliyet arttıkça yardım etme ihtimali azalıyor. Peki bu maliyetler neler olabilir? Bazı durumlarda gayret ve zaman, bazılarında fiziksel olarak zarar görmek, bazılarında ise nahoş duygusal neticeler.

Bir araştırmada öğrencilerden bir binadan diğer bir binaya konuşma vermek için gitmeleri isteniyor. Bu öğrencilerden bir kısmına geç kaldıkları ve acele etmeleri gerektiği söyleniyor. Diğer kısmına ise yeteri kadar zamanlarının olduğu bildiriliyor. Geç kaldıkları kendilerine beyan edilen talebeler randevularına doğru hızla giderken kapının önünde eski giysiler içerisinde inleyerek yerde yatan bir adam görüyorlar. Bu geç kalan öğrencilerden sadece % 10 luk bir kısmı yardım etmek için duruyor. Kapı önünde yatan aynı kişiyi gören diğer öğrencilerdeki yardım oranı ise % 50 oluyor. Bu araştırmayı ilginç kılan nedenlerden biride bu öğrencilerin din ile alakadar bir seminere devam ediyor olmaları. Ve dinledikleri ders ise sokakta yaralı olarak yatan birinin yardımına gelen bir Sameriten’in (kendini hiç düşünmeksizin başı dertte veya sıkıntıda olan insanların imdadına koşan kimse) kıssası.

Şehirlerdeki yardım oranının kırsal kesimlere göre az olmasının sebeplerinden birisi de bu olabilir. Yani şehir insanları daima bir acelecilik içinde olduklarından (işe, okula, otobüse veya randevuya yetişme) kendilerinin işlerine mani olabilecek olaylara pek bulaşmıyorlar.

Yine Piliavins’in metro deneyinde kurban yere yığılırken bazı durumlarda kırmızı renkli bir kapsül yutuyor. Bu sayede çenesinden aşağıya doğru kan akıyormuş gibi görünüyor. Kan acil durumun ciddi olarak algılanmasını temin ettiği halde ağzından kan gelen kazazedeye yardım olasılığı ağzından kan gelmeyene nazaran daha az oluyor. Görünüşe bakılırsa potansiyel yardım ediciler kanı görmekle korkuyorlar ve geri çekiliyorlar. Bu da onların olası yardım etme meyillerini azaltıyor.

Kişisel Yardımın Faydalı Olup Olmaması
İnsanlar edecekleri yardımın zorluğunu ve maliyetini düşünmekle birlikte kendi yardımlarının yaralı olan kişiye fayda verip vermeyeceğini de düşünüyorlar. Eğer kendilerinin yardımı yaralının acısını hafifletebilecekse yardım etme olasılığı artıyor. Fakat kişi kendi yardımının kazazedenin yardımını hafifleteceğini düşünmüyorsa o zaman yara ile yardım arasında ters bir orantı ortaya çıkıyor. Diğer bir deyişle yardıma muhtaç olan kişinin acısı ziyadeleştikçe yardım edebilme olasılığı da o orandayavaş oluyor.

Hadisenin Olduğu Mekanın Kolayca Ayrılmaya Müsait Olup Olmaması
Yerde acılar içinde kıvranan birisini gören bir şahısta bir huzursuzluk meydana geliyor. Bu şahısın bu huzursuzluğu giderebilmesi için önünde iki yol var. Birincisi yaralıya yardım etmek. İkinci ve daha kolay bir çözüm ise, hadisenin cereyana geldiği mekandan uzaklaşmak.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki insanlar kolayca ayrılabilecekleri mekanlarda yardım edebilecek durumda dahi olsalar kolay olan ikinci yolu tercih ediyorlar. Kısacası sokak caddesinde yatan bir kişiye uzanacak yardım eli kapalı bir yerde yaralı olarak yatan bir kişininkinden daha az oluyor. Yani ayrılabilmenin kolaylığı yardımı önemli ölçüde azaltıyor.

Sonuç
Sonuç olarak denilebilir ki; insanlar sanıldığının aksine bencil değiller. Ve yardım etmekteki ataletleri hadiseyi önemsememelerinden kaynaklanmıyor. Yukarıda da beyan edildiği gibi kişinin yardım edip etmeyeceğini büyük ölçüde olayın meydana geldiği koşullar belirliyor. Tabii, insanların aldıkları eğitimin, sahip oldukları dini inançların, ve yetiştikleri aile ortamının etkilerini bir kenara bırakamayız. Fakat çoğu zaman koşullar, ne kadar diğerkâm olursa olsun, insanların yardım etmelerini zorlaştırıyor. ASLINDA HER BİRİMİZ BİRAZ SEVGİYE AÇLIK ÇEKİYORUZ AMA BUNU GÖSTERMEK ACİZLİK GİBİ GELİYOR BAZILARIMIZA YADA GÖZLERİMİZİ KAPATIYORUZ SEVGİ İLGİ BEKLEYENLERE VE KENDİMİZE BUDA SANIRIM BİRŞEYLEREDEN KORKU DUYDUĞUMUZDAN ASLA TAM OLARAK KENDİMİZİ ORTAYA KOYAMIYORUZ ZAYIFLIKLARIMIZ LA HATALARIMIZA GERÇEKLERİMİZLE YALANLARMIZLA HEP BİR GİZEMLİ TARAFIMIZ OLUYOR BANA GÖRE GÜVEN EKSİKLİĞİ YAŞIYORUZ BAZI KONULARDADA HAKLIYIZ ÇÜNKÜ KİŞİLER ZAMANLA NE OLDUKLARINI YANSİTMAYA BAŞLIYOR ...

AMA YİNEDE BİZLER DEĞERLİYİZ VE HERŞEYİNEN İYİSİNİ HAK EDİYORUZ....Msn Happy
Son düzenleyen ASI TATLI CADI; 22 Mart 2007 10:50 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #24
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Hadi bana güzel şeylerden bahset, ben yapamıyorum bir süredir…
Sanki unuttum sevinmeyi; epeydir bir uçurtma olmadım örneğin, kuşlarla aşık atmadım
gök yüzünde, çocuklarla gülmedim. Kahkahalarımı bir elektrik kablosuna dolayıp, yerlere çakılmış gibiyim.
Yüz göz darmadağın, kelimeler kırık dökük, hayatım durağan, zaman dört nala koşarken önümde, ben sürünüyorum toz, toprak içinde…
Nedense, veresim gelmiyor aldığım solukları, göresim yok sevdiğim insanları; ne bilmek, ne anlamak istemiyorum artık, bir parçası olmadığım hayatı…
Biliyorum, nedenim çok ama, nicedir mutlu uyanmıyorum yine de!.
Hadi, lütfen, güzel şeylerden bahset!
Örneğin; uçsuz bucaksız bir kumsalda seyrine doyulmayan bir gün batımı tasvir et; ufkun biraz üstünde sarı bir ateş topu görünsün, deniz dalgalı olsun. Güneşin son ışıklarıyla yanan kayalar, serinlesin köpüklerle…Bulutlar beyaz olsun, martılar çığlık çığlığa…Rüzgarla sarmaş dolaş bir yelkenli geçsin açıklardan, kıyıdan el sallasın yelkenliye denizde taş sektiren çocuklar…Kulak misafiri olayım el ele tutuşmuş bir çiftin sevgi sözcüklerine; derin bir ah çeksin, kayalıklarda balık tutan yaşlı bir adam ve gülümsesin…Sadece o kumsalda olsa da, hayatından memnun olsun herkes, “yaşamak, güzel şey!” desin.
Akşam olsun, ateş yaksın sevdalı gençler; aşk olsun şarkılarında, umut, söylesinler bir ağızdan; denizde ayın şavkı, gözlerinde yıldızlar, elleri birbirlerinde olsun, tertemiz yüreklerinde sevgi…Sadece o kumsalda da olsa, hiçbir şey kirlenmesin; ne deniz, ne gökyüzü, ne gençler!
Nedense, giderek daha çok hissediyorum kirlendiğimi; ellerimi daha sık yıkıyor, aynalara daha az bakıyorum.
Koyunlarını otlatan bir çobanı anlat bana…Bir dere kenarında, serin bir kayın gölgesine uzanmış, yan gözle sürüsünü izliyor olsun. Elleri başının altında, gözleri gökyüzünde, bulutlardan bir sürü çizsin, tıpkı düşlerindeki gibi, sadece kendine ait; taşlardan atlayan suların sesi, yüzünü okşayan ılık rüzgar, kurbağaların türküsüyle, fark etmesin, dünyanın en bahtiyar insanı olduğunu ve hayret etsin, bunca yokluğa rağmen neden gülümsediğine…
İyi haberler ver bana; ister, memlekete, ister insanlara dair olsun. Tanıyım tanımayayım fark etmez, yeter ki duyayım, hep kötü şeyler olmadığını hayatta!
Komşunun, ne zamandır istediği bisikleti alabildiğini anlat kızına; Ahmet’in sünnetinde sabaha kadar eğlendiğini mahallelinin, nihayet muratlarına ereceğini müjdele Ayşe ve Veli’nin, düğün parasını denkleştirdiklerini; geleceğe umutla baktıklarını…
Nedense, kötü haberler prim yapıyor artık, ne kadar moral bozarlarsa, sanki, o kadar rahat ediyor insanlar.
Biliyorum, ben de onlardan biriyim. Tek farkla ki, iyi şeyler giderek azalırken çevremde, daha çok istiyorum, iyiyi, güzeli görebilmeyi…Herkese yetecek kadar umut olsun istiyorum yüreğimde, herkesi kucaklayacak kadar uzun kollar, aklımda bir dize, dilimde bir türkü olsun her daim, sevdayı anlatan!
Gel gör ki, doğarken yüklenmişim yüreğime bu tarifsiz hüznü; en küçük bir fırsatını bulmaya görsün; ne kumsallarda hala aşk şarkıları söyleyen gençler olduğu geliyor aklıma, ne hayalleri olan çobanlar…
Bir tek, bütün acıları yüklenen bu yürek kalıyor elimde, bir de, içinde akan kan kırmızı bir dere…
lionhead - avatarı
lionhead
Kayıtlı Üye
21 Nisan 2007       Mesaj #25
lionhead - avatarı
Kayıtlı Üye
MSN (önemli )
O gece mail kutusuna gelen bir notun tüm geleceğini etkileyeceğini
bilemezdi. Ekte gönderilen dosyayı açtığında ekranı binlerce gül
kaplamıştı. Her tıklamada yeni bir sayfa açılıyor ve her açılan
sayfada değişik renklerde güller tüm ihtişamıyla gözler önüne
seriliyordu. Son tıkladığında ise ekranda şöyle yazıyordu;
>>> >>
" Hiçbirisi senin gibi olamaz. Seni seviyorum..."
Fulya çok şaşırmıştı. Maili gönderene baktı ama bu isim onda hiç bir
çağrışım yapmamıştı.
Sonraki günlerde benzer mesajlar gelmeye devam etmişti.Her defasında
farklı çiçekler kaplıyordu ekranını ve son sayfada yine aynı şeyler
yazıyordu. " Hiçbirisi senin gibi olamaz.Seni seviyorum..."
>>> >>
Fulya bu esrarengiz kişiyi merak etmeye başlamıştı. 10.gece gelen
mesajı yanıtlamayı düşündü.
İster istemez etkilenmişti. O günlerde kendini çok yalnız
hissediyordu...
Kim acaba diye kendi kendine sorarken birden parmaklarının klavyeye
uzandığını farketti.
- " Bu çiçekleri bana neden gönderiyorsunuz? Lütfen kimliğiniz
hakkında bana bilgi verirmisiniz?..."
>>> >>
Yazdıkları sadece bu kadardı. Ardından iletisini göndermek için
"Gönder "
tuşuna bastığında hayatının
ne hale geleceğini asla bilemezdi...
>>> >>
Ertesi gece heyecanla mail kutusuna baktı. Yine aynı kişiden bir Mail
daha gelmişti. Yüreği dalgalı denizlere dönmüştü.Aceleci tavırlarla
maili açtı. Bu defa tek sayfalık bir ekran vardı karşısında ve şunlar
yazıyordu;
- " Beni gerçekten merak ediyorsan yarın öğleden sonra saat 2'de
bilgisayarının başında ol ve msn' in açık olsun..."
>>> >>
Fulya o geceyi biraz heyecanlı birazda huzursuz geçirdi... Gece
boyunca hep bu konuyu düşündü. Kimdi, neyin nesiydi, neden her gün bu
mailleri ona gönderiyordu...Bu soruların cevabını bulamamıştı.
Ertesi gün saat 14.00'te ekranın başındaki yerini aldı ve msn' i de
açtı.
Bir süre sonra ilk mesajı almıştı.
- " Merhaba çiçeğim..." Fulya kalbinin deli gibi atmaya başladığını
hissetti...
- " Merhaba...Kimsiniz ? "
- " Sizi tesadüfen buldum. Bana gelen maillerden birinde sizin de
adresiniz vardı. gizemlicicek@... çok dikkatimi çekmişti. O yüzden
size her gece birbirinden güzel çiçekleri maillemeye başladım.
- Peki ama " hiçbirisi senin gibi olamaz. Seni seviyorum " ne demek
oluyor?
- İkimiz de çiçekleri çok seviyoruz değil mi? O zaman birbirimizi de
çok seveceğiz desem herhalde yanlış olmaz.
Fulya ne diyeceğini bilemiyordu.Uzunca bir süre cevap yazamadı. Sonra
- Bakalım zaman ne gösterecek. Bu arada kendini biraz tanıtırsan
memnun olacağım.
-Hiç gerek yok...Çünkü sen beni çok iyi tanıyorsun.
Fulya iyice afallamıştı. Cevap yazmak için ekrana baktığında karşı
tarafın çıkmış olduğunu gördü. Bir süre bekledi ama geri dönüş olmadı.

Herhalde elektrikleri kesildi ya da başka bir sorun çıktı " diye
düşündü...
>>> >>
O gece ve sonraki geceler meçhul kişiden hiç mail gelmedi. Her gün
msn' i açıyordu ama orayada gelen giden yoktu. Fulya'nın içi içini
yiyordu. Neler oluyordu? Hiç bir sorunun cevabını bulamamak git gide
sinirlerini germeye başlamıştı. Aradan bir aydan fazla bir zaman
geçmişti ve Fulya bu esrarengiz kişiyi unutmaya başlamıştı.
Bir gün çalıştığı iş yerine sivil polisler geldiler . Fulyayı

arıyorlardı.
" Benimle ne işleri olabilir " diye düşünürken odasına giren
polislerden biri kollarına kelepçeyi takı vermişti. " Hey neler
oluyor, ben ne yaptım ki " diye avaz avaz bağırmaya başlamıştı.
Polisler bilgi vermiyordu.Sadece
" Bizimle emniyete geleceksiniz " diyorlardı. Özellikle kollarına
vurulan kelepçeler moralini çok bozmuştu.
Neler olup bittiğini çözmesi olanaksızdı.
>>> >>
Emniyet Müdürlüğüne gidene kadar polisler tek kelime bile
etmemişlerdi.
Kapısında " Dolandırıcılık Masası "
yazan bir odaya girdiğinde hepten şaşkına dönmüştü. Masadaki görevli
polis
>>> >>:
- " Buyrun Fulya hanım oturun " diyince ilk sandalyeye kendini

atıverdi.
- " Söyler misiniz neler oluyor ? Bu bir şakaysa çok ağır bir şaka

oldu.Derhal bu oyunu kesin ..."
Daha lafını bitirmemişti ki kendisine oturmasını rica eden polisin
sert bir ifadeyle " Hep böyledir.Yaparlar ama kabul etmezler..."
sözleri başını döndürmeye yetmişti. Birden fenalaştı ve olduğu yere
yığılıp kaldı.Gözlerini açtığında bir sedyede olduğunu farketmişti.Boş

gözlerle etrafına bakıyordu.
Biraz sonra kendisini iş yerinden alan polislerden biri yanına geldi.
- İyi misiniz Fulya hanım? Kendinize geldiyseniz artık işimize

bakalım.
Güçlükle doğrulmuştu. Sonra polisinde desteğiyle tekrar o odaya
girdiler.
Aynı sandalyeye oturmuştu.
- Fulya hanım, dolandırıcılıkla suçlanıyorsunuz. Banka hesabınızda son

15 gün içinde tam 28 işlem yapılmış. Bu süre zarfında yaklaşık 4
trilyon lira hesabınıza yatmış ve oradan da başka bir hesaba havale
edilmiş.
- Olamaz...Benim böyle şeylerden haberim yok.Bankada 350 milyon liram
var.Bunun dışında da neler olup bittiğini bilemiyorum.
- Fulya hanım,şimdi bize işbirliği içinde olduğunuz kişilerin adlarını

vermenizi istiyoruz.
- Siz neler diyorsunuz? Ne işbirliğinden bahsediyorsunuz?.
- Dolandırıcılık bayan... Genelde tek başına yapılmaz bu işler. Ayrıca

bu kadar parayı ne yaptığınızı da bize derhal açıklayın. Fulya hıçkıra

hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Artık
ifade verebilecek durumda değildi.
Sinir krizleri geçirmeye başlamıştı. Birden kendini parmaklıklı bir
odada bulmuştu. Dışardan ölü bir ışığın içeri süzüldüğü rutubetli
küçük bir odaydı. O geceyi sabaha kadar ağlayarak geçirmişti.
Sabahın ilk ışıkları küçük pencereden içeri süzüldüğünde gün ağlıyordu

gözlerinde ve üşüyordu... Bir süre sonra kapı açıldı ve bir kadın

polis kolundan tutup kendisini takip etmesini söyledi. 2-3 dakikalık
bir yürüyüş sonrasında tekrar ilk geldiği odaya varmışlardı.
Fulya'nın yüzü solmuştu ve tir tir titriyordu.Polisler ona sıcak bir
fincan çay verdiler. Önce fincanın sıcaklığıyla ellerini ısıttı
sonrada yudum yudum içmeye başladı.
- Başınız iyice dertte bayan...28 kişinin banka hesabından kendi
hesabınıza havaleler yapmış ve ardındanda 4 trilyonu
3 ayrı hesaba aktarmışsınız ve bu paralar ertesi gün ilgi hesaplardan
çekilmiş.
- Benim hiçbir bilgim yok, ben bir şey bilmiyorum diyebildi..Ardından
sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.
- Bugün savcılığa çıkaracağız sizi ve tutuklanacaksınız. İyisi mi bize

yardımcı olun da şu işi çözelim.
Fulya darmadağınık olmuştu.Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Sonra "
tutuklanacaksınız " sözünü hatırlayıp daha da büyük bir korkuya
kapıldı. O andan itibaren hiç konuşmadı. Fulya'yı bir başka odaya
aldılar.Yaklaşık 2 saat kadar orda tek başına kalmıştı. Bu süre
zarfında neler olup bittiğini asla anlayamadı. Sonra bir bayan polis
geldi ve kendisini takip etmesini söyledi. Budefa bir arabaya
binmişlerdi. 10-15 dakika sonrada savcının karşısına çıkarılmıştı.
Savcı 55-60 yaşlarında babacan tavırlı biriydi.
- Otur kızım deyişi Fulyanın içini birazcık da olsa rahatlatmıştı.
- Anlat bakalım kızım. Nasıl başladın bu işe?
- Benim bahsettiğiniz işlerle hiç ilgim yok savcı bey dedi.
- Banka hesabınız öyle demiyor ... Ne vardı banka hesabında. Neler
olmuştu
- Bakın ayın 13 ünde sarıgül notuyla 750 milyar, 17'sinde beyaz zambak

notuyla 2 trilyon ve 19'unda da siyah lale notuyla kalanını havale
etmişsiniz . SARI GÜL, BEYAZ ZAMBAK,SİYAH LALE... Allahım neler oluyor

diye beynini iyice zorluyordu. Sarıgül...Beyaz zambak...Siyah lale...
Birden irkildi. Bu olamazdı!!! Ona ilk gelen mesajda hep sarı güller
vardı. Sonraki maillerde beyaz zambaklar, siyah laleler ekranı
dolduruyordu. Ama bu nasıl olabilirdi? Savcıya doğru döndü ve
kendisine gönderilen maillerden bahsetti. Savcı şaşkınlıkla onu
dinliyordu.
Maillerin bu işle ne alakası olabilirdi?
Savcı ber bir yere telefon açıp birisinin odasına gelmesini istedi.
Bir süre sonra odaya genç bir kız geldi ve
- Fulya hanım.Siz bu hikayeyinizi baştan sona kadar hiçbir şeyi
atlamadan bana tekrar anlatırmısınız ? dedi.
- Tabi dedi ağlamaklı sesiyle... Sonra olanı biteni anlatmaya başladı.

Her gece gelen maillerden bahsetti.
Sarı güllerden ,siyah lalelerden ... bahsetti. - Bunların dışında bir
şey daha olmalı dedi kız. Fulya herşeyi en ince ayrıntısına kadar

anlattığını sanıyordu.
- Peki. Siz hiç cevap yazdınız mı? - Evet bir kez yazdım. Kim olduğunu

merak ettiğimi sormuştum. O da bana bir sonraki gün msn degörüşelim
demişti.
- Yani siz onunla msn'de görüştünüz öyle mi?
- Evet diye cevap verdi Fulya... Sonra kız savcının yanına gitti ve
Fulya'
nın duyamayacağı şekilde bir şeyler anlattı.
Sonra da aceleci adımlarla odadan çıktı. Savcı yanına gelmişti. - Bak
kızım.Eğer anlattıkların doğruysa senin için bir ümit doğabilir. Yoksa

gençliğine yazık olacak...
Fulya hüngür hüngür ağlamaya başladı. Savcı başını okşadı ve ;
- Koyverme kendini hemen. Dur bakalım bir şeyler bulabilecek miyiz...

Sonra Fulyayı bir başka odaya aldılar.
Aradan ne kadar zaman geçmişti.Dışarda neler olup bitiyordu. Daha ne
kadar burada kalacaktı?
Kapı açıldı ve savcı beyle diğer genç kız içeriye girdiler.
Yüzlerindeki ifade Fulya'yı biraz olsun rahatlatmıştı. Gözü ağlamaktan

kan çanağına dönmüştü. - Hadi bakalım kızım evine gidiyorsun.
Fulya ne diyeceğini şaşırmıştı. Yine ağlamaya başladı.Diğer kız yanına

yaklaştı.
- Benim adım Ayşe. Bilgisayar uzmanıyım.İfadeniz üzerine Yaptığımız
araştırma sonucu asıl dolandırıcıları tesbit ettik. - Peki ama bunun
benimle ne ilgisi var?. Benim banka hesaplarımın bu işle ne alakası
var ?
Ayşe gülmeye başlamıştı.
- Bakın Fulya hanım sizi msn'de konuşmaya çağırmasının tek nedeni
vardı. O da bilgisayarınızn IP numarasını öğrenmek...
Sonrası onlar için çok kolay oldu. Bilgisayarınıza girdiler ve sizinle

ilgili tüm bilgileri ele geçirdiler. Sonra da başka hesaplardan sizin
hesabınıza para aktardılar ve ardından da sahte isimlerle açtıkları
kendi hesaplarına aktarıp buradan paraları çektiler. Fulya öylesine
şaşkın öylesine çaresizdiki... - Hadi şimdi evinize gidin ve iyice
dinlenin. Yarın sabah sağlıklı bir şekilde yeniden ifadenizi alacağız.

>>> >>
Ayşenin de yardımıyla dışarı çıktılar. Güneş ışınları gözünü kör
ettmişti sanki...Hemen bir taksi çevirip evine gitti.
Alelacele kendini banyoya attı. Sonra bir fincan kahve hazırladı
kendisine.Biraz rahatlamıştı. Sonra yatağına uzanıp derin bir uykuya
daldı. Gece boyunca rüyalarında hep çiçekler gördü.
Çiçekler ona saldırıyor, her tarafını yara bere içinde bırakıyorlardı.

Uyandığında ter içinde kalmıştı. Hemen kalktı ve ilk iş olarak
bilgisayarın elektrik bağlantısını kopardı.
>>> >>
Perdeyi açıp dışarı baktığında ise hala Gün ağlıyordu gözlerinde.
Üşüyordu...


yasamak kucuk bir umut we insana duyulan sewgiden ibarettir..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mayıs 2007       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kabul, hep siz haklısınız, sizin dediğiniz doğru ve hep sizin sözünüz geçerli olmalı! Siz insanın kalbinden geçeni bile okuyabilirsiniz! Yok canım o kadar da değil diyorsanız, önerilerimize göz atınız.

1. EŞİNİN KİŞİLİĞİNE KARŞI AĞIR ELEŞTİRİDE BULUNMA
Eşinin kişiliğini küçük düşürücü, onur kırıcı sözler sarf etmek sevgiyi zedeler. “Sen hep böylesin, hep beceriksizsin.” suçlamalarına sitemkar ve biraz da hakaret içeren “Hep kendi bildiğini okudun. Beni dinlemedin.” sözleri suçlayıcı eleştirilerdir.

2. İŞİ YOKUŞA SÜRME
Günün birinde eşlerden birinde olumlu bir değişiklik olmuştur veya gittikleri doktor dinlenilmiş ve kişi olumsuz bir davranışından vazgeçmiştir. Diğer eş “On yıldır sana söyledim; ama beni dinlemedin, başkası deyince daha mı kıymetli oluyor?” biçimindeki konuşmalar eşi üzen ve geriye döndürebilecek tarzdadır.

3. GEÇMİŞİ HATIRLATMA
Evlilik hayatı boyunca insanların olumsuz hatıraları olmuştur. Kavgalar, tartışmalar, atışmalar ya da unutulan anlar, yapılan yanlış davranışlar olagelmiştir. Evlilik hayatı boyunca bu kötü hatıraların eşler tarafından tekrak tekrar ısıtılarak ortaya konulması ilişkileri zedeler.

4. GENELLEMEDE BULUNMA
Eşinize bir kalıp biçerek o kalıba sokan ifadeler kullanmak, onu kötü bir fiille damgalamak da büyük hatalardan biridir. “Ben senin için değiştim, sen benim için hiçbir şeyden vazgeçmedin. Çok bencilsin...” sözleri evliliği yıpratır.

5. EŞİNİN AKLINI OKUMA
Çiftler arasında diyalog tek taraflı olmaya başladığında eşler birbirlerine mesafe koymaya başlarlar. Sürekli iğnelemeler, kavgalar, atışmalar artık kadın ve erkeği kendi dünyasına itmiştir. Erkek de kadın da kendi dünyasında eşiyle konuşmaya başlar. Kafalarında kurdukları şeyler zaman zaman birbirlerinin hareketlerine yorumlar çıkarmaya neden olur. “Senin ne demek istediğini biliyorum. Ben senin bakışından anlarım.” gibi sözlerle eşinin mimik ve hareketlerinden anlamlar çıkarılmaya başlanılır.

6. KENDİNİ HEP HAKLI GÖRME
Hatalar, yanlışlıklar iki taraftan da kaynaklandığı halde kim daha haklı, adeta “mahkeme” kuruluyor.

7. KONUŞURKEN SÖZLERİN KESİLMESİ VE SES TONUNU YÜKSELTMESİ
İletişimde en önemli husus konuşan insanı sonuna kadar dinlemek, çok gerekliyse aralara girmektir. Dinlemek, anlamak ve kendimizi anlatmamız gerekiyor. Bunun yolu da saygıyla dinlemek, ses tonunu yükseltmemektir.

8. EŞLERDEN BİRİNİN KENDİSİNİ TERAPİST YERİNE KOYMASI
Senin hasta olduğunu biliyorum, nedenlerini de biliyorum. Senin ne zayıflıkların var hepsini keşfettim, ne yapman gerektiğini söylüyorum, beni dinlesen doktora filan da ihtiyacın olmaz’ gibi sözler doğru değildir. Eş ne kadar bilgili, tecrübeli olursa olsun kendini doktor yerine koymamalıdır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mayıs 2007       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
killersong16rzom2vg5tu9
sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
31 Mayıs 2007       Mesaj #28
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
DUYARSIZ MI OLDUK?
26 mart 2007 günü bir bankanın önündeki bankamatik sırasındaydım.
Kuyrukta 15-20 kişi vardık.Ayrıca bankaya girip çıkan ve oradan geçen onlarca insan.
Büyük kentlerin gündüz vakti süregelen uğultusuna herkesin kulakları alışmıştır.
Bu sebeble ortalık sakinmiş gibi algılanır.
O sırada bir ses yükseldi.
İhtiyar bir kadın,az önce çektiği emekli maaşının çalındığını söyleyip çaresizce dövünüyordu.
İlk önce herkes gibi ben de şaşkınlıkla baktım.Kısa bir süre sonra durumu kavradım.
Medyada ve tanıdıklarımız arasındaki konuşmalarda sıkça yer alan bir olaya şahit oluyorduk.
Yankesicilik,kapkaç,hırsızlık ve bunlar gibi şeyler.İşte bunlardan biri daha gerçekleşmişti.
Ben,doğal bir refleks ile kadının yanına gitmek istedim.Gerekiyorsa üç-beş kuruş yardımda bulunabilirdim.
İlk anda aklımdan bunlar geçti.
Ama aynı anda çok belirgin olan bir şey dikkatimi çekti.Hem oradan geçmekte olan kişiler…
Hem de kuyrukta bekleyenler…Ne yapıyorlarsa,aynı durumdalar.Yürüyenler yollarına devam ediyorlar.
Bekleyenler gene beklemedeler.Sanki ortada ihtiyar bir kadın dövünmüyordu.
Sanki parasının çalındığını söylemiyordu.Herkes sadece bakıyordu.Ve bu bakışlarda hiçbir duyarlılık yoktu.
Buz gibi tepkisizlik ortamı içindeydim.O anda aklıma geldi.Sakın bu kadın rol yapıyor olmasın?
İnsanlar bunu anladıkları için mi kayıtsızdılar?Ama bakışlarda böyle bir izlenim de sezemedim.
Sadece tepkisizlik vardı.
Gene o anda başka bir duyguya daha kapıldım.
Eğer o ihtiyara yardım etmeye çalışsa idim orada bulunanlar tarafından yadırganacaktım.
Bunu adım gibi bildiğimden eminim.Zira bakışlardaki duyarsızlık en yoğun aşamasındaydı.
İlgisizlik sürdü ve kadın gitti.
Kadın gözlerden kaybolmadan önce bile olay unutulmuştu zaten.
Birkaç dakika sonra kuyrukta protesto sesleri yükseldi.İlk önce ne olduğunu anlamadım.
Aklım biraz önceki olaydaydı.Birazdan öğrendim.Başka bir ihtiyar kadın kuyruğun en önüne gelmiş.
Ayakta durmaya dermanının olmadığını söylemiş.Küçük torunlarını evde yalnız bırakmak zorunda kalmış.
Sıra başındaki kişi yardımcı olmuş.Üstelik bankamatik işlemlerini kendisi yapmış.
Tam bir dakika içinde kadın parasını almış.Yanımdakilere neyi protesto ettiklerini sordum.
Kadının yalan söylediğini belittiler.Onlara bu kadını tanıyıp tanımadıklarını sordum.
Tanımıyorlarmış,ama belliymiş ki terbiyesizin biriymiş.Üstelik ona yardımcı olan da saygısızlık etmiş.
Zira sırada bekleyenlerin zamanını çalmış.Oysa işlem bir dakika sürmüştü.
Kadını giderken gördüm,gerçekten çok,ama çok ihtiyardı.
Sıra bana gelip paramı çekinceye kadar aynı şey oldu.
Hem o ihtiyar kadına hem de yardımcı olana her türden protesto devam etti.
Şimdi düşünüyorum.Toplum duyarsızlaştı mı?
Yoksa duyarsız olanlar bana mı rastladı?
Veya duyarlı olmanın bu olayla ilgisi yok muydu?
sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
1 Haziran 2007       Mesaj #29
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
HAYVANLAR VE BİZ
Bilmiyorum,hep bana mı rastlıyor ?Yoksa çok yaygın ve olağan mı ?
Hayvanlara eziyet etmekten bahsediyorum.
Şahit olduğum veya duyduğum olayları buraya yazsam,eminim insanlığınızdan utanırsınız.
İnsanlık,milyonlarca yıl süren doğa ile mücadelesinde sert karakterli olmak zorundaydı.
Vahşi ortamda vahşi olmak gerekiyordu.
Ama mücadeleden galip çıkınca,insanlar hem birbirlerine hem de diğer canlılara karşı daha uysal oldular mı ?
Yani medeniyet geliştikçe hayvanlara karşı olan davranışımız yumuşadı mı ?
Şahit olduğum ve duyduğum olaylara göre pek olumlu cevap veremiyorum.
Bir ülkede milyonlarca insanın ‘boğa güreşi’dedikleri vahşet gösterilerini, milli spor diye övünerek sürdürmelerini anlamıyorum.
İhtiyaç için değil,zevk için hayvan öldürenlerin,bu yaptıkları işe av sporu demelerini bana hiç kimse kabul ettiremez.
Çaresiz durumdaki hayvanları katleden,onlara eziyet eden insanların hücrelerinde de , benim hücrelerimde de aynı sayıda
kromozom var.
Hepimiz aynı biyolojik etki-tepkilere sahibiz.
Metabolizmamız aynı kanunlara bağlı.
Ama hayvanlara karşı takındığımız tutumlar ve hissettiğimiz duygular niçin farklı ?
Eğitim işi mi ?Tabii ki eğitim ,kitap ezberlemek değildir.
Eğitim,insan beyninin daha olumlu,daha anlayışlı,daha yaratıcı hale getirilmesidir.
Eğitim,vahşet duygularının bekçisidir,demir kafesidir,terbiyecisidir.
Çocuklar dünyaya geldiklerinde zorunlu olarak milyonlarca yıllık birikimle vahşet genleri taşıyor olmalılar.
Onları bunun için eğitmeye çalışıyoruz.Öğretim,işin yardımcı tarafıdır.
Duyguları incelmemiş,sevgi ve saygı bilmeyen biri matematik,fizik,buna benzer konularda bilgi sahibi olabilir.
Ama onu tam bir insan olarak kabul edebilir miyiz?
Dikkat edin,hayvanlara eziyet edenler, öğrenim görmüş olsalar bile eğitimi olmayan kimselerdir.
Hayvansever olup ta doğru dürüst okul bitirmemiş olanlar yok mu ?
Gerçi örnek vermeyecektim.Ama bir gözlemimi aktarmadan geçemeyeceğim.
Bir parkta,küçük bir kedi yavrusunu köşeye sıkıştırıp ona taş atan çocuklar görmüştüm.
Anneleri olayı gülerek seyrediyor,bir tanesi ,taşı isabet ettirmeleri için taktik veriyordu.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
3 Haziran 2007       Mesaj #30
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
İYİ OL...
İyi ol fakat çok iyi olma,
Birazcık huysuz ol fakat çok değil,
İçinden geliyorsa dua et,
Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et,
Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan;
bağır, çağır, kır, dök ve unut!
Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala,
en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme,
Yaşa herşeyden önce, yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için,
laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan;
bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!
Hayatını o şekilde yaşa ki;
her an kendi elini sıkabilesin ve
her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yapki,
gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine
"ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.
Düşüncelerin neyse hayatın da odur.
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.
W. SHAKESPEARE

Benzer Konular

28 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
21 Nisan 2009 / by charisma Soru-Cevap
21 Temmuz 2012 / apollll Soru-Cevap